sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
t o plu m s al e ş İ t l İ k gezi parkı bülteni
türkiye yol ayrımında Bill Van auken
4
Haziran günü, yüzbinlerce insanın Istanbul’un Taksim Meydanı’na döküldüğü ve Ankara ile İzmir’in yanı sıra 65 dolayında başka kentte sokaklara çıktığı protestoların birinci haftasında, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kaygılı iş adamlarına, olayların 2011’de Tunus ve Mısır’da patlayan devrimlerle 5. sayfa karşılaştırılamayacağı konusunda güvence verdi.
eylemlerde yeni aşama ve karşı karşıya olduğumuz tehlikeler T
aksim Gezi Parkı’ndan başlayan ve 77 ile yayılan kitlesel direniş, Cumhurbaşkanı abdullah Gül ile Başbakan Yardımcısı Bülent arınç’ın devreye girmesinin ve DiSk ile keSk’in verdiği desteğin ardından yeni bir aşamaya girmiş bulunuyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün ve Başbakan Yardımcısı arınç’ın “mesaj alınmıştır” ve “özür diliyoruz” türü açıklamalar yapması ve muhalefet partileri ile Gezi Parkı Platformu temsilcileriyle yapılan görüşmeler, egemenlerin, polis terörüne karşı patlayan kitlesel öfkenin baskı ve şiddet ile bastırılamayacağını kavradığını gösteriyor. Gezi Parkı eylemleri sonucunda, istanbul Borsası, geçtiğimiz Pazartesi gününü yüzde 10 düşüşle kapatmış, dolarda ve faizlerde aylardır süren düşme eğilimi tersine dönmüştü. Yine eylemlerin bir sonucu olarak turist rezervasyonlarında iptaller yaşandığını; aBD’den ve aB’den
Taksim Gezi Parkı’ndan başlayan ve 77 ile yayılan kitlesel direniş, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın devreye girmesinin ve DİSK ile KESK’in verdiği desteğin ardından yeni bir aşamaya girmiş bulunuyor.
gelen tepkiler sonucunda, iş dünyasını bir kaygının sardığını biliyoruz. Taksim Gezi Parkı’ndan bütün ülkeye yayılan direniş, ona bir hafta boyunca sessiz ve uzak kalan sendikaları da harekete geçmeye zorladı. Daha önce 5 Haziran’da bir günlük genel grev kararı almış olan keSk, bu grevin başlangıcını Gezi Parkı eylemleri ile dayanışma amacıyla bir gün önceye ve saat 12.00’ye çekip uzatırken, DiSk, Gezi Parkı eylemleriyle dayanışma amacıyla, 5 Haziran günü iş bırakarak eylemlere katıldı. Başta en büyük işçi sendikaları konfederasyonları olan Türk-iş ile Hak-iş olmak üzere, diğer sendikal örgütler ise, ülkenin altını üstüne getiren kitlesel eylemler karşısında tam bir “üç maymun” rolü oynuyor. Sendikal örgütlerin bu tavrı, onların sermaye ve akP iktidarı karşısındaki “uysal uşak” konumunu gözler önüne sermekte-
dir.
Alınan “mesaj” ne? Cumhurbaşkanı Gül’ün “mesaj alınmıştır” açıklaması yapıp CHP Genel Başkanı kılıçdaroğlu ve Gezi Parkı eylemine destek veren BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder ile görüşmesi; bunun ardından da Başbakan Yardımcısı arınç’ın “özür” ve “özeleştiri” içeren konuşması, iktidarın geri adım atacağının ve “sorumlular” hakkında bir soruşturma başlatacağının işareti olarak algılandı. Bununla birlikte, kısmen haklılık payı olan bu algılama, burjuva medya ve kimi politikacılar tarafından tek yanlı ve abartılı biçimde yayıldı. Medya ve kimi “aşırı iyimser” muhalifler, öyle bir hava yarattı ki, sanki her şey, Başbakan’ın “sert” söyleminin de katkıda bulunduğu bir “yanlış anlama”dan ibaretti. iktidar bir hata yapmış ama bunun farkına varmıştı ve devlete artık “aklı selim” hakim oluyordu. Devletin tepesindeki bu söylem değişikliğini, polisin istanbul’daki saldırıyı hafifletmesi izledi; bu arada, polis ile kimi göstericiler, basının önünde, birbirlerine çiçek - baklava ikram ettiler. Onları, televizyon ekranlarında, “y kuşağı” vb. adlar taktıkları gençlik hakkında ahkam kesen ve sözümona “siyasetten nefret eden” bu kuşağı “anlamak” gerektiğini anlatan, sermayenin ve iktidarın hizmetindeki sözde profesörler izledi. Bu güruha göre, “yanlış anlama” giderilmişti ve “toplumsal barış” yeniden sağlanıyordu. ama bu “barış” havası fazla sürmedi. ankara’da çiçek dağıtan ve kızılay’dan çekilen polis, aradan 24 saat geçmeden, alanda toplanmış olan göstericilere barbarca saldırdı. Polis terörü, diğer illerde de sürdü.
Ü
2
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
toplums al eş İ t l İ k
kitlesel gösteriler boyunca, devletin tepesinde ve iktidar partisi içinde, olaylara ilişkin farklı vurgular yapıldığı biliniyor. kimileri Başbakan erdoğan’ın söyleminden duydukları rahatsızlığı utangaç biçimde dile getirirken, diğerleri büyük bir pervasızlık ve öfkeyle eylem içindeki halka ve gençlere hakaretler yağdırmayı, öfke kusmayı sürdürdü (bunlar, bu mide bulandırıcı tavrı sürdürüyor). Polisin bir ilde sessizliğini korurken, diğerinde barışçıl gösterilere vahşice saldırmasının ardında, gerek devlet gerekse iktidar partisi içindeki bu parçalanmışlık yatıyor olabilir. ama protestolarını sürdüren kitleler için önemli olan şey bu değildir. Devletin ve akP iktidarının erdoğan’ın Fas’a gitmesinin ardından benimsediği “yumuşak” dili, bir “yanlış”ın anlaşıldığının ve düzeltileceğinin işareti olarak algılamak için herhangi bir neden bulunmamaktadır. Cumhurbaşkanı Gül’ün “alınmış” olduğunu söylediği “mesaj”, onun kişisel niyeti ne olursa olsun, arınç’ın basın açıklamasında ifade edildi. Burjuva medyanın görmezden geldiği bu “mesaj”, geniş kitleleri yatıştırıp eve döndürmek, ölümlerin yaşandığı bir ortamda Taksim’deki kitleleri “şenlik havası”na sokmaya çalışmak; gençliğin en kararlı, en mücadeleci kesimini yalnızlaştırmak, bölmek ve ardından polis şiddetiyle ezmektir. egemenler, böylece, akP iktidarının baskıcı otoriter uygulamalarına karşı çıkan herkesi “aşırı” ya da “marjinal” olarak damgalamayı hesaplıyorlar.
Provokasyonlara dikkat! iktidar, gösterilerin başından beri, polis sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
toplumsal eşİtlİk gezi parkı bülteni Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Halil Çelik Yönetim Yeri Hasanpaşa Mh. ahmet Rasim Sk. no. 21, D. 12 / kadıköy - istanbul Tel: (216) 418 63 61 e-posta: info@toplumsalesitlik.org www.toplumsalesitlik.org
www.toplumsalesitlik.org internet sayfasından alınmıştır. facebook.com/ToplumsalEsitlikDergisi twitter.com/ssosyalizm
gezi parkı bülteni
haziran 2013
PolisKürsüsü adlı facebook hesabından, polis terörüne “bilimsel” mazeretler: Fazla çalışma, aşırı yorgunluk ve uykusuzluk!
terörünün ve onun yönlendirdiği provokatörlerin yol açtığı maddi hasarları, eylemci kitlelerin “aşırı uçların çıkarlarına alet olduğunun” kanıtı olarak sunmaya çalışmaktadır. Yöneticilere göre, otomobillerin yakılmasından, camların kırılmasından ve hatta ölümlerden ve yaralılardan göstericiler ya da onların içindeki “art niyetli unsurlar” sorumludur. iktidarın emrindeki televizyon kanallarında arz-ı endam eden “uzmanlar”, kitlesel gösterilerde yabancı istihbarat örgütlerinin parmağını arayacak kadar zıvanadan çıkmış durumda. Yüzbinlerce insanın katıldığı ve kendiliğinden patlamış olan protesto gösterilerinde, elbette, kimi kişi ya da gruplar, karşı karşıya kaldıkları azgın polis saldırısı karşısında kendisini yitirerek, amaca zarar veren kör bir saldırganlığa kapılabilir. Hatta, gösterilere, yalnızca yıkıcı ya da yağmacı amaçlarla katılan kişi ve gruplar da olabilir. ama bütün bunlar, moda deyimle söylersek, “marjinal” eylemlerdir ve görüldükleri anda, bizzat göstericiler tarafından engellenmektedir. Öte yandan, Taksim’deki eylemlerde yer alan birçok gösterici, orada, sivil polislerin ve polisle bağlantılı olduğu bilinen provokatörlerin (aralarında kimi üniversite özel güvenlik görevlileri de var) olduğuna tanık oldu. Yine, önceki gün sabaha doğru, aralarında Toplumsal eşitlik okurlarının da bulunduğu bir grup gösterici, elinde molotof kokteylleri taşıyan 10-11 yaşlarında bir çocuğu yakaladı. eylemcilerin elinden kurtularak inönü Stadı’nın önündeki polise sığınan bu çocuğu oraya kim göndermişti? Özetle, Taksim’de ve başka yerlerde provokasyon yaratmaya çalışan kişiler olabilir ama bizzat mücadeleye zarar veren bu
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, halka barbarca saldıran polisleri, masum birer “emir kulu” ilan etti. Zaten, milyonlarca Museviyi katleden Naziler de öyleydi!
unsurlar, eylemciler içinde değil; onları “marjinal teröristler” gibi göstererek yalıtıp ezmeye çalışan karşı safta aranmalıdır. Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan Yardımcısı’nın, sokaklardaki emekçi kitleleri yatıştırıp evlerine döndürmeyi ve gençliği alanlarda yalnız bırakmayı amaçlayan son girişimlerinin ardından, provokasyon olasılığı daha da artmıştır. Bu durum, alanlardaki kitlelerin olası bir “erken zafer” umuduyla “gevşememesini” ve her zamankinden daha dikkatli olmasını gerektirmektedir. kitlelerin mücadeleyle ele geçirdiği ve şu anda polisin giremediği Taksim’i ve diğer alanları geri almak için her yola başvuracaklardır. Bu yüzden meydandaki disiplinden barikatların savunusuna, başta sol gruplar olmak üzere herkes çok daha dikkatli olmalı ve daha fazla katılım göstermelidir.
Sendikaların ikiyüzlülüğü Gezi Parkı protestolarına, işçi sendikalarından DiSk’in göstermelik katılımı dı-
Ü
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
haziran 2013
gezi parkı bülteni ğına karşın, başta göstericiler olmak üzere, geniş kitleler içinde moral arttırıcı bir etkide bulunmuştur. Dahası, emekçilerin, sermayenin emrindeki bürokratlar önderliğinde de olsa eylemlere katılması, bizzat onlar üzerinde önemli etkilerde bulunacak, sendika bürokrasileri üzerindeki baskıyı daha da arttıracaktır. ancak bu yeterli değildir. keSk ve DiSk üyesi emekçiler, diğer sendikalı-sendikasız işçileri de katmaya çalışarak, grevi, talepler karşılanana kadar sürdürmelidir. Bu talepler, neredeyse tüm illerde sokaklarda olan kitlelerin de ortak talepleri olmalı, bugüne kadar gerçekleşen diğer sermaye saldırılarına karşı taleplerle genişletilmeli ve gerçek kazanımlar elde edilmeden asla eve dönülmemelidir. DiSk ve keSk bürokrasisinin kitlesel direniş trenine son anda atlaması, onların başta CHP olmak üzere burjuva muhalefet partileri CHP ve BDP ile olan sıkı bağlarından bağımsız düşünülemez. Direnişe son verme konusunda Cumhurbaşkanı ile anlaşmış olan bu burjuva muhalefet partileri, kendi yapamadıklarını sendika bürokrasileri eliyle yapmaya çalışıyorlar. Gezi Parkı eylemlerinin ilk gününden itibaren, işçi sınıfının sürece dahil olması gerektiğini savunan Toplumsal eşitlik, sürekli olarak, direnişin gerçek bir zafer elde etmesi için işçi sınıfının eylemli müdahalesine ihtiyacı olduğunu vurguladı. işçi sınıfının eylemli desteği, onun kendi taleplerinin Gezi Parkı direnişçilerinin talepleriyle birleştirilmesini ve bu uğurda üretimin durdurulmasını gerektirir. Bu da, işçilerin sendika bürokrasilerinin denetiminden kurtulmasına, kendi mücadeleci taban örgütlenmelerini yaratmasına ve sınıfının diğer bileşenleriyle bütünleşmesine bağlıdır.
İşçi sınıfının eylemli desteği, onun kendi taleplerinin Gezi Parkı direnişçilerinin talepleriyle birleştirilmesini ve bu uğurda üretimin durdurulmasını gerektirir. Bu da, işçilerin sendika bürokrasilerinin denetiminden kurtulmasına, kendi mücadeleci taban örgütlenmelerini yaratmasına ve sınıfının diğer bileşenleriyle bütünleşmesine bağlıdır. şında herhangi bir katılım gerçek- leşmezken, keSk -grev dışında- alanlarda neredeyse hiç yoktu. Diğer sendikal örgütler ise, bırakın eyleme katlımı, Gezi Parkı’nda yaşananlarla ilgili uzun süre herhangi bir açıklamada dahi bulunmadılar. Sendikaların neredeyse bütün kentleri sarsan kitlesel eylemler karşısında sergilediği bu “üç maymun” tavrı, onların son 30 yılda sistemle bütünleşmede ulaşmış oldukları noktanın en yalın ifadesidir. Sendikalar, işçilerin örgütleri olmaktan çıkmış; işçileri sermayenin ve iktidarın çıkarları uğruna içinde tutan hapishaneler haline gelmiştir. keSk ile DiSk bürokrasilerinin protestolara “destek” vermesi, ancak eylemler birinci haftasını doldurduktan ve Cumhurbaşkanı Gül ile CHP Genel Başkanı kılıçdaroğlu’nun görüşmesinin ardından mümkün oldu. DiSk ve keSk bürokrasisinin bu kararında, onların, ilk günden itibaren protestolarda yer alan üyelerinin baskısı kuşkusuz bir rol oynadı. ancak inisiyatif bu örgütlerin tepesine çöreklenmiş olan bürokrasilerde olmayı sürdürüyor. keSk’in, yine tabandan gelen basıncı azaltmak amacıyla 5 haziran tarihinde yapmayı planladığı “iş güvencesi” grevini Gezi parkı direnişi ile birleştirme kararı, hiçbir hazırlık yapılmadan alınmış, günü kurtarmaya yönelik bir karardır. DiSk’in 4 Haziran günü saat 12:00 ile 14:00 arasında, neredeyse bütünüyle öğle tatiline denk getirecek şekilde yapmayı planladığı “uyarı grevi” gelen eleştiriler üzerine 5 haziranda 1 günlük iş bırakma eylemine dönüşmek zorunda kaldı. keSk’in ve DiSk’in günü kurtarma çabasıyla aldığı grev kararları, sendika bürokratlarının, toplumun geniş kesimlerince meşruluğu kabul edilmiş Gezi Parkı eylemlerine yaslanarak üyeleri üzerindeki konumlarını korumasını amaçlamaktadır. Bütün bunlara karşın, bürokratların kendi konumlarını sağlamlaştırmak amacıyla da olsa, Gezi parkı eylemlerine destek kararı, bütün ikiyüzlülüğüne ve sınırlılı-
BDP’nin rolü Gezi Parkı eylemleri, BDP’nin burjuva sınıfsal karakterini ve onunla akP arasındaki işbirliğinin gerici özünü açığa vurmuştur. BDP istanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in, eylemin ilk gününden itibaren alanda protestocuların yanında yer aldığını biliyoruz. ama Önder’in, son derece doğru bir şekilde direnişçilerin yanında yer aldığında, sürecin nerelere evrileceği hakkında -herkes gibi- hiçbir fikri yoktu. Zaten, o sıralarda yüz dolayında çevrecinin gerçekleştirdiği “Gezi Parkı direnişi”, ne diğer partiler ne de BDP için böylesi yakıcı bir sorundu.
toplums al eş İ t l İ k
3
BDP’nin akP iktidarına yedeklenmiş halini açıkça bir kez daha ortaya çıkartan şey, direnişin, işçi sınıfının aktif ve örgütlü katılımı durumunda iktidarı devirme tehlikesi içerecek şekilde, bütün ülkeye yayılması oldu. BDP önderliği, 77 ilde yüzbinlerce insanı sokaklara döken kitlesel seferberliğe destek vermediğini ilan etti ve kürtleri onlara katılmamaya çağırdı (BDP önderliğinin bu tutumuna rağmen kürt emekçileri ve gençliğinin bir kesiminin mücadeleyi kararlılıkla desteklediğini biliyoruz). BDP, sözde “barış sürecine zarar gelmemesi” bahanesiyle aldığı bu kararını, “ulusalcıların olduğu yerde olmayız” türü “gerekçeler” ile destekledi. akP de, BDP’nin verdiği bu desteği “içten” bir teşekkür ile kabul etti (iktidar sözcülerinin teşekkür ettiği diğer partinin MHP olması, tarihsel bir ironidir). BDP’nin Gezi Parkı eylemlerine destek vermemesi, kürt burjuvazisinin, akP’nin 11 yıldır sürdürdüğü bütün işçi sınıfı düşmanı politikalara, toplumsal yaşamın islam ekseninde yeniden biçimlendirilmesi çabasına, otoriter bir rejimin inşası yönünde attığı adımlara ve Suriye’de yürütülen savaşa verdiği desteğin; kapsamlı
Ü
talepler Polis terörü uygulanan bütün illerin valileri ve emniyet müdürleri ile İçişleri Bakanı istifa etsin.
H Bu saldırılarda halka karşı suç işleyen polisler görevden alınıp yargılansın
H Bütün meydanlar işçi ve emekçilere açılsın
H “Taksim projesi” ve “kentsel dönüşüm” yağması durdurulsun
H Göstericilere karşı her türlü gaz kullanımı yasaklansın
H Gözaltındaki bütün göstericiler serbest bırakılsın
4
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
toplums al eş İ t l İ k
bir toplumsal karşı-devrim sürecinde vardığı noktanın ifadesidir. Ortadoğu’nun yangın yerine döndüğü bir dönemde, dışarıda savaş kışkırtıcılığı yapan, içeride ise en küçük muhalefete karşı acımasızca polis terörü estiren bir iktidarın “barışın” bir parçası olacağını düşünmek gafletinden kurtulamayan küçük burjuva solu da, kürt işçi ve emekçilerini akP hükümetinin adım adım inşa etmeye çalıştığı baskıcı totaliter rejimin kucağına itmeye devam etmektedir. en son Gezi Parkı eylemlerine yansıyan gelişmelerden, önümüzdeki dönemde akP hükümetinin artan gerici ve baskıcı uygulamalarının BDP içerisinde önemli kırılmalara yol açacağını görmek zor değil. Tarihi boyunca hiçbir ciddi özeleştiri yapmamış olan ve burjuva “barış” uğruna Pkk/BDP’nin -dolayısıyla da akP’ninkuyruğunda politika yapan küçük burjuva solunun bu son durumdan gerekli dersleri çıkartıp çıkartmayacağından ise emin değiliz.
Yaklaşan fırtınaya hazırlanalım az sayıda çevrecinin “sıradan” eylemi olarak başlayan ama polisin müdahalesinin ardından 77 ilde yüzbinlerce kişinin katıldığı protestolar, yıllardır vurguladığımız bir gerçeği gözler önüne sermiştir: içinde bulunduğumuz küresel kriz döneminde, hiç umulmadık bir yerde çakan kıvılcım, en istikrarlı görünen iktidarları sarsabilecek devasa bir yangına dönüşebilir. . On gündür tüm Türkiye’yi sarsan kitlesel eylemlerin arkasında, sermaye sınıfının temsilcisi olarak akP’nin on yıldır sürdürdüğü ve son birkaç yıldır acımasızca derinleştirdiği işçi düşmanı politikalar ve
gezi parkı bülteni
haziran 2013
gerici-baskıcı uygulamalar AKP iktidarının Türkiyeli emekçileri ve yatmaktadır. gençliği mahkûm etmeye çalıştığı Bu eylemlerde patlayan bikaranlıktan ilerici bir çıkışın tek koşulu, işçi rikmiş öfkenin ve akP iktisınıfının enternasyonalist sosyalist bir darının giderek perspektifle donanmış olmasıdır. saldırganlaşmasının başlıca nedeni, onun aBD emperyalizminin yanında sürdürdüğü yayılmacı dış politika ve Suriye’deki krizin, kendi iktidarlarını ve ayrıcalıklarını iç savaştır. iktidarın aBD emperyalizminin tehdit edeceğinin farkındalar. Mısır’da, taşeronu olarak sürdürdüğü dış politi- Tunus’ta ya da Yunanistan’da yaşanankada ardı ardına yaşadığı başarısızlıklara lardan etkilenenler, kuşkusuz, yalnızca ve yenilgilere, içeride pervasızca uygula- egemenler değil. Bu ülkelerde yaşananmaya konan yağma ve rant projeleri eşlik lar, 10 gündür Türkiye’nin neredeyse tamamında sokaklarda ve alanlarda olan etmektedir. akP iktidarı yangından mal kaçırırcasına ve korku duvarını aşmış yüzbinlerce inkamu kaynaklarını uluslararası sermaye- sana da ilham vermektedir. nin rantına açmayı hedefleyen bu proje- ancak, Yunanistanlı, Tunuslu ve Mısırlı lerinin altında, başta cari açık olmak kardeşlerimizin eylemlerinden ilham üzere kamu borçlarını finanse edip krizi almak yetmez. Onların yaşadıklarından öteleme hesabı yatmaktadır. kentsel dö- dersler de çıkarmamız gerekir. Bütün bu nüşüm adı altında başlayan bu yağma, ülkelerde işçi sınıfı ve gençlik, küresel serüçüncü havaalanı, üçüncü köprü ve kanal mayenin emrindeki iktidarları devirdi projesi ile sürüyor. Binlerce eylemcinin ya- ama onların yerini, aynı politikaları sürpılmasına karşı çıktığı Topçu kışlası pro- düren sözde “muhalif” benzerleri aldı. enternasyonalist ve sosyalist bir perspekjesi bu yağmanın en son ifadesidir. ancak yaşanmakta olan kriz, günü kur- tifle donanmış işçi sınıfı önderliğinin oltarmaya ve eşi-dostu zengin etmeye yö- madığı koşullarda, başka türlüsü de nelik bu tür yağmalarla engellene- mümkün değildi. Devirdikleri iktidarları meyecek kadar ciddidir. Dahası, bizzat bu burjuvazinin başka kesimlerine kaptıran politikaların yakınlaştırdığı kriz, büyük Tunuslu ve Mısırlı emekçiler, şimdi, onlara bankaları ve şirketleri içine çekecek, bin- karşı mücadele ediyor. lerce işyerini iflasla ve yüzbinlerce insanı Yaklaşan toplumsal altüst oluşlara, Tunus, işsizlikle karşı karşıya bırakacak; devasa Mısır ve Yunanistan’da bugün yaşanantoplumsal altüst oluşları da beraberinde ları da gözönünde bulundurarak hazırlanmamız gerekiyor. akP iktidarının getirecektir. Bu anlamda, egemen siyasi çevrelerde Türkiyeli emekçileri ve gençliği mahkûm Tunus’a, Mısır’a ya da Yunanistan’a yapı- etmeye çalıştığı karanlıktan ilerici bir çıkılan benzetmeler hiç de temelsiz değildir. şın tek koşulu, işçi sınıfının enternasyonaOnlar, her an patlak verecek ve devasa list sosyalist bir perspektifle donanmış kitlesel hareketlere yol açacak olan bir olmasıdır. Yalnızca böylesi bir perspektifle donanmış partisi etrafında örgütlenmiş bir işçi sınıfı geniş halk kitlelerine başarıyla önderlik edebilir ve ezilen kitleleri sosyalist kurtuluşa taşıyabilir. içinden geçmekte olduğumuz süreç, böylesi bir partinin eksikliğinin yakıcılığını göstermektedir.
H
HHHH
bize yazın
info@toplumsalesitlik.org
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
haziran 2013
gezi parkı bülteni
türkiye yol ayrımında Bill Van auken 4 Haziran günü, yüz binlerce insanın istanbul’un Taksim Meydanı’na döküldüğü ve ankara ile izmir’in yanı sıra 65 dolayında başka kentte sokaklara çıktığı protestoların birinci haftasında, Cumhurbaşkanı abdullah Gül, kaygılı iş adamlarına, olayların 2011’de Tunus ve Mısır’da patlayan devrimlerle karşılaştırılamayacağı konusunda güvence verdi. Gül, istanbul borsasının kitlesel kabarışa tepki olarak yüzde 10,5 düşmesinden yalnızca bir gün sonra, Türkiye’deki uluslararası Yatırımcılar Birliği’nin bir toplantısına hitap ediyordu. Gül, “iki yıl önce, benzeri nedenlerden dolayı londra’da otomobiller yakılmış ve dükkânlar yağmalanmıştı” dedi ve şöyle devam etti: “ekonomik kriz nedeniyle ispanya’da yaşanan isyanlar sırasında insanlar meydanları doldurdu. ‘Wall Street’i işgal et’ hareketi, aBD’de aylarca sürdü. Türkiye’de olanlar bu ülkelerdekilere benzemektedir.” Bu tür güvenceler, sürmekte olan toplumsal protestoların, yatırımlarını tehlikeye düşüreceğinden korkan işadamları için muhtemelen bir teselli oldu. Doğu ile Batı arasında duran Türkiye, her iki dünyanın tüm patlayıcı çelişkilerinin girdabına sürüklenmiş durumda. Türkiye,
yoğun kemer sıkma politikaları dayatan avrupa Birliği’ne (aB) üyelik peşinde koşarken, aynı zamanda, Suriye’de rejim değişikliği için sürdürülen aBD destekli mezhep savaşına derinlemesine bulaşıyor. Silahlı karşıtlarını bastırdığı için esad’ın istifa etmesini isteyen Başbakan Recep Tayyip erdoğan, Washington’ın öncü personeli işlevini gören kişidir. O, “kendi halkını öldüren bir önder meşruluğunu yitirmiştir” diye ilan etmişti. erdoğan’ın baskıcı güçleri, şimdiye kadar, 3.200’den fazla barışçı Türkiyeli protestocuyu yaralar ve 3.300’den fazlasını tutuklarken, üç kişiyi öldürmüştür. 2011’deki iki devrimde ve Cumhurbaşkanı Gül’ün gönderme yaptığı Batı’daki olaylarda olduğu gibi, Türkiye’deki isyanın kökleri kapitalist toplumda ve onun küresel krizinde yatmaktadır. Bu, her şeyden önce, Türkiye’deki toplumsal eşitsizliğin, Başbakan erdoğan ile onun islamcı akP (adalet ve kalkınma Partisi) hükümetinin yönetimde olduğu on yıldan uzun süre içinde, daha önce tanık olunmadık ölçüde artmasında ifade edilmektedir. istanbul Gezi Parkı’nın bir alışveriş merkezinin yapılmasına yol açacak şekilde dümdüz edilmesini durdurmaya çalışan bir avuç protestocuya yönelik baskının, Türk çevik kuvvet polisinin vahşiliğine karşı koymaya hazır yüzbinlerin ulusal öl-
toplums al eş İ t l İ k
5
Taksim Gezi Parkı’ndan başlayan ve 77 ile yayılan kitlesel direniş, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın devreye girmesinin ve DİSK ile KESK’in verdiği desteğin ardından yeni bir aşamaya girmiş bulunuyor. çekte, böylesine güçlü bir protesto hareketini ateşlemesi başka türlü açıklanamaz. Park projesi, erdoğan hükümetinin, istanbul’u, işçi sınıfını kent dışına kovarak zenginler ve ayrıcalıklı kesimler için bir liman haline getirmeye çalışırken, akP’nin asıl siyasi zemini olan bir avuç eş-dost kapitalisti zenginleştirmek için kamu alanını özelleştirmek biçimindeki saldırgan ve gerici piyasa politikalarının simgesidir. Dahası, ek olarak, Türkiye işçi hareketinin geleneksel toplanma noktası olan Taksim Meydanı’nın yanına bir cami yapma tehdidinde bulunan ve Boğaz’daki üçüncü köprüye, adı alevi azınlığın katledilmesiyle kötüye çıkmış olan 16. yüzyıl Osmanlı padişahının adını veren erdoğan, islamcı gericiliği teşvik etmektedir. akP iktidarının saldırılarının en ağır bedelini ödeyen, Türkiye işçi sınıfıdır. Türkiye’deki kapitalistler, başka yerlerde olduğu gibi, 2008’deki dünya mali krizini, ücretleri düşürmek ve işçilik maliyetlerini azaltmak için değerlendirdiler. 2009’un başlarında, işsizlik yüzde 16’ya ulaşmıştı. O zamandan bu yana yaşanan büyüme, büyük ölçüde, yeni işyerleri oluşturmaksızın elde edilmiştir. Yeni işyerleri kurmak yerine, çalışanları düşük ücretle ağır koşullarda çalışmaya zorlamak ve çoğu durumda taşeron ya da geçici çalışmayı kabul ettirmek için işten çıkarma tehditleri kullanılmaktadır. 2011 yılında yayımlanan bir araştırmaya göre, Türkiye, ekonomik işbirliği ve kalkınma Örgütü (OeCD) üyesi 34 ülke içinde, gelir eşitsizliği en fazla olan ikinci ülkedir. Türkiye’nin durumu, Meksika’dan biraz iyi; eşitsizliğin en yüksek olduğu üçüncü ülke olan aBD’den ise biraz kötüdür. Türkiyeli işçiler, Yunanistan’daki ve avrupa’nın diğer yerlerindeki işçiler gibi, ülkeyi bir ucuz emek cenneti ve süper kârların kaynağı olarak gören uluslararası bankaların ve şirketlerin azgın saldırısıyla karşı karşıyadır. Yüz binlerce işçi sendikaların önderli-
Ü
6
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
toplums al eş İ t l İ k
ğinde 5 Haziran günü düzenlenen grevlere ve gösterilere katılmışken, bir bütün olarak işçi sınıfı, henüz belirleyici bir güç olarak mücadeleye girmiş değil. Türkiye’deki sendikalar, bugüne kadar, erdoğan hükümetine karşı mücadele etme yönünde hiçbir şey yapmış değil. Onlar, bunun yerine, akP iktidarının 2008 krizine yanıt olarak almış olduğu kapitalist önlemleri onaylıyor ve onun “alışverişe çık” sloganı temelinde sürdürdüğü kampanyayı destekliyorlar. Sendikalar, bu hükümetle belirleyici bir hesaplaşma ile karşı karşıya gelmek istemiyorlar. Onlar, destekledikleri avrupa Birliği’nin danışma organlarına bütünüyle dahil olmuş durumdalar ve aB’nin komşu Yunanistan’da ya da başka yerlerde kemer sıkma önlemlerini dayatmasını destekliyorlar. erdoğan hükümetini devirecek devrimci bir işçi sınıfı hareketi, yalnızca, bu sendikalardan bağımsız biçimde ve onlara baş kaldırarak doğabilir.
gezi parkı bülteni
haziran 2013
Türkiye’deki olaylar, aBD Washington, Erdoğan hükümetini -onun emperyalizminin ve onun siyasi muhaliflere, gazetecilere ve etnik Basra körfezi ile Orta asya’ya egemen olmak ama- azınlıklara yönelik polis devleti baskısına cıyla sürdürdüğü ve bir rağmen- Ortadoğu için bir model, ABD’nin naTO üyesi olarak TürMısır ve Tunus’ta devrimci kitlelere karşı kiye’nin kilit rol oynadığı mi- desteklediği türde sözde “ılımlı İslamcı” bir litarist saldırısının derinleşen yönetim olarak yüceltmişti. Şimdi, krizini yansıtmaktadır. Türkiye’deki halk kitleleri bu modeli Şimdi sürmekte olan harereddediyor. ketin başlamasından yalnızca iki hafta önce, erdoğan Washington’daydı ve kendisini Türkiye’yi Suriye ve iran’ı istikrarsızlaş“bölgede ve tüm dünyada güçlü bir müt- tırma kampanyasında bir ileri üs olarak tefik ve ortak olduğu” için öven Obama kullanan Washington, halkın geniş çoile yanyanaydı. Washington, erdoğan hü- ğunluğunun el kaide bağlantılı islamcı kümetini -onun siyasi muhaliflere, gaze- milislerin Suriye Devlet Başkanı Beşar tecilere ve etnik azınlıklara yönelik polis esad’ın devrilmesine yönelik savaşta vedevleti baskısına rağmen- Ortadoğu için killer olarak kullanılmasına karşı olduğu bir model, aBD’nin Mısır ve Tunus’ta dev- ve aynı güçlerin kendilerine karşı da salırimci kitlelere karşı desteklediği türde verileceğinden kaygılandığı bu ülkeyi issözde “ılımlı islamcı” bir yönetim olarak tikrarsızlaştırmayı başarmıştır. yüceltmişti. Şimdi, Türkiye’deki halk kitle- Türkiye bir yol ayrımındadır. Mücadeleye katılan Türkiyeli işçiler açık bir tercihle leri bu modeli reddediyor. karşı karşıya. Onlar, her zamankinden daha doğrudan bir şekilde, stratejik ve kâr çıkarları arayışı içindeki emperyalizm eliyle teşvik edilen mezhep eksenli kanlı savaşlara; iran’ın, aBD’nin, Rusya’nın, Çin’in ve diğer büyük güçlerin dahil olduğu küresel bir yangının patlamasına yol açabilecek savaşlara sürüklenecekler mi? Yoksa işçi sınıfı, emperyalizme ve Türkiye burjuvazisinin laik ya da islamcı bütün kesimlerine karşı yoksul köylüleri ve ezilenleri arkasına aldığı bağımsız bir devrimci mücadele yoluyla kendi sosyalist çözümünü geliştirecek mi? istanbul’da ve Türkiye’nin tüm kentlerinde sokaklara dökülen protesto hareketinin kısa vadede nasıl sonuçlanacağı belirsiz. ama Türkiye işçi sınıfının mücadeleye dahil olması, Ortadoğu, avrupa ve daha ötesi için devrimci sonuçlar taşıyan dünya tarihsel önemde bir konudur.
HHHH DİSK üyesi işçiler Taksim Meydanı’na girerken.
http://wsws.org/en/articles/2013/06/06/pers-j06.html
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin günlük yayın organını Dünya Sosyalist Web Sayfası’nı izle, tavsiye et!
H
wsws.org
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
haziran 2013
Açlık Çoğunluktadır gülü çiğdemi filan bırak sardunyayı karidesi filan bırak acıyı ve ölümleri bırak oy pusulalarını ve seçimleri bırak seçimleri özellikle bırak çünkü açlık çoğunluktadır her kişinin ukala ömrü yeter sanılır çiçeklenmeye
gezi parkı bülteni ve dünyanın karanlığından bir aşk bahaesiyle kurtulmaya kaçıp giden baharları anısı elden ele devredilen bir gençlik duygusu laleler sümbüller ve bütün öbür boklar püsürler hakkım var mıdır buları söylemeye -vardır güneş doğarken ve batarken yazda kışa girerken ve kıştan çıkarken ve dağda ve kırda hakkım vardırçünkü en azından dünyadan dölsüz katırlar geçer yüklü vagonlar geçer demir yüklü şilepler geçer yedenleri, işletenleri ve tayfalarıyla ve onların karıları ve çocuklarıyla ve bilinmez sanılır geleceği bir demiryolu makasçısının oysa kesinlikle yazılımıştır her sevgi kitabında asıl olan açlıktır çoğunluktadır sevişmek o yüzden gereklidir evet, açlık yok olsun bütün incelikler mendiliniz var mı, kabak ograten böf strogonof mantar fileminyon güneş görmemiş midye midye görmemiş güneş ve soygun halindeki otel malzemeleri ve altın arayıcılar ve istedikleri yerlerde yüksek graviteli petrol bulanlar
toplums al eş İ t l İ k
7
hem thames kıyısında hem mekong deltasında bir kalça fotoğrafına bunlarla birlikte bakanlar çoğunlukta değildir açlık çoğunluktadır artık her şeyi yaşadık ve birlikte düşündük ve düşündük ki her şey cehennem bir bakışta ve cehennem başarılmamış bir şavaştır dünyanın ortasında kullanılmamaış bir su cehennem insanın kendi ciğeri at sırtında taşıanan ölü kudağa girmeyen bebe karanlıklarda açan çiçekleri bir insanın ölümüne dönüşü bir insan ölümü olmaya çünkü açlık çoğunluktadır. -işte o zaman diyorum kigelişin şen olsan senin her şey esirgesin seni çünkü açlık çoğunluktadır ve ezecektir gücüyle dünyayı -ikimize bir aşk elbette yetmez türlü şeylerin savunulduğudirlie eşitliğe tokluğa artık ayıp olan tokluğa çünkü açlık çoğunluktadır Açlık. Turgut Uyar
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
toplums al eş İ t l İ k
gezi parkı bülteni
her yer mizah her yer direniş ZeYneP SenCeR
G
ezi Parkı direniş eylemlerinde polis terörü yüzünden birçok arkadaş yaralanmış ve iki genç arkadaşımızı yitirmişken mizah üzerine yazmak hiç kolay değil. ancak, Gezi Parkı’na istiklal, Gümüşsuyu ya da Harbiye’den ulaşmaya çalıştığınızda, eylemciler tarafından açık hava müzesine dönüştürülmüş sokakları görüp, üzerine düşünmeden edemiyorsunuz. Direnişçilerin, günlerdir mücadele ettiği ve ele geçirdiği alan, aşılması zor barikatlarla ve umutlandıran, neşelendiren duvar yazılarıyla, günlerin izlerini taşıyor. Gezi Parkı’nı Topçu kışlası adıyla, sermayeye terk etme hevesi kursağında kalmış iktidar sahiplerinin, otoriter ve taviz vermeyen basın açıklamaları, eylemin ilk gününden beri meydanda varlığını gösteren polis terörü, tahmin edilenin aksine alanı boşaltmadı. Polisin, parkta ağaç nöbeti tutan eylemcilere düzenlediği sabah baskınları, çadırları yakması ve iktidarın pervasız açıklamaları, daha önce birçok defa yaşandığı gibi kitleyi sindirmedi, meydanların kitleselleşmesine sağladı. Malumunuz, polis saldırdıkça sokak kalabalıklaştı, iktidar konuştukça insanlar örgütlendi. Örmeye çalıştıkları korku duvarı günlerdir süren çatışmalarla ve mizahla alaşağı edildi. Meydanlar kalabalıklaştıkça, barikatlar kuruldu. Barikatlar kazanıldıkça, mizah gelişti. Mizah geliştikçe korku yitirildi.
haziran 2013
“Hep duvarlara kimin yazdığını merak etmişimdir. Artık biliyorum.” Biz Duvar Yazısıyız/Gülay Kutal
Direniş bir haftayı geride bıraktığında Taksim’e çıkan sokaklar, aziz nesin’in “Karikatür ille de çizgiyle yapılmıyor. Çizgi dışındaki malzemeyle de yapılıyor”* sözlerini hatırlatıyor. istiklal’de yazılama yapılmamış duvar bulmak mümkün değil. Direnişe destek vermeyen, polis şiddetinden sığınacak yer arayan, eylemcilere kapısını kapatan işletmelerin hali ise duman! Direnişçiler bu dükkanlarda ayrı bir özenle çalışmışlar! istiklal Caddesi’ni açık alışveriş merkezine dönüştüren kapitalizm artık bu sokakta oturmuyor. Yaşananlar henüz sistemi değiştirmedi tabi, bu sokaklar hala sermayenin egemenliğinde bir büyük “pazar”, ancak yeni biçimiyle çok daha şık. kozmetik ürünleri satan bir mağazanın kepenklerine yazılan “biber gazı cildi güzelleştirir!” mottosu bunun örneklerinden yalnızca biri. istiklal’den yukarı doğru yürüdükçe, “Biberi bal eyledik, meydanları dar eyledik”, akM’nin yanından geçerken, “Gezi’ye doğru işgali göreceksin, sakın şaşırma!”, Dolmabahçe’den yürürken, “Ne duruyorsun be at kendini denize, görmüyor musun her yanda hürriyet” yazılamaları, eylemin şiirsel mizahını ortaya koymakta. içi boşaltılmış, klişeleşmiş sloganları göremeyeceğiniz gibi, bu sloganlarla dalga da geçiliyor. Hemen hemen her sokak arasında rastlayacağınız “Çare Drogba” ve “Gekas göreve” hem kitlelerin kurtarıcısı rolüne bürünmüş siyasi yapı ve kişilerle eğleniyor hem de dipten ve derinden bir çözüm arayışı mesajını veriyor. Cinsiyetçi sloganlar da yok değil. Bu da ansızın beliren kitlesel bir eylemin doğal sonucu. kendinden çok emin bir iktidara karşı biriken öfkenin aslında düşük gelirli, bol kredili yaşama duyulan öfke olduğunu itiraf edememiş kalabalıklar, yaşadıklarının sorumlusu ve aynı zamanda
sebebi olan kapitalizmin ve cinsiyetçiliğin anlamını mücadele içinde öğreniyorlar. Bu cinsiyetçi sloganlara karşı meydanda duyarlılık geliştiriliyor. Direnişçilerden bazıları bu yazıları sildi bile! iktidarın polis teröründe ısrarcı tutumuna, “Orkid bile kanı sizden daha iyi durdurur”, “Polis simit sat, onurlu yaşa”, “ya ameliyatlı yerime gelseydi” yazıları, sıkı cevaplar. içki yasağına karşı eylemcilerin sözleri de bu duvarlarda: “O son birayı yasaklamayacaktın”, “Şerefine Tayip”, “Memleketi ayyaşlar kurtarıyor” yazılamaları eylemcilerin şerefine içmeyi gerektiriyor. unutmadan, yoğun biber ve portakal gazı saldırısına karşı, hayat kurtarıcı bir işlev gören mide ilacı Talcid de unutulmamış vefalı eylemciler tarafından, yine bir kepenkten: “Her yer Talcid, Her yer direniş!”. eylemcilerin korkuyla dalga geçtiği, belki bu sayede ondan kurtulduğu sloganlarsa, en unutulmaz örnekler. “Tayip Bieber”, “Yeter artık ya polis çağıracam”, “Polis ne haber canım”, “Oh biber!”, “Bu biber gazı bi harika dostum”, “Polis kardeş gerçekten gözlerimizi yaşartıyorsunuz” yazıları, Çarşı grubunun “biber gazı oley, biber gazı” sloganlarıyla eylemcilere cesaret veriyor! Birçoklarının kamu malına zarar olarak algıladığı duvar yazıları, vandalca bir çaba olmadığı gibi estetik değeri olan, öfkenin sanata dönüştüğü yaratıcı işler olarak okunmalı. Sanat yalnızca holdinglerin sponsor olduğu büyük galeride saklı değil! Direnişin de bir sanat olduğunu ve onurlu bir yaşam için direnenlerin duvarlarda bıraktıkları izlerin estetiğini görmezden gelmenin vandallık olacağını da eklemeli! kimsenin tahmin etmediği bir hızla büyüyen Gezi Parkı direnişi, basının ve burjuvazinin tüm manipülasyonuna karşı varlığını sürdürüyor. kafası karışık ama kimseye eyvallahı yok. Belki hiç farkında olmadan gelecek günlerin provasını yapıyor. Belki hep duvarlara kimin yazı yazdığını merak ediyorlardı, sahiden artık biliyorlar.
HHHH *Neyi, Neden, Nasıl Anlatıyor Karikatür Kim, Niye Çiziyor, Önder Şenyapılı, sf. 9