xxi.com.tr
XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 115 < ARALIK 12-OCAK 13 < ALATAŞ < AUTOBAN < ELLENBERGER < ERÖZÜ < MİDEK/ERA < URBANUS < UYSALKAN < İSTANBUL TASARIM BİENALİ
Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 115 A R A L I K 12- O CA K 13 1 1 ( KIB R IS 1 2 )
Bir Bienal
İki Bakış
İpera 25
İELEV 125. Yıl İlköğretim Okulu
ALATAŞ ARCHITECTURE
ERÖZÜ MİMARLIK
AUTOBAN
ELLENBERGER DESIGN STUDIO
MİDEK/ERA
URBANUS
YAZILARIYLA
GÜLSÜM BAYDAR KORHAN GÜMÜŞ LEVENT ŞENTÜRK OSMAN ŞİŞMAN
UYSALKAN MİMARLIK
Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Depo Yayıncılık adına sahibi ve yayın yönetmeni Kuyaş Örs yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@depo.com.tr
Birinci tasarım bienali ardından
editör Beste Sabır beste@depo.com.tr sektör editörü Tuğba Demirci tugba@depo.com.tr yardımcı editör Dilruba Örnekal Melike Tunç reklam müdürü Burcu Hinginar Akıncı burcu@depo.com.tr okuyucu ilişkileri sorumlusu Manolya Yenigün manolya@depo.com.tr kurumsal iletişim yönetmeni Mürüvvet Can muruvvet@depo.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Depo Yayıncılık Hacı İzzet Paşa Sokak Rota 1 Apartmanı 12/2 34427 Gümüşsuyu İstanbul 0212 251 1811 xxi@depo.com.tr genel dağıtım DPP Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Depo Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.
facebook.com/xxidergisi twitter.com/xxi_dergisi
Mimarlık ve tasarım etrafında organize edilen etkinliklerin (bienaller, festivaller, haftalar) sayısı son yıllarda büyük bir hızla artmakta. Buna yeni dijital olanaklar sayesinde çok daha geniş yankı bulma fırsatı yakalayan iyi işlerin çokluğu da, gittikçe yersizleşme tehlikesinden kaçmak için belli bir coğrafyada en azından bir süre için bir arada bulunmak isteyen tasarım ve mimarlık camialarının varlığı da sebep gösterilebilir. Bu ve bunun gibi birçok olası nedeni, İstanbul Tasarım Bienali hazırlık sürecinde gerek İKSV, gerekse tasarım camiası pek çok kez konuştu, tartıştı ve en sonunda ilk tasarım bienalimiz 13 Ekim’de açıldı. İstanbul Tasarım Bienali, Emre Arolat küratörlüğündeki Musibet sergisi ile Joseph Grima’nın Adhokrasi sergisinden oluşuyor. Bu ikili durum, tek bir temanın iki küratör tarafından farklı yorumlanmasıyla değil; iki farklı başlığın birinde ağırlıklı olarak tasarım, diğerinde kent ve mimarlık ekseninde ele alınmasıyla sonuçlanıyor. Bu nedenle de birbirinden epey farklı bu iki sergiyi konuşurken bir kıyaslama kaçınılmaz oluyor. Yine de farklı doğalarını göz önünde bulundurarak kendi çizdikleri tavırlar dahilinde bu iki sergiyi ele almaya çalıştık, Alpay Er, Mert Eyiler, Pelin Derviş ve Vasıf Kortun ile birlikte. Adhokrasi, eksenine insanların kolektif üretimlerini ve katılıma açık tasarım süreçlerini alıyor. Her ne kadar başlık yabancı gelse
de içeriğinin bize yakınlığını anlamak pek de güç değil çünkü Adhokrasi’nin bize sunduğu projeler Türkiye’deki gündelik pratiklerimize yakın, her ne kadar Türkiyeli tasarımcıların gündemlerine uzak olmuş olsa da. Bu açıdan bakınca her ne kadar uluslararası tasarımcıların katkısı ağır basıyor olsa da Adhokrasi’den İstanbul’un öğrenebileceği çok konu var. Diğer yandan Musibet ise özellikle son beş yıldır mimarlık camiasının gündemini belirleyen kentsel dönüşümü odağa alıyor. Pek çoğunu bildiğimiz ve olumsuz etkilerini çeşitli mecralarda konuşup tartıştığımız kentsel dönüşüm süreçleri Musibet ile bir kez daha ortaya koyuluyor; mevcut durum karşısında bir söz söylemekten, bir çözüm geliştirmektense, mevcudu gözler önüne seren işlerle. İki farklı bakışın hakim olduğu iki serginin bir araya gelerek oluşturduğu İstanbul Tasarım Bienali, önümüzdeki günlerde sona eriyor. Bu kente neler bıraktığı, bir sonraki bienal için ne türden bir birikim oluşturduğunu söylemek için belki de henüz erken; yine de umut veren bir başlangıç olduğu yadsınamaz.
XXI
güncel
DOSYA
6 güncel
28 Bir Bienal İki Bakış
İstanbul Tasarım Bienali’nin bizim bir bienalden beklentilerimizi karşılayıp karşılamadığını konuşmak üzere Alpay Er, Mert Eyiler, Pelin Derviş ve Vasıf Kortun ile bir araya geldik. Bienal sürecinden Adhokrasi ile Musibet’teki küratöryel tavırlara, iki sergi arasındaki farklardan sergileme tasarımlarıyla verilen mesajlara dek birçok konuyu tartıştık.
proje 38 çin tablolarını çağrıştıran
Kırsal yaşam deneyimlerini bir çıkış noktası olarak kabul eden proje, kent merkezinin doğa ile olan ilişkisini sağlamlaştırmayı amaçlıyor.
42 yeni cumba
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 2
İçİndekİler
10 soru işareti / korhan gümüş
Derdimiz Estetik Mi?
14 sapkın tasarım sözlükçesi / osman şişman
Ergonomi - Kullanıcı Merkezlilik - Engelliler İçin Tasarım
20 eşik cinleri / gülsüm baydar
Görsellik, Teknoloji, Temsiliyet
26 dönme dolap / levent şentürk
Eril Perspektiflere İki İtiraz: Detaycılığa ve Fallosantrizme Dair
İstanbul'un koruma altındaki Galata Bölgesi'nde yer alan İpera 25, yapılı çevrenin alışageldik kodlarını, Türk evini yorumlayarak yeniden üretiyor.
48 katılımcı eğitim
62 kişiselleşen modüller
Mekan algılama ve kalite sorgulama alışkanlığının küçük yaşlarda başlayışını göz önünde bulunduran yapı bu paralelde öğrenme sürecine katkı sağlamak amacıyla tasarlanmış.
İç mekan tasarımı Autoban Mimarlık tarafından gerçekleştirilen Republika Academic Aparts Ortaköy'ün önerdiği yenilikçi konaklama sisteminin mekansal kurgusu üzerine Seyhan Özdemir'le görüştük.
66 mobilya olarak lavabo 54 yeşil omurga
Mersin’de 1970’lerdeki kuruluşundan bu yana kontrolsüz bir şekilde gelişen Çay ve Çilek mahalleleri için Uysalkan Mimarlık’ın TOKİ için geliştirdiği kentsel dönüşüm projesi, yeşil bir omurga etrafında kurgulanmış.
Ellenberger Tasarım Stüdyosu tarafından geliştirilen “özel mekan mobilya koleksiyonu”nun parçası lavabo, tarihsel süreci içinde su kullanımını inceleyerek ürünü yaşam mekanlarına dahil ediyor.
SEKTÖR 68 ürün haberleri 74 ışıkla dans
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 4
İçİndekİler
Maslak Windowist Tower'da açılan Ice Bar'ın giriş aydınlatmasında ArchLED ürünleri kullanıldı.
58 peyzaj üzerinde yükselen
Mimari tasarımı Era Şehircilik, Mimarlık, iç mimari tasarımı Midek/Mingü tarafından yapılan Garanti Teknoloji Kampüsü, tepelerin belirlediği bir peyzaj üzerinde yükselen ve avlularıyla yeşile açılan bir proje.
78 doğal ve yalın
Artstone ürünleriyle konsepti yenilenen Midpoint restoran zincirlerinde yapılan uygulamayı, Artstone Marka Direktörü Burcu Yücetin anlattı.
82 referans proje - asma tavan ve bölme panel sistemleri
102 ajanda
AE Yapı Sanayi Aspen Deka Doxa Ofis Mobilyaları Durlum Ersa Knauf Koleksiyon Lafarge Dalsan Trimline
Mekandaki İz: Soundprint
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 6
güncel
GEÇTİĞİMİZ GÜNLERDE ALMANYA'DA GERÇEKLEŞEN ORGATEC 2012 FUARI'NDA TANITIMI YAPILAN SOUNDPRINT'İN ÖZGÜN OFİS MEKANI KONSEPTİNİ KOLEKSİYON MOBİLYA'DAN KORAY MALHAN'LA KONUŞTUK.
Kuyaş Örs: İsterseniz öncelikle Soundprint konseptinin nasıl ortaya çıktığından bahsedelim. Koray Malhan: Yedi sekiz sene önce başlayan bir fikir bu. Her iki senede bir farklı bir tema belirleyip, iki sene boyunca hazırlık yaparız. Bu süre sonunda nasıl bir bakışla tasarımları bir araya getirdiğimizi ve ofis nediri anlatmaya çalışırız. Bu onun üçüncüsü. Burada temelde insanın işle ilişkisini, çalışırken kendisini nasıl var ettiğini ve bunu gerçekleştirdiği mekanla olan ilişkisini sorguluyoruz. İnsanın hacimle ilişkisi nedir? Hacimle çok yönlü bir ilişkimiz var; bunların hangi katmanlarını daha hassas ele alırsak neler bulabiliriz diye baktım. Örneğin 'footprint' (ayak izi) insanın hacimde bıraktığı iz olarak kullanılan bir kavram. Soundprint ise insanın mekanda bıraktığı izlerden bir diğeri diye baktım meseleye. İnsanın nefes alması ve vermesiyle bile mekanda
bıraktığı bir ses izi var. Bunu alsak ve bu kişinin mekanla kurduğu ilk soyut ilişki olarak kabul etsek, daha sonra çok sayıda kişinin ve seslerinin karşılaştığı durumda ortaya çıkan durum nedir? Günümüzde ofisler tamamen bir etkileşim ve iletişim ağı üzerinden işliyor: İşlerin büyük kısmı elektronik ortamlarda yürümekle birlikte aslında ofis hala bir araya gelme, tartışma, fikir alışverişinde bulunma mekanı. Google gibi ofislerin yapmaya çalıştığı farklı insanları çalışmanın dışında -bilardo oynarken, televizyon seyrederken- bir araya getirebilecek kurgular yaratmak. Bunu yaparken biraz daha alışık olduğumuz genel müdür, toplantı odası gibi mekanlar üzerinden gitmek yerine, bu odaları asıl şekillendiren öğelerden biri olarak insan seslerine odaklanabiliceğimizi düşündüm. Ses denildiği zaman genelde sektördeki karşılığı akustik sayılıyor;
ses panelleri, havanın kesilmesi, ses emici duvarlar, yani çıkan sesi önlemeye yönelik uygulamalar. Öte yandan sesi yok etmek yerine onunla başka bir şey yapabilir miyiz? Örneğin sesi iz olarak takip edebilir miyiz? Evet o ses var; bu sesin az, orta ve daha fazla olması gereken belli yerler var. Belli yerlerde bu ses iyi, kullanılabilir, belli yerlerde ise olmaması daha iyi olabilir. Buna nasıl karar verebiliriz? Bunu insanın kurduğu ilişkiler üzerinden takip etsek de, odalarda bunların akustik sayıları üzerinden, matematikselden gitmesek diye başlayan bir şey. Bu nedenle çizimler ve soyut bir şeylerle başlamayı tercih ettim. Bir seneyi aşkın bir süre 200’e yakın ofis planı çalıştım. Gerçekte var olan bir planı alıp Soundprint fikri üzerinden, bu plandaki ofisin nasıl bir ses izi olur diye baktım. Yani soyut ve somut olanı üst üste getirsek nasıl bir kesişim ortaya çıkacağını ele aldım.
Ondan sonra da bunu çevreleyecek, sesi yalıtacak şeyler kursak kapatır mıyız, kapatmadan da çözebilir miyiz diye baktım. Yani bir insana mekan hissini vermek için görünürlüğünü kapatmadan, görünebilir ama kapatan bir şey, onun da bir adım ötesinde hiçbir şeyini kapatmadan kapatır gibi yapan şey ne olabilir? Bunu biraz daha mekanın üstüne çizip köşeleri, kenarları kapatıp ama hacmi tamamen kapatmayan kurgularla biz bunu çok basit bir şekilde yapabiliriz. Sadece planda L, U, C gibi çok basit şeyler çizip o mekanı iki köşeden, iki tane kapalı yerden tanımlayabilir miyiz? Bunun ne kadar yükselip alçalması gerektiğini projeye bırakabilir miyiz? Buna karışmayabilir miyiz? Dolayısıyla bunun da geldiği nokta, bir köşe parçası, düz parçalar ve bunların birkaç modülünden oluşan parçayı tuğla dizme gibi en eski inşaat tekniklerinden biriyle dizmek. Bu paneller tuğla gibi şaşırtmalı veya düz dizilebilsin.
karşı sayfada Ses ve mekan arasındaki temel ilkeleri bir rehber olarak kullanarak çalışma mekanlarında yaratıcı ve işlevsel plan şemaları oluşturmak üzerine odaklanan bir soyutlama. bu sayfada solda: Kokpit modülü solda altta: Açık planlı peyzajlar solda en altta: Kabin-hücre modülü
altta: İletişim ağı ve ortamını yaratan planlama eskizi. Çalışma ve ortak alanların görüldüğü çalışma kentteki ortak alanlarla ilişki kuruyor. Sarı çizgiler “Megaron” adlı mobil kumaş panelleri, mavilerse “Milonga” adlı daha kapalı ve bölücü sistemleri simgeliyor.
güncel 7 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
İstenen yükseklikte, istenen genişlikte yapılabilsin ve bunu belli bir strüktürde biz yapılabilir hale getirelim. Bütün sistem buradan çıkıyor. kö: Soundprint insanların ofisteki yaşam kalitesini iyileştirmek amacıyla ortaya çıkıyor. Ses deyince insanlar bulundukları mekanlarda birer ses kaynağı, hem kendi sesleriyle hem yaptıkları işlerle. İnsanlar ses algılayıcısı da aynı zamanda. Başka insanların, aletlerin, makinelerin seslerinden besleniyorlar, rahatsız oluyorlar. İnsanın aslında temelde algılarıyla alakalı bir ses duyarlılığı var. Bu insanın mekanla olan ilişkisini içgüdüsel olarak, biz farkında olmadan etkiliyor. Bu kadar temel bir meseleyi ele alan Soundprint mekanı bir mobilya yerleşimi probleminin ötesinde ele alıyor kuşkusuz. km: Burada bizim önermeye çalıştığımız, bildiğimiz anlamda mobilyanın birbiriyle, insanla ve
mekanla ilişkisini kırmak; alışageldik strüktürü dağıtmak. 1960’lardaki ilk iş istasyonlarından bugüne kadar yapılmaya çalışılan masayı ses emici bir panele bağlayıp bir kompozisyon oluşturmak, sonra da planda mimarın çizdiği noktalara dağıtmak. Buradaki değişiklik şu ki; bütün bunların birbirleriyle alakası çözülüyor. Yani sabit olmayan bir sistem, biz bunu kurduktan sonra kenara itip masaya çevirme şansına sahipsiniz. Mimarın bir sene sonra “ben bu ofisi böyle değil başka bir şekilde istiyorum” diyebileceği veya şirketin “biz artık böyle çalışamıyoruz” dediği anda bunları bir dokunuşla başka bir şekilde kurup yerlerini çok rahat değiştirebileceği, bunun için hiçbir taşınma ya da söküm yapılmasını gerektirmeyen, hepsi üründen bağımsız, mekan içinde yere göre kurulabilen, anında taşınabilen, kaldırılabilen, o yerin sabitlik ilişkisinden kopuk, biraz yüzen parçalar.
Birincisi gerçekten mimarın ihtiyacına göre, kendi diliyle kurabildiği bir şey. Benim 'open work' (açık iş) diye birkaç senedir üzerinde çalıştığım bir kavram. Umberto Eco bir yazısında diyor ki; “21. yüzyıl kapalı değil açık iştir ve kapalı iş yapan herkes çağın gerisinde kalır.” Soundprint, mimara tanımlı iş istasyonları yerine açık iş yaklaşımı sağlama odaklı bir fikir.
zorunda. Bugün neredeyse tüm ofisler bu hale dönüşüyor; Sahibinden.com ve Yemeksepeti.com ofisleri gibi. Dolayısıyla biz bunun sorusunu sorarsak bu işi bitiren mimar, müşteri, ofis çalışanları olacak. Bu aslında ürün modelinden çok bir davranış modeli. Amacımız bir diyalog sağlamak. Başka bir deyişle cevap vermiyor, soru soruyor olmak.
kö: Bu açık iş modeli o ofisi kullanan insanlar, ofisin sahibi olan işveren ve ofisi tasarlayan kişi arasında sürekli bir etkileşim gerektiriyor. Hiçbir zaman bitmiş nihai tasarıma ulaşmayacakmış gibi düşünmek gerekiyor. Peki mimarlar ve iş verenler böyle düşünmeye ne kadar meyilli? km: 15 sene önce mimar projeyi yapardı, satın alma müdürü gelip mobilyacılardan, aydınlatmacılardan fiyat teklifi alır, en iyi fiyatı verene işi verirdi ve ofis biterdi. Şimdi öyle değil. Artık herkes yaratıcı çalışmak
kö: Her zaman çok basit bir durumla ilişkileniyor olmak aslında insana geçmişte kalmış duygularını geri getiriyor. Çocukluğuna geri dönmek gibi bir anlamda. km: Ben buna çok inanıyorum. Çalıştığımız yer kendimizi var edebildiğimiz yerlerden biri ve orada mutlu olmak önemli. O duyguyu nasıl yaratacağını çözmek, bazı işlevleri çözmekten geçiyor. Böyle bakınca Soundprint insana dair çok temelde var olan ve dokunulan, başkasının karışmadığı bir izle yeniden ilişkiyi kurmak adına bir fikir.
Yenilikçi Panayır YAZGAN TASARIM MİMARLIK TARAFINDAN TASARLANAN KNAUF ARENA, FİRMANIN UZMANLIK BAZLI YENİ YAPILANMASINI VE ÜRÜNLERİNİ, MEKANI DÖNÜŞTÜRÜP YENİLEYEREK ORTAYA KOYUYOR. Bir firma için yapılan geçici tekil tasarımlar içinde en büyük hacimli sergilerden biri olan Knauf Arena'nın tasarımı 10.000 m2'lik alana yayılıyor. Tasarımın ana fikri, Knauf'un yeni yapılanması paralelinde ürettiği ürün ve sistemleri tek bir mekanda 360 derecelik bir bakış açısıyla algılanabilecek şekilde sergilemek üzerine kurulu.
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 8
güncel
Mekan hiyerarşik olarak öncelikle tüm serginin ve aktivitenin merkezine yerleştirilen çok amaçlı bir “etkinlik meydanı” (event plaza) çevresinde dairesel basamaklı bir oturma ve seyir alanından oluşuyor. Ayrıca mekanda yedi ayrı uzmanlık kategorisini yedi ayrı renkle ifade eden kesik konik şekilli yapı elemanlarından oluşan sergileme alanları ve çevresindeki eğimli yüzeye serbest
düzenle yerleştirilen 1200’den fazla ürünü içeren “ürün tarlası”, tüm mekanı saran 255 metre uzunluğundaki “ürün duvarı”, bayi alanları ve 24 tane performans odası bulunuyor. Beş-altı günde kurulup bir günde sökülebilme amacıyla tasarlanan ve hafif yapısal elemanlardan oluşan fuar alanının tasarım ve üretim sürecinde tüm bu öğelerin şekil, renk, kategori ve fonksiyon ilişkileri bir matris aracılığıyla kurulmuş ve tasarım bu ilişkilere göre şekillendirilmiş. fotoğraflar: Rüya Balaban proje yeri: İstanbul, Türkiye işveren: Knauf A.Ş. proje tarihi: 2012 inşaat alanı: 10.000 m2 iç mekan projesi: Yazgan Tasarım Mimarlık aydınlatma Danışmanı: Naveen Mehling, Compact Promotion
Derdimiz Estetik Mi? Son zamanlarda kamusal alanda gelişen “gelenekselcilik” modasını savunan siyasetçiler, yazarlar, düşünürler şunları söylüyor: Yıllarca bizim geleneksel sanatlarımız, mimarlığımız ihmal edildi. Okullarda, üniversitelerde sanat diye hep başkalarının yaptıkları tanıtıldı. Bizim sanatımız, bizim kültürümüz ihmal edildi. Şimdi, Ak Parti zamanında hiç olmazsa bir denge kurulmaya çalışılıyor. Eleştiri getirenler, bunu kabul edemeyenler.”
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 10
SORU İŞARETİ
Zaten tartışmak, camilerin mimarisinden söz etmek, tartışmak demek kendi başına bir art niyettir. Örneğin Yeni Şafak gazetesinde Hayrettin Karaman yeni yapılacak camilerin mimarisini tartışanları “müslüman halkın tepkisinden korkanlar açıkça camiye karşı çıkamıyorlar da yerini, şeklini, zamanını… bahane ederek yapanlara, yaptıranlara çatıyorlar” diyor, "derdiniz estetik mi, cami mi?" başlıklı yazısında (Yeni Şafak, 22 Kasım 2012). Caminin kendisi simge olarak referans işlevi görür ve kapalı uçlu bir mimarlık deneyim olması ile örtüşür. O zaman “taklit” yapı diyerek küçümsemenin anlamı kalmaz. Karşı taraftan bakınca asıl "naif" olan da budur. Yeni yapılacak camiler için “taklit” demekten öteye gitmeyen, buna karşılık “modern” yapılar önerenler de mimarlığın nasıl bir sınıfsal işlevinin olduğunu görmezden gelmeye çalıştıkları tartışılabilir.
Böylece sahicilik söylemi entelektüel üretimi dışlamak için kullanılır, halkı temsil iddiasını bir üst sınıf pratiği haline getirerek. Böylece modernleşme deneyimi ile hesaplaşmak, sorgulamak, karşılaşmak yerine telafi yolunu seçer. Telafi mekanizmaları kavramsallaştırıcı deneyimin yerine geçen “sahici” argümanlar koyar. Cevap şöyledir: Kübist mimarlık akımı yüzünden! Tek Parti Rejimi tarafından! Halka kendi değerlerini empoze eden aydınlar tarafından! Dolayısı ile telafi mekanizmasısorunu bir estetik rejim içine izole ederek bu işin üstesinden gelmeye çalışır. Sorunla yüzleşmek yerine telafi yöntemiyle çözmenin, bu yer değiştirmenin bir göstergesi de örneğin Menderes yıkımlarını İnönü’ye mal etme girişimidir. Bu tezin savunucuları için Osmanlı kimliğinin izlerini silmek (rejim mağduru) Menderes’e yakışmayacağıiçin, yıkımlar birkaç sene geriye, 50 seçimlerinin öncesine kaydırılır. İnönü sanki artık yaşayan bir siyasal şahsiyet gibidir.
Bu nedenle eleştiri Karaman’ın ifadesiyle “gülümseyerek” karşılanır: "Camiye benzemeyen camileri önerenler zaten halka tepeden bakan modernist elittir. Onlar zaten her koşulda kendi ayrıcalıklarını korumayı, halkın değerlerini yok saymayı marifet sayarlar." Ona göre geleneksel olan yalnızca ihmal edilmedi, yok edildi, yıkılıp yakıldı, tarihten silindi…
Taksim kışlası gerçekte Atatürk tarafından yıktırılmıştır, üstelik onun kullandığı mimar da Avrupalı’dır. Ancak telafi mekanizmaları içinde siyasal şahsiyet yer değiştirir, doğrudan Atatürk demeye zorlanır, onu da daha kolay bir hedef, bir hasım olan İnönü, CHP ile değiştirir. Çünkü çok partili rejimdeki asıl karşıt figür İnönü’dür. Daha uzağa gitmeye gerek kalmaz, böylece…
Peki kimler tarafından? Bu soruya “kapitalist üretim tarzı” diye genel geçer bir cevap verebiliriz.“Kapitalist üretim koşulları geleneksel üretim ilişkilerini berhava etti” dediğimizde soruyu soran kişi bu cevabı muhtemelen kabul etmeyecektir. Kabul eder gözükse bile politik açıdan yeterli bulmayacaktır. Onun için cevap daha bilinir, daha sahici olmalıdır.
Ancak bu yer değiştirme aynı zamanda ortaya çıkan sorunu büsbütün telafi etmenin imkansız olduğunu da gösterir. Bu yüzden nedenin kaybı aynı zamanda kesin hakikat olarak karşımıza çıkar: Sorun otoriter rejim değil, tercihten ibaret bir siyasal eylemdir. Böylece olumlama, olumsuzlama sembolizmi kamusal işleyişi arka planda bırakır. Karşı çıkışın iktidarla aynı hakikatin inşası problematiği içinde olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü hem olumlama, hem de olumsuzlama olarak gerçekleşen sembolik rejim her iki koşulda da kurumlaşmış olan iktidar biçiminin temsil alanı içindedir. Her türlü yerine geçme ilişkisi, ne kadar simgesel asimetriyi ideolojik simetri ile dengelemeye çalışsa da, ezilenlere, dışlananlara yaslansa da sonunda şiddet siyasetine dönüşme potansiyeli taşır. Çünkü bilgi üretimi alanının kapatılmasıaynı zamanda popülist iktidarların bu durumu dengeleme arayışını meşrulaştırır ve karşımıza otoriter bir işleyiş çıkar.
Velev ki geçmişte bazı anıt yapılar bilinçli olarak Osmanlı kimliğinin izlerini silmek için de yıkılmış olabilir. Ancak bu tür bir yıkım da tıpkı bu algı gibi kapitalizmin yarattığı modernliğin, yani ideolojik mekan tasavvurunun, pratiklerinin içinde üretilmiş olabilir. Simetrik olarak koruma bilinci de tıpkı yıkım gibi ideolojik inşa sorunsalı içinde yer alır: Örneğin“ecdad eserlerine sahip çıkmak”, aynı zamanda ötekileştirilen bir başka dünyaya karşı anlam kazanır. Korunması gereken “kendi ecdadımıza ait değerlerdir, ötekiler değil.”
KORHAN GÜMÜŞ
kavramsallaştırma deneyiminin yerini kapalı uçlu bir mimarlık deneyimi alır. Bu deneyim entelektüel bir deneyim değildir her haliyle. Orta sınıfın sahicilik deneyimine uzanır, ondan toplulukların aşağılanmasını, hor görülmesini, yani mağduriyeti ödünç alır. Çünkü orta sınıf hem halkın yerine geçer, örneğin “halk istiyor” diyerek halkın iradesinden söz eder, hem de uğraşı itibarıyla siyasal, sembolik alana aittir.
Her iki durumda da, ister yıkılsın, yok edilsin, ister “ecdad” eseri olarak korunsun, açık uçlu bir
Bunun bir örneği de “ihya” adı verilen mimarlık deneyimidir. Cumhuriyet döneminde yok edilen, yıkılan Osmanlı’nın canlandırılması. Başka bir deyişle camiin “ihya” eylemi bir telafi mekanizması olarak
işler. Kültürel bir soykırımın izleri bilinmeye çalışılır. Bu durumda müdahalenin yöntemini tartışmak abes. Çünkü kavramsal müdahaleye geçit yok. “İhya” gizlenmiş, yani dayatılan bir öznelliktir. O zaman ihya, restorasyon, güçlendirme ne olursa olsun, bütün bu tür uygulamaların kapalı uçlu bir mimarlık deneyimi gerektirdiğini varsayabiliriz.
İktidardaki bir siyasetçinin bir sanat eserine, bir araştırma konusuna müdahale etmesi, kendi belirlediği biçimde olmasını istemesi sanatçının ya da araştırmacının kendi özgürlüğü ile ilgili bir sorun değildir. Toplulukların özgürlükleri, refahı, barış içinde yaşaması ile ilgili bir sorundur. Bu yüzden fikir üreten insanların, tasarımcıların, sanatçıların, araştırmacıların ifade özgürlüğünü yalnızca kendileri için değil, topluluklar için istemeleri, gözetmeleri gerekir. Çünkü otoriter bir yönetim tarzı yalnızca iktidardakilerin bir tercihi değil, aynı zamanda onların kararlarının oluşumuna katılan, bundan yararlanan kişilerin eseridir. Buna karşılık sanat ve mimarlık bu yerleştirmenin büyüsünü bozmak, sahicilik görünümünün arkasındaki anlamı açığa çıkarmak anlamına gelir. Bu nedenle sanatçıların, mimarların, düşünce üreten insanların ifade özgürlüklerinin korunması yalnızca onlarla ilgili bir mesele olarak görülmemelidir. Toplulukların yaşam koşullarını yakından ilgilendiren konudur.
11 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
Yıllardır kentlerdeki ayrımcılığa, haksızlıklara yol açan sınıfsal şiddetin, kamusal işleyişin üretildiği alanlardan biri de mimarlıkla ilgili araştırma, proje, danışmanlık işlerinin kapalı ilişkiler içinde gerçekleşmesidir.
SORU İŞARETİ
Boğaziçi’nde, Süleymaniye’de kurallara uygun olarak yıkılan ve betonarme olarak yeniden yapılan sivil mimarlık örneklerini bir kenara koyalım, İstanbul Surları,Topkapı Sarayı, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Külliyesi gibi anıt yapılarda gerçekleşenin “restorasyon” değil, “ihya” olduğunu açıkça söylenebilir. Elbette ki restorasyon gibi yaratıcı bir mimarlık deneyiminin ihale sistemi ile gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı aşağı yukarı bu işten anlayan herkes bilir. Ama sermayeye bağımlı mimarlığın kamusal işleyişin bu zaafından beslendiğini ve bu nedenle de kimsenin sesini çıkarmadığı varsayılabilir. Sonuçta bu anonim camiler de tıpkı belediyeye “ekmek parası için” modern site, apartman projeleri çizen mimarlar gibi halktan gelen orta sınıf “esnaf” mimarların eseridir. Zenginlere proje yapan mimarlar genellikle villalar, rezidanslar, AVM’ler, sanat merkezleri… tasarlar.
Tüketim Toplumu AVCI+ TASARIMCISI SANJA JURCA AVCI TARAFINDAN SLOVENYA'DA TASARLANAN TİYATRO SAHNESİNDE SERGİLENEN OYUN 'ŞOK EDİCİ ALIŞVERİŞ' (SHOCKING SHOPPING) BİR ALIŞVERİŞ MERKEZİ VE İÇERİSİNDEKİ SİGARA ODASINDA MEYDANA GELEN BEKLENMEDİK OLAYLARI ANLATIYOR. Yoldan çıkmış tüketim alışkanlıklarını konu alan M. Zupancic’in ödül kazanan oyunu Shocking Shopping, hareketli bir alışveriş merkezinin arka odalarını sahneye taşırken izleyiciyi bu "hiçbiryere ait olmayan" mekan ile karşı karşıya bırakıyor. Farklı renkler ve
efektler yaratan ışıklı bir duvar etrafında oluşmuş beyaz bir küpten ibaret olan sahnedeki bu kübün içerisindeki yegane öğeler ise; transparan bir bekleme odası bankı ve sahne içinde bir sahne yaratan transparan bir sigara odası.
Mekan Deneyimi
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 12
güncel
STARCOM MEDIAVEST GROUP İÇİN LEVENT'TE TASARLANAN OFİS YALIN, ŞEFFAF, ÇEVRECİ BİR ŞEKİLDE ÇALIŞAN MUTLULUĞUNA ODAKLANAN BİR MEKAN YARATMAYI AMAÇLIYOR. Orhan ve Orhan Proje tarafından tasarlanan ofis, hem müşterilere hem de çalışanlarına deneyim kazandırmayı amaçlıyor. Mekanın bazı bölümlerde dokuz metreye varan kat yüksekliği, üçüncü boyutta ilginç mekanlar yaratmaya imkan sağlıyor. Çelik çapraz tamamlayıcılar üzerinde konumlanan şeffaf toplantı salonu ve giriş
bölümdeki asma kat ise, çok katmanlı geçişlerle şirket içi yatay ve düşey ilişkilerin bir arada algılanmasına olanak tanıyor. fotoğraflar: Selim Süme işveren: Starcom Mediavest Group proje yeri: Levent, İstanbul mimari tasarım: Orhan ve Orhan Proje; Nurdan Orhan, Koray Çuha toplam inşaat alanı: 1.850 m2
Ergonomi - Kullanıcı Merkezlilik Engelliler İçin Tasarım ergonomi
Sapkın Tasarım Sözlükçesİ
De Stijl’de ya da modernist tasarım ve mimarlık ürünlerinde karşılaştığımız ideal insanın, vücuttan ziyade akla yaslanan temsilinden sonra antropometrik ölçümlerden müteşekkil Joe-Josephine-Joe Jr. ailesi herhalde herkesi rahatlatmıştır. Zira, Rietvelt’in kırmızı-mavi sandalyesi, sandalyeden ziyade sözlükten fırlamış bir tanım gibi durmakta, zihinlerimizin en analitik tarafına seslenirken kalçalarımızı ve sırtlarımızı es geçmekteydi. Halbuki Dreyfuss’un telefon ahizeleri, makineleri, elektrikli süpürgeleri öyle miydi ya? Uzun ve meşakkatli araştırmaların sonucunda çizilen kullanıcı resmi, tümevarımcı yöntemiyle, pek çok gerçek insanın gerçek vücut ölçülerinden devşirilmiş bir veri bankası olduğunu iddia ederken nasıl da nesnel, hatta demokratikti! Gerçi, bir aile öneriyor olması nesnellikten uzaktı sanki. Dahası, tasarımcımızın Designing for People’da çiziktirdiği şu satırlar içimize bir bit yeniği daha düşürmüyor değil: “Josephine’in ilk eskizleri, bilinçli bir biçimde, nasıl demeli, biraz muhafazakar çizilmişti. Ofisteki arkadaşlar, hemen, Josephine’in şimdiye dek gördükleri en cinsiyetsiz kadın olduğundan şikayet ettiler. Herkes Marilyn Monroe ile Jane Russell arası hatlara sahip olan önerilerle geldi. Sonunda grafikler, daha feminen çizgilere sahip olacak biçimde yenilendi. Artık Josephine, temsil ettiği ortalama kadından daha güzel görünüyor.”
Ne Dreyfuss’un ölçüp biçtiği Joe-Josephine-Joe Jr. ailesini, ne de "duygusal tasarım" çalışmalarının tarif ettiği hissiyatların insanını görebiliyoruz çevremizde. Kullanıcıyı hakikaten merkeze almak gibi bir meyil varsa, yapılması gereken şey onu türlü kalıplar içinde bilinebilir bir varlık olarak tanımlamak değil, ona mümkün olabildiğince eylem alanı açmak, özgür bırakmak olmalı; Naoto Fukosawa’nın Objectified adlı belgeselde verdiği haiku örneğinde olduğu gibi: Haiku şairinin hissiyatı fazlaca bariz ise –‘obsessive sketching’ icra edildiyse- haikuyu dinleyen/okuyan için iyi değildir bu. Yapılması gereken, orada ne varsa alabildiğine basit bir biçimde tarif etmek, dinleyiciyi/ okuyucuyu o evrene davet etmektir. Kimse kimseyi kendi davrandığı gibi davranmadığından ötürü suçlamamalıdır, değil mi? engelliler için tasarım
Feminist kuramın en kralını (hadi, kraliçesini diyelim) kadınların yapması gibi, engelli kullanıcıların hayatını kolaylaştıracak, her haliyle içimize sinecek tasarımları ancak engelli tasarımcılardan mı bekleyeceğiz? Yaşlılar için ürün tasarlamaları için tasarımcıların yaşlanmaları mı lazım? Pahalı gözlükleri, cool kıyafetleriyle tasarım haftalarında arz-ı endam eyleyen, gençlik iksirini içmiş stilize arkadaşlar, ancak bu vakitler geçtikten sonra mı kendilerinden farklı öznelerin ihtiyaçlarına eğilecekler? Yoksa, yaşlı yahut engelli kullanıcılar için üretilen ürünlerin pazar payının artmasını mı bekliyoruz? Görünen o ki, ne ülkenin yakın geleceğe dair planlarında ne de tasarım camiasının dünyaya ilişkin tahayyülünde gençlikten, sağlamlıktan, normallikten ve elbette kitlesel tüketimden vazgeçiş var.
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 14
Bunu da okuyunca -kaba cinsiyetçiliğini bir başka yazıya bıraksak bile- sorular birbiri ardına sökün ediyor: “Kimleri ölçtün? Hangi ekonomik sınıftan örneklem aldın? Çizimlerdeki baylar ve bayanlar beyaz ırktan gibi görünüyor; hakikaten öyle miydi? Nasıl genelledin?” Hasılı, ha Vitruvius adamının (yahut Modulor’un) ideal güzelliğe, matematiğe yaslanan sahte evrenselliği, ha tümevarımcı görünen Joe ve zevcesinin “ortalama”lığı! Sınıf elitizmiyle ırkçılığın müthiş karmasında ortalama insan ölçüleri arayışı, modern vatandaş kurgusunun çok da ilerisinde değil, politik açıdan. kullanıcı merkezlilik
Osman Şişman
Tasarım kuramları kullanıcıya, astronominin, yahut genel olarak pozitif bilimlerin evrene yaklaştığı gibi yaklaşıyor: Bir gün her köşesi keşfedilecek, bilinecek, akılcılaştırılıp açıklanabilecek, dolayısıyla da hükmedilebilecek bir varlık olarak. Halbuki, keşif iddiasının her adımının ya varsayımsal yahut istatistiksel yöntemlere yaslı birer kurgu, giderek, birer icat olduğu apaçık ortada. Neyse ki bilim tarihinden biliyoruz: Evrene ilişkin tahayyül, yanılgılardan beslenen bir imgeler resm-i geçidi.
droog desıgn tasarımı do sıt chaır
Katmanlar İçinde Yeni Bir Katman
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 16
güncel
Cibali’deki Rezan Has Müzesi’nin sergi holüne bakan 3414 KHAS mağazası, yapının kendine özgü katmanlarına eklemlenen yeni bir mekan öneriyor.
Orçun Kepez 3414 KHAS iç mimari, mimari ve kent arasındaki sıkı bağı irdeleyen bir mağaza. Kadir Has Üniversitesi ve Cibali’de yer alan Kadir Has Kampüsü’nde konumlanan Rezan Has Müzesi’nin kurumsal ürünlerinin satıldığı mekanın konsepti ise kaynağını yine içerisinde bulunduğu tarihi binadan ve Haliç'teki konumundan alıyor. Cibali Tütün Fabrikası’nın restore edilip yeniden işlevlendirilmesiyle bina 2003 yılında Avrupa Nostra Ödülü’ne layık görülmüş. Bu özel binanın tarihin izlerini taşıyan mekanlarında geçmişle yarışmadan kendi kimliğini ortaya koyabilen bir proje 3414 KHAS. Restrorasyonu sırasında gün yüzüne çıkarılan Osmanlı dönemi hamam kalıntısı ve Bizans dönemi su sarnıcı,
binanın Tütün Fabrikası olarak hizmet ettiği dönem ve günümüzde Kadir Has Üniversitesi olmak üzere binada yer alan dört katman, bu özel iç mekan projesine de ilham kaynağı oldu. Proje için mekan arayışı sonucunda en uygun yer olarak kampüs binasında Rezan Has Müzesi sergi holü girişine açılan bir oda belirlenmişti. İki bina arasındaki alanda konumlanan Rezan Has Müzesi sergi holü hem binanın alt katında yer alan kalıcı koleksiyonuna, hem de yine bu kattan erişilebilen Osmanlı Hamamı kalıntıları ile Bizans dönemi sarnıcına erişim sağlıyordu. Dolayısıyla 3414 KHAS tasarım sürecindeki özel tasarım problemi ürünlerin satılacağı bir kurumsal mağaza yaratmanın ötesinde
üniversitenin içerisinde bulunduğu coğrafyayı ve kültürel zenginliği iç mekan tasarımı ile birleştirmek oldu. Bu proje için, mekanın sergi holüne bakan tarihi iç cephe duvarı dışındaki tüm duvarlarını saran ve özünü topoğrafyadan alan bir sergileme sistemi ve satış bankosu mekanla bütünleşik olarak tasarlandı. 3414 KHAS için tasarlanan her bir ürünün özel yapım (custom made) oluşuyla topoğrafyanın birbirinden bağımsız ve farklı çizgilerini ürünlerin satılacağı rafların tasarımına yansıtılarak vurgulandı. Rezan Has Müzesi kurumsal ürünlerinin sergileneceği alan ise, müzenin kalıcı koleksiyonuna dönük olan cephesine bakacak şekilde seçildi ve bu cephe profilinin iç mekana taşınması ile yine tarihin izlerinin uzantısında bir sergileme
alanı oluşturuldu. Rezan Has Müzesi Sergi holüne bakan cephedeki nişleri ise en az düzeyde müdahale ile vitrin olarak değerlendirildi ve mekanın Rezan Has Müzesi giriş holü ile arasında mağazaya yaklaşımın planlandığı bir iç meydancık düzenlendi. Bu geçiş mekanı, projenin konseptini de oluşturan tarihi katmanların üç boyuta yükselişini “ışık aksı” üzerinde yükselen bir duvar ile temsil edildiği ve aynı zamanda prototip aşamasındaki ürünlerin özel olarak sergilenebilmesini olanak sağlayan bir iç meydancık olarak kurgulandı. Proje mimarının deniz kuşlarından esinlenerek tasarladığı iç cephedeki aydınlatma elemanları ise yine kampüs binasının Haliç kenarında yer alan özel konumuna bir mekansal vurgu getiriyor. fotoğraflar: Reyhan Ekşi
güncel 17 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
iç mekan tasarımı: Orçun Kepez proje ekibi: Orçun Kepez , Selin Gürdere proje süreci: Şubat-Haziran 2012 işleten: Kadir Has Üniversitesi Ticari İşletmesi ana yüklenici Kalite İnşaat ve Makine San. Tic. Ltd. Şt. cam işleri uygulaması: Söz Cam elektrik işleri uygulaması: Kadir Has Üniversitesi Yapı İşleri Daire Başkanlığı kontrol: Kadir Has Üniversitesi Yapı İşleri Daire Başkanlığı 3414 khas logo tasarımı: Communique
orçun kepez Orçun Kepez 1999'da İTÜ'de mimarlık lisans eğitimini, 2001'de ise yine aynı üniversitede yüksek lisansını tamamladı. 2002 yılında kazandığı eyalet bursu ile tam burslu olarak Amerika'da North Carolina State Üniversitesi'nde başladığı doktora çalışmalarını 2006 yılında tamamladı, doktora sonrası araştırmacı olarak iki yıl daha Amerika'da kaldı. Yrd.Doç.Dr. Orçun Kepez, 2008 yılında tersine beyin göçü programı çerçevesinde kadrosuna katıldığı Kadir Has Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü'nün 2010 yılından beri bölüm başkanlığını yürütmekte.
"Ses"siz KORFALI MİMARLIK TARAFINDAN AYDINLIK VE SADE BİR OFİS ARAYIŞIYLA TASARLANAN CPP SİGORTA OFİS PROJESİ, ÇALIŞMAYI MEKANDA DAHA ZEVKLİ HALE GETİRMENİN YOLLARINI ARIYOR. Çağrı merkezi ve yönetim bölümlerinden oluşan CPP Sigorta Ofis projesi, 600 metrekarelik bir alana yayılıyor. Ferah bir çalışma ortamı oluşturabilmek için 3,40 metre olan beton tavan döşeme, asma tavan ile kapatılmadan yangın, tesisat ve havalandırma kanalları açıkta bırakılarak bir bütünlük yakalamak adına tavanla aynı renge boyanmış. Sadece mekanik ve elektrik tesisatlarının geçtiği kısımlar alçıpan panellerle örtülüp bu bölümlerde mini perfore alçıpan paneller kullanılarak akustik ve yankı sorunları çözülmüş.
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 18
güncel
Çağrı merkezinin bulunduğu mekanda mevcut fan coil üniteleri etrafındaki
dolaplar ve metal birimler sökülerek yer döşemesi cam cepheye kadar uzatılmış, bu şekilde geniş mekanlar yaratılmış. Akustik ve ses izolasyonu ise, ses emme değerleri en yüksek seviyedeki malzemelerin kullanımıyla sağlanmış. Ortak alan ve geçiş mekanlarında kavisli ve ayrık yüzeyler, mekanların derinliğini arttırırken yırtıkların içine gizlenen havalandırma ve menfezler, direk aydınlatma yapılmasına olanak sağlıyor. fotoğraflar: Alp Korfalı proje adı: CPP Sigorta Ofis işveren: CPP Ofis Türkiye proje konumu: Nida Kule, Kozyatağı, İstanbul proje alanı: 600 m2 mimari tasarım: Korfalı Mimarlık; Yamac Korfalı proje başlangıç tarihi: Haziran 2011 proje bitiş tarihi: Eylül 2011
Görsellik, Teknoloji, Temsiliyet Dijital teknolojilerin artan oranlarda yaşamın tüm alanlarına girmesi, “görsel” ve “gerçek” olana dair yeni bakış açıları getirmesi, kültürel kuramlar açısından alabildiğine önemli. Bu teknolojilerin disiplinlerin sınırlarını zorladığı ve hibrid alanlar yarattığı eleştirel kuramlarca tartışılageliyor. Teknolojilerin çekiciliği o zamana dek yapılamayanı yapılabilir kılmaları. Ancak bunların nasıl kullanıldıkları ve ne tür söylemler yarattıkları, ne oldukları ve ne yapabildikleri kadar önemli. Yeni teknolojiler var olan söylemleri değiştirme kapasitesine sahip oldukları kadar, onları yeniden üretme potansiyelini de taşıyorlar. Örneğin mimarlıkta dijital teknolojileri sadece Öklid geometrisinin kısıtlarından kurtulmuş yeni nesneler yaratmanın heyecanıyla alkışlamak, mimarlık disiplininde zaten egemen olan görsellik olgusunu sorgulamadan geçmek demek. Bu yazıda dijital teknolojilerin doğrudan mimarlık üretiminde değil de mimarlığı da kapsayan temsiliyet sistemlerindeki yerinin kimi yönlerini sorgulamak istiyorum.
Eşİk cİnlerİ
Görsel olanın öncelliği günümüzün hemen tüm toplumsal pratiklerde olduğu gibi mimarlık pratiği ve söyleminde de çoğu kez sorgulanmayarak doğallaştırılan bir durum. Geleneksel ya da dijital olsun, çeşitli temsiliyet tekniklerinin nesnelerin algısına dair belirleyici oldukları, yani her farklı kullanılışlarında nesneyi yeniden ürettikleri temsiliyet kuramları tarafından defalarca gündeme getirildi. Bu konu özellikle de batı-dışı kültürlerin temsiliyetlerinde, kültürel politikalarla nesnenin temsiliyeti arasındaki ilişkiyi irdelemek yönünden sorgulamalara açık olmayı sürdürüyor.
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 20
Mimarlık alanından örneklemek gerekirse, Batı Avrupa’da temellenen mimarlık söyleminin görselliğe verdiği öncelik belki de en çok önceliği görsellik olmayan mimarlıkları ele alışında eleştirel bakış açılarına gereksinim gösteriyor. Örneğin Batı mimarlık söyleminin, 1964 yılında New York Modern Sanat Müzesi’nde Bernard Rudofsky tarafından açılan “Mimarsız Mimarlar” sergisiyle, farklı coğrafyalardaki yerel mimarlık örnekleriyle karşılaştığında yeni bir yön aldığını biliyoruz. Olumlu yanlarının yanı sıra, Rudofsky’nin çarpıcı bakış açılarıyla kameraya alınmış siyah-beyaz fotoğraflardan oluşan bu serginin, yerel mimarlıkları bir yandan yüceltirken, bir yandan da tüm yaşam öğelerinden arınmış estetik imgelere indirgediğini bir başka yazımda tartışmıştım.1 Benzer bir indirgemeyi mimarlığın geleneksel temsiliyet sistemlerinde de görmek mümkün.
gülsüm baydar gulsum.baydar@ieu.edu.tr
Örneğin, kendi mimarlık eğitimim sırasındaki bir mimarlık tarihi dersinde, 12. yüzyılda yapılan ve Khmer İmparatorluğu'nun başkentinde yer alan Angkor Wat Tapınağı'nın planı perdeye yansıtıldığında önce hiçbir şey anlayamadığımızı anımsıyorum. Tanıdık duvar çizgilerinin yansımaları gibi duran incecik girintili çıkıntılı paralel çizgiler bildik duvar
planlarına hiç benzemiyordu. Ancak bir sonraki cephe fotoğrafı bunların duvarın kendisini oluşturan; onu bildiğimiz duvardan çok farklı deneyimlenen çok boyutlu bir nesne haline getiren sembolizmlerle yüklü heykeller olduğunu açığa çıkardığında rahatlamıştık – sembolizmin kültürel derinliğini kavradığımızdan, ya da duvar olgusunun başka türlü düşünülebileceğini anladığımızdan değil, zihnimiz planla görüntüyü kesiştirebildiği için. Nedir Angkor Wat’ı ya da örneğin Kapadokya’daki yeraltı mağaraları gibi alışageldiğimiz mimarlıkların dışında kalan yapıları bildiğimiz plan ya da kesit sistemleriyle nesneleştirme arzusunun gerisinde yatan? Böyle bir görselleştirme arzusu aynı zamanda , söz konusu nesneyi bir arzu nesnesine dönüştürmüyor mu? Ve bu olgu, her arzu nesnesinde olduğu gibi bir tür idealleştirmeyi içermiyor mu? 2000’li yıllarda gene Angkor Wat bağlamında dijital teknolojilerle oluşturulan imgelerde bu gözlem daha da çarpıcı biçimde ortaya çıkıyor. Örneğin 2006 yılında, hava fotoğraflarına dayanarak ve üç boyutlu fotogrametrik modelleme teknikleri kullanılarak yapılan bir rekonstrüksiyon çalışmasında benzer bir gözlem yapmak mümkün. Araştırmacıların NASA’nın sağladığı radar sistemiyle yaptıkları
Görsellik, teknoloji ve temsiliyet ilişkisini kurarken daha üretken olmak adına, arzu olgusuna farklı bir bakış açısı getirmek mümkün mü? Arzunun kanalı, bilinmeyeni bilinene indirgeyip tüketmeden, tam da bilinmeyenin büyüsünden hareket ederek farklı açılımlar yaratmaya yönlendirilebilir mi? Bugün dijital teknolojiler yaşamın her alanına artan hızla girerken, yarattıkları açılımları ne yererek ne de yücelterek, ama öne çıkardıkları eleştirel sorulara kulak vererek değerlendirmenin tam da bu noktada gerekli olduğunu düşünüyorum. 1
“Beyond Lack and Excess: Other Architectures Other Landscapes,”
2
http://www.cultorweb.com/Angkor/3D/Sonnemann_et_al-
Angkor3D_with_abstract_color.pdf 3
Bu anlamda belgeselin yapıcısını ve onun bakış açısının varlığını
da kapsayan çalışmalar arasında Trinh-Minh Ha’nın belgesel
Eşİk cİnlerİ
Journal of Architectural Education, c. 54, s. 1, Eylül 2000, 20-27.
çalışmalarını hatırlatmakta yarar var.
topografik tarama sonucu, alanda 70'den fazla kayıp tapınak ve 1000 adet insan yapımı havuz bulunduğu anlaşılıyor. Gelişmiş bir havuz ve kanal ağıyla oluşturulan sulama sistemi yeni teknolojiler sayesinde açığa çıkarılıyor. Araştırma raporunda, bir yandan gelişmiş teknolojiler sayesinde ulaşılabilen bu bilgilerden gururla söz edilirken, bir yandan da Khmer mimarlığının zengin ve ayrıntılı süslemelerinin modelleme sürecini zorlaştırdığından yakınılıyor.2 Süslemeler, bir kez daha teknolojinin ve temsiliyet tekniklerinin ulaşamadığı engeller olarak karşımıza çıkıyor. Bunlar ve temsil ettikleri kültürel oluşumlar, bir yandan bir türlü içinde yer aldığımız mimarlık kurgularına sığamazken bir yandan da ulaşılamazlıklarını saklayan ideal kurguları doğuruyorlar.
imge yan yana getirildiğinde modernizmin kurduğu kültür/doğa karşıtlığının görsel tanığı niteliğinde. İşin içine insan öğesi girdiğinde durum daha da karmaşıklaşıyor. “12. yüzyıldaki Angkor’u üç boyutlu olarak deneyimlemek” başlığını taşıyan kareyi, bu iş için binlerce “gerçek” insan ve hayvan kullanıldığı belirtilen ve dönemin yaşantısını canlandırdığı öne sürülen imgeler izliyor. Bunlar gerek taç giyme töreni türünden kamusal olayları, gerek gündelik yaşantıyı canlandıran kareler.
Ulaşılamaz olanı idealleştirmek, onu anlaşılır kalıplara sokmak arzusundan kaynaklanıyor. Angkor Wat’ın 2000’li yıllarda EBS (Seul) ve TVK (Kamboçya) televizyon kanalları tarafından yapımı üstlenilen, Angkor: Tanrıların Ülkesi başlıklı (Angkor: The Land of Gods) üç boyutlu belgeselinde de benzer bir yaklaşım söz konusu. Filmin tanıtımında “Tarihin en muhteşem binası” diye sunulan Angkor Wat’ın uzundur unutulduğu, ağaç kökleri ve molozlarla bütünleşmiş, el değmemiş vahşi bir doğa parçasının hafif ürküntüsünü barındıran, bugünkü Angkor’dan görüntülerle kanıtlanıyor. Bunlar bilinemezlik ve çözümlenemezlik öğeleri içeren ve akıldan çok bedene ve duyulara seslenen imgeler.
İlginç bir biçimde, Angkor’un bir zamanki haşmetini bire bir canlandırdığı öne sürülen bu dönemsel imgeler, pek çok tarihi filmde tanıdık olduğumuz epik imgelerle neredeyse bire bir örtüşüyorlar. Kimliklerinden arındırılmış bir örnek giysili binlerce savaşçı ya da işçiyi filleriyle birlikte kuşbakışı fotoğraflarla betimleyen kareler, izleyicilerini tatminkar bir “egemenlik” duygusuyla donatıyor. Buna bir de “Khmer İmparatorluğu'nun nefes kesici güzelliği” başlığını izleyen ve oryantalist kalıpların yinelemekten bıkmadığı, nehirde yıkanan ya da yılana sarılmış yarı çıplak kadın figürü gibi imgeler eklendiğinde “öteki”ni tanıdık kılıp evcilleştiren klişeler tamamlanmış oluyor. Tarihi Khmer İmparatorluğu'nu yüceltmek ve onu idealleştirmek, bildik kalıplarla alışılagelir kılmayı da beraberinde getiriyor. Filmin “dokunulabilir üç boyutlu gerçeklik” olarak çarpıcı ve etkileyici imgelerle sunduğu Angkor’un gerçekliğinin kimin tarafından kurulduğu sorusu başarıyla askıya alınmış oluyor.3
Filmin yapımcıları, tapınağın bilgisayar teknolojileri sayesinde ilk kez gerçek ölçekte rekonstrüksiyonun yapıldığını büyük harflerle duyurduktan sonra, bambaşka bir Angkor Wat imgesi sunuyorlar izleyicilerine. Bu, üç boyutlu modelleme teknikleri ile elde edilen bembeyaz cepheler ve altın yaldızlı dekorasyon öğeleri içeren, her türlü doğa etkisinden arındırılmış, “temize çekilmiş” bir imge. İki tür
Bu örneklerde, dijital teknolojilerin gerek “bilimsel araştırma” gerek “belge oluşturma” amacıyla kullanımları modernizmin eleştirel yetilerini harekete geçirmek yerine var olan “öteki” anlayışını yeniden üretmenin ötesine geçemiyorlar. Böylece bilinmeyen “arzu nesnesi” bilinen haline gelirken aynı anda arzunun da önünü kapatıyor. Arzu, tanımı gereği bilinmeyene yönelik olmak durumunda çünkü.
bu sayfada Angkor Wat, Kamboçya, Angkor: Tanrıların Ülkesi belgeselinden kareler
21 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
karşı sayfada en üstte: Bernard Rudofsky, Sudan’daki yamaç evler, Architecture without Architects sergisinden ortada: Angkor Wat, Kamboçya, 10. yüzyıl, plan altta: Angkor Wat, Kamboçya, 10. yüzyıl, görünüş
40 Yaş Altı AVRUPA'NIN 40 YAŞ ALTI 40 MİMAR VE TASARIMCISINA VERİLEN “EUROPE 40 UNDER 40” ÖDÜLLERİNDEN BİRİNİN SAHİBİ, DERIN DESIGN'IN SANAT DİREKTÖRÜ DERİN SARIYER OLDU.
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 22
güncel
Tasarımcı, 2012 döneminde Avrupa’nın 16 ülkesinden 40 mimar ve tasarımcının ödül aldığı yarışmada “Ram”, “Fek” ve “Tun” isimli mobilya tasarımlarıyla dereceye girdi. Yakın geleceğin seçkin tasarımcılarını işaret etmesi sebebiyle, mimari ve tasarım endüstrisinin önemli ödüllerinden biri olarak kabul edilen ödül; The European
Centre for Architecture Art Design and Urban Studies ile The Chicago Athenaeum: Museum of Architecture and Design kurumları tarafından dünya mimarisi ve tasarımının yakın geleceğine ışık tutacak yeni jenerasyonu teşvik etmek amacıyla, her yıl Avrupa ülkelerindeki en başarılı genç mimar ve tasarımcılara veriliyor.
Biçim-cilik ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ MİMARLIK BÖLÜMÜ MİMARLIK KURAM KİTAPLIĞI PROJESİNİN İKİNCİ KİTABI “MİMARİ BİÇİMCİLİK” ÇIKTI. Mimarlık Kuram Kitaplığı projesinin ikinci kitabı Mimari Biçimcilik sırt sırta yapışık “Mimari Biçimcilik” ve “Mimari Biçimcilik: Çeviri Metinler” isimli iki kitaptan oluşuyor. Hakan Anay’ın yazdığı Mimari Biçimcilik: Birinci Kitap, biçimcilik üzerine tartışmayı Alman ve Rus Biçimci geleneklerindeki kökenlerinden çıkarak ele alıyor. Kitap, Alman Biçimci geleneğinden Hans von Marées, Conrad Fiedler, Adolf von Hildebrand, Aloïs Riegl ve Heinrich Wölfflin’in, Rus Biçimciliğinden ise Boris Eichenbaum, Roman Jakobson, Viktor Shklovsky,
Boris Tomasevsky ve Juri Tynyanov gibi düşünürlerin çalışmalarında biçimciliğin izini sürüp kuramın temel kavramlarını tarihsel perspektifte ortaya çıkışlarını ve zaman içinde kendilerine nasıl farklı yorumlar bulduklarını araştırıp sorguluyor. Çeviri Metinler: İkinci Kitap, mimari biçimcilik üzerine Colin Rowe, Robert Slutzky, Rosalind Krauss, Jeffrey Hildner ve Peggy Deamer’ın farklı dönemlerde farklı perspektiflerden yazdıkları metinlerin çevirilerinden oluşan bir derleme. Bu derlemede konuyla ilgili daha önce bir araya
getirilmemiş metinleri bir arada; mantıksal ve kronolojik bir bütünsellikte bulabiliyor ve kendi dilimizden takip edebiliyoruz. Çeviri metinler tek başına alındığında konu ile ilgili önemli seçme metinleri bir araya
getiren bir kaynak olması kadar Mimari Biçimcilik: Birinci Kitap’da geliştirilen tartışmanın “sırtını dayadığı” kavramsal ve kuramsal bir temel; bir çerçeve, bir bağlam oluşturma görevini de üstleniyor.
Paneller Arası Kurgu CEPHESİ VE İÇ DUVARLARI DENİZDEN İLHAM ALINARAK ND MİMARLIK TARAFINDAN TASARLANAN KLİNİK, IŞILTILI VE MODERN BİR MEKAN YARATMAYI HEDEFLİYOR.
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 24
güncel
27 metrelik derinliği, 5 metrelik cephesi ve 5,5 metre olan kat yüksekliği ile ince uzun bir dikdörtgenler prizması şeklindeki mekanın dar uzun kat planının, tasarım sürecine keskin sınırlar kattığı projede işverenin denize olan tutkusu, konsept kurgusunun oluşmasında yol gösterici oluyor. Cepheden içeri bakıldığında öne çıkan duvar panelleri, işlevsel ve süreklilik sağlayan programın tasarım kararlarına dair ipuçları veriyor. Mekandaki ilk izlenimin önemi, hastaların mekanlar arası erişim, keyifli vakit geçirmeye olanak tanıyan köşeler yaratılması gibi kurgular, bu paneller paralelinde şekilleniyor. Yapı düşeyde ikiye
proje adı: İşevi Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniği işveren: Sevda İşevi, Tayfun İşevi proje yeri: Osmangazi, Bursa proje alanı: 290 m2 proje tarihi: Temmuz 2012 mimari tasarım ve uygulama: ND Mimarlık proje ekibi: Nurgül Akgündüz Üstdağ, Durmuş Üstdağ fotoğraflar: Hakan Zümrüt
bölünerek bir asma kat kurgulanıyor. Hastaların yoğun olduğu sirkülasyon alanı üzerindeki tedavi odaları, röntgen odası gibi mekanlar giriş katta planlanırken, yönetim ve personele ait hacimler asma kata taşınıyor. Klinik ile ilgili hasta zihnindeki ilk izlenimi oluşturacak giriş ve bekleme alanı yüksek bırakılarak mekanın koridorun sonuna kadar algılanması sağlanıyor. Beyaz duvar panelleri ve üzerlerindeki lacivert filmler, firmanın kurumsal kimliği, özel tasarım banko ve oturma seti, bekleme alanında ilk göze çarpan detaylar oluyor. Yüksek tavandan sarkan sarkıtlar ise mekanın kurgusunun devamı niteliğinde. Hastalarının beklerken keyifli vakit
geçirebileceği, tv, çay-kahve, internet köşesi ve oturma setine yerleştirilmiş dergi nişleri gibi detaylar tasarım kurgusunun tamamlayıcısı oluyor. Muayene odalarının cepheleri hem daha fazla ışık almak, hem de derinlik hissini artırmak için şeffaf camlar ile bölünüyor. Hasta mahremiyetini sağlamak için kullanılan cam filmleri dalga şeklini alıyor. Medikal cihazlar için gerekli olabilecek tüm altyapılar günümüzün teknolojik imkanları ile yapılarak, gelecek yıllarda gerekli teknolojilere imkan verecek şekilde tasarlanıyor. Yapının dolaşım kurgusu içinde hasta sirkülasyonunun daha az olacağı mekanlar işlevlerine göre asma
katta biçimleniyor. İşverenin özel görüşmeleri için tasarlanan odalarda, daha yalın ve modern hatlar yakalanırken, konfor ön planda tutuluyor. Personele ait banyo, soyunma odaları, mutfak gibi mekanlar asma katta en uzak köşede konumlanırken, kliniğin tüm mekanik altyapısının taşındığı mekanik oda ve bir klinik için olmazsa olmaz sterilizasyon odası bodrum katta konumlanarak hasta dolaşım alanından ayrılıyor. Duvar panelleri dıştan içe ve içten dışa doğru bakışlarda farklı perspektifler sunarken, yapının giriş tarafındaki cephesi için tasarlanan cam filmi, içeri giren gün ışığının ölçüsünü dengeliyor.
Eril Perspektiflere İki İtiraz: Detaycılığa ve Fallosantrizme Dair -Bülent Tanju için"Tanrı ayrıntılardadır." 1 Ludwig Mies van der Rohe "Elsiz penis wireless gibidir." İsmail Gezgin
2
Birinci İtiraz: Kadınlar Detaycı Mıdır?
dönme dolap
Çalıştığım üniversitede (Eskişehir Osmangazi Üniversitesi), mimarlık bölümünde, öğrencilerimin bir bölümü kırktan fazla mimarla görüşmeler yaptı girdiğim derslerden birinin kapsamında. Bunların metin dökümlerini, bir hafta süren keşif seanslarla, sabırla, merakla okudum. Bu toplam için iki sömestr boyunca çalıştık. İsimler bulundu, haklarında küçük araştırmalar yapıldı. Metinler okundu, söyleşilerin kavramsal zemini üzerine tartışmalar oldu. Derslerde grup halinde ve ikili uzun görüşmelerle soruların üzerinde durduk; neyi nasıl sormalı ve sormamalı üzerine, tafsilatlı mülahazalar oldu. Kuşkusuz sayısız arızayla doluydu bu çalışma: Konuyla ilk defa karşılaşan lisans öğrencileri tarafından yapılmaları, söyleşilerin klişelerden bütünüyle arınamaması, zaman darlığı başlıca arıza kaynaklarıydı.
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 26
Toplumsal cinsiyet söyleşilerini, daha önceki söyleşi toplamlarından farklı olarak, bağımsız bir kitaba dönüşmesi niyetiyle başlatmıştım. ESOGÜ mimarlık bölümünde 2010’da çıkarmaya karar verdiğimiz Codex mimarlık kitaplığının ilk cildinde (Eylül 2011), İstanbul’da kırk yaşın altındaki mimarlar, kurdukları veya içinde yer aldıkları bürolarda ziyaret edilmişti, yine lisans öğrencileri tarafından. Bu, lisans öğrencileri için ciddi bir karşılaşmanın zeminini oluşturan kalıcı bir eğitim deneyimiydi aynı zamanda. Arkasından, ikinci kitapta (Eylül 2012), modernite, tasarım, tüketim toplumu, gözetim toplumu gibi ana sorunsallar etrafında, Sibel Bozdoğan’dan Kerem Yazgan’a, Açalya Allmer’den Barış Dinçel’e mimarlardan, hukukçulardan, sosyal bilimcilerden, tiyatroculardan, akademisyenlerden, kent tasarımcılarından oluşan bir grup insanla yapılan söyleşileri yayınladık. Yayımlanmayı bekleyen bir grup söyleşi daha var: Ankara mimarlarından bazılarının son on yıldaki mimari üretimlerini konu alan bir dosya yapmak niyetindeyiz.
levent Şentürk
Yazının başında sözünü ettiğim, Mimarlarla Diyalog’un kıvılcımı da zaten bu son saydığım söyleşi grubunun ardından çaktı: Lisans öğrencilerimizin görüşmeye gittiği mimarların ezici çoğunluğunun erkek olması, neresinden bakılırsa bakılsın, rahatsız ediciydi. Kitabın yalnızca kadınlarla yapılmış söyleşilerden oluştuğu, kitabın adından başlayarak,
hiçbir biçimde vurgulanmadı, hatta bundan söz edilmedi bile; çünkü böylesi bir vurguyla yapılan yayınların her daim cinsiyetçi bir mührü içerme tehlikesi bulunduğuna inanıyorum. Böylelikle, birbirinden nitelikli, öğretici, onlarca söyleşi çıktı ortaya. Tekrar başa döneceğim; çünkü bir haftalık kurban bayramı tatilinin büyük bölümünde, üç aylık bir aradan sonra üzerinde çalışarak tamamını gözden geçirdiğim "Mimarlarla Diyalog" toplamının bende yarattığı tırmanan hal üzerine yazmak istiyorum. Söyleşilerin bazılarını okurken, geniş bir zeminde "paylaşılan" bir yargı, iyiden iyiye, zihnimin gıcırdayan çarkları arasında yankılandı: Kendileriyle görüşülen mimarların bir bölümü, bir konuda birleşebiliyordu: "Kadınlar detaycıdır." İyi de neden? Detaycı, Marazi Ayrıntı Düşkünü, 3 ayrıntıcı diye telaffuz edilmekle ilgili hiçbir "kişisel" sorunum yok. Sorunum, kadınların bir genelleme içinde, detaycı olarak, yine kadınlarca tanımlanmalarıyla. Detaycılığın uslanmaz bir mükemmeliyetçilik anlamında kullanılması bilgeliğin, alçakgönüllülüğün ifadesidir, kuşku yok. Ama erkeklere hiç de doğuştan gelen bir şekilde sahip olmadıkları veya yalnızca erkek oldukları için kendilerine içkin olduğu asla söylenemeyecek, "bütünü özetle kavrayıp stratejik hareket etme yetisi" bahşeden pasifist "detaycılık" argümanı, hiç de yüceltici değil. Bilakis: Küçümseyici, hatta, giderek, aşağılayıcı. İçselleştirilmiş cinsiyetçiliğin, mimarlardan bazılarını gafil avlamasına ne buyrulur? Görüşülen mimarlardan bazıları, kendilerinden veya başka kadınlardan söz ederken, erkeklerle kadınların "özde" başka davrandıkları bir zemin betimleyebilmek maksadıyla, araya bir "detaycılık" sıfatı eklemiş. Gecenin köründe, ekran başında, sıkıntı içinde durup düşündüm: Detaycı olmak, tam olarak, ne demekti? "Biz kadınlar erkeklerden daha detaycıyız" sözünün defaten zikredilmesini nasıl okumalıydım? Bülent Tanju beni mazur görürse, başvurmaktan hoşlandığı “sözlüğe bakma’ yöntemini ödünç alacağım kendisinden; bir sefere mahsus olmak üzere. Detay, kelimenin Fransızca kökeni nedeniyle hemen ayrıntı maddesine gönderiyor sözlükte: Ali Püsküllüoğlu Türkçe Sözlük’te şöyle vermiş: "Ayrıntı a. 1. Bir şeyin önemce ikinci ve daha geri derecede olan ögelerinden biri. eş. esk. detay, teferruat. 2. bir şeyin, ayrı olmakla birlikte kendisini bütünleyen ufak parçaları, bütünün ögelerinden her biri. 3. tiy. bir tiyatro yapıtında ana düşünceye yardımcı olan sözler, nesneler ya da tiyatroda dekorun küçük bir parçası. eş. esk. detay, teferruat. 4. sanat ve yazın yapıtlarında bütünü daha iyi değerlendiren ögeler. eş. esk. detay, teferruat, tafsilat." 4 Sözlüğe göre ayrıntıcılık/detaycılık, açıkça, esasa dair olmayan konuları ön plana çıkarmakla ilgili. Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü’ne göre 5 sözcük ayrı’dan türeyen onlarca sözcükten biri. Kelimenin Arapça
teferru’, A. i. [Fer’den] 1. Dallanıp budaklanma. 2. Birçok bölüme ayrılma. 3. Bir kökten çıkıp ayrılma. (çoğulu: Teferruat) teferruat, A. i. Bir şeyin bütün noktaları. Ayrıntılar. 6 Detay’ın kökeni on yedinci yüzyıla dayanıyor: Fransızca’da dé-tail biçiminde yazılırken, öneki déayrılma, -tail Latince kökenli kesmek anlamına geliyor. Detayın birçok anlamı arasında aksesuar veya ikincillik de bulunuyor. 7 Dahası var: Türkçe’de Yakın ve Karşıt Anlamlılar Sözlüğü’nde ayrıntı veya detay şöyle anlatılmış: "İncelik, püsür, tafsilat, teferruat, girdisi çıktısı, kıvır zıvır, bok püsür. bkz. falan." 8 Kadınların detaycı olduğu iddiası, kadınlar tarafından dile getirilse bile, daha çok eril bir içeriğe sahip. Karşısındaki kadını küçümsemek isteyen, evrimin birkaç milyon yıl gerisinden gelen bir erkek, iktidarın kendisinde bulunduğunu ilan etmek için “öteki"ne dönüp: “Çok detaycısın” diyebildiğinde, bundan kastı, karşısındakinin dünyayı bütünlüğü içinde idrak edemeyecek derecede kör ve zihnen de geri olduğudur. Bu lümpen jargon sahiplenilmemeli. “Benim gibi değilsin” demektedir aslında bu zatımuhterem: “Benim kadar akıllı, benim kadar yaratıcı değilsin; ahlaki ve etik değer yargıların benimki kadar gelişmemiş senin. Benim gibi iyi ve işlek, sağlıklı düşünemiyorsun; stratejik, operasyonel kararlar vermekte yaya kalıyorsun. Nedeni açık: Sen detaycısın. Bütün kadınlar detaycıdır.” Cinsiyetçi argümanların bu kadar yoğun biçimde bir araya geldiği az kelime bulunur; detaycılık bunlardan biri. Detaycılık kadınsılaştırmak/dişilleştirmek için bire birdir: Tıpkı zayıflık, duygusallık, iç mekâna dönüklük, narinlik, güvensizlik, güçsüzlük, güvenilmezlik gibi. Nasıl ki, toplumsal cinsiyet konusuna yaklaşımda, erkek olmak kendiliğinden eril bir pozisyon almayı gerektirmiyorsa, kadın olmak da, a priori, feminist bir tavrı garantilemiyor. Aşağıda değineceğim ikinci örnekte, erkek bir yazarın totolojik yaklaşımını
sorgulamaya çalışacağım. Çünkü fallus mevzuunu, penisle ilgilidir diye, ille de eril bir eksenden ele almak zaruri mi? İkinci İtiraz: Fallusun Arkeolojisini Eril Bir Biçimde Yapmak Şart Mıdır?
Sel yayınları, son yıllarda birbirinden önemli, nitelikli kitaplar yayınlıyor. İsmail Gezgin’in Fallusun Arkeolojisi 9 isimli kapsamlı, disiplinler arası, tarihsel çalışmasını ise bu klasmanda değerlendirmek mümkün görünmüyor. Çünkü Sel’in Cinsellik ve Sosyalizm 10 ve Gey ve Lezbiyen Yazını 11 gibi lgbt kitaplarının ardından, buram buram testosteron yayan bir kitap yayınlayarak hayal kırıklığı yarattığı ortada. Kitabın bütününe yayılı yargılar bir yana; “Penis, Fallus ve Mastürbasyon” başlıklı son bölümde şöyle diyor Gezgin: “İnsan olmayı iki ayağı üzerinde durabilmek, yani yere paralel olan gövdenin pozisyonunun yere dik olarak konumlanması olarak algılamak yerinde olacaktır. ...Dört ayaklı hayvanlarda yere paralel duran cinsel organın pozisyonu aslında değişmemişti. Ancak onun dışarıdan görülmesini engelleyen beden dikleşince insanın erkeklik organı bütün ‘ihtişamı’ ile açığa çıkmıştı. Çalılara takılan penis artık bakışlara takılmaya başlıyordu. Bu bir devrimdi; biyolojik insanın kültürel insana evrilmesinin kırılma noktasını oluşturuyordu. Öte yandan erkek için özellikle yer çekimine karşı bir mücadelenin de başlangıcına işaret ediyordu. ...Açığa çıkan cinsel organın, bedendeki en dikkat çekici unsur, hatta en fazla çıkıntı yapan organ olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Kadın bedeni için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Kadın bedeni de dikleştiği halde kadın cinsel organı saklı kalmaya devam etmiştir. Hatta daha da gizlenmiştir. Hareket ve güç kabiliyeti olmayan memelerin burada biraz daha farklı bir konumda değerlendirilmesi gerekir. Çünkü penisin gösterdiği güç ve iktidar performansını memede görmek mümkün değildir. ...Erkeğin biyolojik performans merkezi penistir. Her iki cinsiyetin de güç ve performans beklediği organ bu olmuştur. Her şey onun göstereceği dirayete bağlıdır. ...Penis, toplumun tümüyle ilişkili olabileceği gibi kültürel yaşamda
Yukarıdaki alıntı üzerine bile, birkaç sayfalık bir itirazname yazmam gerekirdi. Sözgelimi, "dikeycilik" anlayışının ters kutbundaki Batailleci yataycılığı ne yapacağımız sorusu yanıtsız kalıyor. Le Corbusier de uslanmaz bir "dikeyci"ydi; bütün uygarlık tarihini fallustan hiç söz etmeden dikeyleştirerek erilleştiriyordu. İnsanın ayağa kalktığı on binlerce yıl geriye giden zaman dilimiyle yazarın görünürlüğü çakıştırması, en azından, hatalı. Çünkü "görünürlüğün" modern anlamının (yazarın penise atfettiği "görünürlüğün") on beşinci yüzyılda, Rönesans’la başladığını göz ardı ediyor. Cinsel organlar, yazarın görünme/saklanma diye anlattığı ikilikle asla temsil edilmemiştir. Çalılara takılan organlar, ilkelliğe dair imgelemin kötü bir karikatürü yalnızca. Cinsel performansı kasların devinimine indirgemesi ise, devasa toplumsal örtme mekanizmalarını yok sayıyor. Kadın ve erkek bedenine dair kıyaslamaları dikotomik, hatta çocukça bulmaktan başka şansımız yok. Hele cinselliğin çoğulluğunu, penisin heteronormatif mekanik-hareketli anlamına indirgemesi, fallusa dair okumayı Freudyen ve fallik bir çerçeveye hapsediyor. "Penis söz konusuysa", "gerisi teferru" mudur? 1 Üster, C., (der.), (2006), Tasarımın Özüsözü, Akın Nalça Kitapları, s. 361. 2 Gezgin, İ., (2012), Fallusun Arkeolojisi, Sel Yayınları, İstanbul, s. 358. 3 Batur, E., (der.), (2003), Arazi Marazi, Marazi Ayrıntı Düşkünlüğü Üzerine, Sel Yayınları, İstanbul. 4 1995, YKY, İstanbul, s. 177. 5 Eyüboğlu, İ. Z., (1991), Sosyal Yayınlar, İstanbul, s. 58. 6 Özön, M. N., (1987), Osmanlıca Türkçe Sözlük, İnkılâp Yayınevi, İstanbul, s. 832. 7 (1997), Türkçe İngilizce Redhouse Sözlüğü, Sev Yayıncılık, İstanbul, s. 106. 8 Yalım, Ö., (1998), İmge Yayınevi, Ankara, s. 24. 9 Gezgin, İ., (2012), Fallusun Arkeolojisi, Sel Yayınları, İstanbul. 10 Wolf, S., (2012), Cinsellik ve Sosyalizm LGBT Özgürleşmesinin Tarihi, Politikası ve Özgürleşmesi, Çev. K, Tanrıyar, Sel Yayınları, İstanbul. 11 Stevens, H., (2011), (der.), Gey ve Lezbiyen Yazını, Çev. K, Tanrıyar, Sel Yayınları, İstanbul. 12 Gezgin, İ., (2012), Fallusun Arkeolojisi, Sel Yayınları, İstanbul, ss. 356-8.
27 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
kökeni teferru’ ve yaygın şekilde çoğulunu tekil gibi yanlış kullandığımız teferruat ise şöyle:
Gezgin, kitabın girişinde, alanın ideolojik açmazlarına değinirken, arkeolojiyi kazıya tahvil etmenin koca bir düşünce pratiğini hafriyata indirgemek anlamına geldiği konusunda uyarmakla kuşkusuz haklı. Ama yazarın, (şimdilerde anaakım hale gelen) radikal tarih tasarımı düşünürlerinden Jenkins’e değinmesi kitabı kurtarmaya yetmiyor çünkü bizzat eril bakışıyla sözünü ettiği radikalliğin çok uzağına düşüyor. Yazarın penisin fallus göstereniyle tarihsel/evrimsel ilişkisi bağlamında geliştirdiği düşünme biçimine külliyen itiraz ediyorum elbet; ne var ki itirazımı bu yazının sınırları içinde eksiksiz dile getirmem imkansız.
dönme dolap
İlüstrasyon: Hakan Keleş
dünyadaki tüm insanlarla iletişimi sağlayacak bir anten işlevini de üstlenir. ...Erkeğin, sosyal konumunu, kimliğini, iletişim ağlarını ve iktidarını penise borçlu olduğunu söylemek çok iddialı olmaz herhalde.” 12
İstanbul, geçtiğimiz aylarda ilk tasarım bienalini yaşadı. İstanbul Modern’de Emre Arolat küratörlüğünde Musibet, Galata Rum Okulu’nda Joseph Grima küratörlüğünde Adhokrasi sergileri, birbirinden farklı meselelere iki farklı disiplinin çerçevesinden baktılar. Sonuçta ortaya uluslararası katılımcıların yoğun olduğu bir tasarım sergisi ile yerel aktörlerin ağırlıkta olduğu bir mimarlık ve kent sergisinden oluşan karma bir yapı çıktı. Peki, tüm bunların ötesinde bienal, bu kentte ve genel olarak Türkiye’de yürütüyor olduğumuz mimarlık ve tasarım tartışmalarına ne gibi bir katkıda bulundu? Bize yeni sorular üretti mi, taze düşünme biçimleri tanıttı mı? Mimarlık ve tasarımla kuruyor olduğumuz bireysel ve kolektif ilişkilerimiz için yeni bir rota önerdi mi? Bize daha önce duymadığımız cümleler kurdu mu, kurdurttu mu? Özetle, İstanbul Tasarım Bienali bizim bir bienalden beklentilerimizi karşıladı mı? Bunları konuşmak için İTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölüm Başkanı Alpay Er, serbest mimar Mert Eyiler, bağımsız editör ve küratör Pelin Derviş ve Salt direktörü Vasıf Kortun ile bir araya geldik. Bienal sürecinden Adhokrasi ile Musibet’teki küratöryel tavırlara, iki sergi arasındaki farklardan sergileme tasarımlarıyla verilen mesajlara dek birçok konuyu tartıştık. Hazırlayan: Hülya Ertaş
sergi fotoğrafları: Ali Güler
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 28
İstanbul Tasarım BİENALİ
Bir Bienal İki Bakış
Hülya Ertaş: İstanbul Tasarım Bienali ile ilgili konuşmadan önce bienalden ne anladığımız konusunda ortak paydada buluşalım istiyorum. En son Venedik Mimarlık Bienali’nin ardından bienallerin bir pazar yeri, fuar alanı olup olmadığı konusu çok tartışıldı. Böylesi bir kabule dayanarak derinlikli bir konuşma yapamayacağımız kanısındayım. O nedenle bienali bir zihinsel egzersiz, entelektüel üretim için özgür bir alan olarak tanımlayarak hareket edelim. Bu anlamda da herhangi bir derdi ya da sözü olması gerekmiyorsa bile bienalin ortama yeni bir katkı yapmasını beklediğimizi söyleyebiliriz. İstanbul Tasarım BİENALİ
Vasıf Kortun: Bir yandan da koşulları bir araya getiren, üzerine konuşmadığımız bir durum olabilir. Bienale senin söz ettiğin perspektifle bakıyor olabiliriz ama onu yapılandıran tüm mekanizmaya -ihtiyaçlara, konjonktüre, taleplere- bakmadan da bienali külliyen anlayamayabiliriz. Birini ötekinden ayırmak güç oluyor. Tartışmak adına değil bu noktayı gözden çıkarmamak gerektiğini düşündüğüm için bu parantezi açmak istedim. Hülya Ertaş: Özünde iki küratörün yön verdiği, birbirinden çok farklı iki sergiden oluşan bir bienal bu. O nedenle iki sergiyi de kendi bütünlüğü içerisinde ayrı ayrı ele almamız gerek.
29 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
Alpay Er: Aslında iki sergiden oluşan bu ikili yapı da konuşmaya değer. Atipik bir durum var burada. Birbirinden ayrı meseleleri konu eden ikili bir durum var ortada ve neden böyle olduğu sorunsallaştırılabilir. Bunun baştan böyle öngörüldüğünü zannetmiyorum, atasözündeki gibi sanki biraz kervan yolda düzülmüş. 2010 Aralık ayında Kadir Has Üniversitesi’nde bienal ön çalışması olarak Neden Tasarım, Neden Bienal? başlıklı iki günlük bir toplantı düzenlenmişti. Bülent Eczacıbaşı’nın da bizzat takip ettiği bu toplantıda Emre Arolat bir konuşma yaparak mimarlık bienaline ihtiyaç olduğunu öne sürdü ve sanırım orada bir kırılma noktası oluştu. Vasıf Kortun: İKSV'nin 1987'den bu yana bienal deneyimi var. Dolayısıyla yapının işleyişine hakimler ve oluşan öngörülebilir bir durumdu. Şu var ki Domus dergisinin editörlüğünü yapan ve geçmişinde Storefront Art and Architecture’ın pek de hatırı sayılmayacak bir döneminin direktörlüğü olan biri ile sadece ve sadece inşa eden mimar olarak bildiğimiz, Türkiye'nin büyüyen yapı stoku pazarına paralel yükselen bir nama sahip birini yan yana getirdiğinizde zaten ayrı iki sergi yaparsınız. Bu iki kişi hiçbir türlü çakıştırılamaz. Mert Eyiler: Evet, İstanbul Bienali’ni deneyimlemeye başlayalı epey zaman olmuş, 13.’sü için hazırlıklar sürüyor, "sanat bienali"ymişçesine bir bilinç hakim. Bu bağlamda, tasarımı, mimarlığı, bu ölçekte kenti tartışmaya açan bu, ilk aslında. Tasarımın bundan önce fuarlar, festivaller dışında kentte görünür olduğu bir alan yok. Tasarımı ve mimarlığı fuarda değil de bienalde tartışıyor olmanın getirileri değerli bence. Mimarlığı, tasarımı, kenti tartışma hedefiyle yola koyulan bir bienalin potansiyelleri, oradaki duruşlar ve bu bağlamda aktörlerin kendilerinin bienalde yer alma güdüsü ile nasıl bir pozisyon aldıklarını sorgulamaları gerekiyor. Bu sorgulamanın bienalin her iki sergisinde de eksik olduğunu görüyorum. Vasıf Kortun: Ama, 2005 yılında Charles Esche ile kent meseleleri üzerine yaptığımız bienali, ardından 2007 Bienalinde Hou Hanru'nun AKM ve İMÇ’yi kamu söylemine döndürüşünü, Salt’ın İstanbullaşmak'ı ve Santralistanbul’un İstanbul 1910-2010‘u gibi birçok mikro ve makro çalışmayı düşünecek olsak bile bu konuda kentte bayağı bir literatür oluşturuldu. Salt tasarım adı altında böylesi bir sorgulamaya gidersek başka bir durumla karşılaşıyor olabiliriz ama bunları geri getirdiğimiz zaman orada belki ayrışmayı yapabiliriz. Pelin Derviş: Altını çizerek eklemek istiyorum: İKSV’nin geçmiş bienal deneyiminden hiçbir şekilde yararlanılmış gibi görünmüyor. Aynı kurum içinde adeta bağımsız bir kanal açıldı. Yani tasarım bienali için kurum bünyesinde kendi başına yaşayan, geçmişten yararlanmayan yalıtılmış bir ekip çalıştı. Oysa bazı konularda Amerika’yı yeniden keşfetmek gerekmiyor. Alpay Er: İstanbul'da bir tasarım bienali olduğu bilgisinin kamuoyuna yayılmış olması organizasyonel bir bilgi aktarımı olduğunun göstergesi. Ama içerik ve
haliç merkezi, yona frıedman (adhokrasi)
“Adhokrasi bir 'iş'i tekleştirmek yerine çoklaştırarak onların arasındaki büyük sözü de ortaya koyabiliyor. Bu çokluk aynı zamanda bütün o yapıyı gezerken beni işlerle ilişki içerisinde tutuyor.” mert eyiler kompozisyon anlamında size katılıyorum. Yine de yiğidi öldürelim hakkını verelim: İKSV ne yapsa belli bir kaliteyi yakalayabilecek bilgi birikimine sahip. Diğer yandan, tasarımın sanat bienalinin geleneğinden yararlanmamasına ilişkin sorun Türkiye’ye özgü değil. Tasarımın sanatla ilişkisi zaten kendi başına problematik. O nedenle bu mirastan yararlanıp yararlanamama meselesini genel anlamda da konuşmamız lazım, çünkü tasarım ile çağdaş sanat ilişkisi iki taraf için de piyasa mekanizması içerisinde birbirlerinden faydalanma fırsatları ve riskleri barındırıyor. Türkiye'de bu ilişkiler tam olarak olgunlaşmadığı için, New York ya da Milano'da gördüğümüz gidi pürüzsüz geçişler olmasını da beklemiyorum açıkçası. Öte taraftan bu ülkede mimarlık-dışı tasarım dediğimiz, grafik, endüstriyel tasarım vb. disiplinlerin çok parlak bir sergi, etkinlik geçmişi yok. Son on seneye baktığım zaman Garanti Galeri'nin hala özlenen beş yıllık performansı dışında, köprü üstü panayırlarımız görünüyor sadece. Öncekilerin genel kalitesiyle karşılaştırdığınız zaman ciddi bir farklılaşma olduğunu görüyorsunuz. Ama yine de, herşeye karşın
alpay er
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 30
İstanbul Tasarım BİENALİ
bir şeyler üreten ve tartışmak için mecralara ihtiyaç duyan bir tasarımcı grubu da var. Onların da bu bienalden bir beklentileri vardı, özellikle de Galata Rum Okulu’ndan... Hülya Ertaş: Süreç üzerine bu kısa girişten sonra sergilere geçelim. Galata Rum Okulu’ndaki Adhokrasi sergisiyle Joseph Grima, bizi hiç aşina olmadığımız yeni bir terim ile tanıştırdı. Daha çok uluslararası tasarımcıların kendine yer bulduğu bu serginin yerel tasarım tartışmalarına ne gibi bir katkısından söz edebiliriz? Alpay Er: Rum Okulu'ndaki sergide bieanalin İstanbul'u ıskaladığını düşünüyorum. İstanbul tasarım camiasının bir üyesi olarak, orada birkaç iş dışında yerel üretimle karşılaşmıyor olmak üzücü. Evet, yurtdışında gördüğümüz uluslararası sergilerle aynı kalitede, post endüstriyel tasarımı mesele eden güzel bir sergi ile karşı karşıyayız. Ama sergide İstanbul'a özel, İstanbul hakkında düşünmeye zorlayan herhangi bir şey bulamadım. Elbette bu, kesinlikle bir başarısızlık değil. Çünkü serginin evrensel sözü ortada ve algılanıyor. Bundan sonraki denemelerde daha yerel bir vurguyla, belki de ister istemez bir savrulmayla bir etki yaratacaktır. Sonraki bienal çok büyük ihtimalle çok daha içeriden bir bakış içerecek Sergiye girdiğiniz zaman bisiklet üzerinde bir hızlı-prototipleme sistemi görüyorsunuz. Kişiselleştirmenin (customization) mekansal olarak da yer değiştirebilir olduğunu vurgulayan bir iş. Eski üretim sistemleri ve imalat sanayinin rijitliklerine karşın mekandan bağımsız bir ürünleştirme becerisi. Bu teknik beceriyi bizim işporta kültürümüzle birleştirip yerelleştirmeye başladığınız zaman semt pazarına kadar gidebilen bir çeşitlenmeyle karşılaşıyorsunuz, önünüzde yeni bir ufuk açıyor. Ama bunlar pek de kolay okunamıyor; belki de bu sadece benim kendi okumam. Sergiyi tasarımla ilgisi olmayan aile dostlarımla beraber gezdiğimde, Finlandiya’da sokakta yemek üzerine bir videoyu izledik. Sonrasında bana dönüp"İyi ama bunda farklı, yeni olan ne? Bu zaten bizim hayatımızın bir parçası" dediler. Yani bunun mesele edilmesini anlayamadılar. Bağlamla ilgili birtakım problemler var. Yine de bakan göz, isterse bir şeyler çıkartır elbet. Örneğin işportayı hızlı prototipleme ile ilişkilendirme fikri okulda öğrencilerle bir tartışma olanağı sundu bize. Mert Eyiler: Adhokrasi’de Grima'nın Rum Okulu’nu seçiyor olmasından başlayarak bazı kazanımlar olduğunu düşünüyorum. Bunlardan bir tanesi, serginin izleyici ile işleri ilişki içerisinde tutmaya çalışıyor olması iyi bir deneme, işlerin tamamlanmamışlık hallerini tartışmaları sürdürmek adına iyi bulduğumu
mert eyiler
söylemeliyim. Musibet sergisindekinin aksine tamamlanmış işlerle baş başa kalmak yerine, binadan çıktığınızda da zihninizde sorularla kalıyorsunuz. Bu benim bir bienalden beklentilerimden bir tanesi. Bir bienal duruşu da böyle bir şey aslında. Bir "iş"i tekleştirmek yerine çoklaştırarak onların arasındaki büyük sözü de ortaya koyabiliyor. Bu çokluk aynı zamanda bütün o yapıyı gezerken beni işlerle ilişki içerisinde tutuyor. Bu yalnızlaşmamaya yine Musibet’teki kapalı kalıp içindeki neredeyse seçkinleştirici bir sunumdan da otomatik olarak uzaklaşmış oluyor. Sokakla ilişkideymiş gibi izleyebiliyorum. Üçüncüsü ise son ürün yerine sürecin egemen olduğu işlerin hala ortalıkta olması, geriye doğru okumaların yer alması. Pelin Tan'ın Archigram işlerini ya da Autolab’in Giancarlo de Carlo’nun işlerini tekrar masaya yatırdığı örneklerdeki gibi, sergi yeni iş sunmanın ötesinde neler birikmiş olduğunu da araştırıyor. Vasıf Kortun: Çok güzel bir şekilde konuyu açtın. Söylediklerin içinde problematik olan şeyler de var bence. Bunlardan biri de "tercihli tarih okumaları". Bugünden ve geçmişten, özellikle 1970’lerden pozisyonlar var ve o iki zaman dilimi arasında da hiçbir şey yok gibi. Sergide Archigram ya da Enzo Mari’nin işlerini gördüğünde o gün ile bugün arasında doğal bir bağ kuruyorsun ama bu aslında gelişigüzel bir bağ. Bugünkü işleri güçlendirmek ve onlara prestij katmak adına geçmişten, kabul görmüş işleri dahil ediyorsun. Bu da çok öngörülebilir rastlaşmalar üretiyor. Asıl ayrıştırma, yüceleştirme ve temizlemenin Rum Okulu’nda olduğunu düşünüyorum. Bu pozitif bir durum. Parça parça işlerin ortaya yerleştirildiği, kararınca yükseltilmiş beyaz platformlar zekice. Rum Okulu’ndaki her şey demokratik seviyelendirmeyle ulaşılabilir kılınmış. Bir diğer önemsediğim tavır ise sergide kullanılan monitörler üzerindeki fazlaların sökülüp çıplaklaştırılmaları. Bu, serginin ruhuna uyan bir şekilde elle yapılan “negatif” bir tasarım, lüzumsuz olanı, markayı eksiltmek. Az da post-apokaliptik. Alpay Er: Ben de başka bir noktadan, Mert’in tamamlanmamışlık olarak adlandırdığı niteliğin olası risklerinden söz ederek devam edeyim. Bu açıklık, tamamlanmamışlık meselesinin ticari anlamdaki ürün geliştirme sektörüne yakınlığını göz ardı etmeyelim. Bitmemişlik, ucu açıklık üzerinden tersine bir okuma yaparsanız endüstriyel tasarımın ticari pratiğin önemli bir parçası olduğunu görürsünüz. Co-design (ortaklaşa tasarım) diye bir kavram var mesela. Co-design son kullanıcıyı tasarım sürecinin içine çekip onun tercihlerini ürün geliştirme süreçlerine katmaya yönelik bilinçli bir uygulamadır. Eskiden endüstriyel tasarım nihai ürünü soyut bir tüketici, kullanıcı tarifine yönelik olarak ve onun ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendiriyor, seri imalatın rijitliği ise firmaları daha fazla risk almaya zorluyordu. Kullanıcı katılımı dediğimiz süreçte ise artık hızlı prototipleme
toplantı fotoğrafları: Fatma Çilo Bayramoğlu
ve esnek üretim sitemleri ile sermaye müşteriye onun arzuladığı ürünü biçimlendirme şansını veriyor, yani riskini azaltıyor. Adhokrasi’deki işlerin ucu açık oluşunu pozitif anlamda, yani bir nevi üretim ve tüketimin demokratikleşmesi anlamında yorumlanmasına katılmakla beraber, farklı okumaların da mümkün olduğunu söylemek isterim.
noktalardan biri olduğunu düşünüyorum. Çok isterdim oradaki sergide Gülsuyu, Gülensu mahallelerinden temsilcilerin mesela bir "tezgah açıp" işlerini anlatmasını.
Vasıf Kortun: Buna karşı çıkıyorum. Bu ikisinin birbirine nasıl bağlıyorsun? Bu son kullanıcının tasarıma dahil olması gibi neo-liberal bir mesele ile sergideki yaklaşım arasında hiçbir ilgi görmüyorum. Alpay Er: Kullanıcıların kendi kendilerine hızlı prototipleme araçları ile ürün tasarlamalarını, yani sizin nötr bir yaratıcı eylem olarak gördüğünüz şeyi, sistematik olarak yapılan bir ürün geliştirme faaliyeti olarak örnekleyebilirim. Sadece algı farkımızın bilincinde olalım istiyorum. Ben o teknolojilere baktığımda, sözünü ettiğim ticari şekillerde yorumlanmaya da son derece açık olduğunu görüyorum. Hızlı prototipleme gibi teknolojilerin arkasındaki mantığı da, onları yaratan toplumsal çıkarları da yok sayamayız. Bunları bambaşka bir bağlamın içine alıp da canımız istediği gibi kullanamayız. Pelin Derviş: Orada güzel olan, açık kaynak kavramını ortaya attığı andan itibaren değişen tavır. Sözünü ettiğin gibi riskleri olsa da düşündürücü bir alan. Açık kaynak tartışmaları, yazılım sektörünü nasıl etkilediği gibi konular şu an çok güncel, özellikle uluslararası arenada. Yurtdışına gidiyor ve tasarım sergilerini geziyorsan aşinasındır bunlara. Ama İstanbul'da, yerel ortam içinde bu serginin yer almasını son derece faydalı buluyorum. Bir tek sorun var, o da Alpay’ın da sözünü ettiği "yerellik" konusu. O tabii ki bir risk ve bu riski Musibet'te aldılar. Mert Eyiler: Ben bir de Grima'nın kolektif üretim için kapı açtığını düşünüyorum. Beraber düşünme için de bir başlangıç sunuyor. Bu kolektif tavır sergi tasarımına da yansıyor ve siz yalıtılmış odalar yerine bütün sergiyi bir arada gezerken sizin işler ile ilişkiniz ve işlerin birbirleriyle ilişkileri sürekliliğini koruyor. Bu durum beni tek başıma bırakmaktansa katılıma ve soru sormaya çağırıyor ki bu benim bir bienalden beklentilerimden bir diğeri. Sivil inisiyatiflerin oldukça görünür olduğu işler var. Bu "sivil inisiyatif" kelimesinin altını çizmek istiyorum, çünkü kentte muhalif olduğu için hep kenarda bırakılan bir şeymiş gibi görünüyor. Bence aktör olarak sivil inisiyatiflerin görünürlüğünün ortaya çıkarılıyor olması önemliydi. Böylesi inisiyatifleri yalıtıp tekleştirmek yerine Adhokrasi'nin bunları çoğaltmasını sevdim Aslı Kıyak İngin'in Şişhane'de ürettiği işler, Boğaçhan Dündaralp'ın TOKİ üzerine denediği işler önemliydi. Bu durumun nedense Musibet'te ıskalanan
Vasıf Kortun: Adhokrasi’nin yerelliğinin zayıf olduğunu, buradan olmadığını söylüyoruz ama aslında Musibet buradan değil. Burayı mesele ediyor ama onu yaparken mesafe üretiyor. Ama bu ikisi arasında bir ilişkilenme ararsak bunu 2008 ekonomik krizine bağlayabiliriz. Adhokrasi’de krizin sonuçlarından biri olarak yeniden gündeme gelen "Başka bir dünya mümkün"e destek veriliyor. Musibet’te ise kriz sonrası Türkiye’sinin ya da genel anlamda doğuya kaymanın ekonomik ve kurumsallaşma hızı ortaya koyuluyor. Böyle bir karşılılıktan söz edebiliriz. Ama bu, bir teğet geçiş neredeyse çünkü birbirleri içine geçmiyorlar. Mert Eyiler: Bu kaçırılmış bir şey, ikisi arasında iyi bir pas üretilebilirdi bence de. İstanbul'la ilişki kurmadığı konusunda katılıyorum ama öte yandan İstanbul Tasarım Bienali deyince meselenin İstanbul olması da gerekmiyor. Sadece meseleyi İstanbul'u dert edinmek olarak kurgulayınca İstanbul'u düşünmüş olmuyorsun; bu Musibet'in düştüğü hatalardan bir tanesi. Belki de İstanbul’u düşünmek için biraz uzaklaşmak, belki çeperlerine açılmak ve oradan merkeze dair sorular üretmek denenebilirdi. Alpay Er: Son tahlilde güncel, dünyanın tartıştığı post-endüstriyel meseleleri Türkiye'ye taşıması anlamında Adhokrasi’yi zenginleştirici buluyorum. Asıl Musibet'in tartışması gereken, çok güncel, politik, can alıcı, can yakıcı meseleler var. İnşaat piyasası içerisindeki yıldız mimarlardan birinin küratörlüğünü yaptığı bir sergiden bahsediyoruz. Ve İstanbul'la ilgili dergilerden birinde, sanırım Time Out’ta Emre Arolat’la yapılan röportajda şöyle bir tümce okudum: "Architecture as a form of individual liberation". Türkçe’de bazen anlam yuvarlanıyor ama İngilizce daha kesin bir dil. O nedenle bu cümleyi okuduktan sonra Zorlu Center ile Musibet’i yan yana düşününce, Brecht'in yapıtlarındaki türden bir yabancılaştırma efekti ile mi karşı karşıyayım diye bir an sarsılıyorsun. Ve hepsi yan yana geldiği zaman düşünmeye başlıyorsun. Bilinçli veya değil, ortada bir şey var tartışılması gereken. Pelin Derviş: Hem bizim için, hem de dünyadan İstanbul'a bakan biri için "kentsel dönüşüm" güncel ve çekici bir konu. Esas mesele bununla nasıl ilgilenileceği, nasıl bağ kurulacağında. Bu kavram tasarım bienali içinde, hayatla nasıl ilişki kuruyor; tasarım, mimarlık ve kent ile nasıl ilişkilendiriliyor? Sergide bunları göremiyorum ve bunun ciddi şekilde kaçırılmış bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Öte yandan pek çok tasarım etkinliğinde (bienaller, tasarım haftaları, sergiler vd) çoğunlukla tasarım nesneleriyle karşılarken burada başka bir
31 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
vasıf kortun
İstanbul Tasarım BİENALİ
pelin derviş
de carlo’yu yeniden okumak, autlab (adhokrasi)
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 32
İstanbul Tasarım BİENALİ
değerli yaklaşımın var olduğunu da atlamamak gerekir. Bu yaklaşım tartışmayı çok güzel noktalara çekebilirdi ama o zenginlik potansiyeli kaçırılmış. Dahası Musibet sergisi, temasını biçimsel olarak da dikte ediyor. Sergileme tasarımında başvurulan hapishane kavramını, o hapishanenin kapısındaki pirinç kulpu anlamıyorum. Sergi dolaşım rotasının neden labirente benzetildiğini de çözemiyorum, labirent ile kentsel dönüşüm meselesinin bağını kuramıyorum. Bunun ana temayla ilişkisini kurmak hiç kolay değil aslında. Özünde "kentsel dönüşüm boğucu bir şeydir" hissi mekanın tasarımı aracılığıyla büyük cümlelerle ortaya konuyor ve bu his sergiden çıkan tüm sözleri tektipleştiriyor. Genel olarak "söylenmeler"in hakim olduğu bu sergide kutlanacak çok hoş işler de var kuşkusuz. Peki mesela gelecek önerisi? Kentsel dönüşümü dert edinen bir tasarım sergisi, çok daha çeşitli ses çıkarabilmeye fırsat tanıyor olmalı.
kendi kendine tasarıma yönelik bir öneri, enzo marı (adhokrasi)
Vasıf Kortun: Labirenti oradan okumak ilginç tabi ama sergi dolaşımında bir labirentten söz etmiyoruz. Yani iki dik bir de yatay koridor, inşaat yapmışlar. Her şey zaten birbiriyle 90 derecelik açılarla ilişkileniyor. Labirentlik bir durum söz konusu değil, karanlık olduğu halde yönünüzü gayet iyi buluyorsunuz. Hülya Ertaş: Bir de o etiketler olarak yerleştirilmiş barkodlarla birden başlayarak tüm işler numaralanmış halde. O numaraları takip etmek zorunda hissediyorsunuz, onun imlediği odaya girmezseniz suç işliyormuşsunuz gibi geliyor.
Mert Eyiler: Sergiyi gezdikten sonra, ofiste birlikte çalıştığımız Melis'le konuştuk ve notladık. Bir sütunda Grima, bir sütunda EAA (Emre Arolat Architects) vardı. Bu listeyi yaparken fark ettiğimiz konulardan biri işlerin bir araya getirilmesindeki küratöryel kavrayış, Grima daha "küratör" gibi davranmış gibi görünmesine rağmen neredeyse hiç, Arolat ise "küratör değilim, ben mimarım" derken çok daha küratör davranışı sergilemiş oluyor. Grima ve Adhokrasi’nin yardımcı küratörlerinden oluşan ekibe bakarsak aslında onlar aslında gündelik ilişkilerini de çoklu ortamlarda ve yerkürenin etrafında projelerde beraberce zaman zaman
Mert Eyiler: Biz 2007'de Hou Hanru'nun küratörlüğünü yaptığı bienalde Stüdyo KAHEM olarak Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nde bir proje yürütmüştük. Aslında derdimiz, mimar olarak alınacak pozisyonlar için sürekli olarak inşa ediyor olmanız gerekmediğini anlatmaktı. Bu coğrafyada mimarlık nedense 1950-1960'lardaki modernizm ve cumhuriyet ideolojisiyle birlikte hep fiziksel karşılıklar bulmuş. Eksik bulduğumuz sosyal, düşünsel ve psikolojik okumalara önem verilmedi bu coğrafyada, ya yapılmış dendi ya da yok sayıldı. Aslında şu anda en büyük derdimiz bu: bu okumaların yapılmıyorsa yapılması, kazınıp ortaya çıkarılması. Biz orda bir geri okuma yapmak -oranın tozunu alıp tekrar ortaya koymak- istemiştik. Adhokrasi’nin Rum Okulu’nda yer alması da buna benzer bir tutum, İstanbul Modern ile bienal kendini öyle seçkinci bir yere taşıyor ki.
“Son tahlilde güncel, dünyanın tartıştığı post-endüstriyel meseleleri Türkiye'ye taşıması anlamında Adhokrasi’yi zenginleştirici buluyorum.” alpay er
Vasıf Kortun: Burada bir uyarı yapmam lazım çünkü Rum Okulu'nda müthiş bir şiddet var. Bütün duvarları resimlerle doluydu. Bienal geliyor diye her tarafı bembeyaz boyadılar besbelli. Birinci katta güzelim bir tuvalet vardı yeni haline bakamıyorum bile. Üçüncü kattaki odalardan birinde bıraktıkları bulut çizimleri var ya işte onlar tüm mekana yayılmıştı. Restorasyondan önce bir gün içinde tüm binayı, Metehan Özcan, Serkan Taycan ve Mustafa Hazneci'ye, ayrı tarz ve bakış açıları olan arkadaşlarımıza fotoğraflattık. Bu tabi küratörlerin suçu değil, ama çok acı, nedenlerini konuşmak da istemiyorum.
yapageliyorlardı. Adhokrasi’de de bu bir aradalıklardan bir tanesini sergilediler. Musibet sergisindeyse zaten Arolat’ın varolan bir EAA gücü var, bu sefer yine işlerini de öyle yapmaya meyilli olduğu için, bu güçten memnun olduğu için, onu koruyor. Musibet’te daha kapalı bir durum var. Adhokrasi’deki açıklık fikri, aynı zamanda sergiye de yansıyor. Yani açık olma hali Rum Okulu’nun tamamına yaygın. Kapalılık ve labirent aslında EAA'nın iç yapısında. Bir bilinçaltı okuması yaparsanız aslında her iki sergi de size çok iyi birer fotoğraf veriyor. İşleri kendi bünyesinde üretmeye meyilli bir tavır ile, paylaşarak, çoğaltarak üretmeye açık tavrı okuyabiliyorsunuz. Her iki tavır da doğru olabilir, bienal konuşmaları söz konusu ise paylaşıma açık durmayı tercih ederim. Diğer yandan bu sıra temel dertlerimden bir tanesi pasif ve aktif sorgulama arasındaki gidiş gelişler. EAA’nın sergisi daha pasifize eder ve kaybolmaya sürüklerken Grima’nınkinde daha aktifleştirici ve izleği de beraberinde taşımaya çalışan bir yol seçildiğini görebiliyorsunuz.
Adhokrasi'de belli projeler var ki yapılma sürecindeki arşivlemeleri ve kendilerini arşivleme arzuları işlerin kendisine dönüşmüş. Aslında onlar birer arşivleme projesi ve bulunduğu yerde yaptığı değil, bize kendilerini gösterdiği haliyle varlar. Birkaç proje hakikaten öyle. Diğer taraftan, bunların çoğu da yara bandı projesi. Hastanın açık yarasına yara bantı projeleri üreterek hem vicdanımızı rahatlatıyoruz, hem de izleyenin vicdanını rahatlatıyor ve mutlu ediyoruz. Sergiyi gezerken "böyle olasılıklar da var" demeli. Ve hakikaten, güzel bir şekilde bir vatandaş olarak, İstanbul'un da enformel ekonomisiyle ilgili bir hikayeyi de orada gördüğün zaman, olumlu bir hisle sergiden çıkıyorsun. Bütün bunların ötesinde Adhokrasi nasıl bir eleştirellik üretiyor? Ondan biraz endişeliyim, ben de yandaşım çünkü o projelere ben de inanıyorum doğrusu. Belki biz çok daha yakın olduğumuz için bu meselelere, otomatik olarak bazı kabullerle yola çıkıyoruz, yeni ve farklı bilgiden yararlanma güdüsüyle hareket etmiyoruz.
Pelin Derviş: Bu da bir bienalden beklentilerimiz arasında aslında. Vasıf Kortun: Belki bir sonraki bienalden.
Mert Eyiler: Bu duymak istediğimiz cümleler, Vasıf'ın söylediği haliyle eleştirel bakma, yan bakmalar bu coğrafyada çok yapılmaz; inşa etmeden de eleştiri geliştirebilmeli bir mimar. Küratör öyle davranınca sergiye katılanlar da bir şey yapmak gereği duymuşlar. Oysa burada bizi sarsacak, sorgulayıcı bir pozisyon
“Adhokrasi’nin yerelliğinin zayıf olduğunu, buradan olmadığını söylüyoruz ama aslında Musibet buradan değil. Burayı mesele ediyor ama onu yaparken mesafe üretiyor.” vasıf kortun
arduino (adhokrasi)
toki kullanıcıları için hayatta kalma kılavuzu, boğaçhan dündaralp (adhokrasi)
içkin tanıklık, hs mimarlık (adhokrasi)
zanaatle örülmüş mahalleler istanbul, urbz ile made ın şişhane (adhokrasi)
33 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
Hülya Ertaş: Bu vicdan rahatlatma meselesi üzerine bir şeyler söylemek istiyorum çünkü Musibet sergisini daha çok vicdan rahatlatma eylemi olarak görüyorum. Adhokrasi, "evet, ben de yapabilirim" hissiyle sizi dışarı çıkarıyor, en azından daha kişisel bir vicdan rahatlatma bu, daha zararsız, aktif olmaya neredeyse itebilecek bireysel bir rahatlama. Musibet ise size kentsel dönüşüm süreçlerinin acımasızlığından dem vuran bir grup mimarla karşı karşıya bırakıyor. Bu mimarlar bu durum üzerine konuşurken onma çözüm önermiyor oldukları için kendilerini de pasif ilan ediyorlar. Siz de bir mimar olarak bu süreçlerde etkin olamayacağınızı görüp vicdanınızı rahatlatıyorsunuz. O nedenle Musibet’teki daha kolektif bir vicdan rahatlatma, yani bütün mimarlık camiasının bir hareketi.
Pelin Derviş: Tamamen katılıyorum sana. Beni en çok endişelendiren tarafı da bu Musibet’in. Tasarımın bir ekip işi olduğunu söylüyoruz ama o sergi monoblok bir ifade taşıyor. Yani hepimizin kabul edeceği bir motto var varsayımıyla hareket ediyor. Kendi içinde farklı tonlar, diller ya da ifadeler pek görmüyoruz, bizi çok şaşırtacak yeni cümleler de duymuyoruz.
İstanbul Tasarım BİENALİ
Alpay Er: Katılıyorum tamamen. Güncel ama başka bir yerde mesele edilmiş derken de Vasıf’ın sözünü ettiği arşivleme durumunu kastettim. İşler herhangi bir sarsıntı yaratmıyor. Bunu yaratabilmesi için yerellik kurgusunun daha kuvvetli olması gerekirdi. Bu haliyle yetmiyor oradaki. Yara bandı proje de çok güzel bir tanımlama. Tasarımla ilgili bir problem var: Tasarım dünyayı kurtarabilir mi? Benim kişisel cevabım hayır ama bunu tasarımcılar olarak sürekli ısıtıp ısıtıp gündeme getiriyor olmamızın getirdiği bir vicdani rahatlamadan söz etmek mümkün. Sanki birçok kişi için her şey iyiye doğru gidiyor. Teknoloji bizi daha iyi bir geleceğe doğru götürüyor çünkü her şey akıllı hale geliyor, her şey seni algılıyor, her şey sana karşılık veriyor. Daha çevreci daha az tüketen bir yaşam tarzına doğru mu gidiyoruz? Bunlara yönelik bir dolu imalar ve birtakım vaatler var. Ama bu vaatlerin gerçekçiliğine dair bir eleştiri yok.
Alpay Er: Adhokrasi’de az önce Mert’in değindiği gibi küratöryel duruşta o açıklıkları bırakma konusunda daha rafine bir dil var; izleyici olarak suçu, günahı paylaşıyoruz. Musibet’in tüm o kentsel dönüşüm bagajıyla beraber gelirken çok daha belirgin bir şeyler söyleme ihtiyacı olabilir. Bu noktada kasıtlı olduğunu düşünmediğim bir ironi var: Bienal muhalif dilin dahi sisteme içselleştirilmesine yönelik bir platforma mı dönüştü? Aslında kentsel dönüşüm konusunda muhalefet etme hakkına dahi sahip olamıyor muyuz? Muhalefet sisteme içselleştiriliyor ve onun mülkiyetine mi geçiyor? Muhalefetin mülkiyetinden bahseder hale gelmeye mi başladık ?
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 34
İstanbul Tasarım BİENALİ
küresel köy inşaat seti, open source ecology (adhokrasi)
ımagıne, pedro reyes (adhokrasi)
produser, trıstan kopp (adhokrasi)
almamızı sağlayacak, mesleğinden çıkıp birey olarak tavrını ortaya koyacak duruşlar sergileyen çok az iş var. Adhokrasi’deki Aslı Kıyak İngin'in, bir de Hayriye Sözen'in işlerini bu açıdan önemsiyorum. Hayriye, mimar olmanın ötesinde hukuk sistemi üzerine, Çağlayan Adliyesi'nin başına gelenler özelinde İçkin Tanıklık adlı bir video yaptı. Mimar olarak olanaklarımız sadece inşai faaliyetlerle sınırlı değil, kazıyıp ortaya çıkaracağımız bağlamla araçlarımızı da dönüştürmemiz, geliştirmemiz gerekiyor. Aksi takdirde tek dilli, tek araçla konuşmaya başlıyor ve aynı şeyi söyler oluyoruz. Bunun çeşitlenmesi gerek; makaslarınızı, kalemlerinizi değiştirmeniz başka türlü bir ses çıkarmanıza, başka türlü düşünmenize, "düşünme sisteminizin aracını" geliştirmenize yardımcı oluyor. Hem kentin hem mimarların hem de mimarlığın buna ihtiyacı var aslında.
çocuğudur. Biz gücümüzü hep başta sermayedar olmak üzere başkalarıyla paylaşmak zorundaydık, o yüzden haddimizi biliriz. Ama mimarlar hala Vitruvius’tan gelen bir geleneğe sahipler, doğrudan Kral’la çalışyorlar. Arolat da Zorlu bana iş verdiyse yaparım diyor herhalde. Biz ise tüm paydaşlarla uzlaşmak zorundayız. Bunlar iki farklı kültür. Bu tavırdan dem vurarak, bence aslında bienali aşan bir olgudan bahsediyorsun.
Hülya Ertaş: Musibet’teki sorunlardan en büyüğü belki de bu tek dillilik; o dilin de kendine dert edindiği konuyu neredeyse parmak sallayarak bize anlatan, buyurgan bir dil olması. Orhan Pamuk’un İstanbul, Şehir ve Hatıralar kitabında sözünü ettiği 1960’larda modern hayatın nasıl olması gerektiğini anlatan, sokakta nasıl davranılması gerektiğini tembihleyen gazete yazılarındakine benzer bir dil. Bu, halka doğrusunu öğretmeye çalışan, en iyisini bilen mimar dili. Alpay Er: Bunun okullarda yeniden üretilen mimarlık meslek ideolojisiyle ilgili bir şey olduğunu düşünüyorum. Mimarın tek başına yaratıcı, biçim ve yön verici güç algısıyla, bir ürün tasarımcısının, grafik tasarımcınınki hiçbir zaman eşit olmadı. Mimarlık pre-kapitalist bir meslektir, oysa endüstriyel tasarım sanayi kapitalizminin
Hülya Ertaş: Evet, ama o iletişim sorununun kendisi işlere yaklaşmayı da imkansızlaştırıyor, bienali anlamayı da. Neden ard arda dizildiğini tam olarak kestiremediğiniz bir izleği takip etmek zorunda kaldığınız için o hapishane içinde yoruluyorsunuz. Onun içinde de birileri böyle parmak sallayarak bir şey anlattığı zaman iyice bitap düşüyorsunuz. Ben mimar olarak bu kadar zorlanıyorsam, halk ne yapıyor merak ediyorum. Pelin Derviş: Ben her iki sergiden de çok yorgun çıkıyorum. Musibet’teki yorgunluğumun nedeni budur herhalde. Adhokrasi'den de çok yorgun çıkıyorum ama başka bir tür yorgunluk o, niteliği çok farklı. Vasıf Kortun: Musibet’in neresi tasarım bienali? Sergideki mekansallaştırma çok problemli. İşlerin sunulma biçimi de öyle, Korhan Gümüş’ün Herkes İçin Mimarlık ile birlikte yaptığı alandaki gazeteleri ya da İzmir sergisinin platformlarını düşünün. O malzemeyi alıp başka bir şey yapmak da mümkün olamıyor çünkü her şey kendinin silik bir kopyası, imkanları kapatıyor.
“Kentsel dönüşüm kavramı tasarım bienali içinde, hayatla nasıl ilişki kuruyor; tasarım, mimarlık ve kent ile nasıl ilişkilendiriliyor? Musibet sergisinde bunları göremiyorum.” pelin derviş
Hülya Ertaş: Ben tasarım bienali gündeme geldikten sonra bazı konularda endişelenmiştim. Mimarlık tartışmalarının tasarıma oranla Türkiye’de daha olgunlaşmış olduğunu ve tasarım tartışmalarının bir bienali gerçekleştirmeye yetemeyeceğini düşünürken sonuç tam tersi oldu: İthal da olsa iyi bir tasarım sergisi ile Türkiye’deki tartışma ortamının gerisinde bir mimarlık sergisi.
kreuzberg – ıba ’84-’87, esra akcan (musibet)
Mert Eyiler: Hülya mimarlık bu sunulara, bu temsillere daha hazır, daha alışık dedi ya, burada ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bu coğrafyadaki hakim mimar ve mimarlık profili daha çok fiziksel temsiliyetlerle bu zamana kadar geldi. Şu anda bunu oluşturan, bağlam tartışmalarını başlatan, başka disiplinlerle estetize değil de daha sosyal işbirlikleriyle, bu soruları soran tanışıklıkları daha yeni yeni kuruyoruz. Diğer yandan şu anda özellikle Tasarım Bienali'nde Musibet'in nasıl temsil edildiğiyle ilgili Vasıf’ın sorusunu biraz genişletebilir miyiz? Aslında kenti bir tasarım alanı olarak sorgulamaya açmalarıyla bunu gündeme getirmiş olduklarını söyleyebiliriz belki. Uğur Tanyeli'nin önemli bulduğum bir söylemini burada hatırlatmak istiyorum: "Kent, fiziksel karşılıkları da olabilen -olması şart değil- sosyalleşmedir." Tam da bu bağlamda kenti bir tasarım nesnesi olarak ortaya açarken, bunu özellikle fiziksel nesnesi egemen bir sunuyla yapınca, her şey yerle bir oluyor. Musibet’te bana en yakın gelen işlerden biri daha sergiye başlarken, mahalle inisiyatiflerine, örneğin Sarıyer ve Kuzguncuk mahallelerine de yer veren bir video. Vaat ettiği şeyin tam da bu inisiyatifler olduğunu düşündürürken, sergi boyunca bir daha göremiyorsunuz. Bunları önemli buluyorum. Bunların daha görünür olduğu bir kentin ve tasarım tartışmalarının olmasını diliyorum. Hülya Ertaş: Ama bu Sarıyer ve Kuzguncuk sakinlerinin konuşmaları gibi mevcut durumu ortaya seren işler, bienaldeki bir işin ancak başlangıç noktasını oluşturabilir. Esra Akcan'ın Almanya'da yaptığı söyleşileri, 40 Nasihat’ın kent içinden örneklemlerini ya da gazete kupürlerini birer veri olarak bir işin başlangıcında kullanabiliriz, onları alıp oradan başka bir şey üretebiliriz, mevcutu tanımlamanın ötesinde. Mert Eyiler: Sadece öznesi mimar olduğu için böyle bir şeye saplanmamamız gerektiğini düşünmüyorum. Diğer yandan senin söylediğin ile Vasıf'ın söyledikleri paralel. Ortada bir iş var ve onları bir şeye çeviremiyoruz.
meydandaki tepki, can yalman (musibet)
Vasıf Kortun: Kabul edilebilir olabilirdi nispeten. Pek anılası olmayan bir Storefront for Art and Architecture geçmişine sahip, geçmişinde gene anılası sergiler olmayan, güncel konuları kompleksleştirmeyen bir dergi editörüyle, şu anda memlekette bulabileceğiniz, inşa eden yıldız mimarlar kuşağı arasından bir
35 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
izmir/deniz (musibet)
Alpay Er: Az önce değindiğimiz kapitalist yapının içinde tasarımın araçsallaştırması vardır; mesela endüstriyel tasarım rekabet gücünü artırmanın, ülke ekonomisine katkıda bulunmanın bir aracıdır. Bu araçsallaştırma bienalde eleştiriliyor, işlerin bazılarında buna yapılan bir vurgu var. Ama söylemde bu yok. Sanki bienal sanayiciyle tasarımcıyı bir araya getirmeyi amaçlıyormuş gibi ifadeler hatırlıyorum. Söylem açısından savrulmalar, tutarsızlıklar vardı, en azından başlangıçta. Yine de ilk çizgiyi çizeceksin ki ikinci çizgi düzgün olsun. Ellerine sağlık, ilk çizgi çizildi diye düşünüyorum. Olmasaydı bu konu üzerine konuşamazdık. Kusurluluk teması bu ilk olma haline çok uyuyor ama sanki kusurluluğu kusursuzca işlemek için yola çıkılmış gibi bir durum da var.
İstanbul Tasarım BİENALİ
Aralarından sıyırabileceğimiz ve yeniden düzenleyerek belli bir niteliğe erişmesine katkıda bulunabileceğiniz çok az ama yine de bir-iki iş var. Daha önce ilginç ya da kendi alanlarında düzgün işler yapmış aktörlerin bile -bunlar sanatçı, mimar ya da başka bir şey olabilir- kendilerini nasıl düzlettiklerini görmek biraz trajikti. Çünkü belli ki o işi yapan nasıl iletişim kuracağını, o malzemeyle ne yapacağını bilemiyor. O noktada küratörün devreye girmesi gerek. Malzemenin kendisi sergi anlamına gelmez ve bu şekliyle, bu sıralamayla hiç değil. Odalardaki dikey-yatay ilişkisi de çok tuhaf. Madem alçıpan, duvar ve boya yoğun kullanılmış tavanlar da ölçeklendirilseydi. Benim o sergiyi deneyimlememin bu tarz bir işkenceye dönüşmesi gerekmiyor. Zaten sokağa çıktığım zaman her an o işkencenin içindeyim. Zaten oradayım ve bunun farkındayım.
“Tasarım dünyayı kurtarabilir mi? Benim kişisel cevabım hayır ama bunu tasarımcılar olarak sürekli ısıtıp ısıtıp gündeme getiriyor olmamızın getirdiği bir vicdani rahatlamadan söz etmek mümkün.” alpay er
istanbul-o-matik, pattu mimarlık - cem kozar, ışık ünal (musibet)
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 36
İstanbul Tasarım BİENALİ
(un)cıty – (un)real state of the (un)known, wallonıa-brussels archıtectures
mimar, küratör olarak atanmış. Bu onların suçu değil ki ve aralarındaki kan uyuşmazlığı hakiki bir heyecana dönüşmemiş.
bomba, kpm-kerem piker mimarlık (musibet)
Hülya Ertaş: Sonuçta karşımızda bir bienal var ve 12 Aralık'ta bitiyor. Ardında ne bıraktığını söyleyebiliriz? Vasıf Kortun: Bilemeyiz ki, bunların tortulaşması çok zaman alıyor aslında. Gençlerde, tasarım öğrencilerinde ne bıraktığı önemli olacak, o da başka bir tortulaşma. Bir şeyi, olduğu zamanda anlamak da eleştirmek de çok zor. Ama olacaksa Adhokrasi bir örnek olacak bir çok anlamda, Grima ve ekibi tartışmaya açık bir proje oluşturmuş. Çocukları kışkırtan taraf olacak ve bu da azımsanmayacak bir kazanım. Mert Eyiler: Ben iyimser bakmaya çabalıyorum. Az önce Maltepe Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nden kent bilgisi dersi için bir öğrenci grubu oradaydı. Demet Mutman, öğrencileri ile sergiyi turluyordu, 40 Nasihat odasında, o işleri kentte tutunmaya çalışan varoluşlar üzerine ve inşa ettikleri ihtiyaçları üzerine konuştuk. Aslında onlara bunu aktarıyoruz. Bundan sonraki tartışmaları sürdürecek olanlar onlar bence. İyi ki oldu, böyle böyle hazırlanacağız. Pelin Derviş: Gençlerden söz ettik ama bir de çocuklar var. Onlar için herhalde travmatik bir iz bırakacaktır İstanbul Modern'deki sergi. İstanbul Modern'de bienal yapmakla Galata Rum Okulu'nda yapmak arasında fark var. Galata İlkokulu'na bilerek gidersin ama İstanbul Modern bir akışın içinde, oranın sürekli ziyaretçileri var. Belki de başka bir mekan düşünülmeliydi bu haliyle Musibet için. Alpay Er: "Fail sooner to innovate better"şeklinde yaygın bir deyişten hareketle şunu söylemek mümkün, bir yerden başlayıp denemeyi, denerken yanlış veya eksik yapmayı göze alamayanlar, özgün bir şey de söyleyemezler, üretemezler. Biz de, Istanbul olarak, bundan çok azade değiliz gibi geliyor. Bu anlamda cesur ve saygıdeğer bir deneme. Daha iyilerinin de yapılacağını düşünüyorum.
makıng cıty istanbul, ıabr (musibet)
istanbul tasarım bienali direktörü: Özlem Yalım Özkaraoğlu istanbul tasarım bienali danışma kurulu: Mehmet Asatekin, George Beylerian, Levent Çalıkoğlu, John Heskett, Defne Koz, Faruk Malhan, Sevil Peach, Deyan Sudjic, İlhan Tekeli, Alexander von Vegesack musibet küratörü: Emre Arolat musibet yardımcı küratörü: Nil Aynalı musibet sergi tasarımı ve prodüksiyon: Özge Ertoptamış, Deniz Kösemen, Ece Çiper adhokrasi küratörü: Joseph Grima adhokrasi yardımcı küratörleri: Elian Stefa, Ethel Baraona Pohl, Pelin Tan adhokrasi grafik tasarımcıları: Folder (Marco Ferrari, Elisa Pasqual) adhokrasi katalog editörü: Avinash Rajagopal katalog editörü: Tamar Shafrir adhokrasi sergi tasarımı: ifau + Jesko Fezer adhokrasi prodüksiyon koordinasyonu: Alessandro Mason
Çin Tablolarını Çağrıştıran KIRSAL YAŞAM DENEYİMLERİNİ BİR ÇIKIŞ NOKTASI OLARAK KABUL EDEN PROJE, KENT MERKEZİNİN DOĞA İLE OLAN İLİŞKİSİNİ SAĞLAMLAŞTIRMAYI AMAÇLIYOR.
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 38
Peyzaj - Park - Shenzhen
fotoğraflar: Meng Yan
Jade Bambu Bahçesi
urbanus archıtecture & desıgn
Dağlık bir topografyaya sahip Shenzhen kentinde yer alan Jade Bambu Bahçesi, çevre bölge ve sokaklar arasındaki yetersiz bağlantıyı tersine çevirerek, kent merkezine yer şekli ve bitki örtüsü korunarak tasarlanmış bir alan katıyor. Parkın kuzey girişi aynı zamanda yüksek gelir grubu konut alanlarının ulaşım bağlantısını kuvvetlendiriyor. Düzensiz bir şekle sahip olan alanın kuzeyden güneye yamaç yükseklik farkı 13 metreyi buluyor. Tasarım, arazinin mevcut engebeli şeklini koruyarak geleneksel Çin avlu sistemiyle bambu adaları oluşturuyor. Böylelikle mekan sadece çocukların saklambaç gibi oyunlar için kullandığı bir park olmaktan çıkıyor, kamusal işlevlere de olanak sağlayarak santranç klübü, TaiChi uygulamaları ve müzik performansı gibi etkinliklerin yer alabileceği ve her yaş grubunun kullanabileceği bir mekanı mümkün kılıyor. Kuzey doğu köşesinden başlayarak alanı çevreleyen ve istinat duvarı boyunca devam eden koridor, kırıklı
yapısı ile dolambaçlı yollarla yamaçlara uzanarak tepeden yeni bir park girişini mümkün kılıyor. Üçgen formlu mekanlar parkın doğu sınırını tanımlarken bambu ağaçları, çiçekler ve peyzaj elemanları bir bütün şeklinde Çin tablolarını çağrıştıran kareler ortaya çıkarıyor ve ziyaretçiler parkın içinde gezerken, algıladıkları sahnelerin kaymasıyla geleneksel Çin bahçelerinin özü vurgulanıyor. Zemin kotundan yükseltilmiş olan koridor, dar yamacı bir çok etkili ve farklı şekilde teras ortaya çıkaracak şekilde kesiyor. Teraslara ekilen çiçekler, çim ve bitkiler ziyaretçilerin ve kullanıcıların bitki yetiştirme ve dikim deneyimini yaşaması ve kamunun bu alana her anlamda katılımının sağlanarak korumacı bir tavırla mekanı deneyimlemesi amaçlanıyor. Proje hızlı kent yaşamının içinde yer açmaya çalıştığı kırsal yaşama dair deneyimlerden yola çıkarak sadece modern Çin Bahçesi'nin yarattığı huzuru değil, Shenzhen'in doğal güzelliklerini öne çıkarmayı hedefliyor. Ayrıca doğa ve kent arasında bir bağ kurmayı amaçlayarak şehir telaşından kırsal yaşamın sakin bambu korusuna sıçrayış teması ile doğa ve kent ara kesitinde alternatif bir ruh hali yaratıyor.
Peyzaj - Park - Shenzhen 39 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
karşı sayfada Parkın girişinden bir kare bu sayfada solda üstte: Parka ana meydandan bakış en üstte, solda ortada ve solda: Park boyunca ilerleyen koridor ve kırıklı yapısı üstte: Parkın tasarımına dair eskiz çalışmaları
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 40
Peyzaj - Park - Shenzhen
urbanus 1999 yılında, Xiaodu Liu, Yan Meng and Hui Wang, önderliğinde kurulan ve kendilerini bir beyin takımı olarak nitelendiren Urbanus, kentsel dokuyu çalışmalarının merkezine koyarak Çin'in kentsel
vaziyet planı proje yeri: Shenzhen, Çin proje alanı: 6.870 m2 proje tasarım süreci: 2005-2006 proje yapım süreci: 2008-2009 işveren: Shenzhen Luohu Belediyesi/Jade Bambu Mahallesi İdari Ofisi proje tasarım: Urbanus Architecture & Design tasarım ekibi: Meng Yan, Zhu Jialin, Xing Guo, Liao Zhixiong, Liu Xiaoqiang, Wu Kaimao, Li Jing, Ding Yu, Wei Zhijiao, Zuo Lei, Xia Miao, Liu Liu tasarım ortağı: NHY Architectural Engineering Design Company yüklenici firma: MCC (China First Metallurgical Construction)
sorunlarına ve mimarideki eksikliklerine çözüm üretmeye odaklanıyor. Tamamladıkları projeler arasında Dafen Sanat Müzesi, OCT Sanat&Tasarım Galerisi, Tangshan Şehir Planlama Müzesi, Tulou Toplu Konutları ve Sungang Meydanı yer alıyor.
eskiz
kültürel meydan planları
kesit
Yeni Cumba İSTANBUL'UN KORUMA ALTINDAKİ GALATA BÖLGESİ'NDE YER ALAN İPERA 25, YAPILI ÇEVRENİN ALIŞAGELDİK KODLARINI, TÜRK EVİNİ YORUMlayarak YENİDEN ÜRETİYOR.
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 42
Yapı - Konut - İstanbul
fotoğraflar: Ali Bekman, Ahmet Alataş, Gürkan Akay
İpera 25, İstanbul’un koruma altındaki tarihi Galata Bölgesi'nde yer alan bir konut projesi olmanın yanı sıra, mevcut mimari dokuya saygılı, altyapıyı, cevre şartlarını, iklim ve güneş hareketlerini ve bölgenin gelişen yeni sosyo- ekonomik yapısını dikkate alarak mimarinin bilinen problemlerine günümüz teknolojik imkanlarını kullanarak yeni yanıtlar arama çabasını sürdüren bir düşünce ile ortaya çıkıyor.
İpera 25
alataş archıtecture
Dokuz daireli konut projesi, tarihi dokunun içinde 21. yüzyılın çağdaş bir örneği olarak değişen yaşamsal deneyimleri tekrardan yorumlayarak; eski Türk Evi'nin cumba kafes ile sokakla ilişkilenen ve mahremiyet sağlayan öğelerini, yapının detay çözümlerine kadar serbestlik, sınırsızlık, esneklik arayışı ve insancıl bir vizyon ile yansıtarak günümüzün yaşam kültürünü temsil ediyor. Yapının içindeki konut birimleri doğu ve batı istikametinde çift cepheli ve günün ihtiyaçlarına göre tek hacimde tasarlanırken, ön ve arka cephelerdeki
zeminden tavana ve dış duvarlara kadar tasarlanmış kesintisiz cam cepheler, konutların sınırlarının sokağın karşı tarafındaki binalara kadar genişlemelerini sağlıyor. Binayı saran geçirgen ve hareketli ahşap kabuk, arkasındaki cam cepheleri yazın gün ışığı ve sıcaktan korurken, cephe ile arasındaki 20 cm boşluk baca etkisi yaratarak binanın çevresinde doğal bir hava sirkülasyonu oluşmasını sağlıyor. Kış aylarındaysa, açılan hareketli kabuktan içeri giren güneş ışınlarının zemin ve duvarlardaki brüt beton yüzeylere depoladıkları ısının, enerji kazanımı olarak geri dönüşü sağlanıyor. Sokağın alışıldık pencere boşluk oranlarını tekrar etmeyi reddeden yapı, diğer yandan sokağın ahşap kepenkli cumbalı yapısını ilişkiler düzeyinde yeniden üretiyor. Beton ile çeliğin bütünleşik bir şekilde, yapısal elemanlarınsa moment almadan dikey yüklerle çalışmasının kurgulandığı taşıyıcı sistemde beton bu sayede bu kadar ince şekilde kullanılabiliyor. Yapısal sistemin gereksinimleri doğrultusunda çelik sistemle betonun birleşim detayları, çapraz çelik bağların şekilleri ve iki duvar arasında cephe ve çatıyı dönen tülle örtülü saydam yüzey detayları özel olarak tasarlanmış.
Yapı - Konut - İstanbul 43 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
karşı sayfada Binanın sokaktan algılanışı ve cephe detayı. Fotoğraflar: Gürkan Akay bu sayfada Tarihi dokunun içinde yer alan binanın sokakla kurduğu ilişki ve cephenin ritmik değişimleri. Fotoğraflar: Gürkan Akay arka sayfada solda üstte: Binanın girişi. Fotoğraf: Gürkan Akay sağda üstte ve solda altta: Geçirgen merdivenler. Fotoğraflar: Ali Bekman sağda ortada: İç mekandan sokağa bakış. Fotoğraf: Ahmet Alataş sağda altta: Sokak kotundan iç mekanı algılayış. Fotoğraf: Ali Bekman
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 44
Yap覺 - Konut - 襤stanbul
Yapı - Konut - İstanbul 45 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
bu sayfada solda üstte: Üst katın iç mekanından bir kare. Ahşap dış cephe elemanının terasla birleşmesi. Fotoğraf: Gürkan Akay solda ve en üstte: İç mekandan kareler. Fotoğraflar: Ali Bekman üstte ortada: İç mekandan bir kare. Odanın iki sokak cephesiyle kurduğu ilişki. Fotoğraflar: Ahmet Alataş üstte: Teras ve tüm binayı terasa kadar dönen ahşap cephe. Fotoğraf: Ali Bekman
zemin kat planı
ara kat planı
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 46
Yapı - Konut - İstanbul
kesit
proje adı: İpera 25 işveren: İpera Group mimari tasarım: Alataş Architecture&Consulting; Ahmet Alataş, Emre Açar mimari tasarım ekibi: Özge Güngör Ülüg, Dilan Yüksel, Emir Elmaslar, Gabriella Collacicco proje alanı: 1100 m2 proje yeri: Galata, İstanbul proje tasarım tarihi: 2009-2010 proje uygulama tarihi: 2010-2011 ahmet alataş Lisans ve yüksek lisans eğitimini 1996 yılında Viyana Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nde tamamlayan Alataş, 1993-1994 yılları arasında Hans Hollein ile, 1996-1999 yılları arasında; Viyana'da Helmut Richter'ın ofisinde, 1999'da Korkut Akkalay, Peter Bauer-Jan Rossie ortaklığında çalıştı. Ardından 2000 yılında Viyana'da kendi ofisi Alataş Architecture&Consulting'i kurdu, 2001 yılında ise ofisi İstanbul'a taşıdı. Ofisin tamamladığı çalışmalar ve kazandığı yarışmalar arasında Önen Holding Yönetim Binası ve Şişli Lisesi Yarışma Projesi üçüncülük ödülü gibi projeler bulunuyor.
5. kat planı
vaziyet planı
çatı katı planı
Yapı - Okul - İstanbul ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 48
fotoğraflar: Gürkan Akay
Katılımcı Eğitim MEKAN ALGILAMA VE KALİTE SORGULAMA alışkanlığının KÜÇÜK YAŞLARDA BAŞLAYIŞINI GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURAN YAPI BU PARALELDE ÖĞRENME SÜRECİNE KATKI SAĞLAMAK AMACIYLA TASARLANMIŞ. Tasarım aşamasına ilişkin ilk çizgileri Mahir Vardar, Nur Esin Altaş ve Arda Sander tarafından oluşturulan yapı, avan proje aşamasında devreye giren Erözü Mimarlık tarafından tasarlanarak kontrol edilmiş. Kampüs, ana bina, yemekhane-spor salonu bloğu, yüzme havuzu ve enerji merkeziyle marangozhanenin bulunduğu dört bölümden oluşan binanın doğu bölgesinde meyve bahçesi, güney bölgesinde ise gerektiğinde yangın için de kullanılabilecek suyun bulunduğu bir doğa parkı ve gölet konumlanıyor. İstanbul Erkek Lisesi'nin tarihi binasından esinlenerek tasarlanan ana bina ile yemekhane-spor salonu blokları, yeraltından bir tünelle birbirine bağlanarak öğrencilerin hava değişiminden etkilenmeden iki mekan arasında dolaşımı sağlanıyor. İstanbul Erkek Liseliler Eğitim Vakfı 125. Yıl İlköğretim Okulu
erözü mimarlık
Ana tasarım ilkesi olarak aydınlık mekanlar ve hareket olanakları geniş dolanım alanları
oluşturmak üzerine odaklanan yapının genelinde yaşları altı ile onbeş arasında değişen çocukların doğal ışık ve temiz havanın sağlayacağı mekansal kalite ortamında eğitim görmeleri hedeflenmiş. Sınıflar ve koridor arasında kalan cephelerde sınıf iç mekanından koridorun algılanması engellenirken buna karşılık yetişkinlerin, sınıf içinde olanları izleyebileceği yükseklikte cam yüzeyler oluşturularak, koridorun doğal ışık alması sağlanmış. Aynı zamanda oluşturulan dolu yüzeyler, dolap alanları olarak işlevlendirilmiş. Yangın merdivenleri, binanın iki ucundaki saydam cephelerle oluşturularak böylelikle okul içinde, ders sırasında oluşabilecek dolaşım gürültüsünün sınıfları rahatsız etmesinin önüne geçilmiş. Tüm katların birbirine benzemesinin önüne geçerek kat farkının algılanması adına döşeme kaplamalarında farklı renkler kullanılarak bina içinde dolaşım ve tarifleme kolay hale getirilmiş. Yapının göbeğinde açılan ışık feneri ve iz düşümündeki galeri ile uzun koridorların önüne
Yapı - Okul - İstanbul 49 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
geçilerek aydınlık merkezler oluşturulmuş. Bu merkezlerin çevresine ise idareci odaları yerleştirilerek okul mekanlarının kontrol edilmesi kolaylaştırılmış. Çatı katında, büyük etkinlik mekanları oluşturmak amacıyla, kolonsuz bir çatı tasarlanarak çelik taşıyıcı elemanlar yapı tasarımı ve statiği hakkında bilgi vermek adına açıkta bırakılmış. Mevcut bir endüstri yapısının, revize edilerek dönüştürüldüğü spor salonu ve yemekhane binasında spor öğretmenleri için ayrıca tasarlanmış olan oda ve çalışma alanları, ana binadan kopartılarak, günün her saatinde kullanılabilecek şekilde planlanmış. Bina cephesinde, granit plaklar arkasına yapıştırılan EPS levhalarla oluşturulan cephe kaplama malzemesi, sadece bu yapı için üretilen özel montaj yöntem ve profilleriyle gerçekleştirilmiş. Enerji tasarrufunun en önemli kriteri olduğu cephe tasarımında, doğal ışığın içeri kontrollü olarak alınması ve ısı yalıtımının optimum ölçüler içinde kullanılması hedeflenmiş.
Yapı - Okul - İstanbul ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 50
giriş sayfasında Ana binanın girişi önceki sayfada üstte: Ana binanın dış cephesi ve amfi tiyatrodan bir kare altta: Yemekhane bölümünün dış görünüşü bu sayfada üstte: Yemekhane bölümü, iç ve dış mekanın ilişkisi solda üstte, sağda üstte ve sağda: Ana binanın dış cephesinden bir kare
Yapı - Okul - İstanbul 51 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
en üstte: Sınıflarda duvarların aynı zamanda dolap olarak kullanılması ve belli bir yükseklikten sonra şeffaf bırakılan duvarlar üstte: Işık galerisinden bir kare üstte solda: Yemekhanenin iç mekanından bir kare solda: Kitaplık bölümü
kesit 2. bodrum kat planı
görünüş
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 52
Yapı - Okul - İstanbul
1. bodrum kat planı
vaziyet planı proje adı: İELEV 125. Yıl İlköğretim Okulu proje yeri: Nişantepe, İstanbul işveren: İstanbul Erkek Liseliler Eğitim Vakfı mimari tasarım: Erözü Mimarlık tasarım ekibi: Cem O. Erözü, Lars O. Grohe, Serengül Ülker Kesim, Burçin Akcan iç mekan tasarımı: Erözü Mimarlık peyzaj tasarımı: Erözü Mimarlık statik: Gamb Mühendislik mekanik: Gündüz Mühendislik elektrik: Öneren Mühendislik proje tarihi: 2009 inşaat alanı: 12.000 m2
zemin kat planı
cem okan erözü 1986 yılında İTÜ Mimarlık Bölümü'nden mezun olan Erözü, aynı üniversitede 1986-1989 yılları arasında yüksek lisans eğitimini bitirmiş, doktora çalışmaları için gittiği Viyana’da, dört yıl boyunca teorik eğitiminin yanı sıra, mesleki çalışmalarda da bulunmuş. 1993 yılından beri Metin Erözü ile birlikte kurdukları Erözü Mimarlık bünyesinde birçok projede tasarımcı olarak yer almış. 1993 yılından beri İTÜ Mimarlık Fakültesi Bina Bilgisi Anabilim Dalı'nda, asistan olarak, mimari proje dersleri veriyor. Ayrıca Viyana Teknik Üniversitesi, Endüstri Yapı Tasarımı birimi ile ortak çalışmalara katılmakta ve endüstri yapıları proje yönetimi üzerine araştırmalar yapıyor.
2. kat planı
proje - kentsel dönüşüm – mersİn ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 54
Yeşil Omurga Mersin’de 1970’lerdeki kuruluşundan bu yana kontrolsüz bir şekilde gelişen Çay ve Çilek mahalleleri için Uysalkan Mimarlık’ın TOKİ için geliştirdiği kentsel dönüşüm projesi, yeşil bir omurga etrafında kurgulanmış. Rahmi Uysalkan
Çay ve Çilek Mahalleleri Kentsel Dönüşüm Projesi
uysalkan mimarlık
Mersin il merkezine doğu giriş aksı olan D400 karayolu üzerinde, liman bölgesinin kuzeyinde yer alan Çay ve Çilek mahalleleri, kurulduğu 1970’li yıllardan sonra hızlı ve sağlıksız bir gelişim süreci geçirerek bugüne gelmiş. D400 karayolu tarafından bölünen bu iki mahalle, güneyde Ataş Rafinerisi, batıda Mersin Cezaevi, kuzeyde Mersin-Adana demiryolu ve doğuda da Deli Çay diye tabir edilen ırmağın arasında sıkışmış halde. OLUŞUM Çay ve Çilek mahallelerinde ilk yerleşimler, 1974 senesinde Ali Kaya Mutlu’nun belediye başkanlığı dönemine denk geliyor. Daha sonra liman ve yakın çevredeki sosyal işletmelerinde çalışan sayısındaki artış, bu mahallelerin de kontrolsüz ve altyapısız büyümesine neden oluyor. Yine 1980 sonrası oldukça
hızlı bir büyüme gösteren Mersin, Çay ve Çilek mahallelerinin bulunduğu doğu yönü aksı istikameti, batı yönüne doğru büyüyor. Bu süreçte kentin bu bölgesi, genel anlamda ihmal edilip, kendi başına bırakıldı denebilir. Son yıllarda yeni bölge belediyesinin de olumlu çabaları ile yapılan iyileştirme çalışmalarına rağmen bölge sağlıklı bir mahalle olmaktan uzak. KENTSEL DÖNÜŞÜM SEBEPLERİ MEVCUT VERİLER Genelde konut yapılarının yoğun olduğu bölgede küçük ticari işletmelerin yanı sıra D400 karayolu boyunca sıralanmış orta ölçek ticari ve küçük sanayi işletmeleri de yer alıyor. Bölgede bulunan sosyal donatı binaları yetersiz olmalarının yanında oldukça da eskiler. Yeşil alan ve çocuk parkları olması gerekenin çok altında; yollar ve sokaklar, modern hayatın talep ettiği tedarik yolu ihtiyacını karşılayamamakta. Toplu taşıma aracı olarak dolmuşlar işlev görmekte, acil durumlarda ise araçların alana gidişi sıkıntılı olmakta.
karşı sayfada Otoyola doğru yükselen ve iç kısımlara doğru alçalan konut blokları kompozisyonu bu sayfada solda: Genel perspektif solda altta: Yeşil bant altta: Yeşil bandın yapılarla ilişkisi
proje - kentsel dönüşüm – mersİn 55 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
MEVCUT DURUM ALAN YAKLAŞIK KULLANICI SAYISI
TASARIM KRİTERLERİ Ülke genelinde daha çok belediyeler ve TOKİ eli ile yürütülen dönüşüm çalışmaları ne yazık ki doğru strateji ve analitik bir süreç yerine, bu dönüşüm için gerekli olan maddi kaynağın her ne pahasına olursa olsun yaratılması üzerine kurulu. Genelde vuku bulan bu dönüşüm de özenli bir sosyal çevre yaratmak yerine, inşai iyileştirme hamlesi olarak kalmakta. Çay ve Çilek Mahalleleri kentsel dönüşüm projesini, elimizden geldiğince uygulana gelinen bu modelden arıtıp, kenti, kentliyi ve doğal çevreyi ön planda tutarak yaptık. Proje gelişim sürecinde işverene ısrarlı bir biçimde analitik bir şehircilik çalışması yapıp, şehir oluşumunun sağlam temeller üstüne kurulması gerektiğini doğru bir şekilde ifade ettik ve işverenin de bu süreçte pozitif bir katkıda bulunmasını sağladık. Özellikle Ataş Rafinerisi arazisinin mevcut araziye katılımı ile birlikte, genelde acımasız emsal artışlarına sebep olan maliyet-rant dengesi rahatlatıldı.
ÇAY MAHALLESİ
ÇİLEK MAHALLESİ
32,3 Hektar
61,3 Hektar
9000
4600
KİŞİ BAŞINA DÜŞEN YEŞİL ALAN
2,09 m2
0,30 m2
KİŞİ BAŞINA DÜŞEN SOSYAL ALAN
0,25 m2
0,20 m2
Bu bağlamda: • Tasarım sürecinde sosyal ve kültürel veriler değerlendirildi, mahalle ve mahalleli kültürünü sürükleyici bir tasarım geliştirildi. • Yapı yoğunluğu ve yükseklikleri, mümkün olduğunca insan ölçeğinde tutuldu. • Mersin ili iklim koşulları göz önünde bulundurularak konutlar doğal havalandırma sağlamak amacı ile en az iki farklı yönden cephe alacak şekilde tasarlandı. • Özellikle yeşil kuşak önerisi ile temiz ulaşım potansiyelleri yaratıldı, yaya ve bisiklet ulaşımı için gerekli altyapılar sağlandı. Keza okullar ve diğer sosyal donatılar, yaya yürüme mesafesi gözetilerek organize edildi. • Konut alanlarına hizmet verecek mahalle evleri, spor ve çocuk oyun alanları komşuluk ilişkilerini ve mahalleli kimliğini destekleyecek şekilde düzenlendi. Çay ve Çilek esasında D400 karayolu ile bölünen, karakteristik özellikleri çok yakın olan mahalleler. Öneri proje şu an için olmasa da, gelecekte bu iki mahallenin D400 üzerinden geçen bir yeşil omurga
ile birbirine bağlanmasını ve bu sayede sosyal donatı ve yeşil alan kullanımını daha organize ve kapsamlı bir şekilde daha büyük bir nüfusa yaymayı hedefliyor. D400 karayolunun önemli bir ticaret aksı olduğu ve son zamanlarda bu aksta artan sayıda ofis binaları oluştuğu gözlemleniyor. Bu durumda karayolu boyunca ticaret birimleri, içerilere doğru karma kullanım, daha sonra da konut alanları oluşturmak sureti ile kademeli bir zonlama önerildi. Mahalle yaşantısının özü sahiplenme ve aidiyet. Doğru ölçeklerde oluşturulmuş bir sokak ya da bir avlu, özel alanımız olan konutumuzun dışarıya uzanan yarı kamusal mekanıdır. Bu mekan, mahalle sakinlerinin buluştuğu, birbirine göz kulak olduğu, çocuklarının kaygısızca çıkıp oynadığı mekanlardır. Öneri proje, doğru ölçekte "küme"ler yaratarak gerek avlu gerekse sokaklar oluşturuyor. Bu avlu ve sokaklar, akarak ana omurgaya bağlanıyor. Yeşil omurga, ana rekrasyon aksı olarak da tanımlanabilir. Bu omurga boyunca gezinti ve bisiklet
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 56
proje - kentsel dönüşüm – mersİn
çay ve çilek mahalleleri kuşbakışı perspektif
mahalle yaşantısı için öngörülen plan
yolları, spor ve çocuk oyun alanları, kafe ve kiosklar yer alıyor. Omurga, Deli Çay’ın bir kent parkına dönüştürülmesi ile oluşturulmuş kapsamlı bir rekreasyonel alana bağlanıyor. Bu park kentliye, içerisinde alışveriş birimlerinin de bulunduğu geniş bir kullanım olanağı sunuyor. BEKLENTİLER Tasarımcı olarak beklentilerimiz her ne kadar iyimser ve yüksek olsa da ülkemizin kronik sıkıntılarının sebep olacağı kalite düşüşüne, ne yazık ki her projede olduğu gibi bu projede de hazırlıklı olmalı, uygulama için gerekli mücadeleyi sürdürmeliyiz. TOKİ, geleneksel yaklaşımlarının aksine tasarımcılar olarak bizlere zaman ve özgürlük sağladı. Ülke genelinde gündemin ön sıralarında yer alan kentsel dönüşüm projelerinin analitik bir süreçle geliştirilmiş ve uzlaşılmış projeler olması yönünde atılan bu adımın sadece bir konsept proje elde etmekle sınırlı kalmayacağını umuyoruz. Bu projeyi bu bağlamda sadece TOKİ için değil, kentsel dönüşüm projesi gerçekleştiren tüm belediyeler için de bir örnek teşkil etmesi anlamında da uygulanmasa bile kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz.
çilek Mahallesi
2.730
2.070
Toplam 2.070
konut alanI
327.914 m2
247.496 m2
247.496 m2
ticaret alanı
36.862 m2
14.640 m2
14.640 m2
ofis alanı
94.829 m2
58.924 m2
153.753 m2
sosyal donatı
51.718
15.564
67.282
dükkan adeti
42
15
57
dükkan alanı
8.508 m2
2.722 m2
11.230 m2
yeşil alan
285.740 m2
176.968 m2
462.708 m2 279.000
yol
153.000
126.000
sert zemin
94.000
94.000
124.000
PROJE ALANI
6.000.000 m2
323.000 m2
923.000 m2
BRÜT İNŞAAT ALANI
467.848 m2
305.411 m2
773.259 m2
EMSAL
0,78
0,95
0,84
proje adı: Mersin Çay ve Çilek Mahalleleri Kentsel Dönüşüm Projesi mimar: Uysalkan Mimarlık / Rahmi Uysalkan proje ekibi: Tolga Şentürk, Nurver Öztürk, Hanifi Sekmen, Bensu Kenarlı, Esra Doğu, Vladimir Kalmik işveren: TOKİ inşaat alanı: 773,259 m2 ana işlev: Kentsel dönüşüm ana strüktür: Betonarme projelendirme tarihi: 2012
proje - kentsel dönüşüm – mersİn 57 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
rahmi uysalkan 1968 yılında Mersin'de dünyaya gelen Rahmi Uysalkan, MEV Toros Okullarında tamamladığı lise eğitiminden sonra mimarlığa, lisans eğitimini 1991 senesinde tamamladığı ODTÜ Mimarlık fakültesinde adım attı. Bunu izleyen 10 sene boyunca Viyana’da yaşayan Rahmi Uysalkan, bu süre zarfında Viyana Teknik Üniversitesinde "Diploma Ingeneuer für Architektur" derecesini alırken, mesleki çalışma yaşamını da Bemd Stanzel, Christoph Mayrhofer ve Paolo Piva gibi önemli mimarların ofislerinde sürdürdü. 2000-2004 yılları arasında "Hoffmann&Janz Architects" ofisinde proje yöneticisi asistanı olarak işe başlayan mimar, sonraları aynı ofiste çeşitli işlerde proje yöneticiliği yaptı. 2004 yılında serbest meslek kariyerine gittiği Moskova'da başladı ve bu şehirde projeler tamamladı. Daha sonra Kiev'de yapılan ilk beş yıldızlı otel olan Hyatt-Regency inşaatı esnasında tasarım ofisi yöneticiliği üstlenen mimar, özellikle otel tasarımı ve yapımı konusunda uzmanlaştı. Ağustos 2006’da İstanbul'da kendi ofisini kuran Rahmi Uysalkan projelerin yanı sıra, çeşitli üniversitlerde jüri üyelikleri ve stüdyo yürütücülüğü de yaptı.
Çay Mahallesi konut adeti
proje - teknolojİ kampüsü - İstanbul ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 58
Peyzaj Üzerinde Yükselen Mimari tasarımı Era şehircilik, Mimarlık, iç mimari tasarımı Midek/Mingü tarafından yapılan Garanti Teknoloji Kampüsü, tepelerin belirlediği bir peyzaj üzerinde yükselen ve avlularıyla yeşile açılan bir proje. Proje alanı İstanbul'un Anadolu yakasında, Pendik ilçesinde. D-100 karayolu ile E-80 otobanı üzerinde (halk arasında bilinen adıyla E-5 ile TEM otoyolu arasındaki yol), Sabiha Gökçen Havalimanı’na da yakın bir noktada. Pendik sakinlerinin yakından tanıdıkları ve bir dönem İstanbul'un girişi olarak da bilinen Alemdar Kimya tesislerinin bulunduğu iki ayrı parselden oluşan 52.000 m2'lik alanda.
garanti teknoloji kampüsü
midek/era
Tersane bölgesine oldukça yakın bir noktada bulunan arazi, son yıllarda sanayi sektöründen hizmet sektörü ve ticarete doğru dönüşüm yaşanan bir çevrede yer alıyor. Arazi yollarla tamamen çevrelenmiş olmakla beraber, kuzey-güney yönünde uzanan genel çevre topoğrafyası bir vadi oluşturuyor ve tepelerin arasından ilerleyen bağlantı yolu ile şehrin altyapısı ile ilişkileniyor. Sanayinin ağır bastığı bu geniş "vadi" kuzeye, Sabiha
Gökçen Havalimanı’na doğru çıkıldığında yerini yeşil bir örtüye bırakıyor. Sahile doğru ilerledikçe şehrin doğayı unutmuş halini vurgular şekilde sanayi yapıları da dikkati çekiyor. Özgün ve esnek çalışma alanlarını sürdürülebilir çevreci bir ortamda yaratmak fikrinden yola çıkılarak tasarlanan ofisler, çevredeki kaotik yapılaşmanın aksine şeffaf bir sadeliği öne çıkarıyor. Ofis kütlesi bulunduğu çevrenin bir unsuru olarak geniş ölçekteki doğal topoğrafyayı arsa içerisine yansıtan tepelerin kaplandığı yeşil bir peyzajın üzerine oturuyor. Bu peyzaj aynı zamanda tepeler altında bulunan özel işlevleri, açık dolaşım ve rekreasyon alanlarını barındırıyor. Ofis alanları teknolojik ifadeli yükseltilmiş bir blok içerisinde toplanarak çalışma alanlarına azami düzeyde esneklik sağlanmış, diğer tüm özel işlevler zemin ve altı katlarda yerleşmiş olduğundan ofis hacimleri gökyüzüne ve peyzaja açılan avlular etrafında süreklilikleri engellenmeden yerleştirildi. Ofis mekanlarındaki süreklilik, işlevlerin ofis hayatının değişkenliğine ve dinamizmine uyum sağlayabilecek
bu sayfada solda: Bağlantı yolundan yapının cephe görünüşü altta: Yapı kütlesinin zeminle ilişkisi en altta solda: Yalın cephe kütlesi en altta: Cephe içerisindeki güneş kırıcı sistemi
proje - teknolojİ kampüsü - İstanbul
karşı sayfada Yapının kentsel doku içindeki görünümü
59 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 60
proje - teknolojİ kampüsü - İstanbul
alt sırada: Eskizler en altta: Avlunun içinden görünüm sağda: İşlev şeması
şekilde esnek plan altyapısıyla oluşturulduğundan farklı düzenlemelere ve mekansal çeşitliğe açık bir yaklaşıma sahip. Garanti Teknoloji tarafından hazırlanan verilerden yola çıkılarak yapının ihtiyaç programı oluşturuldu. Gelecekteki kullanım senaryoları ile mevcut durum karşılaştırmaları yapıldı; kişi başı ofis metrekareleri farklı ofis tipleri ve yoğunluklara göre ortalama modüller oluşturularak hesaplandı. Garanti Teknoloji ile karşılıklı yapılan görüşmelerde ihtiyaç programı derinleştirilip çalışma, teknik ve genel kullanıma ait mekanların bilgileri ortaya koyuldu. Kampüs programı yaklaşık 53.500 m2'lik açık ofis alanı, 16.000 m2'lik oditoryum, data merkezi, kart basım merkezi ve kafeterya gibi özel işlevler ile 72.500 m2'lik otopark, arşiv ve servis alanlarından oluşan üç bölümde toplandı. Sürdürülebilirlik sadece mekansal tasarım girdisi olarak değil, arsa geliştirme, efektif su ve enerji kullanımı, enerji performansı ve çevresel kalitenin arttırılması konularında da ele alındı. Uluslararası ölçekte profesyoneller ile yapılan çalışmalarla işveren, kullanıcı, tasarımcı koordinasyonunda oluşturulan prosedürler ile geri dönüşümlü malzemelerin kullanılması ve
sürdürülebilirliğin binaların yaşam sürecinde etkin bir unsur olması hedeflendi. Bloklar arasındaki dolaşım alanları, sert ve yeşil peyzaj alanları ile pasif soğutma elemanları olarak kullanılan havuzlar arasında bulunan yaşayan bir kampüs yerleşkesininin bağlantı unsurları. Bu alanlar kampüs içi sosyal hayatın vazgeçilmez birer parçası olarak farklı mekansal ihtiyaçlara cevap verecek şekilde tasarlandı. Yapının kullanımının gerektirdiği güvenlik sebebiyle kamusal alan olarak mahalle ya da ilçe sakinlerince serbest olarak kullanılamayacak olsa da vadi içerisindeki yeşil alanlar görsel olarak artırılarak çevreye bir katkı sağlamak hedeflendi. Bunun özellikle çalışanların bilgisayar karşısında ve elektronik ortamda geçirdikleri saatlerin ağırlığını hafifletmesi istendi. Açık ve kapalı mekan olanaklarıyla yaklaşık 4.000 kişinin çalışacağı kompleksin İstanbul'da yeni bir çalışma ortamı yaratması, sosyalleşmeyi kuvvetlendirecek alanlar yaratırken Garanti Bankası ve Garanti Teknoloji'nin dinamik ve güçlü duruşunun mimari bir ifadesi olması amaçlandı.
proje - teknolojİ kampüsü - İstanbul
zemin kat planı
1. kat planı
61 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
boy görünüş
en kesit mimari tasarım: Era Şehircilik, Mimarlık, Müşavirlik mimari proje ekibi: Ali Hızıroğlu, Özkan Köse, Ekim Orhan İsmi, Nilüfer Okay, Süreyya Numanoğlu, Elif Sarı iç mimari tasarım: Midek/Mingü iç mimari proje ekibi: Hasan Mingü, Adnan Günay, Nazlı Güngen, Gökçen Demirkır, Baran Aytekin, Zeynep Sertçelik, Ece Bilge proje yönetimi: Midek/Era proje yönetimi ekibi: Fahrettin Çiloğlu, Ebru İnce, Faik Barutçu, Akın Baran, Serap Taşkın Aydınel statik proje: MPI Mühendislik elektrik proje: Proma Teknik Danışmanlık mekanik proje: Rota Mühendislik işveren: Garanti Bankası proje tarihi: 2010 yapım tarihi: Devam ediyor arsa alanı: 52.000 m2 toplam inşaat alanı: 142.000 m2 cephe ve strüktür tasarımı danışmanı: Werner Sobek mekanik elektrik tesisat tasarımı danışmanı: Werner Sobek sürdürülebilirlik danışmanı: Werner Sobek leed sertifikasyonu danışmanı: Werner Sobek akustik danışman: Talayman Akustik rüzgar etüdü: TechnoBee aydınlatma konsepti: Speirs and Major aydınlatma: Planlux
İç mekan - apart - İstanbul ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 62
fotoğraflar: Koray Erkaya
Kişiselleşen Modüller İÇ MEKAN TASARIMI AUTOBAN MİMARLIK TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN REPUBLıKA ACADEMIC APARTS ORTAKÖY'ÜN ÖNERDİĞİ YENİLİKÇİ KONAKLAMA SİSTEMİNİN MEKANSAL KURGUSU ÜZERİNE SEYHAN ÖZDEMİR'LE GÖRÜŞTÜK. Beste Sabır
Republıka Academıc Aparts Ortaköy
autoban mimarlık
bs: Öğrenciler, genç iş adamları gibi farklı kullanıcı gruplarına kısa ve uzun süreli konaklama hizmeti veren mekanın kurgusunu nasıl geliştirdiniz? Seyhan Özdemir: Birçok farklı noktadan konuyu irdelemek gerekti. Ana çıkış noktamız, öğrenciler için düşündüğümüz yaşam biçimini kurgulamak oldu. Bu yaşam biçimi sadece konaklayacakları odalardan ibaret değil, aynı zamanda bir arada bulunabilecekleri, sosyalleşebilecekleri serbest alanlardan oluşmalıydı. Tasarımı ikincil gibi görünen mekanların -çalışma, spor, yemek alanı, buluşma noktaları- etrafında kurgulamak istedik. Dolayısıyla bizim için önemli olan; ortak mekanlar ve etrafında yerleşmiş yaşam modülleriydi. Bu proje sadece konaklamaya hizmet verecek mekanlar tasarlamak amacıyla değil, gençler için hayatla ilgili tecrübelerini zenginleştirecek, eğitim ile birlikte onlara bir bakış açısı kazandıracak bir yaşam biçimi tasarlamak
üzerine gelişti. Ayrıca her öğrencinin kendine ait bir modülü olması çok önemliydi. Birer yatak, dolap ve çalışma ünitesinden oluşan bu modüllerin birleşmesiyle de odalar oluşturuldu. Tüm mobilyalar bu modüllere göre tasarlandı. bs: Mimari tasarımı GAD Architecture tarafından gerçekleştirilen binanın iç mekan tasarım aşamasında karşılaştığınız kısıtlar ve öne çıkarmak istediğiniz noktalar neler oldu? sö: Bina esasında alışveriş merkezi olarak, oval formlar kullanılarak tasarlanmış. Bu tasarımın içerisine öğrencilerin yaşam alanı için düşünülmüş modülleri ideal bir şekilde, birbirleriyle ve ortak kullanım alanları ile ilişkileri anlamında bir düzen içerisinde kurguluyor olmak zorlayıcıydı. Modüller minimum alanda maksimum konforu sağlayarak, daha geometrik düzende olduklarından dik açılar birtakım zorluklar getirdi ancak bu zorlukları avantaj olarak değerlendirdik. Geniş bir yapı olduğundan, her modülün gün ışığı alması konusu zorlayıcıydı, bunu da binanın içerisinde tasarladığımız galeri boşluklarıyla, çatıdan ışık alan iç avlu mantığında düzenleyerek gidermeye çalıştık.
63 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
bu sayfada solda: Binanın dış cepheden görünüşü solda ortada: Ana giriş solda altta: İç avludaki ortak kullanım alanları altta: İç avludan bir kare
İç mekan - apart - İstanbul
karşı sayfada Binanın iç mekanlarının gün ışığı almasını sağlayan galeri boşluğundan bir kare
İç mekan - apart - İstanbul ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 64
bu sayfada en üstte: Çalışma alanları ve ortak kullanım alanları en üstte sağda: Hobi odası üstte: Spor salonu ve kütüphanenin bulunduğu katın koridorundan bir kare üstte sağda: Yemekhane karşı sayfada solda ve sağda üstte: Birbirinden farklılaşan oda tipleri ve kullanım alanları solda ortada: Banyo sağda ortada: Odalardaki ortak kullanım ve çalışma alanları altta: Ortak kullanım alanı olan terastan bir kare
bs: Binadaki farklı oda tipleri, ortak kullanım alanları ve farklı modüllerin tasarımında nelere öncelik verdiniz? sö: Oda tipleri mevcut mimarinin bize getirdiği imkanlardan ve bu imkanları zorlayarak ihtiyaçlar doğrultusunda belirlediğimiz noktalardan oluştu. Hem kendi odalarının içerisinde, hem de odalar arasındaki sosyal ilişkiyi ön görerek tasarıma yaklaşmaya çalıştığımızdan iki kişilik odalardan dört kişilik paylaşımlı odalara kadar, tümünde sosyalleşebilecekleri küçük alanların olmasına ve muhakkak ışık almasına önem gösterdik. Zorunlu olarak veya ihtiyaçtan dolayı bir araya gelecekleri mekanlardan öte, keyif duyarak bulunmak isteyecekleri ve onlara faydalı olacak alanlar üzerinde yoğunlaştık. Eğitimin, o yaş çerçevesinde sadece üniversitede gerçekleşmediğine inanıyoruz. Vakitlerinin büyük bir bölümünü geçirecekleri bu mekan içerisinde de eğitimlerini destekleyen ve bütünleyen noktalar (çalışacakları oda veya bir kütüphane, eğitimlerinin bir parçası olan pratikleri deneyebilecekleri veya hobilerini gerçekleştirebilecekleri bir atölye) olması dikkat ettiğimiz bir konu oldu.
bs: Binanın dairesel formu sebebiyle aydınlatma ve gün ışığının mekan içindeki yayılımı önemli bir konu gibi görünüyor. Bu anlamda öncelikli olarak önem verdiğiniz noktalar neler oldu? sö: Tasarladığımız modülleri binanın dairesel formuna göre yerleştirmeye çalıştık. Her oval form oda tip ve boyutlarında bir çok alternatif ve eşitlilik de yarattı. Zorluğu da, avantajı da vardı bu noktada. Binanın genişliğinden kaynaklanan gün ışığı alma ve yayılımı konusunu, binanın içerisinde tasarladığımız galeri boşluklarıyla çözmeye çalıştık, bu boşlukları da günışığı ve bitkilendirme ile yaşayan mekanlar haline getirmek mekan tasarımında önem verdiğimiz noktalardan biri oldu. bs: Aydınlatma tasarımından bahsedebilir misiniz? sö: İhtiyaçtan kaynaklanan aydınlatma olması gerektiği gibi düşünüldü ama onun dışında günün farklı saatlerinde kullanım da düşünülerek effect ışıkları ile aydınlatmayı desteklemeye çalıştık. Fazla keskin olmadan daha insancıl, sakin ve birçok farklı kaynaktan gelen dolaylı ışık alternatifleri ile çözüm bulmaya çalıştık.
proje adı: Republika Academic Aparts Ortaköy proje yeri: Ortaköy, İstanbul arsa alanı: 5.397 m2 toplam inşaat alanı: 20.760 m2 yatırımcılar: Ortaköy Aparts Otelcilik yüklenici firma: Bilgili Turizm ve Gayrimenkul Yatırımları, Doğu İnşaat Yatırımları proje başlangıç tarihi: Eylül 2011 proje bitiş tarihi: Eylül 2012 mimari tasarım: GAD Architecture iç mimari tasarım: Autoban Mimarlık mekanik projelendirme ve uygulama: Detay Mühendislik elektrik projelendirme: Latek İnşaat Elektrik elektrük uygulama: Emtes Elektrik Mühendislik statik proje ve uygulama: Sigma Mühendislik Hizmetleri yapı denetimi: İki A Yapı Denetim
İç mekan - apart - İstanbul
autoban Seyhan Özdemir MSGSF Mimarlık Fakültesi'nden, Sefer Çağlar MSGSF İç Mimarlık Fakültesi'nden 1998 yılında mezun olup mesleki açıdan yeterli deneyimi kazandıktan sonra mimari, iç mimari ve ürün tasarımı çalışmalarını bir isim altında toplamaya karar vererek 2003'te Autoban'ı kurdular. 2004’te ekibe katılan Efe Aydar’ın 2007’de 3. ortak olmasıyla birlikte, bugün 35 kişilik bir ekiple 2009'dan beri Tünel'deki ofisinde çalışmalarına devam ediyorlar. Autoban’ın ilk galerisi, 2006 yılında, iç mimari projeler için tasarlanan mobilyaları sergilemek üzere İstanbul’da açıldı. Bugüne kadar, iç mimari proje ve ürün tasarımı çalışmalarıyla Autoban, 15'den fazla uluslar arası ödüle layık görülmüş, 35 kitap ve 500'ün üzerinde basılı yayında yer almıştır.
65 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
Mobilya Olarak Lavabo ELLENBERGER TASARIM STÜDYOSU TARAFINDAN GELİŞTİRİLEN “ÖZEL MEKAN MOBİLYA KOLEKSİYONU”NUN PARÇASI LAVABO, TARİHSEL SÜRECİ İÇİNDE SU KULLANIMINI İNCELEYEREK ÜRÜNÜ YAŞAM MEKANLARINA DAHİL EDİYOR. Beste Sabır
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 66
ürün tasarımı - lavabo
fotoğraflar: Alexander Fanslau
Washstand Lavabo
ellenberger tasarım stüdyosu
Beste Sabır: Ürününün ana kurgusundan bahsedebilir misiniz? Janıs Ellenberger: Tasarımın başlangıç aşamasında öncelikle ev içindeki su kullanımına dair geleneksel algılar paralelinde eskiden insanların yatak odalarında masa üzerine konan su dolu bir sürahi ve kaseden oluşan temel bir kullanım algısı olduğunu gözlemledim. Geçen yüzyılda su hatlarının ve muslukların montajıyla birlikte insanların yatak odalarında suya ihtiyaç duymaları paralelinde bu mekanlara lavabolar yerleştirildi. Uzun bir süre sonra da su kullanımı yatak odalarından ayrıldı. Ben de bu geleneği sürdürmek için yatak odası ve banyo işlevlerini tekrar bir araya getirmek istedim -tıpkı mutfak ve yaşam alanı fonksiyonlarının tek bir mekan içinde çözülmesi gibi. Bunu iki odalı ev veya apartman konsepti olarak da düşünebilirsiniz; bir oda misafirleriniz için (mutfak+yaşam alanı) tasarlanmışken bir odası da sizin özel mekanınız (yatak odası+banyo) olarak tasarlanmış oluyor ki, bu açıdan baktığımızda tüm projeyi “özel mekan mobilya koleksiyonu” (private space furniture collection) olarak tanımlıyorum. Koleksiyonun başlangıç ürünleri arasında; yatak, lavabo, tezgah ve portatif askılık bulunuyor.
bs: Anladığım kadarıyla lavabonun kullanım alışkanlığını değiştirerek onu mekan içinde bir mobilya olarak ele alıyorsunuz. je: Tamamen geleneklere bağlı kalarak günümüze uyarlamak ya da onu yeniden inşa etmek yerine mobilyayı tek bir bütün olarak ele aldım. Esas fikir olan su kasesi ve bu kasenin masa ile ilişkisine odaklandım. Lavabo duvara monte değil, bu sebeple basit bir masa ve ahşap bir kütle ile entegre edilmiş bir su kabından oluşuyor. bs: Biçim arama tekniklerinizden bahsedebilir misiniz? Üretim ve malzeme seçimi nasıl ilerledi? je: Başlangıçta sadece ahşap kullanmayı düşünüyordum. Fakat sonunda mineral bazlı bir alaşım kullanmaya karar verdik ve bu alaşım, ısı ile şekil verilebilir yapısıyla organik ve amorf şekillerin oluşumunda kolaylık sağladı. Ürünün kullanım deneyimi boyunca, doğal çevredeki göllerin suyun akışı doğrultusunda biçimlenişi gibi, suyun ellerinizden lavaboya, oradan da süzgeçe akışına tanıklık ediyorsunuz. Üretim süreci boyunca her zamanki gibi bire bir ölçekte ve serbest el çalıştım. Bu sayede CAD ortamında yapamadığınız noktaları farkediyorsunuz ve ürünü hissedişiniz güçleniyor. Daha sonra malzemeyi ısıl kalıba dökerek ürünün ilk prototipini kendim yaptım. Bu da tasarım sürecindeki kontrolümü güçlendirdi. bs: Ürün, diş fırçası ve sabun gibi farklı kullanımlara tek bir yüzeyde ve farklı yükseklik seviyelerinde cevap
janıs ellenberger Münster Tasarım Akademisi'nden mezun olan Ellenberger, 2006 yılında Bremen'de iç mimari ve ürün tasarımı üzerine çalıştığı kendi ofisini kurdu. Dünyadaki genç tasarımcıları bir araya getiren Salone Satellite etkinliğine katıldığı ilk yılda gerçekleştirdiği aydınlatma tasarımı, yetişkinler ve çocuklar için tasarladığı oturma birimi ve çalışma amacına göre bir araya getirilebilen ürünleri beğeni topladı.
ürün tasarımı - lavabo 67 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
veriyor. Son şekline nasıl bir kullanım senaryosu paralelinde karar verdiniz? je: Her mobilya tasarlanırken, kullanım alanları çok iyi incelenir. Bu ürünün ellerimizi yıkamanın yanında vücut bakımı olarak genelleyebileceğimiz kullanımlara da cevap vermesi gerekiyordu. Bu özelliklerin hepsini sağlayacak şekilde, lavabo işlevinin yanısıra üç farklı seviyede, havlu, diş fırçası, ilaçlar ve kişisel eşyalar için hizmet vermesi adına yüzeyin formu ile oynayarak tüm bunları özel yüzey alanlarıyla tek bir parçada bütünleştirdik. bs: Ürün-kullanıcı ilişkisinden bahsedebilir misiniz? Bu ikili ilişkide öncelikli olarak neyi amaçladınız? je: Tasarımlarımda her zaman amaçladığım nokta, anlaşılabilir ve net olması ile birlikte kullanıcının kendini ürüne yakın hissedebilmesini sağlamak oldu. Bu anlamda, üründe kullandığımız beyaz renk, işlenmemiş ahşap ve amorf yüzeylerin amacımıza ulaşığını düşünüyorum. Fazla fikir değiştirmeden başlangıçta hedeflenen doğrultuda ilerledik. bs: Su akışı ve gider sisteminden bahsedebilir misiniz? je: Aslında ürünü standart bağlantılar kullanarak her tip musluğa uygun olarak tasarladık. Tek girişli karıştırıcı ve Arne Jacobsen tarafından tasarlanan bir musluk kullandık. Lavabo çok derin olmamasına karşın, akan su doğal akıcılığını kaybetmeden, 12 adet drenaj deliğinden süzgece geçiveriyor.
PİLA Nurus, uluslararası arenada saygınlığı en yüksek ürün tasarım ödüllerinden biri olan If 2013'te Pila ile ürün tasarım ödülünü kazandı. Pila, pazarın talep ve beklentilerinden yola çıkılarak üretilmiş yeni bir ürün ailesi. Ürün, yalın ayak tasarımı ve işlevsel elektrik çözümleriyle öne çıkıyor. Pila'nın kayarak açılıp kapanan masa üstü sayesinde masanın altında
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 68
YENİ - ÜRÜN
SALBEı Legrand'ın yeni anahtar priz serisi Salbei, kalitesi ve farklı renk seçenekleriyle dikkat çekiyor. Her ihtiyaca yanıt veren işlevlere sahip olan ürünün beyaz, bej, alüminyum, antrasit, şampanya ve ahşap renkleri bulunuyor. Montajı kolay yapılabilen
bulunan elektrik çözümlerine kolay ve rahat bir erişim sağlanıyor. Ofislerde hava sirkülasyonu için de elverişli bir ortam yaratan ürünün düz ve açılı ayak seçenekleri bulunuyor. Kullanıcıların ihtiyaç duyduğu tüm elektrifikasyon, ayakların içinden geçerek masa üstüne taşınıyor. Pila ürün grubunda Pila Exe ve Pila Meeting ürünleri de bulunuyor. www.nurus.com.tr
KIORA Z Sieger Design, Duravit için her iki taraftan da rahatça kullanılabilen yeni lavabo Kiora Z'yi geliştirdi. Kiora eviye serisi, çanakta yoğunlaşan eş biçimli bir tasarıma sahip olan Kiora Z ile lavaboda iş yaparken hareket özgürlüğü ve boş alan sağlayan yeni bir tasarımı da kapsayacak şekilde genişletiliyor. Ortada konumlanan eviyenin iki yanında eş biçimli süzülme yüzeyleri
Salbei her renkte tekli, ikili, üçlü, dörtlü ve beşli olarak sunuluyor, yatay ya da dikey olarak kullanılabiliyor. Tuş kapaklı mekanizmaları istenilen çerçeveyle bir arada kullanılabilen seri, çocuk korumalı priz seçeneğine de sahip. www.legrand.com.tr
GALA
FUSION
Vitra'nın Gala banyo mobilyaları, misafir banyolarına uygun olarak tasarlandı. Gala'nın bej ve beyaz renkleri, dar banyo mekanlarına ferah bir görünüm kazandırırken geniş ve kullanışlı depolama çözümleri kullanıcılarına yeni alanlar sunuyor. Koyu renk tercih edenler için siyah dolap seçeneğiyle de sunulan Gala, mobilyaları tamamlayan krom ya da altın bantlara sahip. 40 cm'lik lavabolar, 60 cm enindeki lavabo dolapları ve aydınlatmalı aynalarla birlikte kullanılabiliyor.
Graniser Seramik'in sunduğu Fusion serisi geniş bir kullanım alanına sahip. Ahşap desenli sırlı porselen karolar, yatay ve dikey olarak her mekanda kullanılabiliyor. Banyo, mutfak, teras, balkon, antre ve daha birçok alan için tasarlanan Fusion karolarda siyah, gri, kahverengi, greje ve bej gibi farklı renk seçenekleri bulunuyor. Doğanın dokularını mekanlara taşıyan seri, alan genişliği de düşünülerek 14,5x59, 14,5x89 ve 22x89 cm olmak üzere üç farklı boyutta tasarlandı.
www.vitra.com.tr
www.graniser.com.tr
bulunuyor. Bu iki eşit süzülme alanının çanağa doğru eğimli olması, suyun çanağa her iki taraftan kolayca akmasını sağlıyor. Epikürden üretilen, bulaşık makinesinde yıkanabilen ve bükülmeyen bir kesme tahtasıyla ilave çalışma yüzeyi oluşturuluyor. Kiora Z'nin beyaz, pergamon renginin yanı sıra mat krem ve kadife beyazı tonları da bulunuyor. www.duravit.com.tr
SCHÜCO KIŞ BAHÇESİ Schüco'nun konutların mimari özellikleri ve bireysel talepler gibi etkenlerin tümünü göz önünde bulundurarak uyguladığı kış bahçeleri, birçok farklı elemandan meydana geliyor. Tüm yaşam alanlarını doğal ışıkla bütünleştiren kış bahçelerinde doğru malzeme seçimi kadar mimari uygulama da önemli bir yere sahip. Schüco kış bahçeleri için, tasarımından malzemesine, boyut ve
biçiminden kalitesine kadar geniş bir yelpaze sunuyor. Kış bahçesi sistemlerinin konstrüksiyon kurulumu sırasında cephede ve çatıda daha az sayıda yatay ve düşey profil kullanımıyla daha geniş açıklıklarda daha şeffaf mekanlar yaratılabiliyor. Yatay ve düşey profilleri birleştirirken oluşturulan özel su tahliye sistemiyle yüksek düzeyde su yalıtımı ve kontrollü drenaj sağlanıyor. www.schueco.com.tr
DRC
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 70
YENİ - ÜRÜN
Seranit'in yeni ısıtma sistemi DRC, enerjinin güvenli, ekonomik, verimli ve çevreye duyarlı teknolojilerle üretilmesi ve kullanılması hedeflenerek geliştirildi. Güneşin ısıtmasına en yakın ısıtmayı sağlayan ürün, enerji kaynaklarının da verimli kullanılmasına imkan tanıyor. DRC ısıtıcı paneli 'yeni nesil seramik ısıtıcı', 'cam rezistanslı ısıtıcı' ve 'panel radyatörlü ısıtıcı' çeşitleriyle üç farklı kullanım alanına
hitap ediyor. Her noktasından aynı anda sıcaklığı verme özelliğine sahip olan ürün, sınırsız kullanım ömrüyle de verimi düşmeden çalışıyor. Konvansiyonel elektrik sobasının iki-üç katı kadar ısıtma sağlayan DRC ısıtıcı paneli, bulunduğu ortamdaki nem oranında değişikliğe neden olmazken, elektrik enerjisiyle çalışması sayesinde oksijen seviyesinin azalmasına da neden olmuyor. www.seranit.com.tr
123D DESIGN
KLEEMANN ASANSÖRLER
Autodesk, herkesin kolaylıkla üç boyutlu modelleme yapabilmesini sağlayan Autodesk 123D Design uygulamasını sundu. 123D Design, kullanıcıların iPad, Mac, PC ya da web tarayıcıları aracılığıyla dijital modelleme yapabilmelerine ve bu modeli üç boyutlu olarak yazdırabilmelerine olanak veriyor. CAD kavramlarını öğrenmeden kolayca tasarım yapılabilmesine imkan sunan uygulamada kalıp şekiller ve örnek modeller bulunuyor. Kullanıcılar, tasarımlarına nesne eklemek ve parçaları birleştirmek için doğal etkileşimlerden faydalanabiliyor. Uygulamanın önceden hazırlanmış kitlerine www.123dapp.com adresinden erişilebiliyor.
Kleemann'ın sunduğu çevre dostu hidrolik asansörler %50'ye varan enerji tasarrufu sağlıyor. Soğutucu gerektirmeyen Kleemann asansörler aynı zamanda düşük kalkış akımıyla binalar için daha düşük ana elektrik beslemesine ihtiyaç duyuyor. Taşınan yükten bağımsız olarak sabit hız ayarlayabilen ürün bu şekilde yüksek enerji tasarrufu sağlıyor. VDI 4707 enerji tüketim sertifikasına sahip Kleemann asansörlerin LED teknolojisiyle kabin aydınlatması, özel bekleme modunda çalışma, elektrik kontrol paneli, kolay kurulum için valf, invertör ve kontrol paneli ayarlarının önceden yapılabilmesi gibi özellikleri de mevcut.
turkey.autodesk.com
www.kleemannlifts.com.tr
TROX ÖDÜL ALDI
TROX, mimarlar tarafından verilen Architects' Darling Award 2012'nin iklimlendirme ve havalandırma teknolojileri alanında verilen altın madalyasının sahibi oldu. Architects' Darling, çeşitli mimari dergilerde mimarlar ve tasarımcılar için yapılan bir ankete dayanıyor. Ankete katılan yaklaşık 2500 mimar ve tasarımcı, inşaat
ELBİ INTERLIGHT FUARI'NDAYDI sektörüyle ilgili cephe kaplamaları ve yenilenebilir enerjiden kuru harçsız inşaat şekillerine kadar, inşaatla ilgili 200'den fazla üretici arasından tercihlerini yaptılar. TROX yönetim kurulu başkanı Lutz Reuter “Bu ödül, müşterilerimizin ihtiyaçlarına olan sıkı bağlılığımızın ve istikrarlı bir şekilde devam eden yenilikçi politikamızın doğru yolda olduğunun en büyük göstergesi olduğunu gösteriyor.” şeklinde konuştu. www.trox.com.tr
FİLLİ BOYA İÇİN ALTI KAVRAM, SEKSEN RENK Ümit Ünal’ın yaratıcısı olduğu, içinde altı kavram ve seksen renk barındıran bu projeyi, boya sektöründe aşılabilecek yeni bir eşik olarak yorumluyor. Filli Boya Coloration 'İkibinonüç/İkibinondört Renk Eğilimleri' kataloğundaki renkler Filli Boya’nın Color Express bayilerinden temin edebiliyor. www.filliboya.com.tr
www.el-bi.com
KALE IF 2013'TE İKİ ÖDÜLÜN SAHİBİ OLDU Kale, yeni ve özgün tasarım anlayışını simgeleyen iki yeni ürünüyle If Ürün Tasarım Ödülleri 2013'te Nordic ve Beyaz Saray serileriyle iki ödülün sahibi oldu. Kale Grubu Tasarım Bölümü tarafından tasarlanıp geliştirilen seriler, banyo ve sağlık gereçleri kategorisinde farklılık yaratan en iyi tasarım olarak değerlendirildiler. If Ürün Tasarım Ödülleri'nde ürünler tasarım kalitesi,
malzeme tercihi, inovasyon derecesi, çevresel etki, işlevsellik, ergonomi, amaçlanan kullanım görselliği, emniyet, marka değeri ve markalaşma gibi ölçütler göz önüne alınarak değerlendirildi. Ödüller, Münih Yaratıcı Sektörler Haftası kapsamında 22 Şubat 2013'te yapılacak törenle sahiplerini bulacak. www.kale.com.tr
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 72
FİRMA HABERLERİ
Filli Boya, moda dünyasının önemli ismi Ümit Ünal ile birlikte yaşam alanlarının temel unsuru olan renk kavramını yeniden yorumladı. Filli Boya Coloration başlığı altındaki 'Ümit Ünal İkibinonüç/ İkibinondört Renk Eğilimleri'ni açıklayan Filli Boya, bu projeyle boya sektöründe yeni bir anlayış ortaya koyuyor. Hazırlanan konseptler için hayatın bütününden ilham alan firma,
ELBİ Elektrik, 5-9 Kasım tarihleri arasında Moskova’da düzenlenen 18. Interlight Aydınlatma ve Otomasyon Fuarı'na Rusya ekibiyle katıldı. Ürün gamına yeni kattığı koleksiyonlarla farklı ihtiyaçlara yönelik seçenekler sunan ELBİ Elektrik, Karadeniz ve Balkanlar, Doğu Avrupa, Türki Cumhuriyetler, Orta Doğu ve Afrika'yı
kapsayan bölgede 33 ülkeye satış yapıyor. Firma, modüler serilerinin en yenisi Moda Stila'nın yanı sıra Moda Flat ile de fuar ziyaretçilerinin ilgisini topladı. Moda Stila serisi, anahtar ve priz serileri arasında tek bir çerçeveyle birden fazla işlev sunabilirken, Moda Flat serisi ise tekli, ikili, üçlü ve dörtlü çerçeveleri sayesinde çok sayıda işlevi bir araya getiriyor.
Nordic
E.C.A. SEREL'DEN 'ECOLOGIC' ÜRÜNLER
E.C.A. SEREL, çevreye duyarlı ve doğaya saygılı, yüksek oranda su ve enerji tasarrufu sağlayan yeni nesil Ecologic ürün gruplarıyla, sürdürülebilirliğin önemine vurgu yapıyor. E.C.A. SEREL, doğal dengenin korunması bilinciyle tasarladığı armatür ve vitrifiye grubu Ecologic ürünleriyle yeşil binalara kredi puanı kazandırırken, dünyanın
ekolojik yapısının korunmasına katkıda bulunuyor. E.C.A. SEREL, başta su olmak üzere yenilenemeyen doğal kaynakları koruma hedefiyle, tüketicileri doğa dostu teknolojilerle buluşturuyor. E.C.A. SEREL, www.dogayasaygi. com adresinden Ecologic ürünlerin iletişimini sağlarken, sürdürülebilirlik ve ekolojik sistemin korunmasıyla ilgili yazılarıyla bilinçlendirme çalışmalarını yürütüyor. www.eca.com.tr
UNICERA MEKAN TASARIM YARIŞMASI 27 Şubat – 3 Mart 2013 tarihleri arasında Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi'nde gerçekleşecek Unicera Uluslararası Seramik, Banyo, Mutfak Fuarı'nın 25. yılına özel olarak mekan tasarım yarışması düzenleniyor. Unicera Mekan Tasarım Yarışması, geleceğin iç mimar, mimar ve endüstriyel tasarımcılarına hayallerindeki mekanları tasarlamaları konusunda
bir fırsat sunuyor. Gençlerin seramik, karo, doğal taş ve vitrifiye malzemelerle yapıların özelliklerini vurgulayan yaratıcı çözümler geliştirmelerine olanak tanıyan yarışma, sorunlara çözüm üretebilen, görsel zenginliğin önemini vurgulayan, sıradanlığın farklılığa dönüştüğü bir mekanı ön plana çıkarmayı amaçlıyor. Son başvuru tarihi 28 Aralık olan yarışmayla ilgili tüm sorular sezaavara@ tuyap.com.tr adresine iletilebilir. www.unicera.com/mekantasarimyarismasi
uygulama – aydınlatma - İstanbul ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 74
Işıkla Dans Maslak Wındowıst Tower'da açılan Ice Bar'ın giriş aydınlatmasında ArchLED ürünleri kullanıldı. Ice Hotel'de hizmete başlayan, Stockholm, Londra, Oslo, Tokyo ve Kopenhag olmak üzere beş farklı kentte bulunan Ice Bar'ın altıncısı İstanbul'da hizmete açıldı. Maslak Windowist Tower içerisinde yer alan, farklı iç mekan tasarımı ve aydınlatmasıyla dikkat çeken Ice Bar'ın girişindeki aydınlatmalar için ArchLED ürünleri tercih edildi. “Mekanın ışıkla dansı” konsepti üzerinde durulan aydınlatma projesinde RGB LED ürünler kullanılmış. Ürünler, DALI kontrol sistemiyle belli bir ritim elde edilip mekanın rengini değiştirerek, ziyaretçilerin görsel algılarında farklılık yaratılması sağlanmış.
Tavanda yer alan buz sarkıt görünümündeki detayların arkadan aydınlatılması ve bunun tavanlardaki gizli aydınlatma detaylarında kullanılan LED sistemlerle birleşmesi, tüm mekanın konseptini bütünleştirmiş. Girişteki özel duvar ve gizli basamak aydınlatmaları ise bu alanı mekanın genelinden ayırıp özelleştirmiş. Merdivenlerde, tavanda ve dekoratif buz saçaklardaki gizli aydınlatma detaylarında RGB SMD LED'li doğrusal alüminyum profil armatürler kullanılmış. Girişteki duvar ve tavan aydınlatmaları için ise RGB Power LED'li wallwasher ürünler tercih edilmiş. işveren: Akdağ Turizm ve İnşaat mimar: Kerem Çarlı uygulama: ArchLED LED Aydınlatma Sistemleri kullanılan ürünler: 800110 üç çipli RGB SMD LED'li 40 LED/m 11,52 W lineer alüminyum profil armatürler, 61010297-36 RGB Power LED'li 40 W oval lens açılı wallwasher
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 76
uygulama – aydınlatma - İstanbul
uygulama – duvar panelİ - İstanbul
Doğal ve Yalın ARTSTONE ÜRÜNLERİYLE KONSEPTİ YENİLENEN MIDPOINT RESTORAN ZİNCİRLERİNDE YAPILAN UYGULAMAYI, ARTSTONE MARKA DİREKTÖRÜ BURCU YÜCETİN ANLATTI.
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 78
Burcu Yücetin
“Herkesin buluşma noktası” sloganıyla hizmet veren Türkiye'nin önde gelen restoranları arasında yer alan Midpoint restoran zincirleri, konseptini Artstone'un Ladrillo Loft ve Hormingon ürünleriyle yeniledi. Projenin detaylı incelenmesi, konsepte uygun ürünlerin Mine Sayın tasarım ekibiyle birlikte kararlaştırılması ve uygulama alanlarının keşfinin ardından, beş yıl montaj garantisiyle çalışan Artstone'un profesyonel uygulama ekibinin titiz çalışmasıyla uygulama aşaması tamamlandı. Tuğlanın sıcaklığı ile betonun en çıplak ve maskülen halinin kombinasyonunun yansıtıldığı yeni Midpoint konseptinde, yemek bölümlerine ait duvarlara, kolonlara, tuvalet bölümlerine, dış vitrinlere Ladrillo Loft Rojo ve Hormigon
panelleri, özel renk ve patina işlemleri yapılarak uygulandı. Ladrillo Loft Rojo ürünü seçilirken mekana katacağı sıcaklık duygusu ön planda tutuldu. Özel olarak uygulanan patina işlemi ile tuğla dokusuna sahip panellerin doğal görünüme yakınlığının daha da güçlendirilmesi hedeflendi. Panel kalınlığının 2 ila 2,5 cm ve metrekare ağırlığının sadece 7-8 kg/m2 olmasıyla, mekan içerisinde metrajlı kullanım imkanı ve montaj kolaylığı sağlandı. Beton görünümlü Hormigon panel kalınlığının 6-7 mm ve metrekare ağırlığının 5-6 kg/m2 olmasının avantajlarından da aynı şekilde faydalanıldı. Panellere uygulanan patina işlemiyle beton dokuya ait tüm detaylar ön plana çıkarıldı. Yalınlığının yanı sıra doğal görünümün kuvvetlendirilmesi de sağlandı. Hormigon ile beton dokusunun çıplaklığı ve maskülen hali ön plana çıkarılıp tuğla dokusunun sıcaklığı ile harmanlanarak, zıtlıkların keyifle yaşandığı bir mekan oluşturuldu.
karşı sayfada Midpoint Akbatı
altta: Midpoint Buyaka en altta: Midpoint Trump Tower
uygulama – duvar panelİ - İstanbul
bu sayfada solda: Midpoint Akbatı solda altta: Midpoint Buyaka solda en altta: Midpoint Trump Tower
79 XXI - ARALIK 12 / Ocak 13
XXI’de her ay .tr
XXI Mimarlık, Tasarım ve Mekan dergisine zincir kitapevlerinden ulaşabilir ya da www.xxi.com.tr’den dijital olarak okuyabilirsiniz.
m .co xxi
Mimar ve akademisyenlerle gündemdeki konuların tartışıldığı XXI buluşmaları, Yurtiçinden ve yurtdışından çok sayıda güncel proje, Sektöre özel ürün dosyaları, Önemli etkinlik haberleri tasarımlararası içerik ve süreç odaklı yaklaşımla yer alır.
İR MİB YİR EKAN IM M 07 S A R S AY I 1 1 2 A T IK T 20 ARL MAR S 12TL) MİM IBRI L (K 11 T
m i M İ K O T y a t l st men k r fi a e s c v a o u w k e de m etic r u t c ar aesth rld e t g i t h o n c d r a W n a v r a a n e , s l r t n t f a e c a a c d e i e l s y t o h l i y a t p iate h w s ir, M it w o c r n s e ed, o l d d ist a l e i i h e n n h a b W tic m ern tely i ial p , l m I c a c th?e o s pra mor ings. mod mplen am r ı g . g n h e n o i w s t m c n t i n z i i e t e i r a ç os s f w erp n e e s d p e a l a s p m o i n l d c o k a y n o C un I, pi deveÇo new edkou king tice c a r r s a o o r a o r t u o c w p cal W ght f k l o e d f a t o , r n i r a u r g i a u ç e r t o o n e d i c s t p l r s e n o ic o i d i t r l i h d c i p h f e c p
ABONELİK Yıllık / 10 Sayı - 110 TL yerine 89 TL 2 Yıllık / 20 Sayı - 220 TL yerine 169 TL
Öğrencilere Özel Yıllık / 10 Sayı - 110 TL yerine 79 TL 2 Yıllık / 20 Sayı - 220 TL yerine 149 TL
.tr
m .co
xxi
NİN ' İ K TO LİĞİ İR I B İŞ MAD OL
Ç, N E ÜV R İLE K G TÇ I L A I N E N A T S NA BERB RTIŞL A S İ K E , K EM TA D E R N K ıs N İ İ L İN M O B e l k a n ı EK ÖZ S T İ m R K E art ME IN V İLİŞ p Ü A T K AY ATİo N LA S A m r d a nom he H eZaAT E PRnt RIY R e A L hY A Z IL PAY E Y DA R ly t V SİT e t d f h E o i f t ec ds o ted N İVfiERnem e rap CRch o ÜAL S Ü M NB AG Ü M Ü Ş ee th jec ÜNre İ rAoCaık’tan uceG KO R H A
XXI geri dönüştürülmüş kağıda basıldığından dergi için ağaç kesilmiyor
n
e mic p D arl inad d r E m i p e R M br y t Yenr o i Be a v a e K ğ e r v F e e I Th acad ch se r. YTAhPe KaTampsüsüt’neo oving utilnulufka B e YKw nMt yVAe hi m de
AE YAPI SANAYİ
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 82
REFERANS PROJE - Asma tavan ve Bölme Panel Sİstemlerİ
“Espas, ışık ve düzen. İnsanların bunlara ekmek ya da yatacak yer kadar gereksinimi vardır.” (Le Corbusier) AE, yapı sistemleri sektöründe, farklı ürünlerle vizyoner, prestijli proje ve uygulamalarıyla 15. yılını başarıyla tamamladı. AE için doğru ürün seçiminde, işlevler önemli rol oynuyor. Derzli bölme duvar sistemlerindeki öne çıkan fark; hem ses izolasyonunu hem de yapının ihtiyaç duyabileceği yangın dayanımını da sağlayabilmesi. Yapı karakterine göre yatay veya düşey modülasyonun getirdiği zenginlik, işlevselliğin yanı sıra kurumun prestijine de vurgu yapabilmekte. Düşey birleşimlerinde profil olmayan cam cama sistemdeki fark ise; tasarımın ışık ve şeffaflık ihtiyacı, süreklilik duygusu ile kesintisiz sağlanması. Bu sistemin kullanıldığı projelerde de, bölme duvarlar istenildiğinde yine hızla sökülüp takıldığı gibi, bölümlenen mekanlar yapı içinde bütünlüğü tamamen korur, üstelik ses yalıtımı standardını kaybetmeden. Yapı içinde bölümlenme yapılırken adeta, mekanlar arası duvar örülmemiş duygusu yaratılır.
zen grup inşaat genel yönetim ofisi
www.aemimarlik.com • BSH Çerkezköy, Çerkezköy, 2012 • Yüksel İnşaat, İstanbul, 2012 • Finansbank Özel Bankacılık Şubeleri, İstanbul-Ankara, 2011-2012 • İş Bankası İş Kuleler, İstanbul, 2001-2012 • Clariant Boya ve Kimya Yönetim Binası, Gebze, 2011 • CTP Kompozit Plastik Gen. Müd. Binası, İstanbul, 2011 • İpek-Koza Holding Gen. Yönetim Binası, Ankara, 2011 • Tosyalı Holding Gen. Müd., İstanbul, 2011 • Festo Sanayi Fabrika İdari Binası, İstanbul, 2010 • Sarkuysan Elekt. Genel Müd., İstanbul, 2008-2010 • Crea Bilgisayar/Kont Bilişim Gen. Müd., İstanbul, 2009 • Vakko Moda Merkezi ve Power Media Center, İstanbul, 2008 • Kayalar Kimya Gen. Müd., Tuzla
gtt inşaat lojistik genel müdürlük binası
kayalar kimya fabrika idari binası
ipek koza holding genel yönetim binası
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 84
REFERANS PROJE - Asma tavan ve Bölme Panel Sİstemlerİ
aspen 1989 yılından beri modern mimarinin gereklilikleri olan malzeme ve uygulama yöntemlerini sunan Aspen Yapı ve Zemin, başarılı uygulamalarıyla sektördeki uzman marka konumunu güçlendiriyor. “Mekanı oluşturan tüm boyutlara en kaliteli çözümleri sunma” felsefesinin arkasında duran, bu sayede tavan ve zemin ürünleriyle mekanın alt ve üst yapılarını biçimlendirirken estetik ve işlevselliğin ön planda olduğu bölme duvar sistemleriyle, yapılardaki yaşam kalitesini en üst düzeye çıkarıyor. Firmanın, en sade haliyle asma tavan, bölme duvar ve zemin sistemleri olarak üç başlık altında toplanan ürünleri, sınırsız ürün alternatifiyle her türden ihtiyaç ve beklentiye cevap vermeyi amaçlıyor. Dünya yapı sektörünün dev markalarıyla yapmış olduğu temsilcilik anlaşmalarından beslenen bu ürün yelpazesi, müşterilere yüzlerce farklı kombinasyon oluşturma olanağı sunuyor. Aspen Yapı ve Zemin Sistemleri'nin ilke olarak benimsediği kalite, istikrar, teknoloji ve yenilik anlayışı, hedef kitlelerin zihninde konumlanmasında etkili rol oynuyor. sarıtaş ofis
www.aspen.com.tr • Bursa Hilton Oteli, Bursa • Elektroworld Genel Müdürlük, İstanbul • Gaziantep Sanayi Odası, Gaziantep • Grand Hyatt Regency, İstanbul • Halkbankası Genel Müdürlük, İstanbul • Kale Seramik, İstanbul • Kiev Havaalanı, Ukrayna • Lapino Hastanesi, Rusya • Milas Havaalanı, Bodrum • Nahçıvan Türkiye Konsolosluğu, Azerbaycan • Rönesans Holding, İstanbul • Şişli Florence Nightingale Hastanesi, İstanbul • The Marmara Taksim, İstanbul • Trump Towers, İstanbul
kiev havaalanı
milas havaalanı
DEKA
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 86
REFERANS PROJE - Asma tavan ve Bölme Panel Sİstemlerİ
Bitmiş zemin ve tavan arasına montajı yapılan DekaWall demonte bölme duvar sistemi, çalışma mekanlarının değişken yapısına uyum sağlayabilen, rahat ve hızlı montajı sayesinde ofislerde farklı niteliklerde -değişip eklenebilecek- yeni mekanlar oluşturuyor. DekaWall taşıyıcı sistemi tamamen panellerin içinden çalışıyor. Taşıyıcı dikmeleri, yatay bağlantıları, kapı kasaları ve camlı panel çerçeveleri, zemin ve tavan kılavuzlarında kullanılan alüminyum, istenilen RAL renklerinde uygulanabiliyor. Zemin ve tavan kılavuzlarıyla mevcut zemin, yükseltilmiş döşeme, tavan ve asma tavan sistemlerine kolayca bağlanıyor. Sistemde, melamin veya camlı paneller kanca sistemi ile taşıyıcıya monte edildiği için sistemin dış yüzeyinde hiçbir bağlantı elemanı görülmüyor.
glaxo smıth klıne
kentpark avm
yüksel holding
istanbul adalet sarayı
sun express havayolları
vera plaza
Demonte panel sistemi elektrik, haberleşme ve data kablolarının geçişine olanak sağlıyor. Bazalardan ve dolu panellerin her noktasından kablolama sisteminin çıkışı sağlanabiliyor. Ses izolasyonu için dolu panellerin arasında 50 mm kalınlığında, 52 kg/m2 yoğunluğunda kayayünü kullanılıyor. Dolu modüllerde RW 45 dB, camlı modüllerde RW 41 dB yalıtım değeri sağlanıyor. Dolu modüllerdeki yangın geçirmezlik süresi ise 40 dakika. www.dekaas.com.tr • Glaxo Smith Kline, İstanbul, 2012 • Le Meridien Hotel, İstanbul, 2012 • Milli Arşiv Binası, İstanbul, 2012 • North Africa Bank, Libya, 2012 • Sun Express Havayolları, Antalya, 2012 • Tüpraş, İzmit, 2012 • Vera Plaza, İstanbul, 2012 • Pasaport Şube Genel Müdürlüğü, Ankara, 2011 • Yenigün İnşaat Genel Müdürlük, Ankara, 2011 • İstanbul Adliye Sarayı, İstanbul, 2010 • Kentpark AVM, Ankara, 2010
DOXA OFİS MOBİLYALARI
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 88
REFERANS PROJE - Asma tavan ve Bölme Panel Sİstemlerİ
2007 yılında üretime başlayan Doxa, kısa zamanda ofis mobilyası sektörünün öncü firmaları arasına girdi. Her geçen yıl ürün yelpazesini geliştiren firma, ürün çeşitliliği olarak bugün sektörüdeki lider firmalar arasındaki yerini aldı. Açık ofis sistemlerinin, çoklu çalışma gruplarının çoğaldığı günümüzde bu gereksinimleri fark ederek 2008 yılında alüminyum profillerden seperatör ve bölücü panel üretimine başladı. Ofislerin vazgeçilmez elemanlarından olan bölücü paneller ve seperatör sistemler, Avrupa'da ve dünyada, Türkiye'den daha önce kullanılmaya başlandı. Doxa'nın 2008 yılında tasarlayarak üretimine başladığı alüminyum bölücü panel serisi ürünler de bu düşünceler doğrultusunda tasarlandı, montaj kolaylığı ve esnek olması nedeniyle büyük ilgi gördü. Kullanıcıların gereksinimlerine göre şekil alan bu sistem sayesinde ofisler daha işlevsel bir hale büründü. Bu sistemle banko, masa arası seperatörleri ve mekanlar arası bölmeler olmak üzere birçok sistem kurulabiliyor. Doxa bundan sonraki süreçte mevcut sistemi geliştirerek alternatifli olarak üç farklı ebatta seperatör sistemi müşterilerinin beğenisine sunacak. Kullanıcı tercihleri, bu sistem içinde birçok detayın çözümlenmesi gerektiğini doğruluyor. www.doxa.com.tr • 19 Mayıs Üniversitesi, Samsun, 2012 • Mevlana Üniversitesi, Konya, 2012 • Sağlık Bakanlığı, Ankara, 2012 • Samanyolu Koleji, Ankara, 2012 • Seramik Federasyonu, İstanbul, 2012 • Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi, İstanbul, 2011 • Karabük Demir Çelik Fabrikası, Karabük, 2011 • Karayolları Bölge Müdürlüğü, Van, 2011 • Özel NPİ Nöropsikiyatri Hastanesi, İstanbul, 2011 • Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı, Zonguldak, 2010 • Batman Havaalanı, Batman, 2010 • Antalya Havaalanı Dış Hatlar Terminali, Antalya, 2009 • Unifree Duty Free A.Ş., 2012 • Üsküdar Üniversitesi, 2012 • Mey İçki, 2009-2012
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 90
REFERANS PROJE - Asma tavan ve Bölme Panel Sİstemlerİ
DURLUM durlum GmbH asma tavan, aydınlatma ve gün ışığı sistemlerinin üretiminde uzmanlaşmış bir aile şirketi olarak 1967 yılında kuruldu. Bugüne kadar mimarların, iç mimarların, tasarımcıların ve inşaat şirketlerinin başarılı bir çözüm ortağı oldu. Yılların tecrübesi ve üstün know-how'u sayesinde bireysel ve modern ihtiyaç ve taleplere kompleks sistemlerle çözüm üretiyor. Yenilikçi bir şirket olarak kalite ve çevrecilik yönetim sistemi anlamında da ISO 9001:2008 ve ISO 14001:2004 sertifikalarına sahip olan durlum, her zaman en son teknolojiyle çalışıyor. Uzun yıllardır hem iç hem dış mekanlarda LED sistemleri ve doğal ışık uygulamaları konusunda da faaliyet göstermeye devam ediyor. Havaalanları, alışveriş merkezleri, tren istasyonları, metrolar ve kamu alanları için üretilen proje çözümlerinin yanı sıra ofis binası, müze, okul, üniversite, hastane, otel, kültür merkezi ve özel villalar için de aydınlatma çözümleri sunuyor. Estetik ve fonksiyonelliğe önem veren durlum'un geniş ürün yelpazesi yüksek kaliteli metal, petek, genişletilmiş, ısıtma-soğutmalı tavanlarla ada tavanlar, ışık tavanları, aydınlatma, ışık ve gün ışığı sistemlerinden oluşuyor.
zvartnots uluslararası havaalanı
www.durlum.com.tr • Amstelgebouw İş Merkezi, Amsterdam, 2012 • Chhatrapati Shivaji Uluslararası Havaalanı, Terminal 2, Mumbai, 2012 • Era İş Merkezi, Chorzow, 2012 • Huma Alışveriş Merkezi, Schwabach, 2012 • Salalah Uluslararası Havaalanı, Salalah, 2012 • Dernegül Metro İstasyonu, Bakü, 2011 • Millenium Hall, Rzeszow, 2011 • Delhi Indira Gandhi Havaalanı, Delhi, 2010 • JTI Yönetim Binası, Almaata, 2010 • FHNW, Windisch, 2009 • Kopenhag Metro İstasyonu, Kopenhag, 2009 • Sheremetyevo Havaalanı, Moskova, 2009 • Hong Kong Havaalanı, 2008 • Changi Havaalanı-Terminal 3, Singapur, 2007 • Radisson SAS Hotel, Berlin, 2007
huma alışveriş merkezi
fhnw
dernegül metro istasyonu
hamburg havalimanı
gerngross cıty center
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 92
REFERANS PROJE - Asma tavan ve Bölme Panel Sİstemlerİ
ERSA Çağdaş çalışma hayatının en önemli unsurları arasında yer alan verimliliğe motivasyonla ulaşılabileceğine inanan Ersa; işlevsel, pratik, ergonomik ve kişiselleştirilebilen tasarımlarla, çalışanların ofis ortamındaki mutluluğunu artırmayı hedefliyor. Ürünlerini, doğal malzemeler, aydınlatma üniteleri, teknoloji ürünlerini entegre eden parçalar gibi, kullanıcılara kendini iyi hissettiren küçük ayrıntılarla destekliyor. Renkli, kimi zaman neşeli tasarımlarıyla, çalışma ortamının enerjisini yükseltiyor. Tasarımlarının odağına insanı koyan Ersa, modern çalışma ortamına rahatlık ve değer katan, pratik, kullanıcı dostu ürünler üretiyor. Çevre ve insan sağlığıyla dost hammadde ve aksesuarlar kullanarak ergonomik, sıhhi, kullanıcıyı daha az yoran, geri dönüşümü mümkün mobilyalar tasarlıyor. Kendi tasarımlarını yaratan Ersa; Aykut Erol, Ece Selamoğlu Yalım, Murat Erciyas, Oğuz Yalım, Sezgin Akan, Tamer Nakışçı, Yalın Tan gibi Türk, Claudio Bellini, Paola De Francesco, João Ramos Silva gibi uluslararası tasarımcılarla çalışıyor. Ersa’nın, Ece ve Oğuz Yalım tarafından tasarlanan Frame adlı yönetici masa takımı, “Design Turkey 2010” kapsamında “Üstün Tasarım”, Twins adlı koltuk ise “İyi Tasarım” ödüllerinin sahibi oldu. Twins ayrıca dünya çapındaki en önemli tasarım ödüllerden “Red Dot”a layık görüldü. www.ersaofis.com.tr • Al Diyar Investment Co., Kuveyt • Aselsan, Ankara • Bank PHB, Nijerya • Ryada Capital, Kuveyt
KNAUF
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 94
REFERANS PROJE - Asma tavan ve Bölme Panel Sİstemlerİ
1932 yılında Almanya’da kurulan Knauf, alçı, kartonlu alçı plaka (Alçıpan®), çimento bazlı sıvalar, çimento bazlı plakalar, izolasyon malzemeleri, yapı kimyasalları, profiller, sıva makineleri, taş yünü ve cam yünü üretimiyle dünyanın lider kuruluşları arasında yer alıyor. 60’a yakın ülkede, 220’den fazla fabrikada, 24 bini aşkın çalışanla hizmet vermekte olan Knauf, iç cephe kuru yapı sistemleri, dış cephe kuru yapı sistemleri, modüler tavan sistemleri, sıva ve harç makine sistemleri, mantolama ve çimento bazlı sistemler, proje hizmetleri ve yapı market ürünlerinden oluşan yedi farklı kategoride 1200’ü aşkın ürün ve 150’den fazla sistem sunuyor. 1997 yılından bu yana Türkiye’de de faaliyet göstermekte olan Knauf, Türkiye'de Alçıpan® markasıyla kartonlu alçı plakayı üreten ilk şirket. Türkiye’deki çalışmalarını Ankara merkezli olarak sürdüren Knauf, Ankara ve Kocaeli’de yer alan üretim tesisleri ve diğer yatırımları ile 520 kişiye doğrudan istihdam sağlıyor. Ayrıca, Türkiye’nin dört bir yanında “Knauf” markasını temsil eden 200’e yakın bayisi ve diğer iş ortaklarıyla birlikte Türkiye için üretmeye ve değer yaratmaya devam ediyor. Yapı sektöründe her zaman ilklere imza atmayı ilke edinen Knauf, zengin ürün yelpazesinin yanı sıra yüksek hizmet kalitesiyle de sektöre öncülük ediyor. Sektöründe TS-EN-ISO 9001 Kalite Güvence Belgesi, TSE Kalite Ödülü ve İSG (İşçi Sağlığı ve Güvenliği) Belgesi alan ilk şirket olan Knauf, aynı zamanda sektörün en geçerli yeşil bina sertifikasyonu LEED’e uygunluk beyanını hazırlayan ilk şirket olarak, ürünlerinin kullanıldığı binaların LEED sertifikasyonu kazanmasına yardımcı oluyor. Knauf, 2012 yılında kuru yapı sektöründe bir firmanın tek başına düzenlediği en büyük etkinlik olan Knauf Arena’yı düzenleyerek yeni bir ilki daha gerçekleştirmiş bulunuyor.
türk telekom arena
sabancı müzesi
adam&eve otel
www.knauf.com.tr
atatürk havalimanı
KOLEKSİYON 1972 yılında mimar Faruk Malhan tarafından temelleri atılan Koleksiyon Mobilya, Tekirdağ'da yer alan 34 bin metrekare kapalı alana sahip tesisinde yurtiçi ve yurtdışı pazarlara yönelik üretim yapıyor.
Koleksiyon, ofiste insan ve yeni çalışma kültürü üzerine odaklanırken, ev mobilyasında da yeni bir yaşam alanı kurgusu oluşturdu.
megaron
www.koleksiyon.com.tr • Cengiz Holding, İstanbul, 2012 • Cummings, Londra, 2012 • Sahibinden.com, İstanbul, 2012 • Yemek Sepeti, İstanbul, 2012 • BNP Paribas, Kahire, 2011 • Çelebi Holding, İstanbul, 2011 • Eczacıbaşı Vitra İnovasyon Merkezi, Bilecik, 2011 • Ernst & Young, İstanbul, 2011 • Giza Systems, Kahire, 2011 • Johnson Wax, İstanbul, 2011 • Philips, Kahire, 2011 • Special Moves, Londra, 2011 • TBWA İstanbul, İstanbul, 2011 • Toyota, İstanbul, 2010 • Türkiye Noterler Birliği, Ankara, 2009
megaron
milonga
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 96
REFERANS PROJE - Asma tavan ve Bölme Panel Sİstemlerİ
2000'lerin başında Koleksiyon yeni düşünce, yeni standart ve yeni tasarım kavramlarını sentezleyen “yüksek kalitede mobilya tasarımı” anlayışıyla, endüstri ürünlerinden çok, düş ve düşüncelerin ürünlerini yaratmaya çalışan bir tasarım firması olarak büyük mağazacılık anlayışını ilk defa tüketiciyle tanıştırdı.
megaron
LAFARGE DALSAN
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 98
REFERANS PROJE - Asma tavan ve Bölme Panel Sİstemlerİ
Alçı sektöründeki faaliyetlerine 1932 yılında başlayan ve bu sene 80. yılını kutlayan Dalsan Alçı Sanayi ve Ticaret A.Ş., 1998 yılında inşaat malzemeleri sektöründe dünya devi olan Lafarge ortak girişimiyle sektöründe öncü konuma geldi. Lafarge Dalsan, Ankara Kaleboğazı Tesisleri'nden sonra Gebze Tesisleri'nde de, sahip olduğu 80 yıllık bilgi birikimiyle geliştirdiği yeni ürünleri sayesinde gerek tasarımcılara gerekse uygulamacılara kolaylık sağlayan yeni ürünlerini piyasaya sunuyor. 2010 yılında Lafarge Dalsan, bütün dünyada patentli ileri üretim teknolojisiyle ALLEV beyazı 4x4, kenarı pahlı alçı levhayı Türkiye'de üreterek bir ilki gerçekleştirdi. O günden bu yana mimarlar projelerinde çizdiği düz çizgiyi uygulama alanında görebilirken, uygulamacılara ise özellikle tavanlarda izsiz birleşim yerleriyle kusursuz iş teslimi sağlıyor. www.dalsan.com.tr • Akasya Acıbadem, İstanbul, 2012 • Bayraklı Tower, İzmir, 2012 • Merinos Showroom, İzmir, 2012 • Titanic Otel, Antalya, 2012 • Magnesia AVM, Manisa, 2011 • Malatya Devlet Hastanesi, Malatya, 2011 • Marriott Otel, İzmir, 2011 • Micosta Residence, Çeşme, 2011 • Avrupa Müzik İş Merkezi, İstanbul, 2010 • Doğtaş Mobilya, Ankara, 2010 • İnci Plaza, İzmir, 2010 • Royalwings Otel, Antalya, 2010 • Sinpaş Flatofis Çarşı, İstanbul, 2010
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 100
REFERANS PROJE - Asma tavan ve Bölme Panel Sİstemlerİ
TRIMLINE 1997 yılında mimarlık hizmetleri amacıyla kurulan ve TRIMline markası altında modüler bölme duvar sistemleri üretimine odaklanan şirket, ürün geliştirme, tasarım, üretim ve montaj ile hizmet vermeye başladı. Ahşap üretim tesisi yatırımıyla beraber özel kurumsal projeler, akustik malzeme çözümleri ve ofis mobilyaları konusunda sektördeki lider kuruluşlar arasında yerini aldı. TRIMline, Gebze'deki üç üretim tesisinin yanı sıra, İstanbul'da satış ve showroom, Türkiye çapına yayılmış uygulama bayileri ve yurtdışındaki temsilcilikleriyle müşterilerine hızlı ve nitelikli hizmet sunuyor. Tasarımcıların bölme sistemlerini üç boyutlu bir kavram olarak görmeye başlamasıyla üç önemli kriter ortaya çıkıyor: Esneklik, kalite ve ekonomiklik. TRIMline sistemleri “Ölçülerin özgür dünyası” sloganıyla basit, hızlı montaj ve demontaj ile sınırsız tasarımın önünü açıyor. Kullanıcılara sunulan TRIMline Omega, TRIMline SNAP, Straehle 2000 / 2300, 3400, TRIMline Akustik, TRIMline Kapı, Nüsing Hareketli Bölme Duvar Sistemleri ile oluşturulan klasik ve ekonomik bölme duvarlar, strüktürel yapışma camlı bölme sistemleri, düşey profilsiz tek camlı bölme duvarlar, akustik ahşap asma tavan sistemleri, duvar kaplamaları ve hareketli kayar katlanır bölme duvar sistemleriyle mekanlarda sonsuz tasarım seçenekleri oluşturulabiliyor. www.trimline.com.tr • BARWA Genel Müdürlük, Katar, 2012 • Doğuş Holding Genel Müdürlük, İstanbul, 2012 • Ebay & Gitti Gidiyor, İstanbul, 2012 • Optimum Alışveriş Merkezi İdari Ofisleri, İzmir, 2012 • Özyeğin Üniversitesi Çekmeköy Kampüs Binaları, İstanbul, 2012 • Rönesans Gen. Müdürlük, Ankara, 2012 • Sahibinden.com, İstanbul, 2012 • T. Halk Bankası Ataşehir Ek Hizmet Binası, İstanbul, 2012 • Tadım Gıda Fabrika Ofisleri, İstanbul, 2012 • Balıkesir Sanayi Odası Konferans Salonu, Balıkesir, 2011 • Ecole Des Etoiles, Brüksel, 2011 • Fenerbahçe Koleji Konferans Salonu, İstanbul, 2011 • Gürcistan Adalet Sarayı, Batum, 2011 • OMV HQ, Erbil, 2011 • Price Waterhouse Coopers HQ, Astana, 2011
ARALIK 12 / Ocak 13 ajandası … - 12 Aralık
… - 15 Aralık
... - 22 Aralık
11 Aralık
Herman Miller Sergisi: “Kusurlu Dünyada Kusursuz Oturma”
Herman Miller'ın tasarladığı koltukların yer aldığı sergi,
Kabuğundan Sıyrılan Fin Tasarımı
Jani Kaila küratörlüğündeki sergi, 19 çağdaş Fin tasarımcının
İnşaat, Sözleşme ve Proje Yönetimi Eğitimi
Program inşaat, sözleşme, proje ve risk yönetimiyle ilgili esnek
AGÜ Mimarlık Buluşmaları
Saat 15.00'te “Kentsel Koruma Alanlarında Kentsel Dönüşüm”
BMS'nin 1. İstanbul Tasarım Bineali'ne katıldığı iki işten biri.
ürünlerinden ve tasarımcıların fotoğraflarından oluşuyor.
bir eğitim almak isteyen sektör çalışanları için hazırlanmış.
başlığıyla gerçekleşecek buluşmaya konuşmacı olarak Doç. Dr.
Şişhane Bilstore Mağazası, İstanbul
www.bms-tr.com
Milli Reasürans Sanat Galerisi, www.millireasuranssanatgalerisi.com Şişli, İstanbul TechnoBee Academy, İTÜ Ayazağa Kampüsü, İstanbul
www.technobeeacademy.com
Kayseri Büyükşehir Belediyesi Meclis Salonu, Kayseri
mimarlik@agu.edu.tr
İTÜ Süleyman Demirel Kültür Merkezi Toplantı Salonu, Maslak, İstanbul
www.tucsa.org
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Seminer Salonu, Küçükçekmece, İstanbul
www.iszu.edu.tr
İstanbul Modern, Karaköy, İstanbul
etkinlik@istanbulmodern.org
www.mimarist.org.tr
Emre Madran katılıyor.
12 Aralık
13. Yapısal Çelik Günü
13. Yapısal Çelik Günü, Türk Yapısal Çelik Derneği'nin geleneksel etkinliği kapsamında düzenleniyor.
13 Aralık
Değişen Kentler, Dönüşen Yaşamlar, Herkes için Şehir
Mimar ve Mühendisler Grubu ile Küçükçekmece Belediyesi işbirliğiyle düzenlenen panel, 14.00-16.00 saatleri arasında gerçekleşiyor.
14 Aralık
Müzeler Konuşuyor: Dijital Medya
Etkinlikte Metropolitan Müzesi Dijital Medya Direktörü Erin Coburn, müze deneyimini çeşitlendirmek için kullanılan dijital medya imkanları üzerine bir konuşma yapıyor.
15 Aralık
17 - 31 Aralık
İstanbul Araştırmaları I: İstanbul Tarihindeki Yıkıcı Olaylar
İstanbul'un geçmişten günümüze doğal çevre ortamında ve 16.00-18.00 saatleri arasında gerçekleşiyor.
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Karaköy, İstanbul
2012 Ulusal Mimarlık Sergisi: Eskişehir
13. döneminde seçici kurulunda Ercan Ağırbaş, Zeynep
Eskişehir
www.mo.org.tr/ulusalsergi
mimarisinde yaşadığı temel değişimlerin anlatılacağı panel,
Ahunbay, Alişan Çırakoğlu, C.Abdi Güzer ve Ziya Tanalı'nın
ajanda
bulunduğu sergi, mimarlık mesleğini ve kültürünü geliştirmeyi hedefliyor.
18 Aralık
ARALIK 12 / Ocak 13 - XXI 102
12 - 15 Ocak
14 – 20 Ocak
17 - 20 Ocak
21. Yüzyılın Üslubu: İşlevsellik, Yenilik, Estetik
Daniel Kundig, Mathias Seiler ve Ozan Sinan Tığlıoğlu'nun bir
Sakıp Sabancı Müzesi The Seed, İstanbul
www.yemetkinlik.com
araya geldiği konferans saat 19.30'da başlıyor.
Domotex Halı ve Zemin Ürünleri Fuarı
Fuarda 60 ülkeden yaklaşık 1400 firma yeni ürünlerini
Hannover, Almanya
www.domotex.de/home
IMM 2013 Uluslararası Mobilya Fuarı
Fuar, sektörün karar vericilerini ve katkıcılarını buluşturan en
Köln, Almanya
www.imm-cologne.com
7. Uluslararası Kapı Fuarı 2013
Fuarda ahşap, çelik, endüstriyel, otomatik kapı ve kapı yan
İstanbul Fuar Merkezi, Yeşilköy, İstanbul
www.doorfair.com
CNR Expo Fuar Merkezi, Yeşilköy, İstanbul
www.zow.com.tr
ziyaretçilerle buluşturuyor.
büyük etkinliklerden biri kabul ediliyor.
sanayi ürünleri sergileniyor.
17 - 20 Ocak
ZOW İstanbul 2013
Ana teması “Hareketli Mobilyalar” olan fuar, mimar ve tasarımcıların yanı sıra proje gruplarının da katılımını hedefliyor.