Iscininyolu1

Page 1

Ýþçi Sýnýfý Örgütüyle Güçlüdür Türkan Saylan’ýn Ardýndan sayfa 2

Kriz Varsa Çare de Var!

Çocuklar F Tipi Cezaevlerine Doldurulurken…

Sorunlarý Çözülen Kürt Halký mý, Sermaye mi? sayfa 3

Enternasyonalizmden Ne Anlýyoruz?

ÇARE MÜCADELE!

sayfa 5

Kapitalist Kriz ve Avrupa’da Emekçi Sýnýflarýn Durumu sayfa 6

Sivas Katliamýnýn Hesabýný Sýnýf Mücadelesiyle Soracaðýz sayfa 10

Spartaküs Kültür ve Sanat Topluluðu Deklerasyonu sayfa 14

Ýran'da Yeni Bir Dönem Açýlýrken... sayfa 12

Krizin Faturasý Patronlara! Kriz, toplam gelirin azalmasý demektir. Yani, pasta küçülmektedir, bu oranda da pastadan alýnan paylar küçülecektir. Diðer bir deyiþle krizin bir bedeli olacaktýr ve de birileri bu bedeli ödeyecektir. Sýnýf mücadelesinin ana gündemi de doðal olarak krizin faturasýnýn kime çýkacaðý sorusu etrafýnda þekilleniyor. Ýþçiler ve genel olarak emekçi halk mý

krizin faturasýný ödeyecek yoksa patronlar sýnýfý olan kapitalistler mi? Patronlar, iþçi çýkarararak, ücretleri düþürerek, hükümetler aracýlýðýyla devlet kaynaklarýný kendisine akmasýný saðlayarak krizin etkilerinden korunmak ve yükü emekçilerin sýrtýna yýkmak isterler. Bugün de olan budur. Kapitalistler alýþkanlýklarý olduðu üzere krizi de bir

vurgunculuk fýrsatýna çevirmiþ durumdalar. Patronlarýn krizi bahane ederek iþçi kýyýmýna gittiklerini böylelikle de iki iþçinin yapacaðý iþi bir iþçiye yaptýrttýklarýný biliyoruz. Bununla da yetinmeyen patronlar "beðenmeyen gider" tehditleri ile ücretleri aþaðý çekmeye çalýþýyorlar. Sayfa 8-9


2

Ýþçinin Yolu TÜRKAN SAYLAN'IN ARDINDAN

Ergenekon'un 12. dalgasý çerçevesinde Türkan Saylan'ýn evinin aranmasýyla baþlayan tartýþmalar önemli bir süre gündemleri meþgul etti. Solun önemli bir kýsmý bu tartýþmalara Saylan'ýn deðerleri üzerinden katýldý ve Saylan'ýn cenazesinde yerlerini aldýlar. DÝSK'ten KESK'e, ÖDP'den TKP ve Halkevlerine kadar birçok unsur Saylan'ýn arkasýndan gözyaþý dökenlere katýldý: "Türkan Saylan gibi, fazla deðil sadece yüz kiþi olsaydý emin olun bambaþka ve muhteþem bir Türkiye'de yaþýyor olurduk"( Uður Kutay, Birgün) "Ankara Halkevlerinden ÇYDD'ye geçmiþ olsun ziyareti" "21. yüzyýlda benzeri kalmamýþ bir burjuva demokratý"(Aydemir Güler, TKP) Aydemir Güler'in tanýmý ile Türkan Saylan gibi tipik(!) bir "burjuva demokratýný" kendini sosyalist addeden güçlerce de açýkça savunulabilir kýlan nedir? Türkan Saylan'ýn "çaðdaþ eðitim"e katkýlarýndan dolayý mý? Çaðdaþlýk nedir? Burjuva bir çaðdaþlýktan söz edilebilir mi? Kestirmeden söylersek bu çaðdaþlýk anlayýþý Kemalizmin çaðdaþlýk anlayýþýdýr. Türkan Saylan'ý öve öve bitiremeyen "sosyalistler" ve "komünistler" gerçekte Kemalizmin sol türevlerinden baþka bir þey deðillerdir.

Yoksullara Eðitim Ýmkaný?

Neoliberal programlarý çerçevesinde devlet, saðlýk, eðitim gibi alanlardan gün geçtikçe el çekmiþ ve bu alanlarý piyasanýn vahþi yasalarýna terk etmiþtir. Her ne kadar eðitim kurumlarý ücretsiz görünse de örneðin yüz binlerin kýyasýya yarýþ içinde olduðu üniversite sýnavlarý sürecini uzun yýllar devam edilen dershaneler, özel dersler olmadan atlatmak pek mümkün deðildir. Bu masraflar üniversiteye ayak basmakla da bitmez. Bir öðrencinin günlük masraflarý hesaplandýðýnda, hele hele bu öðrenci ailesinden uzaktaysa parasý olmayanýn üniversiteye devam etmesi düþünülemez. Kaldý ki ilköðretime çocuklarýný göndermenin masrafýný karþýlayamayacak kýrsalda ve þehirlerde milyonlarca aile bulunmaktadýr. Giderek paralý hale gelen eðitim sisteminin kendi meþruiyetini saðlayabilmek için vicdan aklama noktalarýna ihtiyacý vardýr. Örneðin eðitimin üniversite düzeyinde tamamen paralý olduðu ABD'de burslar bu iþlevi görmektedir. Ýþte Türkiye'de de ÇYDD gibi kuruluþlar, herkese fýrsat eþitliði yaratma söylemiyle düzenin meþruiyetini saðlamanýn araçlarýdýr. Yoksul öðrencilere saðlanan burslar üzerinden Türkan Saylan'ýn ismini öne çýkaranlarýn ayný þekilde minnetle Sabancý ve Koç gibilerini de anmalarý gerekir. Sermaye sýnýfýnýn bu üyeleri de ayný þekilde eðitim olanaðýndan yoksun yoksul ve yetenekli çocuklara burs olanaklarý saðlamaktadýr. Sömürü düzeni, kendini gelir uçurumu ve daha nice gerçeklikle yansýtan sýnýfsal farklýlýklarý ideolojik olarak alttan alta meþrulaþtýrmaya çabalar. Bu çerçevede yürütülen söylemlerden biri de herkesin fýrsat eþitliðine sahip olduðu ve herkesin bulunduðu yere alýnteriyle, yetenekleriyle geldiðidir. Ýþte yoksul gençler için saðlanan burslarýn bu söylemi meþrulaþtýran bir araç olduðunu gözden kaçýrmamak gerekir. ÇYDD gibi sivil toplum kuruluþlarý sistem bütün vahþetiyle sürüp giderken görüntüyü daha insancýl, daha yaþanabilir kýlmak gayesindedirler. Çürümüþ düzenin aklama merkezleridir. Okuma þansý bulamamýþ, aðýr koþullarda sömürüye mahkum yüz binlerce genç için sorun olduðu gibi durmaktadýr. Kaldý ki eðitim þansý elde edebilmek için uygun koþullara sahip olmayan öðrencilerden bir avucuna belli olanaklar sunmak olsa olsa sistemin lütfettiði kýrýntýlar olabilir. Oysaki eðitim sisteminin asýl sorunu paralý hale getirilerek piyasanýn vahþi döngüsüne teslim edilmesidir. Az sayýda þanslý yoksul öðrencinin eðitim hakkýna kavuþmasýnýn deðil, eðitimin parasýz hale getirilerek yüz binlerce yoksul gence olanak sunulmasý için mücadele etmeyen bir kiþi, olsa olsa yaptýðý hayýrseverliklerle yoksullarý düzen sýnýrlarý içindeki kýrýntýlara ikna etmektedir. Bu noktada sormak gerekmektedir ki Türkan Saylan ve ÇYDD, eðitimin çaðdaþlaþmasý için çabalýyorlarsa gerici, ýrkçý, paralý eðitimin mimarý 12 Eylül çocuðu YÖK'e karþý bugüne kadar neden bir ses çýkarmamýþtýr? Kemal Gürüz, Mehmet Haberal gibi sözde bilim adamý, faþizan zorbalar solcu öðrencileri üniversitelerden atarlarken "Ç"YDD hiç ses çýkarmýþ mýdýr? Peki tüm toplumun eðitim olanaðýndan yararlanmasý için parasýz eðitim mücadelesinin bir parçasý olmuþlar mýdýr? Bu çaðdaþlýk, memleketin baþýna uzun yýllar çöreklenmiþ asker-sivil bürokrasi ile tuzu kuru orta sýnýflarýn burjuva elitist yaþam tarzlarýndan ibarettir. Sömürü düzeni olanca lanetiyle sürerken bu düzene karþý mücadeleyi örgütlemeye kalkmayan, hatta en iyisinden düzenin açtýðý yaralarý sarmaya kalkan birisi nasýl "ilerici" olmaktadýr. Kaldý ki cüzam gibi hastalýklarla mücadele devrimci Marksistler adýna herhangi bir ilericilik anlamý taþýmamaktadýr. Pekala Kýzýlhaç'ýn da bu tarz "hayýr" iþleri mevcuttur. Ama, bizler Kýzýlhaç'ýn bu sistem içerisinde oynadýðý rolün gayet farkýndayýz.

ÇYDD ve "Çaðdaþ Yaþam"

ÇYDD gibi kuruluþlar Türkiye'de baþka ülkelerdeki örneklerinden farklý misyonlar da yüklenmektedir. ÇYDD bir toplumsal mühendislik projesinin yürütücüsüdür. "Çaðdaþ cumhuriyet" deðerlerinin bir taþýyýcýsý olarak ÇYDD, burs verdiði, yurtlarýna yerleþtirdiði, ders verdiði öðrenciler aracýlýðýyla toplumsal bir hegemonya kurmaktadýr. Burs verilen öðrenciler ideolojik olarak ÇYDD'nin istekleri doðrultusunda yeniden þekillendirilmeye çalýþýlmaktadýr. Nedir bu yeniden þekillendirmenin kapsamý? "Çaðdaþ", "aydýnlanmacý", "cumhuriyetçi", gericiliðe karþý bir duruþta bireyler yetiþtirmek. Peki soralým "çaðdaþ yaþam"ýn kriterleri nedir? Kapitalist sömürü düzeninin insanlýðý her geçen gün daha fazla geleceksizliðe mahkum ettiði, yaný baþýmýzda Irak'ta emperyalist iþgalde 1 milyondan fazla insanýn öldüðü, milyonlarca emekçinin vahþi sömürü altýnda sefalet ücretlerinde çalýþmaya, iþ kazalarýna mahkum edildiði, Afika'da ve dünyanýn birçok yerinde açlýktan, susuzluktan ve hastalýklardan ölmeye mahkum olduðu koþullarda nedir "çaðdaþ yaþam"? Kendini kurtarabilmiþ küçük aydýnlanmýþ bir elitin ayrýcalýklý yaþam sürebilmesi! Geriye kalan milyonlar nasýl bir mengenede boðuþursa boðuþsun. Yeter ki orta sýnýf o küçük azýnlýk kendi "aydýnlýk" deðerleriyle yaþasýnlar. Dillere çokça dolanan "gericilik" hiç de öyle yaþam tarzý üzerinden tariflenebilecek bir kavram deðildir. Kapitalist düzenin þu veya bu þekilde devamýndan yana olan her grup ve düþünce gericidir. Dolayýsýyla gericilik dincilere has bir özellik deðildir. Þu ya da bu siyasal soslu burjuva cumhuriyetin insanlýða baský, zulüm ve sefaletten baþka sunabileceði hiçbir þey yoktur. Gericilikten bahsedeceksek Pakistan'daki savaþa, Sri Lanka'daki katliama, Tuzla'daki iþçi ölümlerine, 1 Mayýs'taki vahþice saldýrýlara, sendikalarýmýza yönelik operasyonlara bakalým. Gericilik nükleer tehditiyle, küresel ýsýnmasýyla, sefaletiyle, katliamlarýyla, emperyalist savaþlarýyla kapitalist sömürü sisteminin insanlýðýn geliþiminin önünde engel olmasýdýr.

Dert Gericiliðe Karþý Mücadele mi?

Mesele öyle denildiði gibi laik-antilaik mücadelesi ya da gericiler ve gericiliðe karþý bayrak açanlar meselesi deðildir. Bugün iktidarda olanlarýn yollarýný açanlar, yine, sözde onlara karþý savaþ açanlardýr, sivil-askeri bürokrasidir. Fetullah'ýn yurtdýþýnda Türk devlet aygýtýnýn etkisini artýrmak için yürüttüðü çalýþmalar sözkonusu olduðunda itiraz seslerin kesilmesi ve hatta çeþitli imkanlarla bu çalýþmalarýn desteklenmesi þaþýrtýcý deðildir. Daha geçtiðimiz günlerce 115 ülkede Fetullah okullarýnda yetiþen öðrencilerin yarýþtýðý Türkçe olimpiyatlarý Türk devlet aygýtýnýn uluslararasý arenada hegemonyasýna destek olduðundan muhafazakârýndan liberaline burjuva basýnda alkýþlanmadý mý? Aslýnda ÇYDD, Fetullah'ýn elitçi, askerci versiyonunda baþka bir þey deðil. Ýkisinin de ortak bir noktasý var ki o da bu iki oluþumun da o ya da bu þekilde sömürü sistemiyle herhangi bir sorunlarý olmamasý, düzene baðlý olmalarýdýr. Ýki hareket de, deðiþik söylemlerle içini doldursa da, sistem yararýna Kürtlere karþý asimilasyoncu bir çizgi konusunda da ortaklaþmaktadýr. Mesele laiklik, gericilik filan deðil! Mesele ayrýcalýklarýn korunmasý meselesidir. Mesele iktidarýnýn nimetlerinden geçmiþten günümüze yararlananlarýn, kendilerini rejimin sahibi görenlerin ayrýcalýklarýný kaybetmesi karþýsýndaki toplumun baþka kesimlerini de arkasýna yedekleyerek savaþ vermesidir. Mesela iktidar üzerinde gücünü korumak isteyen sivil-askeri bürokrasi ile ipleri kendi eline toplamak isteyen liberal burjuvazi arasýndaki kavgadýr. Ve bu kavgada emekçi sýnýflarýn taraf olabilecekleri hiçbir kanat yoktur. Ýki kanat da emekçiler bozuk düzene karþý mücadeleyi yükselttiðinde domuz topu gibi ona karþý birleþen düþman kardeþlerdir. Emekçi sýnýflar içinde egemen sýnýfýn o ya da bu kesiminin hegemonyasýný kýrmak, kendi baðýmsýz sýnýf çizgisini yükseltmek zafere giden yolun anahtarýdýr. Ýþçi sýnýfý egemen sýnýflarýn kanatlarýndan birinin arkasýnda deðil, kendi sýnýf kardeþleri yanýnda saf tuttuðunda gelecek güzel günlerin kapýsýný aralayabilir.

SAÐLIKTA YIKIM AKP ELÝYLE ÝVMELENÝYOR! Dünyayý saran kriz dalgasýnýn etkileri, AKP'nin Erdoðan'ýn aðzýndan "elhamdülillah kriz bizi teðet geçti" diyerek inkar edilmesine karþýn Türkiye'de de yaþanmakta. Kriz dolayýsýyla bazý "tedbirlerin" alýnacaðý açýktý. Bu krizde de "kemer sýkmak" her zamanki gibi patronlarýn deðil, iþçi sýnýfýnýn payýna düþtü. Burjuvazinin kendi krizini emekçilere yýkmak için yaptýðý hamlelerden birisi de SSGSS yasa tasarýsýný meclisten geçirmek oldu. SSGSS'nin en çok etkilediði alanlarýn baþýnda, cumhuriyet tarihi boyunca emekçi sýnýflarýn en çok mahrum kaldýðý hizmetlerin baþýnda olan saðlýk geliyor. AKP'nin "sosyal dönüþüm programý" adý altýnda yürürlüðe koyduðu paket; emekçiler açýsýndan "sosyal yýkým programý" anlamýna geliyor. Paketten emekçilere çýkacak hediyeler arasýnda emeklilik yaþýnýn ve prim ödenen gün sayýsýnýn artmasý, yeþil kartlýlardan kartlarýnýn geri alýnmasý, alýnmayanlardan tedavi olduklarýnda katýlým payýnýn alýnmasý, diðer sosyal güvencelerden alýnan katýlým paylarýnýn artmasý, bazý durumlarda bu payýn beþ katýna kadar çýkmasý yer alýyor. Saðlýk emekçilerinin payýna ise hastanelerin döner sermaye tavanýnýn artmasý yoluyla giderek devlet hastanelerinin de ticarileþmesi, performansa dayalý ücret uygulamasýna geçilmesinden dolayý özel kurumlardaki gibi az elemanla çok iþ yapýlmasýný, geçici eleman alýmý yoluyla sömürünün artmasý, artan iþ günü saatleri, reel ücretlerin düþmesiyle beraber döner sermayeye mahkum olmak düþüyor. Paket; burjuva medyada adeta bir saðlýk reformu gibi sunulmasýna karþýn gerçekte saðlýðýn giderek paralýlaþtýrýlmasý, saðlýk hizmetinin kalitesinin giderek düþürülmesi anlamýna gelmektedir. Yasanýn ne kadar vahim bir yýkým anlamýna geldiðinin tam olarak idrak edilememesinin en önemli sebeplerinden birisi; yazýlý ve basýlý yayýn organlarýnda pek çok maddenin çarpýtýlarak verilmesi ve bu sayede somut sonuçlarýnýn ne olduðunun gözlerden saklanmasý. Bunun en çarpýcý örneklerinden birisi ise genel saðlýk sigortasý yoluyla farklý sosyal güvence sahiplerinin ödediði primlerin "eþitlenmesiyle" yaratýlan eþitsizlik. Mesela asgari ücretlilerden 58 YTL alýnýrken üst gelir grubunun alt sýnýrý olarak baz alýnan aylýk geliri 3.176 YTL olan kiþilerden 381 YTL prim alýnmaktadýr. GSS'de eþitsiz olan sadece gelirlere göre alýnan prim oranlarý deðil. Aylýk geliri 666 YTL olan kiþiden de 58 YTL prim alýnmaktadýr, 300 YTL olan kiþiden de! Ha keza 3.176 YTL olan kiþiden de 381 YTL prim alýnmaktadýr, 10.000 YTL olan kiþiden de! Sadece bu bile yasanýn ne denli adaletsiz olduðunun göstergesiyken hiç bahsedilmemesi ilginçtir. Zira medyada bu durum primlerin herkese eþit paylaþtýrýlacakmýþ, hatta zenginlerin daha fazla prim ödeyecekmiþ gibi lanse edilmiþtir! IMF'nin ve TÜSÝAD'ýn emri, AKP'nin kavliyle elimizden alýnanlar arasýnda sigortalý annelere verilen süt yardýmý ödeneðinin de bulunduðunu düþünürsek yasanýn sadece adaletsiz deðil, ayný zamanda insanlýk dýþý olduðunu da anlaþýlýyor. Ýþte en vurucu iki yönelimiyle saðlýkta yýkým programý: * Yeþil kartlarýn geri alýnmasý: Vatandaþa "gereksiz masraflarýn kýsýlmasý", "israfýn önlenmesi", "devletin sýrtýndan geçinen asalaklarýn temizlenmesi" olarak lanse edilen bu planýn arkasýnda vahim bir gerçeklik var. Zaten yeþil kartýn hiçbir sosyal güvencesi olmayanlar, aylýk geliri net asgari ücretin 1/3'üne tekabül eden 176 YTL'nin altýnda olanlara, engellilere ve devletin alay eder gibi 83 YTL aylýk baðladýðý kimsesiz ve gelirsiz yaþlýlara verildiði göz önünde bulundurulursa devletin gelirleri olmayan ya da mevcut gelirleriyle yaþamýný idame ettirmesi imkansýz insanlarýn saðlýk hakkýný elinden aldýðý ortaya çýkýyor. Ayrýca yeþil kart sahibi insanlarýn sayýsýnýn 9.387.850 kiþi olduðunu düþünürsek, Türkiye nüfusunun %13'ü gibi küçümsenemeyecek bir kýsmýnýn günlük 6 YTL'nin altýnda bir gelirle, açlýk sýnýrýnda mucize kabilinden yaþadýðý ortaya çýkýyor. Bütçeye yük oluþturduðu söylenen, kendileri için harcanan paralar fazla görülen,

saðlýk haklarý elinden alýnan yeþil kartlýlarýn gerçekten yardýma ihtiyacý olan insanlar olduklarýný yukarýdaki veriler ýþýðýnda söyleyebiliriz. AKP hükümetinin meseleyi halka "hantal devleti hafifleþtirmek" veya "devletin sýrtýndan geçinen asalaklarý temizlemek" olarak göstermesi þarlatanlýktýr. Çünkü en baþta bu sefaletin yaratýcýsý olan sömürü düzeninin sürdürücülerinin ilaç alamayacak hale getirdikleri insanlarýn ilaç masraflarý için harcadýklarý paralardan yakýnmaya hakký yoktur! Her sýkýþtýklarýnda sarýldýklarý "parasý olduðu halde yeþil kart alýyorlar", "devlete yük oluþturuyorlar söylemlerine gelince… Elimizde yeþil kartlýlarýn ne kadarýnýn gereken þartlara uygun olmadýðý halde yeþil kartý olduðuna dair herhangi bir istatistik yok. Buna karþýn herkes gibi biz de bazý yeþil kart sahiplerinin öne sürülen kriterleri yerine getiremediði halde yeþil kart aldýðýnýn farkýndayýz. Burada tam manasýyla bir ikiyüzlülükle karþý karþýyayýz. Ne yolsuzluðu önlemenin yolu sosyal hizmetleri geri çekmekten geçer, ne de samimi bir þekilde yolsuzlukla mücadele etmek isteyen birisinin yöneleceði kesim yeþil kartlýlardýr. Bu ülkede dünya kadar hayali ihracatçý, banka hortumcusu ve benzerleri varken; IMF'den gelen milyon Dolarlar "istihdamý teþvik" adý altýnda bu gibilere akarken hükümetin yeþil kartlýlara olan hýncý devlet kaynaklarýný israf ettirmemekle açýklanamaz. Olsa olsa burjuvazinin kendi krizinin faturasýný emekçilere yýkma çabasýyla açýklanabilir. * Bütün hastanelerin döner sermaye tavanýnýn yükseltilmesi: Yasa deðiþikliði ekstra mesaiye ekstra ücreti içerdiði için görünüþte saðlýk emekçilerinin daha çok iþine yaradýðý düþünülebilir. Ancak döner sermayenin artmasý hastane yönetiminin etkisini arttýrýrken, saðlýk emekçilerinin yakýndýðý mesai saatlerinin uzunluðu, düþük ücretler ve buna baðlý olarak hastalara gereken ilginin gösterilememesi gibi sýkýntýlar azalmýyor. Aksine artýyor. Mesai süresi artarken, ücretlerin ayný kalmasýndan mütevellit reel ücretlerin düþmesiyle fazla mesai karþýlýðýnda döner sermayeden gelecek ücrete mahkum kalýnmasý; ister istemez bu durum "parayý veren düdüðü çalar" mantalitesinden kaynaklanan bilindik olumsuzluklarý beraberinde getiriyor. Bununla beraber kimin nöbete kalacaðýný belirleyen hastane yöneticilerinin yetkilerini personel üzerinde kötüye kullanma olanaðý artmýþ oluyor. Üniversite hastanelerinin dahi döner sermayeye devredilmesiyle birincil görevi kar etmek haline gelen hastaneler; "ücreti döner sermayeden karþýlanmak koþuluyla" geçici eleman alma yetkisine de sahip olmalarýyla beraber düþük ücretle eleman almanýn da kýlýfýný bulmuþ oluyor. Bütün bunlarýn "hasta-neye saðlam giren hasta çýkar" deyiminin doðruluðunu arttýrmaktan baþka bir fonksiyonu yok. Yasa; radyasyonla çalýþanlar gibi hayati görevleri olan emekçilerin de mesaisini arttýrmasýyla hepten dramatik bir hal alýyor. Yasa döner sermayeden gelen ekstra ücretle beraber saðlýkçýlarý bölerken, diðer taraftan "kar ortaklýðý" adýyla kendini güvenceye almaya çalýþýyor. Bu "kar ortaklýðýnýn" herhangi bir týbbi istismar neticesinde suç ortaklýðýna dönüþmeyeceðinin de bir garantisi yok. Bütün bu düzenlemelerle hükümetin saðlýkta özelleþmeyi teþvik etmekten baþka bir þey yapmadýðý açýk. Son yýllarda özel hastanelere yatan hasta sayýsýnýn artmasý da bunu kanýtlamaktadýr. Yeni yasayla beraber devlet hastanelerinin de giderek ticarileþmesiyle saðlýkta daha kapsamlý bir özelleþtirme saldýrýsýna girilmiþtir. Saðlýkta özelleþmenin ise yukarýda saydýðýmýz, anne sütü yardýmýnýn kesilmesine kadar varan olumsuzluklara yol açtýðý açýk. Bütün bunlar kapitalizmin arýzalarý deðil karakteristiðidir. Bugüne kadarki sosyal haklar ise iþçi sýnýfýnýn burjuvaziye dayatmalarýndan baþka bir þey deðildir. Kapitalist düzen için asýl çözülmesi gereken "sorun" yeþil kart gibi sosyal uygulamalardýr. Kapitalizmin krize girdiði þu günlerde bozuk düzenin hasta bakýcýsý deðil, mezar kazýcýsý olacaðýz!


Ýþçinin Yolu

3

Çocuklar F Tipi Cezaevlerine Doldurulurken….

SORUNLARI ÇÖZÜLEN KÜRT HALKI MI, SERMAYE MÝ? Türkiye'de politik yaþamýn temel belirleyicilerinden ve egemektedir. Baykal'ýn Kürt halkýna birtakým kimlik haklarýnýn men sýnýflar arasýndaki çatýþmanýn ayaklarýndan birini oluþtuverilmesi konusuna "Hangi dilde olursa olsun bir vatandaþ ran Kürt sorunu konusunda son dönemlerde büyük serister yerel, ister merkezi yönetimden kendi diliyle talepte mayenin kendi liberal yaklaþýmý çerçevesinde kimi açýlýmlar bulunabilir." sözleriyle onay vermesi ve genel af tartýþmalarýyapmaya yönelik kýpýrdanmalar içinde olduðu görüldü. Ama na "PKK elindeki silahlarýn ve cephanenin bu amaçla kulhiç de þaþýrtýcý olmayan bir biçimde bu giriþimler kýpýrdanma lanýlmayacaðý güvencesini verecek þekilde kendi denetimindüzeyinde kaldý. Burjuvaziye sadýk kimi aydýnlar geçtiðimiz den çýkarýlmasýný öngörür, teslim eder, imha eder. Buna parahaftalarda bu konuda epey mesai harcasalar da kaypaklýk ve lel olarak onlarýn yeniden toplumla kaynaþmalarýný saðlakorkaklýkla malul Türkiye liberal büyük sermaye sýnýfý Kürt yalým mý, bunun için bir esneklik ortamý yaratalým mý dilemsorununda aðýrlýðýný yine koyamadý. Üstelik kendileri için son masýyla karþý karþýya kalýrýz. O dilemmada CHP olarak biz derece uygun þartlar mevcut durumda. Bir yandan bu konuda katký veririz. Gerçek af budur." (30 Mayýs, Milliyet) sözher zaman bulunmayacak türden liberal bir tek parti iktidarý leriyle PKK'nin silah býrakmasý karþýlýðýnda onay vermesi var, bir yandan da PKK liderliði bir takým kültürel haklar ve kayda deðerdir. Kayda deðerdir, zira CHP, askeri çözümün silahlarýn susmasýnýn ardýndan yapýlacak genel afla daðdan Kürt sorununda tek çözüm yolu olduðunun yýlmaz inileceðini duyurmuþ durumda. savunucusu olagelen yönetici sýnýfýn asker-sivil bürokrat Þimdiye kadar kültürel haklar konusunda epey bir ilerleme kanadýnýn bir parçasýdýr. kaydedildiði yabana atýlmamalý. Ahmet Kaya'nýn Kürtçe þarký Burjuva siyasetçiler bir yandan çözümden dem vururken, yapacaðým demecinden sonra baþýna gelenlerin üzerinden çok diðer taraftan þartlar sýralamaktan da geri kalmamaktadýrlar. da fazla zaman geçmedi. Þimdilerdeyse devlet kanalý TRT, Abdullah Gül'den, Deniz Baykal'a, Recep Tayyip Kürtçe kanal açabiliyor. Kürt kimliði konusunda elde edilen Erdoðan'dan, Ýlker Baþbuð'a kadar Kürt sorunu konusunda kazanýmlarýn çok aðýr bedeller karþýlýðýnda olduðunu bilmek konuþan herkesin, çözüm için tek hareket noktasý PKK'nin gerekiyor. Diðer taraftan Kürt siyasetinin unsurlarý meseleyi varlýðýnýn bitirilmesidir. sýnýfsal temelde almadýklarý ölçüde konu salt kimlik ve Sermaye düzeninin attýðý her adýmýn, Kürt ulusal hareketini kültürel haklar çerçevesine sýkýþýyor. Bir de PKK'nin dað ehlileþtirmek ve Kürt halkýnýn meþru mücadelesini tasfiye kadrolarýnýn durumu ve geleceði bir pazarlýk konusu. Bu etme amacýna yöneldiði açýkça görülmektedir. 27 Mayýs'ta konuda da bir genel aftan ve lider kadro için Avrupa'da elveriþli bir sürgün hayatýn- DTP’ye Yönelik Operasyonlara Karþý Açlýk Grevinden dan bahsediliyor. Bütün bu pazarlýk konularý ortaya seriledursun Kürt sorunundaki mevcut durumdan memnun olan askeri kesimler sertlik yanlýsý duruþunda bildiklerini okumaya devam ediyor. AKP hükümeti de yerel seçim sonuçlardan ürküntüye kapýlmýþ durumda. Genel seçimlere fazla uzunca bir süre kalmamýþken son yerel seçimlerde baþlayan oy kaybýnýn artarak devam etmesinden korkuyor ve Kürt sorununda hamleler yapmak AKP'ye hiç de çekici gelmiyor. Sonuçta, AKP'li politikacýlar, Kürt sorununun sermayenin çýkarlarý doðrultusunda yeniden þekillendirilmesi konusunda temennilerini dile getirirken, Türkiye'nin baskýcý-otoriter devlet geleneðinin yansýmasý olan bir dizi olay yaþanmaya devam ediyor. Kürt sorununun çözümünden bahsedildiði günlerde, Kürt çocuklarý F tiplerine gönderiliyor, DTP'liler üzerindeki baskýlar tutuklamalar seviyesine çýkarýlýyor, Hakkâri'de düzenlenen operasyon sýrasýnda 6 askerin mayýn KESK içerisindeki Yurtsever kanadýn temsilcileri ve Kürt patlamasý sonucu hayatýný kaybetmesi, bunu bir kez daha üniversite öðrencileri tutuklanýyor. Kýsacasý, seçimlerden açýða vurdu. Ahmet Türk'ün demokratik çözümden yana olansonra baskýnýn dozajý bir ölçek artmýþ durumda, tam da burjularýn ellerini tetikten çekmesi çaðrýsýný yapmasýnýn ardýndan, va bir "çözüm" dillendirilirken. düzen cephesinden taarruz gecikmedi. Erdoðan'ýn Ahmet Liberal Sermayenin Türk'e verdiði ''Bakýn burada taraflar olamaz. Burada taraf Kürt Sorunundaki Çözüm Yaklaþýmý olur, silah býrakmasý gereken kimdir? Terör gruplarý veya Türkiye'de liberal sermayenin, Kürt sorununu kendi siyasal terör grubu, bölücü terör örgütü silah býrakmak duruve ekonomik çýkarlarý doðrultusunda bir þekle büründürmek mundadýr. Güvenlik güçleri hiçbir zaman silahý býrakmaz.'' istediði bilinen bir gerçekliktir. Nitekim askeri-sivil cevabý ve Ýlker Baþbuð'un "Bize bu konuda kimse akýl verbürokrasinin iktidar aygýtlarý üzerindeki tahakkümünü devam mesin. Ne dururum, ne de teröristler gelsin diye beklerim. ettirebilmesinin en önemli gerekçelerinden birisi Kürt sorunu Aksine, gider, arar bulur ve yok ederim." sözleri de düzenin ve PKK'nin varlýðýdýr. Liberal sermaye, bu süreçte Kürt soruçözüm paketinden yeni katliamlarýn, baskýlarýn çýkacaðýný nunda atacaðý birtakým adýmlarla ve Kürt halkýnýn devlet gösterdi. Nitekim DTP'lilere ve Kürtlere yönelik baþlatýlan karþýsýndaki süngüsünü düþürerek, askeri-sivil bürokrasinin tutuklama dalgasý, düzenlenen askeri operasyonlar sermaye politik aðýrlýðýný hafifletmek istemektedir. Yerli ve yabancý düzeninin deðiþmez kurallarýný tekrar hatýrlattý. sermayenin siyasal temsilcisi AKP'nin, iktidarý boyunca Kürt Ulusal Çizgisinden Sermayenin dönem dönem Kürt realitesini tanýmasý ve bu yönde birtakým Çözümüne Yeþil Iþýk projeler geliþtirmesi tamamen liberal sermayenin duyduðu bir Sermayenin attýðý adýmlara, DTP ve PKK cephesinden ihtiyacýn ürünüdür. Geçmiþte Turgut Özal'ýn ANAP'ý baþta deðiþik sesler yükselmeye baþladý. Kürt siyasetinin temsilciolmak üzere, bazý iktidarlarla atmak isteyip de atamadýðý leri, sorununun çözümüne yönelik birtakým modeller ve alteradýmlarý, AKP iktidarý son dönemde daha yüksek bir ses natifler ortaya serdiler. Kürt halkýnýn siyasal temsilcilerinin tonuyla dile getirmektedir. verdikleri karþýlýk, birçok açýdan sermayenin dayattýðý çözüm Özellikle Abdullah Gül'ün, Mart ayýndaki Ýran gezisi sýrasýnsürecini olumlar niteliktedir. daki "Kürt sorununda iyi þeyler olacak." çýkýþýyla birlikte, Hasan Cemal'in, Kandil'de PKK lideri Murat Karayýlan'la sermaye devletinin sadece liberal temsilcilerinden deðil, düne yaptýðý görüþmeden çýkarýlacak sonuçlar bunu kanýtlar nitelikkadar Kürt halkýna yaþatýlan acýlarýn ve yükseltilen saldýrý dalgalarýnýn sorumlularý olan ulusalcýlardan dahi sýrasýyla tedir. Murat Karayýlan'ýn "Ýlk adýmda silahlar susacak... baklalar dökülmeye baþladý. Abdullah Gül'ün Ýran gezisinin Sonra diyalog baþlayacak... Diyalog yeri Ýmralý'dýr... Kabul edilmi-yorsa, diyalog yeri biziz... Bizi de kabul etmiyorsa, ardýndan, Mayýs ayýndaki Prag gezisi sýrasýnda da "Ýster terör, siyasal olarak seçilmiþ iradedir, (burada DTP'nin adýný ister Güneydoðu, ister Kürt meselesi deyin, bu Türkiye'nin zikretmiyor, ama ben belirtince baþýyla onaylýyor, HC)... Bu birinci sorunudur. Halledilmesi lazýmdýr." söylemini dile getirmesi, sermayenin Kürt sorununda bazý adýmlarýn atýlmasý da olmuyorsa, o zaman ortak bir komisyon kurulur bir yerde, konusunda ýsrarcýlýðýný da gözler önüne serdi. akil adamlar bir araya gelir. Örneðin Ýlter Türkmen, (eski Yýllardýr, Kürt halkýna yaþatýlan acýlara sessiz kalan, militarist Dýþiþleri Bakaný ve Büyükelçi) gibi, sizin gibi insanlar politikalarýn arkasýnda esas duruþa geçen Deniz Baykal ve toplanýr, böyle bir mekanizma harekete geçer, çalýþmaya CHP'nin de bu söylemlere onay vermesi, Kürt sorununda libaþlar... Böyle bir mekanizma muhatap alýnýr diyalog için beral çözüm yaklaþýmýnýn saflarýný güçlendirdiðini gösterdevlet tarafýndan..." sözleri Kürt ulusal mücadelesinin geldiði

noktayý teþhis edebilmek açýsýndan önemlidir. Bu sözler Kürt ulusal mücadelesinin gelinen noktada baðýmsýz bir devlet projesinden ziyade, birtakým kimlik haklarýnýn ve kültürel haklarýn anayasal güvenceye baðlanmasý, Kürt halký üzerindeki baskýlarýn sona erdirilmesi ve yerel yönetimlere tanýnabilecek bazý özerk haklar karþýlýðýnda silahlarý susturabileceðini göstermektedir. DTP de PKK'ye paralel olarak Kürt sorununun sermayeyi fazla rahatsýz etmeden çözümü konusunda yumuþak bir tavýr geliþtirmiþtir. Öyle ki, DTP lideri Ahmet Türk katýldýðý 32. Gün programýnda kendi þahsýnda Kürt halkýna geçmiþte yaþatýlan acýlarý unutabileceðini "On yedi bin kiþi faili meçhule kurban gitti, barýþ için o on yedi bin faili meçhulü unutmaya da hazýrýz." sözleriyle dile getirmiþtir. Ayrýca, çözüm önerilerinin ortaya konulduðu bir dönemde 6 askerin ölmesi sonrasý, Türk'ün barýþta yana olanlara ellerini tetikten çekme çaðrýsý yapmasýný beraberinde getirmiþtir. Öte yandan, Kürt hareketi içerisinden yakýn dönemde çözüm önerilerinin daha da netleþeceði gözükmektedir. DTP içerisinde yeni bir anayasa taslaðý hazýrlandýðý ve Abdullah Öcalan'ýn yeni bir yol haritasý hazýrladýðý ve Aðustos ayý içerisinde açýklayacaðý biliniyor. Sermayenin çözüm arayýþýna, sivil toplum örgütleri öncülüðündeki seslerin desteði de katýlýyor. Aralarýnda Eðitim-Sen, Barýþ Anneleri, TMMOB, Kürdi Der, Kürt Yazarlar Derneði gibi kurumlarýnda yer aldýðý 72 sivil toplum örgütü, Hakkari'de yaþanan mayýn patlamasýnýn ardýndan, burjuvazinin temsilcilerinin attýðý adýmlara karþýlýk verilmesi ve silahlarýn susturulmasý gerektiðini açýklamýþlardýr. Bu açýklamanýn muhatabýnýn, doðrudan PKK olduðu yoruma yer býrakmayacak þekilde açýktýr.

Sermayenin Dertlerine Çözüm, Kürt Halkýna Daha Fazla Baský Diðer taraftan düzen cephesinde büyük bir iradi sorun yaþandýðý gün gibi ortadadýr. Kürt tarafýnýn son derece mütevazi istemlerine bile cevap verilememektedir. Egemen sýnýf kendi içinde bölünmüþ, uzak görüþlü olmayan, açgözlü bir pintinin ruh hali içerisinde politik bir basiret gösterebilmekten çok uzaktadýr. Günlük çýkarlarýna bakan, burjuva demokratik gelenekten de nasibini almamýþ burjuva katmanlarýn bildiklerini okuduklarý görüyoruz. DTP'ye yönelik operasyonlar düzenlenerek yüzlerce kiþi gözaltýna alýndý ve birçoðu tutuklandý. DTP milletvekillerinin üzerindeki baskýlar yoðunlaþtýrýldý ve meclisten polis zoruyla ifadeye götürülmeleri dile getirilmeye baþlandý. Abdullah Gül'ün "Ne kadar vakit geçirilirse, o kadar çok problem üstüne problem yüklenir." sözleri meselenin farkýnda olduklarýný gösterse de farkýnda olmak baþka bir þey, net bir iradeyle iþe koyulup hamleler yapmak baþka bir þeydir. Özal'dan, Mesut Yýlmaz'a, Cem Boyner'den, Erdal Ýnönü'ye ve hatta Mehmet Aðar'a büyük sermayenin birçok sözcüsü bunu farklý farklý zamanlarda dile getirmiþlerdir. Þimdi de Abdullah Gül ve Tayyip Erdoðan dillendiriyor. Durum budur.

Burjuvazi Tam Anlamýyla Çözümsüzdür Yýllardýr sorunu, Kürt halkýný imha ve inkar politikalarýyla geçiþtiren egemenler, Kürt halkýnýn 30 yýllýk mücadelesi karþýsýnda artýk sýkýþmaktadýr. Bu sýkýþmýþlýðýn etkisiyle diyelim ki Türkiye büyük sermayesi son süreçte dillendirilen açýlýmlarý beklenmedik biçimde gerçekleþtirse ve bu "açýlýmlarý" ile PKK'yi daðdan indirmeyi baþarsa ne olmuþ olacak? Kürt sorunu çözülmüþ mü olacak mesela? Kültürel ve kimlik alanlarýnda elde edilmiþ kazanýmlar ve politik alanda DTP'ye, Öcalan'a ve PKK'li dað kadrolarýna yönelik kimi politik açýlýmlar PKK'nin silah býrakmasýný saðlayabilir. Bunun neticesinde askeri çatýþmalar en azýndan bir dönemliðine son bulabilir. Ama bunlar Kürt sorunun çözüldüðü göstermez. Bilakis bütün bunlardan sonra milyonlarca yoksul Kürt emekçisinin yaþamýnda çok az deðiþiklik olmuþ olacaktýr. Ve ezilen ve sömürülen Kürt kitleleri için baþta metropoldekiler olmak üzere hiçbir þey deðiþmemiþ olacaktýr. Kürt halkýnýn özgürlüðünün, halklar arasýnda kalýcý bir barýþ ve kardeþliðin ve ezilen halklarýn sorunlarýnýn çözümünün yegâne teminatýnýn, birleþik bir iþçi mücadelesi ve en nihayetinde bir sosyalist devrim olduðunu unutmamak gerekmektedir. Devrimcilerin bu noktadaki görevi, burjuva düzeninin katliamcý ve inkârcý geleneðini emekçi sýnýflara teþhir etmek, ezilen halklarýn mücadelelerini koþulsuz desteklemek ve onlarýn kendi kaderlerini tayin hakkýný tanýyarak, mücadelelerini devrimci sýnýf hareketine yöneltebilmektir.


4

Ýþçinin Yolu

Isci Universitesi

GREV ve GENEL GREV

Karl Marks ve Devrimci Öðretisi Karl Marks, 5 Mayýs 1818'de bugünkü Almanya topraklarýnda doðdu. Üniversitede hukuk öðrenimi gördü; tarih ve felsefe alanlarýnda geliþimini sürdürdü. O dönem, hükümetler toplum üzerinde olduðu gibi, akademik çalýþma alanýnda da baskýcý bir tutum sergiliyorlardý. Böylece Marks, o yýllarda filizlenen devrimci demokrat görüþlerinin de etkisiyle akademik çalýþma alanýný terk etmek zorunda kaldý. Akademiden sonra gazetecilik yaptý. Deneyimleri Marks'a ekonomi-politika alanýnda eksikliðini gösterdi ve Marks hýzla bu alanda çalýþmalarýný yoðunlaþtýrdý. Bu sürede þahsýna yönelik hükümet baskýsý yüzünden Fransa'ya gitmek zorunda kaldý. Burada yaygýn bir mücadele yürüten devrimci, sosyalist çevrelerle kaynaþtý; ömür boyu yoldaþý ve çalýþma arkadaþý olacak Friedrich Engels'le tanýþtý. 1840'lý yýllarda Ýngiltere'de yükselen iþçi sýnýfý eylemleri, Marks'ýn sosyalizme yaklaþmasýnda ve çalýþmalarýný iþçi sýnýfýna yöneltmesinde çok etkili oldu. Özellikle Engels'in yazdýðý "Ýngiltere'de Emekçi Sýnýflarýn Durumu" adlý kitap Marks'ýn ufkunu açtý. Ýþçi sýnýfý eylemlilikleri, iþçilere mücadele ettiklerinde haklar elde edebildiklerini gösteriyor, sosyalizmi sadece birkaç bilginin tasarladýðý bir ütopya olmaktan çýkarýp, yavaþ yavaþ bütün ezilenlerin umudu haline getiriyordu. Sosyalizm düþüncesi yaygýnlaþýrken, o dönemki ve daha önceki sosyalistlerin böyle bir düzeni nasýl kuracaklarýna dair tutarlý cevaplarý yoktu. Sosyalizm, Marks doðmadan çok önceleri var olan bir fikirdi. Askersiz, polissiz, yönetenler ya da sömürenler olmadan, hâkimsiz, hapissiz; bütün kaygýlarýn, çekiþmelerin insanlarýn kendileri tarafýndan sonuca baðlanabildiði, topraðýn ve bütün üretim araçlarýnýn insanlýðýn ortak mülkiyetinde olduðu, haklar ve görevlerin birbirine karýþtýðý; yoksulluðun, savaþlarýn olmadýðý ve herkesin gerçekten eþit ve özgür olduðu bir toplumdu sosyalizm. Marks'ýn, emek gücünün sömürüsüyle ilgili derinlemesine çalýþmalarýyla, sosyalizmi bilimselliðe götüren kapý açýlýyordu. Kapitalist sistemin nasýl iþlediði, iþçilerin nasýl ve neden sömürüldüðüne iliþkin sorular, çözüme yaklaþtýrýlýyordu. Kapitalizm insanlarýn içinde yaþadýklarý, ama bütünüyle farkýnda olmadýklarý bir üretim biçimidir. Bu biçim öncelikle üretimi toplumsallaþtýrmýþ, yani emek gücünü bir araya getirerek verimliliðini artýrmýþtý.

Teknolojinin geliþmesi, makineleþme ve sanayileþme üretimde sýçramalar yaptýrmýþtý. Oysa üretimin artýyor olmasý yoksulluða çözüm bulmuyor, sermaye birikimi üzerine kurulmuþ bu düzende üretim toplumun ihtiyaçlarý için deðil, daha fazla kazanmak için yapýlýyordu. Kapitalizmin özü bugün de geçmiþte de aynýdýr: üretim ihtiyaçlara göre yapýlmaz; üretim, pazar için kar hýrsýyla yapýlýr. Öte yandan, toplumdaki az sayýda kapitalist bütün üretimin kaymaðýný yerken, sistemin yükünü taþýyan büyük bir emekçiler yýðýný vardýr. Kapitalist sistem doðuþuyla bir-

likte, emek gücünden baþka satacak bir þeyi olmayan bir mülksüzler ordusu da yaratmýþ, topraksýz köylülerin, yoksullaþan orta sýnýflarýn içinden çýkan proletaryayý (iþçi sýnýfý) da kendisiyle birlikte büyütmek zorunda kalmýþtýr. Kapitalist toplumun temelini oluþturan bu iki sýnýfýn, yani kapitalistlerin ve iþçilerin çatýþmasý ise kaçýnýlmazdýr. Çünkü koþullar birini daha fazla sömürmeye zorlarken, diðerini de hayatta kalmaya, yaþamsal haklar elde etmeye, kazanýmlar elde ettikçe bunlarý korumak için ve daha iyi yaþayabileceðini gördükçe daha çok kazaným elde etmek için daha fazla mücadele etmeye zorlar. Bir çeliþki de yaþanan teknolojik ilerlemeler sermayeyi daha verimli kýlarken, iþçilere iþten kovulmanýn düþmesiydi. Makinelerin hýzlandýrdýðý ve kolaylaþtýrdýðý üretim, iþçilerin çalýþma saatlerini düþürülebilirdi halbuki. Böylece, iþçilere özgürce geliþebilecekleri, kültürel, bedensel, zihinsel faaliyetlerde bulunabilecekleri bir zaman yaratýlabilirdi. Teknolojiyi ihtiyaçlarýna uygun olarak geliþtirebilir, herkese hizmet edecek þekilde ve saðladýðý yararlarý herkese paylaþtýrmak üzere þekillendirebilirdi insanoðlu. Ýnsanlýðýn gerçek potansiyelleri hakkýnda hiçbir þey bilmediðimizi söylüyordu Marks 150 yýl önce, bugün de bilmiyoruz. Bildiðimiz bir þey varsa, kapi-

talizmin bu potansiyeli ortaya çýkartamayacaðýdýr. Sosyalist bir toplumda mümkün olabilecek bu düþünceler için ise kapitalizmin yýkýlmasý þarttýr. Bunu yapacak olansa onunla beraber doðmuþ, büyümüþ, olgunlaþmýþ ve güçlenmiþ olan, ayný zamanda kapitalizmin en büyük kurbaný olan iþçi sýnýfýdýr. Marx yeni toplum þöyle ya da böyle olacak demiyordu. Onun söylediði yeni toplumun, kapitalizmin baðrýndaki yaratýcý emeðin, iþçi sýnýfýnýn kendi eseri olmak zorunda olduðuydu. Marksizm dediðimiz aslýnda bilimsel sosyalizmden baþka bir þey deðildir. Kapitalist ekonomiyi çözümleyen ve bütün içsel iliþkilerini ortaya döken bir bilimdir. Sistemin kendisine ve aktörlerine, yani kapitalistlere, onlarýn uþaðý sözde bilim adamlarýna, politikacýlara karþý bir eleþtiridir Marksizm ve bu düzeni alaþaðý etmenin yollarýný arayan bir devrimcidir de. Marks'ýn içinde bulunduðu ve derslerini çýkardýðý 1848 Avrupa devrimleri, onun bilimsel sosyalizminin haklýlýðýný gösteren ilk deneyimlerden olmuþtur. Bu süreçte Marks, bilimsel sosyalizm adýna pek çok eski kafa sosyalistle mücadele etmiþ, düþüncelerini pratik alana taþýmýþtýr. 1864'te Uluslararasý Ýþçi Birliði adýnda pek çok Avrupa ülkesinde ve Amerika'da faaliyet gösteren, tüm dünyanýn iþçilerinin birlikte mücadele edeceði bir zemin yaratmayý hedefleyen örgütün kurucularýndan olmuþ, savunduðu iþçi enternasyonalizmini hayata geçirmiþtir. 1870'teki Prusya-Fransa savaþý, Fransa'nýn yenilgisiyle sonuçlanýnca, halkýn içine düþtüðü ekonomik sýkýntýlar devrimi tetiklemiþ ve "Paris Komünü" iþçilerin ellerinde yükselmiþtir. 72 gün sonundaysa þiddetli bir karþý taarruzla yýkýlmýþtýr. Marks, Komün deneyinin derslerini çýkararak, iþçilerin iktidarý almasý için hazýrda bulunan kapitalist devleti tamamýyla yýkýp, iþçi demokrasisinin bütünüyle uygulandýðý, yeniden inþa edilmiþ bir "iþçi devleti" (proletarya diktatörlüðü) kurulmasýnýn gerekliliðini göstermiþtir. Sosyalizme yani sýnýfsýz topluma geçiþ için böyle bir yapýnýn zorunluluðunu savunmuþtur. 1870'lerden sonra çeþitli ülkelerde ulusal boyutlarda iþçi örgütlerinin kurulmasý ve Marksist öðretinin benimsenmesi, rehber olarak kabullenilmesi hýzlandý. Pek çok çalýþmasýný tamamlayamayan Marks, 14 Mart 1883'te öldüyse de fikirleri ve rehberliði yaþýyor.

Grev tarihsel olarak çok eski bir kavram. Ýþ býrakarak, üretimi durdurma eylemleri doðrudan üretici olan sýnýflar için, sýnýflý toplumlar ortaya çýktýðýndan beri varolagelmiþtir. Antik Yunan'da, Roma'da, Mýsýr'da madenlerde çalýþan iþçilerin grevlere gittiði bilinmektedir. Ancak grevler tarihsel anlamýný ve önemini kapitalist toplumda bulmuþtur. Çünkü daha önceki üretim biçimleri hiçbir zaman bu kadar geniþ emekçi kitlesini bir araya toplayýp ayný ortamda üretim yapmalarýný saðlayamamýþtýr. Teker teker iþçilerin patronlara karþý bir güç oluþturmasý çok zordur. Örneðin küçük çaplý üretimde iþçilerin, ücretlerin belirlenmesinde söz sahibi olmasý zordur, hatta imkânsýzdýr. Kapitalist iliþkilerin geliþmesinin baþlangýcýnda iþçiler bölük pörçük, tek baþlarýna mücadele etmiþler, öfkelerini makineleri kýrarak göstermiþlerdir. Sýnýf savaþýmýnýn baþlangýcý da iþçi sýnýfýnýn henüz birlik olamayýþýndan dolayý zayýflýk göstermektedir. Kapitalizm üretimin toplumsallaþmasýný saðlamýþtýr, geniþ emekçi kesimlerini bir yere toplamýþtýr. Ýþte böyle bir ortamýn oluþmasý iþçilere birleþerek mücadele etme olanaðýný da sunmaktadýr. Bu mücadelede patronlar üretim araçlarýnýn sahibi olarak bir yerde, iþçiler ise üretim araçlarýný kullanacak emek gücünü oluþturan toplam olarak bir yerdedir. Ýþçilerin emek gücünden baþka sahip olduklarý bir þey yoktur; ancak bu gücün üretim üzerinde, onu tamamýyla durdurarak ya da yavaþlatarak çok büyük oranda belirleyiciliði vardýr. Böylece iþçilerin baþlangýçta ücretler için, daha sonralarý da elde edecekleri birçok sosyal hakkýn hem kazanýlmasý hem de korunmasý için bir mücadele aracý olarak grevler kullanýlmýþtýr. Her grev kapitalistlere, kendilerinin aslýnda bir grup asalak olduðunu hatýrlatýr. Ýþçiler emekçiler alýnteri dökmezlerse hayat durur, toplumun can damarlarý kopar. Var eden iþçi sýnýfýdýr, patronlarsa salt sömürücüdür, bu gerçeði bir grevden daha iyi ne ortaya koyabilir? Genel grev fikri ise daha önceki üretim biçimlerinin hiçbirinde olmamasý, ancak tekelci kapitalizmin ve devlet kapitalizminin yaygýnlaþtýðý dönemlerde ortaya çýkmasý bakýmýndan önemlidir. Ortaya çýkýþý tarihsel olarak kapitalizmin en yüksek aþamasýna, yani emperyalizme geçiþ dönemine, 1890'lardan sonrasýna tekabül eder. Büyük fabrikalarýn artýþý grevleri de artýrmýþ, üretimin birkaç tekelin elinde yoðunlaþmasý sonucu grevler çok daha zorlayýcý bir düzeye eriþmiþtir. Genel grevin, yani iþçi sýnýfýnýn topyekûn iþ býrakmasýnýn, sýnýf mücadelesinin geniþ çapta örgütlü bir güçle yol aldýðý; çeþitli endüstrilerin sýký sýkýya baðlý olduðu ve birbirini etkilediði; ayný zamanda bu endüstriler devlet üzerinde de etki oluþturacaðý zaman baþarýlý olma þansý vardýr. Bu çapta bir grev, iþçilerin mücadelesini belirli bir fabrikaya ya da patrona karþý olmaktan çýkarýp sistemin karþýsýna diker. Gücü de buradan kaynaklanýr. Böylesine etkin bir aracýn kullanýlmasýnýn ne zaman doðru olduðu sorusu önemli tartýþmalarý beraberinde getirmiþtir. Kimileri, genel grevi devrimle özdeþ görmüþ ve bu slogana tapmýþlar, onu fetiþleþtirmiþlerdir. Oysa, genel grev her derde deva deðildir. Genel greve tapmak, onun hakkýnda yanýlsamalar ve beklentiler yaratacaðý için yanlýþtýr ki yenilgi durumunda neler olabileceðini aþaðýda ele alacaðýz. Burada dikkat edilmesi gereken, genel grevin zamanlamasýdýr ve her zaman yükseltilebilecek bir slogan olmayýþýdýr. Devrimci mücadele bu slogan üzerinden

inþa edilemez. Ya da reformistlerin, sendikalistlerin yaptýðý gibi hükümetlerin önünde saygýyla eðilip izin koparttýktan sonra uygulanabilecek bir yöntem deðildir genel grev. Aslýnda sistemi ve devleti karþýsýna alabilecek kadar deðerli bu eylem biçimini hükümetlerin, devletin izniyle yapmak genel grevi anlamsýzlaþtýrýr. Peki genel grev sloganý ne zaman yükseltilebilir? Ýþçi sýnýfý mücadelesinin ve devrimci kabarýþýn mevcut olduðu durumlarda, hükümetin artýk yönetemez hale geldiði, devlet yapýsýnda çözülmelerin baþladýðý ve kapitalistlerin bir sýnýf olarak bütünleþemediði durumlarda etkili olabilir ve genel greve çýkýlabilir. Genel grevler ya tam bir zafer ya da tam yenilgiyle sonuçlanabilir. Çünkü iþçi sýnýfýnýn bu topyekun saldýrýsý karþýsýnda kapitalistler ve devlet çaresiz kalarak tüm gücüyle saldýrmak, iþçi sýnýfýný püskürtmek zorundadýr. Ýþte böyle bir durumda yenilginin sonuçlarý facia olabilir. Yine ne yapmak gerektiði sorusu gelebilir. Durum aslýnda çok açýktýr: genel grev zamanlama olarak doðru bir anda ortaya çýkmýþsa, onun hedefi yalnýzca düþmanýný korkutmak olamaz. Bu tip bir yaklaþým acizlikle sonuçlanabilecek bir macera olarak kalýr. Oysa genel grev durumu sabit þekliyle kalarak sonsuza kadar sürüp gidemeyecek bir þeydir. Ýlerletilmek, kazanýmlarý en sonuna kadar götürülmek zorundadýr. Talepler artýrýlmalý, politik talepler yükseltilmeli, acilen grev komiteleri oluþturulmalýdýr. Kazanýmlarý koruyacak, grevcilere yönelik her türden saldýrýlara karþý savunma komiteleri kurulmalýdýr. Kazanýmlar bu þekilde de sürekli olarak korunamayacaðý için grevciler arasýnda merkezi kararlar alabilecek iþçi meclisleri, konseyleri oluþturulmalýdýr. Rusya'da Çarlýk rejimini karþýsýna alan ve milyonlarca iþçinin greve çýktýðý 1905 Devrimi burada sayýlan görevlerin en somut gerçekleþtirildiði dönemdir. Tabii böyle bir aþamadan sonra, koþullarý olgunlukla tahlil edebilen, yöntemleri ve taktikleriyle ve de iktidar perspektifiyle hareket eden devrimci bir önderliðin oluþmasý hayati önemdedir. Öte yandan, salt iktidarý almak için deðil emperyalist savaþlara ya da darbelere karþý da muazzam derecede etkili olabilecek bir araçtýr. Grevler, iþçi sýnýfýnýn hem kendiliðinden eylemliliði hem de kapitalistleri teker teker ya da bir bütün olarak karþýsýna aldýðý için çok önemli araçlardýr. Bunun yanýnda iþçi sýnýfýnýn moralinin ve özgüveninin artmasýný saðlayýp, birlik olmalarý yolunda tartýþmasýz büyük deðere sahiptirler de. Hem kazandýrdýklarýyla, hem de geleceðe yönelik umutlarý yeþertmesiyle, devrimci mücadelede de içselleþen dayanýþma, iþçi demokrasisi, merkezi davranabilme, uyum ve deneyim gibi özellikleri kazandýrýr. Büyük zorluklarý, açlýðý, pek çok þeyden mahrumiyeti ve özveriyi gerektiren böyle bir eylemde iþçiler tek bir burjuvaya boyun eðdirmek için bunca þeye katlanabileceklerini ve tüm burjuvazinin iktidarýný yýkacak güçte olduklarýný da gösterirler. Bugünün küçük çarpýþmalarýný göðüsleyemeyen bir ordunun asýl savaþtan zaferle çýkmasý mümkün deðildir. Ayrýca grevler, devlet ve kanunlarýn kimin için olduðu, polisin, ordunun kimin yanýnda olduðunun açýða çýkmasý açýsýndan iþçilerin sýnýf bilincinde de sýçramalar yaratýr. Grevlerin mücadele deneyiminde öðretebilecekleri sýnýrsýzdýr. Hem iþçiler, hem de devrimciler için bir mücadele okuludur. Bu öðrenme alanýný kitlelerin yapabileceklerini görmek, onlara göstermek için kullanmak da devrimcilerin en önemli görevidir.


Ýþçinin Yolu

Marksist Sýnýf Teorisi Marks 1848 yýlýnda kaleme aldýðý Komünist Manifesto'nun giriþinde "Bugüne kadarki tüm toplum tarihi, sýnýf mücadeleleri tarihidir." diyordu. Marks bu sonuca o döneme kadar var olan toplumlarýn tarih boyu geliþme seyrini inceleyerek ulaþmýþtý. Sýnýflý toplumlarýn ortaya çýkýþýyla birlikte toplumsal zenginliði kendi tekelinde tutmak isteyen egemen sýnýflar ve bu sýnýflarýn yoðun sömürüsüne ve baskýlarýna maruz kalan alt sýnýflar arasýnda sýnýfsal çýkarlara dayanan çatýþmalar baþ gösterdi. Kapitalizmin geliþmesi ve üretimin merkezileþmesiyle birlikte gittikçe gücü artan bir burjuva sýnýfý tarih sahnesinde yerini aldý. Ancak burjuvazinin yükseliþiyle birlikte iþçi sýnýfý da, sayýsý kapitalizmin geliþimiyle günden güne artan fabrikalarda ve çeþitli iþkollarýnda örgütlenerek nicel bir büyüme ve niteliksel bir geliþme sürecine girdi. Bu ise iktidar mücadelesinde iþçi sýnýfýnýn burjuvazinin karþýsýna en büyük sýnýf düþmaný olarak dikilmesini zorunlu kýlýyordu. Engels'in de açýkladýðý gibi burjuvazi üretim araçlarýnýn mülkiyetini elinde tutan ve iþçilerin ücretli emeðini sömüren modern kapitalistler sýnýfýdýr. Proletarya ise üretim araçlarýna sahip olmadýðýndan, hayatýný devam ettirebilmek için emek gücünü satmak zorunda olan, kendisinin ve diðer çalýþanlarýn üretim süreci üzerinde kontrol sahibi olmayan ücretli iþçi sýnýfýdýr. Ýþçi verdiði emeðin karþýlýðý olarak ücret alýr ve iþçinin yarattýðý deðerin büyük çoðunluðu da kar olarak patronlarýn cebine iner. Bunlarýn yanýnda da tarih boyu bu iki sýnýf arasýnda yalpalayan ve kaypak doðasý gereði iþçi sýnýfý ve burjuvaziden koþullara göre daha güçlü olana yanaþmaya meyilli bir küçük burjuva sýnýfý bulunur. Çünkü küçük burjuvazi ne büyük sermaye gibi üretim araçlarýnýn mülkiyetinden kaynaklanan ne de proletarya gibi kolektif üretimden gelen güce sahiptir. Burjuvazi iþçi sýnýfýnýn emeðini sömürürken baský ve zor mekanizmalarýný da iþçi sýnýfýnýn mücadelelerine karþý bir silah olarak kullanmaktadýr. Ýþçilerin ortalama iþgününün kýsaltýlmasý, ücret artýþý, sendikal haklar gibi taleplerine karþý burjuva düzenin beslediði kolluk kuvvetleri kullanýlýr. Emeðin bir meta olduðu kapitalist sistemde burjuvazi, üretim araçlarýnýn mülkiyetine sahip oluþundan gelen gücünü, iþçilere, onlarýn emek güçlerini satýn almamak tehdidiyle daha yoðun sömürüyü dayatmak için kullanýr. Ýþçilerin en temel haklarýný kýsýp sömürü hummasýný yoðunlaþtýrmaya ve dolayýsýyla daha fazla kar etmeye çalýþýrken sermaye sýnýfý, yedek bir iþgücü ordusunu da hazýrda tutarak iþçileri bu iþleyiþe karþý geldiklerinde iþten çýkartmakla tehdit eder. Bu amaçla iþçi sýnýfý mücadelesine karþý saldýrýda kullanmak üzere çeþitli ceza yasalarý hazýrlanýr ve hukuk burjuvazinin sýnýf çýkarlarýný koruyacak biçimde geliþtirilir. Sýnýfsal çýkarlarý burjuvaziyle tamamen karþýt olan iþçi sýnýfýnýn ise kolektif üretimdeki pozisyonundan gelen ve þimdiye kadar baþka hiçbir sýnýfýn sahip olmadýðý muazzam bir gücü vardýr. Ulaþým ve haberleþme aðý, fabrikalar gibi kapitalizmin temel direkleri iþçi sýnýfýnýn elinin altýndadýr. Kapitalist toplumda nüfusun þehirlerde yoðunlaþmasýyla beraber geniþ ölçekli üretim yapan ve binlerce iþçinin üretim sürecinde iþbirliðine giriþtiði fabrikalardaki iþçi sýnýfýnýn örgütlenme avantajlarý iþçilere burjuvaziye karþý yürüttükleri sýnýf savaþýnda çok önemli bir üstünlük saðlar. Ýþte bu nedenle, iþçiler örgütlenip patronlara karþý birlikte hareket ettiklerinde kapitalist düzeni yerle bir edebilecek bir güce sahiptirler. Günümüzde kapitalizm insanlýðýn ilerleyiþinin ve geliþmesinin önüne bir set çekmiþ durumdadýr. Burjuvazi toplumsal zenginliði kendi tekelinde tutmaya devam ederken yarattýðý savaþlarla, ekonomik krizlerle iþçilerin hayat koþullarýný kötüleþtirmeye devam ediyor. Ýþçiler kapitalist sömürü düzeninin sýnýrlarý içinde kaldýðý sürece tüm bu felaketleri yaþamaya devam edeceklerdir. Burjuvazinin yarattýðý tüm yýkýmlara karþý iþçi sýnýfý örgütlü bir mücadele içerisine girip iktidarý eline alarak kapitalizmi yýkmadýðý ve yerine sosyalist bir toplumun dayanaklarýný inþa etmediði sürece iþçi sýnýfýnýn kurtuluþu mümkün deðildir. Ancak, dünya çapýnda sayýsý milyarlarý bulan iþçiler birleþtiði ve çok küçük bir azýnlýk konumunda bulunan kapitalistlerin hükümdarlýðýna karþý mücadelesini yükselttiði vakit kurtuluþunu kendi elleriyle hazýrlamýþ olacaktýr.

5

Neo-liberal Politikalara Ýlk Adým: 24 OCAK KARARLARI 24 Ocak 1980 günü MHPMSP destekli AP azýnlýk iktidarýnýn aldýðý iþçi sýnýfýna aðýr saldýrýlar içeren kararlardýr. 24 Ocak Kararlarýnýn mimarý ABD'den Türkiye'ye henüz gelmiþ Turgut Özal, dönemin baþbakaný Süleyman Demirel'dir. 24 Ocak Kararlarý Türkiye'de emekçi sýnýflarý yoksullaþtýrýrken sermaye sýnýflarýný semirttikçe semirten

sýra onlarda." 24 Ocak Kararlarýndan biri devalüasyon yapýlmasýydý. Türk Lirasý'nýn deðeri düþürüldü, enflasyon yükseldi, iþten çýkarmalar baþladý. Temel ihtiyaç maddeleri zamlara boðuldu. Devletin ekonomideki payý küçültülecek, özelleþtirmeler yapýlacak, dýþ ticaret serbestleþtirilip, yabancý sermaye akýþýna her

uygulanýþý bugüne kadar devam eden neoliberal iktisadi politikalarýn genel çerçevesini çizmiþtir. Gelgelelim, 1980'e girilirken bu kararlarýn uygulanmasý mümkün deðildi. Nedeni basit: Mücadeleci emekçiler ve devrimciler buna izin vermezlerdi. Yani ilk önce toplumsal muhalefet ezilmeliydi. Kapitalist sýnýflar bunun için 12 Eylül 1980'e kadar beklemek zorundaydýlar. 12 Eylül geldiðinde 24 Ocak Kararlarýnýn uygulanmasý önündeki engeller ortadan kalkmýþ oldu. Bundan sonraki durumu TÝSK Baþkaný'nýn þu sözleri en iyi þekilde açýklar: "Þimdiye kadar hep biz aðladýk, þimdi

türlü imtiyaz saðlanacak, tarýmsal destekler kýsýtlanacak ve bu böyle gidecekti. Aslýnda burada saymadýðýmýz bunlara benzer pek çok kararýn amacý çok açýktýr: 70ler boyunca krizden çýkamamýþ olan kapitalistlerin kasasýný devlet kaynaklarýnýn yaðmalanmasý, reel ücretlerin düþürülmesi ve sömürünün yoðunlaþtýrýlmasý ile tekrardan doldurmak. 1970'ler, dünya ekonomisinin bugünkü gibi global bir krizde olduðu ve bu kez krizin yaný sýra kapitalistlere korku salan iþçi sýnýfý mücadelelerinin de yoðunlaþtýðý bir dönemdi. Emperyalistler hem dünya ekonomisinin gidiþatýna yön vermek ve yaptýklarý iþten

daha büyük kazançlarla çýkmanýn yollarýný aramak için kollarý sývarken, hem de dünya çapýnda kabaran iþçi sýnýfý hareketine bir çözüm bulmak zorundaydýlar. Neoliberal politikalar, ekonomi alanýnda çözüm olarak sunularak hedef belirlendi: tüm dünyada iþçi sýnýfýnýn kazanýmlarý yok edilecek, daha fazla sömürü için gerekirse askeri diktatörlükler kurulacak, her ne pahasýna olursa olsun iþçilerin örgütlü mücadelesi bastýrýlacaktý. Türkiye'de de 70'lerin baþýnda dünyadaki krizle paralel sorunlar ortaya çýkmýþ, kar oranlarý düþmüþtü. Artýk devletçi, ithal ikameci, korumacý ekonomi politikalarýyla iyice palazlanmýþ büyük burjuvazi için dünya ekonomisiyle entegre olma zamaný gelmiþti. Serbest piyasa ekonomisine geçiþ, Türkiye büyük burjuvazisi için artýk zorunluluktu. Dönemin Ýngiliz Baþbakaný Margaret Thatcer'ýn ve ABD Baþkaný Reagan'ýn Türkiye versiyonu olacak olan Turgut Özal da iþte tam bu amaca uygun olarak göreve geldi. Türkiye'nin ekonomik alandaki bu dönüþümü ve onu taþýyacak yapýsal dönüþümleri için projeler hazýrlamak Özal'ýn baþlýca iþleviydi. Tabii ki, iþçi sýnýfý mücadelesinin bu derece devrimcileþmesi baþta kapitalizmin varlýðý için, sonra da bu dönüþümlerin gerçekleþtirilmesi önünde engeldi. Bu engeller 12 Eylül Darbesiyle aþýldý. Patronlar, 12 Eylül darbesini

ayakta alkýþladýlar. Kenan Evren ve cuntanýn hükümeti 24 Ocak kararlarýný uygulamaya soktular. Ama bunun için ilk önce sýnýf düþmanlarýný ezmeleri gerekiyordu. Ýþçiler, devrimciler, sendikacýlar tutuklandý; grevler yasaklandý, sendikalar kapatýldý (Türk-iþ hariç, hatta Türk-iþ yöneticileri bakanlýk koltuðu bile kaptýlar); tüm partiler, dernekler yasaklandý; hapishaneler doldu taþtý, yenileri yapýldý; iþkencelerle, idamlarla yüzlerce devrimci katledildi. Ýþçi sýnýfý örgütlülüðüne yönelik baskýlar yýllar boyunca sürdü. Devrimci sendikalarýn, sendikalaþmanýn, örgütlü olmanýn yollarý kapatýldý. 24 Ocak Kararlarý tarihsel anlamýyla bir semboldür. Alýnan kararlar, ne bir günde olacak iþlerdi; ne de öyle kolay kolay uygulanabilecek türdendi. Ancak, dünya ölçeðinde 70'lerden sonra uygulamaya konan neo-liberal politikalarýn, yaygýnlaþan özelleþtirmelerin, serbest piyasayla sömürünün daha fazla yoðunlaþtýrýlmasýnýn Türkiye'de uygulamaya konmasýnýn bir baþlangýcýydý 24 Ocak Kararlarý. En önemlisi, yýllar süren mücadeleyle önemli kazanýmlar elde etmiþ olan iþçi sýnýfýnýn hem kazanýmlarýna hem de devrimciliðine son vermekti. Ýþçi sýnýfýna yönelik saldýrýlar acil görev olarak hemen baþlatýldý. 24 Ocak Kararlarý ile yaþanan dönüþüm ise son 30 senenin bütün ekonomik hamlelerinin çekirdeðini oluþturdu.

Enternasyonalizmden Ne Anlýyoruz? Kapitalizm dünyanýn baþlangýcýndan itibaren var olmuþ bir sistem deðildir. Ayný þekilde ulus devletler de ezeli deðiller ve tabii ki milliyetçilik de. Peki, milliyetçilik, vatanseverlik, ulusalcýlýk, yurtseverlik gibi kavramlar nasýl ortaya çýktý? Bunlar kime ya da neye hizmet ediyor? Kapitalizm, birkaç yüzyýl önce Avrupa'nýn baðrýnda ortaya çýktý. Geliþtikçe de dünyaya yayýldý. Pazar ihtiyacý için, hammadde ihtiyacý için dünyanýn her yerine giden, gittikleri yerleri sömürgeleþtiren kapitalistler büyük bir yýkým yaþattýlar. Açlýk, sefalet ve savaþlarla dolu bir tarih ve kan gölüne dönmüþ bir dünya yarattýlar. Bu süreçte, dünyanýn her yerinde kapitalizm bir þekilde egemen ekonomik iliþki biçimi olarak yükselmeyi de baþardý. Kapitalistler hem egemenliklerini dünya ölçeðinde yaygýnlaþtýrmak, hem de rahatça at koþturabildikleri ulusal sýnýrlarýn ve gümrük duvarlarýnýn arasýnda, rekabetten korunup daha da güçlenmek zorundaydýlar. Böylece kapitalizm ulus devletlerin oluþmasýna gerek duyarken bir yandan da dünya ölçeðinde geniþlemekteydi. Kapitalizmin yükseliþ dönemindeki bu ihtiyaçlar, toplumun çoðunluðunu denetimi altýnda tutmak isteyen burjuvazinin ideolojisi olarak milliyetçiliðin ortaya çýkmasýný saðladý. Kapitalizm öncesi toplumlarda insanlar kendilerini din, millet (halk, topluluk anlamýnda) gibi kavramlarla ifade ederken, kapitalist toplumda artýk ulus ya da ýrk üzerinden ifade ediyorlardý. Bu ifade þekli kapitalistlerin ihtiyaçlarý temelinde oluþtuðu ve þekillendiði için

de, milliyetçilik her zaman kapitalistlerin ilacý oldu, her zaman onlarýn çýkarlarýna hizmet etti. Oysa iþçilerin ulusal çýkarlarla, dini, etnik farklýlýklarla bölünmesinin iþçi sýnýfýna hiçbir yararý yoktu. Bugünkü aþamada da týpký geçmiþte olduðu gibi kapitalistler, emperyalistler ve çok uluslu þirketler için ulus devletler vazgeçilmezdir.Örneðin bugünkü kriz koþullarýnda, çok uluslu

þirketlerle ulus devletlerin baðýmlýlýðý bir kez daha net olarak görülmüþtür. Öte yandan, iþçi sýnýfýnýn çýkarlarý ulusal deðil, enternasyonaldir ve iþçi eylemlerinin sonuçlarý evrenseldir. Bir ülkenin iþçileri, tüm ülkelerin kapitalistleri için tehdittirler. Yani aslýnda kapitalistler, kendi sýnýfsal çýkarlarýný hem çok iyi bilmektedirler, hem de iþçi sýnýfýnýn kendi çýkarlarýnýn farkýna varmamasý için çok sýký çalýþmaktadýrlar. Onlarý bölebilecek, farklý iþçi gruplarýna sanki çýkarlarý çatýþýyormuþ gibi gösterecek oyunlarda ustalaþmýþlardýr. Ýþçi sýnýfýnýn buna karþý yapmasý gereken ise uluslararasý mücadele ve devrimci dayanýþma aðýný kurmak ve güçlendirmektir. Bu, tabii ki, iþçi sýnýfýnýn önce kendi ulusal sýnýrlarý

içinde örgütlenmeye baþlamasýyla mümkündür. Çünkü kapitalizm, uluslar üzerinden yükselmektedir ve her ülkenin iþçi sýnýfýnýn önce kendi burjuvazisiyle hesaplaþmak zorunda olduðu bir gerçektir. Mücadeleler, devrimler önce ulusal sýnýrlar içinde baþlar ve iþçiler iktidarý önce ulusal sýnýrlar içinde almak zorundadýr. Ancak tek ülke sýnýrlarýna hapsolarak sosyalizmi kurmak ya da sosyalizme geçmek mümkün deðildir. Ancak iþçiler, geliþmiþ birkaç ülkede iktidarý aldýktan sonra bu gerçekleþebilir. Bu da ancak bütün ülkelerin iþçilerinin birleþmesiyle, yani sýnýf çýkarlarýnýn bütün dünyadaki iþçilerle ortak olduðunu kavramasýyla mümkündür. Ayrýca iþçi sýnýfý, sýnýf düþmaný olan ve bütün dünya halklarýna kan kusturan emperyalist kapitalistlerin yararýna olan sömürge politikalarýna, ezilen halklara yönelik baskýlara, inkar ve imha politikalarýna karþý olmak zorundadýr. Baþka uluslarý ezen bir ulusun iþçi sýnýfý da sömürülmeye mahkûmdur ve ayný zamanda uluslarýn kendi kaderlerini belirleme ve seçme haklarýna saygý göstermeyen bir devrimcilik kuyruklu bir yalandan baþka bir þey deðildir. Bugün dünyanýn her yerinde yaþayan iþçilerin davalarý enternasyonal niteliktedir ve kapitalist sýnýfla uzlaþmazdýr. Ýþçi sýnýfýný bölen, araya düþmanlýk tohumlarý eken her türden yurtseverliðe, milliyetçiliðe, dinsel, mezhepsel ayrýlýklarýn kýþkýrtýlmasýna dur demek ve ezilen halklara yönelik baskýlarýn karþýsýnda durup kapitalistlerin her türden sömürüsüne son vermek iþçi sýnýfýnýn enternasyonalist görevidir.


6

Ýþçinin Yolu

Mucadele Gunlugu Kapitalist Kriz ve Avrupa'da Emekçi Sýnýflarýn Durumu Kapitalist sömürü düzeni, iþçi sýnýfýný ýrk, millet, din ayrýmý yapmadan vurmaya devam ediyor. Ýþçi sýnýfý, kapitalist krizin etkilerini, iþten atýlarak, daha fazla yoksulluða ve sefalete sürüklenerek yaþarken; refah toplumu iddiasý, özellikle AB ülkelerinde, kapitalist krizin ve açgözlülüðün son saldýrýlarýyla mazide kalmýþ durumda. Ýçinde bulunduðumuz kapitalist kriz için, 1929'da patlak veren Büyük Buhran'dan sonraki en derin kriz ifadesini kullanmak artýk bir klasik haline geldi. Nitekim tarihte bütün krizlerde eksiksiz tekrarlanan senaryolar bugün bir bir gerçekleþiyor. Kriz kapitalistlere vurgun kapýlarýný açarken, iþçi ve emekçi sýnýflara krizin dönüþü ise yaþam standartlarýnda ve sosyal haklarda tam bir yýkým oluyor. Nitekim Avrupa'da emekçi sýnýflarýn içinde bulunduðu koþullar ve emeðe yönelen saldýrýlar bu durumun bire bir göstergesi. Kapitalist krizle birlikte birçok AB ülkesi ekonomik olarak çöküntüye uðradý. Avrupa genelinde gayri safi milli hasýlalar, 2008 yýlýna oranla % 4,4 oranýnda düþmüþ durumda. Büyük oranda ihracata dayanan Almanya ekonomisi, bu dönemde % 6.9 oranýnda küçüldü. Benzer þekilde, Doðu Avrupa ülkeleri de çöküntüyü yakýcý bir þekilde yaþayarak % 10.9 ile 18.6 arasýnda deðiþen oranlarda küçüldüler. Bu daralmanýn iþçi sýnýfýna yansýmasý ise çok daha dramatik olmakta. Resmi rakamlar her ne kadar gerçeði tam olarak yansýtmasa da, eldeki veriler bile kapitalist sistemin içine girdiði darboðazý açýk bir þekilde gösteriyor. Kapitalist sistemin, krizini aþmasýnýn önündeki en büyük engel, sermayenin krizin yükünü emekçi sýnýflarýn üzerine yýkmasýna engel olabilecek bir sýnýf mücadelesi dalgasýdýr. Ne yazýk ki birçok yerde, sýnýf mücadelesi adýna umut verici geliþmeler yaþansa da, emekçi sýnýflarýn politik olarak egemen sýnýflarýn boyunduruðundan çýkamadýklarý gözlenmekte. Son Avrupa Parlamentosu seçimleri bu durumun bir kanýtýdýr. Sisteme yönelik öfkenin

yabancý düþmanlýðýna evrildiði Avrupa genelinde, ýrkçý ve sað partiler yelkenlerini estirilen sað rüzgârla þiþirdiler. Ancak, emekçi sýnýflarýn krizle birlikte içine düþtüðü durum, politik olarak güçlü bir sistem karþýtý öfkenin de patlayabileceðini somut olarak göstermektedir. Krizin emekçi sýnýflar cephesinde yarattýðý en can alýcý sonuç, iþsizliðin artýþý oldu. Euro bölgesinde Mart ayýnda % 8.9 düzeyinde olan iþsizlik oraný, Nisan ayýnda % 9.2 ile son 10 yýlýn en yüksek rakamýna ulaþtý. Küresel krizin etkisiyle, Avrupa'da Nisan ayý itibariyle 556 bin kiþi iþini kaybederken, toplam iþsiz sayýsý 20.8 milyona ulaþtý. Geçtiðimiz Mart ayýnda, Ýngiltere'de 1.5 milyon kiþi iþsizlik maaþý için baþvuru yaparken, bir önceki yýla göre %80'lik bir artýþ gözlemlendi. Ýspanya'da da iþsizlik oraný resmi rakamlara göre % 17,4'e yükselirken, bir önceki yýla göre iþsizlik Ýrlanda'da iki katýna, Estonya, Litvanya, Letonya gibi Doðu Avrupa ülkelerinde de üç katýna fýrladý. OECD'nin tahminlerine göre, Almanya'da ise iþsizliðin gelecek aylarda 5 milyonun üzerine çýkacak. Kapitalistler iþsizliði, maaþlarý ve sosyal haklarý budamanýn bir aracý olarak kullanmaya devam ediyor. Ýþsizlikten bunalan insanlar, düþük ücretlerle ve kýrýntýlarý da artýk sermaye tarafýndan yutulan sosyal haklarla çalýþmayý kabul ederek, emekçiler üzerindeki baskýnýn yoðunlaþmasýna neden oluyorlar. Bunun paralelinde hayat standartlarý da giderek düþmekte. Resmi rakamlara göre, Avrupa nüfusunun % 16'sý -ki bu 80 milyon kiþiye tekabül etmektedir.yoksulluk sýnýrýnýn altýnda yaþýyor. AB ülkelerinde krizin yükü, özellikle doðrudan gençlik kitlelerinin üzerine yüklenmekte. Mart ayýnda yapýlan bir araþtýrmaya göre, 25 yaþýn altýndaki kiþiler arasýnda iþsizlik oraný % 18.3. Üniversiteyi bitiren birçok genç yaþamlarýný idame ettirebilmek için düþük ücretli birkaç iþte çalýþmak zorunda kalýyor. Emekçi sýnýflar için krizin yarattýðý

Kriz emekçiler için yýkýmla eþanlamlýyken, sermaye için kendini kurtarma adýna emekçilere her yoldan saldýrýnýn bir aracý oluyor. Bu nedenle, baþta Avrupa olmak üzere dünyanýn birçok bölgesinde emekçi sýnýflarýn, kapitalist sömürü düzeninin açgözlülüðüne meydan okuyacak mücadelelere giriþmesi uzak bir geleceðin meselesi deðil, devrimci Marksistler açýsýndan bugüne de vuran somut bir beklentidir. tablo tam bir felaketken, egemenler krizi kendileri için bir fýrsata dönüþtürmüþ durumdalar. Örneðin, Almanya'da Ekonomik Araþtýrmalar Enstitüsü'nün (DIW) verdiði rakamlara göre, Almanlar içindeki en zenginlerden oluþan % 1'lik kesim, toplam zenginliðin % 23'ünü elinde bulundurmaktadýr. En zengin % 10'luk dilimse toplam zenginliðin % 61'ine sahip. Ancak, Alman nüfusunun yarýsýnýn býrakýn ellerinde bir varlýk bulunmasýný, borç içerisinde yaþamaktalar. Gerçek hayata bakýldýðýnda, sosyal eþitsizliðin resmi rakamlarýn yansýttýðýndan daha da derin olduðu gözlemlenebilir. Örneðin, Avrupa genelinde 196 milyarder iþadamý bulunurken, bunlarýn 52'si Alman'dýr. Emekçi sýnýflar uðradýklarý sosyal yýkým karþýsýnda, krizin yarattýðý tepkiyi yabancý düþmanlýðýna kanalize eden

ýrkçý ve sað partilere yönelmekteler. Özellikle, Ýtalya, Ýspanya ve Almanya'da yabancýlara ve toplumun ezilenlerine yönelik þiddet hareketleri son dönemde giderek yoðunlaþmaktadýr. Bunun nedeni, kapitalistlerin iþsizliði bir kýrbaç gibi kullanarak, ücretlerde yarattýðý aþýrý farklýlýklardýr. Avrupa'da emekçi sýnýflar yoksulluk içerisinde yaþamaya devam ederken, krizle birlikte çöküþ yaþayan tekelleri kurtarmaya dönük operasyonlar da devam ediyor. Bunun son dönemdeki en çarpýcý örneði, Alman hükümetinin tepe taklak olan Opel'i kurtarmak için musluklarý açmasý oldu. Amerikan otomotiv devi General Motors'un Almanya'daki kolu Opel'i kurtarma planý kapsamýnda, 11 bin kiþinin iþsiz kalacaðý tahmin ediliyor. Bunun, 2500'ünü Alman emekçiler oluþturacak. plan kapsamýnda, Opel'e 1.5 mil-

yar euroluk kredi açýlacak. Emekçilerin içinde bulunduðu sefalete çözüm arama gibi bir dert içinde bulunmayan iktidarlar, mevzubahis dev tekeller olduðunda para musluklarýný sonuna kadar açmaktadýrlar. Kapitalist sistemin krizi derinleþtikçe þu bariz gerçek emekçi sýnýflarýn gözüne daha fazla çarpacaktýr: Kriz emekçiler için yýkýmla eþanlamlýyken, sermaye için kendini kurtarma adýna emekçilere her yoldan saldýrýnýn bir aracý oluyor. Bu nedenle, baþta Avrupa olmak üzere dünyanýn birçok bölgesinde emekçi sýnýflarýn, kapitalist sömürü düzeninin açgözlülüðüne meydan okuyacak mücadelelere giriþmesi uzak bir geleceðin meselesi deðil, devrimci Marksistler açýsýndan bugüne de vuran somut bir beklentidir.

E-Kart Ýþçileri Grevde! Basýn-Ýþ üyesi Ekart(Ekonomik Kart Sistemleri Sanayi ve Ticaret A.Þ.) iþçilerinin sendikal haklarý ve toplu sözleþme için 16 Haziran 2008'de baþlattýklarý grev, 1. yýlýný yakýn zamanda doldurdu. Geçtiðimiz günlerde Kanyon Alýþveriþ Merkezi'nin önünde yaptýklarý eylemle iþçiler Eczacýbaþý'ný bir kez daha protesto ettiler. Eczacýbaþý ve Giesecke Devrient ortaklýðý olan EKart þirketinde çalýþan iþçiler, 2006 yýlýndan beri sendikalarýnýn iþyerince tanýnmasý için örgütlenip mücadele veriyorlar. Bu mücadele iþverenin yoðun baskýlarýyla engellenmeye çalýþýldý.

Eczacýbaþý Holding toplu sözleþme masasýna oturmayýnca, E-kart iþçileri 16 Haziran 2008'de greve çýktýlar. Bunun üzerine iþveren sendikalý iþçiler üzerindeki baskýsýný artýrdý. Ýþçilerin biraraya gelip örgütlü bir duruþ sergilemesinden korkan E-kart þirketi, sendikalý ve sendikasýz iþçilerin görüþmesini engellemek için çalýþtýklarý katlarý dahi ayýrdý. Patronlar, sendikasýz iþçilerden kendilerini sendikaya üye yapmak isteyen iþçilerin isimlerini istedi. Baský ve yýldýrma politikalarýyla iþçilerin örgütlenmesini engellemeye çalýþan E-Kart

patronlarýnýn baskýlarý hala devam ediyor. Greve destek veren sendikalý iþçiler çeþitli bahanelerle

iþten atýldý. Öyle ki ýslýk çalmak, esnemek, soru sormak gibi gülünç sebeplerden dolayý iþten atýlan

iþçiler müdürle konuþmaya gittiklerinde "Seni iþten çýkarmak için bir bahane bulmak zorundaydým" gibi cevaplarla karþýlaþýyorlar. Arkadaþlarýnýn neden iþten atýldýðýný sorduðu için kovulan bir iþçi, durumlarýný þöyle anlatmakta: "Ýþveren grevi ciddiye alýyor ama almýyormuþ gibi davranýyor. Ýþyerinde sendikayý istemediklerini açýkça söylüyorlar. Bu nedenle örgütlü iþçilerden kurtulmak için bahaneler üretiyor ve iþten atýyorlar." Tüm bu saldýrýlara raðmen E-kart iþçileri grevi sürdürmeye kararlýlar. Eczacýbaþý Holding'in

kültüre, sanata, eðitime vb. faaliyetlere göstermelik desteðinin finansmaný sömürülen iþçiler üzerinden saðlanmaktadýr. Basýnda Eczacýbaþý tüm bu faaliyetlerinden dolayý "sanat dostu" olarak lanse edilirken; sýra toplu sözleþme, örgütlenme gibi iþçilerin en temel haklarýna gelince Eczacýbaþý Holding'in bu "dostane" tavýrlarýnýn nasýl deðiþtiði ve sertleþtiði görülmekte. Bu sadece Eczacýbaþý'nýn deðil burjuvazinin genel tavrýdýr. Ýþçiler yapmasý gereken ise bu saldýrýlara karþý sýnýf mücadelesini yükseltmektir.


Ýþçinin Yolu

ATV-SABAH Grevi Sürerken

7

Dünyadan... Kýsa Kýsa

30 bin metal iþçisi 2 Haziran'da imzalanan Toplu Ýþ

Ýspanya Sözleþmesinin deðiþtirilmesi talebiyle 3 Haziran

Çarþamba günü greve gitti. Ücretlerinin yükseltilmesi taleplerine karþýlýk alamayan iþçilerin haklarýný sokakta aramasý üzerine, Ýspanya polisi iþçilere gaz bombalarýyla ve plastik mermilerle saldýrdý. Vigo kentinde gerçekleþen çatýþmada iþçiler barikatlar kurarak kendilerini savundular.

Emekçilere yönelik saldýrýlara her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Krizi de fýrsat bilerek sömürü çarkýnýn devrini daha da yükselten patronlar hak gaspýnda sýnýr tanýmýyorlar. Ancak unuttuklarý bir þeyi onlara hatýrlatmakta fayda var, biz mücadeleleriyle kendini var eden, ürettikçe güçlenen bir sýnýfýz ve biliyoruz ki bizim sefaletimiz üzerenden kendi cennetlerini yaratanlara, cehennemi yaþatacak gücümüz mevcut. Bulunduðumuz coðrafyada ve yaþadýðýmýz dünyada bunun örneklerini sýkça duyuyor ve görüyoruz. Bu direniþ öykülerinden biri olan Atv-Sabah grevine, medya emekçilerinin uðradýðý saldýrýlara ve bu saldýrýlarda sendika bürokrasisinin aldýðý tutuma deðinmekte fayda var. Ekonomik krizin faturasý medya patronlarý tarafýndan emekçilere çýkarýldý. Krizin bir sonucu olan yeni sosyal güvenlik sistemiyle Ekim 2008'den itibaren gazetecilerin yýpranma hakký ellerinden alýndý. Türkiye'de gazetecilik iþkolunda 40 bine yakýn medya emekçisinden sadece 15 bin kadarý sigortalý. Bunun 24 bini sosyal güvencesi olmadan kayýt dýþý çalýþtýrýlýyor. Medya emekçilerinin sigortasýz çalýþtýrýlmalarý, iþten atýlmalarý ve ücretlerinin düþürülmesi gibi haksýzlýklarýn bu kadar pervasýzca yapýlmasýnýn tek sebebi, iþçi sýnýfýnýn bugün bir bütün olarak patronlarýn karþýsýnda tek ses olamamalarýdýr. Tam 20 yýldýr medyada deðil grev, neredeyse ses bile çýkmýyordu. Ama Atv-Sabah grevi bu sessizliði bozdu ve emekçiler 13 Þubat 2009 günü grev kararýný Balmumcu'daki Atv binasýna astýlar. Türkiye Gazeteciler Sendikasý, TMSF'nin 2 yýl önce Ciner Grubu'na el koymasýyla birlikte Sabah gazetesinde örgütlenmeye baþladý. Çalýk Grubu AtvSabah'ý satýn alýnca sendika 406 kiþiyle, toplu sözleþme yetkisi için Çalýþma Bakanlýðýna baþvurdu. Ancak Çalýk grubu hiç de þaþýrtýcý olmayan bir biçimde baskýcý ve saldýrgan yüzünü emekçilere gösterdi. Türkiye Gazeteciler Sendikasý (TGS), Toplu Ýþ Sözleþmesi (TÝS) görüþmeleri sürerken çok sayýda sendikalý çalýþanýn Atv tarafýndan "sendikadan istifa etmeleri" konusunda baský ve tehditlere uðradýklarýný, Sabah gazetesi yöneticilerinin bir sendikalýlar listesinden hareketle çalýþanlara istifa etmeleri için baský yaptýðýný, hatta kimilerine vaatlerde bulunduðunu açýklamýþtý. Hatta baskýlar ve patronun vaatleri üzerine çoðu çalýþanýn sendikadan ayrýlmasý üzerine, 30-40'lara kadar düþen sendikalý iþçi sayýsý devam eden direniþle birlikte þu an yaklaþýk 90 kiþi. Greve çýkan iþçi sayýsý ise 10. Deðiþen medya çalýþaný profilinin ve toplumsal mücadelelerin zayýflýðýnýn, kararsýz ve ürkek bireyler üzerinde oynadýðý rol tabii ki yadsýnamaz. Ama her þeye raðmen bu 10 medya emekçisi kararlýlýkla ve umutla direniþlerini sürdürmekte ve içeride de desteðin ve dayanýþmanýn kendi kararlýlýklarýndan etkilenip büyüyeceðine inanmaktalar. 80'li ve 90'lý yýllarda özellikle tasfiye edilen, sýnýf deðerlerine sahip medya emekçilerinin yerini, orta sýnýf alýþkanlýklara sahip, bireysel çýkarlarý önemli olan editör ve yazarlar yýðýný aldý. Ýfade özgürlüðünü neredeyse yok edilmesi, örgütlenmenin önünün kapatýlmasý da cabasý. Ama benzer dönemler pek çok kez yaþandý. Biz emekçilerin yapmasý gereken en önemli þey, kazanýlmýþ haklarýmýz için sonuna kadar mücadele etmek ve bu yýðýnlarý kendi mücadelemize katacak toplumsal havayý oluþturmaktýr. Ýþte 10 medya emekçisinin de kararlýlýklarýnýn altýnda yatan da bu. Birlik ve dayanýþmayý yaymak ve örgütlemek. Tek tek yerellerdeki direniþlerin toplumsal bir hava oluþturmasý beklenemez belki, ama eðer direniþler birbirleriyle daha sýký bir dayanýþma halinde olsa ve toplumun diðer kesimleriyle de bað kursa sonuç kesinlikle emekten yana olur. Ama bu sürecin önündeki en büyük engellerden birisi de sendika aðalarýnýn tabandan baðýmsýz kendi çýkarlarý doðrultusundaki tutumlarýdýr. Eðer taban bastýrmýyorsa düzen içi sýnýrlarýn ötesine geçmek istemeyen sendika bürokrasisi yönetimle uzlaþýr ya da direniþin yayýlmasýnýn önüne ket vurur. Mesela bu sendikanýn örgütlü bulunduðu diðer medya kuruluþlarýyla, grevdeki iþçiler arasýndaki dayanýþma ne kadar saðlanýyor? Grevdekiler için, bu sektör içinde örgütlü olunan kuruluþlarda ne tür destek eylemleri organize ediliyor? Benzeri sorularý sormakta fayda var. Yani ancak sendika bürokrasisinin uzlaþmacýlýðýný ve ihanetlerini tabaný kazanarak aþan ve direniþin öncülüðünü üstlenen devrimci iþçiler mücadele bayraðýný geleceðe taþýyabilir. Krizden, umutsuzluktan, çözümsüzlük ve yalnýzlýk hissinden kurtuluþ, iþçi eylemlerini okula, mahalleye, iþyerlerine ve tabii ki sokaða taþýyarak mücadeleyi yaymamýzdan geçiyor. Direniþteki iþçi yoldaþlarýmýzýn mücadeleleri önümüzü aydýnlatmaya devam edecek. Yaþasýn sýnýf dayanýþmasý! Yaþasýn örgütlü mücadelemiz!

1 Mayýs sonrasý tutuklanan sendikacýlarýn serbest

Ýran býrakýlmasý talebiyle dünyanýn en büyük sendikalarýndan Uluslararasý Sendikalar Konfederasyonu (ITUC), Dünya Ulaþým Ýþçileri Konfederasyonu (ITF), Dünya Gýda, Tarým ve Otel Ýþçileri Birliði (IUF) ve Eðitim Enternasyonali (EI) 26 Haziran'ý Ýran hükümetinin protesto edileceði dünya çapýnda bir eylem günü ilan etti. Ülkede özellikle kapitalizmin içerisine girmiþ olduðu krizle beraber iþçi haklarýna yönelik kýsýtlamalar günden güne artarken 1 Mayýs gösterilerinde de polis iþçilere saldýrmýþ; kadýn ve çocuklar da dahil olmak üzere birçok göstericiyi yaralamýþ ve onlarca iþçiyi de gözaltýna almýþtý. Osanloo, Ebrahim Madadi, Farzad Kamangar gibi halen tutuklu bulunan sendika önderlerinin serbest býrakýlmasýný, ülkedeki uluslararasý iþçi örgütlerine yönelik kýsýtlamalarýn kaldýrýlmasýný ve bu örgütlere üye olduklarý için iþten çýkartýlan iþçilerin iþe geri alýnmasýný talep eden bu eylem aslýnda Ýran'da budanan iþçi haklarýný ve sendikalara uygulanan baskýlarý göstermesi açýsýndan da büyük önem taþýyor. Ýranlý patronlar krizin faturasýný iþçilere çýkarmak için her türlü iþçi gösterisini engellemeye çalýþýp, kolluk kuvvetlerini iþçilerin üzerine salarken bir yandan da iþçilerin sendikal haklarýný yok etmeye çalýþýyorlar. Tüm dünyadaki Ýran elçilikleri önünde gösteriler düzenlenme çaðrýsý, uluslararasý sýnýf dayanýþma açýsýndan da önemli. Bir dünya sistemi olarak iþçileri boyunduruk altýna alan kapitalizme karþý iþçilerin birliðini saðlamanýn tek yolu iþçi enternasyonalizmini hayata geçirmekle baþlýyor. Bugün dünyanýn dört bir yanýndaki emek örgütlerine üye iþçilerin Ýran'daki sýnýf kardeþlerine yönelik desteði de kapitalizme ve milliyetçiliðe karþý iþçilerin uluslararasý dayanýþmasýný saðladýðý için enternasyonalizmin örneklerinden birisini oluþturmaktadýr.

Amazonlardaki yaðmur ormanlarýnýn uluslararasý þirketler

Peru tarafýndan yaðmalanmasýný saðlayan yasanýn kabul

edilmesinin ardýndan bölgede direniþe baþlayan yerli halka 5 Haziran'da polisin saldýrmasý üzerine çýkan çatýþmada 25 direniþçi ve 11 polis ölürken 50 kiþi de yaralanmýþtý. Bölgede daha sonraki günlerde süren çatýþmalarýn ardýndan 8 Haziran itibariyle ölü sayýsýnýn 63'e ulaþtýðý söylenirken yerlilerin direniþi karþýsýnda hükümet geri adým attý. Latin Amerika'da geçtiðimiz dönemde yoksul varoþlarla zengin semtleri arasýna çekilen duvarlardan sonra Peru'da yaþananlar sýnýf çatýþmalarýnýn kýtada derinleþtiðini gösteriyor.

Mýsýr'da Mayýs ayýnýn baþýndan itibaren baþlayan protestolar

Mýsýr postane iþçilerinin greve gitmesiyle doruk noktasýna ulaþtý. 7 Mayýs'ta 5.000 iþçinin yer aldýðý eylemler sonrasý militan iþçilerin önderliðinde 18 Mayýs'ta baþlayan grev 6 gün sürdü. Mýsýr Telekomünikasyon Þirketi'nin iþçileriyle dayanýþma içine girmek ve onlarýn da desteðini kazanmak istediklerini belirten postane iþçilerinin üyeliklerini donduran patron yanlýsý sarý sendika da mücadelede kimin tarafýnda olduðunu ortaya koydu. Sendikanýn protestolara katýlan iþçilere yönelik tehditlerinin yanýnda þirket yöneticileri de militan iþçileri farklý bölgelere sürdüler ve diðer iþçileri de mücadeleye devam etmeleri halinde iþten çýkartýlmakla tehdit ettiler. Tüm bu baskýlara raðmen mücadeleden vazgeçmeyen iþçiler bir iþçi önderinin tutuklanmasýnýn ardýndan greve gittiler ve bu sefer de patronlarýn lokavt tehdidiyle karþýlaþtýlar. Protesto gösterilerinin yasaklandýðý, iþçiler üzerinde devlet baskýsýnýn çok yoðun olduðu Mýsýr'da postane iþçilerinin gösterileri sokaklara yaymasý ve tek bir bölgeyle sýnýrlý kalmayýp mücadeleyi ülke geneline yayma çabalarý iþçi sýnýfýnýn militan duruþunu ifade etmesi bakýmýndan önemlidir.

30 Mayýs'ta Çin'de meydana gelen grizu patlamasýnda 25

Çin madenci hayatýný kaybetti. Ucuz iþgücü cenneti olan Çin'de devletin iþlettiði madende, masraftan kýsmak amacýyla iþgüvenliðinin saðlanmamasý sonucu 2008 yýlý içinde de 3 bin madenci ölmüþtü. Çalýþma güvenliðinin saðlanmamasý nedeniyle adeta birer ölüm makinesine dönüþen Çin'deki madenlerde yaþananlar kapitalizmin iþçi sýnýfýna kandan ve ölümden baþka bir þey vaat etmediðini göstermesi açýsýndan da önemlidir.


8

Ýþçinin Yolu

KRÝZÝN FATURASI

PATRONLARA! Krizde Patronlara En Büyük Destek Ýþçi Düþmaný Sendika Patronlarýndan

B

urjuva medya geçtiðimiz günlerde kendince "ilginç" bir haberi gündemine taþýdý. Türk-Ýþ'in toplu görüþmelerdeki tutumunu protesto eden 2000 kadar iþçi Ýstanbul'daki TürkÝþ Bölge Binasý'ný domates ve yumurta yaðmuruna tutmuþlardý. 13 Haziran günü cerayan eden bu eylem, burjuva medya tarafýndan þaþýrtýcý, sýradýþý bir eylem olarak verildi. Oysa ki önlerinde sýra sýra Mercedes otomobillerin dizildiði, yarý mafya, patronlarla elele iþçileri satmakta beis görmeyen sendika aðalarýna iþçilerin tepki duyarak eylem yapmasýnýn nesi þaþýrtýcý olabilir ki? Türkiye'de ilk sendikal konfederasyon olan Türk-Ýþ'in 1953'teki kuruluþu, baðýmsýz sýnýf hareketinin geliþiminin önünü týkamak ve iþçi eylemliklerini kontrol altýnda tutmak isteyen egemen sýnýfýn inisiyatifi ile gerçekleþti. Ýþçilerin baðýmsýz eylemi ile deðil tepeden inme bir sendika olan Türk-Ýþ, devlet ve patron yanlýsý, sendikal aðalýðýn kökleþtiði aþýrý uzlaþmacýlýkla maluldur. Türk-Ýþ'in iþçi sýnýfýna ihanet düzeyini anlamak için O'nun emekçi sýnýflara vurulan en büyük darbe olan 12 Eylül cuntasýný alkýþlamasýna bakmak yeterli olacaktýr. Ýþçi hareketinde 60'lý yýllarýn atýlýmý yaþandýðýnda Türk-Ýþ'ten kopuþ yaþanarak DÝSK kuruldu ve DÝSK, ileri iþçilerin mücadeleci sendikasý haline geldi. Türkiye iþçi sýnýfý mücadele tarihinin zirvesi olan 15-16 Haziran 1970 olaylarý da iþçilerin kapatýlmaya çalýþýlan DÝSK'e sahip çýkma çabasýnýn bir ürünü olarak ortaya çýkmýþtý. 70'lerin DÝSK'i her ne kadar daha mücadeleci gibi gözüken bir sol sendika bürokrasisi tarafýndan kontrol edilse de patronlarýn DÝSK'ten nefret ettiði de bir gerçekti. Hatta 12 Eylül darbecilerinin en çok çekindiði örgütün DÝSK olduðu da söylenebilir. Bu çekinme DÝSK bürokrasisinin mücadeleci olmasýndan ötürü deðil, iþçi sýnýfýnýn devrimci potansiyellerinin egemen sýnýf için çok ürkütücü olmasýndandý. Darbeye karþý örgütlenebilecek bir genel grev, 12 Eylül darbesinin püskürtülebilmesinin olanaklý olduðu bir mücadele ortamýný bizzat örgütleyebilirdi. Ne var ki DÝSK'in sendika bürokratlarý direnmek þöyle dursun 12 Eylül cuntasýna teslim olmak için yarýþa girmiþlerdi. 12 Eylül, DÝSK'i ve hemen her türlü iþçi direniþini yasaklarken, getirdiði yeni sendikal yasalar ile ilerisi için sendikal aðalýðýn daha da güçlenmesinin zeminini döþedi. 12 Eylül karanlýðýný delen 89 Bahar eylemleri sürecinde Türk-Ýþ içinde yükselen taban muhalefeti paþalarýn yanýndan ayrýlmayan eski yönetimi devirerek daha mücadeleci duran Bayram Meral'i yönetime getirse de Bayram Meral yönetiminin de diðerlerinden farklý türden bir sendika aðasý olduðu söylenemez. Nitekim çoðu sendika patronu gibi Bayram Meral de burjuva partilerden birisinde milletvekili olarak yoluna devam ettiðinde Türk-Ýþ yoluna kaldýðý yerden devam ederek bugünkü dip noktasýna gelmiþtir. Bu sendikacýlýk türünün mantýksal ifadesi, TürkMetal Sen eski genel baþkaný Mustafa Özbek þahsýndaki mafyacý faþist derin devlet tipi bir sendikacýdýr. Türk-Ýþ'te Mustafa Özbek'ten özellikler bulabileceðiniz çok sayýda sendika aðasý bulmak iþten bile deðildir. 1989-91 Bahar Eylemliklerinin bir diðer sonucu da 1991'da DÝSK yasaðýnýn ortadan kalkmasý ve DÝSK'in yeniden kurulmasý oldu. Diðer taraftan DÝSK'in kuruluþu 1960'lardaki gibi radikalleþen sýnýf hareketinin bir ürünü deðildi. DÝSK'in yeniden kuruluþunun anlamý için yeni sendika bürokratlarýna ekmek kapýsýnýn açýlmasý oldu desek çok da haksýzlýk yapmýþ olmayýz. Nitekim týpký Bayram Meral gibi sosyal demokrat bir sendika aðasý olan Rýdvan Budak da burjuva partilerden DSP'de kariyerini milletvekili olarak sürdürme þansý elde etti. Sendikasýz iþçileri örgütlemek, sermaye saldýrýlarýna karþý mücadele hattýný örmek yerine profesyonel sendikacýlýðýn avantalarýndan yararlanmak daha çok iþine gelen DÝSK'li sendika bürokratlarý da sendikalara güvenin tümden kaybedilmesinde katkýlarý bulunmaktadýr. DÝSK aðalarý, 1 Mayýslarda sözümona Taksim ýsrarý ile emekçiler nezdinde kendi meþruluðunu kurtarmaya çalýþmaktadýr. Peki sormak gerekiyor hangi iþyerinde 1 Mayýs Taksim çalýþmasýný örgütlüyorsun da Taksim için reklama dönük çýkýþlar yapýyorsun? Asgari ücrete, genel saðlýk sigortasýna, iþten çýkarmalara, iþsizlik sigortasý fonunda biriken paralarýn hükümetçe yaðma edilmesine, AKP hükümetinin patron merkezli paketlerine ya da emekçi sýnýflarý ilgilendiren ciddi hangi konuda bir mücadele ördün? Bu yüzden altý tamamen boþ olan 1 Mayýs Taksim ýsrarý kimseyi aldatmamalýdýr. Bugün için sendikalar tümüyle yozlaþmýþ bürokratik bir kabuða dönüþmüþlerdir. Sendikalarýn halkýn gözündeki son itibar kýrýntýlarý da yok olmak üzere. Egemen sýnýfýn sendikasýzlaþtýrma çabalarýna en büyük destek bu sendikacýlýk türünden gelmiþtir. Nitekim, 1980 yýlýnda, Türkiye'de nüfusun 45 milyon kiþiden oluþtuðu bir sýrada, sendikalarýn toplam üye sayýsý 2 milyondu. Bugün bu sayý, ülke nüfusunun 71 milyona ulaþtýðýnýn tahmin edildiði bir sýrada 700.000 civarýnda bulunuyor. Türkiye'de sendikalý iþçi sayýsýnýn toplam iþçilere oraný yüzde 4,5 düzeyinde ve bu dünya üzerindeki en düþük sendikalaþma oranlardan biri. AKP hükümetin kriz karþýsýnda patron yanlýsý iþçi emekçi düþmaný uygulamalara en büyük destek mevcut sendika aðalýðýndan gelmektedir. Mevut iþçi sendikalarýnýn emekçilerin mücadele mevzileri olmasý durumu çoktandýr ortadan kalkmýþtýr. Ýþçiler ya mevcut sendikalarý sendika patronlarýndan temizleyerek bu kurumlarý kazanmayý baþaracaklar ya da bunlarýn yerine yeni mücadele araçlarý yaratacaklardýr.

Kriz, toplam gelirin azalmasý demektir. Yani, pasta küçülmektedir, bu oranda da pastadan alýnan paylar küçülecektir. Diðer bir deyiþle krizin bir bedeli olacaktýr ve de birileri bu bedeli ödeyecektir. Sýnýf mücadelesinin ana gündemi de doðal olarak krizin faturasýnýn kime çýkacaðý sorusu etrafýnda þekilleniyor. Ýþçiler ve genel olarak emekçi halk mý krizin faturasýný ödeyecek yoksa patronlar sýnýfý olan kapitalistler mi? Patronlar, iþçi çýkarararak, ücretleri düþürerek, hükümetler aracýlýðýyla devlet kaynaklarýný kendisine akmasýný saðlayarak krizin etkilerinden korunmak ve yükü emekçilerin sýrtýna yýkmak isterler. Bugün de olan budur. Kapitalistler alýþkanlýklarý olduðu üzere krizi de bir vurgunculuk fýrsatýna çevirmiþ durumdalar. Patronlarýn krizi bahane ederek iþçi kýyýmýna gittiklerini böylelikle de iki iþçinin yapacaðý iþi bir iþçiye yaptýrttýklarýný biliyoruz. Bununla da yetinmeyen patronlar "beðenmeyen gider" tehditleri ile ücretleri aþaðý çekmeye çalýþýyorlar. Elbette ki patronlarýn imkanlarý kendi bireysel sermayesinden gelen imkanlarla sýnýrlý deðildir. Kapitalistler, emekçi sýnýflar mücadele etmediði sürece sadece kendi iþyerlerinde deðil hükümet imkanlarýný ve devlet kaynaklarýný kendi çýkarlarý doðrultusunda seferber edebilme konusunda da geniþ imkanlara sahiptir. Hükümetler ve devlet kendisini sýnýflar üstü yani her kesime eþit mesafede gibi göstermek zorundadýr, ama her seferinde bu koca bir yalandan baþka bir þey deðildir. AKP hükümetinin açýkladýðý paketler de devlet kaynaklarýnýn patronlar yararýna kullanýlmasýndan baþka bir þey deðildir.

AKP'nin Paketleri AKP hükümeti daha çok da krize karþý bir þeyler yapýlýyor görüntüsü yaratmak adýna "yatýrým, istihdam, teþvik, ihracat" vb. adlarla paketler açýklayýp durmaktadýr. Büyük tepki alan "kriz bizi teðet geçer" martavallarýnýn izlerini silmek ve büyük týrmanýþ gösteren iþsizlik ve yoksullaþma karþýsýnda emekçi halka "bir þeyler yapýyoruz" mesajý vermek için binbir türlü þamatayla paketler açýklanýyor. Gelgelelim hükümetin açýkladýðý sayýsýný kendisinin de karýþtýrdýðý paketler esas gayesi patronlarýn imdadýna yetiþmek. Baþbakan Erdoðan'ýn açýkladýðý son paket, "bölgelere ayrýlmýþ yatýrým ve istihdam paketi", öncekiler gibi sermayeye yeni rant alanlarý yaratýyor. Bu seferkini diðerlerinden ayýransa bu rantýn doðrudan iþçilerin cebinden çalýnmýþ kaynaklarla saðlanýyor olmasý. Erdoðan"ýn "iþsizliðe çare" olarak sunduðu pakette, yatýrým yapan sermayenin ödediði kurumlar vergisi yüzde 2'ye indiriliyor, yaratýlacak ek istihdamda iþçinin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) primlerinde sermaye payýnýn asgari ücret üzerinden 2-7 yýl arasýnda deðiþen sürelerle devlet tarafýndan üstleniliyor, kapitalistlere 5 puanlýk faiz desteði saðlanýyor ve hükümetin ve þakþakçýlarýnýn alkýþ tufaný yarattýklarý "geçici istihdam"la çalýþacak iþçilerin ücretleri Ýþsizlik Fonu'ndan ödeniyor. Böylelikle her ay iþçilerin maaþlarýndan, alýnterlerinden kesintiler yoluyla toplanan ve biriken bu para (sözde onlara iþsiz kaldýklarý dönemlerde ödenecek olan bu para) gasp ediliyor. Teþvik

paketindeki bir diðer düzenleme ise kriz döneminde iþsiz kalmýþ ÝÞ-KUR'a kayýtlý iþsizlerin iþe alýnmasý durumunda SGK primlerinin yine devlet tarafýndan üstlenilmesi. Bunun yaratacaðý sonuç açýktýr. Leþ kokusunu alan akbabalar gibi patronlar derhal iþe koyulacak ve kýdemli ve yüksek ücretli iþçiyi iþten çýkarýp, yerine SGK primi de devletten olan yeni iþçileri asgari ücretten iþçi almanýn tadýna bakacaklar. Bunun adý vurgunculuktur. Krizde iþçiyi kapýnýn önüne koyan patron ödüllendirilmektedir. Öte yandan, þu çok övülen geçici istihdam meselesine gelirsek þunu görüyoruz: Sadece son 5 ayda kayýtlý 774 bin iþçi iþten çýkarýlmýþken, pakette istihdam adýna "stajyer", "geçici istihdam", "meslek edindirme eðitimi" adý altýnda 420 bin kiþiye asgari ücretin altýnda bir ücretle 6 aylýk geçici istihdam saðlanmasý yer alýyor. Bu da AKP hükümetinin iþsizliðe karþý büyük adýmý oluyor. Oysa adýna çözüm paketi denen bu paket, gerçekte yaðma paketidir. Hükümet doðrudan iþçilerin cebine el atarak devlet imkanlarýný tamamen sermayenin kullanýmýna açmýþtýr. "Çözüm" paketinden iþçilere düþense kölelik olmaktadýr. Diðer bir noktaya da deðinmek gerekiyor. Hükümet bir yandan istihdamdaki patronlarýn SSK primlerini devletin ödeyeceðini belirtirken diðer taraftan geçici istihdamla iþe alýnacak olanlara asgari ücretin altýnda bir ücret öngörüyor. Ve bütün bunlarýn kaynaðýný da iþsizlik fonunda biriken paralar olduðunu açýklýyor. Bu, her türlü utanmazlýðýn yanýnda hükümetin patronlarý sigortasýz ve düþük ücretle iþçi çalýþtýrmaya teþvik ettiði anlamýna da gelmektedir. Ýstihdam paketinin iþçi sýnýfýna saldýran bir diðer açýlýmý da meslek liselilerinin staj adý altýnda, iþsizlerin meslek edindirme kursu adý altýnda "uygulamalý olarak" günlüðü 15 tl'den çalýþtýrýlmasýdýr. Bunun pratikteki anlamý asgari ücret uygulmasýnýn fiilen ortadan kaldýrýlmasýdýr. Patronlarýn asgari ücret uygulamasýný çoðu kez deldiðini biliyoruz, diðer taraftan asgari ücretin altýnda iþçi çalýþtýrma uygulmasý resmi bir geçerlilik de elde etmiþ oluyor. Zaten AKP hükümetinin Maliye Bakaný Mehmet Þimþek de "Asgari ücretin en yüksek olduðu ülkelerden biriyiz" derken iþçi düþmaný patron dostu olduðunu ortaya koymamýþ mýydý? Asgari ücret uygulmasýnýn resmen kýrýlmasý dýþýnda bölgesel asgari ücret uygulamalarý da Türkiye'nin bir ucuz emek cenneti haline getirilmesinin amaçlandýðýnýn iþaretidir. Krizden, krizi bahane eden patronlardan ve hükümetin yasa ile paketlerinden bunalan emekçi sýnýflarýn önündeki tek seçenek sýnýf mücadelesini yükseltmektir. Ýþsizlik ve yoksulluðun kol gezdiði böyle bir ortamda AKP hükümeti iþçilerin iþsizlik fonunda biriken paralarýyla iþçilere saldýrýp patronlarýn cebini doldurabiliyorsa bu, emekçilerin örgütsüz, bunun doðal sonucu olarak da suskun olmalarýndandýr. Emekçilerin geleceklerini ellerine almalarý için önlerinde tek seçenek bulunuyor: Devrimci sýnýf mücadelesi saflarýna katýlmak. Ýþçinin Yolu böyle bir alternatifi yaratmak ve emekçi sýnýflara sunmak için vardýr ve mücadelesini sonuna kadar sürdürecektir.


Ýþçinin Yolu

9

Ýþsizlik Týrmanýþýný Sürdürüyor Peki ya Suskunluk?

Kriz Karþýsýnda Emekçi Cephesinin Talepleri Þunlar Olmalýdýr! Ýþçi emekçi genç kardeþlerimiz! Krizi bahane eden patronlar yoktan yere iþçi çýkarýrken, AKP hükümeti de tek derdi patronlarý rahatlatmak olan paketler açýklýyor. Patronlarýn rahatlamasý da ancak sömürünün artmasýyla oluyor. Ya biz emekçiler? Susup sessiz kalarak sömürünün katmerleþmesine göz mü yumacaðýz? Biz, kendi göbeðimizi kendimiz kesmek zorundayýz. Krizin faturasýný onu yaratan kapitalistler ödemelidir. Bize düþen daha fazla sömürülmek olamaz. Bunu engellemek için tek çare kendi taleplerimiz için mücadele etmektir. Bizim taleplerimiz, bir avuç patronun çýkarý için deðildir. Bizim taleplerimiz on milyonlarca emekçinin acýsýný her geçen gün daha fazla hissettiði sömürüye karþý verilecek mücadelenin talepleridir. "Ýþten Atmalar Yasaklansýn!" "Ýstihdam ve Teþvik Paketleri adýyla Emekçi Halka yapýlan Saldýrýlar Son Bulsun!" "Yoksulluk sýnýrý altýnda yaþayan konut kiracýlarýna nakdi kira desteðinin saðlanmasýný istiyoruz. Kentsel dönüþüm uygulamalarý durdurulsun!" "Sendikal yasaklar kaldýrýlsýn, sendika aðalarýný kollayan sendikal kanunlar deðiþtirilsin!" "Çalýþma saati düþürülsün!" "Herkese iþ, tüm çalýþanlara iþ güvencesi!" "Ýnsanca yaþamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret!" "Her türlü dolaylý vergi kaldýrýlsýn! Artan oranlý gelir ve servet vergisi!" "Temel tüketim mallarýnýn fiyatlarý ucuzlatýlsýn, bunlardan alýnan bütün vergiler kaldýrýlsýn!" "Kredi Kartý Faizleri Silinsin! Geri kalaný emekçiden yana yapýlandýrýlsýn!" "Ýþsizlik fonunda biriken paralar gasp edilemez derhal iþsizlere ödenmelidir!"

TÜÝK'in þubat ayý istihdam verilerine göre Türkiye'de iþsiz sayýsý geçen yýlýn ayný dönemine göre 1 milyon 244 bin artarak 3 milyon 776 bine ulaþtý. Bu sayý, oransal olarak %15.8'e denk gelerek 2009'da oluþan cumhuriyet tarihinin iþsizlik rekorunun sürdüðü anlamýna geliyor (www.tuik.gov.tr). Dikkate alýnmasý gereken bir diðer önemli husus da bu rakamlarýn resmi veriler olduðunu yani gerçek iþsizliðin bu rakamlarýn çok daha üstünde seyrettiðidir. TÜÝK verileri iþsizlik oranlarýný hesaplarken sadece aktif olarak iþ arayanlarý iþsiz kategorisine sokmakta iþ bulmak konusunda umudunu yitirenlerle mevsimlik çalýþanlarý hesaplamalara dahil etmemektedir ki bu da gerçek iþsizliði neredeyse yarýsýna kadar düþürmektedir. Ýþ bulma umudunu yitirip faal olarak iþ aramayan fakat çalýþmaya hazýr olanlarýn sayýsý TÜÝK verilerine göre 2 milyon 345 bine yükselmiþ durumda. Bu rakam iþsizlik rakamlarýna dahil edilmemekte ve resmi iþsizlik rakamlarý ona göre açýklanmaktadýr. Diðer bir deyiþle resmi veriler gerçekleri saklamaktadýr. Gerçekte iþsizlik resmi verilerin iki katý civarýndadýr ve de her geçen an daha da týrmanarak emekçi sýnýflarýn üzerindeki baskýsýný arttýrmaktadýr. Resmi rakamlarla dahi 4 milyona ulaþan iþsizlik rakamlarýna karþýn iþsizlik sigortasýný kullanma hakký olanlarýn sayýsý ise 300 binin altýnda. Ýþsizlik sigortasý ücretleri son derece komik miktarlarda olup o da sadece çok kýsa bir süreliðine ödenmektedir. Bilindiði gibi hükümet iþsizlik fonunda iþçilerden toplanan paralarla biriken toplamý kapitalistlerin kullanýmýna vermektedir. Durum böyle olunca zaten yoksulluðun kol gezdiði sosyal güvenlik þansýnýn neredeyse hiç olmadýðý emekçi sýnýflar içerisinde iþsizlik bir sosyal faciaya dönüþmektedir. Türkiye'de iþsizlik oranlarýnýn bu boyutlara yaklaþan bir grafiði hiç olmamýþtý. Durum bir önceki büyük kriz süreci olan 2001-02 dönemine göre de kýyas kabul etmezcesine daha kötü. TÜÝK'in resmi verilerine göre 2000 yýlýnda %6.5 olan iþsizlik oraný, Þubat 2001'deki ekonomik çöküþün

ardýndan %10.1'e sýçramýþtý. O tarihten beri yüksek seyreden iþsizlik oraný son krizle beraber bir aþama daha sýçrayarak resmi verilerle bile %15'in üzerinde çýktý.

Gençlik Ýçerisinde Ýþsizlik Çok Daha Yaygýn Gençler arasýndaki iþsizlik oraný (1524 yaþ) çok daha yüksek olup %28.6 ile %30'lar düzeyine yaklaþmaktadýr. (www.tuik.gov.tr) Bu veriler de göstermektedir ki kapitalist sömürü sisteminin gençliðe istihdam yaratacak gücü ve yeteneði bulunmamaktadýr. Diðer taraftan þanslý sayýlan iþe kavuþmasý mümkün olmuþ genç kesimlerin payýna düþense oldukça düþük ücretlere, uzun çalýþma saatlerine, her an iþten çýkarýlma korkusuna razý olmak; onurlu, insani bir yaþam ve çalýþma koþullarýyla baðdaþmayacak þartlara boyun eðmek olmuþtur. Türkiye iþçi sýnýfý çok genç bir profile sahiptir. Ülkede her yýl iþgücüne 700 bin yeni genç eklenmektedir. Bu rakamlar bir yandan iþsizlik rakamlarýnýn çok daha yükseklere týrmanacaðýný gösterdiði gibi diðer yandan yönetici sýnýflarýn bu sorun karþýsýnda tümüyle çaresiz olduðunu kanýtlamaktadýr. Diðer taraftan yönetici sýnýflarýn çaresizliði ile iþçi sýnýfýnýn örgütsüzlüðü el ele gitmektedir. Egemen sýnýfýn gittikçe derinleþen ve yaygýnlaþan iþsizlik ve yoksulluk sarmalýný çözebilmesi mümkün deðildir, onlar sadece hükümetin paketleri vb sayesinde günü kurtarmayý ve kendilerinin bir þekilde ayakta kalmasýný hesap edebiliyorlar. Diðer taraftan iþçi sýnýfýnýn örgütsüzlüðü sürdüðü ölçüde sömürü düzenine karþý gerçek anlamda bir tehdit ortaya çýkamaz ve emekçi sýnýflarýn dayanýlmaz koþullarla imtihaný devam eder. Gelgelelim geleceðe umutla bakmak isteyen genç iþçilerin örgütlenmek ve mücadele etmekten baþka seçeneði de yoktur. Ýþçinin Yolu tam da bunu; emekçi sýnýflarýn yoðun sömürüsüne bir son vermek için iþçileri egemen sýnýfýn yalan ve kandýrmacalarýna karþý fikirsel olarak donatmakla yetinmeyip iþçi sýnýfýnýn özörgütlülüðünü saðlamayý amaçlamaktadýr.


10

Ýþçinin Yolu

Sinifin Hafizasi Türkiye iþçi sýnýfýnýn mücadele tarihine altýn harflerle kazýnan 15-16 Haziran iþçi kalkýþmasý 39. yýldönümünde de iþçilere, emekçilere yol göstermeye devam ediyor. 1970 Haziran'ýnda iþçi sýnýfýnýn kendiliðinden harekete geçmesiyle ortaya çýkan bu þanlý iþçi eylemlilikleri, sömürüye maruz kalan, sosyal haklarý gasp edilen, patronlarýn her geçen gün aðýrlaþtýrdýklarý baský koþullarýnda ezilen bugünün iþçileri için sahip olduklarý gücü gösteren bir simgedir. Hatýrlamak ve geçmiþten ders almak, yapabileceklerini ve deðiþtirebileceklerini görmek, gelecek mücadelelere giden yolu daha saðlam, daha umut dolu örmeyi saðlayacaktýr. 15-16 Haziran, iþçi sýnýfýnýn sokaða döküldüðünde ortaya koyduðu gücün egemenlerin ordusuyla, polisiyle ezilemeyeceðini göstermiþtir. Bu güç sayesinde iþçi sýnýfý, 60'lý yýllar boyunca sürdürdüðü mücadelelerle kazandýðý haklarý egemenlere teslim etmeyeceðini haykýrmýþtýr. 1960'larla birlikte yaygýnlaþan toplumsal mücadeleler, 60'lý yýllarýn sonlarýna doðru devletin iþçilere, emekçilere yönelik baský ve þiddet politikalarýna karþýn yükselmeye devam etti. 1952 yýlýnda kurulmuþ olan Türk-Ýþ'in yükselen bu mücadelelerdeki rolü de tamamen sermayedarlarýn yararýnaydý. Sendika bürokratlarý, kendi çýkarlarýnýn peþinde, burjuva siyasetçilerinin aðzýnýn içine bakan yardakçýlardý. 1964'ten sonra TürkÝþ'in yönetiminde, dönemin iktidar partisi olan Adalet Partisi'ne yakýnlýk duyan sendikacýlar daha çok yer tutmaya baþladýlar. Türk-Ýþ önceki dönemlerde de partilerin kadrolaþmak için yarýþtýklarý bir sahadan baþka bir þey deðildi. Öte yandan grevleri desteklemeyen, hükümetin grev yasaklarý getirmesine sesini çýkarmayan, iþçi sýnýfýnýn haklarýnýn gaspedilmesine göz yuman Türk-Ýþ'e karþý radikal iþçi tabanýndan muhalif sesler yükselmeye devam ediyordu. Ýþçi sýnýfý tabanýnda yükselen ses gittikçe gürleþirken, Türk-Ýþ daha çok patronlarýn sesiyle ilgileniyordu. Bürokratlar, patronlarla iþçi sýnýfý arasýnda, ama her zaman önce kendi çýkarlarýný ve patronlarýn çýkarlarýný kollayan bir aracýdan baþka bir þey deðildi.

DÝSK Kuruluyor Türk-Ýþ yönetiminin iþçilere yönelik bu genel tavrý, bazý iþkollarýndaki sendikacýlarla gerginlikler doður-

du. Tabandan gelen basýnçla birlikte radikalleþen, mücadele eden sendikalar oluþmaya baþlamýþtý ve bunlar Türk-Ýþ'in ihanetçi tavýrlarýndan rahatsýzdý. 1966 yýlý baþýnda Ýstanbul'da gerçekleþen Paþabahçe Grevi sýrasýnda yaþananlar da devlet güdümlü sendikacýlýkla, radikalleþen iþçi sýnýfý çatýþmasýnýn çarpýþma noktasý oldu. Bu greve destek vermeyen Türk-Ýþ'e raðmen, konfederasyonun en radikal sendikalarý Kristal-Ýþ, Maden-Ýþ, Lastik-Ýþ, Petrol-Ýþ ve Gýda-Ýþ, Paþabahçe Grevi'ndeki iþçilere omuz verdiler. Grevi bitirmek için toplu sözleþmeyi imzalayan TürkÝþ'e yönelik tepki doruk noktasýna ulaþtý. Türk-Ýþ yönetimi de boþ durmadý ve geçici olarak bu sendikalarý konfederasyondan ihraç etti. Ýhraç edilen sendikalar birleþerek 13 Þubat 1967'de DÝSK'i kurdu. DÝSK kurulduktan sonra Basýn-Ýþ ve Maden-Ýþ sendikalarý da DÝSK'e katýldý. 1967'de DÝSK'in üye sayýsý 35-40 bin sayýsýný yakaladý. TürkÝþ'in kayýtlý sayýsý ise 545 bin idi. Ancak DÝSK kýsa sürede geliþecek ve iþçi sýnýfýnýn militan kadrolarýný içinde barýndýracaktý. 60'lý yýllarda iþçi sýnýfý mücadeleleri, elde edilen her sosyal hakkýn, her kazanýmýn ne 27 Mayýs 1960 darbecilerinin, ne anayasa profesörlerinin iþçilere bir ihsaný olduðunu göstermiþtir. Grevler, sendikalar iþte bu aðýr mücadelelerin, zorluklarýn ve sýkýntýlarýn kazanýmlarýydý ve iþçi sýnýfý birliðini saðlamaya, örgütlenmeye daha yeni baþlýyordu. 60'larda uygulanan ekonomi politikalarý ve sanayileþmenin yoðunlaþmasý, iþçi sýnýfýnýn sayýca çoðalmasýný, büyük þehirlerde kümelenmelerini de getirmiþti. Bu nicel ve nitel artýþ, örgütlülükle ve eylemlilikle de geliþince sermaye için artýk en ön sýralara yerleþen bir tehlike haline gelmiþti. Ýktidardaki Adalet Partisi ekonomiyi yeniden yapýlandýrma giriþimiyle iþçilerin yaþam standartlarýný iyice aþaðý çekmek üzere kollarýný sývadý. Ancak mücadeleci iþçiler bu saldýrýlara karþý susmayarak harekete geçti. 1970'de grev sayýsý 72'ye yükselirken greve katýlan iþçi sayýsý da 21 bin 156'ya ulaþtý. Hükümet, bu direniþler karþýsýnda iþçi sýnýfýnýn taleplerini bastýrabilmek ve radikal eylemliklerini engelleyebilmek için çözümü DÝSK'in kapatýlmasýnda gördü. 1963 yýlýnda kazanýlan grev, toplu

15-16 Haziran Þanlý Direniþi Yolumuzu Aydýnlatýyor sözleþme ve sendika haklarý 1970'te yapýlan yasa deðiþikliðiyle iþçilerin ellerinden alýnmaya çalýþýldý. Erzurum'da yapýlan Türk-Ýþ'in kongresinde, iktidardaki Adalet Partisi'nin sözcüleri, yasa tasarýsý kabul edildikten sonra Türk-Ýþ'ten baþka iþçi konfederasyonu kalmayacaðýný ilan ettiler. Bu ilandan hemen sonra, iþçiler söz konusu olduðunda burjuvazinin her türden partisinin kolaylýkla anlaþabileceði de görüldü. Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi'nin de iþbirliðiyle, 11 Haziran 1970'te yasa tasarýsýný meclisten geçirdi; iþçilerin seslerini yükseltmesine, istedikleri sendikaya üye olmalarýna, grev ve toplu sözleþme haklarýna engel oldu.

15-16 Haziran Ýþçi Kalkýþmasý Baþlýyor Bu saldýrýlarýn üzerine DÝSK'e baðlý sendika yöneticileri, iþyeri ve bölge temsilcileriyle 14 Haziran tarihinde biraraya geldiler ve yasanýn iþçiler üzerine kurduðu baský ve þiddeti anlatabilmek için 17 Haziran'da büyük bir miting düzenleme kararý aldýlar. Ancak iþçi sýnýfý için DÝSK'in ve az da olsa kazandýklarý haklarýn anlamý çok büyüktü. Ýþte bu yüzden, 17 Haziran'ý beklemeden sokaða döküldüler. Ýþçilerin bütün olup bitenlerden haberleri vardý ve 15 Haziran sabahý iþbaþý yapmama kararý aldýlar. Önce iþyerlerinde oturma eylemleri baþlattýlar. Aralarýnda tartýþtýktan sonra diðer iþyerlerinde çalýþan iþçilerle birlikte Ýstanbul'un merkezine doðru yürüyüþe geçtiler. Ýþçiler yürüdükleri her bir adýmý mücadele ederek, çatýþarak atýyorlardý. Ýþçiler kararlýydý, yollarýndan dönmeyeceklerdi. Þimdiye kadar elde ettikleri kazanýmlarý da kolay kazanmamýþlardý. Sendikalarýnýn kapatýlmasýný engelleyebilmek için de her türlü zorluða katlanmak üzere yola çýkmýþlardý. Artýk sokaktaydýlar, komþu fabrikalara giderek 'Ýþçiler Dýþarý!' diye slogan atarak onlarý birlikte mücadele etmeye davet ettiler. 180'e yakýn fabrikadan yola çýkan 80 binin üzerinde iþçi mücadeleye omuz verdi. Ayrýca mücadelenin kitleselliði ve radikalliði iþçiler arasýnda Türk-Ýþ'e üye olanlarý da yanlarýna çekmeye baþardý. Öyleki, Türk-Ýþ'li iþçi sayýsýnýn DÝSK'li iþçi sayýsýnýn üzerinde olduðu söylenmektedir. Bu durum, sermayenin saldýrýlarýnýn yalnýzca DÝSK'lilere yönelik olmadýðýnýn bir göstergesidir. Nitekim, Türk-Ýþ'li iþçilerde sermayenin DÝSK'e baðlý iþçiler üzerinden yönelttiði saldýrýlarýn kendilerine de yöneldiðini kavramýþ ve sýnýf dayanýþmasýný yükseltmiþlerdir. Ýþçi sýnýfýnýn bu kararlý duruþu egemenleri ciddi þekilde tedirgin etti ve askerinden polisine tüm kolluk güçlerini iþçilerin üzerine saldýlar. Ýþçiler ise baskýlara boyun eðmek niyetinde deðildi.

Gözaltýna alýnan arkadaþlarý býrakýlana kadar karakollarý kuþattýlar. Gene ayný amaçla Kadýköy Kaymakamlýðý basýldý. Polisin ateþ açmasý sonucu, iþçiler bunun altýnda kalmadýlar ve kaymakamlýðý ateþe verdiler. Ýþçiler yürüyüþe geçtiklerinin ilk zamanlarýnda 'Ýþçi Ordu El Ele!' diye slogan atýyorlardý. Bunu, politik bilincin geriliðinin bir getirisi olarak karþýlarýna çýkan asker barikatlarýný aþmanýn bir yolu olarak görüyorlardý ve dönemin devrimci hareketi içerisindeki orducu söylemler de bu çeliþkiyi derinleþtiriyordu. Ancak, iþçi sýnýfý çok önemli bir çeliþkiyi fark etti. Alanlarý çevreleyen asker barikatlarýyla karþýlaþtýklarýnda, bu güçlerin onlarý sömürenlerle, ezenlerle ayný tarafta olduðunu anladýlar. Yaþanan Türkiye tarihinde iki sýnýfýn en sert çatýþmalarýndan biriydi. Bir tarafta iþçiler, diðer

çaðrýsýnda bulundular. DÝSK, kontrolünden çýkan eylemliliklerden korkmuþtu. Bugün, unutulmaz iþçi önderi olarak anmalarý düzenlenen DÝSK Baþkaný Kemal Türkler, radyodan konuþmalar yaparak iþçi sýnýfýný evlerine dönmeye ve anayasaya saygýlý olmaya çaðýrýyordu. 15-16 Haziran iþçi kalkýþmasýný durduran ne sýkýyönetimin baskýlarý ne de iþçilerin yorulmasýydý. Ýþçiler devrimci önderlikten yoksundu, güvendikleri sendika bürokratlarýnýn itidal ve eve dönüþ çaðrýlarý karþýsýnda çaresiz, içleri kan aðlayarak evlerine döndüler. Ancak bunun bedeli iþçiler için aðýr oldu. Çok sayýda iþçi tutuklandý. Korkudan ailelerini yurtdýþýna gönderen patronlar olaylarýn yatýþmasýnýn ardýndan mücadeleci iþçilerden oluþan kara listeler hazýrlayýp, binlercesini iþten çýkardýlar. Kara listelerde yer aldýklarý için iþ bulmalarý iyice zorlaþan mücadeleci

taraftaysa Ýstanbul'dan apar topar bavullarýný toplayýp Avrupa'ya kaçan sermayedarlar ve arkalarýnda mülklerini korumak için býraktýklarý düzenin bekçileri vardý. DÝSK'in yöneticileri kapatýlma meselesine yönelik nasýl bir kampanya yürütecekleriyle ilgili toplantýdayken dýþarýda olanlarý radyodan öðrendiler. DÝSK de panik içindeydi. Çünkü, iþçiler bu kez sendikal mücadeleyi ve sendika bürokrasisini de aþmýþ, attýðý her adýmda düzenin ta kendisini karþýsýna almaya baþlamýþtý. 15-16 Haziran direniþi, DÝSK'in kapatýlmamasý talebiyle yürütülecek kampanyayý, yapýlacak mitingleri kat be kat aþan bir sýnýf mücadelesine dönüþmüþtü. 150 bini aþkýn iþçinin katýlýmýyla 16 Haziran akþamýna kadar direniþ devam etti. Üsküdar'a doðru yol alan iþçilere karþý polis silahla müdahale etti. Ýþçiler, barikatlarý yýktý, polisleri ezdi geçti. Kadýköy Yoðurtçu çevresinde çýkan çatýþmada 1 polis öldü. Kadýköy Ýskelesi'nde toplanan iþçilere polis saldýrdý. Bu iki günlük direniþin sonucunda 3 iþçi ve 1 polis öldü.

iþçiler, iþten çýkarma tazminatlarýyla ya esnaflýða soyundular ya da memleketlerine geri döndüler. Ýþçi sýnýfýnýn en bilinçli ve militan kesimlerinin kaybedilmesi, 70'li yýllardaki radikal sýnýf mücadeleleri döneminde çok ihtiyaç duyulacak güçlerden mahrum kalýnmasý anlamýna gelecekti. Sonuç olarak, 15-16 Haziran iþçi kalkýþmasý sayesinde DÝSK varlýðýný devam ettirdi. Ýþçi sýnýfý emeði ve mücadelesiyle yarattýðýný koruyabildi, koruyabileceðini de gösterdi. 15-16 Haziran iþçi sýnýfýnýn, sermayenin saldýrýlarýna karþý kendiliðinden bir patlamasýdýr. Bu eylemliliklerle, egemen güçlere karþý iþçi sýnýfý neler yapabileceðini göstermiþtir. Hatýrlayan, ders çýkaran bir devrimci bilinçle, 15-16 Haziran'da ortaya konulan mücadelenin gücünü ve yarattýklarýný bugüne taþýmak gerekir. Ýþçilerin birleþik mücadelesi ve örgütlü gücü, bugün yeniden inþa edilmek zorundadýr. 15-16 Haziran'dan örnek alýnacak, iþçilerin kararlýlýðýdýr, yapýlan saldýrýlara karþý dimdik ayakta duruþlarýdýr; sendika bürokratlarýna kulak asmadan kendi yollarýnda saðlam adýmlarla ilerleyebilmeleridir. 15-16 Haziran'da tekrar göstermiþtir ki kapitalist toplumda var olan tek devrimci sýnýf iþçi sýnýfýdýr. Kendi taleplerini dillendirdikleri, kendilerinin yönlendirdikleri bir eylem olarak sýnýfýn ayaða kalkýþýdýr 1516 Haziran.

Sendika Bürokrasisinin Ýhaneti 16 Haziran öðleden sonra sýkýyönetim ilan edilmiþti. Sýkýyönetime raðmen Türk Demir Döküm, Derby, Elektrometal, Sungurlar, Auer, Rabak, Otosan, Çelik Endüstri, Vita gibi iþ yerlerinde direniþler devam etti. DÝSK'in liderliðini yapanlar iþçilere, iþyerlerine geri dönme


Ýþçinin Yolu

11

Sivas Katliamýnýn Hesabýný Sýnýf Mücadelesiyle Soracaðýz Alevilere yönelik katliamlarýn en kanlýlarýndan biri olarak tarihe geçen Sivas katliamýnýn üzerinden 16 yýl geçti. Kapitalist devletin emekçi sýnýflarý etnik, dini ve mezhepsel farklýlýklar üzerinden bölme politikasýnýn bir sonucu olarak yürütülen bu katliam, yüzyýllar boyu Osmanlý Ýmparatorluðu'nun baskýlarý altýnda ezilen ve imparatorluðun çöküþünün ardýndan kurulan cumhuriyetin kýymeti kendinden menkul laiklik retoriðini kurtarýcýsý olarak gören Alevi emekçilerine sivil-askeri bürokrasinin ve kendilerini "sosyal demokrat" olarak lanse eden burjuva partilerin aslýnda Alevi katliamlarýnýn bizzat arkasýndaki unsurlar olduðunu net bir þekilde göstermesi bakýmýndan da çarpýcýdýr. Bizzat egemen sýnýflar tarafýndan palazlandýrýlan kontrgerillanýn ve dinci-faþist gruplarýn saldýrýlarýyla gerçekleþen Sivas katliamýnýn dayandýðý ekonomik temelleri anlayabilmek için ise 1993 yýlýnýn devrimci dinamiklerini ve burjuvazinin bu geliþim sürecine karþý geliþtirdiði tepkileri anlamak zorunludur. 1993 senesi kamu emekçilerinin sendika kurma ve sendikal haklar kazanma mücadelelerini tüm baskýlara karþý yoðunlaþtýrdýðý, bir yandan da hükümeti toplu iþ sözleþmesi imzalamaya davet ettikleri ve bu mücadeleyi bir dizi eylemlerle sürdürdükleri bir dönem olmasýnýn yanýsýra Kürt halkýnýn ulusal kurtuluþ mücadelesinin týrmanýþa geçtiði bir zaman dilimini temsil etmesi bakýmýndan da önemlidir. Mevcut siyasal iklimin dayattýðý koþullar içerisinde SHP-DYP koalisyonunun içine girdiði týkanýklýðýn çözülmesi, Alevi emekçilerinin burjuva devlet için gittikçe daha tehlikeli hale gelen Kürt hareketine karþý ordunun arkasýna yedeklenmesi, ekonomik talepleri doðrultusunda mücadelelerini yükselten iþçilerin önünün kesilmesi kapitalist devletin bekaasý için bir zorunluluk durumunda gelmiþti. Bu baðlamda incelendiðinde Sivas katliamýnýn doðrudan iþçi sýnýfýna yöneltilmiþ sýnýfsal bir saldýrý olduðu görülecektir. Bu tip katliamlarýn öncesinde genel olarak hakim sýnýflarýn bir hazýrlýk ve planlama sürecine giriþtiði görülmektedir. Nitekim Sivas'ta da Malatya, Tokat, Kayseri ve Maraþ gibi kentlerden getirilen ve bizzat Sivas belediyesi tarafýndan konuk edilen faþist örgütlenmeler ve kentteki devrimci Alevi kesimlere yönelik artan baskýlar katliam hazýrlýklarýnýn yoðunlaþtýðýný göstermekteydi. Pir Sultan Abdal þenlikleri baþladýðý sýrada yörenin çeþitli yerel yayýn organlarý tarafýndan hummalý bir çalýþma yürütülerek halkýn dini duygularýný kýþkýrtan tahrik amaçlý yazýlar yayýnlanmýþ, bildiriler daðýtýlmýþtý. 2 Temmuz günü öðlen saatlerinde þenliðin yapýldýðý binanýn önüne toplanan grup, katýlýmcýlara taþlarla ve sopalarla saldýrdý. Gün boyu camilerden akýn eden insan sürüleriyle akþam saatlerine gelindiðinde iyice kalabalýklaþarak sayýlarý 20.000'i bulan güruh, þenlikler için çeþitli þehirlerden Sivas'a gelen birçok ünlü yazar, þair ve müzisyenin de aralarýnda bulunduðu katýlýmcý grubunun kaldýðý Madýmak Oteli'nin önündeki araçlarý yakmýþ, otelin camlarýný kýrmýþ ve perdeleri tutuþturarak oteli ateþe vermiþti. Metin Altýok, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Hasret Gültekin, Behçet Aysan ve Asým Bezirci gibi birçok sanatçýnýn da içinde bulunduðu 33 kiþi yangýn sýrasýnda can verirken, aralarýnda Aziz Nesin'in de yer aldýðý 51 kiþi yanýk insan eti kokularýyla bezenen bu cehennem karikatüründen kurtulmuþlardý. Ýþçilerin, devrimcilerin düzenlediði eylemlere ve mitinglere binlerce polis yýðan, coplarla, panzerlerle gaz bombalarýyla meydanlarý savaþ alanýna çevirenler, üstelik önceden planlanmýþ olduðu da bilinen 8 saat süren saldýrýlar süresince en ufak bir müdahalede bulunmadýlar. Katliam sonrasý burjuvazinin arsýz

sözcüleri tüm piþkinlikleriyle suçu Aziz Nesin ve Alevi katýlýmcýlara atan açýklamalar yaparken Sivas valisi yaþananlardan orduyu sorumlu tutuyor, ordu ise valinin yardým istemekte geciktiðini belirterek topu karþý tarafa atýyordu. Dönemin cumhurbaþkaný Süleyman Demirel "Halkla güvenlik güçlerini karþý karþýya getirmeyiniz" diyerek faþistlere arka çýkarken baþbakan Tansu Çiller de "Çok þükür, otel dýþýndaki halkýmýz bir zarar görmemiþtir" diyerek katledilen 33 canýn umurunda bile olmadýðýný gösteriyordu. Katliam sonrasý burjuva basýnda yapýlan yorumlarda yaþananlarýn Sünni-Alevi çatýþmasý olarak lanse edilmesine önem verilmesi yine katliamýn sýnýfsal özünü ortaya koyan örneklerden biridir. Saldýrýlarýný doðrudan iþçi sýnýfýna yönlendiren burjuvalar hareket sahalarýna meþruiyet katabilmek için bizzat azmettirdikleri katliamlarý iki unsurun çatýþmasý olarak sunmaya önem verip yaþananlarý "münferit" vakalar olarak tanýmlarken, iþçileri yapay ayrýmlar üzerinden bölmeyi amaçlýyorlardý. Ýþçilerin burjuvazinin bu manevralarýna karþý uyanýk olmalarý gerekmektedir. Bolþevik bir öncünün olmadýðý koþullarda burjuvazi iþçilerin birliðini engellemek yolunda önemli mevziler kazanabilir ve burjuvazi bunu baþarabildiði

lerinin gözetimiyle gerçekleþmiþti. Sivas'ta da Madýmak otelinin yakýnýnda bulunan Sivas Tugay Komutanlýðý 6.000 askerlik gücüne raðmen müdahalede bulunmamýþlardý. Maraþ katliamý boyunca ise 100'den fazla Alevinin en vahþi yöntemlerle katledilmesi sýrasýnda düzenin baský mekanizmalarý, cinayetleri gerçekleþtirenlerin himayesini saðlamakla görevlendirilmiþti. 1978 senesindeki devrimci atýlýmýn önünü almak isteyen egemen sýnýflar Maraþ'ta 3 gün boyunca gerçekleþtirilen katliamlarý bizzat yönlendirmiþti. Bu durumda burjuva basýnýn duayenlerinin "Maraþ'ta üç gün boyunca devlet yoktu" serzeniþleri de devlete sýnýflar üstü bir sýfat atfederek, kitleleri daha kolay kandýrabilmeyi amaçlamaktadýr. Aksine hem Maraþ'ta hem de Sivas'ta kimlerin baþat rol oynadýðýný biz iyi bilmekteyiz. Bir yandan devlet destekli faþist unsurlar iþbaþý yaparken, onlarýn sýrtýný sývazlayan sivilaskeri bürokrasinin temsilcileri de kendi sýnýf çýkarlarýnýn gerektirdikleri doðrultuda hareket ediyorlardý. 78'te Maraþ'ta yaþananlar karþýsýnda seyirci kalan ordu, 80 darbesiyle beraber dönemin tüm sol unsurlarý gibi Alevi devrimcileri de rejimin iþkencehanelerinden geçirmiþ, bir yandan Sünni

ölçüde de iþçi sýnýfýna saldýrýlarýnda daha kolay hareket eder. Burjuvazinin baþarýsý ise diyalektiðin gereðince iþçi sýnýfý açýsýndan yeni yýkýmlarý, yeni katliamlarý ve kan ve çelik üzerine kurulan bir sýnýf iktidarýnýn, sermaye düzeninin tüm kokuþmuþluðuyla varlýðýný devam ettirmesini gerektirecektir. Zira kapitalizm ne savaþsýz var olabilir ne de katliamlar yaratmadan, ýrkçýlýðý körüklemeden mevcudiyetini sürdürebilir. Tüm bunlar sömürü düzenine içkin kavramlardýr ve sýnýf savaþýmlarýnýn þiddetlendiði dönemlerde burjuvazinin kullanmaktan çekinmediði silahlardýr. Osmanlý Ýmparatorluðu'nun ceberrut devlet geleneðinin altýnda inim inim inletilen, onlarca kez katliamlara maruz býrakýlan Alevilerin Kemalizmin laiklik aldatmacasýna kanýp askeri-sivil bürokrasinin kuyruðuna takýlmasý karþýsýnda Kemalist elitin sýnýfsal özelliklerini ortaya taþýmak da Sivas katliamýnýn dayandýðý güç iliþkilerini kavrayabilmek için önemlidir. Sayýlarý milyonlarý bulan Alevilerin geniþ bir çoðunluðunun ilerici ve kurtarýcý sýfatlar yüklediði Kemalizm ve bu ideolojiyle donatýlmýþ sivilaskeri bürokrasi esasen ittihatçý-komitacý geleneðin en sadýk sürdürücüsü olduðunu tarihte birçok kez kanýtlamýþtýr. 1980 darbesine giden yollarý döþeyen Maraþ'taki, Malatya'daki katliamlar da yine bizzat burjuvazi tarafýndan planlý ve sistematik yöntemlerle hazýrlanmýþ, düzenin kolluk kuvvet-

ideolojinin kökleþtirilmesini ve dolayýsýyla Alevi nüfusun asimilasyonunu saðlayacak temel uygulamalarý(kuran kursu ve imam hatip liselerinin sayýlarýnýn arttýrýlmasý, Alevi köylerine cami yapýlmasý gibi) kurgularken bir yandan da yeþil sermayenin bir egemen güç olarak palazlandýrýlmasýný saðlamýþ, Alevilere yönelik katliamlarý yürüten kontrgerilla unsurlara verdiði destekle toplumdaki Sünni-Alevi ayrýmýný derinleþtirerek kendi hegemonyasýný güçlendirmek yolunda adýmlar atmýþtý. Türk siyasal tarihinde ordunun kendisini kitlelerin üstünde konumlandýrýp, sýnýflar üstü bir birleþtirici unsur olarak kendini lanse etmesi çok eski bir gelenektir. Bu söyleme göre ordu "halka raðmen halk için" yaptýðý müdahalelerle "þeriat tehlikesini" bertaraf eder ve düzenin laik yapýsýnýn baþat koruyucu aktörü durumundadýr. Oysa Türkiye Cumhuriyeti kurulduðu günden bugüne hiçbir zaman laik olmadýðý gibi, 12 Eylül'le birlikte sermaye imparatorluðunun iþkencehanelerinde, neoliberal politikalarýn dayattýðý acýmasýz sömürü þartlarýnda pestili çýkan iþçiler için "postal" da iþçi sýnýfýnýn en azýlý sýnýf düþmanlarýndandýr. Siyasal Ýslam'ýn yükseliþe geçtiði dönemlerde egemen sýnýflar arasýndaki çýkar çatýþmalarýnýn yoðunlaþmasýyla beraber sivil-askeri bürokrasinin "þeriat tehlikesi" söylemi ve tehdidiyle kendisini tek ilerici siyasal unsur olarak dayatmasý ve egemen sýnýf içindeki diðer rakiplerini bertaraf

etmesi aslýnda 31 Mart olaylarýndan beri süregelen bir geleneðin, katýksýz statükocu yüzünün ifadesidir. Kemalizmin tarihsel misyonu çok güçsüz bir burjuva sýnýfýný iþçileri alabildiðine ezerek güçlendirmekti. Sýnýfsal özünün bir ifadesi olarak tüm benliðiyle büyük sermayenin çýkarlarýna hizmet eden Kemalizmin gerektirdiði gibi Türkiye'de de burjuvazi kendi egemenliði bir iþçi devrimi tehlikesiyle tehdit altýna girdiði ölçüde Ýslamcýlýða geçit vermiþti. 12 Eylül rejimindeki Ýslami ögelerin temellerini de Sivas katliamýnýn ardýnda yatan nedenleri de burada aramak gerekmektedir. Laikliðin teminatý olarak görülen sivil-askeri bürokrasi, tarih boyu iþçileri baský altýna almak için dini kendisine tehdit haline gelmesine izin vermeyecek ölçüde kullanmýþtýr. Bu sebeple ilericilik-gericilik denklemini salt din üzerinden kurmak tarihi sýnýflar bazýnda inceleyen Marksizme uygun deðildir. Zira egemen sýnýflarýn bütün katmanlarý gericidir. Sivil-askeri bürokrasi, dini de Sivas katliamýnda olduðu gibi kendi çýkarlarýna hizmet ettiði sürece dilediði gibi kullanmaktadýr. Alevilere yönelik katliamlardan bizzat sorumlu olan "sosyal-demokrat" partiler ise hem Maraþ'taki hem de Sivas'taki olaylar sýrasýnda hükümetteydiler. Maraþ katliamý sýrasýnda CHP sessiz kalmayý tercih ederken Sivas'ta da Erdal Ýnönü'nün timsah gözyaþlarý SHP'nin katliamdaki sorumluluðunu gizlemek için yeterli deðildi. 2 Temmuz'da 8 saat boyunca süren olaylar sýrasýnda otelde bulunanlar defalarca milletvekilleri ve bakanlarla telefon görüþmeleri yapmýþ, dakika dakika her ayrýntý Ýçiþleri Bakanlýðý'na iletilmiþti, ama yetkililer oralý olmadýlar. Alevileri bir oy deposu olarak gören "sosyal-demokrat" partiler de kapita-list düzenin sadýk bekçileri olarak katliam süresince görevlerini layýkýyla yerine getirmiþlerdir. Tüm bu gerçeklerden yola çýkarak egemen sýnýflarýn hiçbir unsurunun, zorunlu din dersleri ile sonu gelmez asimilasyon politikalarýna tabi tutulan, ibadet etmeleri engellenen, maruz kaldýðý hakaretler ve aþaðýlamalarla mezhepsel kimliklerini gizlemek zorunda býrakýlan Alevi emekçileri için bir kurtuluþ olanaðý sunmadýðýný söylemeliyiz. Alevi iþçileri için mezhepsel bir birlik de çözüm ifade etmez. Özellikle 80 sonrasý semiren Alevi burjuva sýnýfýnýn Ýzzettin Doðan gibi patronlarýnýn iþçileri sömürü düzenine hapsetmekten baþka bir düþüncesi yoktur ve onlar da kapitalizmin yarattýðý felaketlerin sorumlularýdýrlar. Alevi iþçilerinin tek kurtuluþ yolu sünni sýnýf kardeþleriyle omuz omuza yükseltecekleri devrimci mücadelede saklýdýr. Kemalizmin laiklik olarak lanse ettiði þey ise din ve devlet iþlerinin birbirinden ayrýlmasý deðil, sivil-askeri bürokrasinin dini kendi güdümüne sokarak, gerektiðinde devrimci ayaklanmalara karþý bir siper olarak kullanýlmasýný saðlayacak siyasal zemini hazýrlamasýdýr. Cumhuriyet döneminde Osmanlý'daki Þeyhülislam'ýn yerini alan Diyanet Ýþleri Bakanlýðý gibi kurumlar sosyalizmin inþasýyla beraber tasfiye edilecek, din üzerindeki devlet baskýsýnýn kaldýrýlmasýyla beraber Aleviler de sosyalist toplumdaki gerçek inanç özgürlüðünü tadacaklardýr. Ancak tüm bunlarýn gerçekleþmesi için Alevi iþçilerinin burjuva devlet geleneðinin katliamcý yapýsýný iyice tanýmasý ve laikliðin bekçisi olarak gördükleri ve güven duyduklarý "postal"ýn hem 12 Eylül'de Alevileri siste-matik iþkencelerden geçiren hem de Sivas katliamýnda 33 aydýnýn diri diri yakýlmasýnýn arkasýndaki temel güç olan bir siyasal aktör olarak kendi sýnýf düþmanlarý olduðunu anlamalarý gerekmektedir.


Enternasyonal Postaci en büyük ve en etkin kesimini oluþturan Çarþý (esnaf, zanaatkâr, tüccar vb. gibi Ýran'ýn geleneksel orta sýnýflarý) geleneksel olarak muhafazakar kanadýn bir bileþenidir. Üstelik orta sýnýf tuzu kurularýn sokaklarda salt Batý tipi demokrasi ya da özgürlük þiarýyla Devrim Muhafýzlarýna baðlý Besiç milisleriyle, polislerle karþý karþýya gelebileceðini düþünmek pek akla yatkýn gelmiyor. Güvenilir bir kaynak olan Ýngiliz gazeteci Robert Fisk'in Tahran'daki olaylara ilgili haberlerdeki þu demeci önemlidir: "Göstericiler yalnýzca Kuzey Tahran'ýn güneþ gözlüðü takan zarif genç kadýnlarý deðildi. Yoksullar, sokaklarda çalýþanlar ve daha yaþlý kadýnlar da oradaydý. Bazýlarýnýn kucaðýnda çocuklarý vardý ve bu günün anlamýný açýklamak için zaman zaman onlarla konuþuyorlardý." Ýran'da deðiþim isteyen büyük bir gençlik güçlü var. Ve ayrýca egemen sýnýf içerisindeki çatlaklardan emekçi sýnýflarýn ve devrimci mücadelelerin güç kazandýðý tarihte birçok kez görünmüþtür. Özgürlük ve daha fazla demokrasi talebi özellikle Ýranlý üniversite öðrencileri arasýnda, beyaz yakalý iþçi sýnýfý içinde geniþ bir destek kazanabiliyor. Gösterilerin þimdilik motor gücünü bu kesim oluþturuyor. Þimdilik diyoruz çünkü bugüne kadar gösterilere daha uzak kalmýþ olan mavi yakalý iþçilerin en öncü katmanlarýnýn da gösterilere destek vermeye baþladýðý yönünde haberler gelmeye baþladý. Bunlarýn baþýnda son dönemde iþçi sýnýfý direniþinin simgesi durumuna gelmiþ olan otobüs þoförleri sendikasý ile otomobil endüstrisi iþçileri de bulunuyor. Hatýrlanacak olursa 1979'a girilirken iþçi sýnýfýnýn aktif bir biçimde Þah karþýtý mücadeleye katýlmasý ve genel grevler örgütlemesi olaylarý bambaþka boyutlara taþýmýþtý. Ýranlý devrimcilerin yapmasý gereken radikal kitle eylemlerine müdahaledir. Musavi'ye güvenmeme çaðrýlarý, sýnýf talepleri ile birleþtirilmeli; iþçi sýnýfýný mücadelenin baþýna geçirme çabasý verilmelidir.

Radikal Kitle Eylemlerinin Þekillendiði Tarihsel ve Politik Eðilim Bugünlerde Ýran hakkýnda yapýlan yorumlarýn hemen hemen tamamý tarihsel ve sýnýfsal dinamiklerden baðýmsýz olarak yapýlýyor. Kimileri Musavi'yi molla rejimden kopuk ciddi bir "demokratik" devrimci ve olaylarý da bir tür turuncu devrim olarak lanse ederken kimileri de ayný refleksle olaylar içinde ABD parmaðý arayýp "ilericilik" ve antiemperyalistlik adýna Ahmedinecat'a destek oluyor. Yine, Ýran gerçeðini daha iyi okuduðunu zanneden bazýlarý Musavi'nin rejime sadýk bir adam olduðunu turuncu devrim bekleyenlerin olaylarý istedikleri gibi gösterdiklerini söyleyip buradan bir þey çýkmaz derken ayný þekilde düþünen bazý "sekter" eðilimler de bu gösterileri "egemenler içi kavga bizleri ilgilendirmez" diyebilmektedir. Bütün bu yorumlar, Ýran'ýn toplumsal dinamiklerini ve tarihten bugüne gelen mücadele geleneðini anlayamadýklarý gibi toplumsal mücadelelerin genel yasalarýndan da bihaberdir. Ýran'ýn kendi dinamiklerine deðinmeden ikinci konuya toplumsal mücadelelerin genel yasalarýndan bir kýsmýna deðinmek faydalý olacaktýr. Musavi rejime sadýktýr deniyor doðrudur, demokrat ve özgürlükçü de deðildir diyenler var bu da kesinlikle doðru. Gelgelelim Musavi baþka bir þeydir, bugün sokaklarda kanýný akýtanlar baþka bir þey. Tarihte birçok kez burjuvazinin ya da onun bir kanadýnýn kendi hýrslarý doðrultusunda girdiði kavgada kitleleri yanlarýna çaðýrdýðý durumlarda belirli bir aþamadan sonra kitleleri kontrol edemediði görülmüþtür. Ya da egemen sýnýfýn þu ya da bu kesiminin inisiyatifi ile baþlayan olaylar bir süre sonra emekçilerden yana atýlýmcý bir hal alabilmiþtir. 1905 Devrimi'nin fitilini ateþleyen Papaz Gapon Çarlýk gizli servisi Ohrana'nýn bir ajaný ve polis sendikacýlýðýnýn bir önderi idi. Yine gerici bir cunta olan 27 Mayýs, hiç de istemediði ve öngörmediði þekilde 1960'larýn devrimci atýlýmýna zemin hazýrlamýþtýr. Bu gibi örnekleri çoðaltmak hiç de zor deðil. Sonuçta Musavi rejime sadýk birisi olabilir, ama olaylarýn daha þimdiden ulaþtýðý nokta baþlangýçta kendisinin arzuladýðý ve tahayyül ettiði noktadan bambaþkadýr. Tarih, "Humeyni'nin oðlunu" çok özel bir yere, kendisinin planladýðý yerden oldukça farklý bir yere sürüklemiþtir. Ve olaylarýn gidiþi hiç de "Humeyni'nin Oðlu"nun istemeyeceði þekilde Ýslami rejimin hayrýna deðildir. Bir devrimden söz etmek iþçi sýnýfý olaylarýn baþýna geçmediði ölçüde ciddiyetle baðdaþmayacaktýr fakat Ýslami rejimin daha þimdiden aðýr hasarlar aldýðý muhakkaktýr. Ýran'da son olaylarý ateþleyen çok güçlü bir toplumsal dinamik var. Bu dinamiðin çoðu kez atlanan olanaklarýný ve kökenlerini irdelemek çok önemli. Ýlk olarak bu dinamik esas olarak gençliðe dayanýyor. Ýran'da Ýran-Irak Savaþý'nýn acýlarýný yaþamayan ve bu dönemde iyice kemikleþen milliyetçi duygusallýkla yetiþmemiþ yeni bir gençlik kuþaðý yetiþti. Her zaman ve her ülkede toplumsal dinamikler açýsýndan belirleyici olan gençliðin politize ve aktif olmasý Ýran gibi çoðunluðu 25 yaþýn altýnda olan bir ülke için çok önemlidir. Bir diðer nokta da bu toplumsal dinamiðin kadýn katýlýmýnýn bir hayli yoðun olmasýdýr. Kadýnlar, baskýcý molla rejiminin maðdurlarýndan ve molla rejimiyle çeliþkisi bitmeyecek bir kesimdir, üstelik toplumsal olaylarda kadýn katýlýmýnýn örgütçülük ve meþruiyet gibi alanlarda etkili iþlevsel ve sembolik anlamlarý bulunmaktadýr. Bir diðer önemli husus Ýran'daki toplumsal dinamiklerin çok köklü olduðu ve saðlam bir geleneðe yaslandýðýdýr. Ýran, Ýslam Devrimi öncesinde de sivil toplum öðeleri bir hayli geliþmiþ, kültür ve sanat alanýnda derin bir birikime sahip bir toplumdu. Daha 1905 Çarlýk Rusya'sýnda baþlayan devrim hareketi ve ilk defa ortaya çýkan

ÝRAN'DA YENÝ BÝR DÖNEM AÇILIRKEN...

Sovyetler þuralar adýyla Tebriz merkezli Ýran Azerbeycan'ýnda etkisini göstermiþti. 1979'daki devrimden önce de Ýran iþçi sýnýfý ve gençliði grevler, genel grevler, ayaklanmalar, katliamlar ve daha bir dizi mücadele deneyimine sahipti. Þah'a karþý verilen demokrasi mücadelesi geniþ bir katýlýmcý demokratik bilinci yaratmýþtý. Ýran devrimci ve demokratik mücadelede nice aktivist mücadele kuþaðý geliþtirmiþtir. Sivil toplumun gücü konusunda bir faktör de ulusal mücadelelerin etki alanýnda geliþmiþtir. Hala çok aktif olan Kürt dinamiði Ýran sivil toplumunun bir parçasýdýr. Ve en önemli noktalardan birisi 1979'da Þahý deviren esas gücün solsosyalist bir içeriðe sahip oluþudur. Þah rejiminin gerçek anlamda sonunu getiren genel gev hareketini örgütlemiþ olan iþçi sýnýfý içerisinde Ýran Komünist Partisi-TUDEH'in hegemonyasý büyüktü. Gelgelelim, Stalinist TUDEH iþçi iktidarýný tamamen gündem dýþýnda tutarken açýkça Humeyni'yi desteklemiþ, bunun sonucunda da iktidarý konusunda SSCB'nin de dahil olduðu bir konsensus oluþan Humeyni (iþçi devrimindense kötünün iyisini ifade ediyordu) rahat bir þekilde iktidara oturmuþtu. Gelgelelim Ýran'daki yeni rejim her ne kadar baskýcý ve içeri kapanmacý da olsa, 1 milyon insanýný kaybettiði Irak-Ýran Savaþý'nda yükselttiði yaygýn milliyetçi histeri de olsa Ýran toplumunun dinamizmini ve açýklýðýný köreltemedi. Zaten, toplumsal tepkinin merkezi konumunda olan üniversiteler 90'lý yýllar boyunca olaylýydý. Tahran Üniversitesi'ne rejime baðlý milisler giremezdi. Birçok kez bugünkünün ufak boylusu çatýþmalar yaþanmýþtý. Zaten mollalarda þeriatçý katýlýðýný bu dinamik yüzünden epeyce yumuþatmak zorunda kalmýþtý. Diðer taraftan molla rejiminin en büyük avantajý ABD-Ýsrail dýþ politikasýydý. Milliyetçi histerinin zembereðinin boþaldýðý ABD ablukasý esasýnda rejimin içeride nefes almasýný saðlýyordu. Nükleer silah konusunda ABD ve Ýsrail ile yapýlan kapýþmalar mazlumluða dayanan milliyetçi çimentonun devreye girmesini saðlayarak rejimin içeride istikrar saðlamasýna neden oluyordu. Bugünkü olaylar karþýsýnda Obama'nýn tarafsýz pozlar takýnmasý da bu gerçek çerçevesinde hareket etmesindendir. Toplumsal muhalefeti 2000'li yýllar boyunca körelten bir bambaþka etmen de reformcu

Hatemi'nin 1997-2005 arasýndaki cumhurbaþkanlýðý sürecinin tam bir hayal kýrýklýðý olmasýdýr. Ýran egemen sýnýfýnýn bir kanadý olan Reformcularýn özgürlükler alanýnda tam bir fiyasko olduklarý, üstelik yolsuzluk ve sömürü konusunda çürümüþlük açýsýndan pek de farklý olmadýklarý Hatemi döneminde gözükmüþtü. Bu yüzden de gerçek bir rejim karþýtý sol bir unsurun þekillenmediði durumda deðiþimden yana olanlar pasifleþmiþ, Ahmedinecat dönemi açýlmýþtý. Ne var ki muhafazakar Ahmedinecat'ýn dört yýllýk iktidarýndan ve Obama döneminde ABD ile iliþkilerin yumuþama eðilimine girmesinden sonra toplumsal dinamikler bir kez daha harekete geçti. Eðer Ýran egemen sýnýfýnýn muhalefeti kanla bastýrmasý yaþanýrsa ki þimdilerde olan budur, Ýran'daki mevcut düzen tüm meþruiyetini yitirmiþ zorba bir rejim olarak toplumun çok önemli bir kýsmýnca nefretle anýlacaktýr. Üstelik Musavi'yi destekleyen büyük kent merkezli kesimler, daha çok kýrsal kesim aðýrlýklý olan Ahmedinecat destekçilerine göre çok daha etkili ve faal bir tabakadýr. Bu tabakaya iþçi sýnýfýnýn örgütlü olduðu kesimler de eklenirse rejim için alarm zilleri çalmaya baþlayacaktýr. Üstelik sokaklar bu sefer kanla bastýrýlsa da toplumsal dinamikler ilk fýrsatta tekrar sokaklara akacaktýr. Tabi ki gayet pragmatist olan Ýran'daki mevcut hakim mollalar toplumsal dinamiklerin bir ölçüde de olsa tatmini için özgürlükler alanýnýn biraz daha geniþletmeyi deneyeceklerdir. Diðer taraftan bu hamle olsa olsa gaz alma boyutlarýnda etkili olabilir. Bir diðer önemli nokta da Ýran'daki Molla rejiminin sýnýf çeliþkilerini arttýrdýðý, yolsuzluklara battýðý, Ayetullahlarýn para babalarý olduðu ve sömürünün tüm hýzýyla devam ettiðidir. Bu yüzden kitle hareketin içerisinde emekçi söylemlerin yayýlmasý için elveriþli bir zemin bulunmaktadýr. Ayrýca, radikal protesto hareketinin motoru durumunda olan gençlik içerisinde iþsizlik rekor derecelerdedir. Gençlik içerisindeki yaygýn hoþnutsuzluk, molla rejiminin alanýný daraltmaktadýr. Son 1 Mayýs'ta onlarca kiþinin tutuklandýðý Ýran gerek ülke içerisinde gerekse de ülke dýþýnda devrimci Marksist aktif bir damara sahiptir. Emekçi söylem kitle hareketine kendiliðinden iþçi sýnýfýnýn örgütlü kesimlerinin eylemlere katýlýmý ölçüsünde sýzabileceði gibi örgütlü kesimlerin müdahalesi de gayet mümkündür.

Ýran Hakkýndaki Diðer Yanýlgýlar Ýran hakkýndaki yanýlgýlarýn bir bölümü de gerçeði kendi ideolojik köhnemiþliðine uygun þekilde bükmekten kaynaklanýyor. Bunlardan biri de Ahmedinecat'ýn büyük bir "anti-emperyalist" ve uzlaþmaz bir anti-Amerikancý olduðudur. Oysa ayný Ahmedinecat'ýn ilk cumhur-

baþkanlýðý döneminde "Þii" Ýran, ABD'nin Irak'taki iþgaline direnen Þii Mehdi Ordusu'na destek vermek noktasýnda pasif kalarak; sýnýr komþusu Afganistan'da þii düþmaný Taliban güçlerini avlama konusunda ABD ile ayný safta yer alarak ABD emperyalizmine büyük katký saðlamýþtýr. Bu durumun arkasýnda Ýran alt-emperyalist devletinin çýkarlarýnýn süper güç ABD ile bu bölgelerde örtüþmesi yatýyor. ABD karþýtlýðý büyük bir gürültüyle iþlenirken Ýran rejimi buradaki ABD iþbirlikçiliðini sessiz sedasýz uyguluyordu. Ahmedinecat'ýn yeni dönemde ABD ile iliþkileri ýsýtacaðýndan da þüphe duyulmamalýdýr. Zira, Ahmedinecat da Ýran hakim sýnýflarýnýn pragmatist doðasýna uygun davranmak zorundadýr. Antikapitalist olunmadan antiemperyalist olunamayacaðý Marksistler için çok açýkken ideolojik duruþunu ulusalcýlýk meþrebine uygun biçimde büyük güçlerin tutumuna göre uyarlamaya çalýþanlar Ahmedinecat'ý antiemperyalist ilan etmekte çekince görmüyorlar. Bu noktada vurgulamak gerekir ki gerek Ahmedinecat'ýn gerekse Musavi'nin izleyeceði dýþ siyasetin, þahinliðini ya da uzlaþmacýlýðýný belirleyecek olan Ýran egemen sýnýfýnýn deðiþen uluslararasý konjonktüre göre þekillenecek çýkarlarýdýr.

Seçimden Sonra Ne Oldu? Seçim sonrasý yaþanan hareketliliðin arkasýnda iki etken var: Birincisi, egemen sýnýflarýn iç çatýþmasýnýn þiddetinin boyutu, ikincisi de öðrencilerden, beyaz yakalý iþçilerden ve toplumun pek çok kesiminden destek bulan demokrasi ve özgürlük mücadelesi. Açýkça görülüyor ki, bu iki etken birbirini tetikliyor, birbirinin rüzgârýný þiþiriyor. Egemen sýnýf içi çatýþmanýn boyutu geçmiþ zamanlardakine hiç benzemiyor. Rejime duyduðu tepkiyi eyleme döken bu denli büyük bir kitle hareketinin varlýðý, Ahmedinecat'ýn darbecilikle suçlanmasý, hatta dini Lider Ali Hamaney'e kadar giden eleþtiri oklarý rejimin saygýnlýðýný da büyük ölçüde sarsýyor. Diðer yandaysa, eylemcilerle polisler ve Besiç milisleri arasýnda þiddetli çatýþmalar yaþanýyor; yurt baskýnlarýyla, yakýlan araçlarla, kurulan barikatlarla ve öldürülen göstericilerle dolu günler Ýran'ý sarsýyor. Batý medyasý ise olaylarý bir "renkli devrim" havasýna sokmaya çalýþsa da iþin gerçeði hiç de öyle deðil. Bu algýlama, Ýran gerçeðinin bu unsurlarca hiç kavranamadýðýný ortaya koyuyor. Ne Musavi ne de yükselen kitle hareketi ABD güdümlü ilerlemiyor. Olaylarýn saðlýklý yorumlanmamasý, bizim ulusalcý, baðýmsýzlýkçý ve devrimciliði kendinden menkul "komünist"lerimizi utangaç bir þekilde Ahmedinecat canavarýný savunmaya, onu antiemperyalist bir kült haline getirmeye kadar gidiyor. Ýran'da kitlelerin sokaða inmelerini ABD'nin tezgâhý olarak görmek Ali Hamaney'in söylediklerini papaðan gibi tekrar etmekten baþka bir þey deðil. Hal böyle oluna bize de sormak düþüyor "Komünistler" mi tutarsýz, Hamaney mi gizli "komünist"? Ýran sokaklarýndakiler polisle çatýþýyorlar. Ve bu iþ, þimdilik Musavi'nin kontrolünde ya da arzusunda gibi görünse de yavaþ yavaþ belirli sýnýrlarý da zorlamaya baþlýyor. Örneðin, "Seyid Ali Pinochet" gibi Hamaney'e yönelik sloganlar, Musavi'nin üretebileceði türden midir? Ýran'da bugünkü durumu, Þili'de Allende Hükümetinin Pinochet darbesiyle ezilmesine benzeten bu sloganýn radikalliði, kitlelerin politik bilincinin yüksekliðini açýkça göstermektedir. Reformculardan yüzünü daha radikal söylemlere, Marksizme, sosyalizme dönen unsurlarýn varlýðýna da iþarettir. Ki 2000'lerden bu yana Hatemi'nin reformculuðundan ve düzen içi özgürlük, demokrasi söylemlerinden hepten umudu kesen genç nesil hem üniversitede hem de çalýþma alanlarýnda daha radikal eðilimlere, Marksizm'e yönelmiþ durumda. Musavi, sadece hükümet karþýtlýðý üzerinden muhalefeti yürütmeye çalýþýrken, kitlelerin sistemi karþýsýna almaktan korkmadýðý ve düzen sýnýrlarý içinde reform taleplerinin sýnýrýný aþabileceði ortadadýr.

Seçimleri Boykot Et! Eylemleri Devrimcileþtir! Tabii ki bugünkü hareketler henüz iþçi sýnýfý merkezli deðiller ve bu yüzden bu haliyle de bir sýnýrlarý olduðu kesin. Bu eylemliliðin içinde mutlaka devrimciler de yer almak, kitlelere seslenmek, örgütlenmek ihtiyacý ve sorumluluðunu duyacaklardýr. Devrimcilerin geniþ ölçekte görevi devrimci ve baðýmsýz iþçi sýnýfý siyasetini örmektir ancak Ýranlý devrimciler bugün demokratik talepler uðruna verilen mücadeleye seyirci kalamazlar. Musavi'nin taþýyamayacaðý, altýndan kalkamayacaðý sloganlar, kitle radikalliðini Musavi pragmatizminden kurtarýcý etkide olabilir ve bu tarz taktikler üretilmeli ve geniþletilmelidirler de. Bu, bugünkü eylemlerde ya da geleceðin eylemlerinde temel görev olmalýdýr ki Ýran'da gelecek eylemler için kapý açýlmýþtýr. Ýran'daki rejim bugün itibariyle hiçbir þekilde göz ardý edilemeyecek saðlam bir tokat yemiþtir. Bunu ileriye taþýmanýn taktiklerini üretecek olan Ýranlý devrimcilerdir. Bugünü geleceðe taþýmak için de iþçi sýnýfýnýn uzlaþmaz siyasi çizgisi temelinde doðru taktiklerle yola çýkacak devrimci Marksist bir örgüt zorunludur. Nitekim Musavi ve arkasýndaki blok, kendilerinden beklenildiði üzere, kitle hareketi güçlendiði ve söylemleri düzen sýnýrlarý dýþýna doðru radikalleþtiði ölçüde geriye çekilecek yarattýðý enerjiden korkuya kapýlacaktýr. Bu, burjuvazinin karakteristik bir özelliðidir. Demokratik taleplerin karþýlanabilmesi için bile iþçi sýnýfýnýn devrimci mücadelesinin devrimci Marksist bir öncünün liderliðinde Sosyalist Ortadoðu Federasyonu hedefi çerçevesinde örülmesinin zorunluluðu bugün Ýran'da bir kez daha açýða çýkmýþtýr.

Baþlangýcý Arka Kapakta


Ýþçinin Yolu

13

Pakistan Emperyalist Savaþ Cenderesine Çekilirken

Bugün Pakistan'da mülteci konumuna düþürülen ve en temel ihtiyaçlarýndan yoksun býrakýlarak bir felaketin sürüklenen 2.5 milyona yakýn insan egemen sýnýflar için koca bir hiçtir. Pakistan'daki ve Orta Asya'daki iþçilerin birlikte hareket edip, kapitalizmi tarihin çöplüðüne göndermek için gerekli kararlýlýðý saðlayamadýðý sürece gelecekte de yeni felaketlerin ve katliamlarýn yaþanmasý kaçýnýlmazdýr.

Nepal Aynasýnda Demokratik Devrim Tezleri Nepal'de yoksul halk ve iþçi sýnýfý, 2006 yýlýnýn ilk aylarýndan baþlayarak yaþadýklarý sefalet düzenine karþý büyük bir mücadele dalgasý örgütlediler. Genel grevle, baþkentteki blokajlarla, on binlerce kiþilik sokak gösterileriyle düzenin felç olduðu bu süreçte kitleler üzerlerine ateþ açýlmasýna raðmen kararlý bir duruþla bedel ödeyerek sokaklarý terk etmediler. Yükselen direniþin gücü karþýsýnda krallýk geri adým atarak meclisi açmak zorunda kaldý. Kitle hareketinin liderliðini 1991'den beri gerilla mücadelesi yürüten, ülkenin yüzde 90'nýna yakýnýný kontrol eden ve 20 binin üstünde silahlý militaný olan Nepal Komünist Partisi-Maoist(NKP-M) yapmaktaydý. Yoksul halk ve iþçi sýnýfýnýn devrimci enerjisinin ateþiyle Nepal'deki çürümüþ rejimin sapýr sapýr döküldüðü bu dönemde NKP-M kolayca burjuvaziyi ve eski egemen sýnýflarý mülksüzleþtirip iþçi iktidarýný kurabilecekken savunduðu "demokratik devrim" tezlerinin bir sonucu olarak cýlýz Nepal burjuvazisi ve onun arkasýndaki uluslararasý odaklarla(Hindistan ve ABD) anlaþma yoluna gitmeyi tercih etti. Aþamalý devrim anlayýþý çerçevesinde Nepal'de çözülmesi gereken demokratik görevlerin(toprak reformu, ulusal sorun vb.) ancak bir burjuva cumhuriyette, bir sýnýflar ittifaký çerçevesinde çözülebileceðini düþünen NKP-M, bu perspektifle burjuvazinin ulusalcý, "ilerici" kesimi ilan ettiði Nepal Kongre Partisi ile uzlaþarak kitle radikalizmini frenledi. Karþýlýðýnda elde ettiði ise Nepalli egemenler tarafýndan da artýk istenmeyen, kuru bir kabuða dönüþmüþ krallýðýn feshi oldu. Krallýk feshedildi edilmesine ama sistem ayný gerici içeriðiyle olduðu gibi duruyor. Gerçekleþtirilmesi gereken demokratik görevler adýna bir adým yol alýnmadý. Aþamalý devrim anlayýþýyla özel mülkiyete dokunmayacaðýný ilan edip mülk sahibi sýnýflarýn içini rahatlatan NKP-M, açýkça uluslararasý kapitalist sistemle uyum içinde hareket etti. Kurucu Meclis'in çoðunluðunu kazanan NKP-M'nin burjuva ortaklarýyla birlikte baþbakanlýk ve bakanlýklar alarak kurduðu hükümet 9 ay boyunca kitlelere söz verdiði anayasanýn hazýrlanmasý, sosyal ve ekonomik koþullarýn iyileþtirilmesi, toprak daðýtýmý gibi açýlýmlardan hiçbirini gerçekleþtirmedi, gerçekleþtiremedi. Býrakýnýz yoksul köylülüðe toprak daðýtmayý gerilla savaþý sürecinde ele geçirilen topraklar dahi NKP-M tarafýndan eski sahiplerine geri verildi. NKP-M, sosyalist bir yönelim içinde olmadýðýndan, kapitalist bir geliþim için Nepal'i kalkýndýrmaya uðraþtýðýndan dem vuradursun; grevleri yasaklasýn, Dünya Bankasý ve IMF'nin istekleri doðrultusunda bütçeler hazýrlasýn, yoksul halk aleyhine yerli ve yabancý sermayeye teþvikler düzenlesin ya da ABD'li ve Hindistan'lý egemenlerle görüþerek ýlýmlýlýðýný ispata uðraþadursun, egemen sýnýflar ise tam bir kuklaya dönüþmeden NKP-M'ye güvenmeyeceklerini ortaya koydular.

Ocak 2009'da ABD'de devlet baþkanlýðý görevine getirilen Barack Obama, George Bush döneminde baþlatýlan savaþ politikalarýnýn sadýk bir devamcýsý olduðunu Pakistan'a yönelik yürüttüðü kanlý saldýrýlarla bir kez daha kanýtladý. Baþkanlýk seçimleri öncesinde göreve gelmesi durumunda Irak'taki askerlerin bir kýsmýnýn Afganistan'a çekileceðini açýklamýþtý. Obama'nýn Afganistan'daki savaþý Pakistan'a yayma politikasý sonucu, ABD uçaklarý sivil halký hedef alan saldýrýlar gerçekleþtirerek Pakistan emekçilerine yönelik katliamlarda bulundular. 2008 Aðustos'undan 2009 Mayýs'ýna kadar ABD savaþ uçaklarýnýn bölgeye düzenlediði 40'tan fazla hava saldýrýsýnda 400'den fazla kiþinin öldüðü tahmin edilmekte. ABD'nin baskýlarýna dayanamayan Pakistan hükümeti de Nisan ayý sonlarýnda, Afganistan sýnýrýnda güçlü olduðu bilinen Taliban güçlerine yönelik bir operasyona giriþti. Pakistan ordusunun operasyonlarý sonucu bölgede yaþayan 2.5 milyona yakýn kiþi evlerinden ayrýlmaya zorlanarak mülteci konumuna düþürüldü. Taliban ve Pakistan ordusu arasýndaki çatýþmalarýn ortasýnda kalan bölge halký, çatýþan taraflarýn sivil halký hiçe saydýðýný belirtmekteler. Mülteci konumuna düþen Pakistan emekçilerinin en temel ihtiyaçlarý giderilmi-yor; halk þu anda gýda ve temiz içme suyu sýkýntýsý çekiyor. Bölgedeki emperyalist savaþýn neden olduðu bu felaketin ardýndan tüm dünyanýn gözü de Pakistan'da yaþananlara çevrilmiþ durumda. Zira emperyalist paylaþým kavgalarýnýn gelecekteki rotasýný belirlemek açýsýndan Pakistan kilit bir rol oynamakta. Orta Asya'daki muazzam enerji kaynaklarýna eriþmek için Afganistan ve Pakistan üzerindeki denetimini saðlamlaþtýrmanýn ABD açýsýndan çok önemli olduðu biliniyor. 2007'den beri ABD'nin Pakistan hükümetini Taliban'a operasyon düzenlemek için zorlamasýnýn altýnda yatan neden de bu. ABD'nin Soðuk Savaþ döneminde,

SSCB'ye karþý Afganistan'da kendi eliyle örgütlediði Taliban, artýk medeniyetin en büyük düþmaný olarak lanse ediliyor. Mesele, adýna "medeniyetler çatýþmasý" denen saçmalýk deðil; Taliban'ýn, ABD'nin bölgedeki çýkarlarýna tehdit oluþturmaya baþlamasýyla beraber aforoz edilmesidir. ABD, Orta Asya'nýn petrol ve doðalgaz kaynaklarýna açýlan bir kapý konumundaki Afganistan'a girdiði 2001'den beri bölgede tam hâkimiyetini saðlayabilmiþ deðil. Bugün ABD'nin Pakistan'a düzenlediði saldýrýlar da tam bir hâkimiyet kurma planýnýn bir parçasýdýr. Özellikle sýnýr bölgelerinde çok güçlü olan ve gittikçe ülkenin içlerine ilerleyen Taliban kuvvetlerine karþý düzenlenen operasyonlar da yine bu amaçlara hizmet etmektedir. Öte yandan ABD'nin hamlelerinden duyduðu çekinceleri belirten Çin'in ve bölgeye yönelik beklentilerini arttýran Rusya'nýn Orta Asya'daki petrol ve doðalgaz yataklarýna yönelik yoðunlaþan planlarý da, emperyalist savaþlarýn ilerleyen dönemde çok daha kanlý biçimde süreceðinin habercisi. Emperyalist hiyerarþide hýzla týrmanan bu ülkeler, kendi arka bahçeleri olarak gördükleri Orta Asya coðrafyasýnýn enerji havzalarýnýn kendi kapitalist geliþme seyirleri açýsýndan muazzam derecede önemli olduðunun bilinciyle ABD'nin karþýsýnda büyük güçler olarak dikilerek meydan okuyorlar. Savaþýn faturasý ise Pakistan iþçilerinin sýrtýna yükleniyor. Neoliberal politikalarla, özelleþtirmelerle, IMF'nin dayattýðý "yapýsal uyum programlarý" ile yýllardýr kapitalist sömürü hummasýný iliklerine kadar hisseden Pakistan iþçi sýnýfý ise katliamlara ve ABD iþgaline karþý sesini günden güne arttýrmakta. Özellikle 2008 yýlýnda baþlayan elektrik kesintileri ve elektriðe, buðdaya yapýlan zamlar, bunun yanýnda petrol fiyatlarýndaki artýþ ve birçok þirketin özelleþtirilmesiyle Pakistan emekçileri tepkilerini hükümete karþý yükseltmeye baþlamýþlardý. ABD'nin düzenlediði saldýrýlar sonucu ise kitlelerin

Kitlenin devrimci ateþini söndürmesi karþýlýðýnda Nepal egemen sýnýflarý ve uluslararasý ortaklarýnýn NKP-M ile yaptýklarý anlaþma uyarýnca silah býrakan 20 bine yakýn milis, düzenin burjuva ordusuna katýlacaktý. Ancak egemen sýnýf kendi özel mülkiyetinin, ayrýcalýklarýnýn, iktidarýnýn koruyucusu olacak orduda geçmiþte hayatý pahasýna mücadele etmiþ ve bu uðurda yüzlerce yoldaþýný kaybetmiþ eski gerillalara yer vermek istemedi, onlara güvenmedi. Bu çerçevede genelkurmay baþkaný, tabii ki egemen sýnýfýn tercihleri doðrultusunda, milislerin burjuva orduya entegrasyonunu sürekli engelledi ve son olarak sefil koþullarda birleþmeyi bekleyen binlerce milisin varlýðýna raðmen orduya 3 bin yeni asker aldý. Bu geliþme üzerine NKPM'nin lideri Prachanda baþbakanlýðýndaki hükümet, darbe planlamasý içinde olduðu gerekçesiyle genelkurmay baþkanýný görevden aldý; ancak cumhurbaþkaný onu göreve iade etti. Sonuçta gerek kitlesinin hiçbir talebini gerçekleþtirememesi gerekse militanlarýnýn sefalete terk edilmesi karþýsýnda yükselen taban basýncý üzerine kitle desteðini kaybetmemek için NKP-M önderliðindeki hükümet istifa etti. Ancak NKP-M, hala burjuva temsilcilerle, olaylarýn tetikleyicisi olduðunu söyledikleri Hindistan'ýn büyükelçisiyle görüþmelere devam etmekte. Cumhurbaþkanýnýn özür dilemesi halinde göreve geri döneceklerinden dem vuruyorlar. NKP-M, bu karþý atak karþýsýnda, burjuva politikalarla iliþkisini kesip kitleleri harekete geçireceðine barýþçýl protestolarla muhalefet yapacaðýný söylüyor. Egemen sýnýfýn karþý saldýrýya geçtiði bu koþullarda, hala uzlaþmacýlýkta diretme aymazlýðý karþýsýnda öfkelenmemek mümkün deðil. NKP-M tarihten öðrenmediði gibi yaþadýklarýndan da dersler çýkarmýyor. Emperyalizm çaðýnda geliþmiþ ülkelerde olduðu gibi geç kapitalistleþen ülkelerde de basit demokratik görevlerin yerine getirilmesi dahi burjuvazinin boyunu aþmaktadýr. Kitle radikalizmi korkusuyla eski egemenlere sýkýca sarýlmayý tercih eden burjuvazi korkak, aciz ve güdüktür. Ayrýca geç kapitalistleþen ülke-

radikalliði daha da arttý. Fakat ne yazýk ki Bolþevik temelde örgütlenmiþ, iþçilere öncülük edecek devrimci bir partinin yokluðunda iþçi sýnýfýnýn bu tepkiselliði Amerika karþýtlýðýnýn ve yabancý düþmanlýðýnýn sýnýrlarýný aþamýyor. Bu noktada devrimci görev ise Pakistan iþçilerinin bu radikalliðini kapitalizm karþýtlýðýna dönüþtürerek, asýl düþmanlarýnýn yýllardýr kendilerini sömürüp emperyalist savaþ masalarýnda pazarlayan Pakistan egemen sýnýflarý ve kapitalizm olduðunu ýsrarla vurgulamak ve Pakistan burjuvazisinin bu katliamlarda baþ sorumlu olduðunu iþçilere anlatmaktýr. Özellikle kapitalizmin büyük bir buhran sürecine girdiði bu dönemde kapitalist dünya sistemindeki týkanýklýðý açmak için önemli bir silah olan emperyalist savaþlar karþýsýnda iþçi sýnýfý uyanýk olmak zorundadýr. Ýþçi sýnýfý emperyalist devletler arasýndaki paylaþým savaþlarýna direnç gösteremediði ve sosyalist devrim perspektifiyle hareket edemediði sürece kapitalist dünya sisteminin katliamlarýnýn süreceði ise tarihsel bir gerçekliktir. Pakistan iþçilerinin yegane kurtuluþu ise Pakistan'da baþlayýp Orta Asya'ya yayýlan bir devrimci dalga sonucu kurulacak Sosyalist Asya Federasyonu olacaktýr. Bunun dýþýndaki bütün "çözüm"ler son kertede burjuvaziye hizmet ederken emperyalist savaþlarýn faturasýný yine iþçi sýnýfý ve yoksul halklar kanlarýyla ödemeye devam edecektir. Bugün Pakistan'da mülteci konumuna düþürülen ve en temel ihtiyaçlarýndan yoksun býrakýlarak bir felaketin sürüklenen 2.5 milyona yakýn insan egemen sýnýflar için koca bir hiçtir. Burjuvazinin kendi sýnýf çýkarlarý uðruna iþçi sýnýfýný oluþturan milyonlarý savaþ alanlarýnda katletmekten çe-kinmeyeceði geçmiþteki emperyalist savaþlardan bilinmektedir. Pakistan'daki ve Orta Asya'daki iþçilerin birlikte hareket edip, kapitalizmi tarihin çöplüðüne göndermek için gerekli kararlýlýðý saðlayamadýðý sürece gelecekte de yeni felaketlerin ve katliamlarýn yaþanmasý kaçýnýlmazdýr.

lerde burjuvazi ile eski egemenlerin çýkarlarý(toprak sahiplerinin kapitalistleþmesiyle olduðu gibi) iç içe geçmiþtir. Bu çerçevede toprak sorunu, ulusal sorun, demokratik açýlýmlar çoktan gericileþmiþ burjuvazi ve onun egemenliðindeki bir cumhuriyet tarafýndan çözülemez. Aksine mülkiyet iliþkilerine karþý yönelmiþ en ufak bir çaba dahi burjuvazi ve uluslararasý ortaklarýnýn saldýrýlarýyla karþý karþýya kalmaya mahkumdur. Yapýlan anlaþmalara raðmen milislerin orduya entegrasyonuna ayak sürülmesi, toprak daðýtýmýnýn yapýlmamasý ve yaþanan daha birçok olay bunu kanýtlamaktadýr. Demokratik görevler gerçekleþtirilecekse, Nepalli iþçilerin ve yoksul halkýn sorunlarý çözülecekse açýktýr ki bu Nepal burjuvazisine raðmen yapýlacaktýr. Bütün bu çýplak gerçeklere raðmen NKP-M, aþamalý devrim programý uyarýnca iktidarý Nepal iþçi ve yoksullarýnýn eline verebilecekken hiçbir toplumsal desteði olmayan güdük Nepal burjuvazisine teslim etmiþtir. Demokratik cumhuriyet açýlýmlarý neticesinde burjuva iktidarýnýn pekiþmesi için her türlü tavizi veren NKP-M, 2006 ayaklanmasýndan sonraki üç yýl boyunca demokratik görevler adýna bir arpa boyu yol alamamýþtýr. Aksine sabýrla sularýn durulmasýný bekleyen burjuvazi, koþullar olgunlaþtýðýnda ibrenin kendinden yana dönmesi için NKP-M'yi süreç dýþýna itme yönünde adýmlara baþlamýþtýr. Kendisi için bir kuklaya dönmediði ölçüde Nepal egemenlerinin NKP-M için projesi kitle hareketinin durulduðu ilk anda bu gücü bertaraf etmektir. Bu geliþmelerden çýkarýlacak temel sonuç, demokratik görevlerin ancak sürekli devrim programýyla donanmýþ Bolþevik bir öncünün liderliðindeki devrimci iþçiler ve yoksul köylüler tarafýndan, onlarýn iktidarý tarafýndan gerçekleþtirilebileceðidir. Unutulmamalýdýr ki demir tavýnda dövülür. Devrimci koþullarýn sonsuza kadar sürmeyeceðinin bilinciyle kitleler demoralizasyon ve yorgunluk içine girmeden iktidar, Nepal iþçi ve yoksul köylülerinin eline geçmezse karþýlaþýlacak olan karþý-devrimin getireceði baský, zulüm ve sefalet düzeni olacaktýr.


14

Ýþçinin Yolu

Kultur Sanat

Ýþçi Kitaplýðý

Ýnsanlýk tarihinin baþlangýcýndan bu yana, sanat insanlýðýn geçirdiði sancýlara paralel olarak geliþimini günümüze kadar sürdürmüþtür. Hiç kuþku yok ki sanat, tarihin seyrinden baðýmsýz olmamýþtýr ve olamaz da. Dönem dönem büyük savaþlarýn betimleyicisi, kimi zaman dinin propaganda aracý ve bazen de içinde yaþanýlan toplumun ön yargýlarýna karþý bir savaþým aracý olmuþtur sanat. Günümüz koþullarýnda ise sanat ve sanatçý daha çok burjuvazinin tekelinde ve onun çýkarlarýna uygun olarak ilerlemekte. Elbette bunun dýþýnda istisnai sanatçýlar ve bu sanatçýlarýn ortaya koyduðu eserler de mevcuttur. Fakat bunlar da sanatýn olmazsa olmaz estetik deðerlerini, niteliðini ve savunduðu dünya görüþünü ilerletmek þöyle dursun bulunduklarý konumu bile koruyamamakta ve yozlaþmanýn, piyasanýn pençesine düþmektedir. Bütün dünyada olduðu gibi Türkiye'de de sanat, kapitalistlerin elinde kendilerini elit bir tabaka olarak göstermek için kullanýlan ve sadece iyi bir gelir düzeyine sahip insanlarýn ulaþabileceði bir etkinlik halindedir. En son gerçekleþen olaylara bakmak yerinde olacaktýr. Birçok büyük þirketin, Sabancý ve Koç gruplarýnýn düzenlediði konserler ve yurt dýþýndan getirilen sergiler televizyonlarda övüle övüle bitirilememekte. Hatta bu þirketlerin patronlarý, üst düzey yöneticileri ekranlarda orkestralar yönetiyor ve bütün bu etkinlikleri halk için bedavaya yaptýklarýný ileri sürüyorlar. Temel felsefesi daha fazla kar, sömürü ve savaþ olan kapitalistler nasýl oluyorsa halk için kapsamlý kültürel faaliyetler düzenliyorlar! Aslýnda bu yalanlar peþ peþe sýralanýrken tek bir amaç güdülüyor: yoksul halka ve iþçi sýnýfýna kendilerinin elit bir tabaka olduklarýný, herkesin yerini bilmesi gerektiðini göstermek ve de kapitalizmi yüce insani deðerlere katký sunan bir sistem olarak lanse ederek meþrulaþtýrmak. Bunun dýþýnda ne hikmetse yine bu büyük þirketlerin televizyon kanallarýnda ve gazetelerinde sanat eseri diye yayýnlananlar halký bilinç-

sizleþtirmeye, yozlaþmaya ve uyuþturmaya yönelik saçmalýklardan ibaret. Bütün bunlarýn dýþýnda ise kendini muhalif ve sol olarak adlandýran gruplarýn ve sanatçýlarýn içine düþtükleri kýsýr döngü ve sýnýftan kopuþlarý gün gibi ortada. Sanat, aydýnlanmanýn ve sýnýf savaþýnýn en etkili propaganda araçlarýndan biridir. Bu halde sanatý, kendi iç dinamiklerini, yöntemlerini daha da geliþtirerek ve yeni bir dünya ve yeni bir insan yaratmak için ilerletmek, burjuvazinin tekelinden kurtarmak zorunludur. Dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri ise sanatçýlarýn kendilerinin entelektüel birikimlerini baz alarak kendilerini sýnýftan üstün görme eðilimlerinin önüne geçilmesidir. Þu nokta asla unutulmamalýdýr: her alanda olduðu gibi sanat alanýnda da tarihin öznesi iþçi sýnýfýndan uzaklaþmak burjuvazinin deðirmenine su taþýmak demektir. Sanat sanýlanýn aksine boþ zamanlarda ortaya konan bir olgu deðildir ve sanatçý bütün insanlýðýn üstünde bir varlýk deðildir. Sanatýn alaný ile insanýn hakim olmaya çalýþtýðý alan birdir: Ýnsanýn içinde yaþamak zorunda olduðu madde ve hareket dünyasý ile o t o m a t i k davranýþlar ve rastgele isteklerle dolu iç dünya. Hayatý bir sanata dönüþtürmek ve ondan en az bu sanat eserlerindeki gibi bir haz duyarak yaþamak yeni bir dünyada ve yeni insanla var olacaktýr. Sanat ve zekadan ayrý tecrübe yabanidir, düzenden yoksundur; þekilsiz madde ve gayesiz harekettir. Bizler sanatýn estetik deðerlerini ve amacýný önemseyerek her alanda sömürülen ve saldýrýya uðrayan iþçi sýnýfýnýn yanýnda ve destekçisi ola-

Sinema Üniversite yýllarýnda devrimci mücadeleye katýlan Yusuf'un 19 Aralýk 2000'de devlet eliyle devrimcilere karþý cezaevlerinde yürütülen operasyonlar sonrasý yaþadýklarýný anlatan Sonbahar, Özcan Alper'in yönetmenliðini yaptýðý 2008 yapýmý baðýmsýz bir film. F tipi cezaevleri üzerinden katýksýz iþkence yönteminin sistematikleþtirilmesine karþý cezaevlerindeki devrimcilerin açlýk grevleriyle baþlayýp ölüm orucuyla devam eden direniþleri karþýsýnda, 19 Aralýk'ta devlet, ülkedeki 20 cezaevinde bir operasyon düzenlenmesine karar vermiþti. Katliam sýrasýnda 30 devrimci, koðuþlara yaðdýrýlan kurþunlar la, atýlan bombalarla ve ateþe verilen koðuþlarýn içerisinde diri diri yakýlarak can vermiþti. Sonbahar da, bu katliamdan sonra 8 yýl boyunca F tipinde yatan Yusuf'un aðýr iþkence

koþullarý sonrasýnda yaþadýðý ruhsal çöküntüyü izleyiciye yansýtýyor. Egemenlerin adýný utanmazca "Hayata Dönüþ Operasyonu" koyduðu bu saldýrýyla, salt direnen siyasi tutuklularý yok etmek deðil, tüm devrimcileri korkutmak, gözdaðý vermek amaçlanýyordu. Devrimcilerin F tiplerine týkýlmak istenmesinin temel sebebi, sisteme karþý duran unsurlarý yýllar süren bir sessizliðin içerisine hapsederek pasifize etmek ve onlarý doðru düzgün konuþamayacak duruma getirmekti. Aslýnda F tipi cezaevlerinin aðýr iþkence koþullarý ve insanlýk onurunun nasýl hiçe sayýldýðý, bir insaný tecrit etmenin tam da sömürü düzenine yaraþýr türden vahþice bir uygulama olduðu Hüseyin Karabey'in "Sessiz Ölüm" belgesel-filminde oldukça çarpýcý biçimde anlatýlmaktadýr. Sonbahar ise hiç bunlara deðin

caðýz. Bütün birikimimizi onlarla paylaþmak için onlarýn olduðu her yere ulaþmaya çalýþacaðýz. Asla yozlaþmýþ kültürün, piyasanýn kaygýlarýna düþmeden kendi bilinç düzeyimizle birlikte emekçilerin bilinç düzeyini yükseltmek için emek harcayacaðýz. Spartaküs Kültür ve Sanat Topluluðu bu amaçla yola çýkýþýmýzýn ilk adýmýdýr. Zorlu bir yolda yürüdüðümüzün farkýnda olarak dikkatimiz, enerjimiz ve heyecanýmýz en üst düzeyde olacaktýr. Sansürlere, baskýlara karþý asla taviz vermeden yolumuza devam edeceðiz. Spartaküs Kültür ve Sanat Topluluðu, kültür ve sanat etkinliklerini iþçi sýnýfýnýn ulaþabileceði alanlarda, iþçi mahallelerinde, sokakta, eylemlerde bugüne kadar olduðu gibi bundan sonra da yapmaya devam edecektir. Bizler iþçi sýnýfýnýn devrimci mücadelesinde en ön saflarda sýnýfla beraber her zaman kol kola yürüyeceðiz. Söyleyecek sözümüz, mücadeleye inancýmýz var. Ýþçi sýnýfýnýn kurtuluþunun kendi ellerinde olduðunu bilerek ve sanatýn evrenselliðine inanarak þimdi mücadele zamaný d i y o r u z . Kapitalizme, patronlarýn saltanatýna son verene kadar, dünya devrimine, sosyalizme olan inancýmýzla bu yolda saðlam ve emin adýmlarla ilerleyeceðiz. Umutla ve kavgayla kurtulacaktýr iþçi sýnýfý kollarýndaki zincirlerden. Umutsuzluða yer yok kavgamýzda, sanatýmýzda. Yeniden kurulacak bir dünyaya kollarýmýzý açtýk. Büyüyecek bu kavga ve kollarýmýz saracak, kucaklayacak dünyayý.

Gelecek bizim ellerimizde. Onu mutlaka yaratacaðýz.

meden Yusuf'un 19 Aralýk katliamý sýrasýnda yaþadýklarýný bir fon olarak kullanýyor. Bu yönüyle maziye sadece gönderme yapmakla yetinip, 19 Aralýk'ýn kapsamlý bir analizini yapmaya hiç giriþmeden, bu katliamýn ve F tipi cezaevlerinin birey üzerindeki etkilerini anlatýyor. Fakat bunu söylerken de, Alper Görmüþ'ün Sonbahar'ýnýn 19 Aralýk'ý dozunda kullandýðýný ve tüccardan bozma senaristler için artýk vazgeçilmez birer ekmek kapýsý haline gelmiþ bulunan 12 Eylül ve darbe temalý melodramlarla alakasý olmadýðýný belirtmek gerekir. 8 yýllýk hapis hayatý sonrasý memleketine dönen Yusuf'un mücadeleden elini ayaðýný çekiþi sonrasýnda içine düþtüðü yalnýzlýk, en yakýn arkadaþýndan gelen "eskiden bir sosyalizm umudumuz vardý, onu da aldýlar" sitemi, SSCB'nin daðýlýþý sonrasý Karadeniz'e daha iyi bir yaþam ümidiyle gelen Gürcü kadýnlarýn yaþantýlarýndan kesitler, yönetmenin politik bir tercih olduðunu

Büyük tarihsel olaylar, sanatçýlara tarihe geçecek ürünler yaratmalarýnda ilham kaynaðý olurlar. Toplumsal mücadelelerin toplumlarý sarstýðý dönemler mücadeleden yana þairlere, edebiyatçýlara iþlenmeyi bekleyen benzersiz malzemeler sunar. Böyle dönemler devrimci sanat ve kültür alanýnda taþýdýðý canlýlýðýn yaný sýra eþsiz yapýtlara da evsahipliði yapar. Ýþte Kuzey-Güney savaþý ve devamýnda Amerikan iþçi sýnýfý mücadelesinin yükselmesiyle 1 Mayýs'lara, 8 Mart'lara ilham veren dönem, sadece dünya iþçi sýnýfý mücadelelerine deðil, devrimci sanata da ilham kaynaðý olmuþtur. Howard Fast'ler, Jack London'lar bu dönemin evlatlarýdýr. John Steinbeck'ler, Ernest Hemingway'ler ise 20. yüzyýl Amerikan muhalif edebiyatýnýn temsilcileri olmuþlardýr. McCarthy tarafýndan düzenin sosyalist muhaliflerine karþý baþlatýlan cadý avý ile yaratýlan düþmanca atmosferin ve iþçi sýnýfý hareketinin gerilemesinin bir ürünü olarak Amerikan muhalif edebiyatýnýn yýldýzý da sönmüþtür. Sonraki dönemde yukarýda bahsi geçen yazarlarýn parlaklýðýnda bir ismi bulmak ne yazýk ki zordur. John Steinbeck'in Bitmeyen Kavga romaný da, bu dönem içerisinde yazýlmýþ, dünya muhalif edebiyatýna damgasýný vuran önemli eserlerden birisidir. Steinbeck, bu romanýnda 1930'lu yýllarýn Amerika'sýnda, elma

söylediði Hemþince'nin film boyunca kullanýlmýþ olmasý gibi unsurlar hikayeye renk katýyor; fakat tüm bunlar Sonbahar'ýn politik anlamda güçlü bir film olmasý için yeterli gözükmüyor. Sonbahar, Yusuf'un psikolojik durumunu iyi yansýtýp, özellikle Karadeniz coðrafyasýnýn görsel malzemelerini ve görüntü yönetmenliðinin baþarýsýyla zenginleþen bir görselliði, baþarýlý müzik kullanýmýyla birleþtirip seyircilere sunarken politik açýdan bilinçli olarak tasarlanmasa da- umutsuzluðu, yýlgýnlýðý, inançsýzlýðý yayan bir film olarak karþýmýza çýkýyor.

bahçelerinde çok aðýr koþullarda çalýþan mevsimlik iþçileri ve onlar arasýnda örgütlenen bir grevi anlatmaktadýr. Ýki devrimcinin iþçiler arasýna karýþarak tabandan örgütlemeye çalýþtýklarý grev, okura iþçi bilincinin ne denli geliþmeye açýk olduðu, kendi gerçeklikleri onlara fark ettirildikleri takdirde iþçilerin bitmeyen kavgalarýna nasýl sahip çýktýklarýný yalýn diliyle, realist bir anlayýþla vermekte. Kapitalizmin getirisi zulmün, açlýðýn ve iþçilerin hayatlarý üzerinde oynadýðý kirli oyunlarýn, bitmek bilmez kar hýrslarýnýn tüm çýplaklýðýyla gözler önüne serilerek mahkûm edildiði roman, devrimci mücadelede Kaliforniya meyve bahçelerinde çalýþan iþçiler üzerinden uzlaþmazlýðýn, devrimci kararlýlýðýn ve gözüpekliðin önemine vurgu yapýyor. Steinbeck, kapitalist sistem sürdükçe kavganýn bitmeyeceði ve mücadele bayraðýnýn elden ele taþýnacaðý mesajýný güçlü bir þekilde okuruna iletmekte. Bu çerçevede de genç nesillere mücadele umut ve azmi aþýlayan bir eser olarak deðerini korumakta.

Yönetmenin 'Bu film benim vicdan borcumdu.' sözüne atfen, ortaya konulan eserin vicdan borcunu ödeyebilecek bir film olmadýðýný söylemek doðru olacaktýr.


Ýþçinin Yolu

Ýþçileþen Avukatlar

15

Okurlarimizdan.. Yeni Çeltek Diyarý Amasya'dan Devrimci Selamlar

Ankara'da avukatlýk yapan bir Marksist Bakýþ okuru olarak, Ýþçinin Yolu'nun çýkýþýný heyecanla bekledim. Bir kýsmýnýz, tuzu kuru avukatlarýn ne iþi olur Ýþçinin Yolu ile diyebilirsiniz. Evet, bir zamanlar avukatlýk mesleði de diðer bütün profesyonel meslekler gibi iyi para kazandýran bir meslekti. Avukatlar için orta sýnýf bir meslek de denebilirdi. Ancak, kapitalist sistemde düzenin avukatlýðýný türlü düzenbazlýklarla yapmadýðýnýz sürece, sermayedarlarýn ya da devletin savunucusu olmadýðýnýz müddetçe bu pozisyonlara gelmek mümkün deðil. Avukatlarýn pek çoðu bugün proleterleþmiþlerdir. Sýnýf atlama hayalleri boþunadýr ve kapitalist sömürü düzeninin gerçeði, hayalperestlerin çoðunun yüzünde her gün patlamaya devam eder. Gerçi pek çoðunuz daha ilkokul sýralarýndayken bu gerçeðin farkýna varmýþ olabilirsiniz. Özel derslere verecek, dershanelere gidecek parasý olmayan yoksul çocuklar zaten 1-0 yenik baþlýyorlar kapitalizmin dayattýðý bu bireysel kurtuluþ yarýþýna. (Buna bir de, gene yoksulluktan kaynaklanan ailevi sorunlarýn etkisiyle kafalarýný derslerine veremeyen çocuklarý eklemek lazým.) Haydi bunlarý kendi egolarýný tatmin etmek için bireysel yardýmlarda bulunan ve bu yardýmlarýný her fýrsatta baþýmýza kakan "hayýrsever" akrabalar veya komþular yoluyla aþmýþ olalým. Haydi üniversiteyi de bu yollarla veya ek iþlerde çalýþarak bitirmiþ olalým. Avukat, mühendis, öðretmen ya da kimyager olduk varsayalým. Bu durumda dahi, býrakýn geçinebilecek para kazanmayý; sendikasýz, örgütsüz iþçilerinkine benzer muamelelerle karþýlaþabiliyoruz, köleleþtiriliyoruz. Hukuk bürolarý, barolar, kapitalist sömürü çarklarýna eklenmiþ bir zincir olarak karþýmýza çýkýyor. Patronlarýyla, ücretli iþçileriyle, bürokratlarýyla, maaþlarýyla sömürü mekanizmasý týkýr týkýr iþlemeye devam ediyor. Ayrýca bizler hala kendi hukuk bürolarýmýzý, mimarlýk, mühendislik bürolarýmýzý, özel dershanelerimizi veya hastanelerimizi açmak ümidiyle yaþýyoruz. Ýçinde bulunduðumuz kapitalist düzen bize yeterince çalýþýrsak sýnýf atlayabileceðimizi söylerken, bir gün bizi ezen patronlarýn mertebesine ulaþabileceðimiz umudunu da pompalýyor. Böylece sistemin adil olduðu ve çalýþanýn kazanacaðý söylenerek sömürü düzeni meþru kýlýnýyor. Biz de bir gün mülk sahibi küçük burjuvalar olacaðýz diyerek karþýmýzdakilerin sýnýf düþmanlarýmýz olan patronlar olduðunu görmüyoruz. Profesyonel meslekler hiç de sanýldýðý gibi orta sýnýflar tarafýndan yapýlmýyor artýk. Neo-liberal politikalarla sömürü düzeninin kazaný iyice kaynýyor. Artýk çoðunlukla piyasaya hizmet eden bu mesleklerde devletin sosyal güvenlik, saðlýk, yargý gibi alanlardan da elini çekmesiyle istihdam fazlasý da oluþmaya baþladý. Tekelleþme fabrikalarda, bankalarda olur da profesyonel iþkollarýnda olmaz mý? Dersaneler, özel hastaneler, devasa hukuk þirketleri derken liste uzayýp gidiyor. Kýsaca büyük balýklar küçük balýklarý yutmaya devam ediyor. Ve küçük balýklarýn birleþerek büyük balýklara karþý mücadele etmesinden baþka bir þans kalmýyor. Hala içimizde bireysel kurtuluþ ümidi taþýyan avukatlar, doktorlar vs. var. Sýnýf atlama hayalleri belki bir iþçiden çok daha fazla peþinde dolaþýyor avukatlarýn. Ancak, yazdýðým bütün bu gerçekleri görebilmek için etrafa biraz anlayan gözlerle bakmak yeterli. Kaldý ki bugün büyük burjuvalar bile Marks'a bakmak gerektiðini söylüyorlar. Bugün Marksizm iþçi sýnýfýnýn yegane devrimci ideolojisi olarak bütün güncelliði ve bilimselliðiyle karþýmýzda duruyor. Eksik olan þey ise sýnýf merkezli siyaset yapan, sýnýf uzlaþmazlýðýný her fýrsatta vurgulayan, sosyalizmin iþçi sýnýfýnýn kendi eseri olacaðý þiarýyla hareket eden bir yapýlanmadýr. Ýþçinin Yolu tam da bu nedenle tarihi önem taþýmaktadýr.

Her geçen gün insanlýðý daha fazla yok oluþa sürükleyen kapitalizm, artýk tarih sahnesinden silinmeyi çoktan hak etmiþ bir durumdadýr. Bunun için yürütülen her devrimci Marksist mücadelenin ve bu uðurda kullanýlan mücadele araçlarýnýn tarihsel önemi büyük. Bizler Amasya'daki iþçiler, emekçiler ve gençlik olarak Ýþçinin Yolu'nu büyük bir coþkuyla selamlýyoruz. Bizler geçmiþte direniþin ve devrimci kararlýlýðýn simgesi olan Amasya'da devrimci mücadelenin tekrar büyütülmesi için çalýþmalarýmýzý yürütüyoruz. Ýþçiler, emekçiler ve gençlerle kolektif bir þekilde yürüttüðümüz çalýþmalarýn sonucunu 1Mayýs'ta alanlara taþýdýk. Alana giderken tuttuðumuz minibüsün polis tarafýndan durdurulup GBT sorgulamasýnýn yapýlmasý, pankartýmýzýn ve bayraklarýmýzýn alana sokulmak istenmemesi, tertip komitesinin polisten yana tutumu ve yoðun polis baskýsýna raðmen tüm coþku ve kararlýlýðýmýzla yürüyüþümüzü gerçekleþtirdik. Öyle ki yürüyüþümüzdeki coþkuyu görenler kortejimize katýldýlar, sloganlarýmýza eþlik edip alanda bizden bahsederken övgü dolu sözler kullanarak geçmiþteki devrimci mücadele azim ve inancýný bizlerde gördüklerini söylediler. Bizler de bu coþku ve kararlýlýðýnýn bu topraklara yabancý olmadýðýný; daha önce Yeni Çeltek iþçilerinin direniþinde de ayný kararlýlýðýn olduðunu belirttik ve tüm emekçileri mücadeleye çaðýrdýk. 1 Mayýs sonrasýnda çalýþmalarýmýza yine kararlýlýkla devam ediyoruz. Gençlik ve emekçiler içinde çalýþmalarýmýzý büyütüyoruz. Konuþmalar, toplantýlar, okuma çalýþmalarýyla alanýmýzý geniþletiyor ve Devrimci Marksist bir bilinç oluþturuyoruz. Bu noktada yeni çýkacak olan Ýþçinin Yolu bizlere, emekçilere ulaþmak için yeni bir araç olacak ve devrimci mücadelenin tam ortasýnda yer alacaktýr. Bu noktada bizler Amasya'daki Devrimci Marksistler olarak tarihsel bir öneme sahip olan bu yayýný dünya devrimine baðlýlýðýmýzýn bir simgesi olarak selamlýyoruz.

Yaþasýn Enternasyonalizm! Yaþasýn Ýþçilerin Birliði!

Ücretli-Vekil Öðretmenlik Girdabýna Sýkýþtýrýlmýþ Bir Emekçiden Merhaba ben Ýstanbul'da vekil öðretmenlik yapan bir emekçiyim. Türkiye'de yaklaþýk 10 senedir KPSS isimli bir sýnav uygulanýyor. Bu sýnav üniversitelerin öðretmenlik bölümlerinden mezun olanlarýn atamalarýnýn yapýlmasý için girdikleri bir sýnav. Bu sýnavý geçemeyenler ise ücretlivekil öðretmenlik kapsamý altýnda okullarda eðitimci olarak çalýþýyorlar. Aslýnda kadrolu veya sözleþmeli öðretmenlerle birebir ayný iþi yapan ve MEB tarafýndan ayný konumda kabul edilen bizler, ücret ve temel haklar bakýmýndan eðitimde ticarileþmenin kurbanlarý oluyoruz. Ücretli-vekil öðretmenler, okullarda kadrolu öðretmen boþluðu olduðu durumlarda Ýlçe Milli Eðitim veya direkt okul müdürü tarafýndan iþe alýnýyorlar. Bütçeden eðitime ayrýlan para ve sýnýrlý öðretmen atamalarý dikkate alýndýðýnda, her okulda ücretlivekil öðretmenlik yapan onlarca öðretmen bulunduðunu tahmin etmek zor deðil. Ayný iþi yaptýðýmýz halde, kadrolu bir öðretmenin aldýðý maaþýn yarýsýný alýyoruz. Haftalýk ders saati açýsýndan kadrolu bir öðretmen 16 saat derse girerken, ücretli öðretmenler 700 tl maaþ almak için 30 saat derse girmek zorunda. Ýþçi sýnýfýnýn temel mücadele aracý olan sendika, ücretli-vekil öðretmenler için kanunen yasak. Zaten özel eðitim kurumlarýndaki vahþi sömürüye raðmen (sendikal örgütlenmenin eksiklikleri) sendika oraný neredeyse sýfýr! Ücretli-vekil öðretmenlikle hayatýný geçindirebilecek bir parayý kazanamayan yüzlerce emekçi özel sektörde 14-16 saat dirsek çürütüyor. Aslýnda devlet okullarýnda ücretli-vekil öðretmenler olan bizler, özel sektördeki meslektaþlarýmýzla ayný konumu paylaþmaktayýz. Okul idaresine karþý en önemli avantajýmýz olan sendikalaþma elimizden alýndýðý için, üstümüzde kurulan baskýlarý sineye çekmek zorunda býrakýlýyoruz. MEB tarafýndan, okul yönetimi iþveren konumuna getirilmekte ve biz öðretmenler iþsiz kalma korkusuyla kendisine yüklenen fazladan iþleri de yapmak zorunda býrakýlmaktayýz. Sadece ders saat ücreti

aldýðýmýz halde nöbet tutmak, eðitsel kol çalýþmalarýna katýlmak, okul yönetiminin verdiði görevleri yapmak vb. iþler üstümüze yüklenmekte. Peki, bu kadar öðretmen açýðýna raðmen MEB tarafýndan neden ücretli öðretmenlik uygulamasý iþletiliyor. Bu devletin eðitimi ticarileþtirmesinin en temel adýmlarýndan biri. Ýlk önce sözleþmeli öðretmenlikle baþlayan bu uygulama, devletin öðretmenlerin elinden kadro güvencesini almasý ve aslýnda örgütlenmeyi, sendikalaþmayý yok ederek eðitim emekçilerini kendi uygulamalarýna mahkûm etmesinin temelini saðlýyor. Bir taraftan da devlet okullarýndaki eðitim hizmetinin niteliði düþürülerek, emekçi çocuklarý için vasýfsýz iþçi olma ve tabii ki parasý olan için özel eðitim kurumlarýnda nitelikli eðitim hizmetinin yolu döþeniyor. Kar elde etmek uðruna insan hayatýnýn hiçe sayýldýðý bu sistemde, eðitimde bir avuç azýnlýðýn ayrýcalýðý olarak sýnýrlandýrýlmak isteniyor. Ýnsanýn en temel haklarýndan biri olan eðitim de, ayný saðlýk hakký gibi emekçilerin ve çocuklarýnýn elinden alýnmaya çalýþýlýyor. Patronlarýn ceplerini daha fazla doldurmasý ve nitelikli insan gücünü kendi istediði koþullarda, vahþice çalýþtýrmasýnýn hayattaki karþýlýklarýndan biri de ücretli-vekil öðretmenlik. Kýsacasý kapitalizm her alanda yaþamýmýzý cehenneme çevirmeye devam ediyor. Bu cendereden çýkýþýn yolu, emekçilerin birleþip mücadele etmesinden geçiyor. Ancak emekçilerin bu mücadelesi devrimci bir öncünün liderliðinde ilerlemediðinde baþarýya ulaþmasýnýn mümkün deðil. Bu devrimci öncünün yaratýlmasý mücadelesinin en ön saflarýnda sömürü düzeninin gerçek yüzünü her gün yaþamýmýzda derinden hisseden biz emekçilerin yer almasý gerekiyor. Ýþte bu nedenle sabýrsýzla beklediðim Ýþçinin Yolu'nu devrimci inanç ve azmimle selamlýyorum. Bütün emekçileri Ýþçinin Yolu'nun gücüne güç katmaya çaðýrýyorum.


MARKSiST BAKIs

Sahibi ve Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü: Ayþe Þensöz Yayýn Türü: Yaygýn süreli, üç aylýk Özel Sayý: 6 Haziran 2009 Fiyatý: 1 TL Yayýn Ýdare Adresi: Kocatepe Mah. Selanik Cad. No:23/17 Kýzýlay/ANKARA Tel: 0312 4809560 E-mail: marksistbakis@bolsevik.org Baský:Yön Matbaacýlýk- Davutpaþa Cad. Güven Sanayi Sitesi B Blok 1. Kat No: 366 Topkapý/Ýstanbul Tel: 0 212 5446634

ÝRAN'DA YENÝ BÝR DÖNEM AÇILIRKEN... Ýran seçimleri bu kez çok farklý bir kanala akmýþ durumda. Bu kanaldan akacak sularýn ne getireceðini þimdiden konuþmak zor, uzun vadede ise mücadele geleneði anlamýnda olumlu sonuçlarý mutlaka olacaktýr. Þimdilik yapýlmasý gereken neler olup bittiðini ayrýntýsýyla kavramak ve Ýran'da devrimci görevin ne olduðunu ortaya koymaktýr. 12 Haziran Cuma günü yapýlan cumhurbaþkanlýðý seçimlerinden Ahmedinecat %62 gibi bir oyla, en güçlü rakibi Musavi'nin oylarýný neredeyse ikiye katlayarak galip çýktý. Seçimlerden büyük beklentisi olan, seçim öncesi mitinglerde güçlü bir profil sergileyen Musavi yanlýlarý, hile yapýldýðýný savunarak seçimlerin tekrarýný istedi. Seçimlerin hemen ardýndan yükselen muhalif sesler de hile iddialarýyla birlikte radikal kitle hareketine doðru evrildi. Seçim kampanyasý sürecinde güçlü bir rüzgar estiren, deðiþim isteðinin güçlü olduðu kesimlerde heyecan yaratan Musavi'nin Ahmedinecat karþýsýnda kaybetmesi sürpriz deðildi, fakat Ahmedinecat'ýn ikinci tura kalmadan %62 gibi bir oyla tekrar seçilmesi hile iddialarýna güçlü bir zemin yarattý. Seçimlerin yenilenmesi talebiyle baþlayan protestolar radikal bir kitle hareketine evrilmiþ durumda. Kitle hareketi ile rejimin paramiliter kuvvetleri Besiç milisleri arasýndaki çatýþmalarda ölenlerin sayýsý giderek artýyor. Ve olaylar bu yazýnýn yazýldýðý sýralarda yatýþmaktan henüz çok uzakta. Ýran dünya politik sahnesindeki yeri, petrol zenginlikleri, dini ve ideolojik pozisyonu gibi nedenlerle özel bir ülke. Þimdilerde tüm dünya Ýran'a kulak kesilmiþ durumda ve herkes Ýran'daki olaylar hakkýnda kendi meþrebince yorumlar yapýyor. Akýllar da doðal olarak karýþýyor: Radikal kitle hareketi 1979'da olduðu gibi bir devrim baþlangýcý mý, yoksa Musavi ve diðer üst düzey reformistlerin

rejimle iliþkilerine bakarak olaylarý emekçileri ilgilendirmeyen egemen sýnýf içi bir çatýþma olarak mý deðerlendirmeliyiz, ya da bu iþte Ahmedinecat'ýn ulusalcý çizgisini beðenmeyen Batý'nýn parmaðý mý var? Bu sorulara doðru cevaplar vermek önemli, çünkü Ýran bizim için de önemli bir ülke. Ýran, devrimci geçmiþi çok güçlü olan ve bu mirasý belirli ölçülerde de olsa bugünlere kadar korumuþ, kanla yýkanan Ortadoðu coðrafyasýnda Sürekli Devrim Hareketi'nin kök salýp güçleneceði en önemli birkaç ülkeden birisi. Þimdilerde patlayan kitle hareketine o yüzden en büyük önemi atfetmek bizim için de çok önemli.

Musavi ve Reformistler Kimdir? Musavi'ye kitle desteði kazandýran O'nun esas olarak deðiþim yanlýsý bir söylem geliþtirmiþ olmasýdýr. Yoksa Musavi'nin emekçilere hitap eden bir programý zaten olmadýðý gibi popülist söylem bazýnda bile emekçi vurgusu Musavi de yoktur. (Böyle bir emekçi popülizmi Ahmedinecat'ta mevcuttu bu da O'nun seçim baþarýsýnýn yoðun anti-ABD ve Anti-Siyonist söylemiyle beraber kaynaðý durumundaydý) Ýran egemen sýnýfýnýn ýlýmlý, reformist kanadýný temsil eden Musavi tam tersine ekonominin daha fazla serbestleþtirilmesini ve özel yatýrýmlara kapýlarýn sonuna kadar açýlmasýný istiyor. Musavi'ye açýk destek veren Rafcancani, Hatemi gibi reformcu isimler ayný zamanda Ýran'ýn en zengin iþadamlarý. Rejime oldukça sadýklar ve þimdiye kadar da cumhurbaþkanlýðý dahil rejimin en tepe görevlerinde bulundular. Musavi, Humeyni'nin oðlu olarak bilinen birisi ve 1982-89 süresinde rejimin en güçlü baþbakaný olarak solcularýn yok edilmesini ve Ýran-Irak Savaþý'nda ülkeyi ve çoðunluðu çocuk yüz binlerce kiþiyi "þehit" olmaya gönderen gönüllülük kampanyalarýný yönetti. Yani bugün Ahmedinecat ile Musavi arasýndaki kavga Ýran yönetici sýnýfý içerisindeki bir kavgadýr. Bir tarafta Musavi ve onu destekleyip yolunu açan Rafsancani ve Hatemi gibi Ýran'da sayýca az olan, serbest ekonomi yanlýsý devrim zenginleri sýnýfý var. Diðer tarafta da

Ahmedinecat ve Ýran'ýn devlet aygýtýnda, devlet yatýrýmlarýnýn önemli yönetsel mevkilerinde ve daðýtým mekanizmalarýnda yer tutmuþ, muhafýzlýk gibi kurumlarda kümelenmiþ bürokratlar, yani devrimin bürokratik ayrýcalýklýlarý var. Egemen sýnýf içerisindeki diðer kavgalar gibi bu kavga da belirli politik eksenlere sahip de olsa sonuçta bir paylaþým ve iktidar kavgasýdýr. Dolayýsýyla bilinçli Ýran iþçileri seçimlerde Ahmedinecat'ý olduðu gibi Musavi'yi de desteklemeyecektir. Ýran rejimi koruma konseyi cumhurbaþkanlýðýna katýlacak adaylarý sýkýca denetlemekte ve hiçbir gerçek muhalefetin sürece katýlmasýna izin vermemektedir. O haliyle Ýran rejiminin, kendi onayladýðý adaylar dýþýnda birinin seçilmesine izin vermediði antidemokratik seçimlerde, politik sýnýf bilinciyle donanmýþ emekçiler için seçimleri boykot etmek tek devrimci taktiktir.

Orta Sýnýf Radikalizmi? O haliyle Musavi'nin burjuva kampýn bir temsilcisi olduðu, demokrasiden, deðiþimden yana gerçek bir anlam ifade etmediði, Ýran'daki

molla rejime sadýk bir düzen adamý olduðu tartýþma götürmeyecek bir gerçektir. Diðer taraftan bu gerçekten hareketle giderek radikalleþen eylemlere bunun egemen sýnýflar arasýndaki kavganýn bir yansýmasý olduðu gerekçesiyle uzak durmak, Ýranlý devrimciler açýsýndan tarihi bir fýrsatýn kaçýrýlmasý anlamýna gelecektir. Bu görüþü savunanlarýn en çok dillendirdiði konularýn baþýnda göstericilerin ayrýcalýklý kesimlerden ve orta sýnýflardan oluþtuðudur. Bu iddiadaki yanlýþlýk aslýnda ortadadýr. Musavi bu kadar oyu, arkasýnda büyük bir maddi ve manevi güç olarak duran eski reformcu cumhurbaþkanlarý, ayný zamanda Ýran'ýn en zengin adamlarý Rafsancani ve Hatemi gibi isimlerden toplamadý. Salt yüksek sýnýflarýn bir kýsmýnýn desteði ne kadar büyük bir oy potansiyeli yaratabilir ki? Yaþananlara orta sýnýf radikalliði demek de doðru olmayacaktýr. Kitle hareketinin ve Musavi yandaþlarýnýn tabanýný orta sýnýflarýn oluþturduðu söyleniyorsa da orta sýnýflarýn sayýsal gücü % 30'u mu buluyor Ýran'da? Keza orta sýnýflarýn

Devamý 12.Sayfada

MARKSÝST LÝSELÝLER’ÝN DEKLERASYONU Tüm dünyada egemen sistem olan kapitalizm her geçen gün milyarlarca iþçi ve emekçiyi, yarattýðý krizlerle birlikte sömürürken bir taraftan da onlarý açlýðýn, yoksulluðun, iþsizliðin ve emperyalist savaþlarýn cenderesine çek-meye devam ediyor. Kapitalizm, günden güne sýnýflar arasýndaki uçurumu katlayarak arttýrýrken dünyadaki tüm eþitsizlik ve adaletsizliðin nedenini de

doðurmuþ oluyor. Kapitalizm, sömürü çarklarý arasýnda tüm insanlýðýn geleceðini öðütüyor, onlarý yýkýmlara sürüklüyor. Sömürülen milyarlarýn yapacaðý tek þey ise tarih sahnesinden silinmesi gereken bu çürümüþ düzeni yýkmak ve yerine eþit ve özgür yarýnlarý kurmaktýr. Aksi takdirde insanlýk kendi sonunu barbarlýða teslim etmiþ olacaktýr.

Ýnsanlýðýn Kurtuluþu

Nereden Geçiyor? Bir tarafta tüm dünya üzerinde yarattýklarý açlýk, sefalet, iþsizlik ve emperyalist savaþlar ile kapitalist çürümüþ düzenin sahipleri patronlar, diðer tarafta ise yaþamý nakýþ nakýþ iþleyen ve dünyaya nasýrlý elleri ile þekil veren iþçi sýnýfý, iþte bu iki uzlaþmaz sýnýfýn savaþý insanlýðýn kaderini belirleyecektir. Bu savaþýn sonucu ya insanlýðý katmerleþen sömürüye, baskýya ve yok oluþa sürükleyecektir ya da iþçilerin ve emekçilerin asalak patronlarý yok ettiði, üretenin de yönetenin de kendileri olduðu sýnýfsýz ve sýnýrsýz bir dünyaya götürecektir. Bizler iþçi ve emekçilerin çocuklarý olan liseliler olarak bu sýnýf savaþýnda safýmýzý net bir þekilde belirliyoruz ve iþçi sýnýfýndan yana bu savaþtaki yerimizi alýyoruz. Engels yoldaþýn dediði gibi burjuvazinin savaþ davetini kabul ediyor ve onun sonunu hazýrlayacak olan son kavgamýzý lise-

ler cephesinden inþa etmek için var gücümüzle mücadele ediyoruz.

Liselerde Mücadele Neden ve Nasýl Verilmelidir? Kapitalizmin öðütücü çarklarýnýn saldýrýsý altýndaki alanlarýn birisi de iþçi ve emekçi çocuklarýnýn bin bir güçlükle okuduðu liselerdir. Egemen sistem olan kapitalizm, liselerde genç beyinlere kendi kirli ideolojisini þýrýngalarken ayný zamanda onlarý ücretli köle olan anne ve babalarýný yapmaya çalýþtýðý gibi sorgulamayan, düþünmeyen ve mücadele etmeyen, her haline þükür eden iþçiler haline getirmeyi istiyor. Bizler Marksist Liseliler olarak bu oyuna daha fazla pirim vermiyoruz ve patronlarýn tüm aþaðýlýk yöntemlerine karþý liselerde mücadele yolunu seçiyoruz. Çünkü kendi var veya yok olma savaþýmýzýn sonucunu bu mücadeleye baðlýyoruz. Bizler salt bu mücadeleyi lise duvarlarýna hapsetmiyoruz çünkü tüm insanlýðýn olduðu gibi iþçi ve emekçi çocuðu olan tüm liselilerin de kurtuluþu burju

vazinin yok oluþuyla, iþçi sýnýfýnýn devrimci iktidarýnýn kurulmasý ile saðlanacaktýr. Bundan dolayýdýr ki bizler liselerde akademik ve demokratik talepler için mücadelenin yaný sýra sosyalizm ve komünizm mücadelesindeki yerimizi büyük bir heyecanla alýyoruz. Bizler liseli olmaktan öte Marksistiz ve öncelikli görevimiz Marksizmin, Leninizmin ve Bolþevik Troçkizmin kýzýl bayraðýný liselerde dalgalandýrmaktýr. Bizler Marksist Liseliler olarak kavgamýzýn kýzýl bayraðýný Paris Komünü'nde dalgalandýranlardan, Ekim Devriminde tüm dünyaya yeni umutlar ve gelecek getirenlerden; Marks, Engels, Lenin ve Troçki yoldaþlardan devraldýk ve bu kýzýl bayraðýmýz ile liseler cephesinden sýnýf savaþýna katýlýyor ve iþçi sýnýfýnýn kurtuluþunu kendi kurtuluþumuz olarak görüyoruz. Mücadelemizin amacý liseler cephesinden kapitalizmin yýkýlacaðý son kavgaya destek vermek ve tüm liselileri iþçi sýnýfýnýn yanýnda eþitlik ve özgürlük mücadelesine kana-

lize etmeyi örgütlemektir. Ayný zamanda liselerde akademik ve demokratik taleplerimiz için harekete geçmek, böylece burjuvazinin liselerde yürüttüðü tüm kirli politikalara karþý bayrak açmak da en birincil görevimizdir. Unutmamak gerekir ki patronlar sorgulamayan ve düþünmeyen robotlaþmýþ bireyleri liselerden çýkartmak istiyor ve bunu da anti demokratik uygulamalar ve gerici, ezberci eðitim müfredatý ile yapmak istiyor. Marksist Liseliler olarak tüm anti demokratik uygulamalara ve gerici, ezberci eðitim müfredatýna karþý mücadele etmenin önemi ve yakýcýlýðý bizlerin omuzlarýndadýr. Bizler Marksist Liseliler olarak geleceði kazanmanýn kavgasýný veriyoruz. Özgürlüðün ve eþitliðin kýzýl bayraðýný burjuvazinin tüm kurumlarýna dikene kadar uzlaþmaz sýnýf savaþýmýnda liseler cephesinde kavgaya hazýrlanýyoruz. Tüm liselileri uzlaþmaz sýnýf savaþýmýnda kendi safýnda, iþçilerin ve emekçilerin tarafýnda mücadeleye çaðýrýyoruz.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.