İnatçı köstebek, çevik lokomotiften uzun yaşar. Çalışkan ve mütebessim sabrıyla o çelikten sırıtışa üstün gelir. Deliğini kazar, eşeler ve aşındırır. Gelmekte olan krizi hazırlar. Kriz, apansız gün yüzüne açılan bir köstebek deliğidir.
k e b e t s ko an 4 Hazir : ı y a S n -bülte eniyol e Y n i ç i emokrasi
t D
Sosyalis
Siyasal Simyacılık ve İnşa Edilemeyen ÖDP 1 Mayıs’ın Kendinden Menkul Varlığı ve İşçi Hareketi Avrupa Seçimleri: Aşırı Sağın Yükselişi
2009
Antikapitalist bir Antiemperyalizm için… Son zamanlarda sosyalist kesimlerde “antiemperyalizm” (bazıları buna “yurtseverlik” meselesini de ekliyor) vurgusu öne çıkıyor. Bunda tek başına bir sorun yok elbette. Ancak kapitalist küreselleşmenin karşısına çıkartılan “antiemperyalizm” söyleminin çoğu zaman emperyalizm konusunda yaygın bir yanlış anlayıştan hareket etmesi bazı hususları hatırlatmayı kaçınılmaz kılıyor. Bu yaygın yanlışlığa göre emperyalizm sanki bazı bölgelerin dışında olan ve onlara “dışardan” dayatılan bir şeydir. Buna göre emperyalizm, milli bünyeye dışardan saldıran “yabancı” bir güçtür. Antikapitalist vurgusu hayli zayıf olan bu anlayış, toplumsal sınıfları ve sınıf mücadelesini esas almaz; onun öznesi ezen ve ezilen uluslardır. Bu bağlamda, emperyalistler ve onların yerli uzantılarınca “ulusal sömürüye” tabi tutulan “ulusumuz” neredeyse doğası itibariyle antiemperyalisttir. Oysa emperyalizm, dış mihraklarca dayatılan dışsal bir hâkimiyet biçimi olmaktan ziyade her kapitalist toplumsal formasyona zaten içkindir. Kapitalizm-emperyalizmin her kapitalist toplumsal formasyonda mevcut ortak yapısal unsurları vardır ve bu anlamda her kapitalist ülke emperyalist zincirin bir “halkasıdır”. Herhangi bir kapitalist ülke emperyalistlere kölece boyun eğen “işbirlikçiler” tarafından yönetildiği için değil, emperyalist sistemin doğrudan bir parçası olduğu için bu ilişki içseldir. Çoğu kez ima edilenin aksine, emperyalizm kapitalizmin bir boyutu ya da üstyapısal bir biçimi değildir. Kapitalizmi “tamamlayan” bir gerçeklik de değildir. Emperyalizm, kapitalist dünya hâkimiyetinin askeri ve siyasi mekanizmalarından ibaret de değildir. Emperyalizm, gelişiminin belirli bir aşamasındaki kapitalizmden başka bir şey değildir. Lenin’in kapitalist üretim tarzının özgül bir aşaması olarak emperyalizm analizi, sermaye birikiminin yoğunlaşması ve merkezileşmesi, sermaye ihracı, tekelleşme gibi iktisadi-toplumsal süreçleri esas alır. Yani dikkat edilmesi gereken husus, emperyalizmin sermaye ilişkilerinin dünya çapında yaygınlaşması,
sermaye ilişkilerinin bütün dünyada içselleşmesi sürecine denk düştüğüdür. Dolayısıyla emperyalizm ile azgelişmiş ülkeler ya da “mazlum milletleri” iki karşıt kutupmuşçasına birbirinden net çizgilerle ayırmak mümkün değildir. Emperyalizm hiyerarşik bir dünya sistemidir; ancak öğeleri arasında yer değiştirmeler her zaman mümkündür. Kalıcı olan sistemin hiyerarşik ve eşitsiz doğasıdır. Dolayısıyla antiemperyalizm, yurtseverlerin dış mihraklara ve onun yerli uzantılarına ya da emperyalizmin uşaklarına karşı verdikleri bir mücadelenin, yani bir nevi vatan müdafaasının adı değildir. Antiemperyalizm, küresel ölçekteki sömürü ve tahakküm ilişkilerine ve bu ilişkilerin bir “halkası” olan ulusal kapitalizme karşı verilen mücadeledir. Burada önemli olan, dış güçlerin komplolarına direnmek şeklinde kavranan antiemperyalizm biçiminin, sahici bir enternasyonalist içeriğe sahip olmadığı zaman rahatlıkla bir tür “sol milliyetçiliğe” dönüşüvermesidir. Sosyalizmin kurtuluşçu iddiası ulusal sınırlara ve ulusal çıkarlara, yani esasında hâkim sınıfların çıkarlarına tabi kılınınca ezilenlerin düşmanının önce kendi ülkelerinde olduğunu reddedilmiş olur. Böylece sahici bir antiemperyalizmin antikapitalist içeriği boşaltılır. Emperyalizme bağımlı “çarpık” kapitalistleşmenin karşısına bağımlı olmayan, bağımsızlıkçı ve kalkınmacı bir kapitalizm, “işbirlikçi” ve “komprador” burjuvazinin karşısına ise “ulusal” burjuvazi konulur. Hâkim sınıflar ya da ordu içerisinde işbirlikçi olmayan kanatlar keşfedilmeye, daha doğrusu icat edilmeye başlanır. Antiemperyalizmi ulusal çıkarları ve vatanı savunmaya dönük bir yurtseverlik olarak algıladığımız takdirde kendimizi bir gün örneğin Musul ve Kerkük’te yurt savunmasında, daha doğrusu kendi “milli” emperyalist hayallerimizin peşinde bulmamız işten bile değildir. Oysa antiemperyalizm bir sınıf mücadelesi meselesidir; emperyalizme karşı mücadele etmek önce kendi burjuvazimizle cebelleşmek demektir: “Asıl düşman içtedir!”