9 772195 547004
02
Şubat 2021 | Yıl: 27 | Sayı: 298
HANAU
HAC
HADSCH 2021
Avrupa’nın birçok şehrinden uçuşlar. Tüm Avrupa’dan 2, 3 ve 4 haftalık kafileler
Reiseantritt aus zahlreichen Städten Europas mit zwei-, drei-, und vierwöchigen Aufenthaltsmöglichkeiten
İSLAM TOPLUMU MİLLÎ GÖRÜŞ FARKI VE YARIM ASIRLIK HAC-UMRE TECRÜBESİ
MEHR ALS EIN HALBES JAHRHUNDERT ERFAHRUNG IM BEREICH DER HADSCH- UND UMRA-REISEN
Türkiye Temsilciliği|Hennes Tour T +90 332 3515055 (Konya) T +90 212 6355593 (İstanbul) T +90 312 3113130 (Ankara) T +90 224 2254225 (Bursa) info@hennestour.com
Islamische Gemeinschaft Millî Görüş Hadsch-Umra Reisen GmbH Colonia-Allee 3 D-51067 Köln
T +49 221 942240-470 F +49 221 942240-480
www.igmgreisen.com igmgreisen
Selamların
en güzeli ile
Hanau: Irkçı Şiddetin Acı Yüzü Geçtiğimiz sene 19 Şubat’ta Almanya’nın Hanau şehrindeki ırkçı motivasyonlu saldırıda 9 insan hayatını kaybetti. Sapkın fikirlere sahip olan saldırgan, saldırı yerlerini ve kurbanlarını önceden tespit etmişti ve “yabancı” olduğunu düşündüğü, “buraya ait” olarak görmediği 9 insanı aramızdan kopardı. Profesyonel silah eğitimi almış olan saldırgan, polis tutanaklarına göre cinayetlerin ardından annesini ve kendisini öldürdü. Hanau, Almanya’nın tarihinde çok önemli bir dönüm noktası teşkil ediyor. Solingen, Mölln, NSU ve diğer tüm ırkçı saldırı zincirlerinin sonundaki halka olan Hanau, bugünün insanları olarak bizlere büyük bir sorumluluk yüklüyor: Hatırlamak, anmak, sorumluların cezalandırılması için mücadele etmek ve çeşitliliğin bu ülkenin en temel unsurlarından biri olduğunu anlatmak. Hanau dosyasını hazırlamak bizim için de hiç kolay olmadı. Çünkü bu saldırıda hepimiz yara aldık ve her birimiz aslında kurban yakınlarıyız. Hanau Heumarkt’ta öldürülen Kaloyan Velkov, Fatih Saraçoğlu ve Sedat Gürbüz; Kesselstadt’taki ikinci cinayet mahallinde öldürülen Vili Viorel Păun, Ferhat Unvar, Gökhan Gültekin, Mercedes Kierpacz, Said Nesar Hashemi ve Hamza Kurtović hepimizin kardeşleri, yakınlarıydı. Hanau bize uzak değil, kurbanlar bize yabancı değiller. Saldırgan onlarla birlikte hepimizi vurdu. Fiziken olmasa da, hepimiz yaralıyız. Bu açıdan ailelerle görüşmek, olay yerlerini görmek dosya sürecinde bizleri oldukça zorlasa da, hatırlamanın ve saldırıyı açıklığa kavuşturmanın bir sorumluluk olduğu gerçeğinden hareketle bütün görüşmeleri aktarmaya çalıştık. Bu nedenle travmalarından, cinayet anından ya da sonrasından bahseden ailelerin anlattıklarını okumak konusunda zorluk çekebilecekler için uyarıda bulunmayı anlamlı buluyoruz. Yaşananlar her ne kadar gerçek olsa da, bunları okumaya hazır olmayanlar için bazı metinler ağır gelebilir. Bu dosyada, kardeşlerini kaybeden Hayrettin Saraçoğlu ve Çetin Gültekin ile ve oğlunu kaybeden Armin Kurtović ile görüştük. Kızı Mercedes’i kaybeden Filip Goman ile saldırıdan sağ kurtulan Bilal Piter Minnemann da bizimle tanıklıklarını paylaştı. Sol Parti Federal Milletvekili Christine Buchholz’un da bir yazısına yer verdiğimiz dosyada kurban yakınlarının ve ırkçılıkla mücadele alanındaki öncülerin taleplerini dile getirdik. Umulur ki siyasilerin, başka ırkçı saldırıların olmaması konusunda ortaya koyduğu irade gerçeğe dönüşür ve ırkçı şiddet, tarihin tozlu sayfalarında yerini alır.
Bekir Altaş
İslam Toplumu Millî Görüş Aylık Haber-Yorum Dergisi February 2021 • Şubat 2021 | Jg. / Yıl: 27 | Nr. / Sayı: 298 Herausgeber/Yayıncı Für die IGMG - Islamische Gemeinschaft Millî Görüş e.V. (Amtsgericht Köln, VR 17018) das Generalsekretariat / İslam Toplumu Millî Görüş adına Genel Sekreterlik Vertreten durch den Vorstand/Yönetim Adına Kemal Ergün, Vorsitzender/Genel Başkan Bekir Altaş, Generalsekretär/Genel Sekreter Murat İleri stellv. Vorsitzender/Genel Başkan Yrd. Hakkı Çiftçi, stellv. Vorsitzender/Genel Başkan Yrd. Mikail Demir, stellv. Vorsitzender/Genel Başkan Yrd. Chefredakteur/Genel Yayın Yönetmeni Bekir Altaş (V. i. S. d. P.) Editor/Editör Elif Zehra Kandemir
GÜNDEM
08
Avrupa’da Türk Diasporası Üzerine Bir Amerikan Raporu
Redaktion/Redaksiyon Ali Mete, Ebru Hısım, Enise Yılmaz, Feyza Akdemir, Hatice Çevik, Kübra Zorlu, Mehmet Kandemir, Meltem Kural, Yasemin Yıldız T +49 221 942240-240 • F +49 221 942240-201 info@perspektif.eu • redaktion@perspektif.eu Druck/Baskı Im Auftrag der IGMG durch PLURAL Publications GmbH erstellt./ IGMG adına PLURAL Publications GmbH tarafından hazırlanmıştır. Colonia-Allee 3 • D-51067 Köln T +49 221 942240-260 • F +49 221 942240-201 Die Verantwortung für die Artikel liegt bei den Autoren. / Yayımlanan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Anzeigenservice/İlan Servisi T +49 221 942240-218 • F +49 221 942240-201 ilan@perspektif.eu Abonnement/Abonelik IGMG Mitgliederbetreuung/IGMG Üyelik Hizmetleri: Colonia-Allee 3 • D-51067 Köln T +49 221 942240-417 • F +49 221 942240-201 abone@perspektif.eu Jahresabonnement/Yıllık Abone Ücret 40,- € | Für Vereinsmitglieder der IGMG kostenlos./IGMG Genel Merkez üyelerine ücretsizdir. Auflage/Tiraj: 12.500 | ISSN: 2195 5476
perspektifeu
DOSYA
30 34
Irkçı Şiddetin Panzehiri: Eşitlik ve Adalet
DOSYA
Müslüman Karşıtı Irkçılığı Önlemek İçin Dayanışmaya İhtiyaç Var
40
DOSYA
Hayrettin Saraçoğlu: “Kardeşim Kara Bir Zihniyete Kurban Gitti”
DOSYA
20
DOSYA
26
Hanau Saldırısı Münferit Bir Olay Değil!
DÜNYA
DOSYA SÖYLEŞI
52
44
Hanau Örneğinde Irkçı Cinayetlerin “Yorum Çerçevesi”
Alman Federal Milletvekili Helge Lindh: “Irkçılık Toplumu Mahvediyor”
DOSYA
Çetin Gültekin: “Kardeşimin Yasını Tutma Fırsatını Vermediler Bana”
48
DOSYA
Armin Kurtović: “Hamza’yı Morgda Gördüğüm Anı Asla Unutamayacağım”
62 56
Çin Uygurları Hapsetme ve Yok Etme Siyasetine Hız Verdi
DOSYA
Bilal Piter Minnemann: “Ölenlerin Mezarına Toprak Attığımızda Gerçeği Anladık”
GÜNDEMDEN KISA KISA
Gökyüzünde “Ahmet”ler ve “Erhan”lar Olacak
ALMANYA
Nüfusun Üçte Biri Yabancı Kökenli
BELÇIKA
Yeni Alman Medyacılar (Alm. “Die Neuen deutschen Medienmacher:innen”, NdM), isimli kuruluş, Almanya’da 2021 yılı için alçak ve yüksek hava basıncı ile ilgili isimlerin telif haklarını Alman Meteoroloji Dairesinden satın aldı. Vakıf 14 isim hakkı satın alarak ülkede yaygın olan göçmen kökenli isimler seçti. 2021 yılının ilk haftalarında hava durumu haritalarında yerlerini alacak isimlerden birkaçı Ahmet, Bartosz, Erhan, Goran, Jussuf, Flaviu, Dimitrios, Dragica ve Chana olacak. Kurum sosyal medyada başlattığı “havadurumudüzeltme” (Alm. “#Wetterberichtigung”) etiketi ile Almanya’da çeşitliliği toplumda daha görünür kılmak istiyor.
Belçika hükûmetinin istatistik kurumu olan Statbel tarafından gerçekleştirilen nüfus araştırması kamuoyuna sunuldu. Statbel’in verilerine göre nüfusun üçte biri yabancı kökenli veya yabancı uyruklu iken yüzde 67,9’u “Belçika kökenli Belçikalı”. Kurum “Belçika kökenli Belçikalı” terimini, ilk nüfus kaydında kendisi ve ebeveynleri Belçika vatandaşı olan kişiler olarak tanımlıyor. Araştırmada, son on yılda ülkedeki yabancı kökenli nüfusun önemli ölçüde arttığı bildirildi. Bu sayının gelecekte artış göstermeye devam edeceği belirtilirken ve Flaman bölgesinin gitgide daha yoğun şekilde çokkültürlü bir topluma dönüşeceği öngörülüyor.
Perspektif 297/2020 Geçtiğimiz sayıda ele alınan “Avrupa’da İslami Temsil Kurumları” dosyasındaki bazı yazıları yüzeysel buldum. Bu kurumlarda arka planda cereyan eden tartışmaları, kamuoyuna yansımayan sorunlu pozisyonları da ele almanız gerektiğini düşünüyorum. Ancak bu şekilde bu kurumların handikaplarını ve yaşanan sorunları anlamlandırmak mümkün olur. Ahmet Kavak Yazı İşleri gelen mektupları kısaltma ve değiştirme hakkına sahiptir. Okuyucu mektupları dergi redaksiyonunun görüşlerini yansıtmamaktadır. Bize görüşlerinizi okuyucu@perspektif.eu e-posta adresi üzerinden bildirebilirsiniz.
6
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
Fransa hükûmetinin talebi üzerine kasım ve aralık ayları boyunca Ulusal İmamlar Konseyi’nin görev ve içeriği ile ilgili çalışmalar sürdüren Fransa İslam Konseyi (CFCM), bu konseyin ilkelerini belirleyen şartnameyi de kaleme aldı. Aralık ayında çıkan metin üzerinde CFCM üyelerinin tamamı uzlaşamazken, şartname Fransa’daki Müslüman cemaat içerisinden de tepki topluyor. Cumhurbaşkanı Macron şartnamenin CFCM çerçevesinin ötesine geçmesini ve diğer aktörler tarafından kabul edilmesini istediğini belirterek, bunu reddedenlere yönelik yaptırım tehdidinde bulundu.
HOLLANDA
İslami Kuruluşların Yurt Dışından Finansmanı
FRANSA
Ulusal İmamlar Konseyi’nin “Şartname” Krizi
Hollanda Temsilciler Meclisi ve hükûmet, bir süredir ülkede bulunan İslami kuruluşların yurt dışından mali destek alması konusunu tartışıyor. Hollanda Meclisinde bu amaç doğrultusunda “Özgür Olmayan Ülkelerden Gelen İstenmeyen Etkileri Soruşturma Komisyonu” raporu hazırlanmıştı. Konuyla ilgili Hollanda hükûmeti, camilere yurtdışından para akışının yasaklanmasının, yasal olarak mümkün olmadığını açıkladı. Diğer taraftan ülkedeki cami ve derneklerde düzenlenen izinsiz Kur’an kurslarının denetlenmesi ve camilere istenmeyen yabancı para akışının önlenmesi için AB makamları ile iş birliği yapılması için daha çok çaba harcanacağını bildirildi.
Geçen Sayıdan Öne Çıkanlar
Müslüman cemaatin talep ve ihtiyaçlarını dillendiren kuruluşlar, bazı ülkelerin zannettiği gibi “lobi” kuruluşları değil, “temsil” kuruluşları.
Hollanda devletinin CMO ile ilişkisinin, son yıllarda aşırı sağın hâkimiyet kurduğu siyasi tartışmalardan olumsuz etkilendiği açık.
Almanya’daki ortak yaşamın şekillendirilmesinin vazgeçilmez ortakları olarak Müslüman cemaatlerin görmezden gelinmesi mümkün değildir.
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
7
GÜNDEM
Avrupa’da Türk Diasporası Üzerine Bir Amerikan Rapo
*ODTÜ Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi.
8
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
© 360b/shutterstock.com
e oru
Amerikan İlerleme Merkezi, 2020 yılının sonunda “Avrupa’da Türk Diasporası: Entegrasyon, Göç ve Politika” başlığıyla bir rapor yayımladı. Raporda Türk diasporasına dair ilginç bulgular da var. B e s i m C a n Z ı r h*
T
ürkiye’nin 2010 yılından itibaren Avrupa’da yaşayan Türkiyeli göçmenleri bir diaspora olarak tahayyül etmek üzere izlemeye başladığı politikalar, özellikle 15 Temmuz Darbe Girişimi (2016) sonrasında ülkede yaşanan tansiyonun göç alan ülkelere taşınmasıyla birlikte özel bir gündem oluşturmaya başladı. Bu politikaların bir parçası olarak görülmesi gereken yurt dışında oy kullanma hakkının 2014 yılında tanınmasından sonra göç literatüründe “uzun mesafeli milliyetçilik” (İng. “long-distance nationalism”) olarak anılan bir yaklaşım Avrupa’daki Türkiyeli göçmenler örneğinde de tartışılmaya başlandı. 2000’lerin ortalarında gerçekleştirilen “Avro-Türkler” başlıklıaraştırmalarınAvrupa’dakiTürkiyelileri uyum sağlayarak Avrupa toplumlarının parçası hâline gelen bir topluluk olarak betimliyor olmasının aksine bu yeni tartışmalar “Türk diasporasını” siyaseten çok daha derinden kutuplaşmış bir topluluk olarak ele alıyor. Türkiye’nin yeni “diaspora inşa politikası” özellikle AB’yle olan uluslararası ilişkileri açısından önem kazandığı ölçüde farklı aktörler bu konuyla daha fazla ilgilenir oldu. Bu çabanın en yeni örneklerinden biri Amerika’dan geldi. Kendini “bağımsız ve tarafsız” olarak tanımlayan ve 2003 yılında Washington DC’de kurulmuş olan Amerikan İlerleme Merkezi, 2020 yılının sonunda “Avrupa’da Türk Diasporası: Entegrasyon, Göç ve Politika” başlığıyla bir rapor yayımladı. Demokrat Parti çizgisine yakın liberal bir düşünce kuruluşu olarak geniş bir yelpazeden 26 konu başlığında hak
savunuculuğu için kamu araştırmaları yapan kurumun internet sitesine baktığınızda kuruluşundan itibaren Türkiye üzerine çeşitli konularda çalışmalar yaptığı görülüyor. Bu son rapor ise 2018 seçim sürecinde Türkiye’deki insanların “yeni milliyetçilik” ekseninde kendilerini nasıl algıladıklarına ilişkin iki başka çalışmanın bir anlamda devamı olarak Avrupa’da yaşayan “Türk diasporası” üzerine odaklanıyor. Bu merakın temel nedeni ise bugün sayısı 5 milyon olarak anılan Türkiye kökenli göçmenlerin Türkiye açısından önemine ve 2014 yılında tanınan yurt dışında oy kullanma hakkına işaretle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2011 yılında Düsseldorf'ta Türkiyeli göçmenlere seslenirken kullandığı “Asimile değil, entegre olun” çağrısı hatırlatılarak açıklanıyor. Türkiye’nin bu yeni yöneliminin Avrupa’daki sağ siyasi göçmen karşıtı tutumları güçlendirdiği için anlaşılması gerektiğine vurgu yapılıyor. “Avrupalı” ve “Karma Kimlikli” Olarak Tanımlama Peki bu araştırma nasıl gerçekleştirilmiş? DATA4U isimli bir şirket aracılığıyla tasarlanan araştırma Almanya, Avusturya, Fransa ve Hollanda’yı kapsıyor. Kullanıcılarının Türkçe ad ve soyada sahip olduğu 350 bin telefon hattı ve kayıtlı oldukları posta kodları üzerinden yaş, cinsiyet, ikamet yeri ve eğitim durumu gibi değişkenler dikkate alınarak bir örneklem seçilmiş. Seçilen kişilere telefonla ulaşılarak göçmen kökenli oldukları teyit edildikten ve rızaları alındıktan sonra 120 açık ve kapalı uçlu soru içeren bir anket uygulanmış. Kasım 2019
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
9
GÜNDEM
Tablo 1: Katılımcıların vatandaşlık sahipliği durumu
ve Ocak 2020 tarihleri arasında gerçekleştirilen çalışmaya Almanya (1064), Avusturya (416), Fransa (452) ve Hollanda’dan (425) toplam 2357 kişi katılmış. 50 sayfalık bir çalışmanın tümünü kısa bir yazıda tartışmak mümkün değil. O nedenle önemli bulduğum birkaç noktaya odaklanarak bir değerlendirme yapmak isterim. Rapor öncelikle genç, eğitimli ve yüksek gelirli katılımcıların “kimlik ve dil” olarak tanımlanan başlıklar altında diğer kesimlere göre daha entegre bir profile sahip olduğunu söylüyor. Entegrasyonun göstergeleri olaraksa literatürden aşina olduğumuz (ev sahibi ülkenin dilini konuşabilme becerisi ve Türkiye yerine Avrupa’yla ilgili haberleri izleme gibi) temel konular öne çıkıyor. Bir diğer önemli bulgu ise odaklanılan dört ülkenin belirli eksenler üzerinden Almanya-Avusturya ve Fransa-Hollanda olarak iki temel küme oluşturması. Bu farklılaşmanın temel nedeni ise bu ülkelerin çifte vatandaşlık konusunda farklı politikalar izlemesine işaret edilerek açıklanıyor. Bunun önemli göstergelerinden biri katılımcıların kendini nasıl tanımladığı konusunda görülüyor. Söz gelimi, Fransa ve Hollanda’daki katılımcılar kendilerini Almanya ve Avusturya’dakilere göre daha fazla “Avrupalı” ve “karma kimlikli” olarak tanımlıyor. Kuşkusuz bu konular basit bir ikili karşıtlık içinde düşünülemez. Türkiye kökenli göçmen nüfusun kimi farklılıkları ve ülkelerin özgün toplumsal-siyasal yapıları yöneltilen soruların nasıl anlaşıldığını ve dolayısıyla katılımcıların cevaplarını şekillendirir. Örneğin kendini “Kürt” olarak tanımlayan katılımcıların oranı aynı küme içinde yer alan Fransa’da yüzde 10,2 ile en yüksek, Hollanda’da ise yüzde 3,1 ile en düşük oranlarda tespit edilmiş. Bu fark özellikle Türkiye’ye karşı
10
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
Tablo 2: Katılımcıların kendini tanımladığı göstergelerin dağılımı
tutumlar gibi kimi sorularda belirleyici olurken her iki ülkenin de çifte vatandaşlığı tanıyor olması entegrasyon ve kendini evde hissetme gibi konularda Fransa ve Hollanda’yı bu hakkı tanımayan Almanya ve Avusturya karşısında birbirine yaklaştırıyor. “Dünya Kupası’nda Kimi Desteklerdiniz?” Katılımcıların kendilerini etnisite (Türk/Kürt), inanç ve kültürel gelenek olarak üç değişken üzerinden ve 1 ila 10 arasında puanlayarak değerlendirmelerini isteyen soru bir diğer önemli bulguya işaret ediyor. Gündelik yaşamda, iş yerinde, evde ve kitap ya da haber okurken hangi dilin konuşulduğu sorusunda Almanya-Avusturya ve Fransa-Hollanda kümeleri arasındaki fark açıkça gözüküyor. Türkçe/Kürtçe TV ve sosyal medya kullanımı tüm ülkelerde birbirine yakın oranlardayken, ev sahibi toplum medya kanallarının ikinci küme ülkelerde 10 üzerinden 2 puanlık bir farkla daha çok takip edildiği görülüyor. Entegrasyon konusunda sorulan ilginç bir diğer soru ise sporla ilgili. İlk kez 2006 yılında Almanya’da düzenlenen Dünya Kupası’yla birlikte gündeme gelen “olası bir Almanya-Türkiye maçında Avrupa’daki Türkler kimi destekler/desteklemelidir” tartışması raporun merak ettiği konulardan biri. Katılımcıların yüzde 76’sı böyle bir durumda Türkiye’yi destekleyeceğini söylerken sadece yüzde 5’i bulunduğu ülke ve yüzde 11’i ise her iki ülke takımını da destekleyeceğini belirtiyor. Araştırmanın odaklandığı bir diğer önemli konu ise ayrımcılık. Konuyla ilgili belirli ifadelerin 10 üzerinden değerlendirilmesi istendiğinde katılımcılar bir yandan komşuları ya da çalışma arkadaşları tarafından kabul gördüklerini (8,83) söylerken diğer yandan
da ayrımcılığa maruz kaldıklarını (6,17) belirtiyor. Ayrımcılığa uğrama konusundaki sıralama ise Almanya (6,75) ve Avusturya (6,78) ve Hollanda (5,71) ve Fransa (4,71) olarak tespit edilmiş. Katılımcıların yaşadıkları ülkelerde kendilerini ne düzeyde evde hissediyor oldukları sorusuna ise 10 üzerinden ortalama 7,58 oranında olumlu cevap alınmış. Fakat, en düşük oranın Fransa’da (7,15), en yüksek oranın ise Hollanda’da (8,10) olduğu görülüyor. Rapor, Fransa’daki diasporanın bir yandan kendini tanımlarken ana vatan referansından diğer ülkelere göre daha uzak durmasını, diğer yandan da kendilerini evde hissetme konusunda en düşük puana sahip olmasını şaşırtıcı buluyor. Bu durumu ise diğer ülkelerdeki diasporalara göre daha entegre olmaları nedeniyle gündelik hayatta ayrımcı tutumlarla daha fazla karşılaşıyor ve bu durumun ayırdına varabiliyor olmalarıyla açıklıyor. Ayrımcılık ve Siyaset Hakkındaki Görüşler Gençler yaşlılara, erkeklerse kadınlara göre daha fazla ayrımcılığa maruz kaldıklarını ve bu durumun kariyerlerini etkilediğini belirtiyor. Rapora göre tüm ülkelerdeki diaspora topluluklar güçlü bir “uyum sağla ama asimile olma” tutumuna sahip. Katılımcılar bir yandan “Evet, Türkiyeliler dışındaki topluluklarla da ilişki içinde olmalıyız” derken (7,83) diğer yandan kendi kimliklerini korumayı da önemsiyorlar (8,48). Diğer yandan, tüm ülkelerden katılımcılar eğitim, yaşam kalitesi, refah, özgürlükler ve istikrar konusunda yaşadıkları ülkeleri Türkiye’den daha iyi bir konumda görüyor. Siyasi katılım ve özellikle AB politikaları konusunda ise raporu hazırlayanların beklentilerinden daha düşük sonuçlar alınmış. Katılımcılar, Almanya dışında yaşadıkları ülkelerde kendilerini sol partilerle özdeşleştiriyor. Öyle görünüyor ki Almanya’da yaşayan diaspora, Yeşiller Partisi eski lideri Cem Özdemir’den (Hollanda’daki diaspora için Denk Partisi kurucusu Tunahan Kuzu’nun olduğunun aksine) daha fazla bir oranda Angela Merkel’i destekliyor. Raporun son odağıysa Türkiye siyaseti konusundaki tutumlar. Katılımcıların yüzde 66’sı Türk vatandaşlığına sahipken yüzde 56’sı 2018 seçimlerinde oy kullandığını belirtiyor. Parti tercihlerinin yurt dışındaki sandık sonuçlarıyla benzer olduğuna işaret eden rapor, katılımcıların sırasıyla AKP (%51), CHP (%30) ve HDP’yi (%9) desteklediğini tespit etmiş. Katılımcılar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avrupa’daki Türklerin refahını önemsediği konusundaki soruya 10 üzerinden 5,32 puan verirken genç kuşakların bu
konuda daha çekimser kaldığı görülüyor. Erdoğan’ın beğeni puanı ise en yüksek Avusturya’da (6,61), en düşük Fransa’da (4,28) ve ortalama olarak 5,46 olarak tespit edilirken “uyum sağla ama asimile olma” sloganı ise 8,63 gibi yüksek bir oranda kabul görüyor. Bu sorularda Fransa, diğer ülkelere göre daha düşük bir destek sergiliyor. Rapor bu durumu bu ülkedeki Türkiyeli göçmenlerin kendini daha yüksek bir oranda Kürt olarak tanımlaması ve daha yüksek eğitimli olmasına işaretle açıklıyor. “Diaspora İnşa Politikaları” Raporun sürpriz bulduğu bir diğer sonuçsa Ekrem İmamoğlu’nun genç kuşaklar arasında oldukça destek görüyor olması. Fransa ve Hollanda’daki katılımcılar İmamoğlu’nu Erdoğan’dan daha popüler buluyor. Selahattin Demirtaş’ın dört ülkedeki beğeni ortalamasıysa 3,02 olarak tespit edilmiş. MHP konusundaki destekleyici tutumlarınsa yurt dışındaki seçim sonuçlarına kıyasla düşük kaldığını belirten rapor, bu durumun anılan siyasi partinin son dönemde Avrupa’da kazandığı olumsuz izlenimden (ülkü ocaklarının yasaklanması) kaynaklandığını söylüyor. Rapor, Türkiye’deki siyasi parti liderlerine ilişkin tutumlarla ilgili bir tablo sunmadığından bu durumu ayrıntılı olarak göremiyoruz. Son olaraksa katılımcılara Türk hükûmetinin politikalarını desteklemek yönünde bir baskı hissedip hissetmedikleri sorulmuş. Bu konuda yöneltilen sorulara tüm ülkelerde 10 üzerinden ortalama 2 gibi düşük bir seviyede onay alınmış. Tüm bu verilere dayanarak rapor, Fransa ve Hollanda’daki diaspora topluluklarının Almanya ve Avusturya’dakilere oranla daha liberal görüşlere sahip olduğunu söylüyor. Bulguların büyük bir kısmı konu üzerine çalışan kişiler açısından beklenmedik olmamakla birlikte rapor, entegrasyon konusunun siyasetle ilişkili olarak nasıl ele alındığını görmek açısından güzel bir örnek sunuyor. Diğer yandan sorulduğu söylenen 120 sorunun tümünün rapor kapsamında değerlendirilmeye alınmadığını düşünüyorum. Bu gibi araştırmalardan farklı kalibrelerde yayınlar yapılmasına aşinayız. Umuyorum araştırmanın daha geniş kapsamlı sonuçlarına ulaşmamız da mümkün olur. Son olarak, öyle anlaşılıyor ki Türkiye’nin “diaspora inşa politikaları” çerçevesinde yurt dışında yaşayan göçmen kökenli Türkiyelilere ilgisi devam ettiği sürece konuyla ilgili benzeri birçok çalışmaya da tanıklık edeceğiz.
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
11
GÜNDEM
İngiltere’nin Müslüman Gençleri
İki Farklı ” Hayat Sürüyor
“
Fanatiklik ve artan nefret bağlamında son zamanlarda yapılan iki araştırma, İngiltere’deki Müslüman gençlerin giderek daha fazla “çifte hayat” yaşamak zorunda kaldıklarını ortaya koyuyor. C h r i s A l l e n*
İ
ngiltere’de Müslüman gençlerle ilgili iki araştırma gündemde: Doğu Londra ve Middlesex Üniversiteleriyle, Seküler Demokrasi İçin İngiliz Müslümanları (BMSD) adlı yardım derneğinin işbirliğiyle İngiltere’de bir araştırma yapıldı.1 Başlangıçta İngiltere’nin terörle mücadele politikalarının
genç Müslümanlar üzerindeki etkisini incelemeyi hedefleyen bu araştırma, daha sonra bu gençlerin refah seviyesi ve yaşam biçimlerini anlamaya odaklandı. London School of Economics tarafından gerçekleştirilen ikinci araştırma ise Müslüman gençlerin sosyal ve siyasi katılımını inceliyor.
*Leichester Üniversitesi Kriminoloji Bölümü Nefret Araştırmaları Merkezi’nde öğretim üyesi olan Dr. Chris Allen, İslamofobi ve İslamofobik nefret suçları konularında çalışmalar yürütmektedir.
12
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
© mantinov/shutterstock.com
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
13
GÜNDEM
Her iki araştırmadan çıkan sonuçlara göre hem İngiliz hem Müslüman olmanın ne demek olduğu arasında bocalayan Müslüman gençlerin birçoğu, kendilerini içinde yaşadıkları topluluğun gelenekleri ve kültürleritarafındansınırlandırılmışhissediyor.Dahası ebeveynlerinden, büyükanne ve büyükbabalarından daha eğitimli, siyasetle genel olarak onlardan daha ilgili olsalar bile, klişeleştirilmeye ve İngiliz kültürünün belli alanlarından dışlanmaya da devam ediyorlar. İngiltere’nin Müslüman Gençleri Avrupa’nın diğer birçok ülkesinde olduğu gibi İngiltere’de de Müslüman topluluklar ulusal ortalamadan daha genç bir nüfusa sahip. Bu durum İngiltere Müslüman Konseyi’nin yayımladığı verilerde de açıkça görülüyor.2 15 yaş ve altı genç nüfus ülke genelinde yüzde 19’luk bir dilim oluştururken, bu oran Müslümanlarda yaklaşık üçte bire tekabül ediyor (yüzde 33). 16 ve 24 yaş arası nüfus söz konusu olduğunda aradaki fark azalsa da, aynı şey orada da geçerli. Bu nüfus aralığı Müslümanlarda yüzde 15’lik bir dilime tekabül ederken, genel nüfusta sadece yüzde 12’ye karşılık geliyor. İngiltere’deki genç Müslüman nüfusu ulusal perspektiften değerlendirmek bazı açılardan yanıltıcı olabiliyor. Genç Müslüman nüfusun tüm açıklığıyla ortaya çıkması için kişinin dikkatini Müslümanların yoğun olarak yaşadığı yerlere yöneltmesi gerek. Müslüman nüfusun başkent haricinde en yoğun yaşadığı Birmingham kentini ele alalım mesela. Tahminlere göre şehirde 301 bin civarında Müslüman yaşıyor; yani şehrin nüfusunun yüzde 27’sini Müslümanlar teşkil ediyor ve bu nüfusun yarıdan fazlası 25 yaşın altındakilerden oluşuyor. 16 yaş ve altındakiler göz önüne alındığında bu oran yüzde 41.5’e çıkıyor. Daha da çarpıcı olansa, şehrin bazı bölgelerinde yaşayan çocukların yüzde 85’inin Müslüman olması. Sadece sayılara bakıldığında bile İngiltere’deki Müslüman gençlerin daha iyi tanınması ve anlaşılmasının önemi ortaya çıkıyor. Siyasetle İlgili, Sosyal Olarak Aktif İlk araştırmanın bulgularına göre, İngiltere’deki Müslüman gençlerin çoğu, “Müslüman” olmanın kimliklerinin birincil göstergesi olduğunu söylüyor. Bu gösterge her zaman din olmak zorunda olmasa da, araştırmaya katılan gençlerin çoğu İslam’ın ailelerinin kültürü ve içinde büyüdükleri çevreyi büyük ölçüde
14
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
şekillendirip etkilediğini belirtiyor. Gençlerin birçoğu aynı zamanda İngiliz olmayla da bir sıkıntılarının olmadığını söylüyor. Ebeveynlerinin etnisite ve köken ülkeleriyle yakın ilişkilerini muhafaza ederken, İngiltere’yi de evleri olarak görüyorlar. Bu husus özellikle Pakistan kökenliler için büyük önem arz ediyor. İkinci araştırmaysa, Müslüman gençlerin ebeveynlerinin jenerasyonunun aksine, siyasi olarak bilinçli ve siyasi katılım noktasında aktif olduklarını gösteriyor. Ebeveynlerinden farklı olarak genç Müslümanlar, her yerden daha fazla İngiltere’deki meselelerle ilgileniyorlar. Bu durum hem İngiltere’deki siyasi ortamın hayatlarını ve geleceklerini doğrudan etkilemesinin, hem de ebeveynleriyle, büyükanne ve büyükbabalarının köken ülkelerle olan bağlarının bu gençler için geçerli olmamasının bir sonucu. Buna rağmen İngiliz siyasetiyle ilgili olarak da büyük bir tatminsizlik ve hayal kırıklığı yaşıyorlar; katılımcıların çok azı İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılmasını destekliyor. Her iki araştırma da Müslüman gençlerin siyasetle ilgilenmenin yanı sıra aynı zamanda sosyal olarak da aktif olduğunu gösteriyor. Bu durum özellikle eğitime yüksek erişim düzeyi ve üniversiteye giden öğrenci sayılarındaki artışta açıkça görülüyor. Durum bu olsa da, ilk araştırmaya göre Müslüman gençler İngiliz kültürünün bazı hususlarına entegre olmada sıkıntı yaşamaya devam ediyor. Gençlerden bazıları bu hususlardan birinin iş ortamı bağlamında karşılaşılan, işten sonra “içmeye gitme” âdetine katılmak istememe olduğunu söylerken, birçok İngiliz üniversitesinde yaygın olan (alkol) “içme” kültürüne de vurgu yapıyorlar. Bununla birlikte bu Müslüman gençlerin bazıları barlara ve gece kulüplerine gittiklerini, bunun anne ve babalarının isteklerine ters olduğunu ve bundan dolayı da yalan söylemek ya da yaptıklarını “saklamak” zorunda kaldıklarını kabul ediyor. Müslüman gençler, kendilerini iki hayat tarzı arasında seçim yapmak zorunda kalmış hissetmenin yanı sıra, İngiliz kültürünün belli alanlarına dâhil olmamayı seçmenin de “Müslümanların başka olduğu ve o şekilde kalmak istedikleri” klişesini güçlendirdiğini düşünüyorlar. Bazıları bu durumun da kendilerini şüpheli hâle getirdiğini ve bu şüphenin ise daha fazla gözetlenmelerine davetiye çıkardığını hissediyor. İkinci araştırma, çok sayıda Müslüman gencin
modern hayatın tüm alanlarında gözetlendiklerini hissettiklerine vurgu yapıyor. Araştırmadaki gençlerin birçoğu, Müslümanların terörist ya da fanatik olarak yaftalanması sonucu dışlandığını ya da ayrımcılığa uğradığını ifade ediyor. Bazıları da Müslümanlara yönelik rekor seviyelere ulaşan nefret suçlarıyla ilgili kaygılarını dile getirerek Brexit’in bunu daha da artırmış olabileceğini söylüyor. Aile ve Bireysel Baskılar “İki farklı hayat” sürdürmeye duyulan ihtiyaç, Müslüman gençlere ailevi ve kişisel ilişkiler sorulduğunda daha belirgin ve sorunlu bir hâl alıyor. İlk araştırma bazı Müslüman gençlerin onlara nasıl mükemmel bir evlat olunacağını anlatan “bir senaryoyu okur gibi” göründüğünü, bazılarınınsa kendini –bazen- birbirinden çok farklı iki yaşam biçimi ve kültür arasında git-gel yaşamak zorunda hissettiğini belirtiyor. Gençlerin çoğu, ailelerini memnun etmek istediklerini belirtirken böyle yapmanın üzerlerinde baskı kurabileceğini de kabul ediyor. Aileler tarafından üzerlerinde kurulan baskı, bu gençlerin bazılarınca yargılayıcı olduğu kadar klostrofobik olarak da algılanıyor. Ancak bu durum, gençlerin çoğunun ailelerini rahatlatıcı ve güven verici bulduklarını ifade ettikleri gerçeği ile dengeleniyor. Müslüman gençler için ana meselelerden biri de kişisel ve cinsiyet ilişkileri noktasında birçoğunun hissettiği baskı. İlk araştırmaya göre Müslüman genç kadınların çoğu evlenmeleri ve İngiliz toplumuyla her zaman uyuşmayan cinsiyet rollerini üstlenmeleri noktasında kendilerini baskı altında hissediyor. Bu durum onlardan sadece gerçekçi olmayan beklentilerde bulunulmasına yol açmakla kalmıyor, aynı zamanda kadınlığın ne anlama geldiği ve nasıl olması gerektiğine dair de bir çatışma doğuruyor. Aynı şekilde genç erkekler de üzerlerinde benzer baskıları hissediyor ve Müslüman bir erkeğin bilhassa “aileyi geçindiren kişi” olması gibi belli klişelere uymaları beklentisi karşısında yaşadıkları rahatsızlıkları ifade ediyorlar. Bazıları da maskülanite ve cinsellik gibi konuların yanı sıra, Müslüman olsun olmasın kızlarla olan ilişkilerini gizli tutmak zorunda olmaları noktasındaki kaygılarını dile getiriyor. Ailelerinin norm ve beklentilerinin İngiliz toplumunun norm ve beklentileriyle nadiren uyum içinde olması da genç erkeklerin ve kızların hissettiği baskıyı artıran sebeplerden biri.
İki Farklı Hayat Yaşamak İlk araştırmanın ortaya koyduğu gibi iki farklı hayat sürmenin Müslüman gençlerin yaşamları ve mutlulukları üzerinde zararlı etkiler oluşturma potansiyeli bulunuyor; özellikle de akıl ve ruh sağlıkları üzerinde. Bu durum sadece çifte hayat sürdürme zorunluluğunun bir sonucu değil, aksine çok bileşenli bir mesele. Gençlerin birçoğu ailelerinde ve içinde bulundukları topluluklarda akıl sağlığıyla ilgili konuların bir zayıflık alameti olarak kabul edildiği için utanç verici bir şey olarak görülmesinden bahsediyor. Bu gençlerin bazıları bu konunun dinî bir perspektiften bakıldığında da aynı olduğunu söylüyor. Gençlerin bazıları da İngiliz hükûmetinin radikalizmle mücadele programına göre yanlış kabul edilen bir şey söylemekten ya da yapmaktan korktukları için İngiliz toplumunda aileleri dışında başka bir yerden yardım ve destek aramaktan çekindiklerini belirtiyorlar. Zira hükûmetin bu programı, fanatizme ve terörizme yatkın olan kişilerin teşhis edilmesi noktasında kamu sektörüne görev yüklüyor. Tüm bunlardan dolayı da karşımıza çıkan manzara –zaman zaman- büyük farklılıklara sahip iki kültürün baskıları ve beklentileri arasında sürekli olarak yolunu belirlemeye çalışan bir nesil manzarası. Bu nesil hem Müslüman hem de İngiliz olma noktasında ebeveynleriyle büyükanne ve büyükbabalarından çok daha rahat görünse de, bu rahatlık yanında bir dizi yeni baskılar getiriyor. Bu baskılar, söz konusu aileler olunca, günümüz Müslüman gençlerine ailelerinin demode görünen beklentilerini karşılama çabası yüklüyor. Konu İngiliz toplumu olunca ortaya çıkan zorluk ise, toplumun, kendi inançları ve davranışlarıyla örtüşmeyen alanlarında, kendileriyle ilgili potansiyel tehlike oldukları klişesini de desteklemeyecek biçimlerde yollarını bulmaya çalışma ihtiyacı oluyor. Ailelerinin ve İngiliz toplumunun bunları yapabilmelerini mümkün kılacak zamanı ve alanı onlara sağlayıp sağlamayacağını göreceğiz. Onlar bunu sağlayana kadar da Müslüman gençler muhtemelen çifte hayatlar yaşamaya devam edecek. Dipnotlar 1. https://www.dropbox.com/s/h6grsbduh6issni/BMSD Inner Lives of Troubled Young Muslims PDF .pdf?dl=0 2. https://www.mcb.org.uk/wp-content/uploads/2015/02/ MCBCensusReport_2015.pdf
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
15
GÜNDEM
“Fransa İslam’ı İmamlar Şartna
*Cezayir kökenli Fransız gazeteci Mechaï, hukuk yüksek lisansı yapmış ve uluslararası ilişkiler ile Afrika ve Orta Doğu ilişkileri konusunda uzmanlaşmıştır.
16
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
ını” Düzenleyen amesi Fransa’da Ulusal İmamlar Konseyi İlkeler Şartnamesi tartışmalara yol açtı. Şartname daha çok siyasi hesaplara dayanıyor. Hassina Mechaï*
F
ransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 2 Ekim’de Les Mureaux’da yaptığı konuşmadan bu yana Müslüman din görevlilerinin görevini çerçevelemesi gereken İmamlar Şartnamesinin hazırlanması bekleniyordu. Sonunda şartname Fransa İslam Konseyi (CFCM) tarafından büyük tartışmalarla kamuoyuna açıklandı. Bu şartnamenin, cumhurbaşkanının talebine göre, özellikle imamların eğitiminden ve “sertifikalandırılmasından” sorumlu olan bir Ulusal İmamlar Konseyinin (CNI) kurulmasına eşlik etmesi isteniyor. Şartname kabul edilmediği takdirde imamların eğitimi ve sertifikalandırması da olmayacak.
© Andrzej Lisowski Travel/shutterstock.com
“İlkeler Şartnamesi” olarak yeniden adlandırılan tüzük on maddede, Fransa’daki her imamın benimsemek zorunda kalacağı cumhuriyetçi “on emri” ortaya koyuyor. “Vatandaşlık yükümlülüklerinden kaçınmak için hiçbir dinî inanç öne sürülemez” ifadesi, metnin önsözünde bulunan cümlelerden biri. Şartnamede kadın-erkek eşitliği, Müslüman inancının Cumhuriyet ile uyumluluğu, İslam’ın siyasi amaçlar için araçsallaştırılmasının ve yabancı devletlerin müdahalesinin reddi gibi konular yer alıyor.
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
17
GÜNDEM
Basına sızan haberlere göre Macron, “İmzalayanlar ve imzalamayanlar olacak. Bundan öğreneceğimizi öğreniriz. Ya Cumhuriyet’le birliktesinizdir ya da değilsinizdir.” şeklinde ifadelerde bulundu. Tebliğ Cemaati, Fransa Millî Görüş İslam Konfederasyonu (CIMG), ve Fransa’daki Türk Müslüman Dernekleri Koordinasyon Komitesi (CCMTF) dâhil olmak üzere üç federasyon şartnameyi imzalamadı. Konuyla alakalı CFCM Başkanı Faslı Muhammed Moussaoui, imzalamayan federasyonların yetkililerine danışmayı gerektiren küçük farklılıklar olduğunu belirtti. Aynı zamanda CFCM Başkan Yardımcısı olan CCMTF Sorumlusu İbrahim Alcı, metinde değişiklik talep ederek, “Bu mümkün olduğu takdirde imzalayacağız.” dedi. CIMG ve CCMTF’e göre metin, Müslümanlara olan güveni zayıflatma riski taşıyor. Federasyonların imzalamadığı ana anlaşmazlık noktaları, yabancı müdahalenin tanımı ve siyasal İslam’ın net tanımı gibi konuları kapsıyor. Bir İmamın İfadeleri T., Fransa’da doğup büyüyen bir Fransız imam. Kendisiyle mülakat yaptığımız sıralarda şartname henüz yayınlanmamıştı ancak basına sızan ilk taslağa dayanarak T. şartnameyi imzalamamaya karar vermişti. Aralık ayı ortasında Mediapart haber sitesinde yayınlanan taslakta, imamların Fransa’da devlet ırkçılığının olmadığını kabul etmeleri gerektiği yer alıyordu. Metne göre “Devlet İslamofobisi” ifadesinin kullanılması veya “ibadet yerinde siyasi açıklamalar yapılması” da yasak. Nihai şartnamenin 9. maddesinde Fransa’daki Müslümanların ve inanç sembollerinin çoğu zaman düşmanca eylemlerin hedefi olduğu hatırlatıldıktan sonra, bu eylemler “devlet veya Fransız halkıyla karıştırılmaması gereken aşırılık yanlısı bir azınlığa” atfediliyor. Bu nedenle metin şu sonuca varıyor: “Tüm mağduriyet duruşları gibi, iddia edilen devlet ırkçılığına yönelik suçlamalar da karalama kapsamındadır. Hem Müslüman karşıtı nefreti hem de Fransa nefretini besliyor ve şiddetlendiriyorlar.” Müslümanlara karşı belgelenen ayrımcılıkların bu şekilde reddedilmesi T.’yi kızdırıyor: “Devlet nasıl olur da ırkçılığı tanımayı veya tanımamayı bize dayatabilir? Bu ifade özgürlüğünün bir parçasıdır. Ayrıca bu, bir gerçeği reddetmek olur. Neticede devlet veya hükûmetten bazı insanlar sorunlu ifadeler kullanıyor.”
18
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
“Burada açıkça devlet müdahalesi var.” diye devam ediyor imam. Din işlerinde devletin müdahalesini yasaklayan 1905 Laiklik Yasasına atıfta bulunarak, “Neden diğer dinlere müdahale yok? Devletin din özgürlüğünü güvence altına alma görevi var, ancak dinlere müdahale etmeme görevi de var.” ifadelerini ekliyor. İmama göre, Fransa devleti ayrımcı eylemlere nasıl karşı koyacağını bilmiyor ve sadece gerekli olmayan yere vurarak tepki göstermeye çalışıyor. Fransa’nın Sosyal Dokusuyla İçiçe Olmak Her hâlükârda, T.’ye göre bu şartname, birlikte yaşama politikasından çok siyasi amaçlar çerçevesine giriyor. “Mayıs 2022’deki Cumhurbaşkanlığı Seçimlerine birkaç ay kaldı. Aşırı sağın konuları hâlâ kullanılıyor. Ama bence bu tüzük boş iş. Sadece seçim öncesinde bir şey yapılıyormuş gibi görünmesine yarayacak.” T., Fransa İslam’ı tartışmalarına da değiniyor ve camisine gelen cemaatin kökeninden bahsetmeyi reddediyor: “Onlar Fransız ve Müslümanlar” diye ısrar ediyor. Ona göre devlet Müslümanları aşağılık kitleler olarak görüyor. “Araplar olarak görülüyoruz. Fransız olarak görülmüyoruz. Fransa’da doğmuş, Fransa’da büyümüş, Fransızlarla evli olarak görülüyoruz. Oysa Fransa’daki bir Müslüman Fransız’dır. Neden damgalansınlar ki? Hükûmet hâlâ sömürü günlerinde olduğunu mu düşünüyor?” T., İslam etrafındaki aralıksız tartışmaların Müslüman cemaati yorduğunu söylüyor. Bununla birlikte, imamlar için bir şartname oluşturma ve imamlara Fransız bağlamına uyarlanmış bir eğitim sağlama ihtiyacına hiçbir şekilde itiraz etmiyor. Yerel Düzeyde Sorunlar Daha Kolay Çözülüyor Macron, neyi kapsayabileceğini açıkça tanımlamadan birkaç kez “Aydınlanmış İslam’ın” oluşturulması için çağrısında bulunmuştu. Fransa’da Galikanizm kavramıyla Fransa Katolikliğini Papa’nın etkisinden kaldırarak örgütlemek şeklinde bir gelenek var. Öte yandan Fransa İslam’ının çerçevelendirilmesinin tam olarak kim için ve kime karşı yapıldığını insan merak ediyor. Çünkü İslam’ın Cumhuriyet değerlerine uygun olup olmadığı üzerine dramatize edilmiş tartışmalardan çıktığımızda, gözlemciler yerel düzeyde barışçıl ve Fransız sosyal dokusuyla iç içe bir uygulamanın varlığına işaret ediyor.
İmamlar Konseyinin İlkeler Şartnamesi, Müslümanlara olan güveni zayıflatma riski taşıdığı gerekçesiyle eleştiriliyor. T., günlük hayatta herhangi bir özel endişe yaşanmadığını bildiriyor. “Yerel olarak her şey yolunda gidiyor, özellikle belediye başkanları ile. Sorun medyada ve bakanlarda.” Aynı şey, sosyo-tarihsel bir perspektiften devlet ve İslam arasındaki ilişkiler üzerinde çalışan siyaset bilimci Raberh Achi için de geçerli. Yerel düzeyde Müslüman cemaatle ilişkilerin gayet normal olduğuna dikkat çekiyor: “En ilgililer il yetkilileri oluyor. Bölgesel ve ulusal düzeyde durum daha zorlaşabiliyor. Bunun açıklaması oldukça basit, zira asıl mevzu öncelikle yerel düzeyde. Ulusal makamlardan gelen herhangi bir şeye karşı, hele de devletle ilgiliyse, bir güvensizlik var ve direniş oluşuyor.” Raberh Achi, bu nedenle yerel meselelerin hararetli soru ve tartışmalardan çok uzak olduğuna inanıyor çünkü bu düzeyde, belediyelerin öncelikli düşünceleri pragmatik ve çözümler hukuka ve devlet tarafsızlığına uygun olarak uygulanıyor. “Bütün bunlara ulusal düzeyde, özellikle de medya tarafından yaklaşma biçimi ile yerel düzeyde umursamaz oluş arasında bir kopukluk var, çünkü endişeler çok daha somut. Örneğin vatandaşlar bir ibadet yeri istiyor. Peki bu, hukuka uygun nasıl gerçekleştirilebilir?” Fransız devletinin piramitvari merkezileştirme çabası, sessizce ortaya çıkan kendine özgü bir İslam’ın gerçekten taşıyıcıları olan bu yerel girişimleri paradoksal olarak ne ölçüde bastırabileceği veya altüst edebileceği merak konusu. CFCM’in Temsil Gücü Bir diğer nokta da Fransa İslam Konseyinin temsil gücünün olmaması ve İçişleri Bakanlığı himayesi altında bulunan bu kurumun oynadığı tek muhataplık rolü. 2003 yılında Müslümanların devlet yetkilileri önünde temsil edilmesi için dönemin İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy tarafından oluşturulan CFCM’nin işleyişinden dolayı, Fransa İslam’ının bütün kesimleri temel olarak temsil edilmiyor ve dolayısıyla kendilerine danışılmıyor. “Bölgesel İslam Konseyinin [CFCM'nin yerel organları] bir parçası olmak için her şey caminin metrekare sayısına bağlı. Söz hakkı almak için katılmak istediğimizde bile başvurularımız kabul edilmiyor ”diye yakınıyor imam.
“CFCM yalnızca kendisini temsil ediyor. Bunun tek gerekçesi devletin muhatabı olması. Paris Büyük Camii, Müslümanlar tarafından ancak Ramazan veya bayram gününün belirlenmesi söz konusu olduğunda dinleniyor." Sciences Po Lyon’da profesör olan Haoues Seniguer de aynı fikirde. “CFCM’nin temsili var ama temsil gücü yok. Devlet, [bir dini] Fransız Müslümanlar tarafından tanınmayan ve hatta bilinmeyen kurumlar aracılığıyla örgütlemeye çalışıyor. Bu nedenle Fransız Müslüman sahasında yapısal nedenlerden dolayı bir kontrolden çıkma var.” diye belirtiyor. Bu proje, Fransa’da İslam’ı birleştirmek yerine, tüzüğü imzalamayı reddedenler ile imzalayacak olanlar arasında yeni bölünmeler yaratma riskini taşıyor. Ama aynı zamanda, kurumsallaşmış Müslüman yapılar ile CFCM içinde bulunmayan yerel dinî dernekler arasında da bölünmelere sebep olabilir. “Sorunun parçası bir nevi dinî aktörler. Ulusal dinî aktörler arasında öyle bir rekabet yaratıldı ki bu durum sorunu besledi. Kamu otoriteleri tarafından tanınma, onaylanma arzusu var ve bunun nedeni, bu müdahaleci sistemin çalışabileceği arzusunun olmasıdır.” diyor Raberh Achi. Nitekim bu durumun ortaya koyduğu üzere, Fransa Camileri Kolektifi (CMF) tarafından “Ulusal İmamlar Konseyi Değerler Şartı” olarak adlandırılan rakip bir metin önerildi. Aralık sonunda ise Paris Büyük Camii rektörü Chems-Eddine Hafiz Ulusal İmamlar Konseyi projesinden çekildiğini belirtti. Hafiz, “Fransa’ya düşman olan yabancı rejimlerle bağlantılı olan CFCM içindeki İslamcı bileşenler, şartnamenin bazı önemli kısımlarını neredeyse sistematik bir şekilde sorgulayarak müzakereleri sinsice engellemiştir.” diye yazdı. Bu “bileşen” veya bu “rejimler” hakkında ise hiçbir ayrıntı vermedi. Ancak CFCM’nin dokuz üye federasyonundan altısı, büyük rektörün bu suçlamalarına sert tepki göstererek, bundan üzüldüklerini belirtti ve CNI’nin oluşturulması için çalışmaya devam etmek istediklerini vurguladı. Şartnamenin akıbetinin ne olacağını zaman gösterecek.
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
19
D O S YA
Hanau Saldırısı
Münferit Bir Olay Değil! H
Muhammed Suiçmez*
*Marmara Üniversitesinde İslam ilahiyatı bölümünde eğitimini tamamlayan Suiçmez, yüksek lisans eğitimini Osnabrück Üniversitesinde manevi rehberlik alanında bitirmiştir. Suiçmez şu anda IslamiQ haber-yorum platformunun editörlüğünü yapmaktadır.
20
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
ÖZEL DOSYA
S R I I
A N A U
S A L D
I
Hanau saldırısından sonra Almanya’da neler değişti? Belediye ve federal hükûmet saldırı ile ilgili neler yaptı? Kısa bir bilanço.
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
21
D O S YA
19 Aralık 2020 Almanya tarihine dehşet dolu bir gün olarak geçecek. O akşam Ferhat Unvar, Mercedes Kierpacz, Sedat Gürbüz, Gökhan Gültekin, Hamza Kurtović, Kaloyan Velkov, Vili-Viorel Păun, Said Nesar Hashemi ve Fatih Saraçoğlu Hanau şehrinde aşırı sağcı bir saldırgan tarafından vurularak öldürüldü. Saldırgan, son olay mahalline yakın olan ailesinin dairesinde polis tarafından ölü olarak bulundu. Şahıs intihar etmeden önce kendi annesini de öldürmüştü. Saldırıdan önce internette komplo teorileri ve ırkçı görüşler içeren yazı ve videolar yayınlamıştı. 43 yaşındaki saldırgan, silah atış eğitimi almış aktif bir nişancı olmakla birlikte 2012’den beri Frankfurt Diana Bergen-Enkheim Atış Kulübü’nün bir üyesiydi. Bariz bir psikolojik rahatsızlığı olmasına rağmen neden silah ruhsatına sahip olmasına izin verildiği ise hâlâ aydınlığa kavuşturulmuş değil. Irkçı motifli saldırının gerçekleştiği birkaç dakikalık zaman dilimi içerisinde tam olarak neler yaşandığı aylar sonra bile netleşmedi. Bilinen tek şey suikastçının saat 22.00 sularında “Midnight” isimli nargile bara girerek barın sahibi Sedat Gürbüz’ü yakın mesafeden başından vurmuş olduğu. Saldırgan, komşu kafe olan Café-Bar La Votre’ye de gidip orada da birkaç el ateş etti. İki barın yanında bulunan otele bıraktığı iş arkadaşıyla vedalaşan Fatih Saraçoğlu ise sokak ortasında vurularak öldürüldü. Aynı şekilde Kaloyan Velkov da bu ilk cinayet mahallinde saldırganın açtığı ateşle hayatını kaybetti. Saldırgan kısa bir süre sonra birkaç kilometre ötedeki Kesselstadt semtine arabayla giderek bir büfeye ve bir arabaya ateş açtı. Kardeşi Etris Hashemi ile futbol maçı izlemek isteyen Said Nesar Hashemi bu büfede hayatını kaybetti. Boynundan vurulan Etris, saldırıyı ağır yaralı olarak atlattı, ama kardeşinin ölüm anına yakinen tanıklık etti ve haftalarca hastanede kaldı. Saldırgan büfenin ön kısmında kendisinden sadece 40 saniye önce içeri giren Ferhat Unvar’ı, çocukları için pizza almak isteyen Mercedes Kierpacz’ı, Hamza Kurtović’i ve Gökhan Gültekin’i öldürdü. Vili-Viorel Păun ise büfenin önündeki park alanında arabasında vurularak öldürüldü. Păun’un
22
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
nargile barından büfeye kadar saldırganı arabasıyla takip ederek birçok kez polise ulaşmaya çalıştığı ancak polisle iletişime geçemediği iddia edilmişti. “Hanau Irkçı Bir Terör Saldırısıdır” Hanau saldırısı ülke çapında korku, üzüntü ve dayanışmaya neden oldu. Almanya’da on binlerce insan ırkçılığa ve insan onurunun hiçe sayılmasına karşı gösteriler yaptı. Saldırıdan bir ay sonra soruşturmanın ilk sonuçları ise fazlasıyla tartışmaya yol açtı. WDR, NDR ve Süddeutsche Zeitung gibi medya organları, paylaştıkları haberlerde Federal Kriminal Daire (BKA) müfettişlerinin Hanau saldırısını ırkçı olarak sınıflandırmadıklarını bildirdi. Yapılan açıklamada saldırganın, kurbanları gizli bir servis tarafından gözetlendiği konusundaki komplo teorisi için mümkün olduğunca fazla dikkat çekebilmek amacıyla seçtiği, tipik bir aşırı sağcı radikalleşme yaşamadığı ifade edildi. Tartışmanın ardından, Federal Kriminal Daire Başkanı Holger Münch, soruşturmanın bu şekilde ırkçılıktan kopuk bir motivasyon üzerinde yoğunlaştığını yalanladı. Münch, “Federal Kriminal Daire gerçekleşen eylemi açıkça aşırı sağcı olarak değerlendirmiştir. İşlenen suç, ırkçı motiflere dayanmaktaydı.” şeklinde kısa bir açıklamada bulundu. Federal İçişleri Bakanı Horst Seehofer de (CSU) net ifadeler seçti: “Hanau’daki saldırı açıkça ırkçı bir terör saldırısıdır.” Saldırıdan bir yıl sonra dahi soruşturmalar henüz tamamlanmadı. Hâlâ federal savcının nihai raporunun gelmesi bekleniyor. Vefat edenlerin geride kalan yakınları, yetkilileri şimdiye kadar hiç kimsenin hesap vermediği yapısal bir başarısızlıkla suçluyor. Saldırının ardından Hanau şehri vefat edenlerin yakınlarına destek olmak için çeşitli önlemler aldı. Bu amaçla, ailelere yardıma devam edilmesi için mağdur görevlileri atandı. Bunun yanı sıra, olayın kurbanı olan dokuz kişi şehrin en yüksek onur derecesi ile ödüllendirildi. Haziran ayında, Belediye Meclisinin ilgili kararının ardından belediye kurbanlara verilen altın onur plaketinin kurbanlara duyulan “yakın bağın bir
© Anja Goldstein/shutterstock.com
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
23
D O S YA
sembolü” olduğunu ifade etti. Ayrıca Hanau Belediye Meclisi, Hanau’da defnedilmiş olan Said Nesar Hashemi, Hamza Kurtović ve Ferhat Unvar’ın mezarlarının onursal mezar statüsünü almasına oybirliğiyle karar verdi. Kurbanların İsimleri Unutulmamalı
24
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
Federal hükûmet, aşırı sağcılık ve ırkçılıkla karşı mücadeleyi yoğunlaştırmak için bir kabine komisyonu sonucunda 89 önlem belirledi. Bu önlemlerin arasında toplumun tamamını ilgilendiren bir olgu olarak ırkçılığa ilişkin daha fazla farkındalık oluşturmak, toplumun her alanında ırkçılığa karşı önlemleri genişletmek, mağdurlara
verilen desteğin ve danışmanlığın iyileştirilmesi ile çeşitlilik içeren bir topluma yönelik bilincin güçlendirilmesi yer alıyor. Hanau şehri ve orada bulunan insanlar uzun bir süre daha 19 Şubat’ın etkileriyle mücadele etmek zorunda kalacaklar. Çünkü Hanau saldırısı
münferit bir olay değildi ve öyle de kalmayacak. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, saldırıda hayatını kaybedenlerin isimleri unutulmamalı: Ferhat Unvar, Mercedes Kierpacz, Sedat Gürbüz, Gökhan Gültekin, Hamza Kurtović, Kaloyan Velkov, Vili-Viorel Păun, Said Nesar Hashemi, Fatih Saraçoğlu.
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
25
D O S YA
26
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
Hanau Örneğinde Irkçı Cinayetlerin “ Yorum ” Çerçevesi Hanau saldırısı, “yerliler” ve “yabancılar” arasında üretilen ırkçı yorum çerçevesinin bir sonucuydu. Bu “yorum çerçevesi”ni deşifre etmek, ırkçılıkla mücadelenin en önemli gereklilikleri arasında yer alıyor. Rabia Kökten*
Eğitim bilimci olan Rabia Kökten, kurumsal ırkçılıkla ilgili çalışmalar yapmakta ve sivil kurumlarla devlet kurumlarına danışmanlık sunmaktadır.
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
27
D O S YA
A
lman devleti, vatandaşlarını ve topraklarında yaşayan insanları ayrımcılık, nefret ve şiddetten korumakla yükümlü. Bu yükümlülük anayasada belirlenmiş durumda. Bu anayasal sorumluluğa rağmen bu tür suçların gerçekleşmesi durumunda, suçun aydınlatılması için gerekli tüm adımlar atılmalı. Bu eylem, aynı zamanda suçu işleyen kişinin ırkçı bir motivasyonu olduğunun farkına varılmasını da kapsıyor. Tam da bu anlamda, 2015 yılından beri Almanya’da ırkçı veya insanlık onurunu hiçe sayan motivasyonla işlenen suçlarda bu motif, cezayı ağırlaştırıcı bir unsur olarak göz önünde bulundurulmak zorunda (Schellenberg, 2019). Devletin bu yükümlülüğe uymaması, hukukun üstünlüğüne ve kurumlarına olan güveni kalıcı olarak sarsabileceği için mağdurlar ve ayrıca bir bütün olarak toplumsal barış ve dayanışma açısından geniş kapsamlı sonuçlar doğurabilir. Yıllardır göçmen örgütleri ve akademisyenler, ırkçılığı önemsizleştirmekten kaynaklanan tehlikeler konusunda uyarıda bulunuyor ve mağdurlar için daha iyi önlemler ve daha kapsamlı koruma talep ediyorlar. Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) cinayetleri, Alman kurumlarında kurumsal ırkçılığın ne kadar derin yer ettiğini çok açık bir şekilde gözler önüne serdi: NSU cinayetlerinin ardından kolluk kuvvetlerinin organize suç yönündeki mantıksız soruşturma çalışmaları, faillerin mağdurlar arasında aranması, polisin cinayetlerdeki ırkçı motivasyona ilişkin delil ve tanık ifadelerini görmezden gelmesi, Anayasayı Koruma Dairelerinin bu örtbas etme sürecine dâhil olması, öldürülen kişilerin medyada fastfood ile özdeşleştirilmesi ve NSU’nun kendini ifşa etmesinin yeterli yankı bulamaması, kurbanlar ve aileleri için geniş kapsamlı sonuçları olan ikinci bir mağduriyete neden oldu. Bu muamele ve suçların açıklığa kavuşturulmasındaki eksiklik, ırkçı bir şekilde damgalanmış nüfusun kolektif hafızasına kazındı. Bugün bile NSU’ya atfedilen cinayetler Bavyera’nın aşırı sağcı suçlarla ilgili suç istatistiklerinde yer almıyor. Buna ek olarak NSU üçlüsü, toplumsal diskurun onları tehdit olarak algılamadığı bir yerde, kendini açığa vurana kadar yıllarca yeraltında kalabilmiştir. Irkçı Polislere “Güvenlik Bonusu” Almanya’da sağcı terörün oluşturduğu tehlikelerin ciddiye alınmadığı açık. Bu durumu bu terör
28
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
eylemlerinin “bireysel eylemler” şeklinde bir refleks olarak önemsizleştirilmesi ve çoğulcu demokrasi için potansiyel tehlikelere ilişkin tartışmalarda eşzamanlı olarak göreceleştirilmesi ile görebiliyoruz. Almanya’da bu yaklaşım, ırkçı şiddetle birlikte belli bir süreklilik de arz ediyor: Solingen, Mölln, Rostock-Lichtenhagen, Mügeln, Halle, Kassel ve daha birçok yerde olduğu gibi... Buna karşın, “beyaz” olmayan, çoğunluğu Müslüman kadınların, bazı duyguları yalnızca fiziksel mevcudiyetleri, yani varoluşlarıyla tetikleyebilecekleri şüphesi onların kamusal yaşamda polis memurları, öğretmenler, avukatlar ve yargıçlar olarak var olmasını yasaklamak için yeterli görülmektedir. Aynı zamanda, çeşitli sağcı radikal ağlara dâhil olduğu ortaya çıkmasına rağmen polisin her zaman bir “güven bonusu” bulunmaktadır. Öte yandan, Federal İçişleri Bakanlığı yeterince özeleştiri yapmamakta ve geniş kapsamlı ırkçılık iddialarını reddetmeye devam etmektedir. Federal İçişleri Bakanı Horst Seehofer, polisler arasında ırkçılık olmadığını, zira bunun yasak olduğunu ifade etmektedir. Polis makamlarında ırkçı fişlemenin ("racial profiling") bkapsamına ilişkin bir araştırma tam da bu nedenle engellenmiştir. Ayrıca Seehofer, polis memurlarının yüzde 99’unun Anayasa zemininde hareket ettiğini ve onları “ithamlarla” uğraştırmamak gerektiğini vurgulamıştır (BMI, 2020). Seehofer’in değerlendirmesinde haklı olduğunu varsayarsak, en azından binlerce (!) silahlı polis (yüzde 1) Almanya’da korumayı taahhüt ettikleri temel demokratik düzeni reddediyor. Görünüşe göre bu endişe verici bir durum olarak da görülmüyor. Hanau’daki Irkçı Cinayetler Uzmanlar yıllarca göç ve iltica ile ilgili siyasi tartışmalarda dilin kabalaşma sürecini endişeyle izledi. Müslüman ve göçmenler etrafında dönen bu diskura dayalı yorum çerçevesi ve aynı zamanda onları şeytanlaştıran aidiyete ilişkin tartışmalar değişmedikçe, Müslüman karşıtı ve ırkçı şiddet için uygun zemin var olacak ve bunlar azalmayacaktır. Hanau’daki soğukkanlı cinayetlerden birkaç saat sonra, Hessen İçişleri Bakanı Peter Beuth failin suç motifi olarak “yabancı düşmanlığından” bahsetmiştir. Bu kavramla gerçekte olaylara ilişkin kimin bakış açısı ifade edilmektedir? Potansiyel tehlikelerin kimin bedenlerine bağlı olduğu ima edilmektedir?
Seehofer'in mantığına göre Almanya’da binlerce silahlı polis, korumayı taahhüt ettikleri temel demokratik düzeni reddediyor. Bu, endişe verici bir durum olarak da görülmüyor. Ve kurbanların “yabancı” çerçevesine alınması cinayetlerin sınıflandırılması açısından nihai olarak ne anlama gelmektedir? Federal Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier, Hessen Başbakanı Volker Bouffier, Hanau Şehri Belediye Başkanı Claus Kaminsky, hepsi anma töreninde yaptıkları konuşmalarda kurbanların yabancı olmadıklarını defalarca vurguladı. Bu siyasetçiler kime hitap ediyorlar? Dokuz kişinin insanlık onurunun hiçe sayılması, aşağılanması ve korkakça öldürülmesi açısından bu tür bir hitap uygun mu? Kurbanların evlerini ziyaret etmek daha uygun olmaz mıydı? Kapının önünde ayakkabılarını çıkarmaları, içeriye girmeleri, bakışlarını indirip bu ezici yas karşısında sadece sessizce durup dinlemeleri ve yas tutmaları daha uygun olmaz mıydı? Kurban aileleri, siyasilerin yakınlarda ikamet ettikleri hâlde neden ziyaret edilmedi? Neden yabancı olmadıkları bu kadar güçlü bir şekilde vurgulanıyor? Tüm bunlar failin yorum çerçevesini dile getirmiyor mu ve Almanya’da yaşayanların bir kısmını “yabancılar”, diğerlerini de “yerliler” olarak niteleyen yorum çerçevesini güçlendirmiyor mu? Bu yorum çerçevesi ne zaman ortadan kaldırılacak? Anlam Yüklü Sembolik Bir Mekân Olarak “Nargile Kafe” Irkçı motifli suçlar, mekânların ve insanların bilinçli olarak seçilmesiyle karakterizedir. Eylemin sembolik bir karakteri vardır ve eylemler bu profile uyan tüm insanlara bir mesajdır. Hanau katili de suç mahallini tesadüfen seçmemiştir. Burayı göçmenlerin, yabancıların yaşadığı bir yer olduğunu düşündüğü için seçmiştir. Orada “yabancı” çerçevesi kapsamında gördüğü insanlarla karşılaşabileceğini varsaymış ve mümkün olduğu kadar çok insanın canını almak istemiştir. Buna ek olarak bu diskurda nargile kafe sonuç olarak tehlikelerin ortaya çıkabileceği bir yer olarak çerçevelenmiştir. Fail bu varsayımında yalnız
değildir: “Geniş Arap aileleri” hakkında yapılan çok sayıda belgesel, polis baskınları ve nargile kafe sahiplerinden kaynaklanabilecek tehlikeler hakkında siyaset ve medyadaki tasvirler, göçmen ve Müslüman erkeklerin cinsiyetçiliğine dair sayısız tartışma; hepsi bu ırkçı yorum çerçevesinden beslenmektedir. Ayrıca bunlar, ırkçı atıfların doğallaştırılmasını teşvik ederek varsayılan “yerli” grubun iyi, medeni, barışçıl ve aydınlanmış olarak sınıflandırılmasını ve varsayılan “yabancı” grubun ikinci bir zıt kutup olarak sınıflandırılmasını desteklemektedir. Aşırı sağcılar için bu duygulanım mantığı, kişinin kendi yurdunu yabancıların işgalinden koruması gerektiği argümanıyla birleştirilir. Bu vatan, failin “buraya ait” çerçevesine almadığı herkesi doğal olarak dışlar. “Almanların” ve Almanya’nın korunması, OEZ suikastçısının veya Bottrop ve Essen’deki teröristin de oyuna dâhil ettiği bir argümandır. Kovid-19’un bir sonucu olarak ülke çapında bir dayanışma dalgasına yol açan pandemi önlemleri göz önüne alındığında, ırkçılık ve sağcı radikalizmle mücadeleyi reddetmenin acı bir tarafı var. Dayanışma ve ırkçı görüşle damgalanmış kişileri korumaya yönelik önlemler, hâlâ “istisna” olarak görülüyor. Bununla birlikte, Aşırı Sağ ve Irkçılıkla Mücadele İçin Kabine Komisyonu’nun tedbir paketi gibi ırkçılığa karşı daha yeni çabalar, daha fazla inandırıcılık ve ümit edilir ki tüm insanlar için daha fazla güvenlik yönünde atılmış bir adım olur. Kaynaklar Britta Schellenberg (2019): Hasskriminalität und rassistische Gewalt: Konzeptionalisierungs- und Bearbeitungsprobleme, in: Hans-Jörg Albrecht, Rita Haverkamp, Stefan Kaufmann und Peer Zoche (Hrgs.): (Un-) Sicherheiten im Wandel. Reihe: Zivile Sicherheit. Schriften zum Fachdialog Sicherheitsforschung, Berlin: Lit Verlag. Onur Özata (2018). Staatliches Versagen und die Folgen für die Opfer mit Blick auf die Taten des NSU und den Anschlag am OEZ. In: IDZ (Hrsg.) Gewalt gegen Minderheiten (4), 108-115. BMI. Pressemitteilung vom 20.10.2020. https://www.bmi.bund. de/SharedDocs/pressemitteilungen/DE/2020/10/keine-studie-rechtsextremismus-polizei.html
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
29
D O S YA
Irkçı Şiddetin Pan
Eşitlik ve Ad
*Potsdam Üniversitesinde Alman dili ve tarih eğitimi gören Delikaya serbest yazar olarak ırkçılık ve Müslüman cemaat hakkında yazmaktadır.
30
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
nzehiri:
dalet
Bir caminin çok sık saldırıya uğramaması ya da başörtülü bir öğretmenin iş bulması bir başarı değil. Hanau, “temel hakların” uzun mücadeleler neticesinde bile elde edilemediği bir ortamda ırkçı şiddetin gerçek panzehirinin ne olduğunu gösteriyor: Eşitlik ve adalet. B ü ş ra D e l i kaya*
© Anadolu Images
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
31
D O S YA
Y
üzlerce insanın ellerinde taşıdığı afişte dokuz genç insanın portreleri parlıyor. Bu portrelerin yanında elle yapılmış ya da bilgisayardan çıkartılmış bir sürü protesto afişi: Hatırla, adalet, aydınlığa kavuştur, sorumlular yakalansın... Bugünlerde bitimsiz bir öfke ya da yası barındıran bu kelimelerden her biri büyük harflerle yazılmış.
Hanau saldırısının gerçekleştiği 19 Şubat 2020’den sonra Almanya’da kimin meselelerinin önemli olduğu ya da kimin yasının kim tarafından tutulduğu, kimin endişe ve korkularının giderildiği ve kimin korkularıyla hiç ilgilenilmediği bir anda daha da görünür oldu. Almanya’da yeni sağcı terör ilk kez Mölln’de ortaya çıkmadı ya da ilk kez Solingen’de görünür olmadı. Sağcı terör, ani bir nefretten kaynaklanmıyor ve bu tarz bir terörün panzehiri de sevgi değil. Sağcı terör, tehlikeli bir ideoloji ve bu ideoloji bütün ülke genelinde devamlı genişleyen, yapılandırılmış, iyi organize olmuş sosyal ağlardan oluşuyor. En son NSU terör eylemlerinden beri hükûmet ve devlet kurumlarının sağcı terörle başa çıkma konusunda gösterdiği ciddiyetsizlik ise kimse için bir sır değil. Burada Irkçı Saldırı Olmaz, Çünkü Birbirimizle İyi Anlaşıyoruz” Bugün Solingen’de ikamet edenler artık Neonaziler tarafından Türk bir aileye yönelik yapılan kundaklamayı hatırlamıyor bile. Solingen’de ikamet eden birisine, şehirdeki ırkçı terör saldırısıyla ilgili düşünceleri sorulduğunda sadece gülümseyip, “Bu çok uzun zaman önce oldu” demekle yetiniyor. Bu soruya muhatap olan yaşlı bir kadın, böyle bir saldırının bugün bile tasavvur edilemeyeceğini, çünkü şehirde herkesin birbiriyle iyi anlaştığını söylüyor örneğin. Peki böyle bir saldırının yeniden yaşanamayacağına dair öngörünün ölçütü nedir? Böyle bir saldırının “o kadar da sık” olmayışı mı? Ya da aslında insanlar arasında bir kaide olan ve temelde gayet doğal olan, göçmen insanlara gösterilen nezaket mi? Birkaç sene boyunca sinagoglara hiç saldırı olmaması, sevince gark olmamız için yeterli bir neden değil. Aynı şekilde camilerin saldırıya uğramaması, yabancı isimlere sahip insanların iş görüşmelerine davet edilmesi
32
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
ya da siyahi akademisyenlerin kendi yetkinliklerine uygun pozisyonlarda işe alınması veya başörtülü öğretmenlerin bir okulda iş bulması da; bütün bunların hepsi “başarı” değil, en temel insan hakları aslında. Bazı insanların 2020 yılında dahi hâlâ kendi haklarını elde edemediği, elde etseler de ancak aşırı derecede çalışmayla kendi haklarını kazanabildikleri gerçeği, 19 Şubat’tan sonra daha da görünür oldu. Özellikle 19 Şubat’tan sonra bu insanların nihayetinde yalnız başlarına mücadele ettikleri ortaya çıktı. Bu insanlar, kendi hakları, kendi güvenlikleri, çocuklarının, anne-babalarının ve kardeşlerinin güvenliği için mücadele etmek zorunda. Hanau’da meydana gelen şey bu açıdan, bir gülümseme ya da kibar bir sohbetle aşılabilecek bir suç değil. Sağcı Yapılardaki Tehlike Alman hükûmeti, nargile kafeler ve Arap aşiretleriyle mücadele ettiğinin sadece ufak kısmı kadarki bir kararlılıkla sağcı terörle mücadele etseydi, büyük bir ihtimalle Mölln saldırısı hiç yaşanmayacaktı. Sonrasında Solingen’deki saldırı hiç gerçekleşmeyecekti ve Hanau’da dokuz insan da yaşamaya devam edecekti. Böyle olsaydı sağcı terörün kurban listesinde daha az isim ve daha az travmatize olmuş kurban yakını yer alacaktı. Daha fazla insan, mesnetsiz ölçülerle kriminal örnekler olarak kullanılmaksızın hayatını Almanya’da planlamaya devam edecekti. Eğer hükûmet sağcı terörle kararlılıkla mücadele etseydi, bu ülkedeki siyasi başarısızlığı herhangi bir kurumun desteği olmadan, tamamen kendi güçleriyle temizlemeye çalışan aktivistler olmayacaktı. Hanau kurbanlarını anmak ve aynı zamanda da olayların açıklığa kavuşturulması için çaba göstermek için 19. Şubat İnisiyatifi’ni kuran kurban ailelerinde olduğu gibi... Hessen eyalet hükûmeti, en sevdiklerini bu kadar korkunç ve adaletsizce kaybetmenin oluşturduğu acıyla tek başına boğuşan, travmatize olmuş ve yas tutan aileleri desteklemekten hâlâ çok uzak. Özellikle de bu ülkede “yabancı” olarak görülen ve buna göre de muamele gören genç insanlar, sağcı yapıların nasıl bir tehlike olduğunu çok iyi biliyorlar. Bu tehlikeyi polis tarafından nedensiz yere
Alman hükûmeti, nargile kafeler ve Arap aşiretleriyle mücadele ettiğinin sadece ufak kısmı kadarki bir kararlılıkla sağcı terörle mücadele etseydi, büyük bir ihtimalle Mölln saldırısı hiç yaşanmayacaktı.
kimlik sorgusuna maruz kalan, fırça yiyen ve kendisine yönelik bu orantısız müdahaleyi sorgulama ya da kendisini koruma hakkına sahip olmayan her genç yaşıyor. Kendi hakkını korumak isteyenler, daha fazla şiddete ve aşağılamaya maruz kalıyor. Bu durum Almanya’daki birçok insan için bir gerçeklik ve güvenlik kurumlarındaki ırkçı yapılar deşifre olduğundan beri bu durum artık kimseyi de şaşırtmıyor. Eşitsizliğin Cezasını Kurbanlar Ödüyor Hanau’dan sonraki tartışma, aşırı sağcılık konusunda birçok insanın terk edilmişliğini ortaya koydu. Bugün aşırı sağcılık, ırkçılık, antisemitizm ve İslam düşmanlığı konusundaki enstitü ve sosyal bağlantılar araştırılmazken ve bunun yerine sadece bireysel saldırganların hayatları incelenirken, geçtiğimiz dönemlerde de Sarrazin’e ırkçı ve insan düşmanı tezlerini akademik kisvede sunabilmesi için utanmazca podyum sunuluyordu. Daha
sonra liberal siyasetçiler ve inisiyatifler, “herkesin endişelerini ciddiye almak” amacıyla AfD ideologlarıyla aynı masaya oturuyordu. Göçmen insanların endişelerinin ciddiye alınması ise göçmenlerin uzun yıllardır ulaşmak için mücadele ettiği uzak bir hedefti. Ferhat Unvar’ın annesi Serpil Unvar tarafından kurulan ve insanları aydınlatma ve eğitme amacı taşıyan çalışmalardan biri olan eğitim inisiyatifi de, uzun zamandır duyulmayan ve görülmeyen bu mücadelenin örneklerinden biri. Ferhat, 19 Şubat’taki kurbanlardan biriydi ve Alman Anayasasındaki eşitlik ilkesi hâlâ kurumların ve partilerin koridorlarından giriş yapamadığı için Kürt kökenli Unvar ailesi de, sağcı şiddetin diğer kurbanları gibi bu kayıpla bir şekilde başa çıkmaya çalışıyor. Özetle eşitsizliğin cezasını her zaman en ağır şekilde kurbanlar ödüyor. Ve ne yazık ki bu bedeli genellikle hayatlarıyla ödüyorlar.
“Her nefis ölümü tadacaktır.” (Enbiyâ suresi, 21:35)
CIMG FRANCE | CENAZE FONU CIMG France - Confédération Islamique Millî Görüş | İslam Toplumu Millî Görüş 64 rue du Faubourg Saint-Denis | 75010 Paris | T 01 45 23 41 55 | F 01 47 70 34 96 info@cenazefonu.fr | www.cenazefonu.fr
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
33
D O S YA
Müslüman Karşı Irkçılığı Önleme Dayanışmaya İht *Almanya Federal Meclisinde Sol Parti milletvekili olan Buchholz, ırkçılık karşıtı çalışmalarıyla bilinmektedir.
34
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
ıtı ek İçin tiyaç Var
Almanya’da Müslüman karşıtı ırkçılığa dair sayılar uzun süredir alarm veriyor. Buz dağının görünen kısmına göre, ırkçılıkla mücadelede geniş bir toplumsal dayanışmaya ihtiyaç var. Christine Buchholz*
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
35
D O S YA
H
anau saldırısından on dört gün önce federal hükûmet Sol Parti’den gelen önergeye cevabında, Müslüman karşıtı suçların Christchurch ve Halle saldırılarından sonra taklit edilebilir olduğunu yazılı olarak açıkladı. Müslüman kişi ve kurumların genel tehlike altında olduğunu da kabul etti. Bununla birlikte hükûmet harekete geçmeyi zorunlu kılacak yüksek bir tehlike durumu görmediğini de açık bir şekilde ifade etti: “Hükûmetin elinde, Christchurch’deki olaylarla birlikte Almanya’da artan tehlike durumu ile ilişkilendirebileceğimiz bir bilgi bulunmamaktadır. 9 Ekim 2019’da gerçekleşen ve federal hükûmetin verilerine göre Christchurch saldırısına dayanan, antisemitist Halle saldırısı da bu durumu değiştirmemiştir.”1 Bu değerlendirmelerin hatalı olduğunu bize Hanau saldırısının ölümcül sonuçları gösterdi. Halle ve Hanau’daki sağcı terör saldırıları ırkçılık, antisemitizm ve Müslümanlara yönelik nefretin ne kadar tehlikeli ve ölümcül olduğunu açıkça ortaya koydu. İki Günde Bir Camiye Saldırı Düzenleniyor Almanya’da 2019 yılında her gün ortalama ikiden fazla İslam düşmanlığı kaynaklı saldırı gerçekleşti. Bu aynı yıl içinde toplamda 950’yi aşkın suç ve 33 yaralı demek. Tacizlerin saldırganlık ve şiddet boyutu ile birlikte yaralı ve ölülerin sayısı da günden güne artıyor. 2018’de iki cinayet teşebbüsü kayıtlara geçti. 2019 yılında federal hükûmet Halle’deki sinagog saldırısında ölen iki kişiyi de İslam düşmanlığı kaynaklı şiddet kurbanı olarak nitelendirdi çünkü bu saldırı hem antisemitizm hem de İslam düşmanlığı olarak sınıflandırılmıştı.2 Ancak Hanau’da iki kafeye yapılan saldırıyı Alman federal hükûmeti bugüne kadar İslam düşmanlığı sınıfına koymadı; hem de bu saldırılar “Müslüman olarak damgalanmış” mekânlarda gerçekleşmiş olmasına rağmen. 2019 yılında Almanya’da “camileri, dinî kurumları ya da dinî temsilcileri” hedef alan, İslam düşmanlığı kaynaklı 184 olay kayıtlara geçti. Bu demek oluyor ki iki günde bir camiye, bir Müslüman kuruma ya da Müslüman temsilcilere saldırı düzenlendi. Bu saldırılardan 64’ü halkı kışkırtma olup; kalanları anayasaya aykırı sembollerin
36
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
kullanımı, yaralama, tehdit ve mala zarar gibi suçlardan oluşuyor.3 2020 yılı verileri ise henüz yayınlanmadı. Fakat saldırılar artmaya devam ediyor. 2020 yılının ocak ayından eylüle kadar ilk dokuz ayında kayıtlara geçmiş toplam 565 İslam düşmanlığı motivasyonlu suç, 31 yaralı ve 48 cami saldırısı bulunuyor. Fakat hükûmet “cami derneklerini ve diğer İslami kurumları” camiden saymadığı için saldırıların tam ve güncel sayı ise gölgede kalmış durumda.4 Irkçı suçların failleri genellikle sağcı profile sahip. Bununla birlikte davaların çoğu takipsizlikle sonuçlanıyor: Federal hükûmetin cevabına göre bu suçlarda “hiçbir şüpheli” tutuklanmıyor, “soruşturma” yürütülmüyor ve yargılama süreçleri hakkında hükûmetin “hiçbir bilgisi” yok. 2020’nin ilk dokuz ayında 565 saldırı gerçekleşmiş olmasına rağmen sadece bir kişinin tutuklanmış olması durumu gözler önüne seriyor.5 İslam ve Müslüman düşmanlığı suçlarının tam sayısı bilinmese de oldukça yüksek olduğu tahmin ediliyor. İslam ve Müslüman düşmanlığına karşı kurulmuş bir birlik olan CLAIM’in ifadelerine göre uzmanlar bu sayının açıklanandan sekiz kat fazla olduğunu tahmin ediyor.6 Bu düşmanlığa maruz kalanlar ayrımcılığı, aşağılanmayı, hatta saldırıları bile ihbar etmeyi çoğunlukla gereksiz buluyor; çünkü tecrübelerine göre ihbar etmek hiçbir şeyi değiştirmiyor. Ayrıca polis ve yetkili kurumlarda edinilen olumsuz deneyimler de ihbarda bulunmamanın gerekçeleri arasında. Sağcı Terörün Siyasi Kolu: Almanya İçin Alternatif (AfD) Hanau katili, aşırı sağcıların ırkçı ve faşist dünya görüşüne sahipti; tıpkı Christchurch ve Halle saldırılarının suikastçıları saldırganları gibi. Antisemitizm ve komple teorileri bu dünya görüşünün bileşenleri arasında yer alır. Federal hükûmete göre de “İslam düşmanlığı” göç ile birlikte “sağcıların sabit eylem alanı”nı oluşturmaktadır.7 Zihinsel dünyasına ırkçılığın hâkim olduğu zihnî kundakçılar meclis koltuklarında dahi kendilerine yer bulabiliyor. Nitekim nargile barlara karşı ülke çapında nefret tohumlarını eken AfD idi. 2019’un kasım ayında AfD sözde “yasadışı nargile
Polis ve Anayasayı Koruma Dairesinin Müslümanlara karşı genel şüphesi ve siyasetin dışlayıcı baskınları son bulmalı.
barların sayısının artışına” karşı Hessen Meclisi’ne bir soru önergesi vermişti.8 Bu girişim Hanau’da olduğu gibi faşist şiddet eylemlerini kamçıladı. Hanau’daki katliamcının nargile bara saldırması elbette tesadüf değildi. AfD’nin Hessen Milletvekili Rainer Rahn da saldırıdan sonra şunları söylemişti: “Bir tesis birilerini sürekli rahatsız ediyorsa, böyle suçların ortaya çıkmasına öyle ya da böyle katkıda bulunmuş olur.”9 Bu tip ifadeler kurbanları “sorunun kendisi” hâline getirmekle kalmayıp ırkçı ve neofaşist düşünce modellerine hizmet etmektedir. AfD temsilcileri “İslamlaşma” tezini ya da planlanan sözde “büyük yer değişimi” (İng. “great replacement”) takıntılarını bir nazi kavramı olan ve Alman coğrafyası içinde yaşayan diğer etnik grupların asimilasyonunu öngören “Umvolkung”10 düşüncesi ile birlikte sürekli gündemde tutar; sağcı terörün siyasi zeminini inşa etmeye sürekli devam ederler. Devlet Kaynaklı Genel Şüphe ve Dışlayıcı Polis Müdahaleleri Ancak ırkçı şiddetten tek sorumlu olanlar AfD ve aşırı sağcılar değil: Siyaset ve medya yıllardır bir yandan İslam düşmanlığı pompalayıp diğer yandan Müslümanları dışlayarak bu yangını orta sınıfa doğru ilerletiyor ve genişletiyor. 11 Eylül 2001 saldırılarından ve onu takip eden sözüm ona teröre karşı savaştan sonra İslam’ın düşman imajı ve kamuoyunda Müslümanlara karşı oluşan genel şüphe Almanya’da da güvenlik kurumları tarafından desteklendi. Siyasetçiler ve bulvar gazeteleri yirmi yıldır vasat kampanyalarıyla Müslümanlara karşı, daha doğrusu Müslüman olarak görülen insanlara karşı dışlama ve önyargı zeminini besleyip durdu. Thilo Sarrazin, 2010 ekonomik krizi sırasında kaleme aldığı “Almanya Kendini Feshediyor” isimli kitabından bazı bölümleri “Spiegel” ve “Bild” dergilerinde kitabın basımından önce yayınlayarak Almanya’daki Müslüman
karşıtı ırkçılığı kabul edilebilir hâle getirdi. Sıklıkla din eleştirisi ya da kadın hakları kılıfı altında İslam düşmanlığını arttıran düşünceler medyada temsil edildi. Müslümanların karalanması, toptancı İslamcılık suçlamaları ve Müslümanlar ile ırkçılığa karşı duran insanlarla temasın suç olarak görülmesi dayanışmanın ve beraberliğin altını oydu ve oymaya da devam ediyor. Kuzey Ren-Vestfalya ve Berlin eyaletlerinin iç işleri bakanları ülke genelindeki medya iletişim araçlarında “Klan Kriminalitesi” adı verilen ırkçı tartışmalar yürütüyorlar. Suçlulukla mücadele iddiasıyla düzenlenen baskınlar yüzünden göçmen aileler, işyerleri ve özellikle de nargile barlar damgalanıyor. Polis araştırmasında başvurulan ırkçı fişleme de bu ayrımcılığa katkı sağlıyor – örneğin nargile barlara düzenlenen nedensiz baskınlar AfD’nin hâlihazırda benimsemiş olduğu önyargıları güçlendiriyor. 2020 sonbaharında sözde yasadışı korona yardım talepleri yüzünden camilere yoğun ve ağır silahlı polis müdahaleleri düzenlendi. Şimdiye kadar Berlin’de bulunan beş cami bu ayrımcı baskınlara maruz kaldı. Bu siyasi tutum tesadüf olmadığı gibi Müslümanların hukuka olan güven duygusunu doğrudan ve derinden zedeliyor. Korkutucu Derecede Yüksek Bir İslam Düşmanlığı Müslüman karşıtı tutumlar yıllardır inşa edilip güçlendirildiği için; sağcıların benimsediği Müslüman karşıtı şiddet ve güvenlik kurumlarının genel şüphesi toplumda yankı ve karşılık buluyor. 2020 Leipzig Otoriterizm araştırmasının sonuçlarına göre “Müslüman düşmanlığı hâlâ çok güçlü ve Doğu Almanya’da 2020’de bile Batı Almanya’da olduğundan anlamlı ölçüde daha yüksek. Sonuç olarak Doğu Almanya’da her iki kişiden biri kendini ‘Müslüman sayısının çokluğu nedeniyle [...] kendi ülkesinde bir yabancı gibi’ hissettiğini ifade
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
37
D O S YA
ediyor. Batı Almanya’da da bu oran yüzde 44,8 ile benzer oranlarda seyrediyor.” 2014 yılında araştırmaya katılanların yüzde 36,5’i Müslümanların Almanya’ya göçünün yasaklanması taraftarıyken bu oran 2018’de yüzde 44,1’e çıkmıştı.11 Müslüman göçünün yasaklanması talebi 2020 yılında daha az onaylansa da yaklaşık olarak her dört kişiden biri yasaktan yana, hatta bu oran Doğu Almanya’da yüzde 40,2’ye kadar çıkıyor.12 Batıdaki gerileyişte kanaatimce mültecilerin kabulü için yapılan sayısız ırkçılık karşıtı hareketin ve gösterinin önemli bir etkisi var. Ayrımcılığın Sıradanlaşması Müslüman karşıtı ırkçılık ve şiddet, günlük ırkçılık olayları üzerinden sıradanlaştırılıyor ve meşrulaştırılıyor. Almanya’daki Müslümanlar bu ayrımcılığı pek çok toplumsal alanda tecrübe ediyorlar: Kamusal alan, eğitim, emlak piyasası, iş piyasası ve sağlık sistemi bu toplumsal alanların başında geliyor.13 Müslüman kadınlar iş ve ev arayışı ile eğitim alanında ayrımcılığa bilhassa maruz kalıyorlar. Almanya genelindeki ayrımcılık başvuru merkezlerine, din kaynaklı sözlü ve fiziksel şiddet ayrımcılığı altında yapılan her dört başvurudan üçü başörtülü kadınlara ait. Başörtülü kadınlar ayrıca iş ve ev arayışlarında çok sık ret cevabı aldıklarını da bildiriyorlar. “İslam inancının bir işareti olarak başörtülü olmak mal ve hizmetlere erişimde sürekli bir engel teşkil ediyor.”14 Bu da gene Müslüman olduğu için başörtü takan kadınlar hakkında yıllardır süren dışlayıcı tartışmaların bir sonucu. Irkçılığa Karşı Dayanışma Federal hükûmetin uzun zaman önce açıkladığı “Müslüman düşmanlığı konusunda bağımsız bir uzman ekibi” kurma niyeti, nihayet Hanau saldırısından sonra gerçekleşti, ki bu sevindirici bir haber. Sırada meclisin Müslüman karşıtı ırkçılığa dikkat çekmesi ve bu uzman ekibin elde ettiği bilgilerden pratik sonuçlar çıkarmaya hazır olduğunu göstermesi var. Polis ve Anayasayı Koruma Dairesinin Müslümanlara karşı genel şüphesi ve siyasetin dışlayıcı baskınları son bulmalı. Eyaletler çapında ve ülke genelinde Müslümanlar gündeme eşitlik temelinde gelmeli ve ayrımcılık sona
38
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
ermeli. Başörtüsü takan kadınların ayrımcılığa maruz kalmasına karşı durmak için en doğru ve verimli zaman şu an. Çalışanlar dinî kıyafetleri yüzünden haklarından mahrum edilmemeli. Toplumdaki ırkçılık ve faşizmi geri püskürtebiliriz. Bunu son iki yılda çok açık bir biçimde gördük. Çeyrek milyon insan Ekim 2018’de, Berlin’de insan haklarının bütünlüğünü savunmak ve ırkçılığa karşı durmak için bir gösteri düzenledi. Son yıllarda her ülkeden insan AfD ve türevlerinin faaliyetlerine karşı sokaklara döküldü. Bu durum AfD’yi krizin eşiğine getirdi ve anketlerdeki oy oranlarının düşmesine neden oldu. Halle ve Hanau saldırılarından sonra ırkçılığa karşı çok büyük dayanışma ve protesto gösterileri düzenlendi. Hanau’daki kanlı saldırıdan altı ay sonra gösteri düzenlenemese de sayısız dayanışma açıklaması yapıldı. Ayrıca Almanya’da yüzbinlerce insan ırkçı polis şiddetine karşı ve “Siyahilerin Hayatları Önemlidir” hareketine destek için büyük bir gösteri düzenledi. Böylesi bir dayanışmaya Müslüman karşıtı ırkçılığı önlemek için de ihtiyacımız var. Dipnotlar 1. Bundestagsdrucksache 19/17069, S. 17 2. Bundestagsdrucksache 19/20631. 3. Bundestagsdrucksache 19/17069. 4. Bundestagsdrucksachen 19/24254 und 19/22886. 5. Bundestagsdrucksache 19/20631 6. https://www.claim-allianz.de/aktuelles/news/forderungen-an-den-kabinettsausschuss-zur-bekaempfung-von-rechtsextremismus-und-rassismus/ 7. Bundestagsdrucksache 19/17069, S. 17 8. Hessischer Landtag, Drucksache 20/1135. http://starweb. hessen.de/cache/DRS/20/5/01135.pdf 9. FAZ, 25.02.2020, https://www.faz.net/aktuell/rhein-main/ region-und-hessen/attentat-in-hanau-die-afd-und-dieshisha-bar-16650308.html 10. https://www.zdf.de/nachrichten/heute/der-neue-afd-chef-sagt-ich-halte-den-begriff-umvolkung-nicht-fuer-rechtsextrem-100.html. 11. Brähler/Decker 2018, S. 101 12. Brähler/Decker 2020, S. 65 13. Bundestagsdrucksache 19/17069, S. 20 14. Bundestagsdrucksache 19/17069, S. 61
Helal Kesim Sağlıklı Besin Herkes Yesin
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
Selam Food GmbH | Heinrich-Lübke-Str. 1 | 50374 Erftstadt | T. +49 2235 986 40 |
/ selamfood
39
D O S YA
Hayrettin Saraçoğlu: “
Kardeşim Kara Bir Zihniyete ” Kurban Gitti Hanau saldırısı ırkçılık tartışmalarında Almanya’da bir dönüm noktası oldu. Hanau aynı zamanda kurbanların ailelerinin yaşamını da bütünüyle değiştirdi. Fatih Saraçoğlu’nun ağabeyi Hayrettin Saraçoğlu ile Hanau saldırısı ve ırkçılıkla mücadeleye dair bir protokol.
Hayrettin Saraçoğlu için kardeşi ve Hanau saldırısı hakkında konuşmak oldukça zor. Konuşma boyunca gözyaşlarına hâkim olmaya çalışsa da bunu çoğu zaman başaramıyor. Saldırının üzerinden 1 yıl geçtikten sonra da acısı ilk günkü gibi taze. "Geçtiğimiz bir sene bizim için çok acılı geçti ve aile olarak bizi her sahada çok yıprattı. Hayatımızda büyük bir boşluk oluştu. Kardeşimi çok özlüyorum. Ondan her an telefon bekler hâldeyim.
40
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
Bazen bir anda arayıp soracakmış gibi hissediyorum. Vefat ettiğine bile inanamıyorum şu an. Yas bizim için hâlâ devam ediyor. Depresyon nedeniyle terapi ihtiyacım oldu. Hastaneye yatmak zorunda kaldığım, kendimi, sonunda ışık görünmeyen bir tünelde hissettiğim zamanlar oldu. Kardeşimi kaybettim, işime gidemiyorum, sosyal hayattan koptum. Bu durumda keşke bir günde iyileşmek elimden gelebilse, fakat o güç bende yok.
Fatih Saracoglu . Fatih Saraçoğlu, Almanya’nın güneydoğusundaki Regensburg şehrinde doğup büyüdü. Haşerat ilaçlama sektöründe kendi firmasını açmak için Hanau’ya gitti. 19 Şubat 2020 yılında ırkçı bir saldırgan tarafından Midnight isimli kafenin önünde öldürüldü. Saldırgan Fatih Saraçoğlu ile birlikte iki ayrı yerde 9 kişiyi, ardından kendi annesini öldürdü ve intihar etti.
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
41
de 'Sen bilirsin”'dedim. Keşke ona, 'Burada kal. Hayatın, ailen burada. Senin Frankfurt’ta ne işin var?' deseydim... Bir taraftan ona 'gitme' demediğim için kendimi suçluyorum. Bir yandan içimde öfke ve üzüntü var. Fatih zorluklarla bir firma kurdu. Tam düze çıkıyordu. En son saldırıdan önce telefonda konuşmuştuk. 'Abi artık firmam çıkışta. Böyle devam ederse Allah’ın izniyle güzel olacak.' dedi, hayallerini anlattı. Hatta vefatından bir hafta önce işi hakkında yaptığı bir röportajla televizyona çıktı. Bir hafta sonra kara bir zihniyete kurban gitti kardeşim. Hiçbir suçu yoktu. Saldırgan Midnight isimli kafedekilere saldırmıştı. Fatih o kafenin içinde de değildi. Kardeşim oralardaki bir otele iş arkadaşını bırakmıştı. Dışarıda ya vedalaşırken ya da sigara içerken saldırgan gelip kardeşimi vurmuş. Belki bir trafik lambasına yakalansa ya da daha hızlı gelse, saldırıyı saniye olarak atlatacaktı. Kim kendisine hiçbir zararı dokunmamış, 'öte git' dememiş, tanımadığı bir insana böyle hunharca ateş edebilir? Bunu hayvan bile yapmaz."
Konuşmanın burasında Hayrettin Saraçoğlu öfkesini gizleyemiyor. Onu kardeşinden ayıran saldırganın yarattığı vahşeti anlayamadığını anlatıyor.
Tek bir kardeşimdi, benden ufaktı. Babam 75 yaşında, ben 44 yaşındayım. Kimse en küçük kardeşinin kendisinden önce gideceğini düşünmez. Hiçbir gün yok ki kardeşim aklımda olmasın."
Hayrettin Saraçoğlu, kardeşinin iş kurmak için Regensburg’tan Hanau’ya taşındığını anlatıyor. Birkaç sene önceki bu taşınma süreci, Saraçoğlu ailesi için de dönüm noktası olmuş. "Fatih Regensburg’ta yaşıyordu. İş için Frankfurt’a gitme kararını verdiğinde bana danıştı. Ben
42
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
"Fatih çok arkadaş canlısı bir çocuktu. Çevresi çok genişti. Çalışkandı. Sporu severdi. Regensburg’ta sertifikalı boksördü, hatta ringe de çıktı. Biz biraz karşıydık, ringe çıkmasını istemiyorduk. 'Boksörler kafalarına burunlarına darbe alıyor' diye korkuyorduk. Yine de bir zaman geldi, ringdeki atmosferi koklamak istedi. Öyle bir çocuktu kardeşim. Kafasına takılan güzel şeyleri yapmak isterdi. Yakışıklıydı Fatih. Boylu posluydu. Yiğitti. Yanından geçtiği zaman insan 'Maşallah' derdi, o kadar yiğit bir çocuktu. Ama gel gelelim öyle bir kalbi vardı ki, karıncayı incitse kendine gelemezdi. Hiç kimseye yumruğunu göstermezdi. Allah muhafaza bir yumruk atsa insanı hastanelik edebilirdi. Ama tam tersi hiç kimseye kaba kuvvet kullanmazdı. Kendi hâlinde, işinde gücünde bir çocuktu.
Bizim annemiz birkaç yıl önce vefat etti, babamız yalnız kaldı. Babama yardım etmeye başlamıştı son 2 sene. Ev kirasını öderdi, üzüntüsünü sevincini paylaşırdı. Yüzünde bile bir naiflik vardı."
Kardeşini anlatırken Hayrettin Saraçoğlu'nun yüzünde ilk defa bir gülümseme beliriyor. Saldırı gününü hatırladığında ise yüzündeki gülümseme donuyor. "19 Şubat gecesi saldırıdan haberimiz olmadı. Sabah kalktım, işe hazırlandım. Saat 9 sıralarında dışarı çıktım. Sonra bir baktım, Fatih’in telefon numarasından biri beni arıyor. Telefonu açtığımda nişanlısı çıktı. Çok kötü bir şekilde ağlayarak konuşmaya başladı. İlk sorum, 'Kardeşim yaşıyor mu?' oldu. O da, 'Yaşıyor, lütfen buraya gel.' dedi Gece zaten hiç kimse Fatih’in hayatta olup olmadığı hakkında bilgilendirilmemiş. Hemen babamı aldım ve Frankfurt’a yola çıktık. Fatih’in evinin önüne geldik. 'Kardeşimi görmek istiyorum.' dedim. Oradakiler de, 'Hele sen bir içeri gir, bir konuşalım.' falan dediler. 'Yok.' dedim, 'Ben kardeşimi göreceğim.' İçeri girdik, Fatih’in mutfağına geçtik. Ayaklarım titremeye başladı. 'Tamam' dedim, 'kardeşim öldü.' Sonra zaten kendimi yerde buldum. Kardeşimi bir hafta göremedik. Saldırıda hayatını kaybeden 9 kişiyi de morgda beklettiler. O yedi gün boyunca hiç uyumadan, bir kaosun içindeydik. Yedinci gün kardeşimi aldık. Türkiye’ye annemin yanına götürmek istedim. Almanya’da bırakmak istemedim. Kardeşimi salı günü teslim aldık, Çarşamba günü Çorum’da, üç ayların başladığı gün defnettik. Bizi Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Bey karşıladı, Diyanet İşleri Başkanı oradaydı. Allah razı olsun, birçok bürokrat, memur cenaze namazına eşlik etti. Acımızı paylaştı. Almanya’da da anma töreni düzenlendi. Şansölye Merkel’in katılımıyla bizi de davet ettiler. Acılarımızı paylaştıklarını, üzüldüklerini, bize destek olduklarını, bu olayın onları da üzdüğünü beyan ettiler. O ilk yedi gün de Frankfurt Başkonsolosluğundan heyetler, Türkiye’den milletvekilleri ve birçok kişi destek oldu. Hepsine çok teşekkür ederiz, gerçekten bir manevi destek sağladılar bize."
Hayrettin Saraçoğlu, saldırıdan sonra Almanya’da ırkçılıkla mücadele anlamında yapılan protestoların önemli olduğunu hatırlatıyor. "Hanau saldırısı, sadece orada hayatını kaybedenlerin ailelerini ilgilendiren ufak bir olay değil. Bu doğrudan devleti de alakadar eden bir konu. Irkçılık, 2. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın başına belalar açtı. Almanya’daki devlet erkanı da ırkçılıkla mücadele konusunda kararlı olduklarını açık bir şekilde beyan etti. Gencecik, işinde gücünde, masum, hiçbir suçu olmayan tertemiz insanları hunharca öldürdü o adam. Ben o insanın psikolojik problemleri olduğunu düşünmüyorum, tam bir terörist benim için. Her şeyi detaylı olarak ayarlamış ve bilerek yapmış biri. Aklı yerinde, önceden gelip hazırlık yapıyor. Yani ne yaptığını çok iyi biliyor. Kime ateş edeceğini, kimleri vuracağını çok iyi biliyor ve özellikle yabancılara ateş ediyor. Bu adam bir terörist, bir caniydi benim için."
Hayrettin Saraçoğlu'nun saldırıyla ilgili güvenlik güçlerinden beklentisi açık: Saldırının tüm yönüyle aydınlatılması. "Benim tek beklentim, ırkçı nefrete karşı hep birlikte ayakta durmayı başarmaları. Faşistliğin, ırkçılığın ne kadar kötü olduğunu bu millete tekrar anlatmak lazım. Bu dünya üzerinde milyarlarca insan var, 80 milyon Alman ırkı mı üstün ırk? 'Ben yabancı düşmanı değilim.' demekle olmuyor, herkesin aktif mücadeleye destek sağlaması gerek. Ortada çok açık soru var. Bu soruların cevaplarını almak için mücadele edeceğiz. Örneğin saldırgan güvenlik kurumlarına mektup yazan, komplo teorilerin dile getiren birisiyken silahı nasıl temin etti, edebildi? 9 kişinin, kendisi ve annesiyle birlikte 11 kişinin hayatına kıyabilecek duruma nasıl geldi o adam? O süreç nasıl gelişti? O planı nasıl yaptı? O bölgeyi nasıl seçti? O kişilerin o bölgede yaşadığını nasıl biliyordu? Benim kardeşime bir borcum var: O da bu sorular açıklığa kavuşana kadar mücadeleye devam etmek."
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
43
D O S YA
Gökhan Gültekin
Çetin Gültekin, 46 yaşında, doğma büyüme Hanaulu. Çatık kaşları ve kararlı duruşuyla en zor şeylerin bile üstesinden gelecek görünüşte bir adam. Kardeşi Gökhan’ın Hanau’da ırkçı cinayete kurban gitmesinden sonra Çetin Gültekin, gücünü aşan bir acıyla karşılaşmış. Irkçılık, yas ve bürokrasi hakkında bir protokol.
44
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
Çetin Gültekin: “
Kardeşimin Yasını Tutma Fırsatını Vermediler ” Bana “19 Şubat akşamı, saat 9 gibi Gökhan aradı. Makarna sipariş etmiş. ‘Sen de yer misin?’ diye sordu. Ben evde maç izliyordum, gelmeyeceğimi söyledim. Gökhan’ın aramasının üzerinden bir saat geçmeden oğlum Mert aradı. ‘Amcamı vurdular, acele gel.’ dedi.”
Çetin Gültekin, konuşmanın burasında derin bir iç çekiyor. Kim bilir kaçıncı kez hatırladığı bu sahnenin, her anlatışında ona yeniden acı verdiği açık. Telefonu kapattıktan sonra Kesselstadt’taki Kurt-Schumacher Platz’a, Arena Bar’ın olduğu cinayet mahalline gittiğini anlatıyor. “Gittiğimde annem orada, yerde yatıyordu. Babam oradaydı. Etraf kalabalıktı. Polisler her yeri kapatmıştı. Birkaç kere içeri girmek istedim, bırakmadılar. Resimleri gösterdim polislere. Dedim, ‘Bu
resimdeki kişi, benim kardeşim, içerde mi?’ Polis, ‘İçerisi kimsenin yüzünü tanıyacağımız bir hâlde değil.’ dedi. En son dedim, ‘Bana bir iyilik yapın, bir zahmet içeri gidin. Ben kardeşimi arayacağım, telefon çalarsa bari telefonun çaldığını söyleyin bana.’ Polis içeri girdi. Kardeşimi aradım. Geri gelince, ‘İçerde bir telefon çalıyor.’ dedi. Bizim için her şey o an bitti. Yıkıldık. Sanki biri gelip kollarınızı kesiyor, öyle bir his... Kardeşim, öldürüldüğü yerden saatlerce kaldırılmadı, olay yeri incelemesi sürüyor diye.”
Çetin Gültekin, konuşmanın burasında nefes alamıyormuş gibi duruyor ve ilk defa sesi titriyor. “Gökhan 37 yaşındaydı, nişanlıydı. Bu yaşa kadar evlenmemesinin nedeni rahatsız olan anne ve babama bakmaktı. O babamı hayattayken yalnız bırakmadı,
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
45
Babam saldırının ardından 2.5 sene savaştığı kansere yenik düştü. Annem, benim tanıdığım o güçlü Doğulu kadın, Gökhan öldükten sonra tanınmaz hâle geldi. O sert ve kuvvetli kadın yok artık, dokunsam düşecek. Namazı bitiriyor, öbür vakte kadar ellerini açıp Allah’la konuşuyor. ‘Gökhan, Gökhan, Gökhan...’ Aylardır burnu kanıyor, fark etmiyor bile. İnsan gece kaç kere annesinin yatağına gidip bakar, nefes alıyor mu diye?”
Çetin Gültekin için saldırıdan sonra her şey değişmiş. Çalışamaz duruma gelmiş. Yuvasını kaybetmiş, sağlığını kaybetmiş. “Saldırgan benden bir tek Gökhan’ı almadı” diyen Gültekin’in karşısına saldırıdan sonra bir de halledilmesi gereken bir sürü bürokratik işlem çıkmış.
babam da Gökhan öldükten sonra onu yalnız bırakmadı. 39 gün sonra da babam öldü. Babam öldüğünde babamın cenazesini yarım saatte yıkadım. Gökhan’ı 3.5 saatte yıkayamadık. Suyu döktükçe kan geldi... Kardeşimin otopside açılan her bir kesiğini, göğsünü, kollarını pamuklarla kapatıp öyle yıkadım onu. Patolojide kardeşimin kalbini, beynini, ciğerini tarttıkları raporları okudum. Böyle bir şeyi nasıl unutabilirim?!
46
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
“Ayın 19’unda kardeşim öldü. Ertesi sabah ismi duyuruldu öldü diye. İnanın, aradan 11 ay geçmiş, bugün o günden daha kötü. Bizi bu hâle getirmeyi nasıl başarabildiler ya! Arena Bar’da Said’in kardeşi İdris boğazından kurşun yemişti. Momo da kolundan... Aradan 11 ay geçti, kurşun izleri iyileşti. Ama biz iyileşemedik. 11 aydır uykum yok. Meğer dünyanın en büyük işkencesi uykusuzlukmuş. Bazen ismimi soruyorlar, söyleyemiyorum. Psikolojik tedavi görüyorum; antidepresan, uyku hapları... Uykusuzluk gitmiyor. Kardeşimi kaybettim, babamı kaybettim. O acının üstüne bir de aylarca dilekçelerle, bürokrasiyle uğraştım. Annemin dul maaşının bağlanması için dilekçe, o dilekçeyi vermek için ölüm belgesini almak için dilekçe... Annem evinin penceresinden olay mahallini görüyordu, psikiyatrılar her gün yeniden travma yaşamaması için oturduğu evden çıkması gerektiği yönünde rapor verdiler. Anneme bir ev bulabilmek için belediyeye dilekçe, sigorta için dilekçe, haftalarca bekleme, haftalarca yazışma... Yine belediye yardım etmedi, anneme kendi imkânlarımızla ev bulduk. Yasını bile tutamıyorsun, o fırsatı vermiyorlar sana.”
Çetin Gültekin, Türkçe medyanın ilgisizliğine değiniyor. Öldürülen 9 kişiden 4’ü Türkiye kökenli olmasına rağmen Türkiye’den neredeyse hiçbir medya kurumu Hanau’ya gelmemiş. “Bugüne kadar ben de gazetelerde ırkçı saldırıları okuduğumda kendimi onun içine koymuyordum. ‘Bizden uzak’ diyordum. Tabii üzülüyordum, ama ateş düşmediği sürece insan anlamıyor. Möl-
ln’de saldırı olduğu zaman ben Frankfurt’ta kendimi geride tuttum. Şimdi düşünüyorum, yazıklar olsun bana! O zamanlar ‘beni ısırmayan yılan bin yaşasın’ demişim. Solingen’de insanlar yandı, ben kılımı kıpırdatmadım. Şimdi Nürnberg’de, Köln’de, Berlin’de birisi Hanau’dan uzak durduğunda belki anlarım, çünkü ben de öyleydim. Ama ya medya? Benim annem sadece Türk kanallarını izliyor. Şimdiye dek Türkiye’deki kanallarda Hanau ile ilgili etraflıca bir haber izlemiş değil. Türkiye’de Hanau saldırısı, paparazi haberleri kadar bile ilgi görmedi.”
Çetin Gültekin saldırıdan sonra ırkçılık hakkında derin bir hesaplaşmaya da girmiş. “Almanya’da ırkçılık sadece mevcut değil, aynı zamanda düzenli olarak besleniyor ve finanse ediliyor. Eskiden Naziler rock konserleri veriyordu. Oradan geçen Türkleri yakalayıp dövüyorlardı. Ama şimdi plan yapıyorlar, araştırma yapıyorlar, başkalarıyla organizasyonlar kuruyorlar. Eskiden uzun çizme, yeşil ceket, kel kafa olduğunda birinin Nazi olduğunu anlardık. Bugünse kravatlarla Federal Meclis’te oturuyor Naziler. Bugün polisler arasında Naziler var, siyasetçiler arasında Naziler var. Adamlar artık gizlenmiyor. Almanya’nın en büyük muhalefet partisi AfD. Bunlar ya bir de iktidara gelirse? Hitler döneminde Almanya’da yapılan iğrençliğin ardından insanlar ‘Bir daha asla!’ dediler. Peki 80 sene sonra biz nasıl dokuz can verebiliyoruz? 80 sene bu ülke ırkçılığa, aşırı sağcılığa karşı ne yapmış? 11 aydır bağırıyoruz, daha silah ruhsatı elinden alınan tek bir ırkçı duymadım. Daha ne kadar bekleyeceğiz?”
Çetin Gültekin, saldırganın babasının aileler için hâlâ bir tehdit olduğu görüşünde. Eski evleriyle aralarında 70 metrelik bir mesafe olduğundan bahsedip asıl tehlikeye karşı uyarıyor. "Dosyada katilin annesini nasıl öldürdüğünü, annesinin o hâlini de gördüm. Bakıma muhtaç, zayıflamış, düşkün, zavallı bir kadın annesi. Bakım yatağında korkunç derecede bakımsız bir hâldeyken öldürmüş annesini terörist. Annesi de bir insan, o da bir can ama biz Hanau’daki kurban sayısının 10 olarak lanse edilmesine karşıyız. O bir Nazi cinayeti değildi. Babası tehditler saçıyor ve onun da aşırı sağcı olduğuna dair dosyada birçok kanıt var. Saldırga-
nın babasıyla ilgili Spiegel’de çıkan haberi okuduktan sonra Almanya’da yalnız bırakıldığımızı anladım. Adam oğlunun silahını geri istiyor. Oğlunun intikamı için başkalarının ölmesi gerektiğini söylüyor. Buna rağmen polisler arayıp ‘sakın bir delilik yapmayın, adama saldırmayın’ diye bizi uyarıyor. Peki ya oğlunun silahları ona geri verilmiş olsaydı ne olacaktı? Belki de bizi öldürecekti! Ben öldükten sonra önlem almışlar ne işe yarar! Biz Breitscheidplatz’ı gördük, Nizza’yı, Trier’i gördük. Arabayla insanları ezen saldırganların olduğunu biliyoruz. O adamın ehliyetinin elinden alınması ve bu muhitten çıkartılması lazım. Polis vatandaşın korunması ve güvenliği için vardır. Bizim güvenliğimiz nerede? Bizi kim koruyor?"
Çetin Gültekin her gün kafasındaki sorularla boğuşuyor. Binlerce sayfalık soruşturma dosyasına erişim sağladığında ise bu sorular daha da artmış. "Silah ruhsatı veren kurumlar kime silah kullanma izni verdiklerine dair araştırma yapıyor mu? Katil, atış derneğine haftada iki kere gitmiş, her seferinde yüzlerce kurşun atmış. Münih’te kirasını ödeyemediği için anne-babasının evine taşınan, işsiz olan bu terörist, mermi için o kadar parayı nereden buluyor? Soruşturma dosyasına göre saldırgan kendini vurduktan sonra elinde tuttuğu silahın üstüne düşmüş. Bu nasıl mümkün olabilir? Polis saldırıdan sonra gece 12’de teröristin evini sarmış, helikopterlerle çatıya inmişler. Eve girişleri ise saat 4’e doğru. Neden 4 saat boyunca polis eve giriş yapmadı? 4’te eve girdikten sonra katili ve annesini ufacık evin içinde ancak 6’da buluyorlar. Aynı evde babası da var! Babasına balistik inceleme yapılmamış, barut izi alınmamış. Neden diye soruyoruz, ‘şüpheli değildi’ diyorlar. Babası o evde nasıl hayatta kalabildi? Babasının önceki ırkçı söylemleri ele alındığında, acaba babası usta, oğlu çırak mıydı diye soruyoruz. Biz hayattayız. Her gün bu soruların cevaplandırılması için mücadele ediyoruz. Şimdiki mücadelem, artık diğer insanlar için. Benim kardeşimden sonra ismi Ahmet, Mehmet olan birilerinin daha öldürülmesini bekleyemem. Bu sırada Gökhan’ın isminin yaşatılması, unutulmaması için mücadele edeceğim. Kardeşimin adının, gömülü olduğu Ağrı’da ve birçok başka yerde sokaklarda, caddelerde, meydanlarda yaşatılmasını istiyorum. Gökhan en azından bunu hak etti.”
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
47
D O S YA
Armin Kurtović:
Hamza’yı Morgda Gördüğüm Anı Asla Unutama” yacağım “
“Bize her şey daha geçen hafta olmuş gibi geliyor. Hiçbir şey değişmedi. Hamza’nın öldüğünü öğrendikten sonra onun bir daha eve gelmeyeceğini anlamamız bile iki üç ay sürdü. Sonrasında ise...”
Sözlerine böyle başlıyor Kurtović. Kendisiyle Hanau’daki ilk saldırı mahalline birkaç metre uzaklıktaki 19. Şubat İnisiyatifi’nde buluşuyoruz. Konuşmaya güçlü bir adam olarak
48
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
başlayıp, evladının yasını tutan bir baba olarak devam ediyor. “Yaşadıklarımızın gerçekten kimsenin başına gelmesini istemem. Önceden çok gülerdim ve şaka yapmayı severdim. Bugün ise çok farklıyım. Bu birinin kalbinin sökülüp alınması gibi bir şey. Hamza ailenin parlayan yıldızıydı. Yaşamak istiyordu, yapmak istediği çok şey vardı. Ve sonra böyle bir şey oldu.”
Hamza Kurtovic Armin Kurtović, Hanau saldırısında hayatını kaybeden Hamza’nın babası. Kurtović ailesinin balkonu ve yatak odası doğrudan Arena Bar’a, yani Hamza’nın öldürüldüğü yere bakıyor. Oturdukları apartman dairesi ile oğullarının öldürüldüğü yer arasında kuş uçuşu sadece 200 metre var. Hamza’ya, Hanau saldırısına ve Kurtović ailesinin yaşadıklarına dair bir protokol.
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
49
“Hemen ceketimi giydim ve dışarı çıktım. Polis zaten oradaydı. Onlara Hamza’nın nerede olduğunu sorduğumda büfenin ön tarafındakileri söylediler. Arena Bar hakkında ise hiçbir şey söylemediler. Sonra binanın etrafından dolaştım, orası henüz polis kordonuna alınmamıştı. Arena Bar’ın içine bakmaya çalıştım ama hiçbir şey göremedim. Sonra Cuma’yı aradım ama şarjı bitmişti. O sırada önümde bir polis duruyordu. Hamza o akşam çok dikkat çekici giyinmişti. Oğlumun kıyafetlerini polise tarif ettim. Ama polis ‘İçerde yerde yatanlar arasında öyle biri yok.’ dedi. Birden Cuma yanımda belirdi. Ona, ‘Hamza nerede?’ diye sordum, ‘İçeride.’ dedi. Bundan kısa süre sonra oğlum Aziz beni aradı ve Hamza’nın hastanede ve hafif yaralı olduğunu söyledi. Daha sonra eşimi de aldım ve Aziz, Cuma ve Karim ile birlikte hastane hastane dolaştık. Hamza hiçbir yerde değildi. Sonunda bizi Emniyet Müdürlüğüne yolladılar. Orada polis arabaları ve makineli silahlarıyla polisler duruyordu. Bizi geri çevirdiler ve olay mahalline geri döndük. Orada da yine bize hiçbir şey söylenmedi. Bunun yerine, diğer (kurban) yakınlarıyla birlikte bizi bir spor salona götürdüler, orada kimliklerimizi gösterip yine beklemek zorunda kaldık. Saat sabah 6’yı geçerken bir polis geldi ve soğuk bir şekilde ölenlerin isimlerini okudu. Karım ve kızım yere yığıldı. Polisten ambulans çağırmasını istedim ama bunu yapmadılar. Acılarını yaşamaları gerekiyormuş, öyle söylendi. Eve dönünce aile hekimimizi aradım, gelip karıma ve çocuklarıma sakinleştirici verdi. Bu sırada Hamza’nın cesedine el konmuştu. Sanki biri onu bir bagaja koyup öylece götürmüş gibiydi. Oğlum ortadan kaybolmuştu. Ona ne olduğu ve nerede olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu.”
Bunu söylerken Armin Kurtović’in gözleri doluyor. Sonrasında kendisinin ve ailesinin başına gelenleri sakince ve soğukkanlı bir şekilde anlatıyor. “En azından birimiz aklına mukayyet olmalı” diyor konuşmasının devamında. 19 Şubat gecesi kızı Ajla ona şehirde silahlı çatışma olduğuna dair bir mesaj atmış. Kurtović, hemen telefona sarılıp oğullarını aramış. İki oğlu Kerim ve Aziz’e ulaşabilmiş. Ancak Hamza’dan cevap alamamış. Bunun üzerine evlerinin hemen yakınındaki Arena Bar’a gitmiş.
50
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
Kurtović oğlundan bahsederken gözlerinden damlayan yaşları siliyor. Derin bir nefes alıp devam ediyor. “Sekiz gün boyunca oğlumuzun nerede olduğunu öğrenemedik. Bu arada bizi sorguladılar. Söylediklerine göre bir rapor hazırlamak için. Ardından Hamza defin için teslim edildi. Beni aradıklarında, sadece cenaze firmasının oğlumu teslim alabileceğini söylediler. Çarşamba günü mezarlık idaresine gittim ve onlara oğlumu görmek istediğimi söyledim. Annesi ve kardeşlerinin de onu görüp göreme-
yeceğini sordum. Ayrıca oğlumun ölüm nedenini bilmek istedim. Hamza’nın nasıl öldürüldüğünü bize kimse söylememişti. Sonra morga gittim. O anı ömrüm boyunca asla unutmayacağım.”
Armin Kurtović burada konuşmasına kısa bir ara veriyor. Hanau kurbanlarının tamamı, ailelerinden izin alınmadan ve onlara haber verilmeden otopsiye alınmış. Bu nedenle aileler, defin öncesinde evlatlarının bedenlerini zarar görmemiş bir hâlde görme imkânını da elde edememişler. Kurtović keder ve öfke karışımı bir sesle konuşmaya devam ediyor: “Oğlumun bedenini ne hâle getirmişlerdi! Bir cesede bunu yapabilmek için bir insanın içinde ne kadar büyük bir nefret barındırması gerekir bilmiyorum. Oğlumun öldürülmesi onlara yetmedi mi? Otopsi raporu üç hafta sonra geldi. Ve içinde ne yazıyordu biliyor musunuz? ‘Güneyli görünüme sahip, kaşları alınmış...’ Sarı saçlı, mavi gözlü Hamza, polisler tarafından ‘yabancı’ bir görünüşe sahip oluşuyla tasvir ediliyordu. Polis olay gecesi saat 01:15’te Hamza’nın öldüğünü biliyordu. Bize hiçbir şey söylemeden otopsi emri vermişlerdi. Otopsi için mahkeme kararını ise daha sonra çıkardılar. Raporda otopsi için bizimle konuştukları yazıyor. Koca bir yalan! Sekiz gün boyunca kendi çocuğunuzun nerede olduğunu bilmemenin nasıl bir şey olduğunu düşünebiliyor musunuz? Oğlumun yanında kimliği vardı. Burada bir insandan bahsediyoruz...”
Armin Kurtović, failin silah ruhsatına sahip olduğunu hatırlatıyor. Ona göre bu şekilde korkunç bir cinayet işleyen saldırganın sağlıklı düşünemediğine hiç şüphe yok. Ancak yetkililerin sorumsuzluğunu kabul edemiyor. “Bunu yapan kişi normal olamaz. Ama neden silah sahibi olmasına ve silahla antrenman yapmasına izin verildi? Belli ki bu konuda biri işini düzgün yapmadı. Şimdi çıkıp failin kimsenin dikkatini çekmediğini söylemek yeterli değil. Ne yapmalıydı saldırgan? Cinayetten önce ‘Geliyorum, hazırlanın’ diye mesaj mı atmalıydı? Böyle bir şeyin bir daha yaşanmaması için bu olayın derinlemesine incelenmesi gerekiyor. Toplumda ve kurumlardaki ırkçılıkla mücadele edilmeli.”
Bütün konuşma boyunca akıcı bir şekilde Almanca konuşan Kurtović konuşmanın burasında özellikle vurgulama ihtiyacı hissediyor. “Ben Almanya’da doğup büyüdüm, Alman vatandaşıyım. Saldırıdan sonra benimle iletişime geçmesi için bana neden Yabancılar Meclisini yolluyorlar? Bu süreçte benimle anlaşmak için bir tercüman bile temin ettiler! Neden? Kanunlar benim Alman olduğumu söylüyor. Ancak öyle görünüyor ki yetkililerin gözünde öyle değilim.”
Teröristin babasının resmî makamlara yazdığı mektuplarda komplo teorileri ve tehditler savuruyor olmasına da öfkeleniyor Armin Kurtović. “Saldırganın babası olayın ardından evine geri döndüğünde, bizler (kurban yakınları) arandık ve bizden sakin olmamız ve herhangi bir suç işlemememiz istendi. Hatta ‘kan davası gütmekten’ söz edildi! Tehlike arz ettiğim gerekçesiyle benimle de konuşup uyardılar. Fakat kimse bizi onun hakkında uyarmadı. Tehdit eden o ama bedelini biz ödüyoruz. Hep aynı şey: Kim fail, kim kurban? Her hâlükârda, kanunların bana tanıdığı şikayet ve dava açma gibi tüm imkânları kullanacağım. Kanun önünde hepimiz eşitsek o zaman bize de öyle muamele edilmeli!”
Hamza’nın öldürülmesinden bu yana, Armin Kurtović ve karısı hastalık iznindeler. Kızı ve oğlu Aziz ise çalışmaya devam ediyor. Hamza’nın küçük kardeşi Karim, geçen yıl lise bitirme sınavından kaldığı için sınavlara yeniden hazırlanıyor. Kurtović ailesi her gün Hamza’nın öldürüldüğü yeri görüyor ve huzur bulamıyorlar. Bunlara bir de ekonomik zorluklar ekleniyor. “Ama bu kimsenin umurunda değil” diyor Kurtović. Yılgın görünüyor. Peki acaba uzun süre Almanya'da kalmak istiyor mu? “Bilmiyorum. Bazen öfkelenince, Alman vatandaşlığını iade edip ülkeyi terk etmek istiyorum. Oğlumun mezarını kazıp onu da yanımda götürmek istiyorum. Ama burada da adaletin yerini bulması için mücadele etmeliyim. Bazıları, ‘Ne yaparsan yap, oğlunu geri getirmeyeceksin.’ diyor. Kimsenin bana bunu söylemesine ihtiyacım yok. Ben Hamza için mücadeleye devam edeceğim.”
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
51
52
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
D O S YA - S Ö Y L E Ş I
ALMAN FEDERAL MILLETVEKILI HELGE LINDH: “IRKÇILIK TOPLUMU MAHVEDIYOR” ALMANYA KAMUOYUNDA GÜNDEMDEN HIÇ DÜŞMEYEN BIR KONU DA IRKÇILIK. SIYASET VE TOPLUMUN BU SORUNA HÂLÂ NEDEN BIR ÇÖZÜM BULAMADIĞINI FEDERAL MECLIS’TE SPD’LI MILLETVEKILI HELGE LINDH ILE KONUŞTUK. Alman kamuoyunda İslam karşıtı ırkçılık konusundaki tavrınız ile biliniyorsunuz. Bu konu sizin için neden bu kadar önemli? Irkçılığı ve İslam karşıtı ırkçılığı göz ardı edemeyiz. Gözümüzü dikkatlice açıp bakarsak ırkçılığın her yerde olduğunu görebiliriz. Bu konuyla bu yüzden yıllardır ilgileniyorum. Bence ırkçılığın dikkatlice gözlemlenmesi ve açık bir şekilde tartışılması gerek. Mevzunun sadece göç ve entegrasyonla ilgili olmadığı gün gibi ortada, zira İslam inancına sahip pek çok Alman da bu ırkçılığa maruz kalıyor. Ki ırkçılığın entegrasyon tartışmalarıyla ilişkilendirilmesi, konuyu doğrudan felce uğratarak onu çözümsüzleştiriyor. Bu desteğiniz yüzünden düşman edindiniz mi? Evet, ırkçılık konusunu meclis de dâhil olmak üzere yoğun bir biçimde gündeme taşıdığım ve
ırkçılığı deneyimlemiş insanların perspektiflerini görünür kılmaya çalıştığım için düşman kazanmak benim için sıradan bir durum hâline geldi artık maalesef. Sırf bu nedenle en ağır hakaretlere, iftiralara ve yıldırma girişimlerine maruz kalıyor, ölüm tehditleri alıyorum. Bunun size etkisi ne oluyor? Bu konuda oldukça dayanıklılık kazandım diyebilirim. Çünkü bütün bunlar tutumumda hiçbir şey değiştirmemem gerektiğini açık bir şekilde gösteriyor; hatta bu tutumumu devam ettirmeme motivasyon ve destek sağlıyor. Ancak anne ve babamın ya da çalışma arkadaşlarımın bunlardan etkilenmediğini söylersem yalan söylemiş olurum. Fakat inanıyorum ki; bu ülkede aklı başında olan büyük çoğunluk olarak susmaz ve sesimizi yükseltirsek, içi nefretle dolu insanların seslerini bastırabiliriz. Benim meselem bu
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
53
D O S YA
ve hiçbir şekilde bundan vazgeçmek niyetinde değilim. Solingen ve Mölln’deki saldırılardan sonra “Bir daha asla!” sloganları atıldı. Fakat hemen ardından NSU cinayetleri geldi. Siyaset bu saldırılarla hesaplaştı mı sizce? Maalesef biz siyasetçiler bu konuyu güvenlik politikası düzleminde yeterince tartışamadık. Güvenlik kurumlarının ve Anayasayı Koruma Dairesinin imkânlarından istifade etmenin yanına bile yaklaşamadık. Ayrıca toplumun tüm kesimleri de bu konu ile yüzleşmedi. Irkçılık ve dışlama ile günlük hayatta mücadele etmezsek, polisin ve hukukun yöntemlerinin hiçbir faydası olmaz. Irkçılığa karşı yekvücut hâlde tavır almalı ve savaşmalıyız. Burada herkesin yapması gerekenler var. Siyaset bugüne kadar ırkçılığa, aşırı sağcılığa ve İslam düşmanlığına karşı neden bu kadar az şey yaptı? Saldırılar yeterli sebep olarak görülmüyor mu? “Siyaset” diye yekvücut bir olgunun olduğunu söyleyemeyiz. Biz hepimiz siyasetin bir parçasıyız. Bu yüzden mümkün olduğunca çok kişinin kendisini ifade etmesi önemli. Ama biz milletvekillerinin de sadece belirli amaçlar etrafında/parti programı çerçevesinde çalışamayacağımızı, tam aksine herkese karşı sorumlu olduğumuzu hatırlamamız gerekiyor. Siyaset meclisin de ötesinde bir kavram. Irkçılık, İslam karşıtı ırkçılık ve antisemitizm bu ülkenin gerçekleri. Toplumumuzun ırkçılıktan azade olduğunu iddia etmek kendimizi kandırmak olur. Açıkça ırkçı düşünceye sahip pek çok insan olduğu gibi gizli ırkçı olan insanlar da var. Irkçı düşünce kalıpları Almanya’da oldukça yaygın; küçük bir Neonazi grubundan bahsetmiyoruz sadece. Irkçılık toplumun merkezine kadar ulaşmış durumda. Dolayısıyla ırkçılığın siyasi alanda yeterince ele alınmamasına ve aşırı sağcılığa karşı pratik bir üst planın uygulamaya konmuş olmamasına şaşmamalı. Bu durum Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) Örgütü için de geçerli mi? NSU ile hesaplaşma çok dar bir çerçevede oldu, hatta neredeyse hiç olmadı. Mecliste ırkçılık ve gündelik ırkçılık karşıtı önergeler yeterli sayıda değildi ve çoğunlukla sadece önerge olarak kaldı. Toplumun
54
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
tümünü ve siyaseti ilgilendiren bir ırkçılık olayı yaşadığımızda, bu duruma karşı somut bir girişim ortaya çıkaramadık. Son yıllarda yaşanan korkunç olaylar müthiş bir duyarlılık oluşturdu ama maalesef çok geç kaldık. Mölln, Solingen ve NSU’dan sonra pek çok şeyi uzun süre önce anlamak zorundaydık, fakat böyle olmadı. En kötü olaylar bile toplumu uyandırmaya maalesef yetmedi. Hanau’daki ırkçı saldırının da toplumu uyandırmadığı söylenebilir. Oradaki saldırıyı ve sonrasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Hanau saldırısını ilk duyduğumda Christchurch’deki terör saldırısını hatırladım. Yeni Zelanda’daki saldırılardan sonra çoğu insan “Bize burada bir şey olamaz.” fikri ile yaşadı. Fakat Hanau bunun olabileceğini gösterdi. Son yıllardaki ırkçı olaylar derin izler bıraktı. Hanau ise tüm bunların sonucuydu. Maalesef, acı da olsa söylemem gerekir ki Hanau saldırısına şaşırmadım. Bu zaten bekleniyordu. Şok olduğum kadar bunu bekliyor ve bundan korkuyordum. Hanau’daki saldırıdan sonra Almanya’da bir zihniyet değişikliği yaşandı mı sizce? Hem evet, hem hayır. Saldırıdan sonra devletin tüm gücüyle böyle bir eyleme ve bu eylemin ortaya çıktığı sosyal ortama karşı tedbir alması gerektiğini söyledim. Saldırganları ve bağlantılarını açığa çıkarmamız gerektiğini belirttim. Fakat bunun için toplumsal önlemler de almak gerekiyor. Hanau’nun bir uyanış çağrısı olduğuna inanıyorum çünkü hiç olmazsa Almanya’da artık Aşırı Sağ ve Irkçılıkla Mücadele İçin Kabine Komisyonu var. Bu Almanya tarihinde bir ilk. Artık pek çok insan, geç de olsa sorunun farkına vardı. Bir o kadar önemli olan bir diğer konu ise ırkçılığa karşı mücadeleci olmamız gerektiği. Bu nefrete maruz kalan insanlar için platformlar kurmamız gerek. Ancak bu işi ırkçılığın kurbanı olan insanlar üstlenmemeli. Irkçılıkla mücadele, sadece ırkçılığa maruz kalanların öncelikli görevi olmamalı. Irkçılığı lüzumsuz sıklıkta ve fazla soyut bir biçimde tartıştık ve tartışıyoruz. Durumun ne kadar ciddi, sorunun ne kadar büyük olduğunun; ırkçılığın toplumu mahvettiğinin farkına varmış değiliz. Irkçılığa maruz kalanların seslerinin duyulacağı alanlar ve mekânları bir an önce bulmak zorundayız.
Irkçılık ve İslam düşmanlığı konuları bizleri daha uzun süreler meşgul edecek. Bu yapısal sorun nasıl çözülebilir sizce? Irkçılığa ırkçılık, kurbana kurban demeli ve ırkçılığı olduğu gibi tasvir etmeliyiz. Bu yüzden ilk olarak yasaları ve cezaları değiştirmeli ve ardından tehlikeye maruz kalan kurumları mutlaka koruma altına almalıyız. Bunlardan başka sağcı hareketleri daha iyi gözlemleyerek bu hareketlere karşı mümkün olan en iyi tedbirlere başvurmaktan çekinmemeliyiz. Buna ek olarak insanları konuşmaya teşvik
etmemiz gerekiyor. Yılda iki kez dindarlararası diyalog konferansı düzenlemek yeterli değil. Her şeyden önce kurbanlar ve mağdurlar konuşmalı. Gizli önyargılara sahip insanları kurbanlarla bir araya getirmek oldukça zor olsa da bunu yapmalıyız. Bir saldırı yaşandıktan sonra olmamış gibi davranamaz, günlük rutinimize geri dönemeyiz. Bir şeyleri değiştirmeye hemen şimdi başlamalıyız. Buna ek olarak, internet mecralarında nefret ve kışkırtmaya karşı yaptırımlar getirmeliyiz. İtibarsızlaştırma, değersizleştirme ve nefret şu anda bu mecralarda ipini koparmış bir şekilde yayılıyor.
EN HÜZÜNLÜ GÜNÜNÜZDE YANINIZDAYIZ IN SCHWEREN STUNDEN SIND WIR BEI IHNEN
HERKES ÖLECEK YAŞTADIR DER TOD KENNT KEIN ALTER
BELGE URKUNDE
RESMÎ İŞLEMLER BEHÖRDENGÄNGE
DİNÎ VECİBELER
RELIGIÖSE VORSCHRIFTEN
NAKİL
TESLİM
ÜBERFÜHRUNG
ÜBERGABE
UKBA Cenaze Yardımlaşma Derneği | Cenaze Hizmetleri UKBA Bestattungshilfeverein e. V. | Bestattungskostenunterstützungsgemeinschaft (BKUG) Colonia-Allee 3 | D-51067 Köln | T + 49 221 942240-430 | F + 49 221 942240-429 | cenaze@ukba.eu | www.ukba.eu Amtsgericht Köln VR 17561 | Kreissparkasse Köln | IBAN: DE37 3705 0299 0149 2829 41 | BIC / SWIFT: COKSDE33
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
55
D O S YA
56
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
Bilal Piter Minnemann:
Ölenlerin Mezarına Toprak Attığımızda Gerçeği ” Anladık
“
Bilal Piter Minnemann, Hanau’daki ırkçı saldırıda, ikinci cinayet mahalli olan Arena Bar’da arkadaşlarını kaybetti. Katil yanına kadar gelip arkadaşlarını vurdu, Bilal sağ kurtuldu. Mücadele, acı ve ırkçılık hakkında bir protokol. Kü b ra L ay ı k *
*Düsseldorf Üniversitesinde Sağlık Araştırma Bilimi bölümünü bitiren Kübra Layık, eğitimini Alman Gazetecilik Akademisinde sürdürmektedir. Layık online haber-yorum platformu IslamiQ redaktörlerindendir.
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
57
D O S YA
Bilal Piter Minnemann, üzerinde beyaz bir cellabiye ile Hanau İslam Cemiyeti’nden çıkıyor. Kafasında beyaz örgü bir takke ile caddenin karşısına, yanımıza geliyor. Cuma namazını yeni kılmış, kış soğuğunun etkilemediği, genç bir delikanlı. Hanau saldırısından sonra Müslüman olup “Bilal” ismini alan Minnemann, Arena Bar’daki saldırıdan kurtulanlardan biri. En yakın arkadaşları Hamza, Nesar ve Ferhat ise hemen yanında hayatını kaybetmiş. Yüzünde, bir daha hayatı boyunca hiç gülümseyemeyecekmiş gibi bir ifadeyle 19 Şubat’ı anlatmaya başlıyor. “Aslında başta gayet sıradan bir şubat günüydü. Boks antrenmanındaydım. Sonrasında bisikletle Arena Bar’a gittim. Arena Bar’da bir şeyler atıştırdıktan sonra Ferhat geldi. Orada otururken bir anda kapının önünde silah sesleri duyduk. Selin içeri girdi ve ‘Dışarda silahlı biri var, ateş ediyor. Birini öldürdü ve şimdi de yanımıza geliyor.’ dedi. Şok olduk ve tam da o anda failin elinde silahla büfeye girdiğini gördük. Tekrar silah sesleri duyduk. Bunun üzerine hepimiz Bar’a girdik ve bir sütunun arkasına saklandık. Sonra fail yanımıza geldi. Tezgâhların arkasına atladık. Gerisi... Ferhat, Hamza, Nesar ve Mercedes arkadaşımdı. Benim de içinde olduğum sadece birkaç kişi sağ kurtulabildi.”
Bilal için saldırıyı atlatmak hiç kolay olmamış. Aldığı terapilerin yanında inancı ona en büyük destek olmuş. Saldırının üzerinden bir yıl geçmişken Bilal de açıkta kalan soruları cevaplandırmak için mücadele ediyor. “Saldırıdan sonra bizim için çok stresli bir süreç başladı. Dosyalar, soruşturmalar, randevular ve insanları bilgilendirmek için röportajlar... Hanau Belediyesi ve Hessen eyalet yönetimi ile düzenli görüşmelerimiz var. Saldırıdan sonra Hessen Eyalet Meclisinde olayların açıklığa kavuşturula-
cağına dair bize söz verildi ama bu söz yerine getirilmedi. Bize küstahça yalan söylediler! Saldırıyla ilgili kamuoyunu bilgilendirme çalışmalarını ve projeleri neredeyse tamamen kendi başımıza yürütüyoruz. Bu mücadelenin büyük bir kısmını kurban aileleri ve hayatta kalanlar yapıyor. Şu an saldırıyla ilgili soruşturmadaki dosyaya erişimimiz var ve bu dosyaları inceliyoruz. Birbiriyle çelişen noktaları tespit ediyoruz. Birçok soru işareti var ve şimdiye kadar sorularımıza cevap bulabilmiş değiliz. Bu dünyada beni korkutacak pek bir şey kalmamış olmasına rağmen, saldırganın babasının serbestçe dolaşıyor olması beni kaygılandırıyor. Biz hâlâ saldırının gerçekleştiği Kesselstadt’ta yaşıyoruz. Ferhat’ın annesi ve kardeşi saldırganın babasının evine bir dakika yürüme mesafesinde oturuyorlar. Saldırganın babası, oğlunun fikirlerini birebir benimsemiş durumda. Polisler, oğlunun ırkçı tutumu hakkında bir şey bilinmediğini ve önceden tedbir almanın mümkün olmadığını söylemişti. Babasında ise bu durum biliniyor ama yine de kimse önlem almıyor.”
Aileler gibi Bilal de 19 Şubat İnisiyatifi’nde aktif olarak yer alıyor. Düzenledikleri çalışmaların bir şeyler değiştirdiğini görse de, gidilecek yol ona göre uzun. “İnsanlar gözlerini açmaya başladı. Olayları açıklığa kavuşturmaya, unutturmamaya ve ölenlerin ailelerini desteklemeye çalışıyoruz. Ama yaptıklarımız her zaman siyasetçilerin harekete geçmesi için yeterli olmuyor. Bu yüzden halka ve insanlara seslenmemiz ve bireylerin değişmesi için onları da seslerini yükseltmeye davet etmemiz gerek. Günlük hayatta yaşadığımız ve devlet binalarında bile mevcut olan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı kendiliğinden son bulmayacak. Bu yüzden her bir olayın peşine düşmemiz gerek.
Bu dünyada beni korkutacak pek bir şey kalmamış olmasına rağmen, saldırganın babasının serbestçe dolaşıyor olması beni kaygılandırıyor.
58
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
59
D O S YA
Aşırı sağcı ve ırkçı fikirlere sahip olan ve bunları dile getiren insanlar için bunun bir yaptırımı olmalı. Günlük hayatta ırkçılığın tespit edilip cezalandırılması gerek. Bu konudaki cezalar çok hafif kalıyor ve caydırıcı bir etkisi olmuyor.”
Bilal saldırının ardından travmayı atlatabilmenin kendisi için hiç de kolay olmadığını anlatırken
60
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
yine de güçlü kalmaya çalışıyor. Duygularını belli etmeyen bir genç olsa da, anlattıkları travmanın nasıl devam ettiğini kanıtlar nitelikte. “Saldırıdan sonra tamamen yalnız bırakıldım. Devletin göz boyamaya dayalı çabaları bir şey değiştirmedi. Saldırıdan 2-3 ay sonra kendi başıma bir terapist bulmak zorunda kaldım. Hem saldı-
rı gecesi hem de sonraki günlerde kötü muamele gördük. Saldırının ardından beni o gece oradan tek başıma ve yayan olarak eve gönderdiler ve hiçbir manevi ya da psikolojik destek sunmadılar. Ölenlerin ailelerini bile oradan oraya gönderdiler ve ölenler hakkında hiçbir bilgi vermediler. Korkunçtu. Yakınlarımızı, sevdiklerimizi kaybettik. Bugün bile onların öldüklerini kabullenmek-
te zorluk çekiyoruz. Ölenlerin tabuttan çıkartılıp toprağa konulduğu ve elimize kürek alıp üzerlerine toprak attığımız anda acıyı şiddetle hissettik. İlk olarak mezarlıktaki o an, her şeyin gerçek olduğunu anlayabildik. O insanların artık olmadığını, seslerini duyamayacağımı, gülüşlerini bir daha göremeyeceğimi hâlâ kabullenebilmiş değilim.”
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
61
D Ü N YA
Çin Uygurları H Yok Etme Siyas Çin hükûmeti Doğu Türkistan’da bulunan Müslüman Uygur azınlığa karşı şiddeti giderek artan acımasız bir baskı uyguluyor. Benzeri olmayan bir hapsetme yöntemiyle yürütülen bu baskı, yerel bölge halkını korkutucu bir sessizliğe zorluyor. Alessandra Bajec*
Ç
in hükûmeti Uygurlarla çoğunluğu Türk ve Müslüman olan diğer azınlıklara, dinî ve siyasi “fanatizmi” yok etme ve “sosyal istikrarı muhafaza” kisvesi altında din ve etnisite temelli baskı siyasetinin şiddetini artırdı. Uygurları hedef alan hükûmet politikaları arasında zorla kaybetme, insanları keyfi bir şekilde sayıları yüzlerle ifade edilen yeniden eğitim kamplarına, gözaltı merkezlerine ve hapishanelere kapatmak bulunuyor. Ayrıca müdahaleci gözetim teknikleriyle dinî pratik ve kültüre getirilen sert sınırlamalar da bu politikaların bir parçası. “Yeniden Eğitim” Kampları Doğu Türkistan’da hapishane benzeri yapılarda herhangi bir resmî suçlama ve gözaltı süreci olmadan tutulan Uygur ve diğer Müslüman azınlıkların sayısının 1.8 milyon olduğu tahmin ediliyor. ABD merkezli Uygur Hareketi ise bu sayının 3 milyondan fazla olduğunu belirtiyor. Çin 2014 yılından itibaren yeniden eğitim programlarının çoğunluğu Uygurlardan oluşan öğrencilerinin yerleştirilmesi için toplama kampları, gözaltı merkezleri ve hapishanelerden oluşan
devasa bir ağ inşa etti ve bu yapıları 2017 yılından beri genişletiyor. Gözaltı kamplarının sayısı 2018 yılından 2019 yılına kadar bir yılda 3 kat arttı. Bugün 1000’den fazla gözaltı kampı bulunuyor. Pekin yönetimi bu kampların varlığını 2018 yılına kadar reddetti. Bu yerlerin ülke içindeki terörizmi engellemeye yardımcı olan ve insanlara faydalı beceriler kazandıran yerler olduğunu söyleyerek buraları önce “yeniden eğitim” kampları sonra ise “çalışma merkezleri” olarak adlandırdı ve hapsedilme iddialarını yalanladı. Daha sonra resmî anlatıyı değiştirerek bu hapsetme uygulamasını “mecburi ya da zorunlu çalışma biçimleri” olarak adlandırdı. Ne var ki Çin hükûmetinin muhaliflere, ifade ve hareket özgürlüğüne yönelik uyguladığı sert sınırlandırmalar kapsamında insanların buralarda kendi iradeleri dışında tutulduğuna ve kapsamlı bir siyasi beyin yıkamaya maruz bırakıldığına dair yeterince kanıt mevcut. Çin’den Amerika Birleşik Devletleri’ne taşındıktan sonra Uygur Hareketi’nde iletişim direktörü olarak çalışmaya başlayan Julie Millsap,
*Kahire merkezli serbest gazeteci. 2010-2011 yılları arasında Filistin’de yaşadı. Metinleri rt.com, CounterPunch ve Avrupa Gazetecilik Merkezi dergisinde yayımlandı.
62
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
Hapsetme ve setine Hız Verdi
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
63
D Ü N YA
“Diasporada bulunan ve hikâyesi basına yansımış veya yansımamış kimle konuşursanız konuşun herkesin muhakkak en az bir aile üyesi kayıp ve bu inanılmaz bir şey.” diyor. Uydu görüntülerinin ve daha önce kamplarda kalmış kişilerin anlatılarının yanı sıra, BM İnsan Hakları Komisyonunun, İnsan Hakları İzleme Örgütünün ve Uluslararası Af Örgütünün raporları da Uygur Müslümanlarının silahlı kuvvetler, duvarlar, güvenlik çitleri, gözetim sistemleri ve gözetleme kuleleriyle çevrili hapishanelerde tutulduğunu belirtiyor. Zorla kaybedilip bu gözaltı merkezlerine getirilen Uygurlar, daha sonra siyasi bir beyin yıkamaya ve Komünist Parti’ye itaate tabi tutuluyor. Gardiyanlardan rutin bir şekilde kötü muamele gören -ki bunların arasında işkence de bulunuyor- ve kötü yemek verilen Uygurlar, ayrıca çok kalabalık hücrelerde hijyenik olmayan koşullarda yaşamak zorunda bırakılıyorlar. Raporlarda ayrıca Uygurların doğum oranlarını düşürmek için uygulanan ve aralarında zorla kısırlaştırma ve diğer nüfus azaltma yöntemlerinin de bulunduğu mecburi doğum kontrol kampanyalarına dair kanıtlar da var. Dahası, insanlar kapatıldıkları bu alanlardan zorunlu olarak çalıştırılmaya, çoğu gözaltı kamplarından doğruca Doğu Türkistan’ın dışında yer alan fabrikalara götürülüyor. Avustralya Stratejik Siyaset Enstitüsü (ASPI) raporunda 2017 ile 2019 yılları arasında 80 binden fazla Uygur’un, Çin’in başka yerlerine götürüldüğünü ve “zorla çalıştırmayı andıran” çalışma koşulları bulunan fabrikalarda çalıştırıldıklarını belirtti. Rahile Davut 2017’den Beri Kayıp Çin yönetimi ayrıca Uygur kültürel mirasını sistemli bir biçimde yok etmeye çalışıyor. Bu uygulamalar arasında onlarca caminin, mezarlığın ve kültürel alanın tahrip edilmesi veya zarara uğratılmasıyla İslami pratiklerin yok edilmesi yer alıyor. Gözlemcilerin belirttiğine göre Pekin, Uygurlara zulmediyor ve onları Komünist ideolojiye ve hâkim Han Çinlisi kültürüne asimile etmek için onların kimliklerini gösteren şeylere saldırıyor. Hapsedilen Uygurlu bilim insanı Rahile Davut’un kızı Akida Pulat, Çin devletinin Uygur kimliğini bastırmak ve Doğu Türkistan’ı sıkı denetim altında
64
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
tutmak için çok sayıda kişiyi kaçırıp hapsettiğini öne sürüyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan genç kadın, “Çin’in amacı kültürümüzü yok etmek ve entelektüellerle diğer etkili kişilere işkence ederek toplumumuzu daha sıkı kontrol altında tutmak.” diyor. Tanınmış bir profesör ve kanunlara saygılı bir vatandaş olan Davut, Çin hükûmeti tarafından 2017 yılının aralık ayında alıkonmuştu. O zamandan beri ne kızı kendisinden haber alabiliyor, ne de aile üyeleri kendisinin nerede olduğu hakkında bir fikre sahip. Uygurların mobil ve online iletişimlerinin her gün gözetim altında olması sebebiyle annesinin durumunu akrabalarına soramadığını belirten Pulat, “Annemle iletişimimi yitirdikten sonra nerede olduğunu aile üyelerimize defaatle sordum. Bana herhangi bir detay vermeden söyledikleri tek şey, uzak bir yerde işi olduğu ve ileride eve döneceği oldu.” diye anlatıyor. Pulat bugün hâlâ Pekin’deki yetkililerden Davut’un alıkonulmasıyla ve hangi suçla suçlandığıyla ilgili bilgi istiyor ve annesinin serbest bırakılması için çalışmalar yürütüyor. Bunun gibi yüzbinlerce başka Uygur da kaybolan yakınlarının yeri ve akıbeti hakkında ne bir haber alabiliyor, ne de sorularına Çin hükûmeti tarafından yanıt veriliyor. Yetkililerin, konuştukları takdirde aile üyelerini hapisle, işkenceyle veya infazla tehdit etmesi karşısında bu insanların çok azı konuşma cesareti buluyor. Uygur Hareketi iletişim direktörü şunun altını çiziyor: “Aile üyelerinin, sevdiklerinin nerede tutulduğunu veya işledikleri suçların kanıtlarını öğrenmeleri imkânsız. Çin rejimi hiçbir bilgi vermiyor.” Doktor Gülsan Abbas’tan 3 Yıldır Haber Alınamıyor Uygur kökenli Amerikalı Ziba Murat da son iki senedir, 2018 yılının eylül ayında evinden kaçırılan emekli bir doktor olan annesi Gülsan Abbas’la ilgili herhangi bir bilgi alabilmek için mücadele ediyor. Ziba Murat, annesini içine kapanık, entelektüel, herhangi bir sabıkası ve nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan herhangi bir ülkeyle bağlantısı olmayan, siyasetten uzak bir kişi olarak tarif ediyor. Murat, “Şok oldum. Ne kadar düşünürsem düşüneyim annem gibi birisinin hedef alınacağı aklıma gelmezdi.” şeklinde konuşuyor.
Ailenin yakın bir zamanda öğrendiğine göre emekli doktor, geçtiğimiz yılın mart ayında terörizm bağlantılı suçlamalardan 20 yıl hüküm giymiş. Ziba Murat, bu hükmün annesi kaybolmadan bir hafta önce, Doğu Türkistan’daki insan hakları meselesiyle ilgili konuşan halası Ruşan Abbas’ın faaliyetleriyle ilgili olduğunu düşünüyor. “Hükûmete hiçbir tehlike oluşturmuyordu. Ona yöneltilen suçlamalar çok saçma.” diyen Murat sözlerine şöyle devam ediyor: “Ortada kanıt olmayışının yanı sıra yargılamanın kapalı kapılar ardında gerçekleşmesi ve onun gözaltına alınması, suçlanması, yargılanması ve mahkumiyeti noktasında aşırı hızlı davranılması Çin’in iddialarının yalan olduğunu kanıtlıyor.” Uzun Zamandır Süren Ayrımcılık ve Baskı Uygur topluluğu yıllardır Çin Komünist Partisi ve hükûmetinin sıkı yönetimi ve kontrolü altında düşünülebilecek en kötü ayrımcılığa, siyasi ve sosyal baskıya ve boyun eğdirme politikalarına maruz kalıyor. Toplu kaybolmaların, polis baskınlarının ve yakalamalarının, rastgele tutuklamalarla infazların, duruşmasız yargılamaların, dinî ve kültürel özgürlüklerin ve ana dil üzerinde giderek artan baskıların yanı sıra, pasaportların zorla yerel polise teslim edilmesi uygulamaları da yaşanıyor. Her şeyi kuşatan gözetleme uygulamaları ve yoğun askerî mevcudiyet, yetkililerin her an müdahale için tetikte ve hazır olmasını mümkün kılıyor. Pekin, tüm bunlara ek olarak devasa bir Han Çinlisi nüfusunun Doğu Türkistan’a göç etmesini destekledi. Sonrasında da bu Han Çinlisi nüfusun lehine olarak Uygurların ekonomik fırsatlara erişimini engellemek gibi bazı uygulamaları hayata geçirerek ayrımcı eğitim ve sosyal politikalarla Uygurları hedef aldı. Doğu Türkistan bol miktarda petrol ve mineral kaynağı barındırmasının yanında, dünya pamuk üretiminin de yüzde 20’sini karşılıyor. Tüm bunlar hükûmetçe desteklenen Han Çinlisi nüfusun bölgenin doğal kaynaklarının sömürülmesi için yoğun biçimde Doğu Türkistan’a gelmesine sebep olan şeyler. Bu göç, bölgenin demografik ve etnik dengesini önemli ölçüde değiştirdi. Bölgenin ekonomik önemi göz önüne alındığında, Çin’in ülkenin uzak batı kısmında yer alan bu bölge
üzerindeki mutlak hâkimiyetini sürdürmesi stratejik önem taşıyor. Yeni kanıtların gösterdiği üzere yüzbinlerce Uygur diğer azınlıklarla birlikte Doğu Türkistan’ın pamuk sektöründe düzenli olarak zorla çalıştırılıyor. Son zamanlarda uluslararası markalar Çin menşeli pamuk kullandıkları için insan hakları örgütleri tarafından yoğun bir biçimde eleştiriliyor. Gecikmiş ve Cılız Uluslararası Tepki Çin, Uygurlara yönelik korkunç politikaları ve uygulamaları sebebiyle sadece son birkaç yıldır uluslararası toplumdan tepki görüyor. Bilginin engellenerek eleştirinin susturulduğu, yoğun askerî mevcudiyetin ve gözetimin olduğu bu bölgede insan hakları ihlalleri neredeyse hiçbir cezai yaptırım olmadan işleniyor; uluslararası toplumun tepkisi ise çok cılız ve çok gecikmiş. Millsap, aktivistler olarak Uygurların hak ve özgürlükleri için mücadele etmenin ne kadar zor olduğundan bahsediyor. Verilen mücadele için bir yandan karalayıcı saldırılara maruz kalınırken, diğer yandan da Çin devlet yetkililerince dolaşıma sokulan yanlış bilgiler ve Uygurlara konuştukları için yöneltilen tehditlerle uğraşıyorlar. “Çin sadece bu gaddarlıkları işlemekle kalmıyor. Son birkaç yıldır kendi alışıldık tepkilerinin ötesine geçmiş durumdalar ve hem bize saldırıyorlar, hem de uluslararası kanaati değiştirebilmek için yanlış bilgi yayıyorlar.” diye konuşan Millsap, uluslararası tepkinin de “inanılmaz derece yavaş” olduğunu belirtiyor. Öte yandan, kaybolan Uygurların aileleri Pekin yönetimi üzerindeki baskıyı devam ettirerek kaybolan akrabaları hakkındaki gerçeği öğrenmek için mücadele etmeye devam ediyor. Ziba Murat, “Dünya hiçbir şey yapmadan dururken Çin bizim kültürümüzü ve dinimizi yok ediyor, masum insanları öldürüyor ve insanlarımızı bizden alıyor.” diye dert yanıyor ve kararlı bir biçimde ekliyor: “Ama biz sessiz kalmayacağız, bu suçları açığa çıkarmaya devam edeceğiz. Benim mücadelem bitmeyecek, annem özgür kalana kadar sesimi yükseltmeye devam edeceğim.”
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
65
K I TA P Healing Racial Trauma: The Road to Resilience Irkçı Travmayı İyileştirmek: Direnişe Giden Yol
“Beyaz olmayan” insanlar, hayatlarının farklı alan ve dönemlerinde ırkçı saldırılara maruz kalabiliyor. İnsanlar çoğu zaman ırkçılığa karşı öfkeleniyor ve ırkçılığı lanetliyor. Peki ırkçı saldırılar sonrasında oluşan travmaları bireysel ya da toplumsal olarak atlatmak nasıl mümkün? Psikolojik danışman Rowe, bu kitapta ırkçı travmanın semptomlarını ortaya koyuyor. Kitabın her bir bölümünde ırkçı travmayı nasıl deneyimlediğimizi ve nasıl çözebileceğimizi keşfetmek için “beyaz olmayan” farklı kişilerle röportajlar sunuluyor. Yazar: Sheila Wise Rowe Yayınevi: Intervarsity Press Dil: İngilizce
Extreme Right Wing Political Violence and Terrorism Aşırı Sağcı Siyasi Şiddet ve Terörizm
Farklı ülkelerden uzmanları bir araya getiren bu kitapta aşırı sağcı siyasi şiddet, birçok farklı açılardan ele alınıyor. ABD’den Hollanda’ya, İngiltere’den Norveç’e farklı ülkelerdeki aşırı sağcı faaliyet ve hareketleri ele alan kitap aşırı sağın doğasına benzersiz bir bakış sunarken, siyasi şiddet ve terörizm üzerine çalışanlar için önemli bir kaynak niteliği taşıyor. Editör: Max Taylor, P.M. Currie, Donald Holbrook Yayınevi: Bloomsbury Academic Dil: İngilizce
Rassistische Diskriminierung und rechte Gewalt: An der Seite der Betroffenen beraten, informieren, intervenieren Irkçı Ayrımcılık ve Sağcı Şiddet: Kurbanlara Tavsiye Vermek, Onları Bilgilendirmek ve Olaya Müdahale Etmek
Mağdur Perspektifi Derneği (Opferperspektive e. V.), 20 yılı aşkın süredir aşırı sağcı şiddetten ve ırkçı ayrımcılıktan etkilenenleri desteklerken aynı zamanda sahada ırkçılığa ve sağcı hegemonyaya karşı siyasi müdahaleye devam ediyor. Dernek, bu derleme kitapta kurbanların bakış açısına sahip çalışanlar, ırkçı saldırı mağdurları, kurumun işbirliği ortakları, uzmanlar ve aktivistlerle birlikte derneğin kuruluşundan bu yana kazandığı deneyim ve bilgileri değerlendirirken ırkçı ayrımcılık ve sağcı şiddet vakalarını yeniden gözden geçiriyor. Yayıncı: Opferperspektive e.V. Yayınevi: Westfälisches Dampfboot Dil: Almanca
PERSPEKTIF’I SOSYAL MEDYADA TAKIP EDEBILIRSINIZ
perspektifeu
RIDVAN DERSLERİ İdarecilere yönelik yüzlerce ders ve sohbet
3.BASKI ÇIKTI
Sure tefsirleri • Toplumsal sorumluluk esasları • Ahlak ve maneviyat • Kulluk bilinci • Siyer • Teşkilat dersleri
Sipariş T +49 221 7390441 www.pluralverlag.eu www.kitapkulubu.de
SAYI 298 • ŞUBAT 2021
67
T +49 221 942240-400 | F +49 221 942240-401 haseneorg —
IBAN: DE80 3705 0299 0149 2890 54 | BIC: COKSDE33XXX
20 € *
150DKK | 200SEK 250NOK | £20 | 25CHF $30 | 30AUD | 30CAD
*Bu miktar ihtiyaca göre yardım kalemlerinden birini ya da birkaçını kapsamaktadır.