Perspektif 294

Page 1

Eylül-Ekim 2020 | Yıl: 26 | Sayı: 294

9 772195 547004

09

KIMLIK, AIDIYET VE TÜKETIM KÜLTÜRÜ GÖLGESINDE

AVRUPA’DA DÜĞÜN



Selamların en güzeli ile Avrupa’da Türkiye Kökenlilerin Düğün Seremonileri Evlilik, iki insanın hayatını birleştirdiği, aile müessesine girişte heyecanlı yolun ilk adımı. İslam geleneğinde nikâh akdinin çevreye ilan edilmesi gibi bir amaçla düzenlenen düğün ise, bugün toplumların geleneklerinin ve kimliklerinin kolektif olarak dışa vurulduğu bir seremoni. Yüzlerce yıldır yinelenen gelenekleriyle düğünler, köyden kente taşınmalarıyla çok farklı değişimlere de sahne oldu. Fakat bu değişimlerden belki de en ilgi çekicilerinden biri, Türkiye’den Avrupa’ya misafir işçi göçünün ardından bir kültür havzasından diğerine taşınan düğünlerdi. Almanya’da, Avusturya’da, Belçika’da, Fransa’da, Hollanda’da ya da diğer ülkelerde Türkiye kökenlilerin yaptığı düğünler, yalnızca basit törenler değiller. Düğünler, aynı zamanda bir topluluğun sosyolojik dönüşümünün ve küreselleşmenin bu topluluk üzerindeki etkilerinin de okunduğu fenomenler. Dünyanın küçük bir köy hâline geldiği bu çağda, düğünler de artık küresel ortak paydalara sahip. Bugün Almanya’nın en ücra köyündeki bir düğün, Yeni Zelanda’daki bir düğünün izlerini taşıyabiliyor. Sosyal medya, kitle iletişim araçları ve görsel imgelerin bu kadar hızlı yayılması, düğünlerin ve düğünlerde sergilenen geleneklerin birbirine benzeşmesine yol açtı. Bunun haricinde Avrupa’ya gelen misafir işçilerin lokallerde düzenlediği düğünler de, sonradan inşa edilen büyük düğün salonlarına taşındı. Her halükârda düğünler bugün dünyanın her yerinde gösteriş, israf, kimlik, gelenek gibi soruları yeniden gün yüzüne çıkartıyor. Biz de bu gerçeklerden hareketle bu sayıda “Avrupa’da Düğün” konulu bir dosya hazırladık. Bu dosyada Batı Avrupa özelinde Türkiye kökenlilerin düzenlediği düğünleri mercek altına aldık. Almanya ve Hollanda’da düğün maliyetini ve düğünlerdeki güncel değişkenleri Elif Zehra Kandemir yazdı. Düğünlere giden yolda “göç ve evlilik” konusundaki temel düşünceleri Dr. Besim Can Zırh özetledi. Hulusi Ünye, İslami kaynakların düğünlerle ilgili çizdiği çerçeveyi değerlendirdi. Kübra Zorlu, karma evliliklerin düğünlerini, aile kuran yeni çiftlerle konuşarak anlattı. Gökhan Duman, 70’li yıllardan bugüne Avrupa’da “Türk düğünü” fenomenine ışık tutarken; Nazife Şişman, Almanya’dan Türkiye’deki akrabalara izlemeleri için gönderilen düğün kasetlerinden bugüne, düğün seremonisindeki dijital değişimin okumasını yaptı. Dosya kapsamında düğün fotoğrafçıları, düğün salonu sahipleri ve düğün organizatörleri ile konuştuk. Gündem kategorisinde Sindyan Qasem, Almanya’daki İslamcılığı önleme tedbirlerini ve bunların Müslümanlar üzerindeki etkilerini yazdı. Hollanda’da Temsilciler Meclisi’nin raporunu Kenan Aslan ile konuştuk. Avusturya’daki “Siyasal İslam Takip Merkezi” hakkındaki eleştirileri ise Ünal Koyuncu derledi. Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere!

Bekir Altaş


İslam Toplumu Millî Görüş Aylık Haber-Yorum Dergisi September-Oktober 2020 • Eylül-Ekim 2020 | Jg. / Yıl: 26 | Nr. / Sayı: 294 Herausgeber/Yayıncı Für die IGMG - Islamische Gemeinschaft Millî Görüş e.V. (Amtsgericht Köln, VR 17018) das Generalsekretariat / İslam Toplumu Millî Görüş adına Genel Sekreterlik Vertreten durch den Vorstand/Yönetim Adına Kemal Ergün, Vorsitzender/Genel Başkan Bekir Altaş, Generalsekretär/Genel Sekreter Murat İleri stellv. Vorsitzender/Genel Başkan Yrd. Hakkı Çiftçi, stellv. Vorsitzender/Genel Başkan Yrd. Mikail Demir, stellv. Vorsitzender/Genel Başkan Yrd. Chefredakteur/Genel Yayın Yönetmen Bekir Altaş (V. i. S. d. P.) Editor/Editör Elif Zehra Kandemir

GÜNDEM

08

Genel Şüphe ve Otosansür: Almanya’da İslamcılığı Önleme Tedbirleri ve Bunların Müslümanlar Üzerindeki Etkileri

Redaktion/Redaksiyon Ali Mete, Ebru Hısım, Enise Yılmaz, Feyza Akdemir, Hatice Çevik, Kübra Zorlu, Mehmet Kandemir, Meltem Kural, Yasemin Yıldız T +49 221 942240-240 • F +49 221 942240-201 info@perspektif.eu • redaktion@perspektif.eu Druck/Baskı Im Auftrag der IGMG durch PLURAL Publications GmbH erstellt./ IGMG adına PLURAL Publications GmbH tarafından hazırlanmıştır. Colonia-Allee 3 • D-51067 Köln • T +49 221 942240-260 F +49 221 942240-201 Die Verantwortung für die Artikel liegt bei den Autoren. / Yayımlanan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Anzeigenservice/İlan Servisi T +49 221 942240-218 • F +49 221 942240-201 ilan@perspektif.eu Abonnement/Abonelik IGMG Mitgliederbetreuung/IGMG Üyelik Hizmetleri: Colonia-Allee 3 • D-51067 Köln T +49 221 942240-417 • F +49 221 942240-201 abone@perspektif.eu Jahresabonnement/Yıllık Abone Ücret 40,- € | Für Vereinsmitglieder der IGMG kostenlos./IGMG Genel Merkez üyelerine ücretsizdir. Auflage/Tiraj: 12.500 | ISSN: 2195 5476

DOSYA

32

Avrupa’da İslami Düğün: Değişim, Prensip ve Kurallar

perspektifeu

12

GÜNDEM

Hollanda Temsilciler Meclisi’nin Raporu: “Bir İtham Politikası Oluşmuş Durumda”

28

DOSYA

Ulusaşırı Evlilikler: Sıla ile Gurbetin Düğünü Dernek Olur mu?


GÜNDEM

16

DOSYA

22

Avusturya’da “Big Brother” Kurumuna İhtiyaç Var mı?

DÜNYA

DOSYA SÖYLEŞI

54

38

Avrupa’da Düğün Maliyeti "Şatoda Bir Prens ve Prenses Düğünü”

62

“Avusturya’daki Türkler Düğün Trendlerini Geriden İzliyor”

DOSYA

Geleneklerin Eşiğinde Avrupa’da Karma Düğünler

44

DOSYA

"Eyvah Türk Düğünü!"

50

DOSYA

"Kamera Gözünden" Berlin’de Bir Düğün

Beyrut Patlaması Çöküşe Giden Lübnan’ı Sarstı

58

DOSYA SÖYLEŞI

“10 Yıl Borç Ödeyecekseniz, İsteklerinizi Gözden Geçirmeniz Gerek”


GÜNDEMDEN KISA KISA

Yeni Bir Polis Şiddeti: Silahsız Siyahi Arkadan Vuruldu

ABD

Irkçı Tehdit Mektupları Skandalında Sayı Artıyor

ALMANYA

Amerika’da siyahilere yönelik polis şiddetinde son vakıa yeni bir protesto dalgasına yol açtı. Sosyal medyada yer alan bir videoda, adının Jacob Blake olduğu bildirilen kişi ile polisler arasında bilinmeyen sebeple tartışma çıktığı, 29 yaşındaki şüphelinin arkasını dönerek polislerden uzaklaştığı ve orada bulunan araca girmeye çalıştığı görülüyor. Bu sırada polisin siyahiyi arkasından vurması da aynı video görüntülerine yansıdı. Olayın sosyal medyada yayılmasının ardından sokaklara dökülen yüzlerce gösterici polis şiddetini protesto ederken, kent meydanında ve Kenosha polis merkezinin etrafında toplanan göstericiler uzun süre eylemlerine devam etti. Olayların ardından Kenosha’da gece sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

Almanya’da son aylarda pek çok siyasi, akademisyen, hukukçu, gazeteci ve sanatçı NSU 2.0 imzalı, ırkçı ifadeler içeren tehdit mektupları aldı. Tehdit mektuplarının hızla artması üzerine başlatılan soruşturmada, Almanya’da 2018’den bu yana toplam 99 ırkçı tehdit mektubunun yollandığı belirlendi. Hessen Eyaleti İçişleri Bakanı Peter Beuth, Wiesbaden’de bulunan eyalet parlamentosu soruşturma komisyonunda yaptığı açıklamada söz konusu mektupların 8 eyalette toplam 28 kişiye yollandığını tespit ettiklerini açıkladı. Mektupların daha çok elektronik posta yoluyla yollandığı belirtilirken, bunlardan 82’sinin NSU 2.0 imzası taşıdığı tespit edildi. Temmuz ayında bu rakam 70 olarak açıklanmıştı. Tehdit mektubu alanlar arasında Hessen Eyalet İçişleri Bakanı Peter Beuth’un kendisi de yer alıyor.

Perspektif 293/2020 Son yıllarda göç ve azınlık konuları hakkında daha nitelikli filmler çekilmeye başladı. Birleşmiş Milletler her yıl “Global Migration Film Festival” adı altında bir etkinlik düzenleyerek göçü ele alan en iyi filmleri ödüllendiriyor. Avrupa’daki hareketliliğe ışık tutacak bir dosya hazırlamış olmanız beni sevindirdi. Özellikle Almanya’daki genç film yapıcı ve yönetmenleri ile yapmış olduğunuz röportajları keyifle okudum. Daha da çok göçmen kökenli film yapımcısının yetişmesini, bunların göç konusunda çarpıcı ve anlamlı hikâyeleri ele almasını ve izleyicileri sorgulamaya teşvik edecek içerik üretmelerini gönülden temenni ediyorum. Hasan Eflatun, Hannover Yazı İşleri gelen mektupları kısaltma ve değiştirme hakkına sahiptir. Okuyucu mektupları dergi redaksiyonunun görüşlerini yansıtmamaktadır. Bize görüşlerinizi okuyucu@perspektif.eu e-posta adresi üzerinden bildirebilirsiniz.

6

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020


Göçmenlerin Denize Terk Edilmesi Hakkında Soruşturma Talebi

YUNANISTAN

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Sözcüsü Christian Wigand, basın toplantısında, Yunanistan’a gitmeye çalışan çok sayıda düzensiz göçmenin yakalandıktan sonra açık denize geri bırakıldığı, botlara bu sırada kapasitelerinden fazla göçmenin bindirildiği ve bu kişilere şiddet dâhil kötü muamele uygulandığına yönelik haberlerle ilgili soruyu yanıtladı. AB Komisyonunun geri itme ve kötü muamele iddialarını çok ciddiye aldığını vurgulayan Wigand, “Ulusal makamlar ve ulusal yargı, temel haklar dâhil olmak üzere yükümlülüklerin yerine getirilmesini sağlamakla sorumludur. Geri itme, şiddet kullanımı ve kötü muameleyle ilgili tüm iddialar soruşturulmalıdır.” ifadelerini kullandı. Wigand, Yunan makamlarının gerçeklerin ortaya çıkarılması ve kanunlara aykırı muamelenin takibi için soruşturma yürütmesi gerektiğini söyledi.

Belediye Başkanına Irkçı Tehdit Mektubu

FRANSA

Lyon yakınlarında Givors belediye başkanı Mohamed Boudjellaba, kendisine hitaben yazılmış bir tehdit mektubu aldı. Rhône-Alpes bölgesinde görev yapan belediye başkanı Boudjellaba, kendisine ulaşan mektubu “dört sayfalık iftira, ırkçı nefret ve tehditler” olarak tanımladı ve bu durum karşısında çok şaşırdığını belirtti. Boudjellaba, savcı ve yerel valiliğe şikayette bulunacağını açıkladı. Çok geçmeden Rhône valisi mektuptaki ifadeleri “iğrenç” olarak tanımladı ve şiddetle kınadığını ekledi. İçişleri Bakanı Gerald Darmanin de belediye başkanına verdiği desteği ifade ederek, tahammül edilemez ırkçı ifadeler karşısında tiksinti duyduğunu açıkladı. Darmanin, “Seçilmiş bir temsilciye saldırmak, Cumhuriyete saldırmaktır. Nefretin toplumumuzda yeri yoktur, hiçbir şekilde taviz vermeyeceğiz” ifadelerini kullandı.

Geçen Sayıdan Öne Çıkanlar

“Yirmi yıldan fazla bir süredir İngiltere’de aşırı sağcılar camilerin inşasına ve gelişmesine karşı çıkıyorken, camilerin ‘büyüklüğü’ hakkında korku tellallığı yapmak tabandan destek görmek adına etkili bir araç oldu.”

“Farklı Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkiye kökenlilerin film tercihleri arasında biraz farklılıklar var. Avusturya, Belçika ve Almanya komedi; İngiltere ve Fransa siyasi ve tarihî konuların işlendiği filmleri seviyor.“

“Almanya Acı Vatan filmi, Almanların gözünde göçmenlerin sadece iş gücü olarak göründüğünü, göçmen işçilerin fabrikalarda birer makineye dönüşmesiyle yansıtır.”

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

7


GÜNDEM

Genel Şüphe ve Otosansür:

Almanya’da İslamcılığı Önleme Tedbirleri

*Münster Üniversitesi İslam İlahiyatı Merkezi’nde araştırmacı olan Qasem, dil ve kültür bilimcidir. Qasem, “ırkçılık ve İslamcılık tarafından çarpıtılan İslam algısı hakkında tanımlama üstünlüğü” konusunda çalışmalar yapmaktadır.

8

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020


Almanya’da İslamcılık en tehlikeli ideolojilerden biri olarak görülüyor. 2020 yılı için 400 milyon avroluk bütçe, içerisinde “İslamcılık”ın da dâhil olduğu aşırı ideolojilerle mücadeleye ayrılmış durumda. Peki İslamcılığı önleme tedbirlerinin Müslümanlar üzerindeki yıkıcı etkileri neler? S i n d ya n Q a s e m*

D

in temelli siyasi bir aşırılık olarak kabul edilen İslamcılık, Almanya’da son yıllarda giderek artan bir şekilde önleyici tedbirlerin odak noktasında. Almanya’da hem güvenlik birimlerinin hem de sivil toplum aktörlerinin radikalleşmeyi önlemek için geliştirdiği program ve projeler, devlet tarafından finanse edilen etkili altyapı sayesinde kendisine varlık alanı buldu ve bulmaya da devam ediyor. İslamcılığın önlenmesi kapsamında alınan tedbirlerin birbirinden tamamen farklı alanları birleştirdiğini gözlemlemek mümkün: İslamcılığın önlenmesi için bir tarafta dindarlararası diyalog ve eğitimle ilgili öneriler takdim edilirken, diğer tarafta sınır dışı etmek ya da ayak kelepçesi takmak da olası İslamcı hareketlerin önüne geçmek üzere kullanılan araçlar olarak kabul ediliyor. Bu tür önleyici tutumların her zaman spekülasyon yaratması ve ayrımcı yan etkilere açık olması ise meselenin tabiatında var. Bu açıdan, İslamcılığa karşı alınan önleyici tedbirlerin daha büyük hedef gruplarıyla ve daha kapsamlı programlarla genişletilmesine eleştirel bir gözle bakılmalı.

İslamofobik Tezler Destekleniyor İslamcılığın önlenmesi, genellikle, İslamcılık eliyle var olan ve yükselişe geçen tehdide verilen bir tepki olarak kabul edilir. Almanya’da güvenlik kurumlarının hazırladığı bilirkişi raporları, sivil toplum örgütlerinin programları ve de İslamcılık araştırmaları son yıllarda giderek artan bir biçimde İslamcılık ve Selefizmin ideolojik bileşenlerine odaklanıyor. İslamcılık ve Selefizm kavramlarının dinî açıdan birbiriyle bağlantılı bir dünya görüşü önermesi, bir yönelim arayışında olduğu kabul edilen gençlere yüksek düzeyde çekicilik sunuyor. Bu mantığa göre İslamcılığı önleme programları, Almanya’da gittikçe yayılan ve güç kazanan; Müslümanları ve özellikle de gençleri etkileme potansiyeli olan bu ideolojiye verilen reaksiyonlardan ibaret. Ancak İslamcılığa karşı alınan önleyici tedbirlerin aslında bazı İslamofobik tezleri desteklediğini ve bu gerçeği “terörle savaş” kisvesi altında örtbas ettiğini de tespit etmek gerek. Müslümanlar Zan Altında Konuyla ilgili etkileyici bir örnek, 2019 yılı Ra-

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

9


GÜNDEM

Müslüman kurum ve şahıslar İslamcılık şüphesiyle çarçabuk yaftalanmamak için eleştirel ifadelerden kaçınmak zorunda kalıyor. mazan ayının sonuna doğru Köln’de yaşandı. Ramazan bayramı dolayısıyla geleneksel kıyafetlerini giymiş ve Arapça konuşan bir grup erkek, Köln Tren İstasyonu’ndan kalkacak bir trene yetişmek isterken –ortada geçerli hiçbir sebep olmadığı hâlde- makineli tüfeklerle silahlanmış polisler tarafından durdurularak yere yatırılmış ve hemen akabinde güvenlik görevlileri tarafından sorgulanmıştı. Bu açık şekilde ırkçı fişleme, İngilizce tabirle “racial profiling” idi. Buna rağmen Köln Emniyet Müdürü Uwe Jacob, Köln’deki söz konusu polislerin sadece “insanları korkutan ve büyük bir tehlike arz ettiği düşünülen durumlarda” ne gerekiyorsa onu yaptıklarını beyan ederek her türlü ırkçılık suçlamasını reddetmişti. Yani Köln polisine göre, polisin bu orantısız davranışının nedeni, “öteki” olarak algılanan geleneksel kıyafetlerin ve bazı Arapça kelimelerin, otomatik olarak “tehlike”yi çağrıştırmasını sağlayan ırkçı ve İslamofobik “algı filtresi” değildi. Tam tersine, bu orantısız davranış, Müslümanların sadece görünüyor olmasıyla ortaya çıkabilen güya haklı korkunun neticesiydi. Aynı mantık Almanya’da Müslüman öğrencilere karşı sergilenen pedagojik yaklaşıma da nüfuz etmiştir. Son yıllarda ortaya çıkan panik durumu ve alarmcılık; öğretmenleri ve sosyal hizmet çalışanlarını, Müslüman öğrencilerin göze çarpan her türlü davranışını radikalleşmenin olası işareti ve en kötü senaryoyla bir terör saldırısının habercisi olarak görmeye itti. Mutlaklaştırılan bu güvenlik düşüncesi, öğretmenlerle öğrenciler arasındaki iletişimi de etkileyen bir unsur olmuştur. Bu durum, istenmeyen dinî veya politik görüşlere sahip öğrencilerin otomatik olarak “radikalleşmiş” olarak etiketlenmesi anlamına gelmekte; onların aynı zamanda “karşı anlatılar” eliyle bu görüşlerden vazgeçmesi için de çaba gösterilmektedir. Bu bağlamda eğitim kurumlarının, güvenlik kurumlarının kontrol mekanizmasına kısmen boyun eğdiği de açıkça görülmektedir. Öğretmenler, Müslüman öğrencilerin hatalı davranışlarını sıklıkla danış10

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

manlık kurumlarına bildirmekte; bu kurumlar da talep edildiğinde bu bilgileri polis veya Anayasayı Koruma Daireleri ile paylaşmaktadır. Sonu Gelmeyen Entegrasyon Tartışmalarının Yükselişi ve İslamcılığı Engelleme Politikası Almanya’da mevcut entegrasyon tartışmalarının neden tırmanışa geçtiği böylece anlaşılmaktadır: “Entegre” olmayan herkes şüphelidir. Güvenlik düşüncesi ve bu düşüncenin ön koşulu olan İslamcılığın engellenmesi talebi, devlet ve sivil toplum kuruluşları ile Müslümanlar arasındaki her türlü etkileşimde ortaya çıkan “istenmeyen davranışları” sadece diskredite etmekle kalmamakta, ayrıca bunlara müeyyide uygulanmasını da mümkün kılmaktadır. İslamcılığı önleme politikası çerçevesinde yapılanların Müslümanların özgürlüğünü kısıtlayacağından endişelenmek için birçok neden var. İslamcılığı önleme tedbirleriyle öne çıkan kurum ve kişilerin İslamofobi ve ırkçılığı relative etmesi ve önemsizleştirmesi bu endişeyi arttırmaktadır. Anayasayı Koruma Dairesi’nin entegrasyon ve radikalleşme arasındaki bağlantıya ilişkin 2007 tarihli bir belgesi, İslamofobinin ve ırkçı görüşlerin güvenlik odaklı entegrasyon tartışmalarında ne kadar yer etmiş olduğunu gösteren bir örnektir. Bu belgede “güvencesiz bir yaşama sahip, saldırgan ya da şiddet eğilimli göçmen kökenli gençler” ile “izole edilmiş paralel Müslüman toplumlar” gibi bazı sosyal aktörlerin, kısaca “entegrasyon eksikliklerinin”, İslami radikalizmde rol oynadığı belirtilmektedir. Bu rol sonucunda entegrasyon politikasının da Anayasayı Koruma Dairesi’nin görev alanına girdiği ifade edilmektedir. Bu bağlamda dikkat çekici olan şey, “paralel Müslüman toplumlar”ın varlığına dair gözleme dayalı herhangi bir temelin var olmadığı ve ilgili broşürlerin sadece yükselen Müslüman karşıtı ırkçı havayla ilgili olduğudur. Örneğin, “medya bir süredir düzenli olarak sosyal ve etnik çatışmaları haberleştiriyor” ya da “paralel Müslüman toplum-


lar hakkındaki kamuoyu tartışmaları giderek artıyor” gibi cümlelerde bu hava açıkça görülmektedir. Anayasayı Koruma Dairesi’nin bu düşüncesi, aynı zamanda Almanya’da yaşayan Müslümanlar hakkında gözleme dayalı bir biçimde açıkça kanıtlanmamış olan ve bugün İslamcılığın önlenmesi için alınan tedbirlerde yeniden hayat bulan birçok ithamın da esas nedenidir. Her türlü sosyal mekân, İslamcılığın önlenmesi için kaçınılmaz olarak kullanılabilecek yerler hâline gelmiştir. İslamcılığın engellenmesi ile ilgili tedbirler “Almanya’da İslam” başlığı altındaki sosyal kategoriye neredeyse tamamen nüfuz etmiştir: Federal hükümetin 2017 yılında İslamcı aşırılıkları önlemek için hazırladığı ulusal programa göre aile ve sosyal çevre, okul ve cami derneklerinin her biri, gençleri radikallerin eline düşmeden önce “yakalamak” için caydırıcı bir surette zapt edilmelidir. Müslüman Toplulukların Akıbeti Almanya’da Müslümanlar sadece İslamcılığı önleyici tedbirler kapsamında hedef alınmamaktadır. Müslümanlara ait organizasyonların bu önleyici tedbirlere aktif bir şekilde katılım göstermesi için aynı zamanda bilinçli bir baskı da yapılmaktadır. İslamcılığı önleme düşüncesine göre camiler, Müslüman topluluklarla daha önce hiçbir bağı olmayan kurumlara oranla, Müslüman insanların “problemli” tutumlarıyla çok daha makul bir şekilde baş edebilen lokal kurumlar olarak görülmektedir. Müslümanlara ait kurumlar tarafından yürütülen İslamcılığı önleme tedbirleri; sosyal hizmet, eğitim, diyalog projeleri ve demokrasi eğitimi gibi başlıkları içermektedir. Bununla birlikte bazı Müslüman gruplara ve derneklere karşı hâlâ büyük bir güvensizlik söz konusudur. Eskiden İslami dernek ve organizasyonlardan sık sık kendilerini İslamcılıktan uzak tuttuklarını ve Almanya’ya olan sadakatlerini tasdik etmeleri isteniyordu. Bu açıdan, Müslümanların ve Müslümanlara ait organizasyonların İslamcılığı önleme tedbirleri konusundaki angajmanları, her zaman ikircikli bir “zihniyet testi”dir. İslamcılığı önleme hususunda angajman ortaya koyan grup ve cemaatler, devletin güvenlik kurumları ve kamusal aktörler tarafından detaylı incelemeye tabi tutulurken; bu projelere katılmaktan kaçınan grup ve

cemaatler sorgusuz sualsiz “şüpheli” olarak kabul edilmektedir. Diğer Müslüman Cemaatlere Güvensizlik İslamcılığı önleme tedbirlerinin Müslüman cemaatler tarafından gerçekten uygulanıp uygulanmadığına bakılmaksızın Müslümanlara karşı geliştirilen bu genel şüphenin oldukça tehlikeli sonuçları vardır: Çok sayıda cemaat, bu güvenlik mantığını benimsediği ölçüde diğer cemaatlere güvensizlik duymaya, hatta kendi üyelerinin faaliyetlerine dahi şüpheyle yaklaşmaya başlamıştır. Bu bağlamda giderek artan otosansür, Almanya’daki Müslümanların günlük hayatı içerisinde büyük bir tehlike arz etmektedir. Çünkü hem kurumlar hem de şahıslar İslamcılık şüphesiyle çarçabuk yaftalanmamak için eleştirel ifadelerden kaçınmak zorunda kalmaktadır. Böylece kendilerini İslamcılığı önleme mantığıyla uzlaşmış olarak tanımlayan kurum ve şahıslar medyada yer alırken; karşıt sesler neredeyse hiç duyulmamakta, bu durum da Almanya’daki çeşitli Müslüman cemaatler arasındaki dayanışmanın zarar görmesine neden olmaktadır. Zira İslamcılık ithamına maruz kalan kurum ve cemiyetler diğer Müslüman cemaatler tarafından desteklenmemektedir. Buna mukabil farklı cemaat ve şahısların canla başla “iyi Müslüman” olarak lanse edilmesi, kabullenilmesi, hatta aktif bir şekilde desteklenmesi söz konusuyken; diğer cemaat ve şahısların tehlikeli, radikal ve anti-demokratik olarak etiketlendiği görülmektedir. Bazı Müslüman organizasyonların kendilerini İslamcılığı önleme tedbirlerinin sorumlusu olarak konumlandırması ve bu uğurda devlet desteği almaları, bu durumun her şeyden önce Almanya’daki Müslümanları ve dernekleri topyekûn disipline etmenin bir aracı olduğunu göstermektedir. Bu güvenlik düşüncesine ve alınan tedbirlere karşı eleştirel bir bakış açısı geliştirmek oldukça önemlidir. Zira İslamcılığın önlenmesine yönelik uygulanan tedbirler, Müslümanların günlük hayatını önemli ölçüde etkileyebilir; onların özgürlüklerini kısıtlayabilir ve nihai hedefe ulaşmak üzere seküler “Alman İslam’ı”nın Müslümanlar için yegâne inanç formu olarak kabul edilmesi amacını takip edebilir. SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

11


GÜNDEM

Hollanda Temsilciler Meclisi’nin Raporu:

“Bir İtham Politikası Oluşmuş Durumda” Hollanda İslam Federasyonu (NIF) Kurumsal İletişim Başkanı Kenan Aslan ile Hollanda’da camilere yönelik meclis soruşturmasının muhtemel sorunları ve çıkmazlarını konuştuk.

Ebru Hısım

Hollanda’da şubat ayında “istenmeyen yurtdışı finansmanı” sebebiyle camiler ve İslami kurumlar meclis soruşturmasına tabi tutuldu. Bu soruşturmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Üzüntü verici, çünkü öncelikle kendileri hakkında herhangi bir şüphe olmayan kurumların bir “soruşturma”ya tabi tutulması, onları hiç de alakaları olmayan bir “suç”la itham etmek anlamını taşıyor. Müslüman kurumların bir meclis komisyonu karşısında “ifade vermesi”, onlara doğrudan örtülü bir ithamda bulunmak demek. Söz konusu soruşturmanın çıkış noktası, Hollanda’da finansal açıdan şeffaf olmadığı iddia edilen iki cami. Bu iki caminin Suudi Arabistan ve Katar’dan finansal destek aldıkları belirtiliyor. Bu

12

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

iddiadan hareketle, anayasal düzenin imkânları “suç” işleyenlere karşı yeterliyken ve soruşturma yalnızca bu iki dernekle sınırlı tutulabilecekken; ülkedeki büyük İslami kuruluşların hesap vermesi durumuyla karşı karşıyayız. “Parlementaire ondervraging”, yani “Meclis Soruşturması” Hollanda siyasi sisteminde en ağır yöntemlerden biri. Bu yöntemin diğer İslami kuruluşları da kapsayacak şekilde genelleştirilmesi ise, Müslümanlara ve kurumlarına yönelik önyargının doğrudan meclis eliyle teşvik edilmesi demek. Burada şunu da belirtmek gerek: Bizim herhangi bir soruşturmadan hiçbir şekilde bir çekin-


SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

13


GÜNDEM

cemiz de yok; çünkü soruşturma neticesinde ortaya çıkmasından endişe edebileceğimiz herhangi bir faaliyetimiz yok. Hollanda İslam Federasyonu (NIF) olarak bu soruşturmaya tabi tutulmadık. Fakat bizim de üyesi olduğumuz çatı derneğimiz CMO, bu meclis soruşturması kapsamında ifade verdi. NIF olarak kendi cemiyetlerimizi çok iyi tanıyoruz. Meclis soruşturması olsa da olmasa da, kendi cemiyetlerimizdeki şeffaflık konusunda zaten senelerdir yürüttüğümüz tutarlı bir duruş var. Bunun dışında camilerimizin bütün faaliyetlerini de “hesap verilebilirlik” ilkesi etrafında şekillendiriyoruz. Bu angajmana rağmen Hollanda’da meclis soruşturmasında bütün İslami kuruluşların mercek altına alınması, bizim açımızdan bir hayal kırıklığı demek. Söz konusu meclis soruşturması kapsamında kilise ve sinagogların incelenmemesi eleştiri topladı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Şu anda Hollanda Meclisi’nin verdiği talimat doğrultusunda Brüksel’de bir araştırma şirketi ülkedeki dinî cemaatlerle ilgili ikinci bir araştırma yapıyor. Bu ikinci araştırma camiler, sinagoglar ve kiliselere yönelik. Ülkedeki dinî cemaatlerin mevcut durumuyla ilgili bilimsel araştırmalar yapılması elbette sevindirici. Böylece bizler de kurumsal temsilciler olarak “dışarıdan bir göz”le kendimizi analiz etme şansına kavuşuyoruz. Nitekim Brüksel çıkışlı bu araştırmada biz de NIF olarak sorulara cevap verdik. Temsilciler Meclisi’nin şubat ayında yaptığı soruşturma ise yalnızca Müslümanlara yönelikti. İlk başta soruşturmanın başlığında yalnızca “Müslümanlar”ın yer alması tepki çekince, soruşturmanın başlığı da “özgür olmayan ülkelerden gelen finans-

man” şeklinde düzeltildi. Fakat bu durum yine de Müslüman cemaatten haklı olarak büyük tepki topladı. Bahsettiğiniz “özgür olmayan ülkeler” kavramı da çok tartışmalı. Bu kavramın içinin net bir şekilde doldurulamamasının nedeni nedir? Bunun nedeni, bu kavramın sosyolojik ya da hukuki değil, siyasi bir kurgu olması. Hollanda’nın siyasi zemininde ya da uluslararası ilişkilerinde “özgür olmayan ülkeler” diye bir liste yok. Temsilciler Meclisi de bu terimin içini tam manasıyla doldurabilmiş değil. “Özgür olmayan ülkeler” ile kimin kastedildiğini yine soruşturma raporunda öğreniyoruz. Soruşturmada Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye bu şekilde sınıflandırılmış oluyor. Türkiye doğrudan “özgür olmayan ülke” olarak nitelendirilmemiş olsa da, soruşturmada Diyanet’in de ele alınması bu anlama geliyor. Buradaki eurosentrist bakışa bir itirazımız var. Neye göre bazı ülkeler “özgür olmayan ülke” olarak tanımlanıyor? Ve her şeyden önce buradaki “özgürlük” tanımını kim belirliyor? Var olan bir sorundan hareketle, somut deliller ortaya konulmadan tüm İslami kuruluşları bir torbada değerlendirmek doğru değil. Bütün İslami cemaatlere, “Siz de özgür olmayan ülkelerden finansal destek alıyor musunuz” şeklindeki sorularla bir itham politikası oluşturuldu. Şöyle bir örnek vereyim; iş hayatında iletişimde olduğum birçok insan bile, “Siz Suudi Arabistan’dan para mı alıyorsunuz” şeklinde sorular sordu. Bu, Temsilciler Meclisi’nin ortaya atmış olduğu sorunun, toplumdaki karşılığını gösteriyor. Şeffaflık ve yurtdışı finansmanı tartışmaları Hollanda’da uzun senelerdir konuşuluyor. Özel-

İkili ilişkilerde devletler yaralarını belki daha çabuk sarıyor; ama bireyler daha uzun vadede etkileniyor.

14

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020


Meclis soruşturması olsa da olmasa da, kendi cemiyetlerimizdeki şeffaflık konusunda zaten senelerdir yürüttüğümüz tutarlı bir duruş var.

likle “Nieuwsuur”un yaptığı yayından sonra siyasi ajandada bu gündem daha belirgin şekilde yerini aldı. Hollanda’daki camilerde ve Kur’an okullarında, demokrasiye ve Hollanda’ya uygun olmayan söylemlerin ve eğitimlerin verildiği, bu durumun yurt dışı finansmanıyla dayatıldığı iddia ediliyor. Bu iddianın temeli nedir? Hollanda’daki İslami kuruluşların ezici bir çoğunluğu oldukça şeffaf bir yapıya sahipler. Buradaki esas sorun, tekil sorunların genelleştirilmesi. Nieuwsuur programında belirli camilerin ders içeriklerinden hareketle oluşturulan “sorun” algısının İslami kuruluşlar adına genellenmesi sıkıntılı. İslami eğitim kurumlarının eğitim modellerini tartışmaya açabiliriz. Hollanda’da İslami eğitimin temel çerçevesi nedir, bu eğitimin pedagojik gereklilikler ekseninde eksiklikleri var mı gibi sorular çok değerli sorular. Fakat burada tartışmanın yapıcı yürütülmediğini, içeriğe dayalı bir tartışmadan ziyade önyargıları destekleyen adımların atıldığını görüyoruz. Örneğin Diyanet de dâhil olmak üzere buradaki İslami kuruluşların çok büyük bir çoğunluğu, eğitim müfredatlarını buranın toplumsal şartlarına göre yine burada oluşturuyorlar. Mevcut kamuoyu algısı ise, camilerin tamamında Müslüman çocuklara indoktrinasyon gerçekleştirildiği yönünde. Bu elbette komik bir iddia. Peki bu genellemeci bakış karşısında ülkedeki Müslüman cemaatin tepkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Etkili ve sivil bir tepki söz konusu mu? Hollanda’daki Müslüman cemaat olarak güçlü bir sivil inisiyatif oluşturabildiğimizi söylemek zor. İnsanlar biraz bu tartışmalardan bıkmış durumdalar. Diğer yandan tamamı gönüllülüğe dayanan insan gücü sermayesi, bu tarz tartışmaları uzun vadede yönetebilmek için zayıf. Yine de tüm

bunlar, Müslümanları ilgilendiren konularda eylemsiz kalmaya bahane değil. Şunu da söyleyebilirim: Hollanda’daki Türkiye kökenlilerde bir geriye çekilme gözlemliyorum. 11 Mart 2017 tarihinde Rotterdam Başkonsolosluğu ekseninde gerçekleşen olaylardan dolayı Türk toplumu ciddi bir darbe aldı. Haklarını savunma konusunda gençler eskisi gibi atılgan değiller; fikirlerini söylediklerinde yaftalanmak ve büyük bir medya dalgasıyla mücadele etmek onlara zor geliyor. İkili ilişkilerde devletler yaralarını belki daha çabuk sarıyor; ama bireyler daha uzun vadede etkileniyor. Biz NIF olarak Temsilciler Meclisi’nin raporunda geçmiyoruz; fakat elbette duyarsız da kalmayacağız. Sonuçta bu soruşturma, Hollanda’daki Müslüman toplumu yakından ilgilendiriyor. CMO ve Rijnmond İslami Kuruluşlar Platformu (SPIOR) ile istişare edeceğiz. Bizim de üyesi olduğumuz CMO, Temsilciler Meclisi’nin raporuyla ilgili itirazlarını Meclis’e iletip gerekli görüşmeleri gerçekleştirecek. NIF hukukçuları da raporla ilgili bir çalışmayı sürdürüyor. Mesele sadece Temsilciler Meclisi’nin araştırması değil. Bir toplumsal kesime yönelik şüphe algısından hareketle oluşturulan bu tarz tartışmaların tekrarlanmaması için aktif bir çalışma gerçekleştirmek gerek. Önümüzdeki sene Hollanda Temsilciler Meclisi seçimi var. Seçim ile alakalı bilgilendirme çalışmaları yapacağız. Ayrıca bu tarz tartışmalar Meclis gündemine gelmeden altyapı çalışmalarını gerçekleştirmek istiyoruz. Daha çok orta ve uzun vadede yapabileceklerimizle ilgili bir planlama sürecimiz var.

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

15


GÜNDEM

Avusturya’da “Big Brother” İhtiyaç Var mı?

* Siegen Üniversitesi siyaset bilimi, sosyoloji ve tarih dallarında yüksek lisan eğitimini tamamlayan Koyuncu’nun uzmanlık alanları göç, entegrasyon, diaspora politikaları ve Avrupa ülkelerinde Müslümanlar gibi konulardır.

16

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020


Kurumuna ?

Avusturya’da “Siyasal İslam Takip Merkezi” gündemde. Kurulacak merkez, ülkedeki Müslümanların toplumsal gerçekliğinin çok gerisinde. Ünal Koyuncu*

© SariMe/shutterstock.com

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

17


GÜNDEM

Siyasal İslam Takip Merkezinin kurulması anakronik, çağdışı ve reaksiyoner bir adım. Hatırlanacağı üzere Avusturya Halk Partisi (ÖVP) ile Yeşiller Partisi arasında kurulan hükümetin hedefleri arasında ülkede var olduğu düşünülen “siyasal İslam” akımlarıyla ilgili bir dokümantasyon merkezinin kurulması da yer alıyordu. Başta Avusturya İslam Cemaati (IGGÖ) olmak üzere bazı Müslüman kuruluşların tepkisine neden olan bu hedef hükümet programının, 1) 52. sayfasında “Anma Kültürü” başlığı altında “antisemitizm, dinî motivasyonlu siyasal ekstremizm (“siyasal İslam”) ve 21. yüzyılda ırkçılık sorunları için araştırma ve dokümantasyon merkezinin kurulması”, 2) 206. sayfasında “Entegrasyon ve Eğitim” başlığı altında Avusturya Anayasası’nın “esaslarına karşı duran dinî motivasyonlu siyasal ekstremizm (“siyasal İslam”) gibi ideolojilerin manipülasyonu ve yayılmasıyla mücadele edileceği”, 3) 219. sayfasında “Ekstremizm ve Terörizme Karşı Önlemler” başlığı altında “sağ ekstremizm ve dinî motivasyonlu siyasal ekstremizme (siyasal İslam) karşı eylem planının hazırlanacağı” 4) ve son olarak “dinî motivasyonlu siyasal ekstremizm (siyasal İslam) hakkında bilimsel araştırmanın, dokümantasyonun, hazırlığının ve ayrıca aydınlatma ve önlem çalışmalarının yapılacağı, daha iyi koordine edileceği bağımsız, devlet tarafından meşrulaştırılmış bir dokümantasyon merkezinin kurulması” şeklinde ifade ediliyordu. Azınlıklarla ilgili daha itinalı bir tutum içerisinde olan Yeşiller Partisi’nin hükümet ortağı olmasına rağmen bu maddelerin yer almış olması şaşkınlıkla karşılanmıştı. Zira “siyasal İslam” gibi karmaşık ve tartışmalı bir kavram kullanılarak din özgürlüğü kapsamına giren temel haklarla

18

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

ilgili ciddi bir takım kısıtlamalar gündeme gelebilirdi. Ayrıca Müslümanlar arasında belirli bir kesim töhmet altında bırakılabilir; potansiyel suçlu ve şüpheli muamelesi görebilirdi. Gözetleme Merkezine Giden Yolda Olaylar Silsilesi Avusturya’da koronavirüs krizinin önceki aylara kıyasla hafiflemesinin ardından bu hedefin uygulanması yönündeki adımlar da somutlaşmaya başladı. Avusturya Entegrasyon Bakanı Susanne Raab, temmuz ayının ortasında yaptığı basın toplantısıyla “Siyasal İslam Takip Merkezi” (Alm. “Dokumentationsstelle Politischer İslam”) olarak Türkçeleştirebileceğimiz birimin kuruluşuna ilişkin somut bilgiler verdi. Bakanlık, merkezin başına gelecek kişinin belirlenmesi maksadıyla iş ilanına çıktı ve tespit ettiği uzmanlarla bir açılış toplantısı yaptı. Bu görüşmenin ardından yapılan basın toplantısında yedi kişilik bir ekiple “siyasal İslam’ın, yapılarının ve ilgili paralel toplumların araştırılacağı” belirtildi. Bakan Raab’a göre bu merkezde dinî saikli ekstremizm ve bu ideolojiyi savunan dernekler hakkında kurumlara, siyasete ve kamuoyuna “bilgi” üretilecekti. Böylelikle anayasal düzen açısından tehlikeli bulunan bir dinî grup hakkında şeffaflığın sağlanacağı iddia ediliyordu. Bu arada bu basın toplantısına kadar uzanan birkaç haftalık süreçte “acaba kurulacak olan Siyasal İslam Takip Merkezi için gündem mi ısıtılıyor” şüphesini uyandıran iki olay yaşandı. İlkinde Türkiye Cumhuriyeti Viyana Büyükelçisi’nin bir konuşması siyasetin olağanüstü tepkisini çekti. Bir STK etkinliğinde konuşma yapan Büyükelçi, diplomatik nezaketi aşan ve ev sahibi ülkenin -veya herhangi bir ülkenin- vatandaşlarına karşı saygısızlık olarak kabul edilebilecek sözler sarf etti. Mesele diplomatik teamüller doğrultusunda Avusturya Dışişleri Bakanlığı tarafından Türkiye


Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığına uyarı mahiyetinde bir nota ile iletildikten sonra, Büyükelçi’nin geri çekilmesi talep edilebilirdi. Nihayetinde büyükelçi kaynaklı bir sorun iki ülke arasında görüşülerek sorun olmaktan çıkartılabilirdi. Bu sayede Büyükelçi’nin konuşmasına ev sahipliği yapan Avusturyalı derneklere şüpheli muamelesi yapılmazdı. Ama sanki fırsattan istifade olay bir iç politika malzemesi hâline getirildi. Entegrasyon Bakanı Raab, Büyükelçi’yi görüşmeye çağırarak uyarıda bulundu. Bununla da yetinilmedi. Avusturya Başbakanlığı bünyesinde olayla ilgili 20 sayfalık bir rapor hazırlandı. Raporda bir yandan olay hakkında somut bilgilere yer verildi; diğer yandan da Türkiye’deki “Siyasal İslam” ve bunun Avusturya’ya etkileri üzerinde değerlendirmeler yapıldı. İkinci olay Viyana’nın Favoriten bölgesinde Türkiye kökenli iki grup arasında yaşandı. Avusturya basınında, bu bölgede yürüyüş yapan “Kürtlere Türk gençlerin” saldırdığı yazıyordu. Basın, birkaç gün devam eden olaylar hakkında genişçe haber yaptı. Bu durum karşısında doğal olarak siyasilerden, paralel topluma ve Türkiye’nin

Avusturya’ya müdahale etmesine fırsat verilmeyeceği yönünde beyanatlar geldi. İşin düşündürücü tarafı ise olayların çıkış noktasıydı. Çünkü normal şartlarda Türkiye’de PKK’ya karşı bir operasyon düzenlendiğinde veya HDP bağlamında politik bir olay olduğunda bu akımın Avrupa’daki taraftarları sokağa çıkardı. Türkiye’de bu çerçevede sıra dışı bir olay yokken Avusturya’da bu kesimin sokağa çıkması ilginç bir durumdu. Sebepler veya sonuçlar ne olursa olsun bu iki olay Raab’ın işine yaradı ki, olaylardan sonra yaptığı açıklamalarda Siyasal İslam Takip Merkezi’ne ne kadar ihtiyaç duyulduğuna işaret etti. Onun anlayışına göre bu olaylar, Avusturya’da paralel toplumun varlığının ve bir “siyasal İslam” partisi olan AKP’nin Avusturya’ya yönelik etkisinin kanıtıydı. Zorlama Bir Süreci Yorumlamak Siyasal İslam Takip Merkezi’yle ilgili olaylar silsilesini bu şekilde özetledikten sonra meselenin diğer boyutuna, yani olayların nasıl anlaşılabileceği ve yorumlanabileceği kısmına geçebiliriz. Tabii bunu yaparken başlangıçta yorumlama işinin zorluğunu hesaba katmak gerek. Çünkü Avusturya hükûmeti, kendi kurguları içerisinde zorlama bir

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

19


GÜNDEM

süreç yürütüyor. Yani bir yandan Avusturya’daki -muhafazakar- Müslümanların realitesiyle örtüşmeyen, diğer yandan da birbiriyle alakası olmayan faktörleri bir araya getirerek politik mesele yaptığı ve tehlikeli gördüğü konu sanki günlük hayatta karşılaşılan bir olguymuş gibi hareket ediyor. Bu açıdan bakarak gelişmeleri anlamayı zorlaştıran unsurlara yer verebiliriz. Öncelikle Avusturya’da 80’ler veya 90’larda “Siyasal İslam Takip Merkezi” gibi bir yapının kurulması gündeme gelmiş olsaydı, bu tarz fiyasko bir girişim galiba daha normal karşılanabilirdi. O dönemin Avusturya göçmen Müslüman toplumunda böyle bir kurumu gerekli kılan unsurlar söz konusu olabilirdi. Nihayetinde yerleşik hâle gelmemiş, geri dönüş düşüncesinin belirleyici olduğu ve bu nedenle anavatana dair siyasi ve ekonomik gündemin ağır bastığı göçmen topluluklar söz konusuydu. Dolayısıyla dindar-seküler, sağsol tüm göçmen gruplarda, bu grupların oluşturduğu yapılarda -cami dernekleri, kültürel dernekler- anavatanın gündemi daha etkindi. Bu gruplar Avusturya düzenine özde ve sözde daha yabancıydı. Bunun üzerine devletin -bu grupların yeni olması nedeniyle- gruplar hakkındaki olası bilgisizliği de hesaba katıldığında böyle bir yapının o dönemde kurulması anlaşılır olabilirdi. Aradan geçen yaklaşık 60 yıllık bir dönemin

ardından -Bakan Raab’ın açıklamalarından yapılabilecek çıkarımlara ve Viyana olaylarıyla ilgili rapora göre hedef tahtasında yer alan- muhafazakar Müslümanların geçirdiği evreleri de dikkate alarak, bugün Siyasal İslam Takip Merkezi gibi bir yapının kurulmasını anakronik, çağdışı ve reaksiyoner bir adım olarak değerlendirmek mümkün. Avusturya’daki Müslümanlarla ilgili toplumsal realite, Bakan Raab’ın zihnindeki şüphe kurgusundan çok farklı ve onun ötesinde bir noktada. 60 yılı aşkın bir süredir -muhafazakar- Müslümanlar Avusturya’da yaşıyor. Bu zaman zarfında birden fazla sosyolojik süreci aşarak bu günlere geldiler. Bugün itibarıyla baktığımızda muhafazakar Müslümanlar içerisinde hayatı omuzlayan ana kesimin ikinci ve üçüncü nesilden oluştuğunu gözlemleyebiliriz. Bu kişiler hayatlarının neredeyse tamamını Avusturya’da geçirmiş, dolayısıyla Avusturya’ya olan bağları çok daha güçlü. Viyana, Bregenz veya Linz, onların memleketi. Avusturya’daki anayasal düzenle sorunları olmadığı gibi İslam ülkelerindeki yıkıcı gelişmeleri de eleştirel gözle takip ediyorlar. Hatta Türkiye kökenliler arasında iktidarın geldiği otoriter çizgi açısından ciddi hayal kırıklığı yaşayanlar var. Bu kesimin kurduğu sivil toplum kuruluşları da Avrupa’nın diğer ülkelerinde olduğu gibi çok daha fazla Avusturyalı. Bütün bunlar bu kesimde Avusturya topluluğuyla bütünleşme,

“Her nefis ölümü tadacaktır.” (Enbiyâ suresi, 21:35)

CIMG FRANCE | CENAZE FONU CIMG France - Confédération Islamique Millî Görüş | İslam Toplumu Millî Görüş 64 rue du Faubourg Saint-Denis | 75010 Paris | T 01 45 23 41 55 | F 01 47 70 34 96 294 • EYLÜL-EKIM 2020 20 SAYI| www.cenazefonu.fr info@cenazefonu.fr


daha da yerelleşme açısından hiçbir sorun olmadığını anlamına gelmiyor elbette. Fakat muhtemel eksiklikleri gidermek için polisiye gözetleme kurumundan ziyade realiteyle örtüşen proje desteklerine ve işbirliklerine ihtiyaç var. Müslümanları Kamuoyu Nezdinde Şüpheli Duruma Düşürmek Dikkat çekilmesi gereken diğer bir nokta, Viyana İslam Federasyonu (IFW) ve Avusturya Türk İslam Birliği (ATİB) gibi İslami cemaatlerin, daha doğrusu bu kuruluşların yönettiği camilerin oynadığı rolle ilgili. Bu kurumların camilerine her kesimden Müslüman, dindarlık derecesine veya dinî ihtiyaçlarına göre gider. Sağcı, solcu, muhafazakar, liberal veya sosyal demokrat kesimden, kimisi günlük beş vakit namaz, kimisi bayram namazı, kimisi de cenaze namazı için camileri ziyaret eder. Dolayısıyla her bir cami o bölgedeki Müslüman kesimin dinî merkezidir. Yerel ölçekte geçerli olan bu durum, federal ölçekte IFW veya ATİB’in Avusturya’da anayasal düzen içerisinde din özgürlüğü kapsamında dinî hizmetler veren ve gerektiğinde dinî haklar için mücadele eden kuruluşlar olmasına kadar uzanır. Bu kuruluşları doğrudan veya dolaylı olarak mesele yapmak, bu camileri mesele yapmaktadır. Takip Merkezi gibi bir kurumun kurulması dolaylı olarak Müslüman bireylerin dinî yaşamlarına politik müdahale anlamına gelir. Bu kurumun yaptığı çalışmalarla kamuoyunda estireceği hava ister istemez bu yöne götürür. İslami muhafazakar kesimi kamuoyu nezdinde şüpheli konuma düşürmek, çoğunluk toplumla ilişkisini ve güvenini zedeleyici bir şekilde adım atmak, entegrasyon bakanının yapabileceği bir icraat olmasa gerek. Şayet anayasal düzen ve ceza hukuku açısından sorunlu bir unsur varsa Avusturya gibi Avrupa’nın en köklü ve imparatorluk geçmişine de sahip olan bir ülkede bunu takip edecek güvenlik, istihbarat ve yargı kurumları yeterince vardır. “Siyasal İslam”, her aktörün kendine göre yorumladığı, klasik Müslüman coğrafyada; yani Türkiye, Mısır, İran veya Suudi Arabistan gibi Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki din-siyaset ilişkisi ekseninde gelişmiş bir fenomen. Kökeni bu

coğrafyadaki 1. Dünya Savaşı sürecinde yaşanan dönüşüm ve kırılmalara dayanıyor. Bu mahiyetteki bir kavram bugünkü Avusturya Müslümanları açısından ne manaya geliyor? Onların toplumsal realiteleriyle sosyolojik açıdan ne kadar örtüşüyor, gerçekliklerini ne kadar yansıtabiliyor? Bu tespit ve soruları göz önünde bulundurduğumuzda “Siyasal İslam” merkezli tanımlama çabalarını dış kaynaklı bir gömleğin içerde yerelleşme sürecinde olan bir kesime –biraz da zorla- giydirilmesi olarak değerlendirmek mümkün. Halbuki asıl ihtiyaç olan içerdeki bu kesimi kendi iç dinamikleriyle inceleyerek yeni ve daha gerçekçi kavram ve yaklaşımların üretilmesi. Avusturya’da Köklü Kurumlar Mevcut Bu üç nokta, yani Müslümanların yerelliği, İslami kuruluşların dinî cemaat olma özelliği ve “siyasal İslam” gömleğinin bu kesim için yabancılığı hususları Siyasal İslam Takip Merkezi oluşumuna niçin ihtiyaç olduğu sorusunu akla getiriyor. Buna rağmen bu yapıda ısrar edilmesi zorlama bir sürecin işlediğini gösteriyor. Nesne hakkında yanlış bilginin, onunla iletişimsizliğin, onu kendi iç dinamiklerinden hareketle tanımamanın belirlediği bir süreç. Şayet ihtiyaç bilgi eksikliğini gidermekse bunun için Avusturya üniversiteleriyle çalışmaları tespit etmek ve bunun için uygun bir yapısal çerçevece bulmak Avusturya Entegrasyon Fonu kurumu için kolay olsa gerek. Şayet hedef Avusturya’da yaşayan Türkiye kökenlilere yönelik Türkiye’nin etkisini kırmaksa, Dışişleri Bakanlığı ve Diplomasi Akademisi gibi kurumlarla konsept hazırlayıp uygulamak mümkün. Şayet mesele Avusturya’daki Müslümanların tamamı için de hayati bir tehdit olan İslam motivasyonlu ekstremistlerle mücadeleyse güvenlik ve istihbarat birimleri bu konuda yasal görevlerini zaten yerine getiriyorlardır. Tüm bu ihtiyaçlara cevap verecek bir kurum olduğuna göre geriye ne kalıyor? Bir Entegrasyon Bakanı’nın yapabileceği en faydalı çalışma başta IGGÖ olmak üzere ilgili aktörlerle işbirliği içerisinde bu soruya cevap bulmak ve ortaya çıkan sonuçlara göre projeler geliştirmek olacaktır. Bunu sağlayamayacak her bir polisiye “big brother” yöntemi, enerji ve kaynak israfı olacaktır.

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

21


D O S YA

Avrupa’da Düğün

Şatoda Bir Pr Prenses Düğ

*Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini sürdürmektedir. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ulusaşırı Türk toplulukları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

22

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020


ÖZEL DOSYA

A

V R U P

D Ğ Ü N

rens ve ğünü

A ’ D

Ü

n Maliyeti:

A

Almanya ve Hollanda’da düğün yapmanın maliyeti ne kadar? Bu iki ülkeden düğün salonu sahipleri ve organizasyon firmalarıyla düğün masrafını konuştuk. Elif Zehra Kandemir*

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

23


D O S YA

20 sene önce Almanya’daki Türk düğünlerinde kızarmış tavuk ve turşu verilirdi. Şimdi gençler 5 çeşit yemeğin olduğu menüler, açık büfe meyveler, girişte meşrubat servisi istiyor.

Avrupa’nın birçok ülkesinde “Türk düğünü” denildiğinde akla ilk gelen şeyler, gelin almak için gidilen “kız evi”nde kapı önünde davul-zurna, halay ve ardından gelen konvoy seremonisi... Avusturya’da neredeyse her düğünde konvoylar nedeniyle bir polis vakıası olurken, Almanya’da da düğün konvoylarında durum pek farklı değil. Düğün konvoyundaki arabalar, süsler ve meşalelerden düğün salonlarındaki atraksiyonlara kadar bütün süreç, ciddi bir maddi yüke sahip. Avusturya’da 1000 kişilik bir düğün, en az 10 ila 12 bin avro arasında mal olabilirken, 30 bin avroya kadar çıkan düğünler de var. Batı Avrupa’da birçok şehirde düğün fiyatları, gelin ve damadın beklentilerinden, düğün salonlarının yaptığı yatırıma kadar çok farklı değişkenlerden etkileniyor. Düğün salonlarının sunduğu hizmetler artık oldukça geniş bir yelpazede. Bazı düğün salonlarında, düğünü Türkiye’deki ya da diğer ülkelerdeki akrabaların da izleyebilmesi için canlı yayın sistemleri bulunuyor. Sadece birkaç düğün salonunun olduğu Avrupa şehirlerinde fiyat belirleme tekeli salonlarda. Düğün salonlarının sayısının çok olmadığı şehirlerde rekabet az, fiyatlar ise yüksek. Batı Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenliler koronavirüs salgını nedeniyle “mütevazi” ve az davetliyle yapılan düğünlere dönüş yapsa da, bu durum her zaman düğün maliyetinin düşmesi anlamına gelmiyor. Almanya’da Düğün Maliyeti: 10.000 ila 60.000 Avro Arası Almanya’da uzun senelerdir faaliyet gösteren bir düğün salonu işletmecisi olan Ayşe Hanım*, bir senede 70 ila 80 arasında düğün yaptıklarından bahsediyor. Ayşe Hanım, diğer birçok salon gibi düğün törenlerinde a’dan z’ye hizmet verdiklerini anlatıyor. Bu hizmetlerin içinde catering, orkestra, program, kuaför, gelin arabası gibi ayrıntılar da var.

24

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

Ayşe Hanım’a göre Almanya’da 300 kişilik bir düğünün maliyeti 10.000 avro ile 60.000 avro arasında değişiyor: “Düğün maliyetinde bir üst sınır yok. Davetli sayısı azalırsa maliyet büyük oranda azalır. Örneğin 850 kişilik bir düğünün minimum gideri (orkestra olmadan) 17.000-20.000 avro arası değişebilir. Düğün giderleri, çiftin beklentileri ve davetli sayısı ile alakalı. O nedenle genel geçer bir fiyat vermek çok zor.” Ayşe Hanım, fiyatlardan bahsederken, bu fiyatları etkileyen düğün kültüründeki değişime işaret ediyor: “20 sene önce Almanya’daki Türk düğünlerinde kızarmış tavuk ve turşu verilirdi. Şimdi gençler 5 çeşit yemeğin olduğu menüler, açık büfe meyveler, girişte meşrubat servisi istiyor. Fotoğraf çekimlerinin içine drone ile çekim katıyorlar. Ekstra klip, ekstra dekorasyon istiyorlar. Biz de istenen görkeme uyan bir düğün salonu sunuyoruz.” Ayşe Hanım’a göre düğünde davetli sayısının azalması, yine de her zaman fiyatın azalması anlamına gelmiyor: “250 kişilik düğün yapan kişi çok daha fazla özeniyor. 800 kişilik bir düğünde belki sıradan menü istenirken, davetli sayısı azaldığında kokteyl verilmesini isteyen oluyor.” 10 senedir düğün salonu işletmeciliği yapan Ayşe Hanım, şimdiye kadar hiçbir talebi “uçuk” olarak nitelendirmemiş: “Evlenen çiftlerin bir hayali var. Kimisi sade, kimisi şaşaalı. Biz onların talebine göre hizmet sunuyoruz.” “Düğün Salonu Ne Kadar Masraflıysa, Takılar O Kadar Fazla Oluyor” 2011 yılından beri Tatanga Events isimli şirketiyle Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlilere düğün organizasyonu yapan Salih Yılmaz’a göre alternatif düğün yapmak mümkün. “Bir çift, sadece gelinlik, damatlık, kuaför, düğün töreni ve resim


çekimini aslında 5.000 avroya mal edebilir. Örneğin camide yapılan bir düğün töreni bu tutara organize edilebilir. Almanya’da ortalama bir düğün töreni için harcanan yaklaşık para 20.000 avro civarında. Ben 10.000 avroya düğünü, ev döşemesini, balayını yapan çift de gördüm, 50.000 avronun yetmediği çiftler de...” Yılmaz’a göre düğünlerde esas bütçe, altınlara ayrılıyor. Evlilik arifesinde mobilyalar taksitle alınabilirken, altında durum öyle değil. “Düğün salonunun masrafı genelde standart düğünlerde çiftleri zorlamıyor. Çünkü Almanya’da ailelerin büyük bir çoğunluğu salon masraflarını takı ile karşılıyor. Sadece maddi durumu çok iyi olan aileler, düğündeki takıları gelin ve damada verip, düğün masrafını kendileri karşılıyor. Salon masrafı yüksek olduğunda, takılan takıların miktarı da daha yüksek oluyor. Şu ana kadar yaptığımız sadece bir düğünde takılan takı, masrafları karşılamadı. Onda da damat Türkiye’den buraya gelmişti. Gelinin ailesi de o şehre yeni taşınmıştı.”

Yılmaz son zamanlarda Almanya’daki düğünlerde de bir değişim gözlemlendiğini ekliyor: “Almanya’daki ilk nesil Türkler gibi ‘Tanıdığım herkes düğünüme gelsin’ görüşünden vazgeçiliyor. Artık sayıya değil, düğünün kalitesine önem veriliyor. İnsanlar 800 kişilik düğün yapmak yerine 200 kişilik kaliteli düğün yapmak istiyorlar. Bu değişim zannedildiği gibi Kovid-19 ile ilgili değil. Son 2 senedir süreç bu. İnsanlar artık düğünün tadını çıkartmak yerine, nasıl daha çok ‘like’ alabiliriz düşüncesinde. Salona arabayla değil de helikopterle gelmek isteyen gelin adayım bile olmuştu. Bir ara herkes balayı için Maldivler’e gidiyordu. Şimdi orası bile demode oldu.” “Mütevazi Tanımı Değişti” Köln’ün Ehrenfeld semtindeki Eurosaal düğün salonu 30 yıldır hizmet veriyor. Eurosaal’ın işletmecisi olan Mehmet Doğan, Almanya’daki düğünlerin maliyetini konuşurken “mütevazi” kavramının genişlemesine değiniyor. “3 yıl önce masalara sadece soğuk meze dağıtılıyordu ve bu mütevazi bir ikram

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

25


D O S YA

idi. Bugün itibariyle yemekten önce soğuk meze, yanında patates kızartması, sigara böreği ve kısır veriliyor. Artık mütevazi olan bu. Bunun maliyeti, 600700 kişilik bir düğünde 11.000 avro civarı olabiliyor. Doğan’a göre düğün arabası, düğün çekimi, Ren Nehri kıyısında drone ile video çekimi, gelin ve damadın salona getirilmesi, düğünden sonra evlerine götürülmesi, 5 çeşit yemek ve salon dekoru eklendiğinde Almanya’da bir düğün 15.000 avroya mal oluyor. Bu tutar, sadece düğün günü harcanan tutar. Doğan, düğün salonu masrafının salona göre değiştiğini ekliyor: “Bazı salonlarda masraf 21-22.000 avroya kadar çıkıyor. Salonda yerlerin mermer olması, gelinle damadın iki ayrı merdivenden aşağıya inmesi bile fiyatı etkiliyor.” Köln’de ağırlıklı olarak Türklerin düğün yaptığı 30’dan fazla düğün salonu var ve bunların neredeyse tamamı, son 20 yıl içerisinde büyük oranda yenilendi. Doğan, bu durumu şöyle anlatıyor: “Normalde kapitalist sistemde rekabet olduğunda fiyatların da aşağı düşmesi gerekir. Düğün salonlarında böyle olmadı. Köln civarında yeni açılan salonlar moderndi. Bunların fiyatları 15.000 avrodan başlıyor. Böyle bir ortamda eski düğün salonları dekor, ışık, sandalye ve masa açısından günümüze ayak uydurmak zorunda kaldı. Bu modernizasyonu yapan salonların da fiyatları arttı. Bugün Almanya’da 5 yıl önce 8.000 avroya yapılan bir düğün, şimdi aynı salonda 11.000 avroya yapılıyor. Bunlar bir de orta kesime hitap eden düğünler. Normalde 600 kişilik bir düğün her şeyiyle birlikte 18-20.000 avro maliyete sahip.” Küreselleşme Neticesinde Çeşitlenen Talepler Düğünün Türk geleneğindeki yerine dikkat çeken Doğan, düğünün amacının aslında hayata yeni atılacak iki genci maddi olarak desteklemek olduğunu vurguluyor: “Anadolu’da evlenmek/evlendirmek, köylülerin iki gence bir yuva kurması anlamını taşır. O düğüne gelen aileler çifte destek olması için hediye sunarlar. Biz İtalyan ya da Romen düğünleri de yapıyoruz. Onlarda da takı var, ama Anadolu kültürü kadar fazla değil. Almanya’da bir düğünde 25-30 bin avrodan az takının takıldığı düğün çok nadirdir.” Doğan, salon masrafına ek olarak bir de düğüne gelene kadarki masraflara işaret ediyor: Kız isteme,

26

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

söz, nişan, kına, bu esnada karşılıklı hediyeler, kıyafetler... Doğan’a göre bu harcama tutumunun arkasında başka bir şey var: “Genç kızlar daha çocukluklarından itibaren düğünleri ile ilgili bir hayale sahipler. Filmlerde, magazin kanallarında, sosyal medyada gördüklerinden hareketle kafalarında bir ‘ekstra’ var. İkisi de motorcu olan bir çift, salona motorlarıyla girmek isteyebiliyor. Bir gelin, filmde gördüğü salona giriş sahnesinin aynısını isteyebiliyor. Biz de hizmet sağlayıcı olarak küreselleşme neticesinde çeşitlenen bu talepleri sağlamaya çalışıyoruz.” Doğan’a göre esas sorun, bir çiftin düğünüyle ilgili sıra dışı taleplerinin olması değil: “Bu talepler eğer kişinin alım gücüyle örtüşüyorsa, bizim açımızdan bir sorun yok. Fakat bir düğünde, her masaya elinde beyaz havlu tutan garson koymak, tabakların yanına her yemek için birkaç çatal, kaşık, bıçak koymak gibi talepler geldiğinde karşı tarafı uyarıyoruz. Bazen çiftler, 800 kişilik bir düğünü 5 yıldızlı bir restoranda resepsiyon şeklinde yapabileceğini düşünüyor. Bu beklentinin hiçbir düğün salonunda yerine getirilemeyeceğini, bunun ancak bir otelde yapılabileceğini söylüyoruz. Düğün için beklentileri açıkça konuşmak, maddi imkânları ve salonun imkânlarını değerlendirmek şart.” Şimdiye kadar yaklaşık 1.500 düğün organize ettiğini söyleyen Doğan, “absürt istek” diye bir şeyin olmadığını söylüyor: “Biz hiçbir çifte, ‘Düğünde de bu istenir mi, bu ne kadar saçma’ gibi bir şey söylemeyiz. Çiftin bir talebi vardır. Biz bu talebi karşılayıp karşılayamayacağımızı konuşuruz. Düğün, çiftin özel günüdür. Dünyaların kendi ayağına serilmesini ister. Ben ihtiyaç duymayabilirim, ama düğün onların düğünü. Biz bu beklenti ile ilgili gerçekçi bir plan çıkartırız.” Yine de Doğan beklentiler arttıkça, memnuniyetsizliğin de arttığı görüşünde: “Düğününde sevdiği insanlarla birlikte eğlenmek isteyen insanlar gerçekten mutlu oluyor. Ama bir çift düğününde ne kadar ayrıntı planlayıp, olmayacak taleplerde bulunursa, düğünde tüm istekleri yerine getirilse de bir noktada mutlaka tatminsizlik yaşıyor. Bu durum evliliğe de yansıyor.”


Hollanda’da Düğün Maliyeti: 8 ila 25 Bin Avro Arasında Avrupa’da düğün maliyeti arasında aslında ülkelere göre bir fark yok. Maliyet farkı, düğünün çeşidine ve çiftin beklentilerine göre değişiyor. Sezer Han, Hollanda’da faaliyet gösteren Gökkuşağı Sanat Merkezi’nin manajeri. Aynı zamanda bir tiyatro oyuncusu olan Han, Hollanda’da düğün maliyetinin değişkenliğine dikkat çekiyor. “Hollanda’da düğün maliyeti 8 bin ile 25 bin avro arasında oynar. Bu sizin lüks beklentilerinize ve pakete göre değişir. 8 bin avroya da düğün yapabilirsiniz. Fotoğraf-video ekibi, ilahi grubu dâhil olduğunda maliyet 16.000 avroya da çıkabilir. Aynı salonda üst düzeyde 20.000 avroya düğün yapmak da mümkün.” Han, Hollanda’da kız istemekten düğün gününe kadar geçen sürede evliliğin bütün maliyetlerinin ise toplamda 60.000 avroya kadar ulaştığını söylüyor. Bu tutarın içinde 1000 kişilik bir düğün, salon, foto-video ekibi, kız isteme, söz, nişan, kına merasimleri, karşılıklı hediyeler ve kıyafetler de var. “Bu tutarı söylediğimizde insanlar şaşırıyor ama, en basitinden artık evlilik teklifi bile başlı başına bir organizasyon. Yere gül koyma, mum yakma, tüm bu seremoniyi kayda alma gideri bile en az 500 avro. Mevcut şartlarda Hollanda’da bir insan bugün düğün yapmak istiyorsa, 60.000 avronun cebinde olması gerekiyor. İnsanlar sadece düğün salonu masrafını düşünüyor ama bütün giderleri listelediğinizde, hiç akla gelmeyen bir sürü ayrıntı ortaya çıkıyor.” Han, Hollanda’da yılda yaklaşık 130 düğünde yer aldıklarını belirtiyor. Hollanda’nın Avrupa’daki Türk düğünlerinde “trend belirleyici” olduğunu söyleyen Han, düğün salonlarındaki değişime vurgu yapıyor: “5 yıl öncesine kadar Hollanda’da salonlar orta dereceydi. Ama şu an Hollanda’da artık orta sınıf düğün salonu kalmadı. Hepsi yatırım yaptı ve

salonlarını ultra lüks hâle getirdi. Biri yapınca öbürü de yapmak zorunda kaldı. Bu da fiyatları arttırdı.” Han, Hollanda’da “programlı düğünler” denilen düğünleri organize ediyor: “Oynamalı düğün olmayınca insanlar sıkılacaklarını zannediyorlar; fakat biz zengin içerik ve farklı programlarımızla düğünleri coşkulu bir hâle getiriyoruz. İlahiler, türküler, sema gösterileri, zeybek, mehter gibi birçok program alternatifimiz var. İnsanlar artık bu tarz düğünlere rağbet gösteriyor.” Düğünler, aslında “boşluk kabul etmeyen” bir çağın da yansıma alanları. Han, bu durumu şöyle özetliyor: “İnsanlar düğünlerinin dolu dolu olmasını istiyor. Bazen mehter, zeybek, semazen, ilahi grubunu aynı anda alıyor. Çok yoğun bir program olduğunu söylesek de sade olmasını istemiyorlar.” Han’ın şimdiye kadar görüştüğü çiftler arasında önce bu tarz “programlı düğün”lere tepki gösterenler de olmuş, fakat tepki gösterenlerin bir çoğu düğün sonunda teşekkür etmeye gelmiş. Han bu durumu şöyle anlatıyor: “Ya kız ya da erkek tarafı, programlı düğün istemediği için tepkili olabiliyor. Fakat aynı kişiler, program başladıktan sonra en ön masada oturup, programın sonuna kadar pür dikkat olabiliyorlar. Biz prensip olarak programımızda giriş dansı ve belirli bir bölümden sonra aile arasında oynama gibi imkânlar sunmuyoruz.” Her hâlükârda Han’a göre düğünlerin maliyetinde temel parametre, evlenen çiftin ve ailesinin beklentileri: “Bazen çiftler düğünü gözlerinde o kadar büyütüyorlar ki bir şatoda prens ve prensesin düğünü olacağı havasına giriyorlar. Her şey hatasız, eksiksiz, süper geçecek düşüncesinde oluyorlar. En ufak bir aksaklıkta yüzlerine yansıyor. Düğünleri güzel geçse bile memnun olamıyorlar. Bu durum, fiyatları da belirliyor.” *İsmi isteği üzerine redaksiyon tarafından değiştirilmiştir.

Bazen çiftler düğünü gözlerinde o kadar büyütüyorlar ki bir şatoda prens ve prensesin düğünü olacağı havasına giriyorlar.

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

27


D O S YA

Ulusaşırı Evlilikler:

Sıla ile Gurbe Dernek Olur m Göç sürecinin bir aşaması, hatta bir göç stratejisi olarak karşımıza çıkan “ulusaşırı evlilikler”, aynı zamanda küresel ölçekte bir pazara da sahip. Bu alanda birçok soru da tartışılmayı bekliyor. B e s i m C a n Z ı r h* Doktora tezimin saha araştırması için bir Kuzey Avrupa ülkesinde tanıştım Sıla Hanım’la. Kendisi göç derneklerinde pek sık karşılaşmadığımız kadın yöneticilerden biriydi. Bu nedenle ikinci kuşaktan olduğunu düşünmüş; bazı sorularımı bu varsayıma göre yöneltmiştim. Sıla Hanım bu hatamı düzeltti ve 1990’ların ortasında Gurbet Bey’le evlenerek bu ülkeye geldiğini söyledi. Tam olarak bir görücü usulü sayılmasa da, aileleri aynı ilçenin insanlarıydı ve bir aracı, annelerini evlilik çağında “uygun” çocukları olduğu konusunda bilgilendirmişti. Bu Kuzey Avrupa ülkesinde Türkiye’nin en büyük şehri sanılan, fakat İç Anadolu illerinden birinin ilçesi olan bu küçük “memleket”, o yıllarda nice gencin bahtını bağlayan mahir bir görücü kadın gibiydi. Gençler liseden sonra okumaya istekli olmuyor, yaz aylarında düzenlenen düğünlerde kısmetlerini bulup Avrupa’ya gitme hayali kuruyorlardı. Sıla Hanım, Avrupa’ya “ithal gelin” olarak gitmeye hevesli değildi; okumaya devam etmek istiyordu. Fakat Gurbet Bey’le tanışıp gönlünü kaptırınca “Evet” demişti. Hem Gurbet Bey dilerse *ODTÜ Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi

28

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

eğitimine orada devam edebileceğini de söylemişti. “Başkalarının Eskittiği Tabaktan mı Yiyeceğiz?” Sıla Hanım bir sonraki yaza kadar hem gerekli kâğıt işlemleri hem de isteme, söz, nişan ve düğün hazırlıklarıyla yoğun bir yıl geçirmişti. Kuzey Ülkesine artık eşi olan Gurbet Bey’le birlikte önce en yakında havaalanına gelin arabasıyla, sonra uçakla İstanbul’a, oradan da Münih üzerinden aktarmayla gitmişti. Tüm göçmenler gibi yeni memleketine vardığı tarihi gün ve ay olarak söylüyordu hâlâ. Önce kayınvalidelerinin evinde kalmışlardı. Uygun bir eve beraber bakmak istemişlerdi. Evi bulduktan sonra sıra eşya almaya geldiğinde ise Sıla Hanım ilk hayal kırıklığını yaşadı. Gurbet Bey, Sıla Hanım’ı ikinci el eşyaların satıldığı bir loppmarknad’a götürmüştü. Avrupa, yaşamak için değil çalışmak ve biriktirmek içindi. Öyle olmasa memlekette o kadar mal-mülk nasıl alınırdı? Hem Türkiye’de “bitpazarı” dendiğine bakmamak lazımdı. Buralarda doktorlar, avukatlar bile bu


etin Düğünü mu?

© Gorodenkoff/shutterstock.com

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

29


D O S YA

pazarlardan eşya alırdı. Gurbet Bey ne kadar dil dökse de Sıla Hanım’ın ağzından tek bir cümle çıktı: “Başkalarının eskittiği tabaktan mı yiyeceğiz?” Bugün en sevdiği hafta sonu etkinliği ikinci el pazarları gezmek olan Sıla Hanım, gurbete gelin gitmenin ilk hayal kırıklığının o zamanlar kendisine ağır geldiğini ve evliliğinin ayrılıkla sonuçlandığını söylemişti. Asıl konum göçmen dernekleşmesi olmasına karşın bu anekdot, araştırmam boyunca kulağımda küpe olarak kalmış, başka görüşmelerde anlatılan benzeri deneyimlerle birikmiş ve Türkiye’de ya da Avrupa’da katıldığım düğünlerdeki gözlemlerime kılavuz olmuştu. 2013 yılında ise bir başka Kuzey Avrupa ülkesinde çeşitli nedenlerle gündem olan “Türkiye’den evlilik yoluyla göç” konusunda kısa bir araştırma yapmak istediğimde, yollara düşüp Sıla Hanım’ın memleketini de ziyaret etmiştim. Sıla Hanım’ın gençliğinden o günlere çok şey değişmişti. Türkiye ve Avrupa arasında göç çalışmalarında “ulusaşırı evlilikler” (İng. “transnational marriages”) olarak anılan ilişkilerin hacmi yoğunlaştıkça ve ikinci kuşaklar artık hayatın merkezi olarak göç edilen ülkelerde “yaşamaya” başladıkça ihtiyaçlar da çeşitlenmiş ve bu ihtiyaçları karşılamak üzere özgün bir pazar oluşmuştu. Söz gelimi, kayıtlı toplam nüfusu 50 bin olan bu ilçenin ana caddesi boyunca sıra sıra dizili kuyumcu ve banka şubeleri vardı. Birçok büyük mobilya markasının ışıltılı camekânlarında o Kuzey Avrupa ülkesine mobilya nakliyesi yapıldığını söyleyen ilanlar asılıydı. O pek de uzun olmayan ana cadde üzerinde yürürken Sıla Hanım’ın anlattığı deneyimle, yeni kurulacak evi memleketin bir replikası ya da minyatürü olarak tahayyül etme arzusunun nasıl bir pazar oluşturduğunu anlamaya çalışıyordum. Gelinlikçiler Sokağı’na Hoşgeldiniz Bu araştırmadan iki yıl sonra yolum göç üzerine bir yaz okulunda ders vermek üzere Duisburg’a düştü. Dersi alan öğrencilerle, Avrupa’daki (başka bir yapıdan dönüştürülen değil) ilk inşa edilenlerden biri olan ve çokça tartışılan Marxloh Merkez Camisi’ne ziyaret gerçekleştirmeyi düşünmüştüm. Ruhr Bölgesinin önemli endüstri alanlarından biri olan Marxloh, çok sayıda Türkiyeli göçmene de ev sahipliği yapan bir ilçeydi. Fakat endüstrileşmenin sonlanmasıyla birlikte kentsel aşınma 30

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

yaşamış, yoksullaşmış ve Almanya gündeminde pek de ziyaret edilmemesi gereken bir muhit olarak anılmaya başlanmıştı. Mahalleye ilk adım attığınızda böylesi bir sınırı ardınızda bıraktığınızı kolayca anlıyordunuz. Küçük bakkaliyeler ve önlerinde işsiz olduğunu tahmin etmenin çok güç olmadığı göçmen genç erkeklerin oturduğu kahvehaneler açık olan yegâne dükkânlardı. Fakat Weseler Caddesi’ne çıktığınızda bu manzara bir anda değişiyor, camekânları oldukça süslü ve ışıltılı onlarca dükkân sizi çevreliyordu: Avrupa’nın “gelinlikçiler sokağı”na hoş geldiniz. Bu sokakta bulunan 80 kadar mağaza, sadece Almanya’da değil Avrupa’nın diğer ülkelerinde yaşayan Balkanlar, Türkiye, Orta Doğu ve Kuzey Afrikalı göçmenlere de hizmet veriyor. Her ne kadar “gelinlikçi” olarak anılıyor olsalar da bu mağazalarda evlilik töreninin bütün aşamaları için ihtiyaç duyulan kına tepsisi gibi eşyalara ve gelin başı yapacak kuaförlere ulaşmak mümkün. Türkiye dışındaki ülkelerden gelenlerin kendi kültürlerine has bir ihtiyaçları olduğunda temin edilmesi ve hatta yeni bir moda olarak diğer göçmen topluluklar arasında yaygınlaşması da söz konusu olabiliyor. Sıla Hanım’ın memleketi gibi, yoğun olarak göç vermiş kasabalardan Duisburg’un sanayi sonrası yoksullaşmış bu küçük mahallesine kadar küresel ölçekte bir pazar oluşturan ulusaşırı evlilikleri nasıl anlamak gerekir? Türkiye’nin dış göç deneyiminden baktığımızda ulusaşırı evlilikler, göç sürecinin bir aşaması ve hatta göç etme stratejisi olarak karşımıza çıkıyor. Bildiğimiz üzere göç başladığında evli olan erkekler ailelerini memlekette (ve çoğunlukla kendi baba evlerine emanet olarak) bırakarak göç ettiler. Bunun en temel nedeni göçün belirli bir süreyle sınırlı kalacağını düşünmeleriydi. Diğer yandan eşlerin ve çocukların gurbet ellerde inançsal ve kültürel nedenlerle zorlanacağı düşüncesi sıkça ifade edilen bir diğer neden olsa da gerçekte babalar; gelinler ve torunları da giderse göçmen oğullarıyla bağların tümüyle zayıflayacağından endişe ederek buna müsaade etmemişlerdi. Bugün Türkiyeli göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı tüm yerellerde, ailesini ilk kimin getirdiği, topluluğa dair önemli bir tarihsel dönüm noktası olarak hâlen anımsanır.


Aile Oluşturan Göçler Evlilik yoluyla göçler ilk defa Türkiye’den göçün ağırlıklı olarak erkek işçilerden oluşması nedeniyle bir dönem kadın işçilere öncelik tanınmasıyla yaşanmaya başladı. Bekâr kızlar ailelerin kararıyla işçi olarak yazılarak kısa sürede gurbete çıkabildiler ve akraba ailelerin göç etmek için sıra bekleyen erkek çocuklarıyla evlenerek onların da gurbet kervanına katılmasını sağladılar. Göç kapılarının kapanmaya başladığı 1970’lerin başından itibaren ise “bir daha gelmek mümkün olmayacak” düşüncesiyle kalışlar uzamış ve böylece “aile birleşimiyle” evlilik kurumu göçün konusu olmuştu. 1970’lerin sonlarından itibaren ise babalarıyla birlikte gurbete çıkmış genç erkekler yaşları geldikçe memleketten evlenmeye başladığında “aile oluşturan göçler” gündeme gelmişti. Bu durum, 1980’lerin sonunda artık ikinci kuşağın genellikle akraba ilişkileri üzerinden görücülükle gerçekleşen evlilikleriyle yoğunlaşmıştı. 1990’ların sonunda ise artık bir göç etme stratejisi olarak ilticanın da imkânı daralınca “anlaşmalı evlilikler” gündeme geldi. Bu sonuncusu tümüyle başka bir konu. Biz Sıla ve Gurbet’in evliliğine dönersek; “nasıl oluyor da birbirini hiç tanımadan büyümüş iki insan evlenebiliyor” sorusu, kuşkusuz entegrasyonla ilgili olarak göçmenlere yöneltilen güç soruların başında geliyor. Prof. Dr. Adnan Bülent Baloğlu, İsveç Diyanet Vakfı’nda görevliyken yaptığı iki ayrı sözlü tarih çalışmasında bu konuya dair oldukça açık bir cevap veriyor. Öncelikle 1966’dan bu yana İsveç’te yaşayan ve üç çocuğunu da memleketten evlendirmiş Muttalip Akan’a kulak verelim: “Benim iki kız, iki de erkek çocuğum var, hepsini Kulu’dan evlendirdim. Bunun sebebi de şudur: Bizim çocuklarımızı evlendirdiğimiz sırada burada fazla gencimiz yoktu. Genelde akrabalar çocuklarını birbiriyle evlendirdiler. Böylece dışarıdan gelin ya da damat düşünmedik. Ancak şimdiki aklım olsaydı böyle yapmazdım. Gerçi hâlâ hepsi ilk evliliklerine devam ediyorlar, aralarında boşanan olmadı çok şükür” (2012: 145). Diğer çalışmasında ise Baloğlu durumu kendisi değerlendiriyor: “Evlilik çağındaki çocuklara gelin veya damat Türkiye’den getirilecektir. Çünkü Türkiye’deki abinin, ablanın, amcanın halanın, teyzenin oğlu askerden dönmüştür, elinde bir mesleği yoktur veya işsizdir; buraya

bir şekilde getirilip hayatının ‘kurtarılması’ şarttır. Yoksa abi, abla, amca, hala, teyze hakkını helal etmeyecektir. Aynı şekilde, evlilik çağı gelen oğlanın da istenmeyen bir şey yapmaması için bir an önce ‘başgöz’ edilmesi gerekmektedir. Bu durumda en uygun aday, helal süt emmiş, iffetli, namuslu biridir ve bu da köydeki abinin, ablanın, amcanın, dayının, halanın veya teyzenin kızından başkası olamaz. Sözün kısası, gelinler ve damatlar Türkiye’den ‘ithal’ edilir” (2013: 21). Ulusaşırı Evliliklerin Kendi Düzeni Gurbette kalışlar uzadıkça hayatın doğal akışının parçası olan evlilik kurumunun, göçün en temel amacı olan varsıllaşmayla birleşmesinin, göç politikalarının değişmesiyle beraber göçe dair bir strateji olarak karşımıza çıkması çok da şaşırtıcı değil. Bu faydacı yaklaşımın yanı sıra özellikle birinci kuşak ailelerin memleketten gelin/damat “ithal” ederek özgün kültürlerinin devamını sağlayabileceklerini düşündüklerini de not etmek gerekir. Birinci kuşağın çocukları birbirinden farklı beklentilerle bu dalganın içine savrulmuş, Sıla Hanım’ın örneğinde olduğu gibi evliliklerin bazıları çok kısada sürede ayrılıkla sonuçlanmış, kimi durumlarda akraba olan aileler arasında küslükler olmuştu. Tevfik Başer’in 40 Metrekare Almanya (1986) filmi ya da Metin Gür’ün Kına’nın Soluşu: Almanya’da Gelin Olmak (2006) sözlü tarih çalışmasına da konu olduğu üzere evlilik yoluyla göç etmek birçok kadın için derin acılara neden oldu. Yaz ayları bugün Türkiye’nin birçok yöresinde hâlen “düğün sezonu” olarak geçiyor. Nice köy ve kasaba usta bir görücü olarak yeni evliliklerin çöpünü çatmaya devam ediyor. Fakat yeni kuşaklar önceki deneyimlere tanık oldukça ve düğünlerdeki ayak-üstü tanışıklıklarını sosyal medya üzerinden bir tanıma sürecine yaydıkça ulusaşırı evliliklerin de kendi düzenine kavuştuğunu görüyoruz. Çöpçatan olarak sosyal medyanın ulusaşırı evliliklerdeki rolü ve bu evliliklerle aile memleketine geri dönüşler henüz bir araştırmanın konusu olmadıysa da olgunun yeni yüzleri olarak tartışılmayı bekliyor. Kaynaklar • Baloğlu, Adnan Bülent. 2012. Stockholm Treni: Bir Neslin Göç Hikâyeleri. İsveç Diyanet Vakfı. • Baloğlu, Adnan Bülent. 2013. Stockholm T-Santral: Hasret Çekenlerin Buluşma Noktası. İsveç Diyanet Vakfı.

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

31


D O S YA

Avrupa’da İsla Değişim, Prens

*Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde, yüksek lisans eğitimini Marmara Üniversitesi Sinema bölümünde tamamlayan * Kayseri Yüksek İslam Enstitüsünde eğitiminiPhilipps tamamlayan M. Hulusi Ünye, İslam Toplumu Millî Görüş Çakkalkurt, doktora çalışmasını Marburg’taki Üniversitesi Medya Bilimi alanında gerçekleştirmektedir. (IGMG) İrşad Başkan Yardımcısı ve Fetva Sorumlusu’dur.

32

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020


ami Düğün: sip ve Kurallar Düğünlerin camilerden salonlara taşındığı bir çağda, İslam’ın düğünler için çizdiği çerçeve de giderek unutuluyor. İsraf ve davet kurallarıyla İslami düğün, bugün yaygın olan düğün anlayışından oldukça farklı. M. Hulusi Ünye*

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

33


D O S YA

İslami gelenekte düğün ile ilgili belli edep ve kurallar söz konusudur.

Düğün merasimi ile neticelenen nikah akdi İslam’da son derece önemli bir konudur. Nikâh, mahrem olmayan, yani evlenmeleri yasak olmayan bir erkekle bir kadın arasında yapılan akittir. İki insan müşterek bir hayatı paylaşmak ve evliliğin en önemli gayelerinden birisi olan nesil yetiştirmek üzere bir araya gelmişlerdir. Nikâh, dinimizde hem Kur’an hem sünnet ve ümmetin icmaı (söz birliği) ile meşru kabul edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz şöyle buyurur: “Sizden bekârları ve kölelerinizle cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer onlar yoksul iseler, Allah onları fazl-u kereminden zenginleştirir. Allah her şeye gücü yeten ve her şeyi bilendir.” Evlilik konusunda Efendimiz (s.a.v.), gençlere hitaben şöyle buyurmuştur: “Ey gençler topluluğu! Sizden kimin evlilik yükümlülüklerine gücü yeterse evlensin. Çünkü evlilik gözü daha çok öne eğer ve iffeti daha fazla korur. Kimin evlenmeye gücü yetmezse, oruca devam etsin. Çünkü oruç onun için bir kalkandır.” Evlenme akdinin dinimizce meşru bir akit olduğuna dair ümmetin görüş birliği vardır. İslam hukukuna göre nikah akdi hem medeni bir muameledir hem de bir ibadet hüviyeti taşır. Çünkü nikah akdinin rükûn ve şartları İslam hukukunca belirlenmiştir. Ayrıca evlilik sebebiyle eşler büyük mükafat elde ederler. Kemal İbnü’l-Hümâm, “Nikâh, ibadetlere daha yakındır. Hatta evlenmek, sırf ibadet niyetiyle bekar kalmaktan daha faziletlidir.” der. İbn Âbidîn ise, Reddü’l-Muhtar adlı kitabında şunları ifade eder: “Bizim için Hz. Adem (a.s.) devrinden bugüne kadar meşru olmuş, sonra cennette de

34

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

devam edecek, nikâh ile imandan başka ibadet yoktur.” Yapılan nikâhın cami içinde akdedilmesi ve mümkünse cuma gününe rastlaması müstehap görülmüştür. Bu da nikahın ibadet yönünü güçlendirmektedir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Bu nikâhı ilan ediniz, ilanı camilerde yapınız ve ilanda (düğünde) def (davul) vurunuz.” buyurmuştur. Buradan anlıyoruz ki, düğünden maksat yapılan nikâhın ilan edilmesidir. Camilerden Salonlara Taşınan Düğünler Nikâhın dayanağı olan ayet, hadis ve ulemanın görüşleri ve nikâhın ilanı olan düğün geleneği hakkında Hz. Peygamber (a.s.)’ın tavsiyesi bu şekilde. Peki Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanların düğün âdetleri nasıl? Ve de dinî tavsiyelere uygun bir düğün kültürü geliştirilebilir mi? Neredeyse son kırk yıla yakındır mesleğimiz gereği Müslümanların düğünlerinde hazır olmaya çalıştık. Bu süre içerisinde, Türkiye’nin hemen her bölgesinden Avrupa’ya gelmiş olan insanımızın, nişan, nikâh ve düğün âdetlerini de beraberlerinde getirdiğine ve yaşattığına şahit olduk. Yine bu süre içerisinde gözlemlediğimiz diğer bir husus ise, bu âdetlerin saf olarak kalamadığı ve içinde yaşanılan ülkelerin yerel düğün örf ve âdetleriyle de değişime uğradığıdır. Türkiye insanı bölgenin karakteristiğine göre, düğünde davul-zurna eşliğinde halay çeker; kemençe ve tulum eşliğinde horon teper. Bir bölge çifte telli oynarken, diğer bir kısmı harmandalı, zeybek veya üç ayak oynar. Bu oyunlar ve düğünlere mahsus çalgı aletleri yüzyıllarca


Anadolu insanının tanıdığı oyun ve aletlerdir. Bunlar İslam ahkamının uygulandığı dönemlerde de vardı. Ancak bilhassa oyunlar oynanırken İslam’ın yasakladığı kadın-erkek ihtilatına dikkat edilmekteydi. Genellikle düğünler camilerde konferanslar, ilahiler eşliğinde yapılırdı. Erkekler kendi aralarında, kadınlar da kendi

aralarında eğlenirlerdi. Sözlü oyun havalarında terennüm edilen şiir sözlerinde İslam’a mugayyir ifadeler bulunmazdı. Avrupa’ya göç eden Türkiye insanından bir kısmı göç hayatının ilk onlu yıllarında dinî ve kültürel değerlerini olduğu gibi muhafaza etme noktasındaki duyarlılıklarını düğünlerde de

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

35


D O S YA

sürdürmeye gayret ettiler. Ben yakinen biliyorum ki, geçen asrın 80’li yıllarında İslami hassasiyete sahip olanlar, aynı salonda kadın-erkeklerin dans ettiği düğünlerde hazır olmazlar; düğün sahiplerini evlerinde ziyaret ederek “hayırlı olsun” derlerdi. Kabaca bu durum 2000’li yılların başına kadar devam etti. Ancak bu tarihlerde bir dönemin muhafazakârlarının düğünleri de büyük oranda camilerden salonlara taşıdı. Duruma buradan baktığımızda “Avrupa’daki Müslümanların oturmuş ve yerleşmiş düğün örf ve âdetleri şöyledir” diyebileceğimiz bir olgu ile karşı karşıya olduğumuz söylenemez. İslami Düğün Geleneği İslami gelenekte düğün ile ilgili belli edep ve kurallar söz konusudur. Örneğin düğünlerde zengin ve fakir ayrımı yapılmadan o bölgedeki insanların davet edilmesi, bunların başında gelir. Elbette öncelikle düğüne gelmesi beklenen insanlar kişinin yakınlarıdır. Ama diğer insanların da katılımı için davetler yapılmalı ve düğün aynı zamanda kaynaşmanın vesilesi hâline getirilmelidir. Düğünler çoğu zaman gereksiz masrafların amorti edilmesi gayesine matuf olmamalıdır. Düğüne katılanlardan “Ben sana yapmıştım, haydi sıra sende, sen de en azından benim sana verdiğim hediyeyi geri ver.” beklentisi olmamalıdır. Ne yazık ki bu beklenti bugün merkezdedir. Düğün sahipleri düğünü öncelikle az çok “ektiğini biçme” amacına matuf bir merasim gibi kabul ettiklerinden bazen çok yakın komşusunu düğününe davet etmezken yüzlerce kilometre uzaktaki akrabasını davet edebilmektedir. Elbette uzaktaki akrabalar da düğünde hazır olsunlar; ama yakın Müslüman ve gayrimüslim komşu da ısrarla düğüne davet edilmelidir. Gelecek insanlardan da maddi olarak bir beklenti içerisinde olmamak en güzelidir. Biz kız isterken bile “Allah’ın emri, Peygamberin sünneti” sözleri ile talebimizi karşı tarafa iletiriz. Yani kuracağımız yuvamızda Allah emri, Peygamber sünneti geçerli olsun diye temenni ederiz. Bunun lafta kalmaması için uygulamada da hayatımızda yer almasına gayret ederiz.

36

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

Düğünle iki insan yeni bir dünya evine giriyor. Bu yeni dünyanın giriş kapısı olan düğünde de Allah ve Resulü’nün rızası hazır olmalıdır. Bu rıza, kadın-erkek ihtilatına müsaade etmemek, alkol, isyan ve şehvet barındıran unsurlardan uzak durmak; giyim, kuşam, yeme ve içme konularında azami iktisada riayet etmekle mümkün olabilir. Binlerce avro verilerek alınan bir salon elbisesi, katılan misafirlerin sayısından kat be kat fazla yiyecek, içecek ve pasta hazırlanıp, arkasından çöpe atılması gibi israf alanlarına dikkat edilmelidir. Dinimiz güzel giyinmeyi, israfa kaçmayan yeme ve içmeyi teşvik etmiştir. Düğün yemeği (velime) vermek sünnettir. Ancak bunun herkesin takati nispetinde olması gerekir. Verilen velime yemeği övünme vesilesi olmayacağı gibi, ayıplanma meselesi de olmamalıdır. Velime ziyafetine sadece hâli ve vakti müsait olanlar değil, fakir fukara da davet edilmelidir. İslam edep ve haya dinidir. Efendimiz (s.a.v.), “Her bir dinin kendine has bir ahlakı vardır. İslam’ın ahlakı hayadır.” ve “İman altmış küsur şubedir. Haya da imandan bir şubedir.” buyuruyor. Kurulacak yuvaların İslami tesettür ve haya duyguları üzerine kurulması, güzel ahlak prensipleri dahilinde teşkil edilmesi, hem kurulan aile binasının teminatı hem de gelecek nesillerin hayru’l halef olacak nesiller olmasına sebep olur. İslami helal dairesi içinde kalınarak yapılan düğünlerdeki evli çiftler merhamet, sevgi ve huzuru aile yuvası içinde ararlar ve iki cihanda beraber olmanın işaret taşlarını döşemiş olurlar. Kaynaklar •

Nûr suresi, 24:32

Buhârî, Savm,10, Nikâh, II/III; Müslim, Nikâh, I/III; Ebû Dâvud, Sünen, Nikâh, I; Tirmizî, Sünen, Nikâh, I; Nesâî, Sünen, Sıyâm, 43, Nikâh, III; İbn Mâce, Sünen, Nikâh, I; Dârimî, Sünen, Nikâh, II; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/378; 424, 425.

İbnü’l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Bulak 1315, II/340

İbn Âbidîn, Reddü’l Muhtar, II/258

el-Askalânî, Fethu’l Bari Şerhu Sahihi’l Buhârî, III/229

Tirmizî, Sünen, 4/268, H. No: 1009

İbn Mâce, Sünen, 12/219, H. No: 4171

Buhârî, Sahih, 1/13, H. No: 8


Helal Kesim Sağlıklı Besin Herkes Yesin

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

Selam Food GmbH | Heinrich-Lübke-Str. 1 | 50374 Erftstadt | T. +49 2235 986 40 |

37

/ selamfood


D O S YA

*Duisburg-Essen Üniversitesi’nde Medya Bilimleri alanında yüksek lisans eğitimini tamamlayan Zorlu, Perspektif redaktörüdür.

38

-AĞUSTOS SAYI 293 294 • TEMMUZ EYLÜL-EKIM 2020 2020


GELENEKLERIN EŞIĞINDE AVRUPA’DA

Karma Düğünler

Türkler arasında “düğün” denildiğinde, akla önce Türkçe konuşan iki kişinin evlenmesi gelir. Farklı kültürden biriyle evlenmek ise “normal”in dışına çıkmak olarak görülür. Peki Avrupa’da karma düğünler aileler tarafından nasıl karşılanıyor? Farklı kültürlerden insanlarla evlenen dört kişiyle düğünleri hakkında konuştuk. Kübra Zorlu*

K

üreselleşmeyle birlikte insanlar ve kültürler arası hareketlilik ve iletişim daha kolay hâle geldi. İnsanlar küçük ve dışa kapalı köylerde yaşamıyorlar. Artık evlilikler de köy, şehir ve ülke sınırlarını aşıyor. Ulusaşırı bir topluluk olan Avrupa’daki Türkiye kökenliler arasında da karma evlilikler oldukça yaygın. “Kültürel Farklılıklar Hem Zorluk, Hem Avantaj” Türkiye’nin iki farklı şehrinden insanın evliliğinde bile geleneklerin iki tarafı da zorlayabileceğini göz önünde bulundurursak, tamamen

farklı bir etnisiteden biriyle evlenirken bu kültürel farklılık mutlaka fark ediliyor. Almanya’nın Frankfurt şehrinde yaşayan Erzurumlu Muhammed (30), Mısırlı eşi Zeyneb’le (25) düğününü şöyle anlatıyor: “Bizim düğünümüzü hem farklı hem de güzel kılan şey iki tarafın da geleneklerinin uygulanmasıydı. Ailelerimiz âdetleri uyguladılar, ama bizim mutluluğumuzu da ön plana aldılar.” Örnek olarak dinî nikahın onlarda aile arasında küçük bir merasimle olduğunu, karşı tarafta ise camide ve herkesin huzurunda yapıldığını anlatıyor. “Buna benzer kültürel farklılıklar

-AĞUSTOS -EKIM 2020 SAYI 293 SAYI • TEMMUZ 294 • EYLÜL

39


D O S YA

vardı, ama niyet çok önemli. İki taraf da yapıcı oldu ve her zaman bir orta yol bulundu.” Eşlerin ikisinin de Müslüman olmasının âdetlerin benzeşmesine yol açtığını söyleyen Muhammed, düğün hazırlığının üç ay sürdüğünü, bazı hazırlıkların ise yetişmediğini söylüyor. “İletişim Kurmak Sadece Dille Olmaz” Düğün, çok büyük bir organizasyon. Bu organizasyonu planlarken ailelerin doğru bir iletişim kurabilmesi ise elzem. Aynı dili konuşan aileler arasında bile düğün arifesinde iletişimsizliklerin yaşandığı düşünüldüğünde, karma evliliklerde bu durum soru işareti. Muhammed ve eşi de ailelerin anlaşıp anlaşmayacaklarını, hangi dilde nasıl konuşacaklarını düşünmüşler. “Ailelerimiz beklediğimizden iyi anlaştılar. Almanca, Türkçe, Arapça - ortaya karışık bir şekilde konuştuk. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. İletişim kurmanın ve anlaşmanın sadece dil ile mümkün olmadığını yaşayarak gördük.” İki aile için de önemli olanın dinî hassasiyet olduğunu anlatan Muhammed, kültür farklılığının konu edilmediğini vurguluyor. “Düğünümüz camide olduğu için tipik bir Türk düğünü olmadı.” diyen Muhammed, eşinin yaşadığı şehirde de küçük bir merasim düzenlendiğini anlatıyor. “Orada iki tarafın da geleneklerinden parçalar vardı. Camide yapılan düğünde Kur'an-ı Kerim, ilahi, kaside, dua, sohbet, takı töreni ve yemek oldu. Ailem için önemli olan mümkün olan herkesi davet etmekti. Eşimin tarafı için önemli olan dinî nikah töreni ve Türkçenin yanı sıra Arapça da bir konuşmanın olmasıydı. Benim için özellikle önemli olan takı merasiminin açıktan yapılmamasıydı. Herkesin isteği karşılandı.” “İnsanlar Diğer Kültürleri Merak Ediyor” Küresel iletişim ağı sayesinde bugün insanlar neredeyse her kültür hakkında bilgi sahibi oluyor. Bu tanışıklık, karma evlilikleri de normalleştiriyor. Essen’de yaşayan ve bilgisayar teknolojileri alanında çalışan Adem’e göre karma evliliklere tepkiler de artık eskiye oranla azalmış durumda: “Eski nesilden hâlâ karşı olanlar vardır. Ama bence bu tarz tutuculukları aştık. Diğer kültürlerin tanınmasıyla artık karma evlilikler daha normal karşılanıyor.” 35 yaşındaki Adem, üniversite eğitimi için geldiği

40

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

Almanya’da dil kursunda Tayvan kökenli Yen-Hsin (38) ile tanışmış. Türkiye’de yaşayan ailesine evlilik niyetini açtığında, ailesi önce okulunun bitmesi gerektiğini söylemiş. Mesleğe atılmasıyla birlikte Yen-Hsin’i ailesiyle tanıştırmış. “Annem ve babam eşimin Tayvan kökenli olmasını olumlu karşıladılar.” şeklinde tepkilerini anlatan Adem, bu konuda zorluk yaşamadığını anlatıyor. “Çevrem ve akrabalarım da merak ediyorlardı. Eşim herhangi bir dine mensup değildi ve bu vesileyle Müslüman oldu, ailesi ise bunu olumlu karşıladı.” “Dil Farklı, Memleket Uzak” İki tarafın aileleri köken ülkelerinde yaşadığından dolayı, aileler ancak düğünde tanışıp bir araya gelebilmişler. Adem, kendi anne-babası Türkçe, eşinin ailesi ise Çince ve Tayvanca konuştukları için anlaşmakta doğal olarak zorluklar olduğunu açıklıyor: “Aileler düğünde bir hafta kadar birlikte kaldılar. Konuşabilecekleri kimse yoktu, o yüzden eşimin ailesi zorluk çekti. İşaret diliyle anlaşmaya çalıştılar. Biz yanlarında olduğumuz için yardımcı olduk.” Adem, çiftlerden birinin karşı tarafın dilini öğrenmesi konusunda bir beklenti olduğunu söylüyor. “Genelde eşimin Türkçe öğrenmesi gerektiğini söyleyenler oldu. Ama eşim Türkçe öğrenmedi, ben de Çince öğrenmedim. Neticede ikimiz de Almanya’da yaşıyor ve Almanca anlaşıyoruz. Eşimin ülkesinde veya Türkiye’de yaşasaydık, tabii ki o dili öğrenirdik.” Tayvan ile Türkiye arasındaki uçuş aralıksız 12 saat sürüyor. İki ülkenin birbirine uzak olması düğünde bazı zorluklara sebep olmuş. Adem’in ailesi Tayvan’daki nişana katılamazken, Yen-Hsin’in ailesinden de Trabzon’daki düğüne sadece üç kişi gelebilmiş. “Düğünümüzde Yerel Gelenekleri Tanıttık” Adem ile Yen-Hsin’in düğünü; Essen, Trabzon ve Tayvan arasındaki bir düğün hareketliliğinin kesişim noktası. Söz ve nişan için Tayvan’a giden ve eşinin ailesiyle tanışan Adem, nişanın 80 kişiyle ufak çaplı bir düğün şeklinde Tayvan kültürüne göre yapıldığını anlatıyor. Nişana Yen-Hsin’nin akrabaları katılırken mesafe nedeniyle Adem’in ailesi ve arkadaşları katılamamış. Düğün ve nikah ise iki gün arayla Trabzon’da olmuş. 300 kişinin katıldığı düğüne Yen-Hsin’in an-


ne-babası ve ağabeyi Tavyan’dan gelmişler. “Bohça gibi abartısız ufak hazırlıklar toplam bir hafta kadar sürdü. Kına gecesi yapıldı, makyaj ve fotoğraf çekimleri oldu. Türk kültürüne göre yapılan kemençe, horon ekibi, semazenler ve Kuran-ı Kerim okunmasıyla yerel bir düğün yaptık. Düğünde aslında bir yanıyla eşimin ailesine kültürümüzü tanıtma imkânı bulduk. Semazen gösterisini merak ettikleri için bir gösteri ayarladık.” Tayvan ile Türkiye arasında kültür olarak çok benzerliklerin olduğunu söyleyen Adem, başlık parası ve takı takma töreninin Tayvan’da da uygulandığını anlatırken, kızın annesine altın verildiğini, bunun daha çok sembolik olduğunu söylüyor. Karma düğünün en olumlu yanı Adem’e göre farklı kültürlere yönelik önyargıların yok olması. “Kimsenin beklemediği şey kültürlerimizin eşimle birbirine çok benzemesi idi. Anne ve babam şaşırmışlardı. Asya kültürünün oturma kalkma adabı Batı kültüründen çok daha farklı ve Türk kültürüne çok benziyor. Bu yönüyle karma evlilikler, insanların bu dünyada sadece kendi kültürlerinin biricik olmadığını gösteren şeyler bence.” “Biz Evlenemeyiz, Sen Alman’sın” Laz kökenli Rabia (29) ve eşi Jonas (30), Aachen’da aynı üniversitede okurken tanışıp evlendiler. Rabia ile Jonas’ın evliliği, farklı kültürden evliliklerin her zaman olumlu karşılanmadığının bir örneği. “Evlili-

ğimiz ikimizin çevresi tarafından da biraz garipsendi. Her iki ailede de karma bir evliliğin şimdiye dek olmaması, belki bizim düğünümüze has bir zorluktu.” Prusya-Alman kökenli bir aileden gelen Jonas, ilk tanıştıklarında Rabia’ya İslam hakkında sorular soruyormuş. Sonrasını Rabia şöyle anlatıyor: “İlk tanıştığımızda Jonas merakla İslam’ı öğrenmeye çalışıyordu. Ben kendisine yakındaki bir camiye gidebileceğini, orada daha güzel cevaplar alabileceğini söyledim. Düzenli camiye gidip oradan arkadaşlar edindi.” Bir süre sonra Jonas, Rabia’yı arayıp onunla evlenmek istediğini söylediğinde Rabia Müslümanlığı kabul etmesine rağmen Jonas’a “Hayır olmaz, sen Almansın.” demiş. “Aslında böyle düşünmüyordum, ama aramızdaki kültürel farklılığın bir uyumsuzluk doğuracağını düşünerek istemdışı böyle söylemiştim.” diyor Rabia. Bunun üstüne Jonas, Rabia’nın babasına gidip kızıyla evlenmek istediğini söylemiş ve “Kızınız Alman olduğum için onunla evlenemeyeceğimi söyledi, bu doğru mu?” diye sormuş. Bir kaç hafta süren tanışma sonrasında Jonas Rabia’yı istemeye gitmiş. “Jonas takım giyinmiş, çiçek, çikolata yaptırmış, yüzük almıştı. Bunların hiçbirini ona ben söylememiştim, hepsini kendisi araştırmıştı.” “Damat Gözüyle Bakınca Biraz Garipsediler” Jonas, Rabia’nın babasında iyi bir itibar bırakmış. Efendi, açık sözlü, samimi ve güler yüzlü olduğu için

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

41


D O S YA

kendini sevdirmiş. “Damat gözüyle bakınca biraz garipsediler ve başta şüpheyle yaklaştılar. Ama nihayetinde iyi karşıladılar.” diyen Rabia, iki ailenin tamamen zıt olmasına rağmen, iki tarafın da bu durumu hoşgörü ile karşıladığını anlatıyor. “Aileler anlaşmakta zorluk çekmeden bir araya gelip Almanca sohbet ettiler. Ama derin konulara girildiğinde, bazen ailemin alttan aldığı konular oluyordu. Bazı şeyler Türk kültüründe ayıplanır veya ‘görgüsüzlük’ olarak algılanır. Alman kültüründe ise beğenilmeyen şeyler açıkça söylenir. Yine de kimsenin kalbi kırılmadan düğün sürecini atlattık.” Rabia ve ailesi Almanya’da yaşadığı için düğün sürecinde zorluk çekmemişler, fakat Jonas’ın ailesi için düğün süreci tam bir şok olmuş: “Eşimin ailesi için bazı yenilikler vardı. İslami tutumumuz eşimin ailesi için yeniydi. Türkleri tanımıyorlardı. Tutumları çok olumlu değildi ve bunu açıkça söylüyorlardı. Namaz kılmanın zaman kaybı olduğu, düğüne herkesi çağırmanın gereksiz olduğu gibi düşünceleri vardı. Fakat bütün bu endişe ve asılsız düşünceleri boşa çıkarttık.” “Çocuğunuza Alman İsmi Koyun” Karma evliliklerde çiftlerin uyumunun yanında, ailelerin bakışı da büyük rol oynuyor. Rabia ötekileştirmeye dayalı tavırlara bir örnek veriyor: “Kayınpederim, çocuğumuza Alman ismi verirsek Müslüman olduğunun anlaşılmayacağını ve böylece çocuğun Almanya’da zorluk çekmeyeceğini söyledi. Bu tarz şeyleri tersleyici şekilde ya da beni kırmak amacıyla söylemiyorlar; gerçekten böyle inandıkları için söylüyorlar. Fakat yine de bunlar, mevcut önyargıların dışavurumu oluyor.” Jonas kendi isteğiyle Türkçe dersi görmüş. Babası ise bunun zaman kaybı olduğunu, boşuna efor sarf ettiğini, öğrenecekse, İş İngilizcesi gibi yararlı şeyler öğrenmesini tavsiye etmiş. Jonas’ın annesi ilk başta oğlunun Müslüman olduğuna inanamamış. Ona hoşgörülü bir eğitim verdiğini ve her zaman seçme hakkını bıraktığını öne sürerek, Müslümanlığı seçtiğine şaşırıyormuş: “Jonas’ın böyle bir değişim yaşaması hepsini çok şaşırtmıştı.” “Düğün Şenliği Değil, Düğün Yemeği” Türkiye’deki akrabaların damadı tanıması için nişanı Türkiye'de yaptıklarını anlatan Rabia, bohça gibi hazırlıkların fazla olmadığını anlatıyor. Rabia,

42

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

kız istemeyi, anne-babayı saydığını göstermesi açısından önemsediğini ve birçok geleneği uyguladıklarını, Türkiye’den alışveriş yapıldığını söylüyor. “Kına yakılmasını istemiyordum, Türk olmayan kayınvalidem kınayı sorduğu için kına yakıldı. Hatta avcumu zorla açmaya çalıştı ve altın koydu.” şeklinde klasik bir şekilde yaptığı kına gecesini anlatıyor. Rabia’nın düğün günü için bazı istekleri olmuş. Nikahın, dünyanın ilk havarayı olan meşhur Wuppertal asma treninde gerçekleşmesi, yeşil bir elbise giymek, düğündeki en pahalı şeyin sadece yüzüğü olması bu istekler arasındaymış. Ayrıca, kesinlikle anonslu takı töreninin olmaması, Kur’an-ı Kerim okunması, düğünde konuşma yapılması da diğer istekleriymiş. “Kayınbabam çok güzel bir konuşma yaptı. Hem benim, hem eşimin sevdiklerinin yanımızda olması yeterliydi.” Düğün, resmi ve dinî nikahla aynı günde olmuş. “Bu süreç Jonas için çok heyecan vericiydi. Kuralları ve uygulamaları dikkatle takip etti.” diyen Rabia, düğün günü kız evinde buluşulduğunu anlatıyor. Resmî nikah, Rabia’nın hayal ettiği gibi Wuppertal’ın meşhur asma treninde olmuş. Arabalarına Alman geleneği “Blechdose” denilen tenekeler bağlanmış, “yeni evli” diye kalpler yapıştırılmış ve çiçek atma olmuş. “Bu tarz şeyler benim için önemsizdi, ama yapmış olmak için yaptım.” diyor. Düğün ise Duisburg Merkez Camii’nde olmuş. “Görünüş olarak daha büyük diye ve belki hayatında ilk defa camiye girecek eşimin ailesine güzel bir anı bırakmak için bu camiyi seçtik. Jonas’ın ailesinden 12 kişi geldi. Fotoğraf çekimi olmadı; sahnede değil, yuvarlak masalardan birinde oturduk. Eşimin ailesi düğünde alkol içmek istediği için küçük bir ihtilaf oldu, ama düğünümüzde alkol yoktu.” Dinî nikah ise düğün yemeğinden sonra, caminin içerisinde olmuş. Rabia bu durumu şöyle anlatıyor: “Eşimin ailesi dualar okunurken ve imam nikah kıyarken çok şaşkınlardı.” Jonas’ın geniş bir çevresinin olmadığını anlatan Rabia, altı kardeşi olan kayınvalidesinin sadece bir kardeşiyle görüştüğünü söylüyor. Düğünden sonra arayan dayısı, “Orada çok fazla başörtülü vardı, bundan böyle sizinle görüşmeyeceğiz.” diyerek yeğeni Jonas’a sırt çevirmiş. Jonas’ın, Türkler hakkında ırkçı ifadeler kullanan yakın bir arkadaşı da, düğünden sonra Jonas’la iletişimi kesmiş.


Kayınpederim, çocuğumuza Alman ismi verirsek Müslüman olduğunun anlaşılmayacağını ve böylece çocuğun Almanya’da zorluk çekmeyeceğini söyledi.

“Karma Kısmının Ön Plana Çıkması Irkçı Bir Boyut Alıyor” Rabia, düğününün “karma” oluşunun ön plana çıkmasının ırkçı bir boyut aldığı görüşünde. Kültürlerarası etkileşimin normal olduğu, kültürlerin “kapalı ve ayrı” alanlara hapsedilmediği günümüzde bu vurgu oldukça önemli. Düğününün klasik bir “Türk düğünü” olmadığını söyleyen Rabia şöyle anlatıyor: “Düğünümüze katılan bazı Almanlar, ‘Demek Türk düğünü böyle oluyor’ dediğinde, ‘Biz Türk-Alman düğünü değil, Müslüman düğünü yaptık’ dedik.” Benzer bir bakış açısını Köln’de yaşayan ve Tunuslu Sam ile evlenen Kübra da anlatıyor: “Bizim düğünümüz Türk-Tunus düğünü değildi, Kübra ile Sam’in düğünüydü. Bana göre her şey normaldi. Başkaları şaşırmasa, bir ‘Tunuslu’ ile evlendiğimi fark etmezdim bile.” Evliliğini kültürlerarası bir evlilik olarak görmediğini belirten Kübra, eşiyle uzun süredir tanıştıklarını ve aynı yerde büyüdüklerini anlatıyor. “Evliliğimizin, ‘Almanya’da iki Müslüman evlendi’ şeklinde algılanması gerek.” “Fikir Ayrılıkları Türk-Tunus Arasında Değil, Nesiller Arasında”

yüzden daha çok ikimiz, benim ailemle fikir ayrılığına düştük.” “Klasik Düğün İstemedik” Kübra ve Sam düğün öncesinde kız isteme ya da tuzlu kahve fasılları yapmamışlar. Söz kesilmiş ve kına yapılmış. Kübra’nın kınası Türk usulü olmuş, kayınvalidesinin getirdiği Tunus kıyafetini giymiş. Eşi salona gelmemiş, sadece bayanlar arasında bir eğlence olmuş. Düğün günü kız alındıktan sonra düğünün yapıldığı Köln’e yakın küçük ve eski bir kaleye gidilmiş. 120 kişilik düğünde Kur’an okunmuş, konuşmalar yapılmış ve Afgan yöresine has yemekler dağıtılmış. Kübra o günü şöyle anlatıyor: “Düğünümüz biraz bizi temsil ediyor. Kur’an-ı Kerim okunması bizim için önemliydi. Düğün esnasında Türk müziği çalmadı. Ama bu kasti değildi, müzik ayarlayan arkadaşın Türk olmamasıyla ilgiliydi.” Kübra, düğününü “klasik”, yani 500’ün üzerinde kişi ve takı merasimiyle yapmak istememiş. Annesi büyük bir salon düğünü istese de Kübra’nın isteğini kabul etmiş. “Eşim de benim gibi düşünüyordu. Bu yüzden düğünümüzü istediğimiz gibi yapabildik. İkimizin de baştan beri kafamızda bir düğün vardı çünkü.”

Kübra, kendisinin Türk olmasının eşinin ailesinde hiçbir şekilde konu edilmediğini, kendi ailesinde ise ilk başta bazı aile bireylerinin bunu mesele yaptığını anlatıyor. Fakat ailesi Sam’le tanıştığında, düşünceler hemen değişmiş. Tek zorluk kayınvalidesinin çok iyi Almanca bilmemesi olmuş.

Rabia’nın tecrübesine göre “Türk düğünü”, sahnesi, gelin masası olan, kumaş kaplamalı sandalyeli büyük bir salonda yapılan düğünler: “Yemek, masada leblebi, klasik takı merasimi ve abartılı beyaz gelinlik: Benim için klasik bir Türk düğünü bu demek.” Adem ise davul zurna ve elektro bağlama eşliğinde pistte oynayanlarla Almanya’da geceye kadar süren salon düğünlerini örnek olarak gösteriyor.

Arada doğal olarak fikir ayrılıklarının olduğunu anlatan Kübra, durumu şöyle anlatıyor: “Eşimin tarafı bu fikir ayrılıklarına hiç karışmadılar. Bu fikir ayrılıklarının ‘Türk-Tunus’ kültürü arasında değil; daha çok ‘Almanya’da doğmuş ve burada sosyalleşmiş gençler’ ile ‘geleneklere bağlı olanlar’ arasında olduğunu söyleyebilirim. Ne eşim çok geleneklerini biliyor, ne de ben. O

Her hâlükârda, kültürlerarası oluşun artık geçerli norm olduğu bir çağda “karma düğün”ler, aynı zamanda gelenekleri, tabuları ve sınırları aşarak bir eşiği aşmış oluyorlar. Bu eşik aşıldığında karma düğünler kültürlerin sergilendiği ve bir araya geldiği bir sahneye dönüşüyor. Tüm bunların, bundan 20 yıl önceye kıyasla çok daha normal karşılandığı ise bir gerçek.

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

43


D O S YA

“Eyvah Türk Düğünü!” 60’lı yıllarda Avrupa’da düğün ve nişanlar daha çok Türkiye’de yapılsa da zamanla Türk işçilerin ve ailelerin sayılarının artması, kız alıp vermelerin başlamasıyla lokallerde, kiralık salonlarda ve derneklere ait ortak alanlarda yapılmaya başlandı. Bazı düğün fotoğraflarında arkada görülen derneğe ait masa ve dolaplar ile duvardaki haritalar o yıllarda hiç şaşırtıcı değildi. G ö k h a n D u m a n*

Y

aklaşık 40 sene önce Alman televizyon kanalı ARD’de yayınlanan Türk düğünleriyle ilgili programın, bugün benzer şekilde ele alınması galiba pek mümkün değil. Düğünler sayesinde örf ve âdetlerin yaşatıldığı, Almanlar tarafından da bu düğünlerin hayranlıkla izlendiği yönünde kullanılan dil, zaman içerisinde bir gazetenin manşet attığı gibi “Eyvah Türk Düğünü!” şekline nasıl evirildi? Son yıllarda Alman ve Türk medyasına yansıyan haberlerde Türk düğünleri; trafiği tıkayan konvoylar, sabah erkenden çalan davul-zurnalar, uzun uzun korna çalma seansları, yolda oynayıp halay çekme ve aşırılıklar üzerinden ele alınıyor. Bu dönüşümün nasıl gerçekleştiğini anlamak için Almanya’ya giden ilk nesil işçilerin başlattığı düğün, nişan ve merasim geleneğinin kısa tarihine bakmak fikir verebilir. Konuk İşçiler ve Eğlence Kültürü 1950’li yıllarda Almanya’nın ikili anlaşmalarla ülkesine davet ettiği “Gastarbeiter”, yani konuk işçiler açısından eğlence kültürünün yaşatılmasına baktığımızda karşımıza yalnızca Türkler çıkmaz.

İtalya, Yunanistan, İspanya, Portekiz ve Yugoslavya gibi ülkelerden gelen konuk işçilerin, yeme içme alışkanlıklarından müziğe, giyim kuşamdan eğlenceye değin birçok konuda kendi gelenek ve göreneklerini yaşatmaya çalıştıklarını arşivlerden biliyoruz. Türk konuk işçiler de buna dâhil. Bayerischer Rundfunk’un 1970’te Almanya’da yaşayan konuk işçilerin bir arada olma ve eğlenme kültürünü araştırdığı televizyon programında Münih’teki mekânlar geziliyor. Hemen her ülkeden gelen işçilere ait lokallerde özellikle haftasonları yerel müzikler çalınıp halk şarkıları söyleniyor. Elbette programda ziyaret edilen lokallerden biri de Türklere ait. Gösterilen mekânların hepsinde olduğu gibi Türklere ait lokalde de yerel müzik ve eğlence kültürü hâkim. Saz eşliğinde Anadolu türküleri söyleyip halay çekiyorlar. Türklere ait mekânda dikkat çeken bir şey var ki, o da diğer ülkelerin lokallerine göre burada işçilerin dışında eşlerin ve çocukların daha kalabalık şekilde bulunması. Ailelerin bir araya gelmesine yalnızca eğlence açısından bakmamak gerekir. Zira o dönemde sayıları az olan Türk ailelerinin bir arada olma ve kültürlerini yaşatma

*Yazar ve editör olan Duman, “11. Peron” ve “Göçüp Kalanlar” isimli kitapların yazarı, ayrıca “DiasporaTürk” isimli sosyal medya hesabının kurucusudur.

44

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020


“Alman televizyonu ARD’nin, Almanya’da yaşayan Türklerle ilgili yayınladığı 45 dakikalık programda Türklerin kültürlerini, örf ve âdetlerini yaşattıkları ifade edildi. Programda, Batı Berlin’in Kreuzberg semtinde yaşayan Türklerin düzenlediği düğün, sünnet ve eğlencelerin Almanlar ve diğer yabancılar tarafından çok enteresan bulunduğu ve hayranlıkla izlendiği belirtildi.” (12 Eylül 1983, Milliyet)

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

45


D O S YA

Bazı düğün fotoğraflarında arkada görülen derneğe ait masa ve dolaplar ile duvardaki haritalar o yıllarda hiç şaşırtıcı değildi. arzusunun da bunda payı olduğunu söyleyebiliriz. Henüz aile birleşiminin yoğun olarak başlamadığı yıllarda geleneğin yaşatılması adına bu durumun erken dönem örneği olarak dikkat çekici olduğunu söylemek gerekir. Lokallerden “Düğün Derneğe” 1960’lı yıllarda başlayan lokal kültürü, konuk işçiler açısından dernekleşme sürecinin de öncesine dayanıyor. Henüz o yıllarda Almanya’ya yerleşme ve kalıcı olma fikri işçiler arasında çok yaygınlaşmadığından mekânsal inşanın sınırlı olduğu, kurumsal yapılanmanın ise az olduğu bir dönem. Konuk işçiler, geçici süreli anlaşmayla gelmişlerdi ve kısa bir süre sonra ülkelerine geri döneceklerdi. Dolayısıyla bir çatı altında toplanabilecekleri, bir araya gelip kendi dillerinde konuşup kendi yemeklerini yiyebilecekleri, şarkılar, türküler söyleyecekleri lokaller onlar için ilk başlarda yeterli olabiliyordu. Münih, Köln, Berlin ve diğer şehirlerde konuk işçilere ait lokaller kurulmuştu. Bazı işçi yurtlarında da ülkelere göre küçük salonlar tahsis edilmişti. 1962 yılında kurulan Almanya’daki ilk Türk derneği olan “Köln ve Çevresi Türk İşçi Derneği”nin ilk faaliyetlerinden biri de lokal açmak olmuştu. Hatta bu lokalin yaşlı Alman sahibesinin nişanlanacak ya da düğün yapacak Türk işçiler için lokalin orta yerine boş bir şişe koyarak para toplattığı ve bunun o işçiye hediye edildiği arşiv kayıtlarında geçiyor. O yıllarda düğünler, nişanlar daha çok Türkiye’ye giderek yapılsa da zamanla Türk işçilerin ve ailelerin sayılarının artması, kız alıp vermelerin başlamasıyla işte bu lokallerde, kiralık salonlarda ve derneklere ait ortak alanlarda görece daha mütevazı nişan, sünnet ve düğün merasimleri yapılmaya başlandı. Bazı düğün fotoğraflarında arkada görülen derneğe ait masa ve dolaplar ile duvardaki haritalar o yıllarda hiç şaşırtıcı değildi. Lokal kültürü bir süre daha canlılığını korusa da kalıcı olma ve yerleşme fikri beraberinde mekansal inşa ve kurumsal yapılanmayı getirdi. Kısa zamanda dernekler, onlara bağlı yapılar, bakkal, manav, market, berber, seyahat ofisi, Türkçe sınıfı, okul, Kur’an kursu, mescit, cami, export dükkanları,

46

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

video-kasetçiler, çeyiz mağazaları ve düğün salonları gibi ihtiyaç olan hemen her alanda yeni yerler açıldı. İşçi alımının resmî olarak durdurulduğu 1973 yılı bu anlamda milat sayılabilir. Bu dönemden sonra aile birleşimlerinin hızla arttığını görüyoruz. İşçi yurtlarından ve pansiyonlardan çıkan işçilerin aileleriyle birlikte evlere yerleşerek “mahalle”nin bir parçası olmaya başladıkları bu dönemde, hiç şüphesiz mekânın inşası ve kültürün taşınması da kendi doğal süreci içerisinde gelişiyordu. Bu bağlamda düğünlerin de Türk toplumunda köklü geleneğe dayanan, bölgesel ritüelleri ve yerleşik kalıpları olan başlıca kültürel olgulardan biri olarak 1970’li yıllarla birlikte Türkiye’den Almanya’ya taşınmaya başladığına şahit oluyoruz. Avrupa’da Düğünler ve Gelenek Dünyanın her ülkesinde evlilik ve düğünlerle ilgili kimi zaman birbirine çok benzeyen, kimi zaman da farklılaşan geleneklerin olduğunu söylemek yanlış olmaz. Evlilik ve düğün geleneklerinin birçoğu genellikle toplumdan ve aileden aktarılsa da zaman içerisinde değişen, dönüşen gelenekler ile yeni ortaya çıkan “âdetlerin” olduğunu görüyoruz. Eskiler yaşatılıyor, bazen eskilerin yerini yenileri alıyor ve bir şekilde evlilik ve düğüne dair ritüeller hayatımızda hep var oluyor. Türklerin olduğu kadar Almanların da düğün gelenekleri var. Üstelik bunların bir kısmı birbirine benziyor. Almanların “Aussteuer” dedikleri gelenekte yeni evlenecek çiftin yakınları ve arkadaşları onların ihtiyaç duyduğu küçük ev eşyalarını hediye ederek çeyiz dizmesine yardımcı olur. Her ne kadar şimdilerde Almanya'da pek yaygın olmasa da, Türk örf ve âdetlerinde “çeyiz dizme” hâlâ canlılığını koruyan bir gelenek. Benzer şekilde “Reiswerfen” de Alman kültüründe yeni evlenecek çifte bereket getirsin diye üzerlerine pirinç atılmasına dayanan eski bir gelenek. Bizde de hâlâ evliliğin bolluk ve bereket içerisinde sürmesi için gelin ve damadın üzerine şeker, buğday, para ve pirinç atılıyor. “Polterabend” ise düğünden önce tabak çanak kırarak uğursuzlukların defedilmesi ve ortalığa saçılan kırık parçaların gelin ve damat tarafından süpürüle-


rek çiftin hayat boyu dayanışma içerisinde olması fikrinden ilham alıyor. Bizdeki gelinin testi kırması geleneğinde ise testinin içerisine konulan şeker, buğday ve bozuk para bolluk ve bereketin işareti olurken, bir yandan da testinin kırılmasının nazarı ve kem gözü kovduğuna inanılıyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün, ancak bu örnekler bile evlilik ve düğün konusunda aileden ve toplumdan aktarılan ve neredeyse karşı koyması pek mümkün olmayan örf, âdet ve geleneklerin hemen her toplum içerisinde var olabildiğini ve birbirine benzeyebildiklerini göstermeye yetiyor. Peki Türklerin Almanya’ya taşıdığı diğer düğün gelenekleri nelerdi? Kız istemeden gelin almaya, çeyizden nişana, gelin arabasından davullu zurnalı düğün salonlarına kadar birçok gelenek ve göreneğin Almanya’ya aktarımının süreç içerisinde bir şekilde gerçekleştiğini söylemek mümkün. Ailelerin sayısının artmasıyla Almanya’da yapılan nişan ve düğünlerin sayıları da hızla artmaya başladı. Za-

manla açılan çeyiz salonları, kuaförler, kuyumcular, çiçekçiler, videocular, fotoğrafçılar, pastacılar ve düğün salonlarının sayısı bu alanın aslında oldukça büyük bir sektöre dönüştüğünü göstermesi bakımından da önemli. Gelenekten “Like”a İlk yılların bazı ikonik geleneklerine bakmak nereden nereye gelindiği konusunda yol gösterici olabilir. İlk yıllarda, sarı Mercedes’in, yeşil Ford Taunus’un ya da kırmızı bir Opel Record’un ön kaputuna serilen küçük bir kilim ve üzerine oturtulan gelinlik giymiş oyuncak bebek figürünün gelin arabalarında oldukça yaygın olduğu görülüyor. Henüz uzun uzun korna çalan kalabalık konvoyların “trend” olmadığı yıllarda, şehirde dolaşan bu bebekli arabalardan yakınlarda bir Türk düğünü olduğu anlaşılabiliyordu. Almanların dikkatini çeken bir başka gelenek ise birçok habere de konu olan “yakaya mark asma” ritüeli... Bizde takı töreni olarak

* 4 Kasım 2014, Sabah SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

47


D O S YA

bilinen gelenekte gelin ve damadın yakasına takılan paralar Almanya’da doğal olarak mavi mavi marklardan oluşuyordu. Yardımlaşma ve dayanışmanın biraz “fazlaca açık” bir hâli olsa da Almanlara göre Türk düğünlerinin en ilginç yanlarından biri buydu. ARD’nin 1983’teki haberinde “hayranlık” ifadesiyle anlattığı Türk düğünlerinin olmazsa olmazlarından biri de geleneksel Türk yemekleri ve müzikleriydi. Yöresel yemeklerin ikram edildiği düğünlere yerel müzik de eşlik ediyordu. Düğün salonlarına davet edilen sanatçılar ve yerel kıyafetli halk oyunları ekipleri genellikle gelin ya da damadın Türkiye’deki memleketinden esintiler taşıyordu. Kimi zaman horon, kimi zaman zeybek, bazen de halay... Düğünlerde peş peşe çıkan birkaç sanatçı olurdu ve bunlar özellikle hafta sonları “ring” ya-

48

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

parak diğer düğün salonlarını da dolaşırdı. Hatta 27 yılını Köln’de geçiren rahmetli Neşet Ertaş’ın da maddi sıkıntıda olduğu yıllarda birçok düğüne giderek türkü söylediği biliniyor. Düğüne giden bir misafirin gelin ve damadın sevincine ortak olmanın yanı sıra Zahidem’i ya da Gönül Dağı’nı dinlerken bir memleket tahayyülü ile oradakilerle aidiyet hissini paylaştığını söylemek çok mu öznel bir yorum olur? Düğünler belki buna da aracılık ediyordu kim bilir? Şimdiki düğünlerin bu tahayyüle müsaade edip etmediğini de tartışabiliriz. İlk yıllara bakıldığında düğünlerin bir bakıma kültürel ögelerin harmanlandığı ve yöresel unsurların baskın olduğu bir havada geçtiği görülüyor. Kendi örf, âdet ve geleneklerini yaşatmaya çalışan ve kültürüne sahip çıkan bir toplum görüntüsü çıkıyor karşımıza. Belki de Alman medyasının o yıllarda


Türk düğünlerini ele alış biçimi biraz da bu yaklaşımın bir sonucuydu. Elbette her toplumda olduğu gibi düğün ve evlilik gelenekleri zaman içerisinde değişip dönüşebilir. Yeni “trenler” de eklemlenebilir. Özellikle son yıllardaki düğünlerin bir “organizasyon modası” içerisinde gerçekleştiğini ve geleneksel kültürün yerini “like kültürüne” bıraktığını söylemek tartışmaya değer bir başlık olarak görünüyor. Son yıllarda “trend” olan bekarlığa veda partisi, gelin ve nedimeleri ile damat ve arkadaşlarının özel dans performansları, sahneye çıkış ritüelleri, moda çekimlerini aratmayan gelin-damat albümleri, “story”ler ve “after party”ler düğünlerin artık başka bir kalıp içerisine girdiğini işaret etse de Türk

düğünleri daha çok trafik tıkayan konvoylar, kulak yırtan kornalar ve sabah erken saatlerde gerçekleşen sokaktaki davul-zurna gösterileri ile anılıyor. Eskinin yerine gelen her neyse bunun hem Türk hem de Alman toplumuna bir takım yansımalarının olduğu aşikar. Zira bizdeki dönüşümün toplumdaki ve medyadaki yansımasına baktığımızda 60 yıllık göç sürecinde şimdiye kadar kullanılmayan bir dilin iyiden iyiye yerleştiğine şahit oluyoruz. Maalesef Türk düğünleri artık topluma karşı tehlike oluşturabilen ve dikkat edilmesi gereken bir olay olarak ele alınıyor. Bunun nedeni biz miyiz yoksa her şey bir algıdan mı ibaret? Unutmadan, “Eyvah Türk Düğünü!” başlığını atan bir Türk gazetesiydi.*

EN HÜZÜNLÜ GÜNÜNÜZDE YANINIZDAYIZ IN SCHWEREN STUNDEN SIND WIR BEI IHNEN

HERKES ÖLECEK YAŞTADIR DER TOD KENNT KEIN ALTER

BELGE URKUNDE

RESMÎ İŞLEMLER BEHÖRDENGÄNGE

DİNÎ VECİBELER

RELIGIÖSE VORSCHRIFTEN

NAKİL

ÜBERFÜHRUNG

TESLİM ÜBERGABE

UKBA Cenaze Yardımlaşma Derneği | Cenaze Hizmetleri UKBA Bestattungshilfeverein e. V. | Bestattungskostenunterstützungsgemeinschaft (BKUG) Colonia-Allee 3 | D-51067 Köln | T + 49 221 942240-430 | F + 49 221 942240-429 | cenaze@ukba.eu | www.ukba.eu SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020 Amtsgericht Köln VR 17561 | Kreissparkasse Köln | IBAN: DE37 3705 0299 0149 2829 41 | BIC / SWIFT: COKSDE33

49


D O S YA

Kamera Gözünden”

Berlin’de Bir Düğün 1980’li yıllarda Almanya’daki düğünler videoya kaydediliyor, bu kayıtlar Türkiye’deki akrabalarla paylaşılıyordu. Bugünün düğünleri ise muhayyel bir izleyici/takipçi kitlesi dikkate alarak kurgulanıyor. N a z i f e Ş i ş m a n*

B

erlin Spree Nehri üzerinde bir teknenin güvertesinde “kuğu gibi süzülen bir gelin”... Damada doğru yaklaşıyor, el ele tutuşup romantik pozlar veriyorlar. Ardından kamera bir kuaför salonunu gösteriyor, “damat traşı” sahne alıyor. Hemen ardından, eş zamanlı efektiyle gelinin makyaj sahneleri geliyor görüntüye. Başörtülü gelinin sadece yüzünü, biraz da gerdanını gösteriyor kamera. Sonrasında gelin evinde bele bağlanan kırmızı kurdele, kapı önünde çalan davullarla gelinin evden çıkışı teatral sahnelerle kameraya yansıyor. Gürültülü bir konvoyla düğün salonuna varılıyor, araçların arasına yerleştirilen küçük sis makineleri ile dumanlı bir sahne efekti yaratılmaya çalışılıyor. Kamera gelinle damadın her

anını kaydediyor: Dans, pasta kesme sahnesi ve nihayet salondan çıkış. Bunlar pek çok düğün videosunda rastlanılabilecek sahneler. Videolara asıl “farklı” niteliğini kazandıran husus, seçilen mizansenler. Gelin ve damadın tercihine göre Spree nehrinin yanı sıra Bellevue Sarayı, Berlin Katedrali ve Müze Adası gibi yerlerde de çekimler yapılabiliyor. Ya da gelin ve nedimeleri ellerinde fırfırlı şemsiyeler, damat ve sağdıçları da başlarında feslerle karşılıklı durup “Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur” şarkısı eşliğinde bir mizanseni canlandırıyorlar. Berlin’de bu seçenekler mevcutken mesela İstanbul’da bir çift, Gezi olaylarının olduğu dönemde TOMA’ların önünde fotoğraf çekti-

*Boğaziçi Üniversitesi’nde Ekonomi okuyan Şişman, Sosyolojide lisansüstü çalışmalar yapmıştır. Ağırlıklı çalışma alanları kimlik siyaseti, kültürel karşılaşmalar, gündelik hayat, beden sosyolojisi ve dijital kültür gibi konularda yoğunlaşmaktadır.

50

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020


© Von Alex Gakos/shutterstock.com

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

51


D O S YA

riyor. Bir uçak enkazının ya da yanmakta olan bir evin önündeymiş gibi görünen düğün fotoğraflarına sahip olmak isteyen çiftler de var. Böyle olunca, insan, fotoğraf ve video çekimleri düğün törenini kayıt altına almak için yapılmıyor da sanki düğün töreni bu kayıtlar için yeniden kurgulanıyor gibi bir izlenime kapılıyor. “Her Şey Bir Fotoğrafta Nihayet Bulmak Üzere Var Olur” Fotoğraf ve video çekimleri, artık bir düğünün olmazsa olmaz ritüelleri arasında. Susan Sontag, 19. yüzyıl estetlerinden Mallarme’nin “Dünyadaki her şey bir kitapta sona ermek için ortaya çıkar.” tespitine “Her şey bir fotoğrafta nihayet bulmak üzere var olur.” ifadesini ilave etmişti. Bu söz en fazla düğün fotoğraflarında gerçeklik kazanıyor. Hatta fotoğrafı çekilmemiş olay gerçekleşmemiş kabul ediliyor. Emile Zola’nın 1901’de söylemiş olduğu ve fotoğrafı gerçekliğin bir kanıtı olarak sunan yaklaşımı bugün tartışmasız kabul ediliyor: “Bir şeyin fotoğrafını çekmedikçe onu gerçekten görmüş olduğunu iddia edemezsin.” Özellikle de düğün gibi toplumsal törenler söz konusu olduğunda. Eğer fotoğrafların, videoların yoksa, düğününün gerçekleşmiş olduğunu nereden bileceğiz? Bir düğün fotoğrafçısının kendisi ile yapılan röportajdaki şu ifadesi fotoğrafın nasıl da düğünün vazgeçilmez bir rüknü hâline geldiğini gösteriyor: “Fotoğraflarımız çekildiğinde düğünümüz tamamlanmış olacak.” Kendi düğünü için bu ifadeyi kullanan düğün fotoğrafçısı Fatih Yılmaz, sosyal medya hesabında paylaşmak için en ilginç fotoğrafı çektirmek isteyen müşterilerinden, gelin ile damadı fotomontajla ufolardan kaçarken, antik harabelerin ortasında ya da bir deprem anının en kritik yerinde imiş gibi manzaraya yerleştirdiğinden bahsediyor. Böyle alakasız/ilginç düğün fotoğraflarına talebin artması, büyük oranda düğün fotoğraflarının sosyal medyada paylaşılması ile ilgili. Artık çekilen fotoğraflar sandıklarda veya belki de yıllarca açılmayacak albümlerde saklanmıyor. İnsanlar çektirdikleri hemen her fotoğrafı, sosyal medya aracılığı ile takipçileriyle paylaşıyor. Bir önceki aşama, aile albümüne yerleştirilen stüdyo çekimleriydi. Nitekim Sanayi Devrimi’nin yerinden ettiği insanlar, geçmişle bağ kurabilmek

52

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

için fotoğraf çektirmeye ayrı bir önem vermişlerdir. Fotoğraf biriktirmek üzere gezen, deneyimini kameranın gözüne emanet eden turistlerden sonra en fazla fotoğraf çekenler/çektirenler, göç sebebiyle geçmişle bağları kopan kişilerdir. Almanya’daki Türklerin hem gündelik hayata dair hem de düğün törenlerini belgeleyen fotoğraflarına, video çekimlerine de bu açıdan bakmak gerekir. Düğünler, kültürün özelliklerinin tezahür ettiği birliktelikler olduğu için sembolik bir önem taşırlar; kimlik, ana vatan gibi konuları düşünmemizi sağlayan metaforları sunan toplumsal olaylardır. Göçmenler söz konusu olduğunda kültürel tezahür ve kimlik meselesi çok daha büyük bir önem taşır. Bu sebeple Almanya’daki Türklerin düğün törenlerinde anavatan ile, akrabalar ile videolar aracılığıyla kurdukları köprü, çok çarpıcı bir örnektir. Türkiye’den Berlin Düğünlerine Kasetle Katılmak Büyük oranda 1980’lerde başlayan düğünlerin videoya kaydedilme geleneğinin asıl gerekçesi, Türkiye’deki akrabalardır. O dönemde tipik uygulama şöyledir: Türkiye’deki akrabalar düğün sahibinin yakınlarından birinin evinde toplanırlar ve sanki Berlin’deki düğün törenine katılmış gibi Almanya’dan gelen VHS düğün kasetini izlerler. Baştan sona, bizzat oradaymış gibi, kaseti durdurmaksızın, ileri sarmaksızın izlenen eğlenceye eşlik de ederler. Toplanılan yakın akrabanın evinde yenilir, içilir, hatta düğün kaydındakiler oynarken onlarla birlikte oynanır. Zamansal ve mekânsal engeller bu şekilde aşılmış olur ve sanki oradaymış gibi düğüne dair konuşulur: Gelinlik de biraz fazla açık. Taktığı bilezik pek ince değil mi? Aman Ayşe’nin elbisesi ne öyle... Ahmet’in kızı da pek güzel olmuş maşallah... Sohbet edilir, dedikodu kulvarına girilir, çöpçatanlığa malzeme toplanır. Kısacası, kasetten izlenen Berlin’deki düğüne Türkiye’den eşlik eden sanal düğün misafirleri, bir düğünde neler yapılırsa aynı şeyleri yaparlar. 2000’lerden itibarense artık kamera, bütün törene hâkim olur. Belli bir rutini takip eden töreni dışarıdan bir göz olarak kaydetmenin yerini, kameranın orada olduğu bilincinin her şeyi değiştiren etkisi alır. Düğün artık başkalarının sonradan izleyeceği bir sahne olarak tasarlandığından, gösteri, eğlence


ve şov unsurları ön plana çıkar ve düğün organizasyonunun yapısı neredeyse televizyon stüdyo ve magazin programlarına benzer. Bu süreçte Avrupa’daki (özellikle Almanya’daki) Türklerin düğünlerini canlı ya da banttan yayınlayan Düğün TV, çok tipik bir örnek teşkil eder. Düğün TV’nin kendi kameramanları tarafından çekilen ya da başka fotoğrafçıların çekimlerinin canlı ya da banttan yayınlandığı bu görüntülerde, sahne ve pistin daha ağırlıklı bir yer tutmaya başladığı görülür. 1990’lı yıllarda VHS kasetlere çekilip memlekete gönderilen kayıtlarda önemli bir yeri olmayan sahne ve orkestra, zaman içinde gittikçe ortamı ve kalabalığı yöneten, kamerayı yönlendiren bir unsura dönüşmüştür. Düğünlerde “Odak” Kayması Esasında bütün törenler gibi düğün de eskiden beri seyire, gösteriye yöneliktir. Düğünlerde topluluğun ortaklaşa değerleri, önceden üzerinde uzlaşılan hususlar doğrulanır ve kamusal olarak törensel bir performansla sergilenir. Sahneleme, sergileme ve seyir, düğünler için hep söz konusudur. Herkes önceden belirlenmiş rolünü bilir ve oynar, topluluk bu sahneleme ile kültürünü, kimliğini, değerlerini onaylamış olur. Bu hep böyle olmuştur. Peki yeni görsel araçlar, yeni görüntüleme ve kayıt teknikleri, yeni medyalar ve sosyal mecralarda anlık/ertelemeli görüntü paylaşımı, düğün töreninin gidişatını, yani organizasyonunu ve sahnelenişini nasıl etkiliyor? Benim fikrimi yorduğum husus bu. Fotoğraf çektirmenin ve video kayıtlarının düğünün vazgeçilmez ritüelleri arasına girmiş olması, bu etkinin en bariz görünen kısmı. Yukarıda işaret ettiğim düğünlerde sahnenin ve eğlence/magazin yönüne kayması gibi değişimlere benzer, başka “odak” kaymaları da söz konusudur. Yeni kayıt teknikleri sebebiyle düğün töreni boyunca ve özellikle düğün salonunda ortaya çıkan en önemli değişimlerden biri gelin ve damadın pozisyonudur. Eski düğünlerde gelin ve damat, günün kahramanları da olsalar topluluktan ayrı çok özel bir öneme sahip değildirler. Nitekim eski sabit kameralarla çekilen

görüntülerde gelinle damadın göründüğü sahneler, oran olarak, misafirlerin göründüğü sahnelerden fazla değildir. Günümüzde ise salondaki bütün törensel aşamalarda gelin ile damadın aktörlüğü ön plandadır. Salona girişleri dev ekranlardan canlı olarak izlenir, yürüyüşlerini mini bir medya ordusu takip eder. Gelin ile damat âdeta medyatik bir figür olarak baş aktör konumuna yükselmişlerdir. Zira artık düğün kayıtlarının dolaşım ve paylaşımı sadece eş dost, akraba ile sınırlı değildir. Yeni medya olanakları ile birlikte bu çekimler, bu çekimlerden yararlanılarak yeniden kurgulanan videolar, ana akım medyanın iletişim kanallarında reyting mücadelesi verecektir. Kamera gelin ve damadı baş aktör ve aktrise dönüştürürken, düğün töreni de bir gösteriye dönüşür. Gelen misafirlerin haricinde bir de hayali izleyiciler vardır, bu olaya geç dâhil olacak izleyiciler... Sanki bütün düğün bu hayali izleyiciler için tasarlanır. Bu sadece düğün gibi önemli törenlerle sınırlı bir uygulama değil. Artık herkes elinde bir kamera/ akıllı telefon ile yaşıyor ve hayat parçalarını sürekli kaydedip paylaşıyor. Dijital kültürle ilgili çarpıcı tespitleri olan genç sosyal bilimci Nathan Jurgenson, bugünümüzü sosyal medyanın vadettiği bir kitle için potansiyel bir geçmiş olarak kurguladığımıza işaret ederken “belgesel bakış” kavramını kullanıyor. “Belgesel bakış”, bugün içinde olduğumuz anı sosyal medyanın vadettiği seyirci tarafından tüketilecek potansiyel bir geçmiş olarak görmek ve kurgulamak demek. Günümüzde düğünler de sanki geleceğin potansiyel Youtube videosu imiş gibi muhayyel bir izleyici/takipçi kitlesi dikkate alarak kurgulanıyor. Artık düğün törenlerinin muhatapları, orada bizzat bulunan misafirler ya da Almanya’daki Türklerin 1980’li, 90’lı yıllardaki uygulamasında olduğu gibi memleketteki akrabalar değil. Düğün törenlerinin yeni organizasyonu, “kamera gözü”nün hakimiyeti altında şekilleniyor.

Belli bir rutini takip eden töreni dışarıdan bir göz olarak kaydetmenin yerini, kameranın orada olduğu bilincinin her şeyi değiştiren etkisi alır. SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

53


54

SAYI 291 294 • MAYIS EYLÜL-2020 EKIM 2020


D O S YA - S Ö Y L E Ş I

“AVUSTURYA’DAKI TÜRKLER DÜĞÜN TRENDLERINI GERIDEN İZLIYOR” DÜĞÜN FOTOĞRAFÇILIĞI, DÜĞÜN TÖRENLERININ ARTIK VAZGEÇILMEZI. AVUSTURYA’DAN ELOGRAPHY’NIN KURUCUSU ELIF ÖZBAY ILE AVRUPA’DAKI DÜĞÜNLERI KONUŞTUK. Ebru Hısım Avusturya’da düğün fotoğrafları çekmeye nasıl başladınız? Asıl eğitimim, Almanca ve felsefe öğretmenliği üzerine. Fotoğrafçılığa ise 14 yaşında, doğa fotoğrafları ve ailemi çekerek başladım. Daha sonra Avusturya’daki camilerin programları, kermesler ve arkadaşlarımın doğum günleri ile devam ettim. Zamanla arkadaş çevremden evlenenler oldu. O zamanlar Viyana’da çok fazla düğün fotoğrafçısı yoktu. Arkadaşlarımın “Senin kameran var, bizi çeker misin?” demeleri ile başladı düğün fotoğrafçılığı serüvenim. Şu an Elography ekibi dört kişiden oluşuyor. Ağırlıklı olarak “düğün fotoğrafçılığı” yapıyoruz ve bu, düğünün yanı sıra söz, nişan ve kınayı da kapsıyor. Birçok Avrupa ülkesinde düğün çekimleri yapıyorsunuz. Batı Avrupa’da düğünlerde ülkeler arası ne tarz farklılıklar var? Biz düğün hazırlığından, düğün törenine kadar çekim yapıyoruz. Avusturya’da düğünler genelde salonda gerçekleşiyor ve salonların paketleri oluyor. Salonu tutan, oranın fotoğrafçısını da tutmuş oluyor.

Almanya ve Hollanda’daki çekimlerde “gün boyu çekimler” (hikâye düğün fotoğrafları) daha çok tercih ediliyor. Avusturya’da düğün öncesi hazırlık esnasında çekime çok fazla önem verilmiyor veya maddi yönden külfetli geldiği için gerek görülmüyor. Ayrıca Avusturya’daki kuaför salonları buna müsait de değil. Gün boyu süren “hikâye videosu” tercih edenler kuaför salonlarından itibaren video çekimine başlıyorlar. Bazı çiftler ise düğünlerine otellerde hazırlanıyor. Makyöz ve kuaför de oraya geliyor. Bu durumda daha özenli hazırlanıldığı için gün boyu fotoğraf ve video çekimleri isteniliyor. Düğünleri yakından ve birebir takip eden birisi olarak Avrupa’daki Türkiye kökenlilerin düğünlerini nasıl tanımlarsınız? Düğünleri geleneksel olarak tanımlarım. Âdetlere çok önem veriliyor. Çok modern bir aile de, çok klasik bir aile de düğünlerde geleneklere dikkat ediyor. Mesela gelin çıkarmada kuşak, duvak ve kapı tutma gibi gelenekler öne çıkıyor. Neredeyse her düğünde bunları görebilirsiniz. Bir başka konu ise, düğünlerin büyüklüğü. Genel olarak

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

55


D O S YA - S Ö Y L E Ş I

Avrupa’daki Türkler için büyük düğünler söz konusu. Şu an salgın sebebiyle düğünler mecburen daha kısıtlı misafir sayılarıyla organize ediliyor. Şimdilik çoğunluk küçük düğünlerden şikayetçi değil, ama korona sonrası tekrar büyük düğünlere dönüş yapılacağını tahmin ediyorum. Bunun en önemli sebebi diğer düğünlerde takılan takıların geri gelmesi ve tanıdıkların çağrılmadıkları takdirde küsmeleri. Avusturya’da genellikle düğünler ikiye ayrılıyor: Çalgılı ve mevlitli düğünler. Çalgılı düğünler baştan sona kadar oynamalı, mevlitli düğünler ise programlı oluyor. Bu program genellikle ilahi grupları ve oyunlardan oluşuyor. Fakat düğünler genelde seneler boyunca aynı şekilde ilerliyor.

Avusturya’daki düğünlerde genç çiftler düğünleri hakkında hâlâ çok fazla söz sahibi değiller. Genç yaşta evlenen çiftler, düğünleri için çalışıp para biriktirememiş oluyorlar. Bu durumda düğün töreni ile ilgili birçok ayrıntıya aileler karar SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

Türkiye’de “Yaz sezonu düğün sezonudur” gibi bir tabir var. Avrupa’daki Türkler için de bu geçerli mi?

Pandemi sebebiyle tatile gidemeyenler çok olduğu için bu sene ilk defa yaz aylarında Avusturya’da yoğun bir düğün sezonu var. Yoksa normalde izin dönemleri olan temmuz ve ağustos aylarında Avrupa’daki Türkler arasında neredeyse hiç düğün yapılmazdı. Buradaki düğünleri Türkiye’dekilerden ayıran bir özellik de bu zaman meselesi. “İzin zamanı”, “İzin zamanı”, Avrupa’daki Türkler için düğün yapılmayan bir zaman, çünkü Avrupa’daki muhtemel davetlilerin neredeyse tamamı bu tarihlerde Türkiye’de Türkler için oluyor. Daha ziyade izin dönüşü, düğün yapılmaeylül aylarından itibaren düğünler başlıyor. Eylül başı düğün sayan bir zaman, hipleri Türkiye’den düğün alışverişini yapıp gelmiş oluyorlar. çünkü muhteBunun haricinde Noel ve özellikmel davetlilerin le Paskalya tatili de Avrupa’daki Türkler için düğün dönemleri. neredeyse taBu tatil günlerinde, sadece Avusturya değil; Almanya, Fransa gibi mamı bu tarihçevre ülkelerdeki akrabaların da lerde Türkiye’de düğüne gelmesi kolaylaşıyor. Son olarak, Ramazan Bayramı ve yaz oluyor. tatili başlangıcı arası da tercih ediliyor.

Aslında Avusturya’yı Avrupa geneli olarak göremeyiz. Benim takip edebildiğim kadarıyla buradaki Türkler diğer Avrupa ülkelerindeki Türklere göre “düğün trendleri” konusunda daha arkadan geliyor. Hollanda veya Almanya’daki düğün fotoğrafçılığı ve düğün ile alakalı salon, orkestra, programlar, kuaför salonları veya DJ gibi birçok konu çok daha güncel trendlerle uyumlu. Viyana, Avusturya genelinde düğün konusunda en çok imkân sunan şehir olmasına rağmen burada dahi örneğin tesettür gelin başı yapan kuaförlerin sayısı çok az. Yani düğün piyasası olarak nitelendirebileceğimiz işletmeler Avusturya’da diğer ülkelere kıyasla henüz çok canlı değil. Viyana’da bu kadar çok Türk kökenlinin yaşamasına rağmen düğün pazarı son yıllarda yeni yeni oluşuyor. Düğün salonlarının dekorları da yeni yeni biraz Hollanda’dakilere yaklaşmaya başlıyor.

56

veriyor. Avusturya’daki Türk toplumundaki yaşlılar ise genelde büyük düğünler istiyorlar.

İnsanların en özel anlarına fotoğraflarınızla eşlik ediyorsunuz. Bu anlara dair gözlemleriniz neler? Genellikle çiftler genç ve tecrübesizler. Bu durumda düğün fotoğrafçıları da bir nevi onlara yol gösteren kişi hâline geliyor. Gelin çıkarmada mesela bize herhangi bir konuda “nasıl yapalım?” diye soruluyor. Âdetler herkesin memleketinde farklı ve zamanla unutulmuş olabiliyor. “Önce kuşak mı yoksa duvak mı takılır, erkek tarafı geldikten sonra mı kuşak takılır veya önce el mi öpülür” gibi sorular soruluyor. Bazen kız tarafı ile erkek tarafı zıt düşüyor, hatta bir tarafta bile dört ayrı fikir söz konusu olabiliyor. İçinden çıkamadıklarında “Siz


birçok düğün gördünüz. Siz söyleyin.” diyorlar. Düğün piyasasının içinde olanlar, yani kuaförler, fotoğrafçılar ya da salon işletmecileri, düğün hadisesini haftada belki üç dört defa yaşıyorlar. Dolayısıyla bütün bu aktörler, stresli çift ve aileler için düğün esnasında bir danışmana dönüşüyorlar.

kullanılması Hollanda’da başladı. Türkiye’deki değişik düğün hediyelikleri Avusturya’ya da geldi artık. Türkiye’de kullanılan değişik düğün hediyelikleri daha küçük düğünler için kullanılırken, Avusturya’da büyük salon düğünleri için sipariş veriliyor.

Avrupa’da düğün fotoğrafçılığı nasıl? Avrupa’daki Türklerin düğün fotoğraflarının konseptine “Avrupa konsepti” diyebilir miyiz yoksa Türkiye’den mi etkileniyor?

Eskiden söz aile arası yapılırdı, şimdi ise çok büyük organizasyonlarla sürekli değişik bir konseptte yapılıyor. Herkes üzerine bir şey daha eklemeye çalışıyor. Bir kısmı da bu kadar cümbüşün içinde sade kalmaya çalışıyor. Artık herkesin elinde telefon var, herkes Instagram’da “story” atıp paylaşım yapıyor. Hazırlık ve çekim esnasında birçok şey Instagram için yapılıyor. İnsanlar “Fotoğraflarım güzel olsun, sonra onları Instagram’da ‘highlight’ yaparım.” diye düşünüyor.

Genel olarak Türkiye bu konuda tam olarak “akım belirleyici”. Düğün konusunda Türkiye’nin etkisi sadece fotoğraflarla sınırlı değil. Makyajdan gelin buketine kadar Türkiye’de düğünler nasıl yapılıyorsa burada da öyle yapılıyor. Mesela şu an Türkiye’de “after wedding” çekimleri revaçta. Yani düğün sonrası düğün çekimini gerçekleştirmek. O konsept henüz buraya gelemedi. Bunun nedeni ise daha çok maddiyatla ilgili. Gelinler iki defa makyöz ve kuaför parası vermek istemiyorlar. Bunun yanı sıra farklı bir gün gelinliği giymek istemiyorlar. Türkiye’de, bilhassa İstanbul’da trafik sorunu olduğu için, o günkü stresi azaltmak adına çekimi başka bir gün tercih ediyorlar. Avusturya’da genellikle mevlitli düğünler öğlen, çalgılı düğünler ise akşam başlıyor. Kuaförlerde gelin başı ve makyaj yaklaşık üç dört saat sürebiliyor. Sonrasında gelin çıkarma ve yolu hesaplandığında sabah namazı sonrası düğün hazırlığına başlamak gerekebiliyor. Bu durumda düğün fotoğraflarını düğünden sonra çektirmek artık yeni bir uygulama. Fakat birçok çift, düğün sonrası fotoğraf çekimi için motivasyonunu kaybediyor. Düğün öncesi her şeyi yapmaya hazırlar, ama düğünden sonra bir müddet düğünle ilgili hiçbir şey duymak istemiyorlar. “Hikâye düğün fotoğrafçılığı” bir belgesel olarak da nitelendiriliyor. Bu çekimler için gelin çıkarma ve konvoy gibi “âdetler” son zamanlarda dekorasyon ve meşaleler ile daha kapsamlı bir hâl almaya başladı. Düğün fotoğrafçılığının yeni âdetlere imkân tanıdığını söyleyebilir miyiz? Evet, sosyal medyanın, özellikle Instagram’ın çok etkisi var. Biz de fotoğrafçılar olarak oradan ilham alıyoruz. Aynı şekilde çiftler de bakıyorlar. Herkes yapılan şeyin üstüne bir şey daha koymak istiyor. Mesela düğün konvoyunda meşale

Aynı zamanda artık düğün malzemelerine çok daha çabuk ulaşılabiliyor. Mesela Avusturya’dan birisi Almanya’dan davetiye ve Hollanda’dan dekor malzemesi sipariş verebiliyor. Artık Viyana’da da sadece düğün dekoru üzerine çalışan dükkanlar var. Bu şekilde yeni gelenekler de ortaya çıkıyor. Mesela eskiden kız isteme merasimine bir çiçek ve çikolata ile gidilirdi. Şimdi ise ayriyeten “Allah’ın emri ile kızınızı istemeye geldik” yazılı çikolatalarla geliniyor. Bunlar artık “olmazsa olmaz” hâline geliyor. Aileler “kızımızı böyle istemezlerse gelmesinler” diyebiliyor. Düğün günü çekim yaparken ne tarz gerginlikler yaşanıyor? Çiftler genellikle stresli oluyor, tartışmalar çıkabiliyor. Gelin makyajını veya başını beğenmemiş olabiliyor veya çiftler aç ve tansiyonlar düşmüş bir şekilde geliyorlar. Ben hep şunu diyorum: Fotoğrafçılık dışında her şeyi yapıyoruz. Onların morallerini yerine getirmek için uğraşıyoruz. Mesela tartışmış çiftlerden poz vermelerini istiyoruz, “dokunmasın o bana” tepkisi gelebiliyor. Biz de “Bu sizin en güzel gününüz” deyip onları barıştırmaya çalışıyoruz. Bir keresinde gelin çıkarma esnasında gelin, babası ile merdivenlerden inerken çekim yapıyorduk. Artık hüzünle mi sinirle mi, gelinin babası ekip arkadaşımızı itip “yeter artık çektiğiniz” demişti. O anda elbette bir şey diyemiyorsun. Gelinin babası da haklı bir yerde, üzüntü yaşıyor o an. Sonra gelip özür dilemişti. SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

57


58

SAYI 291 294 • MAYIS EYLÜL-2020 EKIM 2020


D O S YA - S Ö Y L E Ş I

“10 YIL BORÇ ÖDEYECEKSENIZ, İSTEKLERINIZI GÖZDEN GEÇIRMENIZ GEREK” ALMANYA’DA GEÇTIĞIMIZ YIL 400 BINDEN FAZLA KIŞI EVLENDI. BU EVLILIKLERIN BÜYÜK BIR KISMI, TÜRKIYE’DEKINE BENZER DÜĞÜNLERLE KUTLANDI. ALMANYA’NIN KUZEY REN-VESTFALYA EYALETINDEKI DÜĞÜN VE ETKINLIK SALONLARI BIRLIĞI (VDE) BAŞKANI MESUT ÇETIN ILE ALMANYA’DAKI TÜRK DÜĞÜNLERINI KONUŞTUK. Elif Zehra Kandemir Düğün ve Etkinlik Salonları Birliği, Kuzey Ren-Vestfalya eyaletindeki düğün salonlarını birleştiren bir dernek. Bu oluşumu hayata geçirmekteki amacınız neydi? Düğün ve Etkinlik Salonları Birliği, bu senenin nisan ayında kuruldu. Pandemi aslında düğün salonu işletmecilerinin bir araya gelmesi için bir vesile oldu. Salgın nedeniyle işletmecilerin ciddi bir darboğaza girmesinin ardından düğün salonu sahipleri olarak bizde de örgütlenme ihtiyacı baş gösterdi. Birlik bünyesinde Kuzey Ren-Vestfalya’dan 80’den fazla düğün salonu var. İçimizde Türk işletmeciler ağırlıkta, fakat diğer milletlerden kimseler de var. Derneğin başkanı olarak ben 10 senedir Herne’deki Emperyal Düğün Salonu’nu işletiyorum. Yılda 100 düğünden, bu süre içerisinde 1000’den fazla düğüne tanıklık ettim.

Bu tecrübeden hareketle, Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenlilerin düğünlerinde kendine has hangi özellikleri gözlemliyorsunuz? Burada yapılan düğünleri diğerlerinden farklı kılan şey renkli olmaları. Bir salonda her memleketten düğün yapılıyor. Zonguldak ya da Balıkesir’deki bir düğün salonunda kültürel farklılıklar pek görülmez. Ama Almanya’da bir düğünde Türkiye’nin çok farklı yerlerinden hayatını birleştiren insanlar bir araya geliyorlar. Bu da düğünleri daha renkli yapıyor. Zaten bu nedenle de burada düğün salonlarında çalan orkestralar, her yöreye hitap etmek için kendini geliştirmek durumunda kalıyor. Son 5 yılda Almanya’da özellikle Arap kökenlilerin, bilhassa Suriyelilerin düğünleri arttı. Düğün salonu sahipleri açısından bu durum, her türlü kültürün tanınması, o kültürden

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

59


D O S YA - S Ö Y L E Ş I

insanların istek ve beklentilerinin de bilinmesini gerektiriyor.

Örneğin bizim bir çiftimiz helikopterle salona gelmek istedi. 40-45 dakikalık bir uçuş izni, ön hazırlığı, iniş prosedürleri gibi konuları tamamlayıp bu isBunun haricinde Almanya’daki ya da genel olateğini gerçekleştirdik. Bu tarz taleplerde gerçekçi olrak Avrupa’daki Türk düğünlerini özel kılan şey, mak gerek. Düğün için gerçekten bunlar gerekli mi? davetli sayıları idi. Türkiye’de 600 kişilik bir düğün Gerekliyse maddi durumum yeterli mi? Bu isteğimi yapmak, çok da yaygın olmayan bir şeydir. Ama Avgerçekleştirmek için borçlanmak mantıklı mı, yoksa rupa’nın birçok yerinde yaşayan Türkler için 1000 bu bütçeyi daha farklı kullanabilir miyim? Bu sorukişilik düğün çok uzun süre sıradan olarak görülüların cevaplarını salon sahipleri değil, evlenecek çiftyordu. Şimdi bu alışkanlıklar da değişiyor. Eskiden ler vermek zorunda. Ben sadece yaygın olan 1000-1200 kişilik düğünuzun yıllardır bu işi yapan birisi ler artık giderek azalıyor. Misafir sayısı olarak tecrübemi paylaşabiliyeni nesille birlikte düşüyor. Gençler rim: Eğer bir organizasyonun nezih bir ortamda, tanıdıkları ve sevbedelini 10 yıl boyunca ödemek Eğer bir orgadikleri insanlarla gözle görülür düğün zorunda kalacaksanız, bunu yapmak istiyorlar. Bu esnada düğünlenizasyonun oturup yeniden gözden geçirrin maliyeti ise düşmüyor. Tam tersine meniz gerek. Düğün yaparken misafir sayısı azalırken, düğünde istebedelini 10 yıl kaliteden taviz vermek zorunnen ambiyanslar ve ekstralar artıyor. da değilsiniz. Zaten her düğün boyunca ödeDüğün fiyatlarında ciddi bir oyna6’da başlayıp 12’de bitiyor. Bu 6 ma söz konusu. En düşük düğün mamek zorunda saat içerisindeki program da geliyeti ile en yükseği arasında uçurumnelde önceden belli. Siz 6 saatte kalacaksanız, lar var. Bunun nedeni nedir sizce? 500 kişiyi de ağırlayabilirsiniz, 1000 kişiyi de. Bu bir tercih meDüğün maliyetinde birçok farkbunu oturup selesidir. Pandemi, biraz düğün lı etken var. Bazı salonlar kampanya yeniden gözalışkanlıkları üzerinde düşünfiyatı yapar. Birçok salonda Cuma ya meyi de sağladı ve herkes, küçük da Pazar günü yapılan düğünler daha den geçirmedüğünlerle de mutlu olabileceuygundur. Cumartesi günü yapılan ğini deneyimledi. Bana kalırsa düğünler ise daha pahalıdır. Düğünniz gerek. herkes artık bu fikirle barışmak de bütçenin yukarı doğru sınırı yok. zorunda. 200 kişilik bir düğün size 5 bin avroya mal olabilir. Aynı düğün size 25 bine Düğün salonları, dijital döde patlayabilir. Orkestra vardır 400 avnüşümden nasıl etkileniyor roya çalar, orkestra vardır 4 bine çalar. sizce? Kiralayacağınız araba 100 avro da olabilir, 500 avro Yeni bir çağda yaşıyoruz. Sosyal medyada herkes da. Mesele sadece düğün salonu değil, yan masraflaher şeyi görüyor. Sadece yaşadığınız semtteki düğünrın da bunun içinde olması fiyatı etkiliyor. leri bilmiyorsunuz, lüks bir otelde düzenlenen düğüDüğünlerde çiftlerin beklentilerini yerine getirnü de izleyip özeniyorsunuz. Eskiden böyle bir şey mek, salon işletmecilerinin görevi. Zaten bu hizmeti yoktu. Yaşadığınız muhitteki düğün salonuna gidip, veriyorlar. Müşterinin bütçesi yetiyorsa, sıkıntı yok. o salon size ne sunuyorsa onu yapıyordunuz. Bugün Bir çift düğün bütçesini planlarken yanlış hesap ya50 düğün salonunu izliyorsunuz, istekleriniz her gün pıp ömür boyu sıkıntı çeker mi, siz işletmeci olarak artıyor. Fayans almaya gittiğinizde 10 model olması bunu bilemezsiniz. Genelde esas sorun, çiftlerden mı sizi çözüme ulaştırır, yoksa 150 model mi? Tercihbirinin beklentisi ile bütçesinin uyuşmuyor olması. ler ne kadar artarsa, istek de o oranda artıyor. İstemek çok kolay. Bazen bu istekler maddi durum düşünülmeden yapılıyor, bu nedenle de uzun vadeli Almanya’daki düğün salonları Türkiye’deki yeni sorunlar çıkıyor. düğün modasını, kreasyonları ve imkânları takip

60

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020


edip onları uygular. Buradaki düğün salonları her 2 yılda bir değişime gitmek zorunda. Eskiden bir düğün salonu yapıyordunuz, o salonda yıllarca düğünler gerçekleşiyordu. Bugün ise kendinizi geliştirmezseniz “out” oluyorsunuz. Belirli bir zaman sonra fiyat olarak düşüyor ve tercih dışı kalıyorsunuz. Salonun dekorunu, ışıklandırmasını, ambiyansını sürekli güncel tutmanız gerekiyor. Müşteriye sunacağınız alternatifleri çeşitlendirmeniz gerek. Bunlar işin dijital

dönüşümle ilgili kısmı. Bunun haricinde başka zorluklar da var. Düğün salonu olarak nasıl başladınız? Ahır gibi bir mekânı düğün salonuna dönüştürmek için yatırım mı yapıyorsunuz, yoksa sıfırdan düğün salonu mu kuruyorsunuz? Salonun ismi ve piyasası var mı? Salon kırsalda mı, merkezde mi, ufak bir kasabada mı? Bütün bunlar müşteri potansiyelini belirliyor.

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

61


D Ü N YA

Beyrut Patlam Giden Lübna

*Kahire merkezli serbest gazeteci. 2010-2011 yılları arasında Filistin’de yaşadı. Metinleri rt.com, CounterPunch ve Avrupa Gazetecilik Merkezi dergisinde yayımlandı.

62

SAYI 291 294 • MAYIS EYLÜL-2020 EKIM 2020

© bearmoney/shutterstock.com


ması Çöküşe an’ı Sarstı Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta ağustos ayının başında yaşanan yıkıcı patlama sonrasında Beyrutlular arasında yaşanan şok ve acı kısa bir süre yöneticilere karşı geniş bir öfkeye dönüştü ve bakanlar kurulunun istifasıyla sonuçlandı. Alessandra Bajec* 4 Ağustos akşamı Beyrut limanında en az iki yüz kişinin ölümüne ve en az bin kişinin de yaralanmasına yol açan devasa bir patlama yaşandı. Bu patlama, başkentin büyük bir kısmına zarar verdi, şehrin yaklaşık 300 bin sakinini evsiz bıraktı ve şehirdeki evlerin dörtte birini hasara uğrattı.

tarihinin en kötü- ekonomik küçülme sarmalıyla boğuşuyordu. On Yıllardır Süren Beceriksizlik Ve Yolsuzluk

Binlerce insan, hâlihazırda Kovid-19 hastalarıyla dolu olan hastanelerde tedavi edilmeyi beklerken, ülkedeki koronavirüs sayılarında da hızlı bir artış yaşandı. Patlama ayrıca rıhtımda bulunan bir tahıl ambarını da yok etti; ülkenin şu anda sadece birkaç haftalık buğday unu rezervi bulunuyor.

Lübnan halkı, liman felaketi öncesinde de yıkıcı bir ekonomik krizden mustaripti. Binlerce kişi işini kaybetmiş, iş yerleri kapanmış ve Lübnan sterlini geçtiğimiz eylül ayından beri yüzde 80 oranında değer kaybederek altüst olmuştu. Ülkeye gelen ithal gıdaların yüzde 60’ı şu anda enkaza dönüşen Beyrut limanı üzerinden geldiği için büyük bir gıda krizinden de korkuluyor. Lübnan buğday, petrol ve ilaç kalemlerinde ithalata bağımlı durumda.

Lübnanlı yetkililer, patlamaya 2013 yılından beri 2.750 ton amonyum nitratın tutulduğu bir depoda çıkan yangının yol açtığını açıkladı. Bu açıklama, olayla ilgili şeffaf bir soruşturma başlatmaya söz veren Cumhurbaşkanı Michel Aoun tarafından da doğrulandı. Çoğu Lübnanlı, yüksek derecede patlayıcı bir kimyasalın, denetimcilerin uyarılarına rağmen, yetkililerin bilgisi dâhilinde ve güvensiz bir şekilde tutulmasına izin verdiği için hükûmeti ihmalkârlıkla ve yolsuzlukla suçlayarak siyasi elitleri sorumlu tutuyor. Ölümcül kaza Lübnan’ı olabilecek en kötü zamanda vurdu. Zira ülke hâlihazırda, koronavirüs salgınıyla daha da şiddetlenen - yakın

Gıda fiyatları şimdiden üç katına çıktı ve Dünya Gıda Programı nüfusun yaklaşık yarısının temel gıda ihtiyaçlarını karşılama noktasında sıkıntı yaşadığını belirtti. Ülkenin gıda stokunun tonlarcasının yok olması ve altyapısı için kilit öneme sahip bir limanın enkaza dönüşmesiyle durumun hızla daha da kötüleşeceği kesin görünüyor. Dahası insanlar son yıllarda çöplerin toplanması, sağlık hizmetleri ve elektrik üretimi gibi temel kamu hizmetlerinde yaşanan kesintilerle uğraşıyordu. Bu felaket, hükûmetin on yıllardır süren ve Lübnan’ı felç eden ihmalkârlığının ve kronikleşmiş yolsuzluğunun son örneği. Söz konusu ihmalkârlık ve yolsuzluk

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

63


D Ü N YA

Lübnan’ı halkın ihtiyaçlarına karşılık veremez hâle getirdi ve bu Akdeniz ülkesini ekonomik iflasa sürükledi. Lübnan’daki iç savaş sonrasında (1975-1990) ülkedeki hizipçi siyasi liderlik kendisini iltimaslar, dışarıya tabiiyet ve yolsuzluklar ile koruma altına aldı ve nihayetinde sürdürülemez seviyelerde kamu borcuna yol açan yabancı para akışına bel bağladı. Yöneticiler o zamandan beri ülkeyi bir krizden diğerine sürüklüyor: Çöp krizi, serbest düşüşte bir ekonomi, hiperenflasyon ve yoksulluk aileleri açlıktan ölme noktasına doğru götürüyor. Ülkede yıllardır devam eden iktidar felci ve hizipçi parti liderleri arasında süregelen sonu gelmez çekişmeler geçen sene Lübnan ekonomisini çöküşün kıyısına getirdi. Yabancı para akışının durması derin bir mali krize neden oldu. Bu da dörtnala giden enflasyona, işsizliğe ve yoksulluğa yol açtı. Son 30 yıldır gücü elinden bırakmayan yozlaşmış siyasetçilerin yanı sıra ülkedeki hizipçi siyasi sistemi reddetmek ve reformlar talep etmek için ülke genelinde yaygın bir protesto hareketi ortaya çıktı ve 2019 yılının ekim ayının ortalarından itibaren bir dizi gösteri düzenlendi. Patlama sonrasında Sky News’e konuşan Orta Doğu ve Kuzey Afrika yorumcusu Sami Hamdi, “Partilerin kendi insanlarının temsilcilerinden ziyade uluslararası temsilciler gibi davrandığı günümüz Lübnan siyaseti, Beyrut patlamasını mümkün kılan yolsuzluğu ve beceriksizliği besliyor. Bu durum neden insanların bu siyaset ortamını şiddetli bir biçimde reddettiğine daha fazla odaklanılması gerektiğini açıklıyor.” dedi. Daha önceki Başbakan Saad Hariri’yi istifaya zorlayan ve bakanlar kurulunu da devirmekle tehdit eden hükûmet karşıtı protesto dalgası sokağa çıkma kısıtlamalarına rağmen devam etti. Fakat Hariri’nin yerine, teknokrat bir kabineye geçiş görünümü altında, yozlaşmış siyasi sınıfı idame ettiren zayıf bir başbakan ve yönetici geldi. Rejim, ulusun ekonomik sorunlarına şimdiye kadar ezici bir şekilde zenginlerin lehine, alt ve orta sınıfınsa aleyhine olacak biçimde karşılık verdi. Ağustos ayındaki felaketin arkasında ister ihmalkârlık, ister yolsuzluk ya da bunların her ikisi birden olsun; sorumluluk sadece liman yetkililerine yüklenemez. Zira bu olayın esas suçlusu onlar değil. Yıkım ülkeyi bölen, beceriksizce ve insanların 64

SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

acısına kayıtsız kalarak yöneten Lübnan’ın kendi yöneticilerinin elinden geldi. Başka bir deyişle, çökmekte olan bir devlet aygıtı kendi sermayesini mahvetti ve kendi vatandaşlarını öldürdü. “Bugün Lübnan çökmüş bir devlet olma yoluna kaymaktadır.” Lübnan Dışişleri Bakanı Nasif Hitti patlamadan bir gün önce istifa ederken böyle uyarmıştı. Halkın Öfkesinden Hükûmetin İstifasına Beyrut’taki patlama sonrasında, Lübnan’ın üst düzey yöneticilerinin ve güvenlik görevlilerinin amonyum nitratın depoda tutulmasının yarattığı büyük tehlikeye dair uyarıldıklarına dair belgeler açığa çıktı. Böyle detayların ortaya çıkışı, bakanlar kurulunun bu ölümcül vakayı engellemeyişini protesto eden ve kurbanlar için adalet talep eden binlerce öfkeli göstericiyi sokaklara döktü. Hükûmet halktan gelen eleştirileri sakinleştirmek için hemen bu yüksek oranda patlayıcı maddeyi depolamak ve muhafaza etmekle görevli 20 liman görevlisini ev hapsine aldı. Fakat bu trajedide rol oynayan Lübnan devletinin en tepesinde bulunanların birçoğunun hiçbir zaman adalet karşısına çıkmayacağıyla ilgili önemli endişeler var. Birçok Lübnanlı, bağımsız bir soruşturma yürütülmesi çağrısında bulunuyor, zira hükûmetin patlamanın sebebini gerçekten araştıracağına inanmıyorlar. Bir dizi bakanın istifası geri kalan bakanlar üzerinde de aynı yolu takip etmeleri noktasında baskı oluşturdu. Başbakan Hassan Diab göstericilerin artan baskısı karşısında 10 Ağustos tarihinde yedi aylık kabinesinin istifasını açıkladı. İstifa eden başbakan, ulusa seslendiği bir konuşmada liman felaketiyle ilgili olarak, “Bu facia kronik yolsuzluğun bir sonucu. Yolsuzluk ağı devletten daha büyük.” dedi. Hükûmetin istifası göstericiler tarafından olumlu bir hareket olarak karşılansa da, birçoğu siyasi elitin iktidarda kalabilmek için sadece bir kısım yöneticileri cezalandırıyor olduğundan endişe ediyor. Birçok gösterici aynı zamanda ülkenin, geçen baharda tecrübe ettiği gibi bir sekteye uğrayacağını ve siyasi elitin de iktidarda kalacağına inanıyor. Göstericiler, ulusu iç savaştan beri yöneten hizipçi siyasi sistemin tamamen tasfiyesini talep ediyor. Onlar gücün Lübnan’ın Müslüman ve Hristiyan mezhepler arasında bölündüğü, hesap vermenin olmadığı ya da vatandaşların ihtiyaçlarına karşılık


Bu facia kronik yolsuzluğun bir sonucu. Yolsuzluk ağı devletten daha büyük. verilmediği şimdiki sistemin yerine nihai bir reform süreci görmek istiyor. Democracy Now’a konuşan Jadaliyya editör yardımcısı Ziad Abu-Rish hükûmetin istifası sonrası şu soruları sordu: “Bunlar, en azından şu aşamada, alışılagelmiş siyasi hamleler. İnsanların asıl cevabını almak istediği soru ise şu: Büyük can kayıplarına ve tahribata yol açan patlama sonrasında istifa eden, ekonomik, iktisadi, sağlık ve altyapı alanlarındaki çeşitli krizle baş etmeyi başaramayan bir kabinenin yerine ne gelecek?” Geleceğe Yönelik Belirsiz Siyasi Rota Limandaki patlamadan bir gün sonra Lübnan hükûmeti Beyrut’ta iki haftalık olağanüstü hâl ilan etti. Askerlere sokağa çıkma yasağı ilan edebilme, umumi toplanmalara müdahale etme, medyayı denetleme, askerî yargılama yapabilme ve gözaltındakileri uzun süre alıkoyabilme gibi geniş yetkiler verildi. İnsan hakları örgütleri ve diğer muhalifler bu karara, hükûmetin zaten koronavirüs salgınından beri umumi seferberlik hâlinde bulunduğunu söyleyerek itiraz ettiler. Zira bu genişletilmiş yetkilerin muhalifleri susturmak için daha yoğun güç kullanımına imkân vereceğinden endişe ediliyor. 17 Ağustos tarihinde bir ay daha uzatılma kararı verilen olağanüstü hâl, devam eden kurtarma operasyonlarının yanı sıra göstericilerin hizipçi siyasetin sona erdirilmesi taleplerinin yoğunlaştığı, halkın öfkesinin arttığı bir ortamda devam ediyor. Protesto hareketi ise, yaşanan trajik olay için belli bir partiyi değil, sistemin bütününü sorumlu tutan bir noktada bulunuyor. Bakanlar kurulunun istifası, Lübnan’da yeni bir hükûmet üzerine müzakerelerle dolu bir siyasi belirsizlik süreci başlattı. Bu sürecin acil reform çağrıları karşısında uzama riski var. Bakanlar kurulunun istifasından beri kapalı kapılar ardında, hem ulusal hem de uluslararası güçlerin onayını alacak bir hükûmetin kurulması için yoğun siyasi pazarlıklar yapılıyor. Küresel liderler daha fazla şeffaflık sağlanması ve reformlar yapılması hususunda Lübnanlı meslektaşlarına baskı yapıyor.

Yeni bir yönetimin kurulması çok karmaşık bir görev ve tüm siyasi partilerin temsil edildiği ulusal bir birlik hükûmetinin mi, yoksa acil bir geçiş hükûmetinin mi kurulacağı henüz netlik kazanmış değil. Diab’ın ekibi, görevi devralacak bir halef atanana kadar geçici hükûmet görevini sürdürecek. Geçici hükûmetin başbakanı erken seçim önerisinde bulundu, fakat bu öneri meclis sözcüsü ve diğer siyasi gruplar tarafından kabul görmedi. Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü olan Hilal Khashan’a göre liman patlamasının yankıları muhtemel bir “dönüm noktası”. Zira insanlar artık radikal bir değişimden daha azına rıza göstermeyecek. Göstericilerin kilit taleplerinden birisi de, yeni bir seçime gitmeden önce seçim yasasının hizipçi olmayan bir temelde değiştirilmesi. Onlara göre milletvekili seçimleri yeni seçim kurallarına göre yapılmalı. New York Üniversitesi Gazetecilik Bölümünde öğretim üyesi olan Mohamad Bazzi, Dışişleri Bakanlığı için yazdığı bir makalede, “Beyrut’ta yaşanan –ve on yıllardır süren sistemik ihmalkârlığın ve hesap vermezliğin sonucu olan- trajedi yeni bir hükûmetin, milletvekili seçimlerinin ve yeni siyasi partilerin Lübnan’ı kurtarmak için yeterli olmayacağını net bir şekilde ortaya koydu.” ifadelerinde bulundu. Lübnan’ın karmaşık yönetim sistemi göz önüne alındığında bu ara dönemde bütünsel yapısal reformlar aracılığıyla yeni bir sivil sistem inşa etmektense, aşamalı değişim daha gerçekçi duruyor. Uzmanlar, ekonomi ve reformlar hususunda adımlar atacak bir hükûmete acil ihtiyaç olduğunun altını çiziyor. Bu da yönetici elitin dışından gelen insanlardan oluşan dürüst, bağımsız ve becerikli bir yönetimin kurulması demek. Uzun süredir siyasi aktivist olan ve Lübnan Amerikan Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan Dr. Rania Masri, SABC News’e verdiği bir televizyon röportajında, Beyrut’ta yaşanan olayın, eğer duyulan öfke sorumlu olan herkese yöneltilebilirse trajediyi ve öfkeyi “yapıcı bir şeye dönüştürme” imkânı sunduğu yorumunu yapıyor. SAYI 294 • EYLÜL-EKIM 2020

65


K I TA P Die Entwicklung von Ehe und Familie in Europa (Avrupa’da Evlilik ve Ailenin Gelişimi)

1986 yılında Jack Goody tarafından yayımlanan ve daha sonra Alman diline çevrilen bu eser, okuyucularına Avrupa’da evlilik müessesesinin ve aile oluşumunun antik zamandan modern zamana kadarki değişimini sunuyor. Yazar, özellikle geçmişte Avrupa’daki insanların kilise için evlendiklerini, hayatlarını kiliseye adadıklarını ve dolayısıyla da kilisenin evlilikler üzerine etkisinin yoğun olduğunu ileri sürüyor. Yazar: Jack Goody Yayınevi: Suhrkamp Dili: Almanca

Türk Kültüründe Evlilik

Bu eserde aynı toplumda yapılan düğünlerin benzerlik göstermesinden yola çıkarak Türkiye’deki düğünler için her ne kadar yöresel farklılıklar olsa da benzer tavırların olduğunu ve dolayısıyla da Anadolu toprakları için “Türk Düğününün Tipolojisini” çıkarmanın mümkün olduğu ortaya konuluyor. Yazar, düğün denildiğinde baştan sonra kronolojik bir şekilde, tanışma faslından kapı/yol kesmeye, gelin almadan takı merasimine, hemen hemen her Türk ailenin uyguladığı işlemleri parça parça bir araya getirmiş. Yazar: Bekir Şişman Yayınevi: Kurgan Edebiyat Dili: Türkçe

11. Peron

Türkiye-Almanya İşgücü Antlaşması sonrasında Almanya’ya gelen Türk işçilerin göç hikâyeleri, acıları ve hasretlerinin ustaca kaleme alındığı bu eser âdeta yazılı bir belgesel niteliğinde. Alıntılar ve görsellerle zenginleştirilen eserde göç ve göçmenlik olgularının insan hayatında ne gibi anlamlar ifade ettiği de aktarılıyor. Sade dili ve akıcı üslubuyla yazar, hem Almanya’da hem de Türkiye’de “öteki” olarak görülenlerin gölgede kalmış yaşamlarını gün yüzüne çıkarıyor. Yazar: Gökhan Duman Yayınevi: Vadi Yayınları Dili: Türkçe

PERSPEKTIF’I SOSYAL MEDYADA TAKIP EDEBILIRSINIZ

perspektifeu


Derdimiz İslam Benden

Davamız

Ne İster? 1

kemal ergün

Müslümanların yaşadıkları olumsuzlukların en temel nedeni bireylerin öz değerlerinden uzaklaşmasıdır. Kur’an ve sünnet çerçevesinde Müslümanlara, kuşanmaları gereken değerleri Prof. Dr. Enbiya Yıldırım kaleme aldı.

Sipariş T +49 221 7390441 www.pluralverlag.eu www.kitapkulubu.de

YENI çIKTI!


HASENE International e. V. Colonia-Allee 3 | D-51067 Köln T +49 221 942240-441 | F +49 221 942240-401 haseneorg www.hasene.org | sukuyusu@hasene.org | — Havale için banka bilgileri: Hesap Sahibi: HASENE International e. V. Banka: Kreissparkasse Köln IBAN: DE29 3705 0299 0149 2900 69 | BIC: COKSDE33XX Amaç: Adresiniz, 0000013

KISMİ YARDIM

500€

**

5.000 DKK | 5.500 NOK | 5.000 SEK 600 CHF | 850 AUD 750 CAD | 500 £

SU KUYUSU PROJESİ

Su hayattır, hayat kurtarır... *Not: Su kuyusu projesine 500 € ve üzerinde destek olanlar kuyuya isim verebilirler. **Meblağın %5’i partner kurumların tüzüklerinde öngörülen diğer amaçlar için kullanılacaktır. Veri koruması ve haklarınıza dair detaylı bilgiyi şu adresten okuyabilirsiniz: www.hasene.org/veri-koruma. Ayrıca veri koruması ile ilgili sorularınız için bizimle irtibata geçebilirsiniz. Proje Hasene International e. V. ve www.hasene.org/partner listesinde yer alan partner kurumlar tarafından ortaklaşa düzenlenmektedir.

SU KUYUSU PROJESİ


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.