Þubat 2010
-
Fiyatý: 1 TL Saðlýkta "Tam Gün" Neo-liberalizm sayfa 2
Tekel Ýþçileri Devleþti
YÜKLEN EMEKÇÝ KAZANACAÐIZ
Ýstanbul Depreme Ne Kadar Hazýr? sayfa 3
Türk-Ýþ Nasýl Kuruldu? sayfa 5
Bizim Mayamýz, Onlarýn Mayasý sayfa 6
ABD Emperyalizminin Yarým Asýrlýk Korkusu: Vietnam sayfa 11
KÜLTÜR-S SANAT
AVATAR sayfa 14
Obama’nýn Bir Yýlý sayfa 13
Sendikalara Bakýþýmýz Tekel Ýþçileri Devleþti Nasýl Olmalý? Tekel direniþi, bu kadar büyüyebilip tüm Türkiye'de emek mücadelesinin umudu haline gelebilmiþse bunun yegane temeli iþçilerin radikalliðinin sendikal bürokrasiyi hiç de öngöremediði þekilde ileriye doðru sürüklemesidir. Yani gerek Türk Ýþ gerekse de Tek Gýda Ýþ yönetimleri kendilerini hesap etmedikleri bir radikalliðin içerisinde buldular. Sayfa 8
Bir yandan vahþi sömürü diðer yandan "sevapkar" sömürücülerin yoksullara daðýttýðý "yardýmlar". Gün geçtikçe içine itilmeye çalýþýldýðýmýz kýsýr döngünün üstüne balyoz gibi indi Tekel direniþi. Tekel iþçilerinin onurlu bir yaþam için verdiði kavga þimdi tüm emekçilerin yolunu aydýnlatýyor. Sizin ihsanlarýnýza, sevaplarýnýza kalmadýk, kimseye minnetimiz yok, hakkýmýz olaný bilek gücümüzle söke söke alýrýz, almalýyýz. Tekel direniþinin emekçilere anlattýðý budur. Sayfa 9
2
Ýþçinin Yolu
YENÝ HAYAT YENÝ HAYAT
Ýlerlemek Gerek! Tekel direniþi, adýný Türkiye iþçi sýnýfýnýn mücadele tarihine kalýn harflerle þimdiden kazýmýþ durumda. Mücadelenin geçirdiði süreçler, ihtiyaçlar, hatalar, taktikler ve hedefler konusunda Ýþçinin Yolu'nun Ocak ve Þubat sayýlarýnda, www.bolsevik.org'da, direniþ sýrasýnda daðýttýðýmýz bildirilerde birçok yazý kaleme aldýk. Þimdi ise bu yazýda biraz ileriye bakmaya, baþýmýzý ufka kaldýrmaya ihtiyaç var. Yani Tekel direniþinin en genel sonucunu þimdiden çýkarmalýyýz. Ýþçinin Yolunun geçen sayýsýnýn manþeti "Tekel Direniþini Genelleþtirelim" idi. Gerçekten de meselenin özü burada yatýyordu. Tekel direniþinin tüm iþçi sýnýfý için taþýdýðý en ileri anlam, direniþin her geçen gün yoðunlaþan sömürü koþullarýna karþý ülke çapýnda genel bir eylemlilik sürecinin baþlangýcýný oluþturma potansiyeli idi. Söke söke elde edilen kazanýmlarýn iþçi sýnýfýnýn diðer kesimleri üzerinde her zaman için büyük tesiri olur. SEKA iþçilerinin zamanýnda 4-C'ye karþý direne direne elde ettikleri zafer bugün mücadeleci Tekel iþçilerinin önünde bir örnek oluþturmuþtur ve Tekel direniþinin bu kadar canlý olmasýnda SEKA direniþinin yarattýðý hafýzanýn payý büyüktür. Tekel direniþi de gelecekteki birçok iþçi direniþi için ilham kaynaðý olacaktýr. Direniþ hele hele kazanýmlarla ilerleyen bir direniþ her zaman yayýlma eðilimi barýndýrýr. Umutlarýn yeþermesi ve mücadelenin artmasý, genel sýnýf bilincinin yükselmesine ve ülke çapýnda rüzgârýn bizden yana esmesine yol açar. Böyle bir durumda insanlarýn bakýþý ve duruþlarý deðiþecektir. Tekel direniþinin tam bir zafere dönüþmesinin de ön koþulu olan mücadelenin yaygýnlaþmasý ve genelleþmesi, bu anlamda sýnýf devrimcilerinin tüm enerji ve mesailerini harcamalarý gereken büyük bir hedeftir. Tekel direniþinin yanýna itfaiyecilerin, Kent AÞ. iþçilerinin, atamasý yapýlmayan öðretmenlerin, iþsizlerin, emeklilerin ve daha birçok kesimin eklenmesi her þeyin baþkalaþmasýný beraberinde getirecektir. Ýþte bu yüzden direniþin genelleþmesi Ýþçinin Yolu'nun manþeti olmuþtur. Diðer taraftan asýl mesele direniþin genelleþmesinin nasýl olacaðýdýr? Geçmiþ mücadele deneyimi defalarca göstermiþtir ki sendikal bürokrasinin güdümünden çýkamayan iþçi direniþleri belirli bir anda týkanma noktasýna dayanmaktadýr. Tekel direniþinde iþçilerin tabandan sendikaya yaptýðý basýncýn yüksek oluþu ve Ankara'nýn merkezinde sendika bürokrasinin olaylar üzerindeki mutlak otoritesini kýsmen de olsa en azýndan bir dönemliðine kaybetmesi direniþi bu noktalara getirmiþtir. Sendikal bürokrasinin böyle bir direngenliði ne beklediði ne de istediðini kimse iddia edemez. Peki, bunun da bir sýnýrýnýn olduðunu gördük. Tekel direniþi çok büyük halk desteðini alsa da direniþin farklý iþ kollarýna yayýlarak genelleþmesi mümkün olmadý. Böyle bir hedef ve mücadele anlayýþý sendikal bürokrasinin ufkunu ve yeteneklerini oldukça aþmaktadýr. Burada artýk bir noktadan sonra devrimci öznenin rolü devreye giriyor. Bizler, Ýþçinin Yolu olarak elden geldiðinde Tekel direniþine müdahalede bulunmaya çalýþtýk. Özellikle sendikal bürokrasinin taban inisiyatifiyle zorlanmasý sürecinde etkili olduk. Ýleri iþçilerle yaptýðýmýz uzun sohbetlerde iþçilerin tabanda temsili düzeyi olan bir direniþ komitesi kurmasý gerektiðini tartýþtýk, iþçilere bu konuyu tartýþan bildiriler daðýttýk. Ankara'nýn soðuðunda sabaha kadar iþçilerle sohbet ettik, büromuz düzenli olarak iþçilerle dolup taþtý ve her defasýnda iþçi sýnýfýnýn en ileri sýnýf çýkarlarýnýn ifadesi olduk. Direniþin yayýlmasýnda önemli bir faktör de Ýþçinin Yolu'nun ülke sathýnda iþçi sýnýfý ve gençlik içerisinde mevziler kazanmasý ve kavgayý ilerletmesidir. Artan güçlerimizle direniþlere daha etkili bir þekilde müdahalede bulunacak ve egemen sýnýfýn her türlü aygýt ve iþbirlikçisini daha fazla rahatsýz edecektir. Ýþçi havzalarý, kamu emekçileri, emekçi semtleri gelecek yýllarda Ýþçinin Yolu'nun hedef alanýný geniþlettiði yerler olmak zorundadýr. Kavga yolu uzun bir yoldur ve Ýþçinin Yolu'nu büyütmek iþçi mücadelelerinin seyrinde belirleyici olmak görevi önümüzde durmaktadýr.
Saðlýkta “Tam Gün” Neo-Liberalizm 1 Ekim 2008'de yürürlüðe giren SSGSS yasasý; muayene için katýlým paylarý, özel hastanelerin teþviki, mezarda emeklilik, devlet tarafýndan karþýlanmayan ilaçlar gibi birçok saldýrýyý beraberinde getirmiþti. Son zamanlarda 'can çekiþen eczaneler' kepenk kapatma eylemleri yapmýþ, sonunda Danýþtay'ýn duruma müdahale etmesiyle SGK ile bir mutabakata varýlmýþtý. Sistem, saldýrýlarýný sermayenin politikalarý doðrultusunda arttýrýrken önümüze "Tam Gün ve Kamu Hastane Birlikleri" yasasýný getiriyor. Tam gün çalýþma yasasý temel olarak doktorlarý performans usulüne göre çalýþmaya zorlayacak ve ucuz emek gücüyle kalitesiz hizmete sebebiyet verecek bir yasa. Yasadaki baþlýca konulardan biri
hekimlerin kamu sektörü ve özel sektör arasýnda bir tercih yapmalarý. Buna göre kamuda çalýþacak olan hekimler tam gün çalýþmayý kabul etmiþ olacaklar ve özel hastane, muayenehane vb. ek gelir getirecek herhangi bir iþ yapamayacaklar. Kamuda çalýþacak olan hekimleri ciddi bir kalitesizleþtirme politikasý bekliyor. Çünkü tam gün yasasýyla beraber çýkartýlmaya çalýþýlan kamu hastaneleri birlikleri yasasýna göre devlet hastaneleri özerk bir yapý altýnda birleþecek ve kendi kendini finanse edecek duruma getirilecek(!) Kamuda çalýþan hekimler maaþlarýný ve nöbet ödemelerini kendi kurumlarýnýn döner sermayesinden alacak. Döner sermayeye tamamen baðýmlý hizmet verecek hekimler de her hastanenin döner sermaye kapasitesi eþit olmadýðýndan ciddi oranlarda farklýlýk arz eden maaþlar alacak. Döner sermayenin fazla kazandýrmasý için hastalara fazladan tetkik, cerrahi operasyon vb. etik olmayan uygulamalarý beraberinde getirecek olan bu uygulama, hastaneleri de iflasýn eþiðine getirebilecek birer ticari kurumlar haline dönüþecektir. Yasayla getirilen diðer bir deðiþiklik de hekimlerin istediði takdirde fazla mesai yapabilecek olmasý. Fazla mesai ile daha fazla verimlilik alýnacaðýnýn propagandasýný yapan hükümet, uzun saatler çalýþmanýn kaliteyi düþüreceðini, dahasý hastalarýn saðlýklarýný tehlikeye atacaðýný gözlerden gizlemektedir. Çünkü bu maddedeki amaç, daha az kiþiyle daha esnek çalýþma koþullarý yaratmak ve ucuz emek gücüyle ticarileþen hastaneler yaratmaktýr. Doktorlara performansa dayalý çalýþma sistemi öngören tasarýda doktorlara karþýlaþabilecekleri iþ kazalarýnýn tazmini için de "kaza primi" ödeme zorunluluðu da getiriyor. Yine tasarý ile radyoloji çalýþanlarý haftada 25 deðil 35 saat çalýþacak ve kanser riskleri de kat be kat artmýþ olacak. Kaliteyi arttýrma propagandasýyla çýkartýlmaya çalýþýlan Tam Gün Yasasý hekimlerden 1 günlük iþ býrakma eylemiyle protesto edilmiþ ancak oldukça zayýf kalmýþtýr. Çünkü tarihten biliyoruz ki sistemin saldýrýlarýna karþý iþ kollarý ya da meslek odalarýnýn karþý durmasý deðil iþçi sýnýfýnýn örgütlü mücadelesi baþarýyý getirecektir. O zamana kadar ise örgütsüzlüðü fýrsat bilen sermaye iþçi sýnýfýna saldýrmakta vakit kaybetmeyecektir.
Ýþçinin Yolu
3
Ýstanbul Depreme Ne Kadar Hazýr? 12 Ocak'ta Haiti'yi vuran depremin penceresinden 17 Aðustos 1999'da yaþadýðýmýz acýlarýn hatýralarý canlandý tekrar. Sadece o da deðil, uzmanlarýn geleceðini baðýra baðýra söylediði Ýstanbul depreminin yaratacaðý olasý manzara da yansýdý Haiti depremiyle akýllara. Haiti'yi vuran 7 büyüklüðündeki deprem, 200 bine yakýn cana mal oldu. 2 milyonluk baþkentin yüzde 60'ýný enkaz yýðýnýna çeviren deprem 3 milyon kiþinin hayatýný etkiledi. 1 dakikada oldu bütün her þey. 17 Aðustos 1999 depremi, 7,4 büyüklüðündeydi ve 45 saniye sürmüþtü ama akýllarda onlarca yýl kalacak bir manzara yaratmaya yetti de arttý. Deprem sýrasýnda yýkýlan 70 bin binada yaklaþýk 40 bin insan can verdi. 1 milyon 120 bin kiþi uzun süre kurulan çadýrkentlerde yaþadý. On binlerce insan evsiz kaldý, yýllarca prefabriklerde yaþamaya mahkûm oldu.
Gelecek 30 yýl içinde Ýstanbul'u vuracaðý kesin olarak uzmanlarca dile getirilen deprem de benzer, belki daha da kötü bir manzara yaratacak. Bayýndýrlýk ve Ýskan Bakanlýðý Müsteþarý Sabri Erbakan, olasý bir depremde Ýstanbul'un yüzde 65'inin yýkýlacaðýný söylüyor. Nasýl yýkýlmasýn. 1. derece deprem riski içindeki Ýstanbul'da Müsteþar'ýn açýklamalarýna göre yapý stokunun yüzde 85'i ruhsat-
sýz kaçak binalardan oluþuyor. 1999 depreminde zaten yorulan binalara yönelik çalýþmalar dâhil Ýstanbul'u depreme hazýrlýklý hale getirmek için yapýlan vitrinlik iþlerin arasýnda, binalarý makyajlamanýn ötesinde ciddiye alýnýr bir çabadan bahsetmek mümkün deðil. Ortada binalarý güçlendirmek için çýkarýlmýþ bir yönetmelik bile yok. 15 milyonluk Ýstanbul'da 7'nin üzerinde olmasý beklenen bir depremin yaratacaðý yýkýmý düþünmek zor olmasa gerek. Ýstanbul'un en riskli bölgeleri olarak belirlenen Avrupa yakasýnda Küçükçekmece, Baðcýlar, Esenler, Bahçelievler ve Zeytinburnu, Asya yakasýnda ise Ümraniye, Pendik, Maltepe ve Kartal'da 3,5 milyon insan oturuyor. Merkezi 90 km ötedeki 1999 depremi Ýstanbul'daki binalarýn yüzde 5'ine zarar veriyorsa Ýstanbul merkez üslü bir depremin sonuçlarý ne olur siz düþünün. Ýstanbul Büyükþehir Belediyesi Afet Koordinasyon Kurumu (AKOM), Ýstanbul'da 7,5 büyüklüðünde bir depremde 750 bin binada yaþayan 9 milyon insanýn bundan etkileneceði, 70 bin civarýnda insan öleceði, 500 bin ailenin evsiz kalacaðý tahmininde bulunuyor. Ýstanbul depreminin yaratacaðý yýkýma dair bolca senaryo mevcut ama alýnan ciddiye alýnýr bir önlem yok. Olmaz tabii. Egemenlerin umurunda mý en çok kötü konutlarda yaþayan emekçileri vuracak felaketler. Çok uzun süre geçmedi Ýstanbul'da yaþanan selin 33 emekçinin yaþamýný karartmasýnýn üzerinden. Sel felaketinde yaþandýðý gibi, onlar afet sonrasýnda mülke yönelecek hareketlere karþý koruma önlemleriyle ilgilenirler, bu konuda bir birimin þimdiden oluþturulmuþ olmasý ve olasý durumlar için hazýrlýk yapýyor olmasý þaþýrtýcý deðil elbet. Kar hýrsýyla yanýp tutuþan patronlar, her konuda olduðu gibi deprem
mevzu bahis olduðunda da insanlarýn, hele yoksul emekçilerin can güvenliðini deðil kendi kasalarýnýn ne kadar dolacaðýný hesaplýyorlar. Sigorta þirketleri deprem riski üzerinden kar elde ederken devlet de 1999 depremi sürecinde geçici olarak baþlayan deprem vergisini kalýcý yaparak emekçilerin sýrtýndan patronlara aktarýlacak kaynak yaratýyor. Bugüne kadar toplanan 24,1 milyar liralýk deprem vergisinin kiþi baþýna 345 liralýk maliyeti var. Býrakýn depremin etkisini azaltacak önlemler almayý egemenler ellerini ovuþturarak Ýstanbul'un yerle bir olmasýný bekliyorlar. Ýstanbul'u yeniden inþa ederken kendilerine yeni rant kapýlarý açýlmasýný, þehrin merkezini "iþgal" eden yoksullarýn gecekondularýnýn temizlenip onlarýn þehrin dýþýna atýlmalarýný bekliyorlar. Ýnsanlýðýn iliðini kemiðini sömüren asalaklar, afetlerden sonra da can cekiþenlerin üzerinde akbaba gibi dönüp duruyorlar. Kapitalizm insanlýða sadece yoksulluk, savaþlar, katliamlarla deðil doða olaylarýný felakete çevirerek de cehennemi yaþatýyor. Kapitalizm var olduðu sürece, felaketler baþýmýzdan eksik olmayacak.
Faþistler Yine Ýþ Baþýnda: Hedef Romanlar Geçtiðimiz günlerde Türkiye tarihindeki faþist saldýrýlara bir yenisi daha eklendi. Yýllarca Kürtlerin, Ermenilerin, Alevilerin ve daha nicelerinin maruz kaldýðý saldýrýlar bu kez de Romanlarý hedef aldý. Selendi'de bir kahveye alýnmayan Romanlarýn kahve sahibine tepki göstermesiyle baþlayan olaylar kahve çalýþanlarý ve Romanlar arasýnda kavgaya dönüþtü. Bu olayýn ardýndan akþam saatlerinde kahvenin önünde toplanan yaklaþýk 1000 kiþilik grup Romanlarýn evlerinin olduðu mahalleye doðru yürüyüþe geçtiler. Grup mahallede bulunan Romanlarýn evlerini taþlamaya baþladý. Bu sýrada 3 Roman yaralandý. Polis ve jandarmaysa olay yerine teþrif etmiþlerdi sonunda. Ancak kalabalýðý durdurmak yerine izlemeyi tercih eden polis, 1 Mayýs'ta ve grevlerde iþçilere uyguladýðý terörü bir kenara býrakýn, olaylara müdahale bile etmedi. Bunun üzerine daha da cesaret alan kalabalýk, Romanlarýn evlerini arabalarýný yaktýlar. Hatta bazý güruhlar evleri basmaya kalktý. Çok derinlere inmeye gerek yok. Olaya þöyle bir baksak bile olayýn tamamen faþist güruhlarýn iplerinin salýnmasý ve kýþkýrtýlmasýyla baþladýðý anlaþýlabilir. Öncelikle olayda MHP'li belediye baþkanýnýn açýk bir kýþkýrtmasý var. Saldýrgan güruhun belediye önünde toplanmasý için çaðrý belediye hoparlöründen yapýldý. Görgü tanýk-
larýnýn anlattýklarý durumun vahimliðini gözler önüne seriyor. Faþist saldýrýya maruz kalan bir Roman, "Olaylarýn yýlbaþý gecesinde sigaraya tartýþmasýyla baþladýðýný söylüyorlar; alakasý yok. Anlamak için o günü görmek lazým. Öyle bir þey ki anlatýlmasý mümkün deðil. Belediye Baþkaný'nýn kýþkýrtmasý var. Belediye'nin imkânlarýyla arabalar tahrip edildi. Evlere saldýrdýlar" dedi. Romanlara ait arabalar belediyenin iþ makineleri tarafýndan tahrip edildi. Ýkinci olarak olay sonrasý haklý bir panik havasýna kapýlan Romanlara yapýlan teklif burjuva devletin olaylar karþýsýndaki tavrýný yeterince ortaya koydu. Vali, Romanlara tehdit yoluyla "kendi istekleriyle mahalleden göç ettiklerine" dair bir belge
imzalatýlýp sürgüne göndermeye çalýþtý. Kaymakam "ellerine birkaç kuruþ sýkýþtýralým gitsinler" diyerek olayý örtbas etmeye çabalarken, Vali ise "Romanlarýn yaþam tarzý 21. yy'a yakýþmýyor, siz hiç aynaya baktýnýz mý, önce aynaya bakýn" dedi. Þimdi ise Romanlarý kýþýn ortasýnda Gördes'de yapýlan prefabrik evlerde yaþamaya zorluyorlar. Romanlar ise kýþkýrtmalar son bulmadan ve can güvenlikleri saðlanmadan Selendi'ye dönmeyeceklerini söylüyorlar. Zaten bu da hiçbir zaman olmayacak gibi görünüyor. Selendi'deki faþist güruhlar, "sakýn geri dönmesinler, dönerlerse huzursuzluk olur, rahat edemezler" diye tehdit etmeye devam ediyorlar. Egemenlerin faþistlerin eliyle yürüttüðü saldýrýlar tüm dünyada devam ediyor. Daha dün Ýtalya'da göçmen bir iþçi faþistler tarafýndan linç edilerek öldürüldü. Bunu protesto edenlere de polis saldýrdý. Türkiye'de de Maraþlar, Sivaslar yaþanalý çok uzun yýllar olmadý. Kürt halkýna uygulanýlan zulüm ise hala devam ediyor… Sistemin dayattýðý tek millet dayatmasý sürdüðü sürece, yani sistem sürdüðü sürece bu baský hep sürecek. Kapitalizm mezara girmediði takdirde ne onun kýþkýrtmalarý bitecek ne de faþist güruhlarýn ezilen halklara karþý saldýrýlarý… Ve yine olaylar dönüp dolaþýp ayný çeliþkiyle karþýlaþacak: Ya Barbarlýk Ya Sosyalizm!
4
Ýþçinin Yolu
Isci Universitesi Þeyh Bedrettin’in Kavgasý Þalvarý þaltak Osmanlý Eðeri kaltak Osmanlý Ekende yok biçende yok Yemede ortak Osmanlý Osmanlý Devleti'nin kuruluþ sürecinden 1600'lere (Kanuni'yle biten dönem) kadarki tarihi ihtiþamýn, gücün, zenginliðin, savaþlarda kazanýlan baþarýlarýn tarihi olarak anlatýlmýþtýr hep. Oysa Osmanlý'da devletin boyunduruðu altýnda, aðýr vergilerle inim inim inleyen köylünün de bir tarihi vardýr. Ýhtiþam Osmanlý'nýn köylerine uðramýþ mýdýr? Köylüler, toprak kirasý ve öþür vergisi ile çifte soyguna uðrarlarken "Yaþasýn Osmanlý'nýn ihtiþamý" diyebilmiþler midir hiç? Þeyh Bedrettin ve müritlerinin hikâyesi bize bir cevap sunabilir belki. Osmanlý Devleti'nde topraðýn mülkiyeti, tek mülk sahibine, padiþaha aitti. Köylünün toprak üzerinde yalnýzca temellükü (zilyedi) yani o topraðý iþleme hakký vardý. Köylü topraktan ürünü alýr, büyük kýsmýný da vergi olarak padiþahtan, onun memurlarýndan, paþalarýndan ve din adamlarýndan oluþan devletlû sýnýfýna vermek zorunda kalýrdý. Savaþ harcamalarý, fetihler, askerlik hizmetleri vs. de köylünün belini iyice bükerdi. Zanaat, tarýmla iç içe ve kendi kendine yeterlilik düzeyinde; ticaret ise devletin aðýr vergileriyle kontrol altýnda idi. Þeyh Bedrettin ve müritlerinin büyük bir etki býraktýðý dönem, 1400'lerin baþýna, Fetret (Bunalým) Devri adýyla bilinen döneme denk gelir. Osmanlý Devleti'nin topraklarýnýn büyük kýsmýný istila edip yaðmalayan Moðollarla yapýlan Ankara Savaþý'nda padiþah Yýldýrým Bayezid esir düþmüþ ve öldürülmüþtü. Taht kavgalarýyla ve Moðol istilasýnýn yarattýðý sefalet ve yýkýmla geçen dönem, toplumsal huzursuzluðun ortaya çýkmasý için çok elveriþli bir ortam sunuyordu. Tarihin bazen açýk, bazen gizliden gizliye yürüyen sýnýf savaþýmlarýnýn tarihi olduðunu söyler Karl Marks. Kapitalizm öncesi döneme ait toplumlarda sýnýf çatýþmalarý, çoðunlukla çeþitli kýlýflara bürünerek yürümektedir. Osmanlý gibi Doðu despotizminin (Asyatik üretim tarzýnýn) egemen olduðu toplumlarýn kendine özgü iç dinamikleri (bireyin topluluða sýkýca baðlanýþýna, tarým ile zanaatýn birliðine ve kendi kendine yeterliliðe dayanan yapý) bu toplumlarda üretim iliþkilerinin geliþip, var olan koþullarý çözmesine karþý daha dirençlidir. Bütün bu etkiler, Osmanlý'da kuruluþ döneminin az sayýdaki ve dinsel kýlýf altýndaki isyanlarýnýn en temel belirleyenleridir. Topraksýz ve yoksul köylüleri etkileyebilecek, onlarý etrafýna toparlayabilecek bir isyanýn dini çerçevede olmasý ve bu çerçevenin Osmanlý'da devletlû sýnýfýn resmi ideolojisi olan þeriat yasalarýna karþý durmasý, farklý bir dini algýlayýþ benimsemesi kaçýnýlmaz görünmektedir. Þeyh Bedrettin ve müritlerinin tasavvufa yönelmiþ olmalarý, onlarýn köylüleri etkileyen dünya görüþlerinin temelini oluþturmaktadýr. Þeyh Bedrettin'in dini düþüncesinde yer alan pek çok unsurun, geçmiþin köylü ayaklanmalarýnýn ideolojik altyapýsýný hazýrlayan Batýnîlik, Haþhaþilik, Mazdekîlik gibi düþünce akýmlarýnda da olmasý ilginçtir. "Her insanýn, Tanrýnýn dünya üzerindeki görünümü" olduðunu, insanýn Tanrýya kötülüklerden arýnarak ulaþabileceðini, bunun da Tanrý ve dolayýsýyla insan sevgisinden geçeceðini, kardeþlik ve eþitliðe dayanan bir yeryüzü cennetinin kurulabileceðini savlayan bu dünya görüþü, usçulukla birlikte sezgiciliðe büyük önem verir. Bu anlayýþ, sömürünün her türlüsüne karþý emeðin kutsallýðýný savunan, insanlara dünyanýn nimetlerinden eþitçe yararlanma olanaðýný sunan, böylelikle maddi gerçeklik temeli üzerine oturan bir yapýya kavuþur. Bunun sonucu olarak da düzeni deðiþtirme iddiasýyla insanlarý etrafýna toplayan bir hareket doðabilmiþtir. Þeyh Bedrettin'in Edirne kazaskeri olmasý, dini âlimliði ve bilgeliði, Edirne'den Konya'ya kadar gezdiði pek çok yerde düþüncelerinin etkili bir þekilde yayýlmasýna hýz verdi. Uzun Fetret döneminin sonunda iktidarý ele geçiren Çelebi Mehmet bu duruma tahammül edemezdi ve Bedrettin'i Ýznik'e sürgüne gönderdi. Burada baþ müritleri Börklüce Mustafa (Dede Sultan diye de bilinir) ve Torlak Kemal Bedrettin ile buluþtular. Olaylarýn geliþimiyle Börklüce Mustafa, Ýzmir ve Aydýn çevresinde pek çok topraksýz ve yoksul köylüyü yanýna kazandý. Þeyhlerin alçakgönüllü yaþantýlarý ve yoksulluklarý, köylülerin kendilerini bulduklarý tarikatlara yönelimlerini hýzlandýrýyordu. Börklüce'nin Hýristiyan, Rum, Musevi pek çok yoksulu örgütlemiþ ve savaþa çekmiþ olmasý da dinler üstü bir kardeþlik vurgusunun da yaratýlabilmiþ olduðunu göstermektedir. Böylece kendi yaþamlarýný ve düzenlerini örgütlemeye baþlayan Bedrettin müritleri, Osmanlý'nýn düzeni için ciddi bir tehdit haline geldi. Bedrettin müritleri sapkýnlýkla, dinsizlikle suçlandýlar; ama asýl suç Osmanlý'nýn devletlû sýnýflarýnýn çýkarlarýna ters düþmekti. Çelebi Mehmet ordularýný sürdü Börklüce'nin yalýn ayak, baþý çýplak ordularý üstüne. "On binler verdi sekiz binini." Kalanlar idam edildiler. Þeyh Bedrettin, Ýznik'ten ayaklanma baþlatmak için kaçtýðý Deliorman'da yakalandý ve Serez'e getirilip idam edildi. "Tarihsel, sosyal þartlarýn zaruri neticesi"ydi, Bedrettin müritlerinin yenilgisi. Üretici güçlerin geliþme düzeyinin düþük olduðu tarihsel koþullarda dini kýlýfa bürünmüþ bir eþitlikçilik kavgasý yenilgiye mahkûmdu. Týpký tarihin karanlýk sayfalarýna gömülmüþ binlerce, on binlerce köylü ayaklanmasý gibi Þeyh Bedrettin ve müritlerinin isyaný da bastýrýlacaktý. Ama sömürüye baþkaldýranlar yok edilemezdi, sömürü mevcut olduðu müddetçe. Ýnsanlarýn eþitlik, özgürlük ve kardeþlik hayalinin nesnel koþullarý ancak kapitalizmin geliþmesiyle vücut bulabilmiþlerdir ve büyük kavgayla gelecek güzel günleri yaratmak, kapitalist sömürü düzenini yýkacak iþçi sýnýfýnýn ellerindedir.
Artý-Deðer Nedir? Artý-deðerin nasýl oluþtuðuyla ilgili kýsa ve basitleþtirilmiþ bir hikayeyle baþlayalým: Diyelim ki bir fabrikada masa üreten bir iþçi, günde 8 saat çalýþýp bir adet masa üretiyor. Masanýn üretimi için gerekli tahta, vida gibi hammaddelerin, fabrikada çalýþan makinelerin, fabrika binasýnýn, harcanan elektriðin vs. bütün her þeyin bir masrafý vardýr. Bunlar giderlerin bir kýsmýný oluþturur ve diyelim ki bunlarýn 100 liralýk bir masrafý olsun. Üretilen masa piyasada 100 liraya satýlamaz, çünkü daha iþçinin o günkü 8 saatlik iþgücünün karþýlýðýný hesaba katmadýk. O zaman, diyelim ki bu masa piyasada 200 liraya satýldý. Elde bulunan bütün malzeme 100 lira iken, satýlan ürün 200 lira etti. Yani, elde var olan malzemeye katýlan 100 liralýk bir deðer var. Bu deðeri yaratan iþçinin 8 saatlik emek-gücüdür. Kapitalistler doðal olarak baþlangýç malzemesine verilecek parayý eksiksiz ödemek zorundadýrlar. O zaman kapitalistlerin bu iþten kazançlý çýkmalarýnýn tek bir yolu var: iþçinin 8 saatlik emek-gücünün yarattýðý 100 liralýk deðerin bir kýsmýna el koymak. Ýþçinin yaþamýný sürdürebilmesi için verilecek 30 lira iþçinin ÜCRETidir; kapitalistlerin el koyduðu 70 lira ise ARTI-DEÐERdir. Ýþte bütün hikâye bu. Ýþçiler, içinde bulunduklarý çalýþma koþullarýnýn bilgisine belli oranlarda sahiptirler. Kötü çalýþma koþullarýndan, iþ saatlerinden, ücretlerden, iþ kazalarý tehlikelerinden, iþsizlikten, ücretlerin ödenmemesi veya geç ödenmesinden vs. þikâyet etmeyen iþçi bulmak zordur. Bütün bu saydýklarýmýz kapitalist sömürünün görünen yüzleridir. Özünde, yalnýzca emek-gücü tarafýndan yaratýlabilen artý-deðerin ele geçirilmesi kavgasýdýr, iþçi ile patron arasýnda sürüp giden. Saydýðýmýz iþçi sorunlarý da bu kavganýn çeþitli görüngülerinden baþka bir þey deðildir. Sömürünün kaynaðýnýn artý-deðer olduðunu vurgulamak baþlý baþýna büyük bir olaydýr. Bilimsel sosyalizmin ayýrt edici özelliði, kapitalizmi salt eleþtirmek deðil; kapitalist üretimin temel dinamiklerini açýða kavuþturmak, böylece kapitalizmi tarihselliði içinde, onun yýkýlma zorunluluðunu ve bunun için verilecek mücadeleyi de ele alarak açýklamaktýr. Ýþte artý-deðerin oynadýðý kilit rol burada yatar: 1)Artý-deðer, iþçinin ödenmemiþ emeðinin kapitalist tarafýndan ele geçirilmesinin, kapitalist üretim tarzýnýn temel biçimi olduðunu gösterir. 2)Artýdeðerin birikmesi temelinde sermaye oluþur. Böylece, artý-deðer, sermaye üretiminin iþleyiþini de açýklar. 3)Ayrýca, pazarda alýnýp satýlan bir meta olarak emek-gücünün sahip olduðu deðer(emekgücünün yeniden üretilmesi için gerekli maliyet) üzerinden satýn alýndýðý zaman bile, kapitalistin, ondan ödemiþ bulunduðundan daha fazla deðer elde ettiðini gösterir. Ýþçilerin, sýnýf bilincine ulaþmalarý ve devrimcileþmeleri, kapitalist sömürünün yukarýda saydýðýmýz görünen yüzlerinin altýndaki dinamiði, yani artý-deðeri anlamalarýný gerektirir. Artý-deðer, iþçinin tekil sorunlarýnýn, iþyeriyle ya da patronla ilgili sorunlarýnýn kökenindeki asýl soruna, yani kapitalist sömürünün mekanizmasýna odaklanýr. Artýk iþçilerin çözümü, sýnýf olarak içinde bulunduklarý koþullarýn çözülmesini gerektirir. Bu da ancak kapitalizme karþý siyasal bir savaþla, sýnýf savaþýmýyla mümkündür.
Ýþçi Üniversitesi
Ýþçinin Yolu
5
Türk-Ýþ Nasýl Kuruldu, Neden Devlet Güdümlü Sendikalar Var?
Türkiye'de sendikacýlýðýn tarihi 1908'e kadar gidiyor. 1908 devriminin (II. Meþrutiyetin ilaný) yarattýðý kýsmi özgürlük atmosferi, henüz tohum halindeki iþçi sýnýfýna sendikalar oluþturma ve örgütlenme olanaklarý sundu. Ancak Osmanlý egemenleri, sermaye sahiplerinin de büyük rahatsýzlýk duyduklarý geliþmeler nedeniyle birkaç ay içinde sendika ve grevlerle ilgili yasaklara baþvurmak zorunda kaldýlar. O birkaç ay içinde, iþçi sýnýfý devrimci potansiyelini göstermiþti. Henüz toplumun çok küçük bir kesimini oluþturmasýna raðmen iþçi sýnýfýnýn etkisi muazzamdý. Üretimden ve iktisadi yaþamý yeniden üretmekten gelen güç, iþçi sýnýfý daha kundakta bebek olsa da egemenlerin yüreðine korku salmýþtý bir kere. Baskýlara, yasaklara, savaþlara raðmen iþçi sýnýfýnýn ilk hareketlilik dönemi 1924'e kadar sürdü. Özellikle Ýstanbul'da, Türk-Yunan Savaþý boyunca süren sendikal faaliyetler ve sosyalist örgütlenmeler, savaþýn bitmesinden ve "düzen"in saðlanmasýndan hemen sonra egemenler için önemli bir sorun teþkil ediyordu. 1924'te bütün iþçi dernekleri, sendikalar, örgütler Mustafa Kemal önderliði tarafýndan kapatýldý ve 1945'ten sonraya, tek parti iktidarýnýn sonuna kadar da yasaklandý. Bu aðýr baskýnýn altýnda egemenlerin sýnýfsal korkularý vardýr. Ayrýca, TC'nin kuruluþ sürecinde, ilk sermaye birikiminin yetersiz olduðu ve birikim hýzýnýn çok yavaþ olduðu koþullarda, Türkiye büyük sermayesini oluþturacak olan adýmlarý atmak için kollarý sývayan ve elinde çok saðlam bir devlet aygýtý bulunan askeri-sivil bürokrasinin, iþçileri ve köylüleri aðýr bir sömürüye tabi kýlmasýndan baþka yolu yoktu. Egemenler, ilkel sermaye birikimini yaratmak için iþçilerin ve köylülerin sömürüsünde, çok övdükleri demokratik haklarýn, zerresinin bulunmadýðý bir dönemin kapýsýný araladýlar. Ýkinci Dünya Savaþý sonrasý Türkiye'de sermaye birikimi belli ölçülerde saðlanmýþtý. Yeni semiren burjuvazinin ayrý bir partiye ihtiyacý vardý, ayrýca Soðuk Savaþ'ta ABD'nin kanatlarý altýna giren Türkiye egemenleri için birtakým demokratik açýlýmlar yapmak zorunlu hale gelmiþti. Böylece çok partili dönem baþladý. Baþlar baþlamaz da, kurulan
sosyalist örgütler ve partiler öncülüðünde, 1946 yýlýnda, birçok iþçi sendikasý kuruldu. Fakat egemenlerin militan bir sendikacýlýktan ve iþçilerin kendi sýnýf örgütlerini yaratmalarýndan duyduklarý
rahatsýzlýk sonucu yine bütün faaliyetler durduruldu, pek çok örgüt ve dernek kapatýldý. Ýþte bundan sonra egemenlerin hamlesi, hem CHP'nin hem de DP'nin kontrolünde sendikalar kurmak olacaktý. ABD emperyalizminin desteði burada devreye girdi. 1950'lerin baþýnda AFL (ABD'de ve dünyada sarý sendikacýlýðýn temellerini atmýþ Amerikan Emek Federasyonu) ve CIA orijinli yetkili sendikacýlar Türkiye'de sendikal harekete büyük ilgi gösterdiler. Türkiye'nin pek çok ilinde örgütlenen sendikalar 1952 Nisan'ýnda Türk-Ýþ'i kurma kararý aldýlar. Bu süreçte, Türk-Ýþ'in içinde pek çok farklý görüþten insan biraradaydý ve sosyalist kökenli ya da sýnýf bilinçli iþçi önderleri de sendikal faaliyetlerin içindeydi. (Burada kapitalizmin geliþiminin henüz kentleþmeyi ve proleterleþmeyi-mülksüzleþmeyi tam olarak yaratamadýðý koþullardaki sýnýf bilincini göz önüne almak gerekir.) Ancak birkaç ay içinde, ilk Genel Kurul'a kadar, Türk-Ýþ içinde militan bir sendikacýlýk örgütleme tehlikesi olan herkesin yarýdan fazlasýnýn örgütlü olduðu sendika, iþveren veya iþveren sendikasý ile toplu iþ sözleþmesi yapmaya yetkilidir. Kanunun devamý maddelerinde ise bu yetkinin nasýl tespit edileceði, yetkiye nasýl itiraz edileceði ve kimlerin itiraz edebileceði düzenlenmektedir. Burada belirtmek gerekir ki; söz konusu iþ kolunda bir sendikanýn yetkisiz olduðu, sendikalý ya da sendikasýz iþverenler tarafýndan iddia edilebilmektedir. Ancak sendikaya yönelik yetki itirazý iþçiler için özellikle zorlaþtýrýlmýþtýr; iþçiler açýsýndan yetki itirazý ancak kurulu bulunduðu iþ kolunda çalýþan iþçilerin yüzde 10'unu temsil edebilen bir sendika aracýlýðýyla yöneltilebilir. Bu yetki itirazlarý ve iþ kolu tespit davalarý ise iþverenler tarafýndan sýkça kullanýlan yöntemlerdir. Önce kendi iþyerlerinde çalýþan iþçileri sendikadan istifaya zorlamakta buna emekli olan veya vefat eden iþçileri de ekleyerek yeniden yetki tespiti istemektedirler. Bununla birlikte 4857 sayýlý Ýþ Kanunun 2. maddesinde taþeron kullanýlmasý açýkça düzenlenmekte fakat taþeron bir firmanýn yürüttüðü iþ ne kendi iþ koluna ne de o iþyerinin iþ koluna sokulmamaktadýr. Buraya kadar anlattýklarýmýzdan da anlaþýlacaðý üzere sadece toplu sözleþme yapabilecek sendikanýn tespitine gelene kadar bile gerek 4857 sayýlý Ýþ Kanunu gerek 2822 sayýlý Toplu Sözleþme Grev ve Lokavt Kanunu önümüze iþveren lehine iþçi aleyhine kullanýlabile-
HAKLARIMIZ GREV Bu sayýda tek bir iþçinin iþveren karþýsýndaki haklarýný deðil toplu bir þekilde o iþyerinde ya da iþ kolunda çalýþan bütün iþçilerin hak arama yöntemini anlatacaðýz. Þiarýmýzda da açýkça belirttiðimiz gibi iþçi sýnýfý ancak örgütlüyse güçlüdür ve bunu biz iþçiler kadar patronlar ve onlarýn bekçiliðini yapan kanun koyucularý da gayet iyi bilmektedir. Bu nedenle iþ hukukunu onlar da bireysel ve toplu iþ hukuku olarak ayýrmýþlar. Bireysel iþ hukukunda çok cüzi düzeyde de olsa belli haklarý tanýrlarken, toplu iþ hukukunda mümkün olduðu kadar haklarýmýzý kullanmamýzý engellemeye çalýþmaktadýrlar. O yüzden bu sayýmýzda, iþveren karþýsýnda en büyük silahýmýz olan grev hakkýný kullanabilmemiz için önce hangi engelleri aþmamýz gerektiðini anlatacaðýz. 2822 sayýlý Toplu Ýþ Sözleþmesi, Grev ve Lokavt Kanunu greve gidebilmemizin koþullarýný belirlemiþtir. Söz konusu yasaya göre grev kararý ancak toplu iþ sözleþmesi görüþmelerinde uyuþmazlýk çýkmasý halinde alýnabilecektir. Bunun içinde önce o iþyerinde toplu iþ sözleþmesi yapmaya yetkili bir sendika olmasý gerekmektedir. 2822 Sayýlý kanunun 12. maddesine göre; baðlý olduðu iþ kolunda çalýþan iþçilerin % 10' unun örgütlü olduðu ve o iþyerinde çalýþan iþçilerin de
ayaðýný kaydýrdýlar. Böylece Türk-Ýþ'te devlet güdümlü sendikacýlýðýn temelleri daha kuruluþundan birkaç ay sonra atýlýverdi. Ýþçi sýnýfýnýn sendikal örgütlenmesinin devlet kontrolüne girmesi ne ilktir ne de son. Sermaye sahipleri ve onlarýn iþçi sýnýfý içindeki ajanlarý olan sendikal bürokrasi, iþçi sýnýfý hareketine, onun kendi dinamizmine, eylemliliðine tahammül edemezler. Gerektiðinde en küçük örgütlenmeleri bile kapatan, sendikalarý, grevleri yasaklayan egemenler için her zaman böyle rahat hareket etmenin koþullarý yoktur. Ýþçi sýnýfý hareketine gerektiði gibi müdahale edebilmek için, hareketin içine girip ona yön verebilmek için kendi güdümlerindeki sendikalara ihtiyaçlarý vardýr. Ýþte devlet güdümlü sendikacýlýðýn özü budur. Ýþçi sýnýfý geliþip boy atmaya baþladýkça, kentlerde, fabrikalarda biraraya gelip yoðunlaþtýkça, sýnýf hareketinin ön koþullarý da oluþmuþ olur. Egemenler, kendileri için tehlike arz edebilecek militan bir sendikacýlýðýn oluþmasýný istemediklerinden, Türk-Ýþ gibi iþçi hareketini çekip çevirebilecek, çeþitli manipülasyonlarla iþçilerin eylemlerini baltalayabilecek bir sendika oluþturmak için her yolu denerler. Sermayenin güdümündeki sendikacýlýðýn Türkiye'deki abidesi olan Türk-Ýþ'in tarihi iþçi sýnýfýna, sayýsýz greve ve direniþe ihanetlerle dolu bir tarihtir. Türk-Ýþ'in tarihi, ihya olmuþ sendika aðalarýnýn, yedi sülalesine yetecek soygunlara imza atmalarýnýn tarihidir; sendika aðalarýnýn faþist çapulcularý iþçileri sindirmek için kullanmalarýnýn tarihidir. Yine de þunu hatýrlatalým. Rusya'da 1905 devriminin kývýlcýmýný çakan olayda, Çar'ýn sarayýna yürüyen iþçiler, polis ajaný Papaz Gapon önderliðinde yürüyorlardý. Sendikal örgütlülük, ister sermaye güdümlü sendikada olsun, ister militan iþçi sendikasýnda, sýnýfýn örgütlenmesine temel yaratýr ve bu bakýmdan son derece önemlidir. Fakat, iþçilerin kendine ihanet eden sendikalara ve kapitalistlere karþý zaferi ancak iþçilerin sendikal bürokrasiyi aþmasýyla ve iradeyi eline almasýyla mümkündür.
cek bir sürü araç sunmaktadýr. Yukarýda saydýðýmýz iþlemler tamamlanýp yetki konusunda bir uyuþmazlýk da çýkmaz ise yetki belgesini alan ya da yetkili olduðu tespit edilen sendika yetki belgesini aldýðý tarihten itibaren on beþ gün içinde karþý tarafý toplu görüþmeye çaðýrýr. Bu süre içerisinde çaðrýda bulunmazsa belgesinin hükmü kalmayacaðý gibi, görüþmede ileri süreceði bütün hususlarý çaðrýya eklemek zorundadýr. ( 2822 sayýlý kanun md. 17 ) Çaðrý tarihinden itibaren 30 gün içerisinde toplu görüþme baþlamalýdýr. Toplu görüþmenin sonunda bir anlaþmaya varýlýrsa artýk o toplu sözleþme iþvereni ve iþçileri baðlayýcý hale gelecektir. Fakat söz konusu taraflarýn birini daha fazla kar elde etmek isteyen patronlar diðerini ise daha fazla ekonomik ve sosyal hak elde etmek isteyecek olan iþçiler oluþturduðundan görüþmelerde kolayca uzlaþmaya varýlamayacaktýr. Bunu sadece bizler deðil patronlar ve yasa koyucular da gayet iyi bilmektedir. Bu nedenle 60 gün içerisinde anlaþmaya varýlamadýðý takdirde iþi bir de arabulucuya havale etmektedirler. 15 gün içerisinde arabulucu da bir çözüm saðlayamazsa yasa ancak o zaman grev ve yanýnda lokavttan bahsetmektedir. Görüldüðü üzere Ýþ Yasalarý sadece grev kararý aþamasýna kadar bile bizleri birçok engelle karþý karþýya býrakmaktadýr. Bir sonraki sayýmýzda grev kararýnýn alýnmasý sürecinde önümüze çýkacak olan hukuki engellerden ve bu engellere karþý geliþtireceðimiz mücadele yöntemlerinden bahsedeceðiz.
6
Ýþçinin Yolu
Mucadele Gunlugu
Sermaye, krizin kendisinde yarattýðý baþaðrýsýna "aspirin" olarak iþçilerin maaþlarýný, zamlarýný, ek mesailerini, saðlýk güvencelerini; yani, haklarýný yiyor içiyor. Bu, sermaye düzeninin yasasýdýr! Patronlar biz emekçileri ne kadar sömürürse, o kadar güçlenir ve bizleri güçsüz kýlarlar. Onlara karþý en büyük silahýmýz, üretimden gelen gücümüzdür. Þalteri indirdiðimiz, makineleri susturduðumuz anda, patronun ne kadar iþlevsiz ve aciz olduðunu daha önce ki deneyimlerimizden de biliyoruz. Tabii ki bize karþý devletin kolluk güçlerini kullanacaklardýr. Ancak, Tekel direniþinde de sýnýfýn gücünü gördüðümüz gibi, kolluk kuvvetlerinin, sýnýfýmýz karþýsýndaki acizliðini de anlayabiliriz. Birçok fabrikada sömürü düzenine karþý kavgaya giriþmiþ olan sýnýf kardeþlerimiz mevcut. Hep onlara anlatýlan masaldan sýkýlmýþlar; Kriz var. Maaþlara zam yok! Bunlarýn, sermayenin aç gözlülüðünün bir yansýmasý olduðunun farkýnda olan iþçiler, çözümün mücadeleyle geleceðini biliyorlar. Gaziantep 3. Organize Sanayi Bölgesi'nde yer alan Çemen Tekstil de bunlardan sadece bir tanesi. Maaþlarýna zam yapýlmamasý ve çalýþma
Bizim Mayamýz Onlarýn Mayasý! koþullarýnýn gitgide kötüleþmesi üzerine, fabrikada örgütlenme çalýþmasý baþlatan ve çoðunluðu saðlayarak DÝSK'e üye olan 350 Tekstil Ýþçisi, patronun TÝS'te (toplu iþ sözleþmesi) sendikayla masaya oturmamasý üzerine 12 Ocak 2010 tarihinde grev kararlarýný ilan ettiler. Sendikal örgütlenmeden ve grev kararýndan sonra yeni iþçi alan Çemen Tekstil patronu Kamil Çetinkaya, yeni iþçilerin sendikaya üye olmasýný önlemek için 100 TL fazla para ödemesi yapýyor. Oysa iþveren, Ocak 2009'da iþçilerin ücretlerinden krizi bahane ederek 100 TL kesmiþti. Yani, "Ben sendikaya karþýyým, sendikayý fabrikama sokmam" diyen Çemen Tekstil patronu, iþçileri bölmek ve grevi kýrmak için her türden oyunu oynamaktadýr. Ama iþçiler patronun bu oyunlarýný boþa çýkartmakta kararlý olduklarýný 20 gündür gece gündüz fabrika önünde tuttuklarý nöbetlerden, polisin müdahalelerine karþý çelik gibi duruþlarýndan da belli etmektedirler. Çemen Tekstil iþçileri, patronun iþçi servisleriyle içeriye grev kýrýcý iþçileri sokmaya çalýþmasýna müdahale etti ve iþçi servislerinin giriþini engelleyen grevci iþçilere ise polis saldýrdý. Ama bu saldýrýlar iþçileri geriletmekten çok, öfkelerini büyütmekte ve mücadeleye olan kararlýlýklarýný daha da bilemektedir. Gerek Tekel iþçisinin, gerek Çemen Tekstil iþçisinin ve daha baþka birçok sýnýf kardeþimizin haklarý ve gelecekleri için yaptýklarý mücadelelerin rüzgârý, tüm coðrafyayý kapladýðý zaman çok farklý bir ülkede yaþýyor olacaðýz. Bunun için de, sendikal bürokrasiyi yýkarak, tabandan tavana mücadeleyi örmemiz ve yaygýnlaþtýr-
mamýz gerekmektedir. Bugün Çemen Tekstil patronuna "biz ne grev yapmak, ne de kavga etmek istiyoruz" diyen DÝSK bürokrasisine, ya da Tekel direniþini bir an önce bitirmek için çabalayan TürkÝþ aðalarýna direniþlerimizi teslim etmemeli ve son sözün bize ait olduðunu göstermeliyiz. Tehdit olarak iþçilere 'Siz burada titrerken ben karþýnýzda raký içeceðim' diyen Çemen patronu, 'Haddinizi bilin, hükümeti üç beþ iþçi düþüremez' diyen Tayyip Erdoðan'la ayný mayanýn hamurundandýr. Bizim mayamýzsa 'Genel Grev' kararýný duyunca sendika aðalarýný apar topar görüþmeye çaðýran hükümete 'üç beþ iþçinin' gücünü gösteren Tekel iþçisi kardeþlerimizden gelmektedir. Eðer mücadele aracýmýz olan devrimci Marksizmi ellerimize alýr ve gelecekte bizim, yani iþçi sýnýfýnýn söz sahibi olacaðý bir sistemi inþa etmek için kullanýrsak, çocuklarýmýza býrakacaðýmýz tertemiz bir mirasýmýz olacak. Sosyalist bir dünya!
MÝMAR SÝNAN ÜNÝVERSÝTESÝNÝN MEDÝKOSU KAPATILDI! 1984'ten bu yana YÖK'e baðlý üniversitelerde zorunlu hizmetler kapsamýna olan saðlýk ve spor hizmetleri kurumu Medikolar, 2006'dan beri kapsam deðiþikliði adý altýnda yavaþ yavaþ kapatýlýyor. YÖK'ün hizmetler kanununda öngörülen bu deðiþikliðin anlamý, üniversitelere ayrýlan saðlýk ödeneklerinin, mali bütçe açýðýný kapatmak bahanesiyle kaldýrýlmaya çalýþýlmasý, emekçilere ve çocuklarýna uygulanan hak saldýrýlarýnýn bir baþka ayaðý demek. Sürecin baþlarýnda kamudan gelen itirazlara karþý, Ankara Üniversitesi Saðlýk ve Spor Daire (MEDÝKO) baþkanlýðýndan yapýlan açýklamalarda, saðlýk hizmetlerinde yapýlacak deðiþiklikler için 'Üniversiteler medikolar için devletten ödenek almaz, dolayýsýyla medikolarýn iptali söz konusu deðildir' denilmiþti. Ardýndan 2006 yýlý Temmuz ayýnda resmi gazetede yayýnlanan haberde, 'YÖK, ilaç ve tedavi hizmetleri için, devlete ödenek teklifinde bulunmayacaktýr' beyanýyla, bürokrasinin kendiyle çeliþen ifadeleri ve kafalarda yaratýlmaya çalýþýlan bulanýklýk netliðe kavuþtu. Üniversitelerde çalýþan emekçilerin ve öðrencilerin yararlandýklarý saðlýk kurumlarý olan medikolarýn kapsamý ilk önce ailesinde saðlýk hakký olmayan öðrencilere kullandýrýlmak üzere daraltýlmýþtý. Bu uygulamadaki amaç tüm öðrencilerin vereceði tepkiyi bir kesim insana indirgemek içindi ve bu da baþarýldý. Tanýdýk bildik
oyalama taktikleriyle yapýlmak istenen, sürece emekçilerin ve öðrencilerin tepkiselliðinin karýþmamasýydý. Düzce'yle baþlayan ve sonrasýnda adým adým Ýzmir, Ankara, Ýstanbul, Zonguldak, Edirne ve Kütahya gibi emekçi sýnýfýn ve çocuklarýnýn yoðunluk kazandýðý yerlerde parça parça uygulanan kapatmalar, elbette karþý tepkilerin oluþmasýný da beraberinde getirdi. Çeþitli bölgelerdeki üniversitelerde, öðrencilerin ve saðlýk sendikalarýnýn biraraya gelerek, 'Medikolar kapatýlamaz' söylemiyle yaptýðý bir dizi eylemlilik gerçekleþtirildi. Ancak bu eylemliliklerin þehir bazýnda yerellere sýkýþmasý ve sadece medikonun kapanma sürecinde oluþmasý,
kitleselleþmenin oluþmasýný engelledi. Son olarak da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde iptal edilen mediko hakký, önce çalýþan personelin, ardýndan da 15 Ocak 2010 tarihinden itibaren öðrencilerin ellerinden alýnmýþtýr. Hiçbir güvencesi olmayan onbinlerce emekçi çocuðunun saðlýk hakký gasp edilmiþtir. Zaten eðitimin ticarileþtirilmesi ile üniversite kapýlarýný emekçi çocuklarýna kapatmak isteyenler, bizim parasýz saðlýk hakkýmýzý da hiçe saymaktadýrlar. Yaklaþýk 1,5 senedir patronlar sýnýfý kriz bahanesiyle buna benzer uygulamalarý ayyuka çýkmýþtýr. Emekçilerin çalýþma süreleri insan bedenini yok sayan saatlere doðru artýrýlýyor, buna karþýn hiçbir temel ihtiyacý (beslenme, barýnma, saðlýk, eðitim) karþýlamayacak düþük ücretler dayatýlýyor, performans deðerlendirmesi adý altýnda, keyfiyen iþten atmalar yapýlýyor ve ülkede kocaman bir iþsizler ordusunu yaratýlýyor. Sosyal güvencesizlikte bunlarýn cabasý oluyor. Ýþçi ve emekçi sýnýf içinse tüm bu koþullar krizin kendisi demek. Patronlarýn tüm bu saldýrýlarý iþçi sýnýfýnýn daðýnýk ve örgütsüz olduðu dönemlerde yapabildiðini, hafýzamýzý biraz yokladýðýmýzda görebiliyoruz. Ve bugün TEKEL iþçilerinin de bizlere hatýrlattýðý ve öðrettiði gibi, hak saldýrýlarýna karþý, hep birlikte ürettiðimiz, hizmet verdiðimiz, öðrendiðimiz alanlarda birleþik mücadele vermeli, sermaye kýrýntýlarýný deðil; hakkýmýz olaný, eþitçe paylaþmak, kardeþçe ve insanca yaþayabilmek için almalýyýz. 'ZAFER DÝRENEN EMEKÇÝLERLE GELECEK'
Mücadele Günlüðü
Ýþçinin Yolu
Emekçiler Tekel Ýþçilerine Sahip Çýkýyor!
1980 sonrasýnda Türkiye'de neo-liberal program çerçevesinde emekçilerin mücadeleyle kazandýklarý haklarýna yönelik büyük bir saldýrý dalgasý örgütlenmeye baþlanmýþtý. Son dalga olarak AKP hükümeti bu saldýrýlarý daha da yoðunlaþtýrdý ve özelleþtirme hareketleriyle bu süreç sürüyor. Bu saldýrýlara karþý en büyük barikatsa iþçi sýnýfýnýn kararlý mücadelesiyle verilebilir. Bu mücadele özellikle Tekel iþçilerinin kararlý duruþuyla yalnýz Tekel iþçilerinin mücadelesi olmaktan çýkmýþ, tüm Türkiye emekçilerine moral vermiþtir. Bir eylemlilik eðer ki yerelde kalýr ve destek bulamazsa yenilmeye mahkûmdur. Bu tür yenilgileri çok yaþadýk. Büyük bir iþçi direniþi ancak genelleþerek baþarýya ulaþabilir. Tekel iþçilerinin ayrý ayrý fabrikalarda yürüttükleri ve kamuoyuna yansýmayan eylemliklerinin niteliksel sýçramasý direniþin Ankara'nýn göbeðine taþýnmasý, yani genelleþme olanaðý yakalanmasýyla mümkün olmuþtur. Sendika bürokrasisinin tüm kösteðine raðmen bu direniþ, diðer emekçilerin dayanýþma eylemleriyle de desteklenmektedir. Petrol-Ýþ Sendikasý iþçilerinin bir saat iþ býrakýp basýn açýklamasý yapmasý, Ýstanbul Belediye iþçilerinin ayný
amaçla dört saatlik iþ býrakmasý, Tez Koop-Ýþ Sendikasý iþçilerinin Ýstanbul'da bir saatlik iþ býrakmalarý, gene Ýstanbul'da Makine Mühendisleri Odasý'nýn geçici iþ býrakmasý son zamanlarda yapýlan bu tür destek eylemlerine baþlýca örneklerdir. Bu destek eylemlerinin en vurgulu sloganý olan "Birleþerek kazanacaðýz" sesi bu önemli gerçeðin emekçilerce de kavrandýðýný göstermektedir. Destek eylemlilikleri her ne kadar sendika bürokratlarý tarafýndan sanki kendi istekleriyle örgütledikleri eylemlermiþ gibi yansýtýlsa da daha çok iþçilerin tabandan bastýrmalarýyla sonucunda gerçekleþmektedir. Biz devrimcilerin görevi direniþin genelleþmesinin, emekçilerin birliðinin arasýndaki parazitleri iþçilere teþhir etmek, sendika aðalarý ve düzen partilerinin kendi çýkarlarý için bu mücadeleyi destekler görünmesi sahtekârlýðýný ifþa etmek olmalýdýr. Ankara sokaklarýnda kurulan çadýrlarda kümelenen iþçiler kararlýlýklarýný haykýrýyor. Sesleri yalnýz kalmýyor ve bu ateþi ülkenin her yerine yaymak bugünün devrimci görevidir. Tekel direniþinin genelleþmesinin yaratacaðý dinamizm iþçi sýnýfýnýn mücadele tarihinde önemli bir adým olacaktýr.
Marmaray Ýþçileri: “Biz de Varýz!” Kapitalistlerin rüya projelerinden olan Marmaray Projesi'nde taþeron firmada çalýþan arkeolojik kazý iþçileri greve çýktý. 2007'den beri günlük 27,5 lira ücretle, sigortasýz ve saðlýksýz koþullarda çalýþtýrýlan iþçiler, geçen üç yýlýn üstüne yapýlan 1 liralýk zam ve emekli olan iþçilere tazminatlarýnýn verilmemesi üzerine grev kararý almýþtý. Bir iþyeri iþgali þeklinde süren grevin 3. gününde iþçiler Çalýþma ve Sosyal Güvenlik Bakanlýðý'na koþullarýnýn incelenmesi için baþvurdular. Buna taþeron firmanýn cevabý 20 iþçiyi iþten atmak ve direniþçi iþçileri içeriye almamak oldu. Bunun üzerine kapýnýn önünde direniþlerini devam ettiren 80 iþçi yaklaþýk 3 haftadýr grevlerini sürdürüyor. Grev sürecinde sýnýf kardeþlerinin eylemliklerine de sürekli destek veren Marmaray iþçi-
leri, son yaptýklarý basýn açýklamasýnda, "insanca bir yaþam"ýn ancak mücadele eden iþçilerle mümkün olabileceðini bildiklerini; Tekel, belediye ve itfaiye iþçilerinin açtýðý yoldan devam edeceklerini anlattýlar. Haklarýný almadan hiçbir kuvvetin eylemlerini bitiremeyeceðini haykýran iþçiler, tüm iþçi eylemlikleriyle dayanýþmaya çalýþtýklarýný ve ilerleyen süreçte Tekel iþçilerinin yanýna, Ankara'ya gidebileceklerini açýkladý. Marmaray direniþi ve son aylarda artan iþçi eylemlikleriyle birlikte, bir kez daha kanýtlanýyor ki, kapitalist düzenin her krizi, emekçi sýnýflar için kazanýlmýþ haklarýn geri alýnmasý anlamýna geliyor. Buna cevap ise grevlerle, militan ve kararlý iþçi eylemlikleriyle veriliyor. Birçok iþkolunda devam eden grevler, iþçi sýnýfý açýsýndan yeni bir dönemi açýyor. Bu dönem patronlarýn "kriz bitti" naralarýna karþý iþçi sýnýfýnýn: "Asýl kriziniz þimdi baþlýyor" cevabýdýr. Ancak bizler biliyoruz ki, bu tip kalkýþmalar asla belirsiz pasif bekleyiþlere, kararsýzlýða teslim edilemez. Görevimiz iþçilerin mücadele birliðini ve aktif militan eylemliklerini bir an önce örgütlemek, sýnýfýn taban inisiyatifini saðlamaktýr. Bu bir günlük grevle baþarýlamaz. Asýl kurtuluþ ortak talepler temelinde örgütlenecek genel direniþlerle ve kazanýncaya kadar sürecek grevlerle gelecektir.
7
Çukurova’da Taþeron Ýþçisi Örnek Yarattý! Ekonomik krizin faturasýnýn iþçi sýnýfý üzerinden çýkarýlmaya çalýþýldýðý ve buna karþýlýk iþçilerin sýnýf bilincini ileri taþýyan grev ve direniþlerin yaþandýðý bir dönemden geçiyoruz. 4-C'ye ve taþeronlaþmaya karþý direniþlerine devam eden Tekel iþçileri, itfaiye iþçileri, Esenyurt belediye iþçileri ve birçok yerel direniþ sürerken kazaným haberleri iþçi sýnýfýna moral ve güç kazandýrmakta, direniþlerine cesaret katmakta. Daha fazla kar için taþeronlaþmanýn giderek yaygýnlaþtýrýlmasý birçok iþkolunda büyük hak gasplarý doðurmakta. Taþeronlaþmadan nasibini alan bir iþkolu da onbinlerce saðlýk emekçisinin çalýþtýðý saðlýk sektörü oldu. Geçtiðimiz aylarda Okmeydaný Eðitim ve Araþtýrma Hastanesi'nde taþeron firmanýn 18 iþçiyi sendikaya üye olduklarý için iþten atmasýyla baþlayan süreç iþçilerin 45 gün süren direniþleriyle kazanýmla sona ermiþ ve iþçiler iþe tekrar alýnmýþtý. Yine yaklaþýk dört yýldýr taþeron çalýþmaya karþý adým adým mücadele yürüten adana Çukurova Üniversitesi Týp Fakültesi Balcalý Hastanesi çalýþaný 1100 saðlýk emekçisi, 13 Ocak 2010 tarihli Çalýþma Bakanlýðý kararýyla büyük bir
kazaným elde etmiþtir. Taþeron firma kaldýrýlarak iþçiler esas iþveren olan Çukurova Üniversitesi Rektörlüðü'ne devredildi ve iþçiler kadrolu statüye geçirildi. Taþeronlaþmaya karþý emsal teþkil eden bu dava aslýnda taþeron þirketlerde çalýþan tüm saðlýk iþçilerinin bir kazanýmýdýr. Saðlýk Bakanlýðý'na baðlý hastanelerde hemþire, radyoloji teknisyeni, laborant, týbbi sekreter, hasta bakýcý gibi görevlerde çalýþan yaklaþýk 118 bin saðlýk emekçisi bulunmakta. Emsal teþkil eden bu dava ile taþeron firmalarda çalýþan tüm saðlýk emekçileri ayný haklarý talep etmek için yasal olarak büyük bir hak elde etmiþtir. Taþeronlaþtýrma baþta iþgüvencesi olmak üzere kýdem tazminatý, yýllýk izinler, fazla mesailer gibi birçok kazanýlmýþ hakký ortadan kaldýrmakta. Ýþçilerin, emekçilerin hastane kuyruklarýnda can çekiþtiði, nitelikli saðlýk hizmeti alamadýðý bu sistemde, saðlýk alanýnda taþeronlaþma tam anlamýyla kar için insan hayatýnýn hiçe sayýldýðýnýn resmi kanýtýdýr. Balcalý Hastanesi saðlýk emekçilerinin bu kazanýmýndan sonra Saðlýk Bakanlýðý'na baðlý diðer hastanelerde taþeronlarý devam ettirmeye çalýþanlar suç iþlemektedir. Saðlýk emekçilerinin mücadele ile kazandýðý bu hak tüm iþçi sýnýfýna örnek olmalýdýr. Kazaným yalnýz ve yalnýz mücadeleyle mümkün olmaktadýr ve bu yüzden mücadele her þeye raðmen devam ettirilmek zorundadýr. Tüm iþçiler parça parça deðil birleþerek mücadele etmelidir çünkü düþman ortaktýr; hakkýmýzý elimizden almaya çalýþanlar, bize bu kölelik düzeninde yaþamaya mahkum edenler, çalýþmadan bizlerin sýrtýndan kar elde edenler yani patronlar. Birleþerek çoðalmanýn, çoðalarak mücadeleyi büyütmenin ve artýk bu sömürü düzenini deðiþtirmenin zamanýdýr.
8
Ýþçinin Yolu
Sendikalara Bakýþýmýz Nasýl Olmalý?
Tekel direniþi, bu kadar büyüyebilip tüm Türkiye'de emek mücadelesinin umudu haline gelebilmiþse bunun yegane temeli iþçilerin radikalliðinin sendikal bürokrasiyi hiç de öngöremediði þekilde ileriye doðru sürüklemesidir. Yani gerek Türk Ýþ gerekse de Tek Gýda Ýþ yönetimleri kendilerini hesap etmedikleri bir radikalliðin içerisinde buldular. Genel olarak söyleyebiliriz ki Tekel direniþi, Türk Ýþ sendikal aðalýðýnýn engellemelerine Tek Gýda Ýþ liderliðinin de ayak sürümelerine karþýn bu noktaya gelebilmiþtir. Bir yandan sendikalarýn iþçi sýnýfýnýn kazanýlmýþ yasal mevzileri olma durumu, diðer yandan da sendikal bürokrasinin iþçi mücadeleleri karþýsýnda takýnmýþ olduðu klasikleþen dalgakýran rolü. Bu çeliþkili durumdan sýnýf bilinçli iþçilerin mücadele ve sendikalar arasýndaki iliþkiyi net bir þekilde kavramalarý gerektiði sonucu ortaya çýkar. Sendikalar iþçi sýnýfýnýn temel örgütlülük ve mücadele araçlarýnýn en baþýnda gelir. Ýþçi sýnýfýnýn patronlar karþýsýndaki en önemli dayanak noktalarýnýn baþýnda sendikalar bulunur. Hak arama mücadelelerinin geliþip yaygýnlaþmasýnda sendikalar daima merkezi bir role sahip olmuþlardýr. Bu nedenlerle iþçi sýnýfýnýn sendikalý olmasý büyük önem taþýmaktadýr. Diðer taraftan iþçi sýnýfýnýn mücadelesinin sendikalar eliyle basitçe yukarýya doðru yükselen bir eðri þeklinde ilerlemesi kapitalist sistemin efendileri için hiç kabullenilecek bir durum deðildi. Sömürü düzeninin
sendikalar konusunda bulduðu tarihsel çözüm, sendikalar içinde iþçilerin günlük yaþamýndan giderek farklýlaþan ve ayrýcalýklý bir pozisyona sahip olan bir yöneticiler kastý yaratmak oldu. Maddi ayrýcalýklarla donanmýþ sendikal bürokrasi zaman içerisinde giderek kurumsallaþtý ve sendikalarýn genel çizgisini tabandaki iþçilerin radikal mücadele taleplerine karþý uzak tutma tarihsel misyonunu üstlendi. Giderek kapitalistlerle, onlarýn hükümetleri ile bazen de mafyatik iliþkilerle iç içe geçen sendikal bürokrasi kapitalist sistem tarafýndan da kollandý. Yasal düzenlemeler, tüzük ve yönetmelikler hep onlarýn arkasýndaydý. Sayýsýz maddi ayrýcalýklara sahip olan sendikal bürokrasi giderek iþçilerden daha çok
patronlara yaklaþtý ve bozuk düzenin mide bulandýrýcý bir parçasýna dönüþtü. Sendikal bürokrasinin sol versiyonlarýnda da aslýnda durum asla kökten farklý deðildi. Bu tarz sendikalar için sendikal rekabetten ötürü daha mücadeleci bir tavrýn benimsenmesi zorunlu iken bunun da her zaman belirli bir sýnýrý oldu. Sendikal bürokrasi yine ayrýcalýklý idi ve iþçi radikalizmine bir aþamadan sonra düþman, iþçilerin inisiyatifine karþý da þüpheci idi. O halde sendikalaþma mücadelesi vermek boþuna mý? Elbette ki deðil. Sendikalý bir iþyeri ile sendikasýz bir iþyeri iþçilerin çalýþma ortamý ve iþçilerin kendine güveni açýsýndan asla bir olamaz. Sendikasýz ve örgütsüz iþyerlerinde mücadele etmek gerçekten oldukça zordur. Tekel örneðini düþünürsek iþçiler sendikasýz olsalardý iþleri kuþkusuz çok ama çok daha zor olacaktý. Buradan çýkarýlmasý gereken sonuç, sýnýf bilinçli iþçilerin sendikalara sýrtlarýný dönmemeleri ama sendika içerisinde sendikal bürokrasiye karþý mücadele etmeleri ve bunun için de tabanda genel iþçi kitlesini radikalleþtirmeleri gerektiðidir. Yani, sendikalarý ayrýcalýklý yöneticilere býrakmamak için taban inisiyatifini örgütlemeliyiz. Sendikal bürokrasiye karþý taban inisiyatifini örmek ve sendikalarýn aðalýðýn arpalýðýna dönüþmesini engellemek sýnýf bilinçli iþçilerin temel görevidir. Kýsacasý, çizgimiz þudur: Bir yandan sýnýf düþmanýmýza karþý mücadele, diðer yandan sýnýfýn içindeki burjuvazinin ajanlarýna karþý mücadele.
Ýþçinin Yolu
9
Tekel Ýþçileri Devleþti Bir yandan vahþi sömürü diðer yandan "sevapkar" sömürücülerin yoksullara daðýttýðý "yardýmlar". Gün geçtikçe içine itilmeye çalýþýldýðýmýz kýsýr döngünün üstüne balyoz gibi indi Tekel direniþi. Tekel iþçilerinin onurlu bir yaþam için verdiði kavga þimdi tüm emekçilerin yolunu aydýnlatýyor. Sizin ihsanlarýnýza, sevaplarýnýza kalmadýk, kimseye minnetimiz yok, hakkýmýz olaný bilek gücümüzle söke söke alýrýz, almalýyýz. Tekel direniþinin emekçilere anlattýðý budur. Bu yüzden Tekel direniþi milyonlara umut oldu, ýþýk oldu, gelecekteki nice kavganýn tohumlarýný ekti. "Kurtuluþ Yok Tek Baþýna, Ya Hep Beraber ya Hiçbirimiz" sloganý slogan olmaktan çýktý, Tekel direniþinde gerçeðe dönüþtü. Valilik Tekel direniþin kýþkýrtmak için esnaf rahatsýz oluyor yalanýna sarýlýrken Ankara'da Sakarya esnafý direniþe desteðe gelmekle, geceleri mekanlarýný iþçilere açmakla kalmadý, polis saldýrýsý olursa iþçilerin yanýnda bitiverecekleri sözünü verdi. Her gün Tekel direniþine desteðe gelen ve TV'lerde görüntülenen bir ev kadýný "kocam beni boþadý boþayacak" dese de ardýndan "ama biz zalime boyun eðenlerden deðiliz" diye ekleyiveriyordu. Belli ki bu toplum kurumuþ topraðýn suya olan hasreti gibi hasret kalmýþ emeðin onurlu kavgasýna.
Þimdi bu özlemle kucaklýyor Tekel direniþini emekçiler. Bu heyecan, topluma dalga dalga yayýlan bu kýpýrdanýþ bunun için. Ankara'nýn ayazýnda 50.günlere ulaþan direniþin temel sloganý "Ölmek var Dönmek Yok", özverinin, ortaklýðýn ve paylaþýmýn ifadesi oldu bayraklaþtý. Ýþte, Onlarýn Ahlaký ve Bizim Ahlakýmýz. Tekel direniþi bir ders daha verdi: Halklarýn kardeþliði ancak sýnýf mücadelesiyle gerçekleþebilir. Çünkü sýnýf mücadelesi, din, mezhep,
ýrk, cinsiyet ayrýmlarýnýn üstüne çýkar ve sömürülenleri ezilenleri birleþtirir. Diyarbakýrlý, Ýzmirli, Batmanlý, Trabzonlu, Muþlu, Denizlili, Adýyamanlý, Hataylý...Ýþçiler yýllarca Türk Kürt ya da Alevi Sünni diye kokuþmuþ düzen tarafýndan birbirlerine karþý önyargýlar beslemeye itilmiþlerdi. Ýþçi sýnýfýnýn birliðinin en büyük düþmaný zaten bu deðil miydi? Sömürü düzeninin devamý iþçilerin birliðinin engellenmesine baðlý deðil mi? Ýþte, sýnýf mücadelesi iþçileri birleþtiriyor. Tokat fabrikasýnda çalýþanlar Diyarbakýrlýlar'a biz sizleri ön yargýlýydýk yanlýþ tanýmýþýz, daha doðrusu yanlýþ tanýtmýþlar" derken Bitlisliler Ankara halkýnýn emekçilerle dayanýþmasýný tüm Bitlis'e anlatacaklarýný haykýrýyorlar. Tekel direniþi, halklarýn kardeþliðinin sadece ve sadece sýnýf mücadelesiyle gerçekleþebileceðini kanýtlamýþ, herkese ilham ve ders vermiþtir. Sýnýf öðretmenliðine devam etmektedir. Ýþçi sýnýfý öldü diyenlere inat, bu ülkede iþçi mi var diyenlere inat, Tekel iþçileri sýnýf mücadelesinin yürünmesi gereken yegâne yol olduðunu ortaya koyuyor. Þimdi herkesin dillendirdiði bir öngörü var: 2010'a þiddetlenen emek mücadeleleri damgasýný vuracak. Burjuvalar korkuyor, Tayyip hiddetlendikçe hiddetleniyor.
10
Ýþçinin Yolu
Sinifin Hafizasi Vietnam Savaþý üzerinden onyýllar geçmesine raðmen önemli bir yerde duruyor. ABD'nin kaybettiði ve bataklýða saplandýðý ilk savaþ olan Vietnam, dönemin devrimci gençlik hareketinin, savaþ karþýtý muhalefetin politik olarak beslendiði önemli yerlerden birisi oldu. Bugünde ABD savaþ aygýtý, neredeyse karbon kâðýdýyla kopya edilmiþ bir sürecin içerisinde bulunuyor. 2003 yýlýnda girdiði Irak'tan hala paçasýný kurtaramayan, üstüne üstlük Afganistan'a müdahaleyi artýran ABD'nin dünü bugününe adeta ýþýk tutuyor. Bunu anlayabilek için Vietnam Savaþý'nýn geliþimini ve yaþananlarý anlamaya çalýþmak önemlidir. 1945 yýlýnda II. Dünya Savaþý'nýn bitiþiyle birlikte ABD, Asya ve Pasifik'teki emperyalist hegemonyasýna güçlendirme çabasýna giriþti. Savaþla birlikte bölgedeki önemli güçlerden olan Japonya atom bombalarýnýn yýkýcý etkisiyle birlikte zaten devre dýþý kalmýþ, Ýngiltere ve Fransa gibi eski ihtiþamlý emperyalist güçler yerlerini ABD'ye teslim etmiþlerdi. Vietnam'da Ho Chi Minh önderliðinde Fransýz emperyalizmine karþý verilen mücadelenin sonucunda, 1945 yýlýnda Ho Chi Minh tarafýndan Vietnam Demokratik Cumhuriyeti ilan edildi. Ho Chi Minh Vietnam'ýn yerli burjuvazisiyle bir ittifak içerisine girerek Ulusal Kurtuluþ Cephesi'ni(NLF) örgütledi. Fransa'nýn Vietnam'da kontrolü býrakmamak istemesi üzerine yapýlan barýþ görüþmeleri sonuçsuz kaldý ve Vietnam Kuzey'i Viet Minh'in, Güney'i ise Fransýzlarýn kontrolünde kalmak üzere iki parçaya bölündü. 1945'ten itibaren ABD ve SSCB arasýndaki Soðuk Savaþ denklemlerinin devreye girmesi ve 1949 yýlýnda Çin'de Mao'nun iktidara gelip Viet Minh'e destek vereye baþlamasýyla Vietnam'da ipler iyice gerildi. Fransa'nýn
Kuzey'e yönelik baþlattýðý savaþa ABD'de savaþ masraflarýnýn yarýsýný üstlenerek destek verdi. ABD'nin verdiði desteðe raðmen Fransa'a hem savaþý hem de Vietnam'ýn kontrolünü kaybetti. Savaþýn bitiminin ardýndan 1954 yýlýnda yapýlan Cenevre Konferansý'nda alýnan kararlar gereðince 17. Paralel askerlerden arýndýrýlarak tampon bölge ilan edildi ve Kuzey Vietnam'ýn kontrolü Ho Chi Minh önderliðindeki Viet Minh'e býrakýldý. Savaþýn bitiminin ardýndan Vietnam Komünist Partisi'nin iktidarý eline geçirebilecek gücü bulunuyorken, bu gücün kullanýlmasý ABD'yi olduðu kadar Soðuk Savaþ dengelerinin ve Batý'yla arasýnýn bozulmasýndan tedirgin olan SSCB de Ho Chi Minh'e konferans kararlarýna uymasý yönünde baský uyguladý. Güneyde ise ABD'nin kontrolünde bir devlet oluþturularak Ngo Dinh Diem liderliðe getirildi. Ayrýca, 1956 yýlýnda genel seçimlerin yapýlmasý ve genel seçimleri kazanan tarafýn bütün ülkenin kontrolünü eline almasý kararlaþtýrýldý. Ancak, bu seçimler gerçekleþmedi. ABD, özellikle Kuzey'de Ho Chi Minh'in zaferle çýkacaðýný görerek seçimleri engelledi. Bunu dönemin ABD baþkaný Eisenhoower'ýn seçimler yapýldýðý takdirde Ho'nun yüzde 80'e yakýn oy alacaðýnýn kesin olduðunu itiraf etmesi anlaþýlýr kýlmaktadýr. Seçimlerin gerçekleþmemesi Vietnam'da bir savaþý kaçýnýlmaz hale getiriyordu. Güney Vietnam'daki kukla devlet ABD'den aldýðý askeri ve ekonomik destekle Kuzey'e yönelik savaþ hazýrlýklarýna giriþti. 1956 yýlýnda savaþ baþladý. ABD ise ilk doðrudan müdahalelerini iki Amerikan casusunun öldürüldüðü
ABD EMPERYALÝZMÝNÝN YARIM ASIRLIK KORKUSU:
VÝETNAM
1959 yýlýnda baþlattý. Viet Kong olarak bilinen Ulusal Kurtuluþ Cephesi 1960 yýlýnda Güney ordusuna karþý savaþmak ve ülkeyi birleþtirmek için kuruldu. Ayný zamanda Güney'de özellikle köylülükten aldýðý yoðun destekle NFL gerillalarý da büyük bir güce eriþmiþti. Bu yüzden Diem iktidarý Güney'de köylerde büyük bir baský dalgasý baþlattý ve NFL'ye olan desteði kesmek için köyleri yakmaya baþladý. CIA'de örgütlediði kontra yapýlanmalar aracýlýðýyla büyük katliamlara giriþti. 1960'larýn baþlarýnda Güney Vietnam'da Diem iktidarýna yönelik muhalefet büyümekteydi. Güney Vietnam ordusu içerisinde isyanlar patlak veriyor, Budist rahipler Diem'in kirli politikalarýna kendilerini yakarak yanýt veriyor ve savaþa karþý kitlesel gösteriler düzenleniyordu. Bu eylemlerin sonucunda Diem ordu içerisindeki subaylar tarafýndan öldürüldü. Bu olay, ABD açýsýndan savaþýn meþruiyetini artýrmanýn ve haklý göstermenin bir yolu olarak kullanýldý. Artýk, savaþýn sebebi Güney Vietnam'ý saran komünizm tehlikesiydi ve ABD hür dünyanýn bekçisi olarak demoklesin kýlýcýný Vietnam'ýn üzerinde sallamaya karar verdi. 1963'ün Aðustos ayýnda ABD Baþkaný Lyndon Johnson Kuzey Vietnam'a yönelik ilk hava saldýrýlarýnýn emrini verdi. Johnson'la birlikte ABD'nin Vietnam'daki askeri varlýðý sürekli artýrýldý. 1963'te 23.300 olan asker sayýsý, 1966'da 184.000'e, 1969'da ise en yüksek rakam olan 542.000'e çýkartýldý. ABD'nin Vietnam'a yýðdýðý muazza güce karþýlýk Ho Chi Minh SSCB ve Çin yardýmlarýna güvenmekteydi. Hem Çin hem de SSCB Asya'da hegemonya kurmak için Vietnam'a özel önem gösteriyorlardý. ABD'nin yenilgisi ve Vietnam'ýn kontrol altýna alýnmasý Soðuk Savaþ'ta psikolojik üstünlüðü bu güçlere verebilirdi. Dahasý her iki ülkenin Stalinist bürokrasileri birbirlerinden de nefret ediyorlardý. Ýkisininde amacý Asya'nýn tartýþmasýz hakimi haline gelebilmekti ve Vietnam konusu Pekin-Moskova arasýndaki ayrýþmanýn hatta çatýþmanýn derinleþmesine neden oldu. Bu durum her ikisi içinde sözkonusu tek gerçeðin ezilen, baskýya uðrayan bir halkýn kurtuluþunun deðil, kendi bürokratik çýkarlarý olduðunu göstermektekdir. 1965 yýlýnda Vietnam Savaþý'nýn dönüm noktalarýndan birisi olan Gök Gürlemesi Harekatý baþladý. Bu saldýrýnýn boyutlarý sadece kullanýlan askeri gücün boyutlarýna bakýlarak bile anlaþýlabilir. Harekat boyunca Vietnam'a, II. Dünya Savaþý'nda atýlan bombalardan daha fazla bomba atýldý. Öyleki, kiþi baþýna neredeyse 150 kilo bomba düþmekteydi. Kullanýlan kimyasal silahlar Vietnam'da bitki örtüsünün yüzde 10'unu yok etti. ABD'nin aðýr hava saldýrýsý, beklenildiði gibi Kuzey Vietnam'ýn teslimiyetini getirmedi. Savaþýn en kritik dönüm noktalarýndan birisini ise NLF'nin Tet Saldýrýsý oluþturdu. 31 Ocak 1968'de General Vo Nguyen Gyap önderliðindeki gerilla ordusu Güney Vietnam'da oldukça ses getirecek bir saldýrýya giriþti. Bu saldýrýyla birlikte önüne kazanabileceði minimum ve maksimum hedefleri koydu. En kötüsü ABD'yi barýþ görüþmelerini baþlatmaya ikna edebilirdi veya planlarý tutarsa ABD ordusunu Vietnam'dan atarak ulusal kurtuluþu gerçekleþtirebilirdi. Kuzey Vietnam ordusu ve NLF
güneyin baþkenti Saygon baþta olmak üzere birçok kentin kontrolünü ele geçirdi. Saldýrýnýn geniþliði ve aniliði karþýsýnda ABD ordusu büyük bir þaþkýnlýk yaþadý. NLF liderliði bir yandan da böylesi geniþ çaplý bir saldýrýnýn getireceði büyük riskleri de göze almýþ oluyordu. Nitekim bu riskler kaçýnýlmaz bir þekilde yüzlerine çarptý. Verilen kayýplar NLF'yi nerdeyse tükenme noktasýna getirdi. NLF liderliði asýl hesaplarýný ABD'ye karþý yükselecek savaþ karþýtý muhalefet üzerine kurmuþlardý. Nitekim 1967 yýlýyla birlikte savaþ karþýtý muhalefet kendisini sokaklarda, eylem alanlarýnda göstermekteydi. Ancak, NLF'nin beklentilerinin gerçekleþmesi oldukça sýnýrlý düzeyde oldu. ABD'yi Vietnam bataklýðýndan söküp atacak bir muhalefetin olgunlaþmasý ise sonraki yýllarda daha gerçekçi bir þekilde kendisini göstermeye baþlamýþtý. Ancak, ABD savaþ akinesinin þalterini indirebilecek tek güç olan iþçi sýnýfý savaþýn yükünü çekmekten doðan hoþnutsuzluðunu eylemli bir þekilde ifade etmeye baþlayýnca hem Johnson'ýn hem de Vietnam operasonunun meþruiyeti derinden sarsýldý. Vietnam Savaþý'nda ölen onbinlerce Amerikan askerinin yoksul emekçi halk içerisinden geliþi, yine yüzbinlerce askeri sakat bir þekilde evlerine dönmesi, savaþýn vahþeti karþýsýnda uðradýklarý ruhsal yýkýntý ve bunu ailelerine taþýmalarý, savaþýn maliyetinin yoksul emekçilere vergilerle bindirilmesi savaþ karþýtý muhalefetin sýnýfsal bir tepkiyle yoðrulmasýna neden oldu. 1965 yýlýndan baþlayarak savaþýn sonuna kadar milyonlarca kiþiyi kapsayan savaþ karþýtý gösteriler düzenlendi. Ayrýca, ABD ordusu içerisinde belki de tarihin en büyük çözülmesi bu savaþta gerçekleþti. Amerikan askerlerinin karþýsýnda II. Dünya Savaþý'nda yendikleri takdirde "demokrasi"yi ellerinden kurtarabilecekleri Naziler deðil, haklýlýðýna inanmýþ ve zorbalýða, vahþete karþý savaþan Vietnamlýlar bulunmaktaydý. Tüm bunlarýn sonucu ABD Baþkaný Johnson'a yönelik azalan güvenden okunabilir. Baþkan Johnson'a seçimi kazandýðý 1963 yýlýnda Amerikalýlarýn yüzde 80'i güvenirken, 1967'ye gelindiðinde yüzde 40'a, Tet Saldýrýsý'nýn ardýndansa yüzde 30'a düþmüþtü. Savaþ karþýtý muhalefet Baþkan Johnson'u koltuðunu býrakmaya zorladý. Sonrasýnda Baþkanlýða seçilen Richard Nixon'da Johnson gibi Vietnam operasyonunu devam ettirmeye çabaladý, ancak Vietnam ABD için çoktan çýrpýndýkça daha da derine dalacaðý bir bataklýk olmaya baþlamýþtý. Vietnam Savaþý'nda bir yanda dünyanýn süper gücü ABD bulunurken, diðer tarafta ufak bir tarým ülkesi olan, elinde 170.000 kiþilik gerilla ordusundan fazla bir þey bulunmayan bir Vietnam durmaktaydý. Doðal olarak, nesnel bir karþýlaþtýrma yapýldýðýnda savaþý ABD'nin kazanamamasý için hiçbir neden bulunmamaktaydý. Ancak, bir savaþýn gidiþatýný belirleyen temel faktör olan sýnýflar arasý güç dengesi burada da kendisini hissettirdi. ABD'yi Vietnam bataklýðýna gömen þey Vietkong'larýn kararlýlýðýnýn ve kahramanlýklarýnýn yaný sýra ABD ve tüm dünyada geliþen savaþ karþýtý muhalefet ve 68'in devrimci dalgasý oldu. Bugün ABD'nin ve emperyalizmin baþlattýðý taarruzun durdurulabilmesinin anahtarý yine emekçi sýnýflarýn elinde bulunmaktadýr.
FÝKRET SEYHAN
Sýnýfýn Hafýzasý
Ýþçinin Yolu
11
NETAÞ GREVÝNÝN ÖÐRETTÝKLERÝ 1980 yýlýnda gerçekleþtirilen askeri darbenin izleri ilerleyen yýllarda da iþçi sýnýfýnýn üzerine bir karabasan gibi çökmeye devam ediyordu. Emekçilerin mücadeleleriyle kazandýðý tüm haklarýna karþý topyekün bir saldýrý baþlatýlmýþtý. Burjuvazi; sendikal haklarý kullanmak, greve çýkmak gibi en temel kazanýmlar üzerinde uyguladýðý yasaklarla iþçi sýnýfýnýn 1970'lerde gittikçe yükselen sesini kesmek, devrimci mücadeleyi ezip geçmek istiyordu. 12 Eylül askeri darbesinin ardýndan hazýrlanan 1982 anayasasý iþçilerin tüm ekonomik ve sosyal haklarýný týrpanlamaya giriþmiþti. Öyle ki iþçilerin en temel ekonomik ve sosyal hakký olan grev, anayasayla birlikte getirilen düzenlemeyle neredeyse imkânsýz hale getirilmiþti. Darbenin ardýndan yükselecek iþçi hareketinin, sistemi temellerinden sarsma gücünü görmüþ olan patronlar sýnýfýnýn temsilcileri yükselebilecek bir mücadele dalgasýnýn önünde durmak için var gücüyle çalýþýyordu. Yasal düzenlemelerin getirdiði bu týkanýklýðý aþacak olan da Netaþ iþçilerinin yükselttiði mücadele olacaktý. Bu karanlýk günler içinde emekçilerin yeniden ayaða kalkýþýnýn, yýlgýnlýk psikolojisinin terk ediliþinin, toplumsal mücadelede iþçi sýnýfýnýn en ön saflarda yerini alýþýnýn simgesi 1986 Netaþ Grevi olmuþtur. 12 Eylül ardýndan gelen tüm baskýlara ve saldýrýlara karþýn Netaþ iþçilerinin mücadelesi Türkiye iþçi sýnýfýnýn mücadele tarihine eþsiz katkýlarda bulunmuþ bir deneyimdir. Netaþ iþçilerinin mücadele geleneði darbe öncesine dayanýyordu. Tüm Türkiye'de yükselen sýnýf hareketiyle birlikte Netaþ iþçileri de mücadelede saflarýný tutmuþlardý. 1980 askeri darbesinin ardýndan gelen ilk güçlü grev hareketini baþlatan Netaþ iþçileri baðlý olduklarý Maden-iþ'in kapatýlmasýnýn ardýndan Otomobiliþ'te örgütlenmiþlerdi. Onlarý greve götüren, toplu iþ sözleþmelerinden doðan bir anlaþmazlýktý. Mevcut koþullar altýnda üretimden gelen güçlerini kullanmanýn zorluðu bu militan iþçileri yýldýrmamýþ; aksine daha büyük bir coþkunun ve kararlýlýðýn önünü açmýþtý. Grev 3150 iþçiyi kapsýyordu; ama Netaþ iþçileri bu grevin tüm Türkiye iþçi sýnýfý açýsýndan taþýdýðý önemin bilincindeydi. Netaþ iþçisinin baþlattýðý grev ekonomik hak taleplerinin ötesinde bir anlam taþýmaktaydý. Bu mücadelenin amacý sadece toplu iþ sözleþmesinin koþullarýndaki iyileþtirmeleri saðlamak deðil; iþçi sýnýfýnýn aldýðý darbeler ve yaþadýklarý baskýlara karþý yeniden mücadelenin yolunu açmaktý. Nitekim bu amaçlar büyük oranda gerçekleþti.
Ýþçilerin hazýrladýðý 88 maddelik toplu sözleþme taleplerinin kabul edilmesi iþçilerin hem ekonomik anlamda hem de iþ güvencesi açýsýndan alacaklarý önemli bir kazaným olacaktý.
Netaþ iþçileri bu grevin baþarýyla sonuçlanmasýnýn tarihsel öneminin farkýndaydý. "Bu yasalarla grev yapýlmaz" anlayýþýnýn aþýlmasýnýn tek yolunun verecekleri mücadele de olduðunu görüyorlardý. "Bu yasalarýn deðiþtirilmesini istemek, sadece bu yasalardan sözle þikâyetçi olmaktan geçmiyor" diyen Netaþ iþçileri sistemin önlerine koyduðu ve çaresizce kabullenmelerini beklediði bu týkanýklýðý aþmak için kazanýmla sonuçlanana kadar, tüm baskýlara ve grevi sonlandýrma giriþimlerine raðmen bir an bile mücadeleyi egemenlerin istediði gibi kazanýmsýz sonuçlandýrmaya razý olmadýlar. 18 Kasým 1986'da baþlayan grev 93 günün ardýndan zaferle sonuçlandý. Talepleri büyük oranda kabul edilen Netaþ iþçileri tüm sýnýf kardeþlerine baskýlarýn aþýlmasýnýn biricik yolunun iþçi sýnýfýnýn kendi gücünde saklý olduðunu gösterdiler. 1987 yýlýnda greve çýkan iþçi sayýsý 30 bine ulaþmýþtý. Yasalarýn grev yapmanýn önünde engel oluþturduðu algýlayýþýnýn hakimiyetini nasýl kaybettiðinin en önemli göstergelerinden biri de grev yapan iþçi sayýsýndaki gözle görülür bu artýþtýr. 12 Eylül askeri darbesinin neo-liberal politikalarý uygulamak adýna iþçi sýnýfýna yönlendirdiði tüm saldýrýlara karþý meydan okuyan bu iþçiler; daha sonra gelecek kamu emekçilerinin '89 Bahar Eylemlikleri'nin, Zonguldak Maden Yürüyüþünün ve yeni bir mücadele dalgasýnýn önünü açtýlar. Netaþ Grevi'nin diðer bir anlamý da iþçi sýnýfýnýn kurtuluþunun ancak tüm sýnýfa yayýlmýþ bir dayanýþma ruhuyla gerçekleþebileceðini göstermesidir. Sadece bir iþyerinde ya da fabrikada baþlatýlmýþ mücadelenin burada sýkýþýp kalmamasý gerekliliði Netaþ iþçileri tarafýndan da görülmüþtür. Ýþçiler mücadelelerinin haklýlýðýný emekçi mahallelerinde, diðer fabrikalarda ve sendikalarda yürüttükleri faaliyetlerle göstermiþ; sýnýf dayanýþmasýný yükseltmiþ ve geniþ bir destek aðý yaratmýþlardýr. Ýþçi sýnýfýnýn evrensel niteliðinin ve bu mücadeleye gelecek uluslararasý desteðin önemi Netaþ grevinde de görülmüþtür. Avrupalý sýnýf kardeþlerimiz maddi manevi tüm destekleriyle Netaþ iþçilerinin yanýnda olmuþlardýr. Netaþ iþçileri eylemlerinin ilk gününden itibaren hiçbir þekilde eylemi sekteye uðratmamýþlar ve greve gereken maddi desteði de kendi öz kaynaklarýyla oluþturmuþlardýr. Grev bittikten sonra oluþturulan dayanýþma fonundan greve çýkan sýnýf kardeþlerine -Derby iþçilerimaddi destekte bulunup yükselttikleri dayanýþma ruhuyla emekçiler için önemli bir örnek oluþturmuþlardýr. Netaþ Grevi tam anlamýyla iþçilerin kendi omuzlarýnda yükselttiði bir mücadele örneðidir. Ýþçiler, sendika bürokrasisine grevlerinin hiçbir aþamasýnda güvenmemiþlerdir. Denetim kendi ellerindedir. Kurduklarý komitelerle grevin gidiþatýný, evirileceði noktayý kendileri belirlemiþtir. Sistemle karþý karþýya gelme korkusu taþýyan, uzlaþmacý sendika aðalarýna verdikleri mesaj sendikayý var edenlerin de kendileri olduðu ve uzlaþmaz mücadelelerinin önünde durmaya kimsenin gücünün yetmeyeceðidir. Bu durum, sýnýf mücadelesinin geri olduðu dönemlerde sendika bürokratlarýnýn iþçiler üzerinde yarattýðý etkinin ve sistemle uzlaþma çabalarýnýn aþýlmasýnýn tek yolunun mücadele içerisinde bilinçlenen iþçilerin sadece sisteme
deðil gerekirse sendika aðalarýna karþý da yürüteceði mücadele olduðunu göstermektedir. 1980 öncesinde yükselen mücadele dalgasý egemenler tarafýndan her fýrsatta bastýrýlmaya çalýþýlmýþtý. Bunun en somut örneði olan 1971 darbesi bir dönem için mücadeleyi görece bastýrmýþ ancak nihai sonuca ulaþamamýþtý. Kapitalizmin deðiþen ve giderek vahþileþen saldýrýsýný rotaya oturtmak için iþçi sýnýfýnýn en ileri kesimlerinin ve devrimci mücadelenin bir
demir yumrukla susturulmasý patronlar için þarttý. Bu amaçla gerçekleþtirilen 12 Eylül askeri darbesi emekçilerin üzerinden silindir gibi geçmiþti. 1983'e kadar greve gidemeyen iþçilerin 1986'ya kadar gerçekleþtirdikleri tüm grevler de darbenin ürünü olan organlar tarafýndan þiddetle bastýrýlmýþtý. Türkiye iþçi sýnýfýnýn bu karanlýk dönemin baskýlarýndan sýyrýlýþý ve tüm zorluklara raðmen mücadeleyle dolu günlerin baþlayacaðýný Netaþ iþçileri göstermiþtir. Militan Netaþ iþçilerinin tüm sýnýf kardeþlerine verdikleri mesaj emekçileri cendere de sýkýþtýran bu gibi baský dönemlerinin aþýlmasýnýn tek yolunun sýnýf mücadelesinden geçtiðidir. Bugün egemenler çýkardýklarý birçok yasayla ve getirdikleri düzenlemelerle sistemli baskýlarýný emekçiler üzerinde uygulamaya devam etmektedir. Ýþçilerin giderek daha da savunmasýz kalmasý için sendikal haklarýna, iþ güvencelerine ve hatta en temel kazanýmlarý olan kýdem tazminatlarýna yönelmiþ yoðun bir saldýrý dalgasý bugün de mevcuttur. Milyonlarý açlýðýn ve sefaletin kucaðýna iterken rahat koltuklarýnda oturan patronlarýn uykularýný kaçýracak tek güçse iþi sýnýfýnýn mücadelesi olarak karþýmýzda durmaktadýr. Bugün de emekçilerin izlemesi gereken yolun ne olduðu kendini tüm aciliyetiyle ortaya koymaktadýr. Bundan tam 24 yýl önce Netaþ iþçileri tüm baskýlara ve zorluklara raðmen bir arada durmanýn, örgütlü mücadelenin önemini görmüþtü. Verdikleri mücadelenin Türkiye iþçi sýnýfýnýn mücadelesi olduðunu biliyorlardý. Ýnsanýn insana olan köleliðinin bitmesi için; kimsenin sömürülmediði bir dünya yaratabilmek için; iþçi sýnýfýnýn yýlgýnlýða düþmeden dayatýlan tüm baskýlar karþýsýnda tek yumruk olma gücünü ve kararlýlýðýný gösterebilmesi gerekmektedir. Netaþ iþçilerinin araladýðý karanlýk perdenin öte yanýnda bizi bekleyen aydýnlýk günler iþte bu kararlýlýk ve azimle gelecektir.
12
Ýþçinin Yolu
Enternasyonal Postaci Haiti'de Deprem: Afet Deðil, Kapitalizmin Felaketi Batý Yarýmkürenin en yoksul ülkesi Haiti'yi vuran 7.0 büyüklüðündeki depremin ardýnda býraktýðý manzara ibretlik. 3 milyon kiþinin yaþamýný ciddi ölçüde etkileyen bir deprem karþýmýzdaki. Yüz binlerin ölümünden, kalan yüz binlerin evsiz, aç, susuz kalmasýndan söz ediliyor. Halkýn yüzde 80'inin yoksulluk sýnýrý altýnda, yüzde 54'ünün ise "sefalet" içinde yaþadýðý bir ülke Haiti ve yerle bir olan baþkent Port-au-Prince'in 2 milyonluk nüfusunun büyük kýsmý gecekondularda yaþýyor. Pek çok hastanenin, kamu binalarýnýn dahi duman olduðu depremde halkýn derme çatma evlerinin neredeyse tamamý yýkýlmýþ durumda. Tüm þehirdeki yapýlarýn yüzde yetmiþ beþinin moloz yýðýnýna dönüþtüðü tahmin ediliyor. Haiti'de depremin ve kapitalizmin yarattýðý sorunlar saymakla bitmiyor. Ölülerin ancak çok küçük bir kýsmý toplu mezarlara gömülebildi. Kalaný ise henüz ortalýkta, sokaklarda, göçüklerin altýnda; yardýmlarýn ulaþmamasýndan þikâyetçi, açlýkla, susuzlukla boðuþan kýzgýn Haiti halký sokaklarda ceset yýðýnlarýndan barikat oluþturuyor. Cesetlerden yayýlabilecek hastalýklar ölümleri daha da artýrabilir. Salgýn hastalýklar her an baþlayabilir. Salgýn hastalýklarýn oluþmasýný tetikleyici diðer bir unsur da su kýtlýðý: kolera ve ishal salgýnýna yol açma riski var. Depremden canlý kurtulan Haitililer için ölüm kalým savaþý asýl þimdi baþlýyor. Hayatta kalmak hiç de kolay deðil. Haiti de can pazarý yaþanýyor 2010 senesinde. Tedavi olmak, ilaç bulmak Haitililer için piyango. Dünyanýn en yoksul ülkelerinden biri olan Haiti'de halk günde 1 dolarýn altýndaki bir gelirle yaþýyorken, olaðan hayat koþullarý dahi kötünün de kötüsüyken, deprem ertesi yaþanan sefaleti anlatmak imkânsýzlaþýyor. Zaten yoksulluðun ve gýda yetersizliðinin kol gezdiði Haiti'de, bu büyük felaket, gýda bulmayý iyice güçleþtirmiþ durumda. Gýda sýkýntýsý her an kýtlýða yol açabilir. Böyle büyük afetlerin hemen ardýndan çok doðal olan yaðma görüntülerinin Haiti'de de olmasý çok normal. Uluslararasý yardýmlar ise baþlý baþýna ayrý bir hikâye. Beklenen uluslararasý yardýmlarýn ulaþmasý Haiti'nin yoksul halký için çoðu zaman bir mucize oluyor. Yardýmlarýn zamanýnda gelmemesi, altyapý yetersizlikleri, ulaþým aðýnýn düzensizliði, yönetim ve organizasyon sorunlarý, güvenliðin bahane edilmesi vs. sonucu çoðunlukla yardýmlar yerine ulaþmýyor. Yardýmlarýn zaten ihtiyacý karþýlayacaðý da þüphe-
liyken, çok azýnýn ihtiyaç noktalarýna ulaþmasý yaðma savaþlarýnýn devam edeceðini gösteriyor. Birleþmiþ Milletler bünyesinde Haiti'ye gönderilen güvenlik güçleri, yardýmlarýn halinden hesap soran depremzedelere ve yaðmacý olarak düþündükleri herkese müdahale ediyorlar. Yardýmlardan daha çabuk Haiti sokaklarýna ulaþan bu güvenlik güçleri, ABD baþta olmak üzere, BM'ye baðlý pek çok ülkeden geliyor. Havaalaný denetimini de eline geçiren ABD askerlerinin sayýsý 5 bine ulaþmýþ durumda. Bu denetim görünüþ itibariyle ve yaþanan olaylarla daha çok iþgale benziyor. Haiti'ye gelen yardýmlarýn dahi ABD askeri denetimiyle engellendiði, önceliðin Haiti'ye taþýnan ABD askerlerinde olduðu biliniyor. Güvenlik güçleri acele ediyor; çünkü Haiti'nin iliðini kemiðini sömürenler ve gelecek günlerde de sömürmek isteyenler, kitlelerin isyanýndan korkuyorlar. Þu anda Haiti'ye hakim olan kaos durumu ABD baþta olmak üzere Haiti üzerinde etkili olan ülkelerin canýný sýkýyor. Brezilyalý subaylar açýkça Haiti'deki uluslararasý güvenlik güçlerinin konumunu etkileyebilecek ayaklanma riskinden söz ediyor. Kaos halinin devam etmesi pek mümkün görünmüyor; eninde sonunda, gerekirse binlerce insanýn kellesi pahasýna "düzen"i saðlamak BM'ye baðlý "barýþ" gücünün asli görevi olacak. Güvenlik güçleri kimin güvenliðini saðlýyor sorusunu cevaplamak gerekiyor bir de. Açlýkla baþ etmek için "tek seçeneði" depolarý, süpermarketleri, dükkânlarý "yaðmalamak" olan Haiti'nin yoksullarýna ateþ açýlýyor. Televizyon kanallarý, her zaman olduðu gibi, bu kokuþmuþ düzenin kepazeliklerinin üstünü kapatmak için, günah keçisi olarak "yaðmacýlar"ý sunuyor önümüze. Haiti'ye gönderilen yardýmlarýn "dostlar alýþveriþte görsün"cü mantýðý es geçiliyor tabii ki. Haiti'de süpermarketleri ve depolarý yaðmalayanlarý tehlike olarak gösteren televizyonlar pis bir yalanýn ortaðý oluyorlar. Güvenlik güçlerinin "yaðmacýlara" açtýðý ateþ meþrulaþtýrýlýyor. Cýlýz bir Haitili genci döven, ýzbandut gibi BM askeri haklý oluyor dünyanýn gözünde, "düzen"i saðlýyor ne de olsa. Yoksul Haitililerin, depremden sað çýkmýþ Haitililerin, eline yardým geçmeyen Haitililerin payýna düþen, yaðmacýlýkla suçlanýp, düzeni saðlamak adýna gelenlerce öldürülmek oluyor en nihayetinde. Oysa asýl yaðmayý milyonlarca emekçiyi sömürüp, halkýn ihtiyacý olan mallarý depolayan, yüksek karlarla satan kapitalistler yapýyor. Kapitalizmin suçlarýnýn cezasý, yoksul Haitilinin o gün karnýný doyurmak için yaptýðý
"yaðma"ya çýkarýlýyor. Üstelik kapitalizmin Haiti'deki yaðmasý bununla da kalmýyor. Güvenlik güçleri, hem Haiti'nin "düzenini" saðlýyorlar, hem de ileriki günlerde ülkenin yerle bir olmasýný yeni bir pazar olarak deðerlendirmek isteyen kapitalistlerin güvenliðini. Gönderdiði yardýmlarla övünenlerden, "ABD Baþkaný Barack Obama'yla Fransa Cumhurbaþkaný Nicolas Sarkozy, Brezilya, Kanada ve diðer ülkelerle birlikte, Haiti'nin yeniden kalkýnmasý ve imarý için vakit geçirmeksizin uluslararasý bir konferans" planlamayý da ihmal etmiyorlar. Haiti'deki cehennemin suçu doðaya býrakýlýp kaçýlamaz. Ýnsanoðlunun son on beþ bin yýllýk tarihi, onun doðaya, içinde bulunduðu çevre koþullarýna, yaþadýðý coðrafyaya karþý mücadelesinin tarihi. Ýnsanýn attýðý her ilerleme adýmý, onun doða karþýsýnda bir zaferidir ayný zamanda. Doðanýn kendisine sunduðuyla yetinen avcý/yiyecek toplayýcý insandan, topraðý iþlemek için demirden saban kullanan ve öküzü evcilleþtiren insana, oradan da denizlere, göklere hâkim olan insana her tarihsel ilerleme, insanýn doðayla mücadelesinde bir adýmdýr. Sel, deprem, salgýn hastalýklar, kar, tipi, kuraklýk, heyelan, fýrtýna, kasýrga vs. gibi felaketler hep oldu tarih boyunca. Ýnsanlýðýn kapitalizmle eriþtiði teknolojik ve bilimsel ilerleme bütün bu felaketlerin çok çok öncelerden tahmin edilmesine, daha güçlü ekipmanlarla önlenebilmesine, olaylara daha hýzlý müdahale edilebilmesine olanak tanýyor. Peki bu olanaklar ne ölçüde kullanýlýyor? Bilim adamlarýnýn, 2008 yýlýnda Haitili yetkilileri, ülkede büyük bir deprem olacaðý yönünde uyardýklarý ortaya çýktý. Ýyi de bu neye yarar, neyi deðiþtirir? Ýstanbul'da büyük bir deprem beklendiði söyleniyor yýllardýr. Bugüne kadar ne yapýldý, ne yapýlabilirdi ki? Haiti depreminden birilerinin ders çýkarýp, Ýstanbul'un bütün yapýlarýný elden geçirmesini mi bekleyeceksiniz? Kapitalizm elindeki teknik olanaklarý insanlýk için kullanmýyor, kullanamaz da. Dünyanýn süper gücü ABD, New Orleans'taki kasýrga felaketini günler öncesinden bilmiyor muydu? Ne yapýldý insanlarý kurtarmak için? Koca bir hiç. Süper teknolojiler yalnýzca yaþanan felaketlerden sonra düzeni saðlamak için kullanýlýyor, 17 Aðustos'tan sonra deprem bölgesine önce düzeni saðlamak için gelen TSK'nýn yaptýðý gibi. Bunlar kapitalizmin acýkanlý gerçekleri. Ýnsanlýðýn ceset kokusu üzerinden yükselen kapitalist uygarlýk iþte bu.
Nijerya’da Çatýþma!
kiþi öldü. Nijerya'da Müslümanlar nüfusun %50'sini oluþtururken %40 oranýndaki Hristiyanlar daha verimli arazilerde yerleþmiþ durumdalar. 1953'ten beri iki kesim arasýnda çatýþmalarýn meydana geldiði gergin bir siyasi atmosfer hâkim Nijerya'ya. Daha 2001'de 1000 kiþi, 2008'de de 200 kiþi bu çatýþmalara kurban verildi. 1999'dan bu yana etnik ve dini sebeplerden çýkan çatýþmalar sonucu 13.500 kiþi öldü, 20 bin kiþi ise göç etmek zorunda kaldý. Müslüman ve Hristiyanlarýn beraber yaþadýðý Nijerya'nýn merkezi eyaletlerinden Plateau'nun baþkenti Jos ve kasabalarýnda günlerce süren bugünkü çatýþmalar ise, Hristiyan bölgesinde cami yapýmý üzerine baþlamýþtý. Bunun üzerine kent merkezinde ve çevre kasabalarda Müslüman ve Hristiyan gruplar karþýlýklý saldýrýlar düzenlemiþ, yüzlerce kiþi öldürülerek kuyulara atýlmýþtý. 303 kiþinin tutuklandýðý, yüzlerce kiþinin
yaralandýðý çatýþmalar sýrasýnda önce sokaða çýkma yasaðý konulmuþ, ardýndan olaylarýn kontrol altýna alýnamamasý yüzünden sýkýyönetim ilan edilmiþti. Çatýþmalarda ölen insanlarýn cesetlerine camilerde ve kuyularda ulaþýlmasýyla ölü sayýsý da netleþmeye baþladý ve resmi kaynaklar 464 kiþinin öldüðünü açýkladý. Yabancý kuruluþlar 50 binden fazla insanýn yerinden olduðunu, bazýlarýnýn ise þehri terk ettiðini bildirdi. Peki, bu çatýþmalar neden çýkýyor? Nijerya'nýn Afrika'nýn petrol kaynaklarýnda önemli bir hâkimiyeti var. Tüm bu kavganýn nedeni ise bir avuç kapitalistin ülkedeki petrolü ele geçirme çabalarý. Petrolden kendi paylarýný arttýrabilmek için etnik çatýþmalarla emekçiler arasýnda bölünme yaratýyorlar. Emperyalist devletlerin müdahaleleriyle de bu politika onyýllardýr sürdürülüyor. Olan katledilen yüzlerce insana, evlerinden sürülen onbinlerce Nijeryalýya oluyor.
Nijerya'da Müslümanlar ile Hristiyanlar arasýnda Ocak ayýnda çýkan çatýþmalarda birkaç gün içerisinde 464
Enternasyonal Postacý
Ýþçinin Yolu
13
O b a m a ’ n ý n B i r Y ý l ý Ýtalya’da Göçmen Ýþçiler Ayaklandý
ABD baþkaný Barack Obama 21 Ocak'ta göreve geliþinin 1. yýlýný doldurdu. Obama bu görev için seçildiðinde, ABD'nin Bush yönetiminde dünya kamuoyunca imajýnýn bozulduðunu ve Obama'nýn da deðiþim ve barýþ þiarlarýyla ABD'nin saldýrganlýðýný makyajlayarak piyasaya sunmak için bizzat büyük tekeller tarafýndan desteklendiðini söylemiþtik. Ancak görünen o ki Obama'nýn makyajý daha görevinin ilk senesinde akmaya baþladý. Obama bu dönemde içeride ve dýþarýda Bush dönemini aratmayan bir dizi karara imza attý. Þimdi bu kararlarýn ne olduðunu ve kimlerin iþine yaradýðýný görelim. Öncelikle þunu tekrar belirtmekte fayda var. ABD'yi gelecek dönemde zorlu bir süreç bekliyor. Gerek ekonomik krizin felç edici etkileri ve neo-liberalizmin ideolojik ve kültürel anlamda sýnýrlarýna dayanmasý, gerek de Çin, Hindistan gibi ülkelerin ekonomik-siyasal yükseliþleriyle ABD'nin karþýsýna geleceðin iddialý rakipleri olarak dikilmeleri, ABD'nin 2. Dünya Savaþý'nýn sonundan beri tüm dünyaya dayattýðý ideolojik hegemonyayý aþýndýrmýþtýr. ABD egemenleri bu hegemonyanýn yeniden tesisini ancak militer saldýrý yöntemleriyle (Irak ve Afganistan savaþlarý gibi) dünya üzerinde enerji yataklarýna açýlan kilit stratejik pozisyonlarý hakimiyetine geçirerek saðlayabileceðini kavramaktadýr. Çünkü sahip olduklarý devasa savunma(esasen saldýrý) gücünün yanýnda diðer tüm konjonktürel faktörler onun aleyhine yönelmiþ durumda. Dolayýsýyla Bush döneminde oluþan yoðun AntiAmerikancý histeriyi, öncesinde Bush'un çok samimi destekçisi olan ABD'li kapitalistler Obama gibi bir deðiþim figürünü öne sürerek çözmek istediler ve seçim kampanyasýnda ona yüzlerce milyon dolar akýttýlar. Ayný zamanda Obama'nýn iplerini de her daim ellerinde tutarak, emperyalist yönelimlerinin zaruri sonucu olan savaþlara böyle devam etmeyi kendi çýkarlarý açýsýndan uygun gördüler. Baþlarda Demokrat Parti içinde Obama'nýn barýþ getireceðine ve Bush dönemiyle kesin bir kopuþ yaþandýðýna inanan bir kesim varsa da bugün ABD yönetici sýnýfýnýn büyük bir kýsmý, medya kuruluþlarý Obama döneminin Bush döneminden pek farký kalmadýðýnda hemfikir durumdalar. Obama þimdiye kadar ne söz verdiði gibi iþkencenin sýnýrlarýna ulaþtýðý Guantanamo hapishanesini kapattýrdý, ne de saðlýk reformunu geçirebildi. Tersine ABD gündemini yoðun þekilde meþgul eden saðlýk reformu Obama'nýn yan çizmesiyle ilaç ve sigorta þirketlerine bir lütuf haline geldi. Obama göreve geldiðinin ilk senesi içerisinde Honduras'taki darbe yönetimine destek verdi, Haiti'de yüz binleri öldüren depremin ardýndan binlerce ABD askerini iþgalci bir güç olarak konumlandýrdý, krizden sonra batýk bankalarý kurtarmak için trilyon dolarlar harcadý, iþsizliðin dev gibi büyümesini(ABD'de iþsizliðin yüzde 12 olduðu söylenmekte) izlemekle yetindi. ABD'nin Ýran ve Filistin'le iliþkilerinde önceki dönemden farklý hiç bir þey üretmedi ve geleneksel saldýrgan siyaseti sürdürdü. 2009 Aralýk'ýnda Kopenhag'da gerçekleþen iklim konferansý kapitalizmin temsilcilerinin mutabakatýyla bir fiyaskoya dönüþtü ve yerkürenin geleceðindense kapitalist üretimin devamý yeðlendi. Tüm bunlarýn yanýnda Obama ABD'nin Afganistan savaþýnda þiddeti iyice artýrdý, iþgalci kuvvet sayýsýný yüz bine çýkardý ve savaþý Pakistan'a yaydý. 2009 yýlý sivil ölümlerinde patlamanýn yaþandýðý yýl oldu. ABD ordusu Afganistan'da kanlý operasyonlara giriþirken Obama'ya Nobel Barýþ Ödülü tahsis edildi. Bu basit bir ironiden fazlasýydý çünkü hegemonyanýn restorasyonu gereði Obama'nýn barýþ yanlýlýðý ön plana çýkarýlmalýydý. Obama Nobel konuþmasýnda ABD'nin 60 yýldýr dünyanýn çeþitli bölgelerine yaptýðý askeri müdahaleleri överken onu dinleyen Cumhuriyetçiler býyýk altýndan gülüyorlardý. Obama, Bush'un saldýrgan müdahalelerini haklý çýkarmak için kullandýðý "teröre karþý savaþ" retoriðini aynen devraldý ve bunu Af-Pak için sürekli kullandýðý gibi bugün bu söylem Yemen'e saldýrý için de kullanýlmakta. Son dönemde kamuoyunun bilinçaltýna iþlenen terörist düþman figürü iyice azdýrýldý ve 25 Aralýk'ta, Yemen'de eðitim aldýðý iddia edilen bir gencin havaalanýnda yapacaðý intihar saldýrýsýnýn ardýndan Yemen'e karþý savaþ arzusu ABD medyasý tarafýndan yine bu politikalar dahilinde kutsandý. Obama'nýn hala ABD kapitalizmini barýþçý bir yolla ayakta tutabileceðini sananlar yanýlýyorlar. Obama bizzat ABD'nin büyük büyük kapitalistlerinin arzularý doðrultusunda hareket ediyor, Cumhuriyetçilere kayýyor, savaþlarý körüklüyor. Baþka türlü de yapamaz; zira ABD'nin emperyalist tahakkümünü sürdürebilmesi için askeri zor gücüyle pazar aðýný ve enerji yataklarýný denetim altýna almasý þart. Sonuçta Afganistan Vietnam'a dönsün ya da dönmesin, öyle ya da böyle Obama bu savaþý vermek zorunda. Aksi halde ne Cumhuriyetçilerin baskýsýna dayanabilir ne de ABD egemenlerinin isteklerini tatmin edebilir.
Medeniyetiyle göklere çýkarýlan, insan haklarý, demokrasi vs çýðýrtkanlýklarýyla kutsanan Avrupa'nýn gösterilmek istenmeyen yüzünde kölelik dönemine özgü dramlar yaþanmaya devam ediyor. Son yirmi yýlda, çoðunluðu Afrika ülkelerinden gelen 13 bin göçmen daha Avrupa'ya varamadan hayatýný yitirdi. Çoðu denizde boðuldu; kalanlarý çöllerde susuzluktan öldü. Kendi ülkelerindeki iþsizlikten, devlet teröründen, kötü yaþama koþullarýndan býkýp bir umut Avrupa'yý seçen ve ölmeden kýta Avrupasýna ayak basmayý baþarabilenlerse asýl zorluðun daha yeni baþladýðýný gördüler. Avrupa onlarý ýrkçýlýkla karþýladý, her adýmlarýnda istenmediklerini gösterdiler. Dövüldüler, renkleri ve ýrklarý yüzünden hor görüldüler. Köle gibi çalýþtýlar da ses edemediler. Çünkü pasaportlarý yoktu, kimi kime þikayet edeceklerdi ki? Sað kalanlarýn birçoðu mafyanýn eline düþtü, bazýlarý dolandýrýldý. Yeni hayat iþte buydu onlar için. Kimileri de yakalandýlar Avrupa'ya vardýklarýnda ve derhal toplama kamplarýna yollandýlar, Avrupa macerasý böyle baþlamýþtý iþte. Kendilerini korumak için gettolar oluþturdular, Avrupalý iþçilerle aralarýna nefret tohumu sokuldu egemen sýnýf tarafýndan ve onlar daha da yalnýzlaþtýrýldýlar. Faþist tedbirler, özellikle Ýtalya'da gitgide arttýrýldý Berlusconi'nin eliyle. Önce göçmenlerle Ýtalyanlarýn ayný otobüslere binmesini engellediler, sonra da kaçak göçmenliði suç kabul ettiler ve gözaltý süresini keyfi olarak 3 aydan 18 aya çýkardýlar. Sadece Afrikalýlar mý? Çingeneler, Romanlar, Uzak Asya'dan gelenler... Hepsi için geçerli bu söylediklerimiz. 2008'de Napoli'de mafya 6 göçmen iþçiyi katletmiþti herkesin gözü önünde. Geçtiðimiz günlerde yaþanan olayda ise polis yüzlerce Afrikalý göstericinin üzerine ateþ açtý bir gösteri sýrasýnda ve 31 göçmen yaralandý. Ellerinde taþýdýklarý pankartta þöyle yazýyordu: "Biz hayvan deðiliz." Afrikalýlar polisle çatýþtýlar, artýk yeter diyorlardý. Yollarý kapattýlar, arabalarý devirdiler ve mafyanýn tehditlerine böyle cevap verdiler. Hepsi son derece kötü koþullarda hayatlarýný sürdürüyorlardý. 12-14 saatlik çalýþma süresi, düþük ücretler yetmezmiþ gibi elektrik ve suyu dahi olmayan boþ fabrikalarýn içerisinde kalmak zorunda býrakýlmýþtý her biri. Ayaklanmanýn gerçekleþtiði Rosarno'da 2500 iþçi yaþýyor, 125 iþçiye bir tuvalet, 300 iþçiye de bir adet duþluk düþüyor kaldýklarý yerde. Ýtalya genelinde ise 500 bin kaçak göçmen var ve koþullar birbirine çok benziyor. Sermaye onlarý ucuz iþgücü olarak kullanýyor ve Ýtalya'daki iþgücünde önemli bir oraný temsil ediyor göçmen iþçiler. Berlusconi ve yönetimi göçmen iþçiyle Ýtalyan vatandaþý olaný birbirine düþürüyor; Ýtalyan iþçinin göçmenler ülkeyi istila etmiþ olduðu için iþsiz kaldýðý propagandasý yaparak böylece ayný sýnýfýn kardeþleri arasýna nifak tohumlarý ekiyor. Krizin toplumsal muhalefete dönüþmemesini arzulayan hükümet kendi elleriyle ýrkçý yasalarý parlamentodan geçiriyor, göçmeni günah keçisi ilan ediyor, kapitalizmin pisliklerini gözlerden uzak tutuyor. Bu masal yýllardan beri aynen devam ediyor. Ýþçiler ise bilmeliler ki, onlarýn iþini elinden alan ne göçmenlerdir ne de baþkasý. Göçmenler bizzat Ýtalya gibi ülkelerin emperyalist saldýrganlýklarý sonucu Avrupa'ya kaçmak zorunda kalmýþlardýr. Ýþsiz býrakan ise kapitalizmdir. Ürettiðini satamayýnca milyonlarý iþsizlikle, açlýkla boðuþmaya terk eden kapitalizmin ta kendisidir.
14
Ýþçinin Yolu
Kultur Sanat
...ve hollyywood’un yenii gözzbebeðii karþýnýzzda:
AVATAR
Son günlerde sýklýkla konuþulan bir film Avatar. Kimi, sinemanýn 3 boyutlu teknolojiyle kucaklaþmasýnýn bir ürünü olduðu için heyecana kapýlýyor; kimi de içerdiði politik mesajlardan etkileniyor. Ne de olsa Hollywood endüstrisi sistem güzellemesi yapmayan filmlere alýþkýn deðil. Ancak Avatar'ýn illüzyonunu da tam burada görmek mümkün. Avatar sistem güzellemesi yapmýyormuþ gibi görünüp Obama'nýn resmi söyleminin tam da aynýsýný beyaz perdeye aktarmýþ. Film 22. yüzyýlda geçiyor. ABD hala dünyanýn süper gücü, ABD emperyalizmi uzaya kadar geniþlemiþ, Pandora adýnda bir uyduda bulunan ve kilosu milyarlarca dolar eden bir madenin peþinde. Ýþte birinci gol. Amerikan vatandaþlarýnýn bilinçaltýna yerleþtirilen ABD'nin sarsýlmaz süper gücü üzerine resmi söylemin beyaz perdeye izdüþümü bu. ABD emperyalizminin 22. yüzyýlda hala temel belirleyici halka kalabileceðini kim iddia edebilir ki? Ancak amaç açýk: siyasi gerçekleri, emperyalizmin mevcut yörüngesini gözden kaçýrmak, ABD hegemonyasýnýn daimiliðine vurgu yapmak. Ancak Avatar'a askeri ve teknolojik üsler kuran, maden yataðýna ulaþmak için saldýrý aný kollayan þirketin karþýsýnda küçük bir engel var: bölgede yaþayan yerli halk. Na'vi adýndaki bu tür doðayla bütünleþmiþ, avcýlýk yaparken öldürdükleri hayvanlarýn ardýndan dua eden, ormandaki envai çeþit canlýyla iletiþim halinde olan, 3-3,5 metre boyunda oldukça atletik canlýlardan oluþmakta. Gezegendeki bilim adamlarý da eþsiz güzellikteki orman ve Na'viler hakkýnda detaylý bilgiler edinmek için Na'viler gibi görünen insan Na'vi karýþýmý melez canlýlar yaratmýþlar. Eski bir asker olan Jake Sully de Na'vilerin içine girmesi, orman hakkýnda bilgi taþýmasý ve son kertede yerlileri ormaný terk etmeye ikna etmesi için ordu tarafýndan görevlendiriliyor. Ancak kabile reisinin kýzýna aþýk olan ve ormanýn büyüsüne kapýlarak insan ýrkýndan Na'vilerin tarafýna geçen bu beyaz adam daha sonra örgütlenen direniþin de önderi oluyor.
Filmle ilgili genel-geçer görüþe göre yönetmen James Cameron ABD'nin iþgalci politikalarýný, Irak ve Afganistan'daki askeri müdahaleleri yeriyor. Tabi bunlara Amerika kýtasýna "uygarlýk" taþýma adý altýnda yapýlan Kýzýlderili soykýrýmýný eklemek de mümkün. Fark ise kolonyal yayýlmacýlýk ile emperyalizm çaðý arasýnda. Ve katledilenlerin rengi artýk kýzýl deðil mavi.
Ortak nokta ise toplumun sýnýflara bölünmüþ olmasý. James Cameron'un hiç göstermek istemediði ise tam da bu. Film Obama'nýn resmi söyleminin dýþýna çýkmýyor derken demek istediðimiz de bu. Ana tema ýlýmlý kapitalizme özlem. Yani Cameron'a göre sistemin çýkýntýlarýný törpülemek, kapitalizmin doðayla barýþýk olmasýný saðlamak, sistem içi çözüm alternatiflerini gündeme almak gerekiyor. Ýþte ikinci gol. Böylece emperyalizmin gerçekliðinde nedense asla sahneye çýkmayan kahramanlar sanki tüm bu katliamlarý önleyebilirlermiþ gibi bir imaj yaratýlýp bu umuda sarýlmamýz gerektiði düþüncesi bilinçaltýmýza sinsi sinsi kazýnýyor. Bunun bir mesih beklemekten ne farký var? Avatar'ýn, Hollywood'un 2-3 senede bir ýsýtýp ýsýtýp önümüze sürdüðü, kapitalizmin günah çýkardýðý ve dolayýsýyla sistemi meþrulaþtýrma iþlevi gören filmlerden ne farký var? Kanlý Elmas'ý (Blood Diamond) izleyen orta sýnýf Amerikan vatandaþý elmas uðruna kapitalizmin öldürdüðü binlerce Afrikalý çocuða içlenip içlenip elmasa boykot uygularken kapitalizmin gerçeklerine gözlerini kapatýp zihinsel bir mastürbasyonun peþine düþmüþ olmuyor muydu? Cameron'un filminin emperyalizm karþýtlýðýnda samimi olabilmesi için Avatar'ýn gerçek bir alternatif sunmasý, beyaz adamýn içinden çýkacak bozulmamýþ bir figüre deðil verili üretim iliþkilerinde tarihsel bir dönüþüm yaratacak toplumsal bir sýnýfa sarýlmasý gerekirdi. Böyle olmayýnca sadece zihinler bulandý. Niye böyle dendi, umutlar baþka bahara býrakýldý ve toplumsal öfkenin gazý alýndý. Böylece Cameron memnun oldu, filmi denetleyen ve daðýtýmýna izin veren Pentagon ses etmedi, bilmem kaç milyar dolarlýk hasýlat yapýmcýlarýn yüzünü güldürdü. Direniþi örgütleyenin ve kazandýranýn bizzat beyaz adam olmasý da son golümüz. Doðrusu Cameron bilinçaltýna iyi çalýþmýþ, alt metin hazýrlýðý özenle yapýlmýþ. Sol gösterip sað vurmak iþte böyle oluyor. Bu seferki mesaj da ezilenlerin beyaz-güçlü-bilgili adam olmadan düþmanla baþ edemeyecekleri üzerine kurulu. Yani düþman kendi içinden birini çýkarsýn da bize yol göstersin diye bekleyeceðiz. Kudretli olanýn beyaz adam olduðunu hatýrlayalým. Böylece insanlýk ve doða kurtulmuþ olacak. %60'ý bilgisayar animasyonlarýyla hazýrlanan Avatar, Cameron'un titiz çalýþmasý ve 350 milyon dolarlýk bütçesinin naçizane yardýmýyla görsel bir þahesere dönüþmüþ durumda. Pandora'nýn eþsiz güzelliði, ýþýldayan yapraklar, rengarenk bitki örtüsü 3-D teknolojisinin kullanýmýyla bezenmiþ ancak yine de Cameron'un hayal gücünün kýsýtlý olduðunu söyleyebiliriz. Sonuçta söz konusu olan dünya dýþý bir gezegen ve uçsuz bucaksýz bir hayal dünyasýný perdeye aktarma imkaný varken insansý yaratýklarýn seçilmesi, bunlarýn týpký insanlar gibi konuþup öpüþmesi, kurtlar, aðaçlar gibi figürler hayal gücünün sýnýrlarýnýn çok zorlanmadýðýný gösteriyor. Bu konularda usta olan yönetmen Hayao Miyazaki'nin eserleri güzel bir alternatif oluþturabilir. Avatar gibi filmler sistemin ideolojikkültürel hegemonya araçlarýndan biri olan sinema için tasarlanan bir proje aðýnýn ürünüdürler. Hollywood yapýmcýlarý bilinçli olarak bu filmleri ön plana çýkarýr ve toplumsal muhalefeti istedikleri kanallara aktarýrken karlarýna kar katarlar. Bu film bugün Avatar olur yarýn bir baþkasý. Baki kalan, Hollywood filmlerinin zihin bulandýrmadaki asli iþlevleridir.
Ýþçi Kitaplýðý
Kapital Manga
Geçtiðimiz günlerde, Japonya'da 200 bin adet basýlmýþ Kapital Manga serisinin 2. kitabý da Türkiye'de çýktý. Marks'ýn baþyapýtý niteliðindeki Kapital'ini geniþ bir okuyucu kitlesi için anlaþýlýr kýlmayý hedefleyen kitap, bir peynir fabrikasý üzerinden kapitalist üretim sürecine ve Kapital'in temel kavramlarýna ýþýk tutmayý hedefliyor. Kapital Manga, Japon çizerler tarafýndan Kapital'in manga formunda öyküleþtirilmesine dayanan, açýklayýcý olduðu kadar da eðlenceli bir kitap. Manga tekniði, yani Japon usulü çizgi roman, kullanýlarak kitabýn adeta canlandýrýlmýþ olmasý aslýnda uzun iktisadi makalelere konu olacak terimleri okuyucuyu hiç sýkmadan, tek bir karede karmaþýklýða düþmeden anlatýyor. Kapital Manga okuyucuya iki cilt halinde sunuluyor. Birinci ciltte hikâye þöyle baþlýyor; küçük bir atölyede lezzetli peynirler üreten baba oðul kendi yaþamlarýný geçirirken, oðul, pazar yerinde peynir satarken tanýþtýðý bir yatýrýmcýnýn teklifi üzerine, sýnýf atlama dürtüsüyle bir peynir fabrikasý açmaya ikna olur. Bunun üzerine küçük bir fabrikadan büyük bir fabrikaya geçiþ sürecindeki sermaye birikimi, emek gücü, sömürü, yabancýlaþma, emek gücünün satýn alýnýþý gibi birçok terim bu aþama içerisinde en sade biçimiyle anlatýlmýþ. 2. ciltte ise karþýmýza, Engels'in anlatýcýlýðýnda, rekabet gücünü arttýrmýþ bir fabrika çýkýyor ve kapitalist üretim sisteminin kendi iç çeliþkilerinden doðan durumlar anlatýlýyor. Kapitalizmin iþleyiþinden vicdani olarak sorgulayan ancak rekabet piyasasýnda var olmak için de sömürüyü arttýran patron 'sömürü neden ve nasýl meydana geliyoru sorgularken okuyucuya da sorgulatýyor. Meta, para, artýk deðer, kar, emek gücü, kapitalist krizlerin nedenleri, bankacýlýk ve kredi sistemi gibi birçok kavramý ele alýrken kapitalist üretim sürecinin temel iþleyiþini okuyucuya sunuyor. Kitabýn baþarýsý hem tüm bu karmaþýk iktisadi süreçleri anlatmada baþarýlý bir çizgi yakalamasý hem de bu anlatým sadeliðini manga ile birleþtiriyor olmasýnda saklý. Büyük bir takipçi kitlesine dünyanýn her yerinde sahip olan geleneksel bir teknik olan manga sayesinde Kapital hem ulaþamadýðý bir kitleye ulaþmýþ, hem de manganýn popülerliðinden faydalanarak kendini daha rahat ve renkli bir biçimde anlatma imkânýna kavuþmuþtur. Ýyi okumalar.
Ýþçinin Yolu
YAKINDIR DOSTLAR Binbir umutla çýktýk yola Evdekiler düþmesinler diye zora Hasret vurdukça baþa Güzel yarýnlar gelir aklýmýza Baharýmýzý kýþa çevirdiler Üzerimize ölü topraðý serdiler Bizlere bunlarý reva gördüler Güzel günler yakýndýr DOSTLAR Kim bilir daha ne kadar sürecek Ömrümüzden bir dem vurup gidecek Elbet bir gün bu zulüm de bitecek Güzel günler yakýndýr DOSTLAR Dar gelecek bize bu sokaklar Sabah olunca çekilecek halaylar Bizde olmaz asla ayrýlýklar Güzel günler yakýndýr DOSTLAR Gözleri kör kulaklarý saðýr olacak Bu feryadýmýzý elbet duyan olacak Zafer her zaman emekçinin olacak Güzel günler yakýndýr DOSTLAR
15
Okurlarimizdan... Merhaba yoldaþlar, Hýz kesmeden emek sömürüsüne devam eden kapitalizm, geleceðini tehdit eden unsurlarla mücadelede zorlanýyor! Gençliði apolitikleþtirme çabalarý devam ederken gerçek yüzünü gizlemekte gün geçtikçe zorlanýyor. Liselerde bir yandan eðitim sistemleriyle kendi doðrularýný dayatýrken, bir yandan da bu çürümüþ düzenin farkýna varan öðrencileri baský altýna almaya çalýþýyor. Marksist Liseliler olarak okullarda da mücadelemizi sürdürüyor, sýnýfsal çeliþkileri elimizden geldiðince iþaret ediyoruz. Kaldý ki dershanelerin gün be gün kazandýðý bu eðitim sisteminde emekçilerin çocuklarý bu durumun daha iyi farkýna varýyor ve duyduklarý öfke artýyor. Tam da bu yüzden okullardaki engellemeler bu süreç içinde daha da artýyor, denetlemeyi saðlamak için alýnan önlemler artýyor. Okul polisi uygulamasýyla liselerde meþruluk kazanmaya çalýþan kolluk kuvvetleri iþlenen derslere dahi girmeye kalkýyor. Ben, diðer Marksist Liseliler okurlarý ve birçok liseli arkadaþ elbette ki okulun her yerine asýlan afiþlerdeki "sizleri çok seviyoruz gençler" cümlelerinin samimiyetinden(!) þüphe duymuyoruz. Zaten gerek devam eden Tekel direniþinde gerekse iþçilerle öðrencilerin biraraya gelip sýnýf mücadelesini kavrayacaðý diðer eylemlerde bizleri ne kadar önemsediklerini göstermekten çekinmiyorlar! Apolitikleþtirme çabalarýna, sahte anlatýlara, kýþkýrtýlan milliyetçiliðe raðmen liselilerin de ayaklarý artýk yere basýyor. Bizlere "çok çalýþarak" zengin olabileceðimizi aþýlamaktan ileriye gidemeyen, kafamýzý derslerimizden kaldýrmamamýz gerektiðini söyleyen ve her öðrencinin rakibimiz olduðunu tembih eden eðitim müfredatý iþsiz üniversite mezunlarýyla, paralý üniversitelerin süslü kapýlarýyla birlikte çoðu liselinin gözündeki tahtýndan yere çakýlýyor. Burjuvazinin üstünlüðünü pekiþtirmek için kurduðu her yapýda düþtüðü krizlerle derin hasarlar meydana geliyor. Öyle ki kurduklarý eðitim sistemini ýsýtýp yeniden sunmak için yapýlan sistem deðiþiklikleri (YGS-LYS vs) kendi aralarýnda bile tartýþmaya düþmelerine neden oluyor ve yaptýklarý her iþ gibi bu da sonunda ellerine yüzlerine bulaþýyor. Ýþte tam bu noktada liselerdeki öfkeyi doðru yönlendirmek de öncelikle sýnýf mücadelesini kavrayan liselilerle birlikte tüm emekçi çocuklarýna düþüyor! Tüm Marksist Liseliler olarak, Tekel direniþinde olduðu gibi her yerde emekçi çocuklarýnýn emek mücadelesi safýnda yerini almasý için olanca çaba gösteren Ýþçinin Yolu yoldaþlarýna da selamlarýmýzý yolluyoruz. Enerjimizi tarihsel bakýþ açýsýyla birleþtirdiði, er ya da geç kazanacaðýmýzý göstererek umuda dönüþtürdüðü için bir kez daha selamlýyoruz! Yaþasýn devrim ve sosyalizm!
Ankara’dan bir Marksist Liseli Ankara'nýn soðuk ayazýnda Kar yaðar usul usul baþýmýza Soðuk iþlese de tüm vücudumuza Baþ koyduk bu yola Geri dönüþ olmaz asla Son sözüm budur DOSTLAR Asla bitmesin sakýn umutlar Güneþ bir gün elbet bize de doðar Güzel günler yakýndýr DOSTLAR
Bitlis TEKEL Çalýþaný
Merhaba, Ben gün geçtikçe artan har(a)çlara, barýnma zorluklarýna,açlýk ve yoksulluða raðmen okumaya çalýþan yüz binlerce üniversite öðrencisinden yalnýzca biriyim. Yaþadýðým bu zorluklarýn okul bittikten sonra hatýrlayacaðým hoþ hatýralardan ibaret olmadýðýný, okul bittikten sonra da iþ bulmak için; sýnavlar, iþ baþvurularý, kurslar vb. bir dizi zorlu sürecin beni beklediðini biliyorum. Ve bir iþ bulduktan sonra da sendikasýz,sigortasýz, güvencesiz, alabildiðine ''esnek'' çalýþma saatleri sonunda karýn tokluðuna çalýþan milyonlarca iþçiden biri olacaðým. En temel insan ihtiyaçlarýný karþýlamanýn bile gün geçtikçe imkansýzlaþtýðý bu sistem ben ve benim gibi milyonlara hiç bir þey sunmuyor biliyoruz. Yaratýlan katliamlarý, savaþlarý, açlýðý, yoksulluðu, krizleri saymazsak tabi. Tüm bunlarýn bedelini ödeyen her seferinde iþçi sýnýfý, emekçiler, yoksul halk kitleleri kýsacasý bütün ezilenler olurken; yalnýzca küçük bir azýnlýðýn refah ve bolluk içinde servetlerine servet katarak yaþadýðýný biliyoruz. Yalnýz onlar bu sistemin ne pahasýna olursa olsun devam etmesi gerektiðini düþünüyorlar. Eðitim için, saðlýk için, bilim için, insanca yaþam için hiçbir zaman yeterli kaynaða sahip olmayan bu sistem; yeni savaþlar için, katliamlar için, daha fazla kar ve daha fazla sömürü için ise sýnýrsýz kaynaklar yaratýyor biliyoruz. Ancak bu gerçeklerin yanýnda çok iyi bildiðimiz bir gerçek daha var, o da: Bu sömürü düzeninin daha fazla devam edemeyeceðidir. Bu sömürü düzeninin, kapitalizm denen bu cehennemin yerine dünyadaki cenneti, sosyalizmi kuracak olanlarýz biz. Bizler hayatta bulunduðumuz her alana sosyalizm mücadelesini taþýyarak kurtulacaðýz bu karanlýktan. Ýþte ancak o zaman son bulacak bu savaþlar, açlýk, yoksulluk,sömürü ve ancak o zaman ulaþacaðýz sýnýfsýz,sömürüsüz bir dünyaya, eþitliðe, özgürlüðe, barýþa. Gelecek güzel günlere ulaþmak iþçinin yolundan geçiyor. Bu yolda yürüyen bütün yoldaþlara selam olsun.
Karabük'ten Üniversiteli bir Ýþçinin Yolu okuru
Iscinin yolu Sahibi ve Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü: Emre Baþer Yayýn Türü: Yerel süreli, aylýk Sayý: 5 Þubat 2010 Fiyatý: 1 TL Yayýn Ýdare Adresi: Þahintepe Mah. 642. Sok. No:30/A Mamak/ANKARA Tel: 0312 3910420 Baský:Yön Matbaacýlýk- Davutpaþa Cad. Güven Sanayi Sitesi B Blok 1. Kat No: 366 Topkapý/Ýstanbul Tel: 0 212 5446634
BABALARI SÖMÜREN, ÇOCUKLARI YAÞATMAYAN SÝSTEM Bingöl'de kent merkezine parasýz daðýtýlan kitaplardan almaya giden iki kýz çocuðu, Zeynep Varýþ ile kuzeni Asliye Ayaz, dönüþ yolunda paralarý olmadýðý için dereden geçmeye çalýþýrken boðularak öldüler. Her iki ailenin de 1991 yýlýnda köy boþaltmalarý nedeniyle yaþadýklarý Geyikdere Köyü'nden zorla göç ettirildiði ortaya çýktý. Ýki kýz çocuðunun da babalarý geçimlerini hamallýk yaparak saðlýyordu. Ortaokul öðrencisi olan iki kýzýn, dolmuþa verecek 1,5 TL paralarý olmadýðý için hayatlarýný kaybettiklerini öfkelenerek öðrendik. Türkiye'de 26 tane dolar milyarderi bulunmakta ve ülkeler bazýndaki sýralamada dolar milyarderleri ile 6. sýraya yükselen bir ülkede yaþýyoruz. Bunlar bir avuç zenginin bolluk içinde yaþadýklarý hayatlarýnýn istatistikî bilgileridir. Birde milyonlarca emekçinin ve onlarýn çocuklarýnýn yaþadýklarý yokluk ve fakirlikle çevrili kaydý tutulmayan bir hayat var. Birbirinden alakasýz gibi görülen bu örnekler, aslýnda sömürünün tek gerçek olduðu bir sistemin iki farklý sýnýfa; patronlarýn ve emekçilerin hayatlarýna yansýmalarýdýr. Bugün iþsiz kalan 4 milyon insanýn ailelerinde ve krizin yarattýðý yoksullukla boðuþan milyonlarýn mahallelerinde buna benzer sayýsýz dram yaþanmakta. Tekel iþçileriyle belleðimize kazýnan,
'Ölmek var, dönmek yok!' sloganý bu sistemin emekçiler için özetidir. Sömürünün krizle beraber daha da katmerleþtiði bu dönemde emekçilerin canlarýndan baþka kaybedecekleri þeylerde sürekli azalmakta. Ýþçi sýnýfýnýn gelecekteki neferleri olacak emekçi çocuklarý için de bu gerçek daha da belirginleþmektedir. Yine televizyonlara yansýyan baþka bir ilkokul öðrencisi yýrtýk ayakkabýsýný kaldýrýp;
'Babam çalýþtýðý inþaatýn 5. katýndan düþtü ve ölümden döndü' diyerek yoksulluðun çocuk aklýnda yarattýðý bilinci bizlere gösteriyordu. Öfkeyle bilenen bu küçük bedenler yoksulluðun resmini yansý-
tan tablolara benziyor. Ve sömürü sistemi iþlemeye devam ettiði sürece kendi çocuklarýmýza býrakacaðýmýz baþka bir hikâye bulunmayacak. Patronlar çocuklarýna mal varlýklarýný býrakýrken, milyonlarca emekçinin yoksulluktan baþka býrakacaðý bir mirasýnýn bulunmamasý gibi. IMF'nin Ekim ayýnda Türkiye'de gerçekleþtirdiði toplantýda, 2010'da krizin dünyada yaratacaðý etkilerden bahsediliyordu. Milyonlarca insanýn iþsiz kalacaðýný, birçok ülkede krizin yarattýðý yokluktan dolayý iç savaþlar çýkacaðýný mikrofonlara söyleyiveren IMF baþkaný aslýnda kapitalist sistemin emekçileri mücadeleye iteceðini ve patronlarýn bu durumdan tedirgin olmasý gerektiðini söylüyordu. Bu yüzden sömürü sisteminin yarattýðý öfkeyi farklý kanallara sevk etmenin onlarý radikal mücadelelerden koruyacaðýný hesaplýyorlar. Patronlarýn sömürü sistemini ayakta tutmak için dünyayý yýkýma götürecek savaþlara kalkýþmasýný tarih sayfalarý yalanlamayacaktýr. Ama biz emekçilerin toplumdaki tüm kesimlerin kurtuluþu için, insani bir hayat yaþamak için yapacaðý bir mücadele var. Ýþçi sýnýfýnýn ürettiði ve yönettiði bir dünyayý inþa etmek için. Gelecek nesillere açlýk, ölüm deðil; eþitlik ve kardeþlik býrakacaðýmýz bir dünya her þeyi üreten ellerimizden geçiyor.
Hrant Dink Cinayeti Bize Neyi Anlatmalý, Neyi Anlatmamalý ? Hrant Dink'in öldürülmesinin üzerinden üç yýl geçti. Geçen bunca yýla raðmen, açýlan davaya, katillerin tutuklu olmasýna raðmen elimizde ne var? Tutuklandýðý gün, yanýnda polislerin gururlu pozlarla fotoðraf çektirdiði beyaz bereli, sýska Ogün Samast'ýn artýk semirip, göbek baðlamýþ olmasý var mesela. Ya da her gün sapýr sapýr dökülen belgelerle ortaya çýkan, emniyetin ve jandarmanýn üst düzey istihbarat yetkililerinin cinayetin her evresinden haberdar olmasý var. Katilin semirmesi, azmettirici diye tanýmlanan Erhan Tuncel'in gardiyanlýk baþvurusu yapmasý gibi olgular küçümsenecek türden deðil. Katiller semirtilip beslenirken, sýrtlarý sývazlanýp arkalarý kollanýrken, Aðca gibileri hapisten çýktýklarýnda en lüks otellerde kalýrken; Hrant'ýn delik ayakkabýsý veya Tekel iþçilerinin "Katile otel, iþçiye çadýr palas" sloganý bize bir þeyler anlatmalý. Hangi siyasi cinayetin, gazeteci ve aydýnlara yönelik hangi suikastýn bugüne kadar derinlemesine ve bütün ayrýntýlarýyla çözümlenebilmiþ olduðu sorusu önümüzde tüm çýplaklýðýyla duruyor ve bu da bize
bir þeyler daha anlatmalý. Emniyetin ve jandarmanýn cinayetten haberdar olduklarýný, yani cinayetin devletin bilgisi dâhilinde olduðunu söyledikten sonra ne diye bir sonuca ulaþýlamýyor diye soruyorlar. Hrant Dink cinayeti davasýna naif bir edayla, devletin "adalet"i saðlayabileceði duygusuyla yaklaþýlamaz. Elimizde var olan gerçekler: cinayetin gerçekleþmesinden iki gün öncesi Samast'ýn istihbarat yetkililerince izlendiði; azmettirici denilenlerin polisle iþbirliði içinde oluþu; faþistlerin burjuva devlet aygýtýyla sýký iliþkileri; cinayeti önceden bilen görev baþýndaki üst düzey yetkililerin geçmiþleri, bugün geldikleri yerler; cinayetin ardýndaki karanlýk iliþkilerin nedense bir türlü açýða çýkarýlamamasý, pek çok þeyin hasýraltý ya da örtbas edilmesi; bunlar bize yeter de artar bile. Bunca veriden sonra, koca bir çözüme kavuþmayan suikastlar tarihini biliyor olduktan sonra hala devletten bir þeyler beklemek anlamsýz oluyor. Liberal feryat figanlar, "demokratikleþen devlet"e dayanan umutlar kapitalist düzeni meþrulaþtýrmaktan baþka bir iþe yaramýyor. Bu cinayet davasý eninde sonunda çözümsüz kalmaya mahkûmdur. Sermayenin iktidarýndan sermaye düzeninin yarattýðý pisliði temizlemesini beklemenin akla mantýða sýðar yaný var mýdýr? Hrant Dink cinayeti davasýnýn Ergenekon operasyonu ile iliþkilendirilmesi, daha da ötesi uzun süredir devam eden egemenlerin iç çatýþmasýndaki taraflarca (liberal sermaye ile sivil-askeri bürokrasinin sözcülerince ve bunlarýn türevlerince) sýk sýk kendi çýkarlarý ölçüsünde kullanýlmasý sorunun özünü büsbütün bulandýrmaktan baþka bir iþe yaramýyor. Cinayet basit piyonlarca iþlendi ve ege-
men sýnýflarýn sözcüleri cinayetten, geliþmelerden, dava sürecinde yaþananlardan, kendi çýkarlarý ölçüsünde yararlanmaya çalýþtýlar ya da yapmaya çalýþtýklarý her neyse egemenlerin çýkarlarýnýn sözcülüðüne tekabül etti. Açýktýr ve örnekleriyle göstermek mümkündür ki, egemenlerin çatýþan bütün kesimleri Hrant Dink'in öldürülmesi olayýndan deðiþik ölçülerde faydalanmýþlardýr. Devrimci iþçi sýnýfý siyaseti, Hrant Dink cinayetinden kendi sýnýfsal konumlanýþý çerçevesinde yararlanmaya çalýþan herkesi teþhir etmekle olur; yoksa hakim sýnýflarýn projelerinde piyon olmakla olmaz. Hrant Dink'in katledilmesini salt Ergenekon ile yani derin devletin bir kanadý ile iliþkilendirmek ve sýnýrlandýrmak hiç de samimi bir yaklaþým deðildir. Ogün Samast, Yasin Hayal gibi faþist tetikçilerin yetiþtirildiði fideliðe dönüþen Trabzon'un emniyet müdürü Reþat Altay'ýn rahat koltuðunda oturmaya devam etmesi ya da Dink'i açýkça tehdit eden Ýstanbul valiliðine bir þey diyen olmamasý… Bunlar göstermektedir ki Hrant Dink suikastýný salt Ergenekon'a indirgemeye çalýþan çevreler egemen sýnýfýn belirli çevrelerine hizmet etmektedir. Hrant Dink cinayeti doldurduðu üçüncü yýlýyla kapitalizmin, sermaye iktidarýnýn, burjuva devletin, onun güvenlik kurumlarýnýn ve yargý organlarýnýn iflasýnýn resmidir; ayrýca faþist güçlerin egemenler tarafýndan kullanýlmasýnýn ve þekillendirilmesinin çok açýk bir kanýtýdýr.