XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 125 < ARALIK 2013/OCAK 2014 < ÇİNİCİ MİMARLIK < LAB::İSTANBUL < LAFFOREST < SPDO < TASARIMHANE < ZAHA HADID ARCHITECTS < YAPILAŞMA HAYALİ
Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 12 5 A R A L I K 2 0 13 / O CA K 2 0 14 1 1 ( KIB R IS 1 2 )
Başka Bir Yapılaşma Hayali Bugünkü kentsel yapılaşma modelinin ötesinde başka ne gibi yollar üretilebileceğini Ertuğ Uçar, Selçuk Avcı ve Selva Gürdoğan ile birlikte hayal ettik. Nef İlkokulu
PTT Pul Müzesi
ÇİNİCİ MİMARLIK
TASARIMHANE
ZAHA HADID ARCHITECTS
ELA CİNDORUK NAZAN PAK
YAZILARIYLA
GÜLSÜM BAYDAR, KORHAN GÜMÜŞ LEVENT ŞENTÜRK, OSMAN ŞİŞMAN
LAB::İSTANBUL
LAFFOREST
SPDO
XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 125 < ARALIK 2013/OCAK 2014 < ÇİNİCİ MİMARLIK < LAB::İSTANBUL < LAFFOREST < SPDO < TASARIMHANE < ZAHA HADID ARCHITECTS < YAPILAŞMA HAYALİ
Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 12 5 A R A L I K 2 0 13 / O CA K 2 0 14 1 1 ( KIB R IS 1 2 )
Standardın Sınırlarını Zorlamak Çinici Mimarlık tasarımı Nef İlkokulu Dosya:
PTT Pul Müzesi
BAŞKA BİR YAPILAŞMA HAYALİ
TASARIMHANE
ZAHA HADID ARCHITECTS
ELA CİNDORUK NAZAN PAK
YAZILARIYLA
GÜLSÜM BAYDAR, KORHAN GÜMÜŞ LEVENT ŞENTÜRK, OSMAN ŞİŞMAN
LAB::İSTANBUL
LAFFOREST
SPDO
Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Puna Yayın adına sahibi ve genel yayın yönetmeni yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@xxi.com.tr
YAŞANABILIR ŞEHIRLER IÇIN YENI ÖNCELIKLER LISTESI
editör Beste Sabır beste@xxi.com.tr yardımcı editörler Melike Tunç Şule Kurşuncu sektör editörü & reklam sorumlusu Tuğba Demirci tugba@xxi.com.tr okuyucu ilişkileri Duygu Erdem duygu@xxi.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu kapak fotoğrafı Nef İlkokulu, İstanbul © Cemal Emden
sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Puna Yayın Serencebey Yokuşu 16/4 Beşiktaş, İstanbul 34349 0212 227 1317 bilgi@xxi.com.tr genel dağıtım DPP Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Puna Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.
facebook.com/xxidergisi twitter.com/xxi_dergisi
Türkiye’deki yapılaşma öngörülemez gelişmelerle sürüyor. Bir parkın içine alışveriş merkezi yapılmasına karar verilebiliyor, eski gazhaneler bir gecede yerle bir edilebiliyor, tescilli binalar yıkılıveriyor. Kentsel dinamiklerin yegane sabiti, değişimin hızı. Ve bu hız, azalacak gibi durmuyor. Gün geçmiyor ki bir kentin ya atıl kalmış bir köşesi için ya da hiç yapılaşmamış bir bölgesi için yeni projeler karşımıza çıkmasın. Peki bu projelere kim, neye göre karar veriyor, kimlere danışıyor, ne gibi öngörülerle bu projeler geliştiriliyor? Bu soruların yanıtlarını kısmen biliyoruz, kısmen tahmin ediyoruz. Peki bu sorulara müdahil olup karar süreçlerinde daha etkin roller üstlenebilir miyiz? Varsayalım ki karar süreçlerinde mimarlar ve plancılar daha etkin, o durumda taleplerimizin neler olacağını biliyor muyuz? Kişisel görüşlerimizin yanı sıra üzerinde mutabık olduğumuz ve birlikte hareket etmemize olanak sağlayan ortak bir hayalimiz olabilir mi? Bu ana soru etrafında biçimlendirdik son sayının dosyasını. Bir araya geldiğimiz Ertuğ Uçar, Selçuk Avcı ve
Selva Gürdoğan ile bir ortak hayalin mümkün olup olmadığını konuştuk, dahası çoklu hayallerin neler olabileceğini. Gürdoğan’ın yeni bir öncelikler listesi oluşturma önerisi toplantının ana seyrini belirledi. Nasıl bir kent istediğimiz ile önceliklerimiz birbirine sıkı sıkıya bağlı. Zira sadece büyüme ya da ekonomik gelişme önceliği göz önünde bulundurulunca kentlerin başına gelenler belli. Daha farklı öncelikleri de devreye sokmak mümkün olamaz mı? Mesela Uçar’ın sözünü ettiği şehir yaşamındaki bireysel mutluluk ya da Avcı’nın bahsettiği kentlilerin proje süreçlerine katılımı veya Gürdoğan’ın belirttiği küçük ekonomilerin sürdürülebilirliği birer öncelik olamaz mı? Kent sadece üzerine inşaat yapılabilecek bir satıh olarak değil, içinde yaşanabilecek büyük bir ev olarak görülmeye başlanırsa daha birçok yeni önceliğin ortaya çıkacağı kesin.
XXI
GÜNCEL
DOSYA
6 GÜNCEL
28 BAŞKA BIR YAPILAŞMA HAYALI
Bugünkünden farklı bir yapılaşma modeline ihtiyacımız olduğuna dair farkındalığın yaratıcı bir eleştiriye dönüşmesi için ne yapabiliriz? Başka bir yapılaşma yönteminin mümkün olduğunu düşünmek belki de ilk adım. Bir sonrakiyse hayaller kurmak olamaz mı? Bu görüşlerden yola çıkarak Ertuğ Uçar, Selçuk Avcı ve Selva Gürdoğan ile bir araya geldik ve birlikte hayaller kurduk.
PROJE 36 SÜREKLI İLIŞKILER BÜTÜNÜ 8 EŞIK CINLERI / GÜLSÜM BAYDAR İÇİNDEKİLER
Zaha Hadid Architects ekibinden Saffet Kaya Bekiroğlu ile, ziyaret etme fırsatını bulduğumuz Haydar Aliyev Merkezi üzerine konuştuk.
Dijital Dünyada Tarih, Kuram ve Eleştirellik
14 SORU IŞARETI / KORHAN GÜMÜŞ
Aaa Tekfur Sarayı Tamamlanmış…
18 SAPKIN TASARIM SÖZLÜKÇESI / OSMAN ŞIŞMAN İnovasyon, Maliyet, Öjenik Tasarım, Tasarım Etiği, Arayüz, Yaratıcılık
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 2
22 DÖNME DOLAP / LEVENT ŞENTÜRK
İğneyle Kuyu: Antakya’da “Pilotis”
24 TAKININ SERÜVENI
Ela Cindoruk ve Nazan Pak 20 yıllık üretim süreçlerine dahil olan mekanları bizlerle paylaştı. Kapalıçarşı’daki dar sokaklara, hanlara ve minik dükkanlara yayılan üretim sürecinin öyküsü birçok usta ve atölyeyi içine alıyor.
40 STANDARDIN SINIRLARINI ZORLAMAK
Can Çinici’nin tasarladığı Nef İlkokulu, bakanlık normlarının bir adım ötesine geçmenin yollarını arayan bir yapı.
46 DOKUYA EKLEMLENMEK
SPDO tarafından tasarlanan ofis yapısının son dönemde giderek evrilmeye başlayan konumu, tasarım kriterlerini belirleyen unsurlar için de bir referans oluşturuyor.
SEKTÖR 56 SEKTÖR HABERLERI
50 TARIHE DOKUNMAK
Modern müzecilik standartları paralelinde kurgulanan PTT Pul Müzesi birçok farklı disiplini, kendine özgü felsefesi ve üslubu ile tek bir proje altında buluşturuyor.
64 GEÇIŞ ANAHTARI
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 4
İÇİNDEKİLER
Autodesk Türkiye uygulama mühendisi Niyazi Kemer, Yapı Bilgi Modellemesi’nin (Building Information Modelling) özellikle mimari ofislerde uygulanmasını kolaylaştıracak yöntemleri anlattı.
54 ZITLIKLARIN UYUMU
Gregoire de Lafforest tasarımı Opper koltuk zıtlıklar arasında bir denge yakalamayı araştırıyor. Bu araştırma, ürünün çizgilerinde olduğu kadar malzeme, ağırlık ve yüzeyinde de hissediliyor.
66 ASMA TAVAN VE BÖLME PANEL SISTEMLERI REFERANS DOSYASI Artstone Aspen Doxa Ofis Mobilyaları Durlum Knauf Koleksiyon Nevra Yapı Nurus Trimline
84 AJANDA
Kent İçinde Konaklamak MECİDİYEKÖY’DE KONUMLANAN LAB::İSTANBUL TASARIMI HOTEL VE SPA PROJESİ, KENT MERKEZINDE MİNİMUM ALANDA EN YÜKSEK KONFORU ARAŞTIRIYOR. Mecidiyeköy'de bulunan bir ofis binasından dönüştürülen lab::istanbul mimarlık tasarımı M Hotel & Spa’da 20 standart oda, iki adet aile odası ve üç adet suite daire bulunuyor. Toplamda 885 m2 alandan oluşan otelin zemin katında; lobi, kafeterya ve iki adet oda, asma katta üç adet oda, normal katlarda beşer adet oda, en üst katında ise üç adet suite daire bulunuyor. Binanın kot farkından açığa çıkan bodrum katta ise; iki tane aile odası, spa ve yüzme havuzu bulunuyor. Minimum alanda en yüksek konforu yaratmak adına tasarlanan oda konseptlerine modern çizgiler hakim.
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 6
GÜNCEL
proje adı: M Hotel & Spa proje yeri: Mecidiyeköy, İstanbul İşveren: Sunker Holding mimari tasarım: Lab::istanbul mimarlık tasarım ekibi: Bediha Güngör, Esra Sönmez İşlek proje tarihi: Şubat - Kasım 2013 proje alanı: 885 m2
Dijital Dünyada Tarih, Kuram ve Eleştirellik Dijital teknolojilerin mimarlık alanında iki farklı yönelimi var. Birincisi; Patrik Schumacher’in sözcülüğünü yaptığı biçimsel vurgu. Schumacher parametrisizmin 21. yüzyılın küresel üslubu olduğunu söyleyerek bunun Rönesans, Barok ya da Modernizm gibi üslup kategorilerinden birisi olduğunu öne sürüyor.1 İkinci yönelim ise; yapılarda performans analizi, enerji verimliliği gibi teknik konulara ağırlık veriyor. Bu alanda çalışanlar dijital hesaplamalı yöntemleri, farklı modellemeler yoluyla yapıların fiziksel performansını artıracak uygulamalara yol açmak amacıyla kullanıyorlar. Mario Carpo ya da George Baird gibi mimarlık tarihçileri ve kuramcıları ise dijital dünyanın içinde yer almaktan çok, bu alanın mimarlık disiplinindeki rolüne odaklanıyorlar.2 Bu noktadaki ortak kanı, dijital dünyanın sadece mimarlık disiplininin geleneksel sınırları içinde bir araç olmayıp, tasarım pratiklerinden mimarın müellif kimliğine kadar pek çok ögeyi barındıran bu sınırların kendisini, radikal dönüşümlere uğrattığı.
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 8
EŞİK CİNLERİ
Akademik dünyada son yıllarda gelişen ve dijital insanbilimleri (digital humanities) olarak isimlendirilen alan, dijital dünyanın mimarlığın tarihsel ve kuramsal çerçevesiyle nasıl eklemlenebileceği konusunda yeni açılımlar getiriyor. Dijital insanbilimleri, bilimlerin geleneksel sınıflandırması düşünüldüğünde kendi içinde çelişkili bir terim. Dijital alan genellikle mühendislik bilimleriyle özdeşleştirilen, hesaplamalı ve sayısal bir dünyaya işaret ediyor. İnsanbilimleri ise 19. yüzyıldan beri kendi yöntemlerini ayrıştırmaya özen gösteren, geleneksel tanımıyla “insan davranışlarını, toplumların yapısını ve tarihini inceleyen” bilim dallarına verilen isim. Ancak dijital insanbilimleri, sosyal bilimler ve tasarımı da içeren, geleneksel insanbilimleri çerçevesini aşan bir alana işaret ediyor. Bu alanı tanımlamak için 11 Kasım’da duyurusu yapılan, New York Rochester Üniversitesi İngilizce Bölümü’nün bir Yardımcı Doçentlik kadro açığının tanımına bakmak açıklayıcı. Dijital medya alanında başvuruların değerlendirileceği belirtilen ilanda, adayda “kültürel analitik” (cultural analytics) alanında (yani dijital ve/veya basılı medyanın analizinde ve görselleştirilmesinde hesaplamalı yöntemlerin kullanılmasında) uzmanlık arandığı belirtiliyor. Adayda aranan ilgi alanları ise; edebiyat, filim, arşiv ve imge koleksiyonları gibi bildik terimlerin yanı sıra; dijital nesneler, mikro-medya, sosyal ağ bilgi tabanları, dijital aktivizm, meta-metinsel estetik, interaktif sanat ve medya pratikleri gibi yeni terimlerden oluşan bir dağarcıkla duyuruluyor. GÜLSÜM BAYDAR gulsum.baydar@yasar.edu.tr
Bu duyuruda sözü edilen uzmanlıklar, dijital insanbilimlerinin kapsamına giriyor. 2000’li yıllarda
yaygınlık kazanmaya başlayan bu alanın Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere Avustralya’dan Güney Amerika’ya, Kanada’dan Japonya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kapsayan ve sayıları giderek artan akademik organizasyonları, hakemli dergileri, konferansları ve yaz okulları bulunuyor. Özetle, dijital insanbilimleri kültürel verilerin ağ temelli dijital ortamlara taşınması olarak tanımlanıyor. Bu alanda çalışanlar, geleneksel olarak tek başına çalışan ve basılı metin aracılığıyla çalışmalarını yaygınlaştıran uzman anlayışının sona erdiği görüşündeler. Bunun yerine her bireyin kendi uzmanlığıyla katkıda bulunduğu disiplinler arası grupların, araştırma konularını birlikte üreterek dijital alanda görselleştirdikleri, interaktif çalışma ağları öneriyorlar. Bu sanal platformlar bilginin her an genişletilebileceği, ucu açık ve çok kullanıcılı ortamlar. Dijital insanbilimleri adı altında üretilmiş olan projeler edebiyattan coğrafyaya; sanat tarihinden sosyolojiye; tasarım alanlarından dilbilimlerine kadar farklılaşabiliyor. Arayüz tasarımcıları, veri yönetimi uzmanları ve gerektiğinde bilgisayar programcıları ise bu çalışmaların vazgeçilmez parçaları. Tasarım alanlarını ilgilendiren çarpıcı bir örnek MacArthur Vakfı tarafından sponsorluğu üstlenilen “Hiper-kentler” (Hypercities) projesi.3 Üniversiteler, kültürel kurumlar, kütüphaneler, müzeler ve bağımsız araştırıcıların içeriğine katkıda bulundukları bu çalışma, ilk aşamada Berlin, Los Angeles, New York, Ollantaytambo, Roma ve Tel Aviv’i kapsayan, ve sayısı giderek artan kentlerin geçmişi bugünü ve geleceği üzerine araştırma yapmak isteyenlere yönelik. Projeye ulaşanlar, açılış ekranındaki dünya haritasında ilgi alanları olan kentin üzerini tıkladıklarında, önce kentin uydu görüntüsüne ulaşıyorlar.
İmgenin üst kısmında yer alan tarih çizgisi, kullanıcı tarafından kontrol edildiğinde kentle ilgili ulaşılmak istenen bilginin zaman aralığı saptanabiliyor. Haritayı farklı ölçeklerde zumlamak, ya da farklı zamanlarda oluşturulan haritaları üst üste getirerek karşılaştırmak da kullanıcının iradesinde. Ekranın sağ tarafında zumlanan ölçeğe bağlı olarak, kentle ilgili basılı ya da görsel koleksiyonların, hatta bireysel ve deneysel video kayıtlarının listesine ve istenen koleksiyonun kendisine ulaşılabiliyor. Bunlar kitapları, arşivleri, tarihsel ve kamusal koleksiyonları içerebiliyor. Böylece farklı koleksiyonları, ya da arşivleri belli ölçütler doğrultusunda biçim ya da içerik açısından karşılaştırmak mümkün hale geliyor. Kentin tarihsel haritaları üzerinden belli yapılara ilişkin bilgilere ulaşarak mimarlık anlatıları üretmek
de kullanıcının seçiminde. Sonuç olarak Hiper-kentler projesinden tarihçilerden kent planlamacılarına ve kentin geleceği konusunda karar verecek olan yöneticilere kadar pek çok öznenin yararlanması söz konusu. Bunların her biri projeyi kendi ilgi alanı dahilinde kullanıp yorum ya da karar üretebiliyor.
önemli. İnsan öğesini barındıran her alanda olduğu gibi, dijital insanbilimlerinde de eleştirel boyutu korumak ancak etik sorgulamaları göz ardı etmemekle mümkün. Bu alanın, mimarlık tarihi ve kuramını nasıl dönüştüreceğini de, bu sorgulamalarla nasıl eklemlendiği belirleyecek.
Dijital insanbilimleri projelerinin ölçek ve kapsamları olabildiğince farklılaşabiliyor. Örneğin Brown Üniversitesi’nde geliştirilen “Kadın Yazarlar Projesi,” (Women Writers Project) Victoria dönemi öncesi kadın yazarların metinleri için bir açık arşiv oluşturma amacında. Bu proje aracılığıyla, örneğin belli bir tiyatro eserinin farklı sahnelerinde duyulan erkek ve kadın konuşmacıların orantısal karşılaştırmasına erişmek ve farklı tiyatro eserlerini bu bağlamda karşılaştırmak mümkün.
1 Patrick Schumacher ve Neil Leach, “On Parametricism,”
George Baird, “Criticality and Its Discontents,” Harvard Design Magazine, Fall 2004-Winter 2005, pp. 1-6. 3 http://www.hypercities.com 4 Alan Liu, “Where is Cultural Criticism in the Digital Humanities,” http://liu.english.ucsb.edu/where-is-cultural-criticism-in-the-digital-
her proje farklı katılımcılar tarafından büyütülmeye ve farklılaştırılmaya açık olduğundan bitmiş ürün diye bir kavram olamadığı gibi, üretilen araştırmanın müellifini sabitlemek de olanaksızlaşıyor. İkincisi; bilgisayar ortamında paylaşılan proje dosyaları kullanıcının aktif katılımını gerektiriyor. Dolayısıyla hemen her kullanıcı ulaştığı bilgi ağından kendi bilgisini oluşturuyor. Yani aynı araştırmadan pek çok farklı düzlemde bilgi üretmek mümkün hale geliyor. Dijital insanbilimleri, temel ve uygulamalı bilimler, teori ve pratik, niceliksel ve niteliksel araştırma gibi kavramların arasındaki sınırların kalktığı, bilginin sürekli yeniden üretilerek yaygınlaştırıldığı, yeni ve doğurgan bir alana işaret ediyor. Dijital ortam başka türlü ulaşamayacağımız boyut ve karmaşıklıktaki bilgilere erişmemizi sağlayarak daha önce üretemeyeceğimiz ilişkisel yorumlar ve anlatılar kurmayı mümkün kılıyor. Ancak dijital dünyanın sağladığı olanakların ve sunduğu yeni araştırma yöntemlerinin büyüsüne kapılmadan önce, dijital insanbilimlerine yöneltilen uyarıları da dikkate almak gerekiyor. Eleştirel bakış açıları “dijital insanbilimleri” teriminde “dijital” kavramına yapılan vurgunun “insanbilimleri” boyutunu değersizleştirebildiğine dikkat çekiyorlar. Alan Liu, “İnsanbilimlerinde Kültürel Eleştiri Nerede?” başlıklı makalesinde, bu alanın endüstri-sonrası, neoliberal ve şirket tabanlı küresel enformasyon ve kapital akışlarıyla nasıl eklemlendiği sorusunun hiç gündeme gelmeyişine işaret ediyor.4 Dijital araç ve yöntemlerin akademik araştırma dünyasını nasıl değiştireceği sorusunun ucu halen açık. Ancak dijital dünya nasıl tasarım pratiğini ve tasarım düşüncesini kayda değer biçimde dönüştürmekteyse, araştırma biçim ve yöntemlerini de dönüştürmekte. Bu dünya, bir yandan önceden hayal bile edilemeyecek kapsamda bilgiyi ulaşılabilir kılarken, diğer yandan bu bilginin yorumlama ve kullanılma biçimlerini de dönüştürmekte. Ancak tam da bu noktada eleştirel düşüncenin en önemli öğretilerinden birisini, yani hiçbir bilginin erk ilişkilerinden bağımsız üretilmediği gerçeğini unutmamak gerek. Hangi bilginin nasıl sunulduğunun, bu bilginin yorumlanma biçimlerini de önemli ölçüde belirlediğini göz önüne alarak, herhangi bir dijital insanbilimleri projesinde yer alırken, onun neleri kapsadığının ya da dışladığının ve hangi amaçlarla kullanıldığının farkında olmak
humanities/
karşı sayfada Kentin uydu görüntüsü Kaynak: www.hypercities.com bu sayfada sol sırada: Kadın yazarlar projesi Kaynak: www.wwp.brown.edu solda üstte: CUNY Üniversitesi araştırması Kaynak: ab.softwarestudies.com/2011/06/mondrianvs-rothko-footprints-and.html
9 XXI - ARALIK 13 / OCAK 14
Dijital insanbilimleri, geleneksel akademik üretim biçimlerinden birkaç yönden farklılaşıyor. Öncelikle,
Massachusettes: MIT Press, 2011)
EŞİK CİNLERİ
CUNY Üniversitesi’nde sanat tarihi alanında yapılan bir başka araştırma, Piet Mondrian ile Mark Rothko’nun tüm resimlerinin renk analizlerini, bunların parlaklık ve doymuşluk değerlerini ölçerek bu ressamların farklı dönemlerdeki renk kullanımlarının karşılaştırmalı yorumlarını mümkün kılıyor.
http://www.patrikschumacher.com/Texts 2 Mario Carpo, The Alphabet and the Algorithm (Boston
Kadıköy’de Tasarım Rotası TAK, TASARIMCILARI KADIKÖY İÇİN BİR ARAYA GETİRİYOR. İSTANBUL DESIGN WEEK KAPSAMINDA GERÇEKLEŞEN PROJEDE ORTAYA ÇIKAN KADIKÖY SERİSİ MOBİLYA TASARIMLARI, ETKİNLİK BOYUNCA TAK’TA VE KADIKÖY SOKAKLARINDA SERGİLENECEK. Kadıköy’ün kentsel sorunlarının çözülmesi için yenilikçi ve yaratıcı fikirlerle karşımıza çıkan Kadıköy Belediyesi, Çekül Vakfı ve Kentsel Strateji şirketi ortaklığında yürütülen Tasarım Atölyesi Kadıköy (TAK) “Tasarım Sizden, Uygulaması Bizden” sloganıyla fikirleri olan Kadıköylüleri, projesi olan tasarımcıları ve olanakları olan destekçileri Kadıköy Belediyesi ile buluşturuyor.
İstanbul Design Week 2013’ ün Kadıköy ayağını oluşturan etkinliğin proje ürünleri; 27 Kasım – 1 Aralık tarihleri arasında TAK, Arkaoda, Karga, İsis, Zeplin, Yer ve Muaf durakları arasında, ücretsiz ve herkesin katılımına açık olan, bir çok etkinliğin düzenlendiği bir tasarım rotası oluşturuyor.
emrah özturan, lınn-zeplin
mete erdem, bıtt - yer
GÜNCEL
‘TasarlaTAK’ programı kapsamında Kadıköy’ün sahip olduğu değerlerin tasarım ürünlerine dönüşmesi için projeler geliştiren TAK, ürün tasarımcılarıyla beraber yürüttüğü “Kadıköy Serisi Mobilya Tasarımı’” adı
altında Kadıköy’ün altı mekanını, altı genç ürün tasarımcısıyla beraber ele alıyor. Proje kapsamında ürün tasarımcıları mekanlar ile bir araya gelerek Kadıköy’ün tasarım dokusunu, hikayesi olan mobilyalara dönüştürüyor. Üretim aşamasında ise; yerel üretimin teşvik edilmesi için tasarımcılar yerel üreticilerle çalıştılar.
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 10
can güvenir, ark-arkaoda
lab::istanbul, droop - muaf
mehmet erciyas, dal - isis
mustafa timur, carga la tromba - karga
Sürdürülebilir Gelecek “NORVEÇ MİMARİSİNDE KENTSEL DÖNÜŞÜME DUYARLI YAKLAŞIMLAR” KONFERANSI, NORVEÇ VE TÜRKİYE ARASINDA KURULABİLECEK OLAN AKTİF DİYALOĞA VURGU YAPTI. Norveç Danışman Mimarlar Derneği (Arkitektbedriftene) ve Yapı-Endüstri Merkezi (YEM) işbirliğiyle düzenlenen konferans, Norveç'in yenilikçi projeleri üzerinden kentsel bağlamda yaşanan zorlukların yanı sıra İstanbul'un profesyonel ortamıyla gelişmesi umut edilen aktif bir diyaloğa vurgu yapmayı amaçladı. Etkinlikte mimari, inşaat ve şehircilik alanlarında ülkeler ve firmalar arası işbirliği imkanları ele alındı. Mimarlar, şehir plancıları ve inşaat endüstrisi tarafından daha sürdürülebilir bir gelecek için sunulabilecek çözüm önerilerine odaklanıldı. Konferans kapsamında
mimar ve kentsel strateji danışmanı Peter Butenschøn ile Oslo Şehir Planlama Direktörü Ellen de Vibe, kentleşen ve genişleyen Norveç’i kavramsal olarak irdelerken; A-lab, Snøhetta, Lund Hagem, Helen & Hard ve Nordic gibi Norveçli mimarlık ofisleri yeni projelerini paylaştı. Moderatörlüğünü Norveç Danışman Mimarlar Derneği Genel Müdürü Egil Skavang’ın üstlendiği yuvarlak masa oturumunda ise, Norveç mimarlığı farklı açılardan değerlendirildi. Türkiye ve Norveç'ten uzmanların katılımıyla "kentsel dönüşüm" ve "duyarlı mimarlık" konuları tartışmaya açıldı.
Taksim İçin Fikirler
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 12
GÜNCEL
İSTANBUL SERBEST MİMARLAR DERNEĞİ’NİN TAKSİM VE ÇEVRESİNE ODAKLANAN “SOS İSTANBUL YARIŞMASI” SONUÇLANDI. İstanbulSMD tarafından 2006 yılından beri mimarlık öğrencileri arasında açılan SOS İstanbul yarışmasının bu seneki konusu Taksim ve Çevresi idi. Temmuz ayında ilan edilen yarışmanın amacı İstanbul’un tarihsel gelişimi sürecinde sosyal, çevresel, kültürel ve siyasal bellek içinde önemli bir yeri olan Taksim Gezisi bölgesi ve Taksim Meydanı için öğrencilerin alternatif fikir projeleri üretmeleri olarak belirlendi. İstanbul Serbest Mimarlar Derneği (İstanbulSMD) tarafından geleneksel olarak düzenlenen 2013 SOS İstanbul Mimarlık Öğrencilerine Açık Fikir Projesi Yarışması’nı Onur Karadeniz kazandı. İkincilik ödülünü; İffet Huban ve Ezgi Küçükyörü paylaştılar. Esma Selen Aksoy ise üçüncülük ödülünün sahibi oldu. Mansiyon sahipleri ise; Umut Atlı, Ethem Berk Kurtel, Seda Tuğutlu , Özdil Buran, Duygu Bingül, Mahmut Maksut Ünal , Çiğdem Nur Kebapçı, Elif Meva Tokmak.
Aaa Tekfur Sarayı Tamamlanmış… Önce inşaat alanı saç levhalarla kem gözlere kapatıldı. İçeride ne olup bittiğini görmek için yokuş yukarı yol tepenler inşaatın güvenlik görevlileri tarafından fena halde terslendiler. Buraya yolu düşenler, hırsız, yağmacı, saldırgan falan değildiler. İçlerinde yaşlısıyla, genciyle yerli-yabancı akademisyenler, öğrenciler, meraklılar da vardı. İzin almak için belediyeye yapılan başvurulara yanıt almak mümkün değildi. Hatta (söylediğimde şaşıracaksınız ama) kapı aralığından içeri bakmak bile yasaktı. Bu kadar yol gelip de eli boş dönmek yerine “belki bir ara kapı açılır da görürüz” diye kapının önünde bekleşenlere görevliler fena halde sinirleniyorlardı. Onlar ne de olsa “emir kulu”ydu. Bir fotoğraf yüzünden işlerinden olabilirlerdi.
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 14
SORU İŞARETİ
Bu arada ortalıkta bir söylenti dolaşıyordu: Tekfur Sarayı’nın “aslına uygun olarak” tamamlanmasını ve yeniden kullanıma açılmasını amaçlayan bir projenin yapıldığı... Belli ki bir şeyler bekleniyordu. İki ihtimal olabilir: Ya projenin onaylanması yıllarca sürmüş olabilir, kolaylıkla tahmin edilebileceği gibi bu tür bir uygulamanın kuruldan onay alması kolay değildi. Ya da inşaat için bir sponsor, yapişlet gibi bir finansman yöntemi aranmış olabilir. Her ne olduysa, yıllar böyle geçti. Tekfur Sarayı etrafındaki inşaat örtüsüyle yıllarca ziyarete kapalı kaldı. Bu arada bölge için ne bir yönetim planı ile ilgili hazırlık yapıldı, ne de açık bir toplantı. Sonunda haber geldi. Yöneticilerin başını ağrıtacak riskler ortadan kalkmış, “kapatılma” dönemi sona ermiş, projeler onaylanmış, ihaleler tamamlanmıştı. Bu zor işler tamamlandıktan sonra gizlenecek, saklanacak bir şey kalmamıştı. Kocaman harflerle “Saray Tamamlama Projesi” başlığı taşıyan bir tanıtım panosu yerleştirildi. Sonra sıra tanıtıma geldi, kapılar aralandı ve bir bakıldı ki “aaa Tekfur Sarayı tamamlanmış!” Böylece meraklı İstanbullular, tıpkı bir doğumhanenin kapısında bekleyen aile yakınları gibi, Bizans Sarayı’ndan geriye kalan bu eşsiz yapıya neler yapıldığını öğrendiler. İstanbul’un “nur topu gibi” yeni bir Bizans sarayı oldu. Tekfur Sarayı’nın bundan böyle Feshane binası gibi toplantılar ve sergiler için kullanılması düşünülüyormuş. Duvarlar sağlamlaştırılmış, kat döşemeleri, kolonlar, kolon başlıkları, doğramalar yapılmış, çatı örtülmüş, önündeki kapalı yeşil alana etkinlikler için beton dökülmüş ve taş kaplanmış. İnşaat tabelasına da kurullarda yer alan uzmanların isimleri dizilmiş. TEKFUR SARAYI YILLARCA INŞA EDILMEYI BEKLEYEN BIR BOŞLUK GIBI KALDI
KORHAN GÜMÜŞ
UNESCO Komitesi Türkiye’nin imzalamış olduğu konvansiyona göre İstanbul’un 1985 yılından beri Dünya Miras Alanı’nda yer alan bölgeleri için bir “Yönetim Planı” hazırlamasını istemişti (2006). Bu programda Dünya Miras Listesi’nde yer alan İstanbul Karasurları ve çevresi için Yönetim Planı’nın bir
uygulamasının yapılması öngörülüyordu. Bu amaçla Kültür Başkenti bütçesinden pay ayrıldı. Ancak bu çabalar sonuçsuz kaldı. UNESCO krizi bugüne kadar gelişme/koruma ikilemi içinde kalan İstanbul için bir fırsattı ama bu karmaşık ve kapsamlı kentsel mesele dar bir alana sıkıştırıldı. Kültür mirası sektöründeki etkili kişiler işlerin müteahhitlere verilmesini, “eski köye yeni adet” getirilmemesini istiyorlardı. “Müteahhitler işi alsın, bize de danışmanlık verin. STK’larla Yönetim Planı, restorasyon işleri yapılmaz.” Haklıydılar. STK’ların siyasal otorite ile müteahhitlerin arasına girecek, programda amaçlandığı gibi “misyon odaklı” bir örgütlenmenin oluşmasını destekleyecek, çalışmayı uluslararası deneyimlere açacak güçleri yoktu. Bu süre içinde bir yönetim planı çerçevesinde arkeolojik araştırmalar, mimari çalışmalar geliştirilebilirdi, hiç şüphesiz. Ama bunların yapılabilmesi için buna imkan verecek koşulların sağlanması gerekirdi. Tıpkı kentin nasıl olduysa öyle kalmış (unutulmuş) diğer arkeolojik varlıkları gibi, Tekfur Sarayı bir zihinsel üretimin konusu olmaktan çok, inşa edilmeyi bekleyen bir boşluk gibi kaldı, bu süre içinde restorasyon sektörünün perspektifi dışında onu anlamlandıracak bir eylemlilik olmadı. Oysa bu eşsiz yapının (olduğu haliyle) konservasyonu ya da farklı dönemlerdeki kullanım biçimlerine, değişik zamanlardaki mimari özelliklerine dair (bazı geçici canlandırmalar da dahil) çok farklı şeyler yapılabilirdi. Bu yapı ve çevresindeki açık alanlar, mekanlar ile bütünleşmiş olarak bir yönetim planı hazırlanabilirdi. Bu plan çerçevesinde mekana özel birçok deneysel çalışma, müzik, sergi etkinliği yer alabilirdi. RESTORASYON GIBI DENEYSEL MIMARI ÇALIŞMALARI IHALE ILE GERÇEKLEŞTIRMEK MÜMKÜN MÜ?
1994 yılında Refah Partisi İstanbul’da iktidara geldiğinde Oğuzhan Asiltürk “bundan böyle Bizans
meselesini deneyselliğe, bilgiye açılmasını nasıl isteyebiliriz? Restorasyon çalışmalarını da içeren yönetim planı, araştırma gibi deneysel mimari işleri ihale ile gerçekleştirmek mümkün mü? Bu kapalı ortamda bu saray kompleksinin yapıldığı dönemde örneğin üretim teknikleri nelerdi, ya da "yapı zaman içinde nasıl kullanıldı ve hangi gelişmeler yaşadı" ya da "bugün içinde nasıl etkinlikler düzenlenebilir, burada Bizans dönemi müziği konserleri, ya da seminerler olabilir mi" ya da "müdahale nasıl yapılmalı, nasıl yönetilmeli" gibi fikirleri geliştirmek proje müteahhitlerine zor geliyor olmalı. Kamusal alandaki mimarlık işleri iktidarın gücünü kullanan, otoriter bir işleyiş içinde anlayışını dikte eden bir çevrenin hakimiyeti altında. Bu nedenle “restorasyon” çalışmaları ile yalnızca Tekfur Sarayı değil, yakında bütün saraylar, camiler, anıtlar aslına benzetilecek…
SORU İŞARETİ 15 XXI - ARALIK 13 / OCAK 14
eserlerine bütçeden pay ayırmayacağız” demişti. Böylece İstanbul surlarını yok eden “restorasyon” çalışmaları durmuştu. Biz de o zaman kendisine teşekkür etmiş ve şunu söylemiştik: “Bizans eserlerini koruyacağını söyleyen yönetimler yıllardır bu anıtları berbat inşaat çalışmaları ile mahvetti. Siz onları korumayacağınızı söyleyerek koruyorsunuz. Ne söylerseniz söyleyin, önemli olan sonuç. Size İstanbul halkı olarak kentin eşsiz kültür mirasını yok etmediğiniz için teşekkür borçluyuz....” Biraz şaka, biraz gerçek, bu paradoksa işaret ettiğimizde birçok kişinin selam sabahı kestiklerini fark ettik. Meğerse Asiltürk bunları söyleyerek onların işine mani olmuş. Köprünün altından çok sular aktı. Sonunda gene eski müteahhitlik çalışmalarına geri dönüldü. Büyükşehir Belediyesi tekrar başa döndü. Gene inşaat mantığına teslim oldu. Yıllar sonra devreye UNESCO Dünya Miras Komitesi girdi. 1985 yılından beri Dünya Miras Alanı içinde yer alan Karasurları ve çevresinin yok edilmemesini istedi (2006). Bu defa da UNESCO (sanki Asiltürk gibi) “sakın bir şey yapmayın” demiş gibi davranıldı, sanki yapılabilecek tek şey yalnızca inşaatmış gibi. Sonra kıpırdanmalar tekrar başladı. Karasurları ile ilgili birçok ihale girişimi oldu. Bu ihalelerin teknik şartnameleri yapılacak araştırma ve proje işlerini uzunluk ve yükseklik olarak tanımlıyordu… İstanbul gibi eşsiz bir kültürel mirasa sahip şehrinin neden mimarlıktan nasibini almadığını tartışmak anlamlı olacak. Deneyselliğe, araştırmaya ve bilgiye dayalı bir mimarlık uğraşı olması gereken restorasyon çalışmaları neden kapalı? Neden Surlar, Topkapı Sarayı, Süleymaniye Cami gibi eşsiz mimarlık eserlerinde bile "restorasyon" deyince benzeterek (aslına uygun) inşa etme yöntemi izleniyor? Eğer araştırma projelendirme faaliyetleri müteahhitlik işlerine bağımlı olarak gerçekleşirse restorasyon
Toplumsal Katmanlar ve Görüşleri ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ MİMARLIK BÖLÜMÜ TARAFINDAN HAZIRLANAN CODEX’İN ÜÇÜNCÜ CİLDİ “MİMARLARLA DİYALOG” YAYINLANDI. 2010’dan itibaren Codex’in ilk iki cildinin yanı sıra; Biçim ve İşlev, Mimarlık ve Formalizm, Pomi 2002-2012 kitapları yayınlanmıştı. Söyleşi özel sayısı olarak Yrd. Doç Dr. Levent Şentürk tarafından derlenen Codex’te, kadın mimarlarla ESOGÜ Mimarlık Bölümü öğrencilerinin heteronormativite, cinsiyet, erillik, cinsellik konularında gerçekleştirdikleri 38 söyleşiye yer veriliyor. Kuram serisinin
tematik sözlüğünün ilk cildinin yayın hazırlıkları ise devam ediyor. Kitap, akademiden ve piyasadan gelen, farklı kuşaklardan mimarları buluşturuyor. Değişik toplumsal katmanlardan mimarların, meslek pratiğinden ataerkilliğe, tarih yazımından modernliğe, feminizmden kente kadar birçok konuda görüşlerini bir araya getirmesi açısından güncel bir toplam.
Kentteki Tasarım
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 16
GÜNCEL
27 KASIM - 1 ARALIK TARİHLERİ ARASINDA MAÇKA KÜÇÜK ÇİFTLİK PARK'TA GERÇEKLEŞEN İSTANBUL DESIGN WEEK 2013, TASARIM VE ŞEHİR ARASINDA KÖPRÜ KURMAYI AMAÇLADI. Yerli ve yabancı 100’den fazla tasarımcıya ev sahipliği yapan IDW; tasarım, trend, moda, mimarlık ve teknoloji hakkında en yeni projeler, sergiler ve atölye çalışmalarını kapsayan bir program sundu. 2005’ten bu yana toplamda 350 tasarımcı ve firma tarafından 4200 ürünün sergilendiği İstanbul Design Week’i bu sene beş gün boyunca, 9000 üzerinde kişi ziyaret etti. “Tasarım ve Kent” başlığını koruyan İstanbul Design Week, Finlandiya, İsviçre, İngiltere, Avusturya, Polonya, İtalya, Hollanda,
Almanya ve Fransa gibi farklı ülkelerin tasarım yaklaşımlarının görülebileceği sergileri misafir etti. İsviçre’den Alfredo Haberli, Helsinki’den Arni Aromaa, New York’tan Mathew Waldman ve Avusturya’dan Anastasia Su gibi yerli ve yabancı birçok ismin konferanslarına ev sahipliği yaptı. Aralarında geri dönüşümlü sallanan sandalye Flaxx, Flat Craftwork, Derin Design, Nooka saatleri, Ron Tasarım, İstanbul Sofa, Gürsan Ergil ve Tamer Nakışçı gibi genç tasarımcılar ve kurdukları yeni firmalar da etkinlikte yer aldı.
İnovasyon, Maliyet, Öjenik Tasarım, Tasarım Etiği, Arayüz, Yaratıcılık INOVASYON
Karim Rashid, Objectified’da döktürüyordu: Dijital fotoğraf makinelerinin biçimlerinin analog makinelerden mülhem olduğunu, halbuki işlevsel açıdan bakıldığında bu akrabalığa artık gerek olmadığını tatlı tatlı anlattıktan sonra, her tasarımcının yaptığı gibi sandalye tasarımı mevzuuna gelip çakılıyordu: “Yeni bir tasarım yaparken ben ne yapıyorum? Ürünü farklılaştırabildiğimi teşhir ettiğim bir oyun mu oynuyorum, yoksa hakikaten de bir katkıda mı bulunuyorum? Hülasa, tasarıma dair asıl soru şudur: Ürettiğimiz nesneler hakikaten bir etki yapıyor mu, bir şeyleri değiştiriyor mu?”
SAPKIN TASARIM SÖZLÜKÇESİ
Rashid’in sorusuna olumlu yanıt vereceklerin kalabalık bir cemaat teşkil edeceğini tahmin edebiliyorum elbet. Ama benim sorum daha köktenci: Yeni bir sandalye ne kadar yenidir? Bu soruya verilecek yanıtın şu soruya verilecek olanla negatif korelasyon içinde olacağını sanıyorum: İnovasyonu ait olduğu yere (muhtemelen mühendisliğe) emanet etmenin vakti gelmedi mi artık? MALIYET
Ürün maliyetini düşüren etken işçiye verilen paranın azaltılmasıdır, tasarımcının tasarım marifetiyle üretim masraflarını kısması değil. ÖJENIK TASARIM
Tasarımın öjenik olmayanı mı var? Sağlıksız, yaşlı ve kadın insanların dışlandığı kentsel programlardan cetvel bellenmiş mimari ve tasarımsal tabloların erilliğine, engellilerin ve solakların azabını artıran ürünlerden ekonominin doğal seleksiyonuna terk edilmiş alt sınıfların görünmezliğine dek binlerce örnek verilebilir.
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 18
En az onlar kadar mühim bir öjenik tutum da meslek ideolojisinin mütemmim cüzü: Tasarım eğitimi almış olanlar dışındakilerin tasarımcı sayılmaması. TASARIM ETIĞI
Eylenebilecekler arasında iradi bir seçimin koşulları sorgulanacaksa, eyleyecek olanın, yahut eylem tasavvurunu kuranın, fiziksel, zihinsel yahut arzuya dair yetiler evrenini genişleten her öğe, “eyleyecek olan”ın tanımına dahil edilerek sorgulanmalı. Yani, sözgelimi, kullanıcı, tek başına, irade sahibi bir eyleyen olarak kavranamaz artık: Eline aldığı ve yeti alanını genişleten nesneyle, protezle birlikte daha geniş ve karmaşık bir makine/özne haline gelir her seferde.
OSMAN ŞIŞMAN
Daha açık olmak için, Gerald Raunig’in Bin Makine’de (Otonom Yayıncılık, 2013) söylediğini alıntılamalı: “İnsan ve makineye artık ikisinin mümkün yahut imkansız karşılaşmaları, birbirlerinin uzantısı yahut yedeği olmaları, benzerlikleri ya da metaforik ilişkileri kafasıyla bakmamak lazım. İnsanın makineyle ve diğer
şeylerle birleşip başka bir makine ürettiği bir ilişkiler zinciri olarak bakmak lazım.” ARAYÜZ
Tasarım camiasının kadim lafızlarındandır: Tasarlanan ürün, teknolojinin insanla ilişki kurmasını sağlamak için onu insancıllaştırma görevini ifa eden bir tür arayüzdür. Tasarımcı da, demek ki, insancıl olmayan, insanın bedensel ve sosyal dilini konuşmayan teknolojik altyapıyı insanın diline tercüme eden bir çevirmendir. Walter Benjamin, tercüme ettiği Baudelaire şiirlerini yayınlarken “Çevirmenin Görevi” başlıklı şahane bir önsöz de eklemişti kitabına. Orada yürüttüğü fikirlerden biri şuydu: Çevirmenin görevi söz ve imgeyi hedef dile aktarmak değildir sadece; kaynak dildeki söz ve imge dizgesinin yarattığı hissi hedef dilde de yaratmaya uğraşmaktır. Bilhassa son çeyrek yüzyılda yaşamımızı işgal eden elektronik ürünler düşünüldüğünde tasarımcıyı sadık ve iyi bir çevirmen olarak görmek hayli zor. Tasarlanan arayüz, içerideki mekanizmayı açık etmek yerine gizliyor. Kullanıcının olası iradi müdahalelerini neredeyse yasaklıyor. Hem üretim koşullarını hem de işleyişi karartarak nesneleri opak bir perdenin içine sarmalıyor. Bu kadar kalın bir arayüz katmanını insancıl kılmak için reklamın duygusal diliyle suç ortaklığı zorunlu oluyor elbet. YARATICILIK
‘Yaratıcı endüstriler’ kavramı 1990’ların, “yaratıcı sınıflar” ise 2000’lerin başından bu yana kolektif muhayyilemizde yerini sağlama aldı. Üretim yöntemlerindeki değişimlerin yeni türde sınıflar oluşturduğunu endüstri devrimi deneyiminden de gayet iyi biliyoruz, elbet. Ne ki “yaratıcı sınıf” alıştığımız tarzda bir sınıfa işaret etmiyor sanki. Sınıf bilinci yok, örgütlenme yeteneği pek zayıf, özlük haklarına dair bir algı geliştirmemiş; ne ki bildik sınıflarla karşılaştırınca (kimileri kadar haksızlığa uğruyor ve sömürülüyor olsa da) cakasından geçilmiyor. Yaratıcılık diye anılan kerameti kendinden menkul hassayı eğitim ve çalışma pratiğinden değil, meslek ideolojisinin her yere sızan söyleminden devşiren bir garip cemaat. Marx, Kapital’de o tatlı müstehzi edasıyla şöyle diyordu: “Şimdiye dek kimyagerler incinin yahut elmasın muhtevasında bir değişim-değeri tespit edemediler.” Ben de istihzayı görüyorum ve artırıyorum: Şimdiye dek bilim insanları, akademisyenler, meslek örgütleri ve dahî tasarımcılar, tasarımcının muhtevasında yaratıcılığı tespit edemediler.
Yeşil Kapının Ardında Rotor
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 20
GÜNCEL
2013’TE ART ARDA DİZİLEN MİMARLIK ETKİNLİKLERİNDEN BİRİ, BU YIL BEŞİNCİSİ GERÇEKLEŞEN OSLO MİMARLIK TRİENALİ’YDİ. EYLÜL SONUNDAN İTİBAREN İKİ AY BOYUNCA OSLO VE ÇEVRESİNE YAYILAN TRİENALİN ANA SERGİSİNİ ROTOR HAZIRLADI.
Meriç Öner Rotor, Brüksel’de ortak ilgi alanı “endüstriyel ve inşai malzeme akışları” olan insanlardan kurulu bir kolektif. 2010 yılındaki 12. Venedik Mimarlık Bienali Belçika pavyonunda yer alan ilk sergilerinde Belçika’da artık kullanımda olmayan kamu yapılarından toplanan koltuklar, halılar, parkeler, merdiven trabzanları, cephe kaplamaları vb. içeren bir seçki yer alıyordu. Usus/ Usures isimli bu sergide yaşanmışlığın taşınabilir ve yeniden temsil edilebilir bir kalite olduğu görülüyordu. Detaylı bir katalog ile tamamlanan sergi, özenle serilmiş maddi fragmanlarla ziyaretçinin mimarlık algısını tetiklemeye, tasarımcının üretim sorumluluğunu hatırlatmaya adaydı. Rotor, o gün benim gözümde istatistiksel yorgunluk, acemi güncel sanat, yepyeni ve tekil mimarlıklar, geleceğe yönelik teknolojik ve/veya katılımcı öneriler kısırdöngüsünde sonsuza uzanan mimarlık sergisi alışkanlıklarını kırıp geçiyordu. Sözler sözsüz söylenebiliyor, anlatı mekanın kendisinden başka bir araca muhtaç
olmuyor; üstelik sergi ancak kendi yerinde var oluyordu. Yani bu bir dergi, bu bir kitap, bu bir web sayfası, bu bir konuşma değil; bu bir sergiydi. Belçika pavyonunun peşi sıra, 2011 sonbaharında Londra’da Barbican için planlanan Office for Metropolitan Architecture (OMA) sergisinin küratörlüğü Rotor’a verildi. OMA/Progress ismiyle dört aydan uzun açık kalan sergide Rotor, bu sefer bir çeşit gelişigüzel düzenlilik ve saklama ortamı olarak arşivin gizemini ortaya koyuyordu. Katalogdaki açıklamaya göre “bir sebepten ötürü mimar olmamaya karar veren genç mimarlar” ekibi “hem gerçek, hem retorik konstrüksiyonları sökmekte uzman” oldukları için OMA’in kontrolü devretmeye karar verdiği “antiOMA”di. Mimarların peşinde OMA’in tüm yapılarını gezen, (2011 yılı rakamlarına göre) müşteriye ulaşmamış 10,000 kağıt ve 3,700 nesneden oluşan arşivini eşeleyen ve aylarca Rotterdam ofisinde çalışan Rotor, “sergi dışında sebeplerden ötürü var olan nesnelerden” bir “portre” sundu.
OMA’in yeni bir üretime girmek yerine kendini dışarıdan bir anlatıma teslim etme kararı, OMA/Progress’in bir sergi olarak ortaya koyduklarından daha kritik önem taşıyor. Oslo Mimarlık Trienali de sayısız ısmarlama iş ve üretim döngüsüne girmeden “mimarlığa dair şeyler” tartışılan bir ortam sağladığı için değerli bir etkinlik. “Sürdürülebilirlik” gibi önyargıların diz boyu yığıldığı bir konuya odaklanmak trienal ekibinin cesur kararı. Rotor’dan Maarten Gielen ve Lionel Devlieger’nin küratörlüğünü üstlendiği Behind the Green Door (Yeşil Kapının Ardında) isimli ana sergi, herkesi tam da bu yumuşak karından vuruyor. Rotor’un bir sene boyunca biriktirdiği maket, pankart, dergi, afiş, katalog, fotoğraf, mimari görsel, film, yazışma, oyuncak, inşai malzeme, patent dokümanları, giysi, vb. yüzlerce şeyden oluşan arşiv, 600 civarında bir seçkiyle Norveç Tasarım ve Mimarlık Merkezi DogA’de sergiye dönüşmüş. Maarten ve Lionel, dijital ve fiziksel nesnelerin birikimine odaklı bu çalışma biçimini tanımlarken sürdürülebilirlik konusunda kendi keskin fikirlerini temsil
edecek şeylerin peşine düşen küratörler olmak yerine, diğerlerinin sürdürülebilir dediklerini toplamayı seçtiklerini belirtiyorlar. Sürdürülebilirlik, Norveç’e eskiden kalma bir misyon. Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun 1987 yılında yayımladığı “Ortak Geleceğimiz” raporu dönemin Norveç başbakanı Gro Harlem Brundtland yürütücülüğünde hazırlanmıştı. Brundtland adıyla da anılan meşhur raporda sürdürülebilir gelişme “günümüzü yarının ihtiyaçlarına göre örgütlemek” olan ilk resmi tanımına kavuştu. Rotor’un dikkati çektiği konu; raporda bu cömert tanımın pratiğe aktarılmasını sağlayacak prensip önerilerin olmaması sebebiyle geldiğimiz noktada sürdürülebilirlik kavramının kanunlar, inançlar, ahlaki yaklaşımlarla sistematize edildiği. Ekoloji, ekonomi ve eşitlik üçlüsünün kesişiminde aranan “denge” sürdürülebilirlik için ana unsur olarak ön plana çıkıyor. Böyle bir perspektiften bakıldığında sürdürülebilirlik tüm toplumsal tartışmaları kapsayıcı nitelikte: Kadın ve
erkek, grup ve birey, eski ve yeni denge arayışındalar. Oysa bugün hararetle konuşulan öncelikli sorun küresel ısınma, kısa yol çözümün adı da sürdürülebilirlik. Yani karbon etkisi üzerinden ölçümlenen (ya da ölçümlenmeyen) bir yapma / yaşama biçimi tarifine göre yaşıyoruz; sürdürülebilirlik kavramını da tümüyle bir yönetim kriterine dönüştürüyoruz. Yeşil Kapının Ardında (Behind the Green Door) gittikçe formülleşen bu karmaşa karşılığında tasarımı ne bir sorun, ne de bir çözüm gibi göstermek kaygısı taşımadığı için çoklu ve dürüst bir ortam sunuyor. İlk bakışta basit gözüken bir başka kavrama, konfora dayanarak Brundthal Raporu’nun ucunu açık bıraktığı ihtiyaçlar tanımımızı sorgulamaya teşvik ediyor. Sergi, bir baştan bir başa kronolojik sırada ekolojiyi, ekonomiyi, eşitliği dert eden uygulamalar tarihini örnekleyerek bugüne gelen yolu aktarıyor. Tematik masalarda ise küratörlerin anlatacakları hikayeler için bir araya getirdiği nesne grupları yer alıyor. Seçili nesneler geldikleri yerin kültürüne dair öyle incelikler sunuyor ki
Lionel’in sözünü ettiği “izleyicinin suratına bağırmak yerine kulağına fısıldamak” tercihinin seçkinin bel kemiğini oluşturduğu anlaşılıyor. Örneğin, 2005 yazında Japonya’da elektrik tasarrufu sağlamak amacıyla tüm devlet binalarında ortam sıcaklığının 28 dereceye ayarlanacağının açıklanması ve çalışanların kısa kollu üstler ile nefes alan pantalonlar giymeye davet edilmesinin üzerine giysi firması Uniqlo “Cool Biz” adında bir koleksiyon üretiyor. Öneriyi getiren Çevre Bakanı çalışanları teşvik etmek için gayri resmi giysileriyle manşete çıkıyor. Mimarlık üretimine gelince sürdürülebilirlik kavramı kaçınılmazdır, çığırtkanlaşır. Dünya çapında tanınmış çok sayıda mimarlık ofisinin projeleri çizimler, maketler, hatta mimari görselleştirmeler üzerine işlenmiş “Binanın köşesine manav koyalım.”, “Suda çok aktif hayat olsun, kayaklar, kayıklar…”, “Genel olarak bu imajda yeşilliğe ihtiyaç var, biraz çatıda, biraz sokakta.” notları ile sergileniyor. ABD’de en üst düzey sürdürülebilirlik
sertifikasına sahip bir havaalanından, sıradan inşai teknikler için alınmış patentlere, akılsız sistemleşmenin sürdürülebilirlik yolunda açık verdiği ortada. Öte yandan Sumatra’daki dünyanın en büyük tarçın pazarının ortasına, yerel tuğla ve tarçın ağacı gövdelerinden üç ayda inşa edilen Cassia Coop Merkezi’ne bakarsak belli ki bazı arayışlar diğerlerinden daha gerçek. 1969 yılında, Buckminister Fuller’ın jeodezik kubbelerinden esinlenerek Kaliforniya’da kurulan 10 kubbelik alternatif lise gibi bugün sürdürülebilirlik teması altında anılan sayısız girişim, aslen dönemlere ve yerlere göre farklı ihtiyaçların ürünü. Ardı arkası gelmeyen kurallar ve sertifikalar en çok da bu yüzden sağduyunun yanında kifayetsiz kalmaya mahkum. Sergideki en çarpıcı nesne kuşkusuz Nestlé pet su şişelerinin kesilip biçilerek geri dönüşebileceğinin iddia edildiği reklam filmiydi. Çünkü filmin başrolünde ekonomik, endüstriyel ve toplumsal açılardan bütünsel bir yaklaşımla, geride atık bırakmayan
sistemler kurmaya yönelik “Cradle-toCradle” felsefesinin kurucularından Bill McDonough yer alıyordu. Tam da alaycılığım tavana vuracakken kendimi durduruyorum. “İnsanların ve pratiklerin çok geniş ve çok katmanlı bir biçimde stigmalaştırıldıklarını biliyoruz” diyor Lionel, “aslında herkesin sürdürülebilir olmak isteyen egosunun yanında sürdürülemeyeceklere merakı olan bir alter egosu var”. Sürdürülebilirlik bir yanda etiketleşip komikleşirken, diğer yanda uçlaşıp ulaşılamaz hale geliyor. Behind the Green Door çerçevesinde hassaslıkla altı çizilen denge unsuru, ilk olarak bu noktada devreye girmeli. Rotor’un nesneleri dizerek yazdığı sözsüz hikayeleri inceleyince iyilerden, kötülerden ve yüzdelerden bağımsızlaşmak isteğim harlanıyor. Yeşil kapının ardında her şeyi yeniden düşünmeye nazik bir davet var. Arşive titiz bir yoğunlaşma, sergiye keskin bir karşılaşma ortamı olarak yaklaşan sakin ve tutarlı programıyla Rotor, hiç yoksa mimarlık / tasarım bi- / tri-enalleri nezdinde, bu çağrıya ön ayak oluyor.
21 XXI - ARALIK 13 / OCAK 14
bu sayfada üstte solda: Milan'daki Bosco Verticale projesine ait olan maket (BOERISTUDIO, 2007) üstte: Sumatra'daki Cassia Coop Merkezi’nin sergisi (TYIN tegnestue Arkitekter, 2010) en solda: Japon giysi markası Uniqlo tarafından üretilen Cool Biz koleksiyonu (2005) ortada: Belçika hükümetinin 1990'larda evlerdeki toksik atıkların toplanması amacıyla dağıttığı fakat çocuk kilidi yüzünden açılması çok zor olduğundan kullanılamayan milyonlarca plastik kutudan biri solda: Kaliforniya'daki jeodezik kubbeli okul inşaatı deneyimlerini paylaşmak için yayımlanan Domebook 1 (1970) ve Archigram'ın pek de tutmayan sondan bir önceki “yeşil” sayısı
GÜNCEL
karşı sayfada Behind the Green Door, Oslo Mimarlık Trienali. Norveç Tasarım ve Mimarlık Merkezi DogA
İğneyle Kuyu: Antakya’da “Pilotis”
-Uğur Tanyeli için-
DÖNME DOLAP
On yıldır, karşılaştığım yapı iskelelerini fotoğraflıyorum: Yaşadığım ve görmeye gittiğim kentlerde, şimdiye dek yüzlercesini kaydettim ve bir gün bu karelerden görsel bir öykü çıkacak belki. İskelelere, inşa halinin müphemliği, henüz vuku bulmamışın gizemli güzelliği ve -belki de en çok- yakında artık orada olmayacak bir şeyle ilk ve son kez karşılaşmanın garip yoğunluğu nedeniyle yöneliyorum; bir Gelgeç’in (kişi) bir başka Gelgeç’le (bina) bakıştığı bir an söz konusu.
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 22
Bir yerde bir binanın veya boş bir parselin önüne / çevresine iskele kurulduysa, ardında bir şantiye var demektir tabii; ama orada yapılan işin kendisi hemen hiç ilgimi çekmez: Daha çok, o karşılaşmadan alabileceğini almaya bakan hırsızdan başka bir şey değilimdir. İşin aslı, merak etmeye değer pek az şantiyeyle karşılaşılabilir Türkiye’de. Ne ölçeğinin büyüklüğü, ne şaşaası, ne yapı teknolojisi ilginç kılmaya yeter bir şantiyeyi; çünkü sonunda karşılaşılacak bina vasatı zorlamaz; aynı nedenle bir yapının bitmemiş hali, bitmişinden çok daha ilginçtir çoğu kere. Kızıltepe’den Kuştepe’ye, ülkenin her yanındaki en sıradan binaların betonarme karkaslarında bu yüzden sitüasyonist mimar Constant’ın Yeni Babil’i göz kırpar bir anlığına. Mardin Artuklu Üniversitesi’nin mimarlık öğrencileriyle, tadını çoktandır unuttuğum bir otobüs gezisiyle Antakya’daki sıra dışı EAA (Emre Arolat Architects) yapısını görmeye gittiğimizde, bambaşka bir durumla karşılaşacağımızı biliyorduk; yapının statik projesine iki buçuk yılını vermiş olan Bülent Deveci, Ekim ayında Mardin’e mimarlık fakültesine gelerek projeyi anlatmıştı.
LEVENT ŞENTÜRK
Hikaye, Antakya’da Harapadası mahallesindeki arazide başlatılmış olan arkeolojik bir kazının 2010’da ivmelenmesiyle başlar. Kent seviyesinden sekiz metre aşağıda, sınırları on beş bin metrekareden büyük parselle aynı olan, alanın tamamına yayılmış, olağan
dışı canlılıkta ve büyüklükte mozaiklerle kaplı yapıların izleri belirince, yıllar boyu sürebilecek arkeolojik kazı, yüzden fazla işçi ve kırka yakın arkeolog tarafından sekiz ayda tamamlanır. Alandan çıkarılan yüz bin metreküpten fazla toprak elenir ama bu sadece başlangıçtır. İğneyle kuyu kazma işi, birkaç yıl daha sürecektir. Kazının tamamlanmasından sonra, EAA devreye girerek otel ve müze tasarımını gerçekleştirir; yerelden bakanlığa uzanan onay silsilesi tamamlandıktan sonra da inşaat başlar. Fikir ne olağanüstüdür, ne yenidir: Zemindeki antik kent parçasını, fiziksel olarak zarar vermeden ortaya çıkarıp tümüyle kamusal kullanıma sahip bağımsız bir açık hava müzesi oluşturmak ve üzerindeki çelik strüktüre asılmış konteynerlerden oluşan bir otel yapmak. Yapının program parçaları, zeminin boşaltılması ilkesine uygun biçimde kesite dağıtılır (ki “zemin boşaltma”nın modern mimarlıkta Corbusier’yen boyutuna daha sonra değineceğim). Eksi sekiz metre kotuna inen iki bodrum katı oluşturulur ve buraya otelin çamaşırhaneden mutfağa, trafodan depoya tüm servis bileşenleriyle müzenin idari kısmı yerleşir. Zemin kotunda otelin ve müzenin ana girişleriyle gastronomik programlar konumlanır. İlk kattaki ofislerden sonra, üç kat boyunca otel odalarının konteyner grupları yerleşir. Yapının bütün strüktürünü örten ve bütünleyen çatı platformunda, havuzlardan balo ve toplantı salonlarına, restoranlardan spa ve gymnasium’a kadar bütün sosyal programlar konumlanır. Çelik yapının üzerinde duracağı betonarme kuyu temellerinin kazılması dokuz ay sürer çünkü her biri gerçekten de elle kazılır: Altmış altı tane, çapı iki buçuk metre, derinliği yirmi altı metreye varan kuyu. Bu işlem, arkeolojik alanın bütünlüğüne zarar vermemeyi hedefler. Bu nedenle Bülent bey, yapının statiğine dair verdiği seminerde, derinliği yirmi metreyi bulan bu kuyularda çalışmanın zorluklarına değinmişti. Kazı işleminden başka, temel kazarken çıkan suyun dışarı pompalanması ve beton dökülmeden önce, kuyulara çelik temel donatılarının eksi on metre yükseklikte askıda çalışılarak bağlanması, başlıca zorluğu oluşturur. Kolonların aplikasyonu, zemindeki arkeolojik buluntuların niteliğiyle bağlantılı olarak, asimetrik bir hal alır ve planlamada gridal düzende bir sapma meydana getirir. Bu asimetri, binanın çelik konstrüksiyonun uzunlamasına kirişlemesine, tasarımsal açıdan yaratıcı biçimde işlenmiş dramatik bir görünüm kazandırır. 2012 yazında, yapının çelik imalatına başlanır ve tamamlanmasının iki yılı geçeceği öngörülmektedir. Çelik sistem, inşaat maliyetini iki katına yükselten bir karardır. Ayrıca betonarme sistemin, imalat hatalarını kendi kendine tolere edebilen esnek, yeniden-dağılımlı yüklenme ilkesine kıyasla, çelik sistemin cıvatasına kadar kesinleşmiş olması gerekir. Bu aşamaya gelinene dek yapının statiği üzerinde iki buçuk yıl çalışıldığını ifade eden Bülent bey, tasarımcıların aldığı riski anlatırken,
EAA’nın müze/otel şantiyesi, yalnıza çelik yapı tasarımının niteliği, konstrüksiyonun alışılmadık boyutları veya malzemenin şaşırtan kesitleri bakımından bile son derece atipik; buna Antakya’nın coğrafi, kültürel, topografik ve kentsel zenginlikleri eklendiğinde, ortaya çıkan karşılaşma benzersiz. Ama yalnızca bunlar değil; çünkü arkeolojik kazıyla çelik teknolojisi bir araya geldiğinde, kontrast daha da şaşırtıcı bir hal alıyor: Tasarlarken, alanı hazırlarken veya çelik yapıyı ortaya çıkarırken, iğneyle kuyu kazıldığını söylemek abartma olmaz. Zanaatkarane, emek-yoğun üretim, şantiyeye gerçek bir deneysel nitelik kazandırıyor. Yeraltı/yerüstü kontrpuanı, fotojeniyi kreşendoya dönüştürüyor. Burada geçmişle gelecek, Antakya’nın çok-kültürlü yerelliğiyle uluslararası turizm ideolojisi, sanatla mimarlık, program bakımından uzlaşmaz veçheleri bulunan müzeyle otel, “transmodern” koşullarda bir araya gelmekte. Bina, “sermaye”, “koruma”, “kimlik”, “kentsellik” gibi üst başlıklarda, Türkiye’deki korumacılık dogmalarını sorgulatacak yepyeni bir tartışma alanı yaratıyor. Turizm mimarisinde nicedir yüzeysel biçim gösterileri pompalanıyor; EAA’nın bu tasarımının, mekan tüketimine yere özgü bellek değerini ve strüktürelliği geri getirdiği söylenebilir. Ama EAA’nın bu konuda politik bir tavrı olduğu söylenemez;
Corbusier’yen kentin yatay gökdeleni Unité de Habitation (Barınma Bloğu), yirminci yüzyılın ortalarının bel bağlanan kentsel ütopyasıydı. Le Corbusier’nin zemini yeşil alan olarak terk edişi, karşılığında tüm kentsel donatıları bloğun çatısına veya ara katlara yerleştirip bütün sosyalliği zapturapt altına alışı üzerine bugüne kadar çok şey söylendi. Diğer yandan, Marsilya’daki barınma bloğunun farklı tipte yirmiden fazla daire üretişi, brüt betonun etkisi gibi niteliklerinin yapının güncel ününü perçinlemesi üzerine çok yazılıp çizildi; bunlara dönmek gereksiz. O halde, Corbusier’nin kentin ölümünü ilan ederek, sosyal açıdan tam bir felakete dönüşen buluşu, yarım asırlık aradan sonra, Antakya’da hortluyor mu? Corbusier’yen pilotis-kent şemasının zemini terk edişinde hegemonik bir boyut vardı. Antakya’da ise reel, yalnızca bu duruma özel işlevsel bir anlam kazanıyor pilotis yaklaşımı. Yapı tamamlandığında, otel yeni bir tür elitizm tanımlamaya başlar, ilginçliğini kaybederse karalar mı bağlamalıyız? Karamsar bir perspektiften, pilotis’lerin Corbusier’yen hegemonik anlamının bu kez uluslararası sermayenin tarihi temellük edişinde kendini yeniden gerçekleştirdiği söylenecek veya yekten “tarih yağmalanıyor” vaveylası koparılacaktır. İlk eleştiri doğru olabilir ama ikincisi aşırı genelleyici ve kör bir değerlendirmedir. İlk eleştirinin zorunlu sonucu, ikincisi değildir. Muhtemelen kara cübbeli
korumacılar: “Bol yıldızlı otel yapacak başka yeri mi bulamadılar?” diyecektir. Cübbeniz bu renkteyse, işi Antakya’da bu büyüklükte bir bina istememeye vardırmanız ideolojik simetri icabıdır. Bu şantiyeyi keşke Türkiye’deki bütün mimarlık öğrencileri görebilse, çünkü birçok bakımdan çok öğretici ve benzersiz. Kazı alanının üzeri, Christo ve Jeanne-Claude’un 1970’lerdeki kumaşla kaplı topografik enstalasyonlarındaki gibi örtülmüş. Gökyüzüne uç veren dev çelik totemlerin gölgesi bu “kast edilmemiş sanat yapıtı”nın üzerine vurduğunda, benim için “Under Construction”ın bir bölümü daha ortaya çıkıyor.
23 XXI - ARALIK 13 / OCAK 14
Bu türden tasarımsal risklerden kaçınılması, gerçek mimari problemlerin üretiminin önündeki başlıca engel. Yatırımcı, mimar ve mühendisi, iç içe halkalar biçiminde tahayyül etme alışkanlığındadır çünkü ve en büyük dış halkada kendini konumlandırarak, bütün aktörleri kapsadığını düşünür. Bülent bey, halkaların kapital-merkezci simetrisinin bozulduğu reel mücadele alanını tanımlarken, konsantrik tahayyülden inhirafın, hem kesişim kümeleri yarattığına, hem de minimal düzeyde de olsa artık/ özerk disipliner bölgeler tanımladığına dikkat çekmişti.
sözgelimi Yalıkavak Marinası tasarımı bir yanıyla serbest dolaşımı demokratikleştirirken, diğer yandan tüketimciliği fetişleştirir.
DÖNME DOLAP
zemine minimumda dokunma ilkesine dayanan bu büyüklükte kütleye sahip bir çelik sistemi, bir yerinden açılması büyük tehlike yaratabilecek bir fermuara benzetmişti.
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 24
ÜRETİM SÜRECİ
mekan: ocak
Takının Serüveni ELA CİNDORUK VE NAZAN PAK 20 YILLIK ÜRETİM SÜREÇLERİNE DAHİL OLAN MEKANLARI BİZLERLE PAYLAŞTI. KAPALIÇARŞI’DAKİ DAR SOKAKLARA, HANLARA VE MİNİK DÜKKANLARA YAYILAN ÜRETİM SÜRECİNİN ÖYKÜSÜ BİRÇOK USTA VE ATÖLYEYİ İÇİNE ALIYOR.
Beste Sabır Takı tasarımının bir çok mekana ve kola yayılan işleyişine yeni teknolojilerin eklenmesi, sürecin akışını değiştiriyor, bazı zanaat kollarını (sadekarlık gibi) üretim akışının dışına itiyor ya da sadeleştiriyor, böylelikle üretim süreci yeniden şekilleniyor. Diğer yandan tüm bu sürecin içinde yüzyıllardır değişmeden kullanılan üretim yöntemleri ve zanaat kolları mevcut. Geçmişten günümüze taşınan üretim yöntemleri ve geleneklerinin modern üretim biçimleriyle kesişmesi sonucunda yeni mekansal dağılımlar ve yeni roller ortaya çıkıyor. Bu paralelde estetik kalıplar, belirleyiciler, satın alma ritüelleri, butik-büyük ölçekli üretim, üretimin mekansallaşması gibi konularının altının çizilmesi gerekiyor. Önceleri zanaatkarlar sürecin bütününe yayılmışken, sonra tasarımcı zanaatkar, şimdi tasarımcı - teknoloji
hatta kullanıcı - teknoloji ilişkisi öne çıkıyor. Peki acaba bu ilişkiler dinamiği tasarımcı tarafından doğru kullanılmaz ve yönlendirilmezse gelecekte yerini sadece teknolojiye mi devrediyor olacak? Ela Cindoruk ve Nazan Pak, yeni tasarladıkları koleksiyonun yanı sıra bazı ürünleri de 20. yılları için yeniden yorumladılar, bu süreçte hem eski hem de yeni üretim metotlarını kullandılar. Kapalıçarşı’da bir çok farklı sokağa, apartmana, hana yayılan üretim süreçlerinin mekanlarını bizle paylaştılar. Bu sayede; zanaatkar, tasarımcı, üretici ilişkilerinin mekanla kurduğu ilişkiyi, süreci gözlemleme ve sizlerle paylaşma şansımız oldu. Beste Sabır: Takı tasarımının çok aktörlü bir yapısı ve çeşitliliği var. Bir
taraftan hala kullanılan eski üretim yöntemlerine sahibiz, diğer taraftan yeni üretim teknolojileri gelişiyor. Siz ürünlerinizde bu üretim metotlarını nasıl dengeliyorsunuz? Sıklıkla kullandığınız metotlar ve aşamalar neler? Ela Cindoruk & Nazan Pak: Az sayıda, el işi ve geleneksel üretimle yaptığımız metotları kullanarak, birebir kendimizin üretebileceği tasarımlar yapıyoruz çoğunlukla. Ama yeni teknolojilerden de faydalandığımız oluyor. Amaç tasarımlarımıza uygun olan üretim teknikleri bulup kullanmak, üretim biçimine göre tasarım yapmıyoruz. Bir çok ürünümüzü sıfırdan, metalden (sade işi; altın, gümüş, titanyum gibi) elde yapıyoruz. Ana modelini mumdan yapıp daha sonra döküm ile çoğalttığımız ya da iki üretim metodunu karışık kullandığımız işler de var. Ayrıca geleneksel mücevherin kabulü dışında olan malzemelerle de çalışıyoruz (epoksi, kağıt gibi) ve tabi bu malzemelerle de kendi yapılarına uygun üretim tekniklerini kullanıyoruz.
Örneğin üç boyutlu baskı, daha önce yapamayacağımız tasarımları hayata geçirmemize olanak sağladı. Ana modeli bu yöntemle reçineden üretip kalıbını alıp döküm yaptık. Bizim için heyecanlı bir süreç oldu, ayrıca lazer kesim, CNC kesimi de bazı işlerimizde kullandığımız oluyor. Bu teknikler doğru kullanıldığında yaratıcılığın önünü açıyor, ama tam tersi sonuçları da görüyoruz ne yazık ki. bs: Çeşitli zanaat kolları yeni gelişen teknoloji karşısında ortadan kaybolmak üzere (sade atölyeleri gibi). Büyük ölçekli firmalar ise tesisleri içinde tüm bu üretim süreçlerinin aktörlerini barındırıyor. Küçük ve büyük ölçekli firmaların arasındaki fark, bu anlamda üretimin mekansal çeşitliliği konusunda da ortaya çıkıyor. Sizce teknolojik ve mekansal gelişim paralelindeki dönüşüm nereye doğru evriliyor? Bu yönde nasıl bir adım atılabilir? ec & np: Mücevher üretim teknikleri binlerce yıldır aynı, ancak son 50-60 sene içinde her şeyde olduğu gibi
ÜRETİM SÜRECİ
üretim sürecine dahil olan aşamalar
25 XXI - ARALIK 13 / OCAK 14
mekan: mıhlayıcı
taş mıhlanan takılar
üç boyutlu baskı ile üretilen takılar
mekan: döküm atölyesi
Kağıtların metale dönüştüğü CNC ve metal şekillendirme ile yapılan işlere örnek
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 26
ÜRETİM SÜRECİ
mekan: üç boyutlu baskı atölyesi
sıvama ile yapılan ürün
mekan: sıvamacı, plakadan metali şekillendiriyor
artan talebi karşılamak için gelişen teknoloji ile birlikte üretimi hızlandıran yöntemler de gelişti. Seri üretim talebinin artması, teknolojinin yardımıyla işçilik maliyetlerinin azalmasının doğal bir sonucu olarak el işçiliğinin maliyetlerini karşılayamaz oldu. Ayrıca eskiden var olan ustaların - ustalıkların göçler vb. gibi sebeplerle taleplerinin azalması, usta - çırak eğitiminin yeni yasalarla değişimi, eski ustalıkların aktarılmasını da yavaşlattı. Sonunda sadece teknolojiye bağımlı bir üretime doğru gidiliyor sanki... Aynı şeyler tasarım için de geçerli. Bilgisayar ile tasarım yapmak - çizmek üretmek çok hızlı sonuç verebiliyor ama malzemeyi tanımadan, olanaklarını bilmeden, beden ile ilişkilendirmeden yapılan tasarımlar az çok birbirini tekrar eden yaratıcılıktan yoksun, kimliksiz,
süslemeci bir tasarım dili yaratmış durumda. Diğer yandan, dünyada az sayıda üretilen el emeğinin ve yeni fikirlerin değer kazandığı tasarımlara ilgi artıyor. Kendi üstündeki ürünü başkasında görmek istemeyen bir tüketici grubu oluşmaya başladı: Trendlerden uzak ve daha özgün. Bu paralelde mücevher tasarımında acilen ciddi bir eğitim düzenlemesi gerekiyor, üç aylık kurslar ile tasarımcı yetiştirmek çözüm olamıyor. Tasarım felsefesi, prensipleri, sanat tarihi, malzeme ve üretim biçimleri gibi konuları içine dahil eden bütüncül bir yaklaşımla dört yıllık üniversite eğitimi verecek okullara ihtiyaç duyuluyor. bs: Geçtiğimiz ay 20. yılınızı kutladınız. Bu paralelde daha önceden ürettiğiniz ürünlerden bazılarını
yeniden yorumlayarak ürettiniz. Yeniden tasarlama ve üretim sürecinden ve ürünlere eklenen yeni üretim biçimlerinden bahsedebilir misiniz? ec & np: Evet bu sene 20. yılımızı kutluyoruz. Bu seneye özgü olarak; 20 yıldır üretmekte olduğumuz tasarımlarımızdan farklı malzemeler kullandığımız küçük bir koleksiyon hazırladık. İlk çalışmalarımızdan olan ve hala üretmekte olduğumuz dört yüzük ve iki çift küpeyi ilk defa 18 ayar, beyaz altın ve pırlantalı yaptık. Onlar bunca yıldır bizimle olan, her zaman ilgi gören tasarımlardı, geleneksel yöntemlerle döküm ve mıhlama ile çalıştık. 20 yıla yakışan ışıklı mücevherlere dönüştüler. Ayrıca yeni teknolojiler demişken, bir küçük koleksiyon da bu yeniliği
araştırmak öğrenmek için yaptık. Geleneksel metotlarla üretemeyeceğimiz tasarımları, üç boyutlu çizim ve baskı yöntemiyle gerçekleştirdik, sonra döküm ile çoğalttık. Bir de uzun zamandır üzerinde çalıştığımız kağıt mücevherlerin metal versiyonlarını CNC / lazer kesim kullanıp ardından geleneksel form verme teknikleriyle şekillendirip ürettik. En son olarak; 20. yılımız için küçük bir ev aksesuarları koleksiyonu oluşturduk; mermer, pleksi ve gümüş, pirinç gibi malzemeler kullandık. Bu koleksiyonda (dots) iki çeşit ürün var: İlki top vazolar, diğeri ise aslında sadece kapaklardan oluşuyor. Bu kapakları istenilen kavanoz, bardak vb. gibi gündelik nesnelere eklediğimizde mumluk / vazo fonksiyonunu şık bir şekilde sağlamış oluyoruz.
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 28
YAPILAŞMA HAYALİ
Başka Bir Yapılaşma Hayali
Şu anda İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentler başta olmak üzere Türkiye’nin çeşitli kentlerindeki mevcut yapılaşma modeli farklı kesimlerce eleştiriliyor. Mimarlar ve kent plancılarının yıllardır sözünü ettiği sakıncalı durumlar, sosyologlar, gazeteciler, doktorlar, çevre bilimciler gibi başka mesleklerden insanların da dikkatini çekmeye başladı. Bu farkındalığın yaratıcı bir eleştiriye dönüşmesi için ne yapabiliriz peki? Başka bir yapılaşma yönteminin mümkün olduğunu düşünmek belki de ilk adım. Bir sonrakisiyse hayaller kurmak olamaz mı? Ne istediğimize dair bir fikrimiz olursa onu gerçekleştirmeye biraz daha yaklaşmış olmaz mıyız? Bu görüşlerden yola çıkarak Ertuğ Uçar, Selçuk Avcı ve Selva Gürdoğan ile bir araya geldik. Kentin neye göre biçimlendirileceğine dair önceliklerimizi tariflememiz gerektiğini konuştuk önce, sonrasında bireysel mutluluğun bu önceliklerden biri olup olamayacağını, kentin arada tampon bölgeler bırakılarak hücresel olarak büyümesinin olanaklarını tartıştık. Makro ve mikro ölçeklerde kente ne gibi dokunuşlar yaparsak yapılı çevremizi daha yaşanabilir kılacağımızı birlikte hayal ettik. Hazırlayan: Hülya Ertaş
fotoğraflar: Yalım Kartal
Ertuğ Uçar: Küçük bir soru değil bu. Türkiye’nin tam anlamıyla en zor sorusu. İçinde de çeşitli sorular barındırıyor. Kentsel mutabakat bir soru, hayal meselesi başka bir soru. Bir taraftan mevcut durum var, onun üzerine saatlerce söylenebiliriz. Yine de mesela ben, kendi adıma çok uzun süredir söylenmiyorum. TOKİ’yle ilgili yaklaşık sekiz-dokuz sene önce Arkitera’ya bir yazı yazmıştım. TOKİ Başkanı da cevap olarak 16 sayfalık faks yollamıştı. O yazıdan sonra, başka bir dergiden yazı istediler, bir başkasından dosya yapmamı istediler. Kendi çevremiz içinde uğraşıp durmak o kadar beyhude geliyor ki. Sonuçta o yazılar da benim enerjimi, vaktimi aldığından yazmadım. O günden beri hatta bu minvalde hiçbir şey yazmadım. Bu esnada durum da daha iyiye değil, çok çok daha kötüye gitti. O zaman bir şeyler hayal ederek yazmamıştım, Özal zamanında kurulduğundaki durumla o günkü arasındaki farkları anlatıyordum metinde. Bence çok daha az söyleniyor mimarlık ortamı, mimarlık ortamı söylenmesini bitirdikten sonra işte Gezi oldu. Arredamento ve Mimarlık dergileri TOKİ dosyalarını yapalı kaç sene oluyor? Hüseyin Kahvecioğlu TOKİ dosyasını yapalı belki beş sene oluyordur. O zaman köşe yazarlarının TOKİ’den haberi bile yoktu. Ben ana akım medyada, bunun bir sorun olduğundan şikayet eden hiçbir köşe yazısı hatırlamıyorum. Dolayısıyla geçmiş olsun onlara ve tabi bize de. Cümleten geçmiş olsun, çünkü tahribat çok kalıcı. Üzerine konuşulabilecek hayaller son on senede müthiş kısıtlanmış durumda. Kötümser bir profil çizmek istemiyorum ama son on senedeki tahribat, o hayalleri inanılmaz kısıtladı. Mesela on sene önce şehirlerle ilgili daha çok söylenecek şey vardı, şimdi daha az. Selçuk Avcı: Ama zararın neresinden dönersek kardır, onun için söylenmekle değil de, yapıcı söylemlerle belki bu durum yönlendirilebilir. Mesela sorunun ilk cevabı; belki biraz yavaşlamak olabilir. Bizim aslında kitlesel olarak yeterince değer vermediğimiz şey düşünmek. Türklerin en güçlü özelliği yapmaktır. Yapıcı, yani inşa edici bir milletiz. Bize bir iş verin, yaparız ama kervanı yolda dizerek yaparız, işlerin %90-95’i bu şekilde hayata geçer. Bunun ana nedeni de düşünceye yeterince değer verilmemesi. Değer verilmeyen sadece mimarların düşüncesi değil, toplumun düşüncesi de. Bu sadece mimarların söylemleriyle yönlendirilmesi gereken bir durum değil, büyük bir katılım gerektiren bir ortam. İyi örnekler, sistemin içine girmiş, yerleşmiş yöntemler bulmak için biraz kuzeybatıya doğru uzanmamız gerek. Mesela İngiltere’de planlama sürecinde
"consultation" denilen bir süreç var, bizim askıya alma sürecimizin muadili. Bizde askıya alma süreci "itiraz eden varsa şimdi söylesin, yoksa ilelebet sussun" mantığı üzerine kuruludur. Oradaysa yapıcı bir girişim süreci var: Toplumun her kesimini bir araya getirip o değişim sürecinde katkılarını sağlamak, çalıştaylar yapmak, birkaç sene üstünde durmak, evirip çevirmek, yapılan çizilen şeyleri bazen tamamen silip yeniden başlamak ve bundan çekinmemek... Biz hemen yapmamız gerektiği endişesiyle çalışıyoruz şu anda. Bunun da tabi belli bir nedeni var, deprem tehlikesi korku aracı olarak hepimizin önünde. İstanbul gibi bir şehirde katliam olasılığı var; 50-100 bin arasında potansiyel hayat kaybı söz konusu. O yüzden "yavaşlayalım" demek de zor. Ama bizim şu anda meydana getirdiğimiz hasar bunun çok çok ötesine geçecek bir hasar. Şehirlerimizin şu andaki gelişim süreci, depremden sonra oluşacak hasarın çok daha ötesinde. Tüm doğamızı ve şehirlerimizi başka yöntemlerle yerle bir ediyoruz. Selva Gürdoğan: Ben biraz daha anlamak istiyorum Hülya’nın tam olarak nereye varmak istediğini. Çünkü bir yandan eleştiriye gidebiliriz tabi ki, bir yandan hayale, ütopyaya gidebiliriz. İkisi de yapmadığımız şeyler değil, yapılabilir. Ama yeni bir şey söylemek istiyorsak soru üzerinden daha tanımlı gitmemiz iyi olmaz mı? Sen ne bekliyorsun bizden bugün? Duymadığın bir şey mi söyleyelim, yoksa söylenmiş şeyleri tekrar daha iyi ifade etmeye mi çalışalım? Hülya Ertaş: Burada dört kişi birlikte tartışıp nihai bir model üretelim gibi bir derdim yok. Ortak noktamız, şu anki yapılaşma modeliyle kentlerin biçimlenmesini istemiyor oluşumuz. Evet istemiyoruz ama başka türlü nasıl olabileceğine dair akıl yürütmezsek olduğumuz yerde sayacakmışız gibi geliyor. Bir hayal kurmak asıl konu. Ertuğ Uçar: Hayal iyi bir yöntem bence. Ancak bu hayali dile getirmeden önce eleştiriyle başlamadan, bunları tekrarlamadan edemiyor insan. Çünkü bugünkü gelinen nokta konusunda çok kızgınız. Bunun yerine ne olabilirdi ya da bundan sonra ne olabilir? Edebiyatta, politikada bir ütopya tarihi olduğunu biliyoruz. En çok bilinenlerden Thomas More’un Ütopya’sı ya da Campanella’nın Güneş Ülkesi gibi örneklere bakarsanız hepsinde aslında bir toplum tasavvuru ve de o tasavvurun fiziksel karşılığını görürsünüz. Mesela More, ütopyayı bir adada tahayyül ediyor ki o bile yeterince fiziksel bir karşılık. Böyle bir idealizasyonun ancak adada olabileceğini baştan öngörüyor. Hatta bir ütopyada "dört caddesi olsun, kenarında burcu olsun, etrafında hendeği olsun" şeklinde kentin tanımlandığını hatırlıyorum. "Bir şehir şu kadar mahalleden oluşsun, her mahallede şu kadar aile olsun, bu ailede şu kadar çocuk olsun." diye devam ediyordu idealizasyon. Demek ki bir toplumsal ütopya- ki esası bu, bir fiziksel ütopya tek başına anlamsız olur, dekorasyon olur- nüfus kontrolsüz olmuyor. Şehir ya da toplum için belirli bir nüfus kontrolü öngörülmesi gerekiyor ütopyalarda. Aksi takdirde idealize ettiğin durum kontrolünden çıkar. Bugüne gelecek olursak ciddi problemlerden biri şu an şehirler için böyle bir öngörü olduğunu düşünmüyorum. Konuya tabi ki kente giriş-çıkışın kısıtlanması olarak yaklaşmıyorum. Şehirde imara açılan alanlar eninde sonunda bir nüfus doğuracak, bu nüfusu kontrol etmeyi
29 XXI - ARALIK 13 / OCAK 14
Hülya Ertaş: Türkiye’de özellikle İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerde oldukça görünür ve bilinir, küçük kentlerdeyse gözden ırak ama bir o kadar önemli bir yapılaşma serüveni devam ediyor. Bu hızlı yapılaşmanın da birtakım dinamikleri var: TOKİ, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, belediyeler, mimarlar, kentliler vs. Bunların bir aradalığından ortaya çıkan bu yapılaşma modelinden şikayetçi olan çeşitli kesimler var, mimarlar gibi. Bu dosyayı biraz yapıcı bir eleştiriyle nasıl türden bir yapılaşma modeli istediğimize odaklanmak üzere kurguladık. Bir hayalimiz olsa acaba ona doğru gitmek için daha hızlı hareket edebilir miyiz? Bu yeni yapılaşma modelinin aktörleri kimler olabilir, aktörler bir arada ya da ayrı ayrı nasıl çalışabilir? Kentsel üretimde mutabakat sağlanabilir mi? Ana soru bu.
YAPILAŞMA HAYALİ
“Her bir bireyin şehir yaşamındaki mutluluğunu esas alarak bir şehir tasavvur etmeye başlayabilirsiniz, ve o da bir sürü noktaya etki eder.”ertuğ uçar
“Büyüme yüzdelerinin arkasında döktüğümüz betonun değil, ürettiğimiz fikirlerin olması lazım. Aksi takdirde büyümenin bir gün duracağını düşünüyorum.” ertuğ uçar baktığınızda gözlerinize inanamıyorsunuz. Bizim en büyük sorunumuz enerjiyse ve önceliğimiz o enerjiyi bir şekilde elde etmekse, o zaman yapılan hareket de o derelerin üzerinden geçmek oluyor. Bütün alanlarda kabullenilmiş öncelikler var. O önceliklerin sonucunda da ne olacağı belli aslında. Eskilerin de dediği gibi "Ameller niyetlere göredir". Niyetimiz belli, para kazanmak istiyoruz, büyümek istiyoruz. O zaman da şehirler bu niyetlere göre biçimleniyor, ona benziyor. Başka neye benzeyebilir ki? Selçuk Avcı: Büyümenin tek çıkış yolu bu değil. Dünyanın her tarafında büyüyen şehirler, devletler var. Sorun bizim seçtiğimiz yolda. Selva Gürdoğan: Ben öncelikler sırasından söz ediyorum, büyümenin kötü bir şey olduğunu söylemiyorum. Tek öncelik olarak büyümek, para kazanmak ve güçlü bir ekonomiye sahip olmak geliyorsa, bu senaryoda insan ve doğa yer alamıyor. Eğer bir şeyi değiştirmek istiyorsak yapabileceğimiz şey, tasarımdan vs. önce bu öncelikler sırasında mutabakata ulaşmak. Çünkü daha ötesinde mutabakatın zor olduğunu düşünüyorum. düşünmeden düzgün bir şehir yaşamı kurmak mümkün değil. "İnsanlar bu şehirde mutlu yaşasın" dedikten sonra "Ama kaç kişi olurlarsa olsun" denemez herhalde.
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 30
YAPILAŞMA HAYALİ
Selçuk yavaşlamadan söz etti, bana göreyse bir hayalin ilk şartlarından biri şehrin büyümesini kontrol altına almak. Kentin sınırsızca büyüdüğü ve bizim de ona yetişmeye çalıştığımız durumun çalışmadığını anladık. Selçuk Avcı: Büyümesinde bir zarar yok, sadece bilinçli bir büyüme olması gerek. Bizim şu anki büyüme modelimizde, mesela İstanbul’da büyümenin ucu bucağı tamamen açık, sınırları sadece etrafındaki sular. Ve şu anda olabildiğince su kenarlarına doğru büyüyoruz. Fakat bilinçli bir büyüme, hücresel katmanlarla olabilir ancak. Yani kendi içerisinde, kendisini sürdürebilecek hücreler oluşturulmalı ve birbirleriyle ilişkilendirilmeli. Bunun daha ötesinde büyümek gerekiyorsa bu hücreleri üst üste yığıp devam ettirmek doğru olmaz. Çünkü o zaman doğayı tamamen çiğnemiş oluyorsunuz. Doğanın da etkin olabileceği tampon bölgeler oluşturulması lazım. Eğer bir şehir belli bir noktadan öteye büyüyecekse o hücresel yapılaşma aradaki tampon bölgelerin ötesinde yeniden oluşturulmalı. Ama bizim yaptığımız, o tampon bölgeleri de hızla çiğneyerek, ormanları da yapısallaştırmak. Çevremizde bizi durdurması gereken çok sayıda nehir, göl ve orman var. Fakat onları da çiğneyip yok etme aşamasındayız. Selva Gürdoğan: Bir taraftan da bir ütopya sorunsalı var. Biz burada bu ütopyayı dört kişiyle de, yirmi kişiyle de kursak illa ki tepeden gelen bir önerme oluyor. Modernizmin aldığı en büyük eleştiriler de bunun çevresinde gelişmişti, çok katı bir şehir tahayyülü vardı. Bizim TOKİ’ler de o katı tahayyülün bir başka biçimi olarak var oluyor: Zonlara ayrılmış yaşam, çalışma alanları ve aralarında kurulan çok verimli bağlar... Oysa yaşadıkça fark ediyoruz ki aslında o kadar da sağlıklı değil. Belki ulaşılması gereken bir plan değil de, daha ziyade bir öncelikler sırasından söz edebiliriz. Bizim toplumsal olarak önceliklerimiz neler? Şu anda bir büyüme önceliğimiz var, sürekli ‘değişen Türkiye’, ‘büyüyen Türkiye’ deniyor, haliyle düşünme önceliğimiz yok. Çünkü birebir büyüme, gelişme retoriği içerisindeyiz. Belki başlangıç olarak yeni bir öncelikler sırasında bir araya gelebilmek lazım. Mesela eğer doğanın bizim için herhangi bir önemi kaldıysa, bunun içini doldurarak o önemi anlatabilmek ve paylaşabilmek lazım. Evet, nehirlerin üzerinden geçiliyor çünkü onun herhangi bir kavramsal ya da bağlamsal anlamı yok. Bir anlamı olsa durur, düşünürdük. Türkiye’de yapılacak hidroelektrik santraller haritasına
Ertuğ Uçar: Benim aklıma şöyle bir öncelik geliyor: Her bir bireyin mutluluğu. Bu, herhalde Türkiye’de en son sıralarda yer alan bir maddedir, Türkiye’yi yönetenlerin listesinde bile olduğunu düşünmüyorum. Her bir bireyin şehir yaşamındaki mutluluğunu esas alarak bir şehir tasavvur etmeye başlayabilirsiniz, sonunda o, bir sürü noktaya etki eder. Ama bu, hazır beton üreticilerinin ütopyası olmaz. Zira mevcut ekonomik döngü tıkanır bir yerde, gerçi istenirse başka bir yere aktarılabilir o döngüler ama Türkiye’de zaten bir sürü böyle döngü var. Mesela karayolu taşımacılığı döngüsü meşhurdur. Doğduğumdan beri karayolu taşımacılığı tren yolu taşımacılığına kaydırılsın diye konuşulur ama mevcut döngü o kadar güçlü bir şekilde kurulmuştur ki durdurulamaz. Durdurulduğunda bir sektör yok oluyor. Bence inşaat da öyle. Yavaşlayamaz, çünkü durulamayacak noktada. O kadar ustayı, kepçeyi, zemin etüt aletini, hafriyat kamyonunu ne yapacaklar? Gerçekten müthiş bir yatırım var. Ancak eğer bu döngü durdurulmaz da yavaşlatılabilirse, belli bir planda bireylerin şehir içinde hareket ederken ve gündelik yaşamını sürdürürkenki mutluluğunu esas alan birtakım hayaller kurulabilir. Ki bana kalırsa, yapılması çok zor şeyler de değil bu hayaller. On yıl önce çok daha fazla olasılık vardı bu hayaller için, bugünse daha az olsa da yine de var. Selçuk Avcı: Her zaman olasılıklar var, pes etmememiz gerekiyor. Kızgınız biraz ama pes etmememiz lazım. Hissettiklerimizi, bildiklerimizi ne kadar tekrarlamamız gerekiyorsa ondan kaçınmamalıyız bence. Selva Gürdoğan: Birey dendiğinde neyi anlıyoruz? Orta sınıfa mensup, çocuğunu parka götürmek isteyen, rahatça koşacağı bir parkur arayan bireyi mi anlıyoruz mesela? Kişi herkesi kendinden bilir, bu handikapa düşmemek için oturup saatlerce bireyi tariflemek lazım, öteki olarak tariflenen grupları da belki hiç karşılaşmadığımız başka grupları da dahil ederek. Ertuğ Uçar: Çok yakında Olof Palme’nin hayatını okudum ve orada öğrendim tam olarak bireyin ne olduğunu. Palme’nin kendi ağzından bir açıklaması var. Birey, 18 yaşını doldurduğu gün, hayatıyla ilgili her türlü kararı ailesine, devlete, topluma, dine ve başka herhangi bir kuruma maddi bağımlılığı olmadan alabilme yetisi olan insan. Bu açıdan bakınca Türkiye’de hiç birey olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü eşitlikçi bir sosyal eğitim yok, sağlık sistemi de. Evlilik kurumu da öyle değil. Kadın kocasından ayrılamaz kolay kolay, çocuk da ailesinden, onlara maddi olarak bağlıdır. Devlet onlara hiçbir şey sunmaz. Dolayısıyla Türkiye zaten o anlamda
“Eğer bir şeyi değiştirmek istiyorsak yapabileceğimiz şey, tasarımdan vs. önce bu öncelikler sırasında mutabakata ulaşmak.”selva gürdoğan
YAPILAŞMA HAYALİ
bireyin olmadığı bir ülke. Benim dediğim daha basit bir şeydi. Ben biraz Selva’nın söylediğini fiziksel anlamda ele alıyordum. Şehirde medeni ölçülerde eviyle işi arasında hareket edebilmekten söz ediyordum. Ama o mekanda doğru dürüst hareket edemiyorsun. Bizim şehirlerin küçüğü, büyüğü fark etmeksizin böyle bir sorunu var.
Selçuk Avcı: Mesela bu, önceliklerden biri olabilir. Bir mutabakat sağlamak adına kentlerde yaşayan bireylerle anket yapılsa yürünebilirlik o maddelerden biri olabilir, yani sahil boyunca yürüyebilmek ya da yayaların çocuk arabasıyla A’dan B’ye gidebilmesi gibi çok basit şeyler. Bu gibi anketlerle böyle bir taban oluşturmak zor bir şey değil. Bazı kriterler oluşturulup yapılan detaylı planlamalarla bu iş denetlenebilir. Selva Gürdoğan: Evet, yürünebilirlik üzerinde konuşulması gereken ve konuşulmaya da başlanan bir konu. İnsanların gündelik hayatında sıkça sorunlarla karşılaştığı bir mesele olduğu için de kolaylıkla propagandası yapılabiliyor. Bunun gibi bir kaç tane daha öncelik belirleyebilir miyiz? Mesela Karaköy’de bizim ofisin çevresinde çaycılar var, arıyorsunuz çay getiriyorlar iki bina öteden. Bundan bir sene sonra o çaycıların işi olamayacak, böylesi küçük bir ekonominin orada yaşama ihtimali kalmayacak. Oysa bu, şehir için çok önemli. İstanbul’un hala elinde tuttuğu bir özellik, bakıyorsunuz bu New York’ta yok. Gelişmiş ekonomilerden geride olmanın en güzel yanı da bu. Keşke küçük ekonomilerin sürekliliğinin sağlanması için herkesi heyecanlandırabilecek bir yöntem olsa ve o da bir öncelik olabilse... Çünkü her yer Starbuck’s olduktan sonra, bizim çaycı Konyalı abiyi özleyeceğiz. Onun gibi insanlar artık tutunamıyor olacak burada, biz de tutunamıyor olacağız çünkü nihayetinde küçük bir mimarlık firmasıyız. Ertuğ Uçar: Bu konuyu ben de çok düşünüyorum. Orada motif önemli, diyelim Karaköy’le ilgili bir proje geliştiriyorsun ve bir motifin var. Motif onları oradan def etmek olursa, tabi sorunlu bir durum çıkar ortaya. Ama motifin başkaysa diyelim, orayı bir yaya bölgesine çevirmekse, aşırı yoğunlukta otel önermemekse bu yapılabilir. Bunun için belli kotalar olabilir ama yine de küçük ekonomiler o alanı terk edebilir. Bence küçük ekonomileri yaşatmak büyük bir öncelik değil. Selva Gürdoğan: Yok, benim için çok büyük bir öncelik. Selçuk Avcı: Her şeyin kotasını koyabilirsiniz. Bir mahalle çevresinde belirli oranda şu işlevde bina, belirli oranda yeşil alan olacak diye belirtebilirsiniz. Bu kotaların olması gerekiyor. Benim mahallem olan Beyoğlu, Galata, Çukurcuma civarlarında her yerde butik oteller var. Çünkü en sağlam ve en iyi yatırım o. Mal sahibi de kısıtlamasız onu istediği şekilde satabiliyorsa, herkes her istediğini yapabiliyorsa, fiyatlar tavan yapıyor ve orada konut yapma olasılığı sıfıra düşüyor. Ama belediye o arsada sadece ve sadece konut yapılabilir diye bir kısıtlama getirirse -ki aslen var- o mevcut kent dokusu da yaşamaya devam eder. Ama bugünkü düzen devam ederse Karaköy’ün hepsi kafe ve otel, Beyoğlu’nun hepsi butik otel ve restoran olacak ve bu mahallelerde yaşayan hiç kimse kalmayacak. Dolayısıyla böyle bir önceliği öne sürmemiz lazım.
Hülya Ertaş: Bu küçük ekonomilerin korunması ve soylulaştırmanın önüne geçilmesi meselesi aslen turizmle ilişkili. Turizm işin içine girince Ertuğ’un söylediği bir bireyin yaşadığı kentteki mutluluğu konusu karmakarışık bir hal alıyor. Kent gelecek turistler için mi, içinde yaşayanlar için mi tasarlanıyor? Dahası İstanbul’da yaşayan ama kentini bir turist gibi tüketen bir kesim de var. Turizm ve kent ilişkisinin paradoksal birçok yönü olduğunu düşünüyorum. Ertuğ Uçar: Benim olabileceğini düşündüğüm ama şimdiye dek yapıldığını görmediğim bir hayalim var. Son 15 yılda şehir içindeki boş, atıl ya da başka yerlere kaydırılabilecek kamu arazileri devlet eliyle pazarlandı. Bunların en büyükleri Zincirlikuyu’daki karayolları arazisi, Ali Sami Yen, Ataköy sahili. Bunların hepsine mimarlar tarafından fazlasıyla karşı çıkılmış olsa da yaygın medyada ancak üç-beş köşe yazısı çıktı, az sayıda insan protesto etti, o kadar. Koca koca kent parçaları gittiler, ki İstanbul için çok değerlilerdi. Şu an o kadar ucuz geliyor ki satıldıkları para, üst üste koyunca 1,5 milyar dolar ediyor. Bugün onları satın almaya kalksan, İstanbul’da bulundukları yerleri düşününce karşılığında bir para telaffuz edilemez herhalde. Mesela böyle arazilerden bir yenisi Şişli Etfal Hastanesi: Fulya, Osmanbey, Mecidiyeköy üçgeninde dev gibi bir arazi. Orayı parklaştırmak ya da kamulaştırmak mümkün olamaz mı? Hem bulunduğu yerin değerini arttırır, hem de yoğunluğunu artırmaz. Oradaki hayatı değiştirebilir. İlla park ya da orman olsun demiyorum, bir şekilde mesela hayvanat bahçesi gibi bir işlevle kamunun yararına kullanılamaz mı? Ne yapılacağı sonra konuşulur, yeter ki kamunun kalsın ve herkesin girip çıkabileceği kullanabileceği bir yer olsun. Zaten devlet hangi hakla kamunun malını yiyebilir ki? Mirasyedicilik oluyor bu çünkü bu arsaların satışından kazandığı parayla hiçbirimizin faydasına inanmadığı işler, mesela bir tane tünel yapıyor. Devletinki hazır beton ütopyası oluyor. Bizim ütopyamızsa o arazilerin bizim kalması, üzerinde ne yapılacağına karar verilene kadar bir süre dokunulmaması yönünde. Bu bir olasılık olabilir. İstanbul’da böyle lekelerin boş kalması hem yoğunluğu arttırmamış olur hem de nefes alma alanları yaratır. Selçuk Avcı: Ya da yapıcı bir yapılaşma olabilir. Kasten yapıcı bir şekilde halka danışarak, değerleri tartışarak yapılabilir. Şu anda yapılan şey danışmadan yapılıyor. Halkın verdiği değerler önemsenmiyor, varsayımlarla yapılıyor.
31 XXI - ARALIK 13 / OCAK 14
Geçenlerde Antalya’ya gittiğimde bir şey fark ettim. Antalya’da aralarında 20-25 km’lik bir şerit olan Konyaaltı ve Lara sahilleri vardır. Belediyenin yaptığı düzenlemeyle Konyaaltı sahilinin bir ucundan Lara sahilinin bir ucuna, yani 25 km boyunca, hiç sorunsuz bir şekilde bebek arabasıyla, tekerlekli sandalyeyle, büyük kalabalıklar halinde hiç bir trafikle çakışmadan yürüyebiliyorsun. Belediyenin bunun farkında olduğundan da emin değilim çünkü onun reklamının yapıldığını görmedim, belki de biliyor da reklam yapmıyor. Parça parça yapmışlar, sonunda onları birleştirmişler ve kesintisiz yürüyüş yolu oluşmuş. Bu, mutluluk bence.
“Bilinçli bir büyüme, hücresel katmanlarla olabilir ancak. Kendi içerisinde, kendisini sürdürebilecek hücreler oluşturulmalı ve birbirleriyle ilişkilendirilmeli.”selçuk avcı kabul etmemiz lazım. 2050 senesine kadar Türkiye’nin büyümesi bekleniyor demek ki yapılaşma da olacak. Bunu nasıl yapacağımız asıl konu. Yapmamak da bir çözüm olarak öne sürülebilir ama gerçekçi değil.
Ertuğ Uçar: Ucunu açarsan oradan çok cereyan olur. Bu karar net olsun, o boşluklara hiçbir şey inşa edilmesin bir süre. Burada bir kayıp yok, onu anlamak gerekiyor. Selva Gürdoğan: Bence boşluklarda bir süre hiçbir şey yapmamak, doğru bir karar. Boşluklar biraz boş kalsın.
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 32
YAPILAŞMA HAYALİ
Selçuk Avcı: Yani hiç bir şey yapılmasın, atıl mı kalsın? Selva Gürdoğan: Hayır, hiçbir şey yapılmasın ve atıl kalsın demiyorum. Sadece, orayı kaybedilmiş bir potansiyel olarak görmekten, bütün şehri bir para kazanma potansiyeli olarak görmekten vazgeçinceye kadar boş kalmaları gerektiğini düşünüyorum. Sürekli daha fazlasını yapmak ve daha fazla para kazanmak yönünde bir eğilim var. Görgümüz o. Bu hastalıktan kurtuluncaya kadar boş kalmalılar. Selçuk Avcı: Ne zaman kurtulacağız? Hastalığı tanımlayabilir miyiz? Nasıl kurtulacağız? Selva Gürdoğan: Bir kere sosyal güvenlik sistemimiz bozuk olduğundan bütün şehri para olarak görüyoruz. Çünkü herkesin emeklilik planı ev alıp kiralamak üzerine kurulu. Bu, bir hastalık. İkincisi inşaattan ziyade para kazanma ve işletme yöntemi bilmememiz. Bir şirket ortağı olmak, genç bir girişimci firmaya para yatırmak gibi kavramların hiçbiri yok. Niye Danimarka’da kimse ikinci ev almayı düşünmüyor? Adamın öyle bir hayali yok, bir tane evi bile yok. Almayı düşünmüyor, böyle bir ihtiyacı yok. Bizim bütün hayatımızı, çocuğumuzu, torunumuzu kurtarmanın tek yolu ev almak ve kiraya vermek. Selçuk Avcı: Ama arz varsa evi alıp kiraya verebilirsin, arz yoksa zaten yapamazsın. Selva Gürdoğan: Arz hep olacak, İstanbul’da arzın olmayacağı anı beklemek anlamsız. Selçuk Avcı : Kiraya verilecek bir ev gerekiyorsa o, öyle ya da böyle yapılacak. Nüfus arttıkça -ki artıyor- yapılaşma da bir şekilde olacak. Ayrıca yapılaşma kötü bir şey değil. Yapılaşmadan korkmamamız ve onun bir ihtiyaç meselesi olduğunu
Ertuğ Uçar: Tamamen yapılaşmaya karşı olmadığımız açık bence, sonuçta bu şehir bir şekilde büyüyecek. Ancak bir mutabakattan söz edeceksek bunun topyekun bir karar olması ve yukarıdan inmesi gerekir, bence. Kentsel rantın vergisini artırmak gibi bazı araçlar geliştirilebilir. Bugün inşaat şirketlerinin hepsi çok fazla para kazanıyorlar, batanların kendi yanlışı. Onların kazandığı paranın azalması gerekiyor. Eğer inşaattan kazanılan para azalmazsa, parası olan herkes inşaata yatırım yapar. Bir örnekle durumu izah edeyim. Bizim ofisin olduğu apartmanı genç girişimci bir ekip satın aldı. Bir tanesi İTÜ mimarlıktan mezun olan iki kişilik bir ekip. Aslen gittigidiyor.com sitesinin kurucuları, siteyi geliştirdikten sonra onu milyon dolarlara ebay’e sattılar. Sonra kazandıkları parayla Teknokent’te bir tane ekip kurup yeni projelere koyuldular diye mi düşünüyorsunuz? Hayır! Önce Tekfen’in yavru gayrimenkul şirketini sonra da gelip bizim apartmanı satın aldılar. Bunda bir saçmalık yok mu? Çok parlak bir fikirle çok kısa zamanda büyük bir para kazanıyorsun ama sonra o parayla kendi kapasitesine uygun şekilde işini büyütmektense gidip gayrimenkul şirketi satın alıyorsun. Bu, zaten olayın çarpıklığını gösteriyor. İnovasyon Türkiye’de şöyle oluyor: “Yap bir inovasyon, arkandayız kardeşim”. İnovasyonun ne olduğu, nasıl yapılacağı hakkında kimsenin bir fikri yok. Anca sanayi sitesi kurar gibi teknokentler kuruluyor her yere ama onların içinde de neler olduğunu bilmiyoruz. Büyüme yüzdelerinin arkasında döktüğümüz betonun değil, ürettiğimiz fikirlerin olması lazım. Aksi takdirde büyümenin bir gün duracağını düşünüyorum. Ne zamana kadar inşaata devam edebilirsin? Hazır beton ütopyasını yaşatmak için şimdilerde deprem tehlikesini öne sürerek yeni bir yöntem buldular, kentsel dönüşüm. Ama o da bir gün bitecek. Devletin her şeyi bedavaya getirmeyi istemek gibi bir huyu var, bundan kurtulması gerek. Bir yeri düzeltme işini verdiği gruplara kaynak sağlamak adına o yerden rant sağlamaya çalışıyor. Nihayetinde işi bedavaya yapmış oluyor. Buna da kar paylaşımı modeli diyorlar, sanırsam. Bu çok kötü bir huy. Mesela bizim sonradan terk ettiğimiz Fener-Balat projesi de öyleydi. Toplasan 400 tane ev vardı. Devletin o projeyi üstlenerek maliyetini neden karşılamadığını anlamıyorum. Neden yapılamıyor, oysa o kadar pahalı bir iş değil. Madem bir iyileştirme yapacaksın, devlet olarak kimsenin evini elinden almadan kendin yap. Bir kere de karşılıksız iyilik yap. Hayır, illa orayı bir şirkete pazarlayacak, şirket orayı ona bedava yapacak. Böyle bir düzenek var, bu da şehrin derisini kalınlaştırıyor. Çünkü kamu yararı sürekli olarak satılan bir şey haline geliyor. Satılan şey de hepimizin aslında. Selçuk Avcı: Bu söz ettiğin formül sosyalist memleketlerde de kapitalist memleketlerde de 1950-70 arasında çok denendi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra büyük bir konut sıkıntısı vardı. Bütün Avrupa ve Amerika’da devletin bütçesini karşıladığı projeler yapıldı. Devletin vergiden aldığı paralarla yüzde yüz fonlamasıyla yaptığı işlerdi bunlar. Ancak işlemedi, orada yapılan yanlış, topluma ninelik yapmaktı. Devlet toplumun neye ihtiyacı olduğunu kendi belirleyip ona göre konutlar yaptı ve insanları o evlere yerleştirdi. Ve bunun yanlış olduğunu bir süre sonra fark ettiler. Çünkü insanlar yapılan şeyleri sahiplenemediler. Kendilerinin olmadığı için düzen kötüye gitti ve çürüdü evler. Şimdiyse bunların bir çoğu yıkılıyor. Sonuçta yaklaşık 20-25 sene önce kamu-özel ortaklaşa finansmanın sağlandığı bir model ortaya çıktı. Türkiye’ye de bu beş-on yıl önce geldi. Üçüncü köprü ve havaalanı bu şekilde yapılıyor şu an. Bunun daha küçük ölçekte konut yapımında da örnekleri oluştu. İnsanlara kendi yaşadıkları yerleri sahiplendirme yönteminin daha doğru
olduğunu keşfettiler. Özel finansmanın yatırım gücünü kamusal bütçeyle birleştirmek çok iyi bir çözüm ama asıl mesele bunu doğru yapabilmek. Türkiye’deki hata, bunu tepeden gelerek tek çözümmüş gibi yapılmasından kaynaklanıyor. Yani özel kaynakları kamusal kaynaklarla birleştirip bir yapılaşmaya gitmekte hiçbir problem yok aslında, çok iyi bir fikir.
Selçuk Avcı: Türkiye’deki inşaat firmalarının kazanç oranı meselesi enteresan. Gelişmiş ülkelerle gelişen ülkeler arasındaki kazanç oranları hakikaten çok farklı. Londra’da bir gayrimenkul geliştiriyor olsam, yatırımın %15-20’sini kazansam çok memnun olurum, buradaysa o yatırımı en az ikiye katlamak istiyorlar. Bunu nasıl kısıtlayabiliriz?
Hülya Ertaş: Süreçler şeffaf olmadığı için inşaat riskli bir yatırım olarak görünüyor Türkiye’de, sonuçta karı da çok yüksek oluyor. Selçuk Bey, inşai faaliyetlerin hızından söz ettiğinde bunun ardında yatan nedenlerden birinin kimsenin farkında olmadan bir an önce binaların yapılıp bitirilme endişesi olduğunu düşündüm ben de. Süreçlerin şeffaf olmaması da o hızı mecbur kılan etkenlerden biri. Selçuk Avcı: Bir projenin inşaat süresi 18 ay ise Türkiye’de bunun tasarım süresi üç ay gibi kısa bir zaman. Tasarım süresi 12 aya kadar uzayabilmeli aslında projeye göre. İlk hayal edilişinden halktan sorulmasına, tasarlanmasına kadar geçen o süreçleri gerçek anlamda yaşayabilmemiz, sürenin uzatılması ve bunun da herkes tarafından kabul edilmesi lazım. Özellikle de mimari kalite açısından bu gerekli. Mimarlar kaliteye yeterince zaman harcamıyor, o harcadıkları zamana karşılık gelecek ücretleri de alamıyorlar. Bu alışkanlıkların kırılması gerekiyor. Yavaşlamaktan kastım, hiçbir şey yapılmaması değil; farkındalıkların, projeye dair özelliklerin, halkın tepkisinin tartışılıp bir planda mutabakat sağlanması ve ancak ondan sonra yapmaya başlanması. Ertuğ Uçar: Ben birkaç tane hayal düşünmüştüm, onlardan birini daha söyleyeceğim. İstanbul bir sürü küçük merkezden oluşuyor. Şehir merkezini saymazsak gerisi eskiden de Emirgan, Beykoz, Sarıyer, Tarabya gibi köylerden oluşuyormuş zaten. Demin Selçuk’un söz ettiği gibi hücresel alanlar belirleyip onların kendi içine kapalı merkezlerini üretsek ve o bölgedeki insanları birbirine bağlayan ağlar yapsak... Bir tamir işlemi de diyebiliriz buna. Küçük yaya ağları, o hücrelerin içindeki küçük boşlukların değerlendirilmesi gibi yollara başvurulabilir. Diyelim
Selva Gürdoğan: Ne dilediğinize dikkat edin. Bu tür konuları hep estetik üzerinden konuşmaya alışmış bir toplumun içerisindeyiz. Bir estetik tanımı sıkıntımız da var. Çünkü güzelim binalar yıkılıp yerine yenileri yapılıyor ve herkes o yeninin daha estetik olduğu konusunda neredeyse hemfikir. Ertuğ’un sözünü ettiği o ince onarımla uğraşmak isteyen, onun farkında olan birileri olsa zaten gerçekleşecek. Ertuğ Uçar: Ben kendi mahalli ölçeğimde e-posta atarak bazı girişimlerde bulundum ve hafiften sonuç da aldım. Her ikisi de çift yön olan kendi oturduğum sokak ve arka paralelindeki sokağın tek yöne çevrilmesiyle trafik sıkışıklığının önüne geçileceğini UKOME’ye e-posta atıp bildirdim. Gelip keşif yaptılar, sonra da fikrime katıldıklarını belirten bir telefon ettiler. Ve tek yön tabelalarını koydular hemen. Sonra belediyeye başka bir e-posta daha attım ve bizim oradaki körler okulunun erişiminin ne kadar zor olduğunu anlattım. Körler okulunun önünde kaldırım bile olmadığını, bunun düzeltilmesi gerektiğini yazdım. Ve düzelttiler, ardından da belediye başkan yardımcısı arayıp teşekkür etti. Selva Gürdoğan: Katılımcılık istiyorsak, öncelikle bizim katılmamız gerekiyor diyorsun yani. Selçuk Avcı: Bu örnekler, konuyu iyi temsil ediyor. Yani katılmak gerekiyor, katılımın da teşvik edilmesi. Bu senin yaptığını herkes yapamaz. Sen e-posta yazmasını biliyorsun ama yandaki bakkalın belki e-posta adresi bile yok. Belirli bir sorunu var ama onu nasıl, hangi ortamda ve kiminle konuşacağını bilemiyor olabilir. O ortamları yaratmak lazım.
“Yavaşlamaktan kastım, farkındalıkların, projeye dair özelliklerin, halkın tepkisinin tartışılıp bir planda mutabakat sağlanması ve ancak ondan sonra yapmaya başlanması.” selçuk avcı
33 XXI - ARALIK 13 / OCAK 14
Ertuğ Uçar: İnşaat yatırımını daha az cazip hale getirecek, daha doğrusu adil hale getirecek bir sistem kurarak. Kentsel rantın düzgün bir şekilde vergilendirilmesiyle bu mümkün.
Selçuk Avcı: Sahiplenmekle ilgili bir şey bu, bazı ilçelerde ya da köylerde buralara birinin sahip olduğunu hissediyorsun ve Ertuğ’un söz ettiği şeyler bölgesel olarak yapılıyor. Mesela Nişantaşı iyi bir örnek. Tabi İstanbul’un en zengin bölgesi, orda bolca para olduğu için de yapılıyor denilebilir ama bir açıdan da oraya birisi sahip çıktığı için o düzenlemeleri öncelik vererek yapıyorlar. Şehir mimarı diye bir kavram vardır, Türkiye’de oldu mu hiç?
YAPILAŞMA HAYALİ
Ertuğ Uçar: Beni rahatsız eden devletin 10 tane ev yapmak için 10 evi de özel firmalara vermesi ve sonuçta bunun da şehri yoğunlaştırması. Anadolu’daki TOKİ konutları yapılabilsin diye İstanbul’a konut yapıldı. Bu kadar basit bence. Mardin’de on tane TOKİ konutu yapmak için Ataşehir’de kaç metrekare lüks konut yapıldığını merak ediyorum. Böyle bir denklem var. Başka bir şehirde yapılacak olan inşaatı İstanbul’dan finanse etmek, bunları birbirine bağlamak çok mahsurlu bir yöntem.
İstinye’yi ya da Güngören’i ele alıp insanları merkeze bağlayan yaya ağları ve birtakım trafik düzenlemeleri geliştiriyorsun. Araba kullanan biri olarak, biliyorum ki şehir, çok küçük düzenlemelerle halledilebilecek tıkanıklıklarla dolu. Hiç işe yaramayan trafik lambaları, projelere yanlış yerleştirilmiş araç girişleri, gereksiz şerit genişletmeleri gibi tıkanıklığa neden olan şeylerin, çok ufak müdahalelerle üstesinden gelinebilir aslında. Belediyenin halihazırda UKOME (Ulaşım Koordinasyon Merkezi) adında bir kurumu var aslında. İyi de çalışıyorlar, vatandaş olarak birkaç kere onları aradığımdan biliyorum. Bu ekipler şehirde gezseler ve küçük müdahalelerle neler yapılabileceğini araştırsalar... Hemen kavşak yapmakla değil de daha ufak hareketlerle bu meselelerin nasıl hallolabileceğini düşünseler, çözülecek o kadar çok basit konu var ki. İstanbul’un böyle mahalli iyileştirmelere çok açık olduğunu düşünüyorum. Şehrin en merkezindeki bölgeler bile o kadar hızlı gelişmiş ki iyi olduğunu varsaydığın halde içine girdiğinde çarpıklıklarla dolu olduğunu fark ediyorsun. Halbuki bünye çok sorunlu değil, istersen kolaylıkla düzeltirsin.
“Küçük ekonomiler İstanbul’un hala elinde tuttuğu bir özellik. Keşke küçük ekonomilerin sürekliliğinin sağlanabilmesi için herkesi heyecanlandırabilecek bir yöntem bulunsa.”selva gürdoğan Selva Gürdoğan: Ertuğ, bize umut verdin. Bizim mahallede de bir tane okul ve önüne de 50 cm’lik kaldırım yaptılar, zaten oraya da araba park ediliyor. En azından ben de o kaldırımı belediyeye bildireyim bari. Demek ki boş durmamak lazım. Normal vatandaş olma pratiklerine dahil olmamız gerek. Eğer bir uzman olarak o yolların ikisinin de tek yönlü olmasından fayda görüleceğini biliyorsak, bunu doğru yere ifade etmenin de bir anlamı varmış demek ki, ben de bilmiyordum, yeni öğrendim.
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 34
YAPILAŞMA HAYALİ
Hülya Ertaş: Bu yeni senaryo içinde mimarın rolünün sınırını konuşabilir miyiz? Mimar da aslında sadece kentli gibi davransa, o duyarlılığı paylaşıyor olsa yeterli mi, yoksa mesleğinden kaynaklı bazı başka sorumlulukları da var mı? Selçuk Avcı: Bence Türkiye’de yapacak çok şey var. Nereden başlayalım? Selva’nın ilk önerisi, yani önceliklerimizi tarif etmek iyi bir fikir. Bu öncelikler makro ve mikro ölçeklerde tarif edilmeli ve bunu yapması gereken sadece biz değiliz. Herkesin içinde olduğu o ortamı yaratabilmek lazım. O öncelikleri tarif edip onların da yetkililerle tartışılması lazım. Tartışabildiğini hissedebilmek önemli. Belki etkileyemeyebilirsin, belki istediğin olmayabilir ama hiç olmazsa o alanda tartışıp “evet ben görüşümü söyledim fakat benden daha başka şeyler isteyenler var” diyerek geriye çekilmek bile insanı rahatlatır. Hiç olmazsa o ortamın var olduğunu bilirsin. Bence o öncelikleri tarif etmek zor değil ve bunların sadece mimarlar tarafından dile getirilmesi de gerekli değil. Zaten herkes bunları hissediyor, biliyor. Yeter ki herkese açılsın bu sorular. Selva Gürdoğan: Bu yapılamaz bir şey değil aslında ama bir nevi adanmışlık istiyor. Vakit varsa sonuç almakta bir sıkıntı yok. Vakit her zaman sıkıntı olan. Birçok program yapılabilir öncelikler üzerine. Bir sürü platform var şimdi. Üç-beş sene öncesine kadar onlar bile yoktu, eğer vakit varsa büyük kitlelere ulaşılabiliyor aslında. Ulaşmak ve tartışmaya açmak o kadar zor değil. Selçuk Avcı: Vakit yaratılabilir. Çok hissettiğin, seni çok zorlayan bir konu varsa onun üstüne vakit harcayabilirsin, ki birçok insan bunu yapıyor. O zaman da bunları dinleyen olup olmadığı sorusu ortaya çıkıyor. Ne kadar bir araya gelsek de, konuşsak da, tartışsak da bunu dinleyen, bunun etkisinde kalan biri, bir yönetim var mı? Selva Gürdoğan: Basit öncelikler üzerinden konuşuyorsak bence insanlara ulaşmak o kadar da zor değil. Gezi Parkı o yüzden o kadar çabuk etkin hale gelebildi. Yemekle ilgili, GDO’lu gıda gibi konulara baktığınızda çok çabuk tepki alındığını görüyorsunuz. Biz mimarlığı bir türlü herkesin hayatına dokunan bir noktaya getiremiyoruz. Selçuk Avcı: Bu bizim işimiz olmalı mı? Selva Gürdoğan: Orasını bilmiyorum ama vakitten kastettiğim o. Çok emek isteyen bir uğraş. Ertuğ Uçar: Mimarlık deyince daha başka şeyler konuşmak gerekiyor. Şehir ise bir vatandaş olarak bana daha önemli geliyor. Ben şehirde yürüyeyim de binalar ne olursa
olsun diye düşünüyorum bir an. Antalya’da eskiden arabaların olduğu şehrin merkezi bir şekilde düzenlenmiş ve şehir içinde gezebiliyorsunuz, o zaman binalara bakıp da mutsuz olmuyorum. Mesela az önce aklıma Seferihisar geldi. Oranın ilçesel bir mutabakatla belediye başkanının kurduğu hayalin peşinden giderek, biraz da küçüklüğünün avantajını kullanarak, ilçe kendine özgü bir yola girdi. Bu hayalin peşinden Seferihisar Citta Slow (Yavaş Şehir) listesine girdi. Herkes de buna inandı ve ilçede nelerin yapılacağı belli, kendilerine öncelikler belirlemişler. Ne satacakları, ne üretecekleri, nasıl hareket edecekleri, ne gibi yeni yatırımları ilçelerine çekmek istedikleri hakkında bir fikirleri var. Yine Antalya’ya dönecek olursam orada yeni gelen belediye başkanı fark etti ki hiç bütçesi yok, belediyenin geçmişten kalma çok borcu var fazla bir şey yapamayacak. Eskiden beri çok bilinen üç-beş caddeyi seçti, onları çok ince bir şekilde ele alıp ıslah etti. Tam anlamıyla bir tamirat yaptı. O caddeleri yayalaştırmadı, bir kısmını tek yönlü yola çevirdi. Böylelikle kaldırımları genişletip dükkanların sokağa taşmasına olanak tanıdı. Zaten ağaçlar vardı, onların arasına biraz su öğeleri vs. ekledi. Aslında çok ucuz çözümler. Herkes büyük inşaat peşinde ama belediyenin parası olmadığından ancak onları yapabildiler. Belki belediye başkanının kendisi bu durumdan mutsuzdur ama Antalya’da yaşayanlar hep o caddelerden söz ediyorlar, çünkü insanlar orada rahatlıkla yürüyebiliyorlar. Selva Gürdoğan: İşin kötü tarafı bu sözünü ettiğin işin, mesleki bir karşılığı olmaması. Kaldırım mühendisimiz aslında yok, yani binalar arasındaki mekanı tasarlayan kimse yok. Bunun adına kentsel tasarım diyeceksek de Türkiye’de bildiğiniz kentsel tasarımcı var mı? Bu konuda kurumsallaşmasının önemi var. Belediye bunu bir meslek olarak görmüyor, sokakları ihaleye veriyor; yol yapan firma, kaldırım taşını koyup, bitki ekip gidiyor. Peki aynı soruya geri dönüyoruz: Gerek bunların yapılması ama aslen buna dair bir toplumsal farkındalık oluşması mimarın işi mi? Bu konuları insanları hayatına değecek basitliğe indirgeyip halkla paylaşmak mimarın işi mi? Selçuk Avcı: Bir mimar olarak başka bir mimara sorduğun için bu hileli bir soru. Aslında herkesin işi olabilir bu. Konuyu benimseyen herkesin odaklanıp sonuca gitmek istediği bir alan olabilir ama fark ettiğim bir nokta var. Mimarlar Türkiye’de kendi aralarında çok az konuşuyorlar. Konuştuklarında da bu küçük hücreler içerisinde oluyor. Benim de parçası olduğum küçük topluluklar var ama mesela birçok projenin mimarının kim olduğunu bile bilmiyorum. Yüzbinlerce metrekarelik projeler yapılıyor, mimarlarını bilmiyoruz. Mesela geçenlerde gazetede gördüğümüz Topkapı’da planlanan şehir müzesi ya da Ağaoğlu 1453 projesinin mimarları kimler? Bu projelerin hepsinde muhakkak mimarlar var ama ben karşılaşmıyorum. Kimliksiz bir şekilde oluşturulan yüzbinlerce metrekarelik projeler var ve onların mimarlarıyla da bizim bir şekilde konuşabilmemiz gerekiyor. Kendi aramızda konuşuyoruz şu an. Biz anlaşırız, problem değil, ama bu tartışmaları nasıl genişletebileceğimizi bulmamız lazım. Önce mimarlar olarak bu tartışmaları daha geniş katılımla, o isimsiz mimarları da içine alacak şekilde geniş bir platformda yapabiliyor olmamız gerek.
YAPI - KÜLTÜR MERKEZİ - BAKÜ ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 36
fotoğraflar: Iwan Baan, Helene Binet, Hufton and Crow
Sürekli İlişkiler Bütünü ZAHA HADID ARCHITECTS EKİBİNDEN SAFFET KAYA BEKİROĞLU İLE, ZİYARET ETME FIRSATINI BULDUĞUMUZ HAYDAR ALİYEV MERKEZİ ÜZERİNE KONUŞTUK. Hülya Ertaş
HAYDAR ALIYEV MERKEZI
zaha hadıd archıtects
Hülya Ertaş: Yapı tüm detaylarıyla tek bir ana fikir etrafında biçimlendirilmiş. Bu ana konsepti açıklayabilir misin? Saffet Kaya Bekiroğlu: Haydar Aliyev Merkezi bir kamu binası. Tasarım; ahenkli bir mimari peyzaj oluşturmak adına yapının etrafını saran meydan ve yapının içi arasındaki dalgalanma, çatallanma, katlanma ve bükülme gibi oluşumların kusursuz birleşiminden oluşuyor. Bu hareketlerle birlikte yapı; mimari obje kentsel peyzaj, yapı örtüsü - kentsel plaza, figür-zemin ve iç-dış arasındaki geleneksel ayrımları belirsizleştiriyor. he: Merkezin atfedildiği Haydar Aliyev, Azerbaycan için önemli bir politik figür. Bu durum tasarımı nasıl etkiledi, işverenin size sunduğu proje tanımı bu konuyu nasıl ele alıyordu? skb: Merkez, Bakü halkı için düşünülmüş ve tasarlanmış bir kamu binası. Proje tanımı; AEA tarafından geliştirildi. Bunun üzerinde çok dikkatli
çalıştık, bütün müşterilerimizin ihtiyaçlarını da dikkate alarak tüm gereklilikleri karşılayan bir çözüm önerdik. Merkez, ulusların kültürel programları için bir ana bina olarak tasarlandı. Genellikle anıtsal Sovyet mimarlığında ve Bakü’de çok yaygın olan sabit / rijit yapının aksine bina; Azeri kültürünün hassasiyetini ve geleceğe bakan bir ulusun iyimserliğini açıklamayı / dışa vurmayı amaçlıyor. he: Yapı, bulunduğu coğrafyayla ve Bakü kentiyle nasıl ilişkileniyor? Hem formu açısından hem de peyzajıyla çevresiyle nasıl bir etkileşim öngörüyor? skb: Haydar Aliyev Merkezi’nin tasarımı, yapıyı kaplayan meydan ve iç mekanın akışkan, devamlı ilişkisi üzerine kurulu. Meydan, zemin yüzeyi olarak Bakü’nün bütün kentsel dokusuna erişiyor, eşit bir kamusal mekanı kaplamak için yükseliyor ve birbiri ardından gelen etkinlik mekanlarının, çağdaş ve Azeri kültürünün geleneksel ortak kullanımına ithaf edilmesini tanımlıyor. Bu alanı karşılama, kapsama ve ziyaretçileri doğrudan farklı katlara yönlendirme gibi pek çok işlev icra eden kapsamlı bir mimari peyzaj şeklinde tasarladık.
YAPI - KÜLTÜR MERKEZİ - BAKÜ 37 XXI - ARALIK 13 / OCAK 14
Mimaride akışkanlık bu bölgede yeni bir şey değil. Tarihi İslam kültüründe ızgara sistem ya da kolon dizileri ormandaki ağaçlar gibi sonsuzluğa akar, hiyerarşik olmayan mekanı kurgular. Devam eden kaligrafik ve süslü desenler halılardan duvarlara, duvarlardan tavanlara, tavanlardan kubbelere sonsuz bir ilişki kurar ve mimari unsurların var oldukları zeminle aralarındaki ayrımı belirsizleştirir. Amacımız bu bütünlüğü ilişkilendirmek oldu, doğrudan bir taklitçilik ya da geçmişten gelen bir simgeye karşı olan kısıtlayıcı bir bağlılık değil, aksine düz bir şekilde çağdaş bir yorum geliştirmek ve bunu yansıtmak oldu. Alanı daha önce topografik olarak ikiye bölen dik yamaca yanıt olarak proje; kentsel meydan, bina ve yer altı otoparkı arasında alternatif bağlantı ve rotalar kuran kusursuz teraslı bir peyzajı içeriyor. Bu çözüm ek hafriyat ve arazi dolgusuna gerek duymadan arazinin ilk dezavantajlarını başarılı bir şekilde ana tasarıma dönüştürüyor. he: Ana yapı esasen üç farklı işlevi barındırıyor. Bu işlevler mekan içinde nasıl organize edildi ve programın kendisi kütleye nasıl yansıdı?
skb: Üç ana programdan ilki; çok kullanımlı kongre merkezi. Orkestra çukuru olan 1000 koltuklu bir oditoryum ve 1800 metrekarelik bir tören alanını içeriyor. İkincisi kütüphane; dolaylı yoldan dağınık ışığı almak için kuzeyde bulunuyor. Üçüncüsü müze; çağdaş ve geleneksel sergilerin gösterileceği, geçici ve kalıcı sergi salonları içeriyor. Bu üç fonksiyon tek bir çatı altında toplanıyor. Üç özerk program sunan ve dışarıdan baktığınızda bunların özerkliğini fark edebildiğiniz (üç farklı incelen tepe gibi) üst üste binmiş bölgeler bulunuyor. he: Merkezin strüktürel tasarımından söz edebilir misiniz? Bunun için başvurduğunuz yöntem ve araçlar nelerdi? skb: Bina beraber çalışan iki sistemden meydana geliyor; uzay kafes sistemle entegre olmuş bir beton strüktür. Geniş, kolonsuz, serbest mekanlar ziyaretçilerin iç mekanın akışkanlığını deneyimlemesini amaçlarken, düşey yapısal unsurların etkisi dış kabukla ve perde duvar sistemlerle azaltılıyor. Özel yüzey geometrisi, zeminden yapının batısına kadar yüzeyin ters
çevrilmiş kabuğuna erişmek için alışılmamış yapısal çözümleri besliyor. Uzay kafes sistem serbest formlu strüktürün yapımına olanak sağladı ve inşaat sürecinde dikkate değer bir zaman kazandırdı. Aynı zamanda altyapı, uzay kafesin sabit ızgarası ile serbest biçimlendirilmiş dış giydirme cephenin arasında esnek bir ilişkiyi birleştirmek için geliştirildi. Uzay kafes sistem; altyapı, uzay kafesin sabit ızgarası ile serbest biçimlendirilmiş dış giydirme cephenin arasında esnek bir ilişkiyi birleştirmek için geliştirilirken aynı zamanda serbest formlu strüktürün yapımına olanak sağladı ve inşaat sürecinde dikkate değer bir zaman kazandırdı. he: Oditoryumun tasarımından söz edebilir misiniz? Hem performansı sergileyenler hem de izleyiciler için nasıl bir deneyim öngördünüz? skb: Duvarların üzerindeki dalgalar ses kalitesini geliştirmeyi amaçlayan hassas akustik çalışmaların sonucunda ortaya çıktı. Amacımız meşe gibi geleneksel malzemeleri kullanarak, insanların oturup deneyimden keyif aldıkları samimi ve rahat
YAPI - KÜLTÜR MERKEZİ - BAKÜ ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 38
giriş sayfasında Peyzaj - cephe - bina ilişkisi önceki sayfada üstte: Ana giriş altta: Kütüphaneye dışarıdan bakış ve yapının çevreyle ilişkisi bu sayfada en üstte: Müze fuayesinden dışarıya bakış en üstte sağda: Oditoryum fuayeleri üstte: Fuayenin ana girişle ilişkisi ve aydınlatma detayları üstte sağda: Oditoryumdan sahneye bakış
bir mekan tasarlamaktı. Akustiği en iyi şekilde sağlamak için oditoryum ve performans alanı, yapının diğer tüm bölümlerinden ayrılarak çift yapısal kabuk içerisine alındı. Akustik danışmanımız Mezzo Studio’nun yardımlarıyla, oditoryumumuz “konser, opera ve konferans” olmak üzere üç farklı kullanıma olanak sağlıyor. Bu üç tasarı, birleşmiş ses sistemi (coupled sound system) ile başarıya ulaştı, bu sistem üst kısımda hidrolik orkestra çukuru ve sahne kabuğu arasına gömüldü.
İnşaat ne kadar sürdü ve inşa aşamasında karşılaştığınız en büyük zorluk neydi? skb: Zaha Hadid Mimarlık olarak mimari bir vizyon önerdik. Tasarımı geliştirme aşaması, uygulama ve inşaat boyunca ihale herkese açıktı. Uygulama mimarlarımız ve ana müteahhit “DiA Holding” Türkiye’den olduğundan -Türkiye ve Azerbaycan arasındaki yakın ilişkiler de dikkate alınarak- teknik bilginin büyük kısmı, üretim ve fabrikasyon açısından, aslında Türkiye’de yer aldı.
he: Yapının iç mekanlarındaki süreklilik farklı kotlardan diğer alanları izleme imkanı sunuyor. Bunun ardında yatan nedenler neler? Nasıl bir kamusallık tasarladınız yapının içinde? skb: Binayı iç mekana yönelik kentsel bir zemin olarak mimari bir peyzaj gibi düşündük. Oditoryum ve çok amaçlı salonun dışında -kendi programlarıyla ilişkili özel ihtiyaçlar için belirlenmiş kapalı mekanlar- binanın geri kalanı, birbiri arasında akan mekanlarla sınırların olmadığı açık alan gibi görülebilir.
Proje, karışık ve hırslı bir proje, bütün danışmanları ve müteahhitleri bir araya getirmek, hızlı iletişim ve koordinasyon büyük bir iş. Başlarda öğrenim açısından zor bir eğrisi vardı ama kısa bir süre sonra tüm birimler ona asıldı ve çok heyecanlandık, parçası olduğumuz için çok mutlu olduk ve gözlerimizin önünde nasıl belirdiğini ve büyüdüğünü izledik. Haydar Aliyev Merkezi geleneksel çözümlerin olduğu bir proje değil. Her şey sipariş üzerine yapılı, kentsel ölçekten tektonik seviyeye kadar tüm aşamalarda bütün tasarım fikirlerini uygulamaya çalıştık. Kısa sürede tamamlamamız için çok fazla baskı vardı. Sanırım zaman en büyük sorundu. İyi tasarım iyi düşünülmüş tasarımdır, bu da zaman alıyor.
he: Yapıda Zaha Hadid Architects olarak önerdiğiniz yerel olmayan malzemelerin lojistiği nasıl çözüldü?
yüklenici: DiA Holding proje başlangıç tarihi: Eylül 2007 proje tamamlanma tarihi: Mayıs 2012 toplam taban alanı: 101.800 m2 proje alanı: 111.290 m2 yapısal danışman: Tuncel Engineering, AKT mekanik danışman: GMD Project elektrik danışmanı: HB Engineering cephe danışmanı: Werner Sobek yangın danışmanı: Etik Fire Consultancy akustik danışmanlık: Mezzo Stüdyo geoteknik danışmanlık: Enar Engineering altyapı danışmanlığı: Sigal aydınlatma danışmanlığı: MBLD
saffet kaya bekiroğlu Mimarlık eğitim hayatına İstanbul Teknik Üniversitesi’nde başladı, California Los Angeles Üniversitesi’nde devam etti. Akademik çalışmalarını MIT gibi çeşitli kurumlarda sürdüren Bekiroğlu, Frank O. Gehry & Associates'te beş yıllık bir çalışma sürecinden sonra 2004 yılında Zaha Hadid Architects'e katıldı. Mimari ya da iç mekan projelerindeki üretimlerini sürdürüyor.
zaha hadıd 2004 yılında Pritzker Mimarlık Ödülü’nün sahibi olan Zaha Hadid, 1950 yılında Bağdat’ta doğdu. 1972'de Londra’ya taşındı ve Architectural Association’daki mimarlık eğitimini 1977’de tamamladı. 1979’da ise Zaha Hadid Architects’I kurdu. 1993 yılında ilk binası olan Almanya’daki Vitra İtfaiye binasını tamamladı. Hala Viyana ve Yale Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak dersler veriyor. Fotoğraf: Brigitte Lacombe
YAPI - KÜLTÜR MERKEZİ - BAKÜ
proje adı: Haydar Aliyev Merkezi konum: Bakü, Azerbaycan işveren: Azerbaycan Hükümeti mimari tasarım: Zaha Hadid Architects; Zaha Hadid, Patrik Schumacher proje tasarımcısı ve mimarı: Saffet Kaya Bekiroğlu proje ekibi: Sara Sheikh Akbari, Shiqi Li, Phil Soo Kim, Marc Boles, Yelda Gin, Liat Muller, Deniz Manisali, Lillie Liu, Jose Lemos, Simone Fuchs, Jose Ramon Tramoyeres, Yu Du, Tahmina Parvin, Erhan Patat, Fadi Mansour, Jaime Bartolome, Josef Glas, Michael Grau, Deepti Zachariah, Ceyhun Baskin, Daniel Widrig, Murat Mutlu, Charles Walker’e özel teşekkürler.
39 XXI - ARALIK 13 / OCAK 14
zemin kat planı
vaziyet planı
YAPI – OKUL - İSTANBUL ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 40
fotoğraflar: Cemal Emden
Standardın Sınırlarını Zorlamak CAN ÇINICI’NIN TASARLADIĞI NEF İLKOKULU, BAKANLIK NORMLARININ BIR ADIM ÖTESINE GEÇMENIN YOLLARINI ARAYAN BIR YAPI. Hülya Ertaş
NEF İLKOKUL
çinici mimarlık
he: Gültepe’deki Nef İlkokulu, zaten mevcutta var olan bir okul yapısının arazisi üzerine kurulu. Önceki yapıda görüp de yenisinde değiştirdiğiniz unsurlar neler? Can Çinici: Eski okul 19 derslikliydi, yeni okul 32 derslik, sekiz laboratuvar ve anaokulu sınıfı içerecek şekilde tasarlandı. Bu kapasite artışını bir kenara bırakırsak önceki, yıllardır Türkiye’de görmeye alıştığımız tipik bir MEB okuluydu: Yüksek ve itici bir bahçe duvarı, onun içinde çevresindeki konut dokusundan ve hatta kendi bahçesinden yalıtılmış bir okul bloğu, içinde sadece sınıflar olan, özelleşmiş toplantı, performans ve kapalı spor salonu gibi ortak mahalleri barındırmayan, bütün aktivitelerin sınıflardan bozma alanlarda yer aldığı düşük
mekansal nitelikli bir yapı, karanlık koridorlar, iç karartıcı renkler, vs... Yeni yapıda da anlayış olarak gene MEB yönetmeliklerinde şart koşulan "sınıf adedi" odaklı bir eğitim anlayışını merkeze alan bir bina programıyla çalışmak zorunda kaldık. Ancak bu çerçevede içinde nelerin zorlanabileceğini ve yapabileceğini merak ettik doğrusu. Birçok yönüyle "enformel" özellikler taşıyan, kat artırımları ve parçacı plan kararlarıyla geliştirilen, "mahalli" bağlamla etkileşme potansiyeli olan bir yapı elde etmeye çalıştık. En önemli değişikliğin bahçe duvarı ve okul binası arasındaki ilişkinin daha "iç içe", "grift" tasarlanması olduğunu söyleyebilirim. Okul kütlesinde ve çevresinde onu saran dar sokakların oluşturduğu arayüzlerde sınır duvarının her zaman sağır olmaması, yanında bulunduğu sokağın karakterini yer yer okul içine çeken bir geçirgenlik yaratılması amaçlandı.
karşı sayfada Yapının açık alan kullanımı
arka sayfada üstte: Yapının girişi ve çevre ilişkileri altta solda ve sağda: İç mekan - ışık ve sirkülasyon ilişkisi en arka sayfada üstte solda: Bina, avlu ve doğal ışık ilişkisi üstte sağda: Dersliklerden bir kare altta solda: İç mekan ve sirkülasyon altta ortada ve altta sağda: Malzeme seçimi ve strüktrü yansıtan iç mekanlar
YAPI – OKUL - İSTANBUL
bu sayfada solda: Yapının çevre ile ilişkisi alttaki sırada: Cephenin sokakla ve sokak kullanımıyla ilişkisi
41 XXI - ARALIK 13 / OCAK 14
he: Nef İlkokulu, etrafındaki yapılı çevreyle nasıl etkileşiyor? Sokağa değdiği, sokaktan geri çekildiği alanlar neye göre belirlendi? cç: Epeyce yüklü olan sınıflar bloğunu arazinin en uzun kenarı olan güney cidarına yerleştirmek, her şeyden evvel istenen kapasite artışı için avantajlı bir durum yaratıyordu. Bu karar aynı zamanda parsel sınırları içinde nizami standartlara çok yakın bir oyun sahasını barındıran bir avlunun oluşmasını da sağlayan en önemli etken oldu. Avlunun üç tarafı yeni okul binasının cidarları, dördüncüsü yani kuzeydeki cidar ise geçirgen bir sınır duvarı ve sokağın mevcut cephesi tarafından tanımlanmakta. Okulun ana girişi oldukça korunaklı bir giriş arkadıyla cami tarafından alındı ve bu arkadın devamında avlu içinde okulun giriş saçağı tasarlandı. Okulun çevresinde eskiden kalmış mevcut ağaçların korunması ve iyileştirilmesine özen gösterildi.
Güneyde mevcut ağaçlar yerlerinde tutuldu, yüksekte kalan kökleri silindirik oturma elemanları içinde bırakılarak sokak peyzajı bütünü içinde ele alınması Kağıthane Belediyesine tavsiye edildi. Belediye yetkilileri de bu tavsiyemizi yerine getirerek düzenleme önerimizi uyguladı. he: Bu bir devlet ilkokulu, tip projelerin, eğitim kampüslerinin tartışıldığı bugünlerde siz ana ilke olarak nasıl bir öğrenim mekanı oluşturmayı planladınız? cç: Sınıflardan daha çok, ortak mekanlara ve bahçeye önem verdiğimizi söyleyebilirim. Koridorları açık, ferah ve doğal ışıktan yararlanacak ortak bir mekan niteliğine kavuşturmak için bir tarafı avluya bakan, diğer tarafında sınıfları olan, "tek tarafı yüklü" blok tipolojisini benimsedik. Ortak teneffüs alanlarının doğal ışık almaları ve avlu aracılığıyla her kattan çevresine bakış sağlaması, okulun kendi içinde ve
bulunduğu kentsel bağlama olan aidiyet hissini güçlendirecektir düşüncesindeyim. Ayrıca her türlü sınırları zorlayarak okul bünyesinde büyük bir kütüphane mekanı, hem spor hem de toplantı/ performans ve aynı zamanda da mahalle toplantılarına sahne olabilecek bir "çok amaçlı salon"un oluşturulması, baştan beri en önemli hedeflerimizdendi. he: Daha önce de eğitim yapısı deneyiminiz olduğu için çocuklar için bir mekan tasarlamak ile herhangi bir kullanıcı grubuna tasarlamak arasında nasıl bir fark var? cç: Kendi özel teknik, hijyen, güvenlik ve mekansal gereksinimleri dışında bir fark olduğunu söyleyemem... Herhangi bir kullanıcı grubu ile ifade edilmek istenen "büyükler" ise şunu itiraf etmeliyim ki bazı boyut ve ölçek kıstasları hariç özellikle "çocuklar için tasarım"ın ayrı bir alan olduğu ya da olması
YAPI – OKUL - İSTANBUL ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 42
gerektiği fikrine katılmıyorum. Şimdiye kadar da mimari tasarım anlayışımı doğrudan etkileyecek bu yönde ikna edici bir çalışmaya rastladığımı da söyleyemeyeceğim.
başından beri eksikti. Esasında herhangi bir yönetmeliğe bağlı kalınarak seri olarak tasarlanması söz konusu olan okulda bu handikap her zaman var oluyor.
Eğitimi büyüklerin küçükler için yaptığı ideolojik bir şekillendirme süreci olarak görüyorum ve mimariyi de (mekan - yapı - atmosfer) bunun en önemli araçlarından biri olarak değerlendiriyorum. Bugün içinde yaşadığımız toplum için aslolan medeni ölçütlerde, "demokratik" ve "öğrenci odaklı" eğitim mekanları oluşturmak için çalışmak.
he: Yapıda malzeme kullanımı oldukça yalın, dahası yapının iskeleti iç mekanlarda okunaklı bir şekilde bırakılmış. Yapının kendisinin bu eğitim için bir arayüz olarak işlemesi gibi bir niyetiniz oldu mu? cç: Geçenlerde bu konuda uzun süren ve kapsamlı bir araştırmadan haberdar oldum; genel olarak çocuklar ilk sırada arkadaşlarından, ikinci sırada mimari mekandan etkileniyorlarmış, eğitmenler/öğretmenler ise ancak üçüncü sırada geliyormuş.
Bu açıdan bakarsak okullar söz konusu olduğunda mimari faaliyetin bu idealler doğrultusunda geliştirilecek farklı müfredat çalışmalarıyla beraber gitmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Günümüzün öncü eğitim mekanları, mimarlığı hep böyle ele alıyor. Maalesef ilgili tarafların bütün olumlu gayretlerine rağmen Nef İlkokulu’nun tasarım sürecinde de bu yön
Mekanın arayüz olması yönünde, yeni yapı özelinde bilinçli ve önceden belirlenmiş "pedagojik" bir hedefimiz olduğunu söyleyemem ama ister istemez yapının kurgusu ve tutarlılığı bilinçaltında çocukların zihninde bir emsal oluşturacaktır diye düşünüyorum.
Buna "mekanın gücü" de diyebiliriz; mekanların kendisinin iyi kurulduklarında çok güçlü olduklarına ve kullanıcılarına her zaman sessizce bir şeyler "vaaz ettikleri"ne inanırım. Açık, bağlamından kendini soyutlamamış, ışıklı, ortak ve serbest mekanlar, çağdaş bir eğitimin hem aracı hem de amacı olmalı. Nef İlkokulu’nu bu yönde bir örnek olarak değerlendirmek mümkün. he: Yapı ilkokul, okul öncesi eğitim ve bunları destekleyen laboratuvar, kütüphane gibi işlevleri barındırıyor. İşlev kurgusunu anlatabilir misin? cç: Yapı, mahalli bir odak olmak üzere kurgulanan bir avlu etrafında toplanmış birbirine bağlı üç ana kütleden oluşmakta; beş katlı sınıflar bloğu arazinin en uzun olan kenarını tarifliyor. Yapının camiye komşu olan batı cidarında daha alçak olarak kurgulanmış üç katlı idari blok ve zemin kotunda anaokulu yer alıyor. Yine beş kat yüksekliğinde tasarlanmış olan laboratuvar bloğu ise zemin ve
YAPI – OKUL - İSTANBUL 43 XXI - ARALIK 13 / OCAK 14
bodrum katlarında iki kat yüksekliğinde kapalı spor alanı olarak da kullanılabilen çok amaçlı etkinlik salonunu barındırıyor. he: Yapının maliyetini çok yükseltmemek için ürettiğiniz çözümler neler? cç: Yeni yapının ilgi çekici bir diğer özelliği, gerçekleşen birim metrekare maliyetinin normal bir MEB okulunun yaklaşık 2/3’ü olması. Yapıda prekast ve endüstriyel elemanlara yer verilmesi ve olabildiğince anonim yapı malzemelerinin kullanılması söz konusu ekonomiyi sağlayan en önemli nedenlerden. Bunun için yapıda prekast denizlikler, prekast basamaklar, dayanıklı cam tuğla yüzeyler, suni taş karolar ve derzsiz bir zemin malzemesi (PU) kullanıldı. İç malzeme kullanımında ise "brüt" bir anlayış benimsenerek, sadece dolgu duvarların sıvanıp boyanması, çıplak beton olan yüzeylerin tamir edilip olduğu gibi bırakılması sağlandı.
he: Bu sene eğitim başladı, ne gibi geri bildirimler aldınız? cç: Öğrencilerin neşeli olduğunu gözlemliyorum bu da çok hoşuma gidiyor. Bu işin başarılı tarafına işaret ediyor ancak, sürecin başından beri var olan iki temel sorundan söz etmemiz mümkün. Birincisi, Nef İlkokulu "genel bir yönetmeliğe" dayalı olarak kurgulandığı ve ağır bir bürokratik süreç sonucunda elde edildiği için tasarım aşamasında bu binayı kullanacak olan eğitmen ve öğretmenlerin katkısı maalesef mümkün olamadı. Okul açıldıktan sonra değişik sınıf gruplarındaki ya da çeşitli dallardaki öğretmenlerin özel istekleri gündeme gelmeye başladı ki bunları hala yerine getirmeye çalışıyoruz. İkincisi, okul başından beri gerek program gerek mekansal olarak bir "temel eğitim okulu" (5+3) olarak planlamış ve ona göre kurgulanmıştı. Ancak Bakanlık bu eğitim yılı başladıktan sonra binanın
sadece dört senelik bir ilkokul olmasına karar verdi. Böylelikle Nef İlkokulu bu sene öğretim yılına 4+4 olarak başlamış oldu ama birkaç sene içerisinde sadece dört senelik bir ilkokula dönüşecek. Bu kararların sonucunda okul iç mekanında bazı değişikliklere gidilmesi söz konusu: Laboratuvarların birinin kütüphaneye, diğerinin bilgisayar işliğine ve geri kalanlarının sınıfa dönüştürülmesi, kütüphane olarak tasarlanan mekanın toplantı salonuna çevrilmesi, gibi... Bütün bu süreç bizim denetimimizde ilerleyecek gibi duruyor. Kullanıma açıldığı günden itibaren ve özellikle Milli Eğitim Bakanı’nın, Kağıthane Kaymakamı’nın, Kağıthane Belediye Başkanı’nın ve diğer idari yetkililerin hazır bulunduğu açılış töreninde kendilerinden ve diğer katılımcılardan olumlu tepkiler aldığımızı söyleyebilirim.
can çinici 1962’de doğdu. ODTÜ’de 1989’da mimarlık lisans, Londra Architectural Association’dan 1991’de yüksek lisans eğitimini tamamladı. Katıldığı ulusal ve uluslararası yarışmalarda pek çok ödül kazandı. 1994’de Isparta Forum ve Rekreasyon Merkezi önerisi ile proje dalında 4. Ulusal Mimarlık Ödülü’nü, 1995’de TBMM Cami ile Uluslararası Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü (Behruz Çinici ile beraber), 1999’da Tepe Mimarlık Vakfı Ödülü’nü aldı. 1995’ten beri atölye yürütücüsü ve jüri üyesi olarak ODTÜ, YTÜ ve Bilgi Üniversitesi’nde görev aldı. Aralarında 2008 - 2009 yılları arasında WAC tarafından düzenlenen ‘7 Architects – 7 Hills’ ve 2013 Venedik Mimarlık Bienali kapsamındaki ‘Traces of Centuries and Future Steps’ sergileri de olan uluslararası organizasyonlara davet edildi. Halen Çinici Mimarlık bünyesinde faaliyet gösteriyor.
bodrum kat planı
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 44
YAPI – OKUL - İSTANBUL
zemin kat planı
vaziyet planı
1. kat planı
proje adı: Zafer İlköğretim Okulu tasarım tarihi: 2011 - 2012 inşaat tarihi: 2012 - 2013 projenin yeri: Gültepe, Kağıthane, İstanbul işveren: Nef proje yönetimi: Mert Göktürk ve Ali Koç mimari ofis: Çinici Mimarlık müellif mimar: Can Çinici mimari ekip: Can Çinici, Selim Koytak, Cem Katkat, Cemre Teomete toplam inşaat alanı: 7284 m2 yapım türü: Betonarme
kesit
YAPI - OFİS - İSTANBUL ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 46
fotoğraflar: Sena Özfiliz
Dokuya Eklemlenmek SPDO TARAFINDAN TASARLANAN OFİS YAPISININ SON DÖNEMDE GİDEREK EVRİLMEYE BAŞLAYAN KONUMU, TASARIM KRİTERLERİNİ BELİRLEYEN UNSURLAR İÇİN DE BİR REFERANS OLUŞTURUYOR. Next Star Projesi, İstanbul’un merkezinde yer alıp ulaşım bağlantılarının kuvvetli olmasına rağmen yıllarca “atıl” olarak kalmış olan ve gün geçtikçe kıymetlenen bir bölge olan Piyalepaşa’da konumlanıyor.
NEXT STAR
sabri paşayiğit desıgn offıce (SPDO)
Cephe tasarım girdilerinin kurguda önemli bir yer kaplamasına karşın proje, kütle olarak bütünsel bir yaklaşımla ele alınıyor. Yapı, arkasında konumlanan Piyale Paşa Cami’nin gücünden esinlenerek onu gölgede bırakmayacak şekilde arazi içindeki yerini alıyor. Yoldan geçenlerce, caminin somut, projenin ise şeffaf ve soyut bir kütle olarak algılanması
amaçlanıyor. Yapının cam oluşunun bir diğer sebebi de; çevre binaların kendi içlerinde oluşturduğu doku bütünlüğünü bozmamak. Bu paralelde cephede, gri ve şeffaflığı kırmak için renkli cam paneller kullanılmış. Piyalepaşa Bulvarı’ndan bakıldığında kütlenin çevredeki binalarla uyumlu olması ve tek bir kütle olarak algılanmaması adına, yapılan kırılmalarla yapı üç ayrı parça olarak kurgulanıyor. Yine çevredeki binaların çatı kurgusu, projenin çatı tasarımında tekrar ediyor. Ofis binası olarak tasarlanan ve şu anda Bilim ilaç firması tarafından kullanılan yapıda, ofis çalışanlarına rahat bir ortam yaratmak adına avlular konumlanıyor. Gözü ve çalışanları yormayan tasarım girdileri ile kütle hafifletilerek balkonlar tasarımın içine dahil oluyor.
YAPI - OFİS - İSTANBUL 47 XXI - ARALIK 13 / OCAK 14
karşı sayfada Çevre binaların oluşturduğu doku bütünlüğünü bozmayan cam cepheden bir kare bu sayfada üstte solda: Cephe ve çatıdan bir detay üstte sağda: Cephenin hareketli ve canlı yapısı. Gri ve şeffaflığı kıran renkli cam paneller üstte: Kütleye dahil olan açık mekanlardan bir örnek solda: Yapının çevredeki doku ile uyum gösteren tipolojisi
YAPI - OFİS - İSTANBUL ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 48
bu sayfada en üstte solda: Cephenin parçalı yapısı en üstte sağda: Taşıyıcı ve cephe sisteminin ilişkisi üstte solda ve üstte ortada: Taşıyıcı - cephe çatı - iç mekan birlikteliği üstte sağda: İç mekandan bir kare sağda: Çalışma alanları
YAPI - OFİS - İSTANBUL
sabri paşayiğit 2001 yılında MSGSÜ Mimarlık Bölümü'nden mezun oldu. Öğrenim süreci boyunca büyük şantiyelerde ve tasarım ofislerinde sürdürdüğü beş yıllık çalışmanın ardından Zafer Murat ile birlikte REM Mimarlık Ofisini kurdu. 2011 yılında ise ofisin ismi Sabri Paşayiğit Design Office olarak değişti. proje adı: Next Star proje yeri: Piyalepaşa - Beyoğlu, İstanbul mimari tasarım: Sabri Paşayiğit Design Office işveren: Ofton İnşaat proje tarihi: Ekim 2011 - Şubat 2012 proje yapım tarihi: 2013 proje arsa alanı: 18.000 m2 proje toplam inşaat alanı: 9.500 m2 statik proje: Büro İstanbul elektrik ve mekanik proje: Er Mühendislik engelli erişimine uygunluk: Uygun
3. kat planı
kesitler
49 XXI - ARALIK 13 / OCAK 14
zemin kat planı
Tarihe Dokunmak MODERN MÜZECİLİK STANDARTLARI PARALELİNDE KURGULANAN PTT PUL MÜZESİ BİRÇOK FARKLI DİSİPLİNİ, KENDİNE ÖZGÜ FELSEFESİ VE ÜSLUBU İLE TEK BİR PROJE ALTINDA BULUŞTURUYOR.
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 50
MÜZE TASARIMI - ANKARA
fotoğraflar: Servet Dilber
Avusturyalı mimar Clemans Holzmeister tarafından 1933-34 yıllarında tasarlanan ve uzun yıllar kullanılmayan PTT Pul Müzesi binası, PTT tarafından restore edildi. Türk Pul Koleksiyonu’nun sergilendiği ve modern müzecilik standartları paralelinde kurgulanan müze binası Ankara Ulus Caddesi üzerinde konumlanıyor. Genel konsepti, hikayesi, koleksiyon ve içerik stratejilerinin kurgusu, sergi alanlarının projelendirilip uygulaması Tasarımhane tarafından gerçekleştirilen projenin grafik ögeleri, kurumsal kimlik çalışması, görsel işitsel prodüksiyonlar, dokunmatik ve dijital sunumlar, web sitesi tasarımı ve uygulaması da Tasarımhane’ye ait.
PTT PUL MÜZESI
tasarımhane
1863 yılında çıkan ilk tuğralı pullardan günümüze kadar uzanan Türk Pulları Koleksiyonu ve Dünya Posta Birliği'ne bağlı 189 ülkeye ait Dünya pullarının yer aldığı
yapıda; posta ve haberleşme hizmetlerinde kullanılmış 100 parçaya yakın tarihi eser niteliğinde obje, el çizimi, renk ve desen baskı örnekleri ile “filatelik malzemeler” olarak adlandırılan damgalar, zarflar, portföyler ve posta kartları da sergileniyor. Giriş katta; “Türk Posta ve Haberleşme Tarihi” başlığı altında sunulan hikayede; Tarihçe, Tarihten Mektuplar, İstiklal Harbinde PTT, Posta Nazırları Odası, Posta Taşıyıcıları Kostümleri, Bir Pulun Hikayesi, Pullarla 100 yıl, Filateli Sözlüğü gibi alt başlıklar yer alıyor. Görsel, işitsel ve interaktif olmak üzere, kullanılan yenilikçi sergileme teknikleri sayesinde ziyaretçilere haberleşme tarihinde nostaljik olduğu kadar sürükleyici ve bilgilendirici bir keşif deneyimi de sunuyor. Eser, bilgi ve teknoloji dengesinin özenle kurulmaya çalışıldığı bu bölümlerde, birbiri ile ilişkili olduğu kadar müzenin kurumsal kimliği ile aynı ifade dilini yansıtabilmek, genel tasarım kriterlerinin merkezini oluşturuyor. Ziyaretçi rotası; birbirine akan ve bilgiyi ziyaretçisini sıkmayacak şekilde, grafik ögeler, çoklu medya, özgün eser sergi kriterleri ve dijital içerikler gibi pek çok farklı bileşenle birlikte ilerliyor.
bu sayfada solda: Kat arşivleri altta solda: 3.kattaki Dünya Pulları Salonu bilgi panosu altta: Tarihten Mektuplar bölümü, hologram kütüphane en altta: Giriş kattaki Posta Nazırları ve Genel Müdürler sergisi
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi pullarının sergilendiği birinci katta kronolojik sergileme metodu göze çarpıyor. Pullar, iklimlendirme, havalandırma ve aydınlatma esasları içinde, yatay sergileme tekniği ile eserin değerini ön plana çıkartacak, yalın ve ziyaretçi tarafından kolay anlaşılacak şekilde ele alınıyor. Müzede sergilenen koleksiyonun tümüne kiosklarda yer alan dijital arşiv sayesinde istenilen noktadan ulaşım sağlanıyor. İkinci katta tematik olarak kategorize edilen koleksiyon; Atatürk, Kültür Varlıklarımız, Doğa, Spor, Taşıt, Turizm ve Tarih olmak üzere yedi ana tema başlık altında toplanıyor. Üçüncü katta yer alan Dünya Pulları Salonu ise, 189 farklı ülkeden 1500’e yakın pul sergilenirken ziyaretçileri bir dünya turuna çıkarabilecek şekilde tasarlanmış. Farklı ülkelerin siluetlerinden oluşan enstalasyonlar ile ziyaretçi rutinin dışına çıkartılarak mekanın içinde dolaşıyor ve koleksiyon sergileniyor. Bodrum kattaki PTT Çocuk Kulübü ise, çocukları belki de hiç tanışmadıkları mektup, pul ve posta dünyasıyla tanıştırıyor.
51 XXI - ARALIK 13 / OCAK 14
arka sayfada solda üstte: Kronolojik kat, Osmanlı Dönemi Pulları solda ortada: Giriş kattaki posta tarihi haberleşme araçları sergisi solda altta: Bodrum kat, çok amaçlı salon sağda üstte: Filateliye giriş salonu, pullarla yüzyıl sağda ortada: Nostaljik PTT en altta: Bodrum kat, çocuk klubü
MÜZE TASARIMI - ANKARA
karşı sayfada Serginin girişi ve “Günümüzde PTT” filminden bir kare
MÜZE TASARIMI - ANKARA ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 52
proje adı: PTT Pul Müzesi işveren: PTT A.Ş proje yeri: Ulus, Ankara proje tarihi: Ekim 2013 proje alanı: 6.500 m2 proje tasarım ve uygulama: Tasarımhane küratör ve proje yöneticisi: Güzin Erkan genel koordinatör: Oben Karatepe koleksiyon ve içerik yönetimi: Çiğdem Yavuz iç mimari proje ekibi: Güzin Erkan, Serap Baykara, Eylem Ece, Muzaffer Fatihli, İsmail Alev, Gizem Aytaç, Seher Caba
grafik tasarım proje ekibi: Nebal Çolpan, Burhan Efeoğlu, Atakan Yaşar, Ece Tankal içerik: Çiğdem Yavuz, Melike Gürsel, Songül Karakoç, Bahar Özkök, Sera Niyego iç mimari proje uygulama: Atölye Tasarımhane; Mustafa Coşkun, Adem Coşkun, Atilla Kızılşafak, Erkan Karaağıl aydınlatma projesi danışmanlığı: Mustafa Seven kurumsal kimlik danışmanlığı: RDB Design Agency mobilya tasarımı: Naif Tasarım
tasarımhane 2000 yılında Güzin Erkan ve Oben Karatepe tarafından kurulan Tasarımhane; mimari, iç mimari ve görsel iletişim tasarımı alanlarında işler üretiyor. Uluslararası pek çok markaya mekan tasarımı, grafik tasarımı, ürün tasarımı, perakende ve sergileme tasarımı, interaktif ve multimedia bazlı iletişim projeleri üreten ofis ve tasarımların markalara kazandıracağı bilinirlik amacını da destekliyor. Son yıllarda özellikle müzeoloji, sergi tasarımı ve marka mimarisi konularında önemli işlere imza atan Tasarımhane, üzerinde çalıştığı projelerde, strateji & konsept geliştirme ve içerik tasarımı ile başlayan süreci farklı tasarım disiplinleri vasıtasıyla mekan tasarımına dönüştürüyor.
GREGOIRE DE LAFFOREST TASARIMI OPPER KOLTUK ZITLIKLAR ARASINDA BİR DENGE YAKALAMAYI ARAŞTIRIYOR. BU ARAŞTIRMA, ÜRÜNÜN ÇİZGİLERİNDE OLDUĞU KADAR MALZEME, AĞIRLIK VE YÜZEYİNDE DE HİSSEDİLİYOR. Ağırlık ve çizgi arasındaki dengeyi araştıran koltuğun tasarımı, geleneksel ve modern yaklaşımı içinde birleştirmeyi amaçlıyor. Oturma bölümünün yalın çizgilerine karşı tabanın baskın kuvveti arasındaki zıtlık malzemede de devam ediyor. Mermerin soğuk havasına karşı derinin sıcaklığı, arka yüzeyin kıvrımlarına karşı bir uçtan diğer uca uzanan düz çizgisel form, ön yüzeyin düzlüğü karşısında özel olarak tasarlanan yastıklara sahip alt bölümün boşluklu yapısı, tasarımda odaklanılan zıtlık konseptinin birer tekrarı. Fakat diğer yandan da bu zıtlıklar, simetrik ve yerinde bir birlikteliği ortaya koyuyor. Böylelikle konforlu, büyük bir oturma alanı ve sehpa ortaya çıkıyor.
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 54
ÜRÜN TASARIMI - KOLTUK
Zıtlıkların Uyumu
OPPER KOLTUK
grégoıre de lafforest
86 X 125 X 86 cm. boyutlarındaki koltuğun tasarımının çıkış noktası ise; 1970’lerin motorsiklet seleleri. İçi köpükle doldurulmuş oturma bölümleri ve bunların faklı yoğunlukları aynı zamanda ideal ve ergonomik bir rahatlık sağlıyor, böylelikle ürüne rafine bir görüntü kazandırıyor.
ÜRÜN TASARIMI - KOLTUK 55 XXI - ARALIK 13 / OCAK 14
ön tasarım araştırmaları
grégoire de lafforest ESAG Penninghen mezunu olan mimar ve iç mimar Lafforest, Fransa’da Bruno Moinard, Gilles & Boissier gibi iç mimarlık ofislerinde çalıştı. Yer aldığı projelerden bazıları; Hermes Paris ofisleri, Cartier mücevher mağazaları.
eskizler
B&O PLAY SERİSİ
beolit 12
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 56
SEKTÖR HABERLERİ
FUSION Bürotime, hareketli ve organik çizgilerin oluşturduğu formuyla konfor sağlayan Fusion ofis kanepelerini çalışma alanları için kullanıcıların beğenisine sundu. Yönetici odaları ve bekleme salonları için tasarlanan ürün, kütlesel bir oturma yüzeyini tamamlayan ahşap ayaklarıyla şık bir duruş sergiliyor. Yüksek, geniş ve rahat sırt yüzeyi ile uzun süreli görüşmelerde dahi vücudu doğru kavrayarak konforlu bir çalışma ortamı yaratılmasına yardımcı oluyor. Fusion serisi farklı renklerdeki deri seçenkeleriyle kullanıcılarına ulaşıyor. www.burotime.com
ACO S SERİSİ DUŞ KANALLARI ACO S serisi duş kanalları, her çeşit banyo dekoruyla uyumlu olmasının yanı sıra paslanmaz çelik ince ızgarası ve neredeyse görünmez drenaj kanalı sayesinde güvenli drenaj sağlıyor. Paslanmaz çelik ve kolaylıkla çıkarılabilen koku tutucu kilidi, rahatsız edici kokuları önlüyor. Duş kanallarının iki santimlik görünür genişlikteki ızgarası ile banyolarda istenen yere monte edilebiliyor. İki adet paslanmaz çelik ızgara seçeneği bulunan duş kanalı minimum 55 mm montaj yüksekliği sayesinde, yeni yapıların yanı sıra eski yapıların restorasyonununda da tercih ediliyor. www.acoturkiye.com
beoplay a9
Daminarkalı ses ve görüntü sistemi üreticisi Bang & Olufsen’in B&O Play serisi, tasarım ve üstün ses performansını bir arada sunuyor. Ses kalitesi, esnek uygulamaları ve kompakt tasarımı ile Red Dot Tasarım Ödülü’ne layık görülen Beolit 12, elle montajlanan alüminyum kasası ve deri kayışı sayesinde rahatça taşınabiliyor. Kablosuz olarak kesintisiz sekiz saate kadar müzik çalabilen Beolit 12, farklı renk seçenekleriyle sunuluyor.
Dairesel bir tuval şeklindeki BeoPlay A9, beş adet aktif hoparlörüyle 480 watt ses gücü sağlıyor. Ürünün ön panelindeki kumaş kapaklar siyah, beyaz, gümüş gri, kırmızı, kahverengi ve yeşil renk seçeneklerine sahip. iPhone veya iPad ile Apple Air Play üzerinden bağlantı kurulabilen BeoPlay A8 ise yerde ya da duvara monte edilerek kullanılabiliyor. Ürünün siyah ve beyaz renk seçeneklerinin yanı sıra farklı renklerdeki hoparlör kapakları da bulunuyor. www.bang-olufsen.com
ÇUHADAROĞLU SİSTEMLERİ CITY ROAD OTELİ’NDE S.G.P. Contracts Limited tarafından inşa edilen HKR Architects tasarımı City Road Oteli’nin alüminyum sistemleri Çuhadaroğlu Alüminyum tarafından hayata geçiriliyor. Cephe mimarisiyle bölgedeki mevcut yapılardan farklılaşan Londra’daki City Road Oteli’nde yaklaşık 10 bin metrekare cephe alanı üzerinde Çuhadaroğlu sistemleri uygulanacak. İnşaatına 2013 yılının Haziran ayında başlanan otelin Mayıs 2014’te tamamlanması planlanıyor. Otelin lobisinin yer aldığı giriş cepheleri cam
finlerin taşıyıcı olduğu cam cephelerden oluşuyor. Otel odalarının yer aldığı üst katlar ise farklı desenlerdeki baskılı camlar, yer yer kullanılan menfezler ve paralelkenar formundaki panellerden meydana geliyor. Çuhadaroğlu Alüminyum Genel Müdürü Kenan Aracı, tamamen yerli mühendislik ve yerli üretimle bu projeyi teslim edeceklerini belirtirken, dış pazarda bu tür işler yapmaya devam edeceklerini söyledi.
MADERA Kalebodur’un sunduğu Madera serisi ahşap dokusunu seramiğe yansıtıyor. Doğal parkeye uyumu ve pek çok farklı seçeneği sayesinde Madera serisi, gerçek ahşabın renk ve dokunuşunu hissettiriyor. Ahşabın sahip olamayacağı dayanıklılığı ve uzun ömürlü yapıyı seramikle yaşam
alanlarına taşıyan ürün, kaymaz yüzeyi ve porselen yapısı ile yoğun trafiğin olduğu alanlar için de uygun. Madera 12x120, 20x120 ve 30x120 cm gibi ince ve uzun boyutlarıyla, beş farklı renk seçeneğiyle sunuluyor. www.kale.com.tr
www.cuhadaroglu.com
THEA ULTIMA
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 58
SEKTÖR HABERLERİ
Viko’nun Thea ailesine dahil ettiği en yeni modüler seri Ultima, modüler segment ürün gamını tamamlıyor. Cam, metalik, ahşap ve eloxal serilerine sahip olan Thea Ultima’da dört farklı malzeme ile 14 farklı çerçeve rengi seçeneği bulunuyor. Ürünün metalik renk seçenekleri arasında chrome, inox, una ve gold yer alıyor. Kendine özgü bir dokuya sahip olan Ultima Eloxal bronz, gümüş ve
ROCKWOOL, TÜRKİYE YALITIM PAZARINI BÜYÜTMEYİ HEDEFLİYOR 1909 yılında Danimarka’da kurulan ve taş yününü endüstriyel olarak kullanan ilk firma olan Rockwool, 2013’te girdiği Türkiye yalıtım pazarını büyütmeyi hedefliyor. Isı yalıtımı başta olmak üzere, ses emici olması ve yangın güvenliği nedeniyle sıklıkla tercih edilen taş yünü, sahip olduğu pek çok özellik sayesinde bina ömrünü uzatmaya yardımcı olan bir yapı malzemesi. Rockwool Grup, Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya’da 40’ın üzerinde ülkede, 27 taş yünü üretim tesisiyle hizmet veriyor. Uluslararası
satış ofisleri ve iş ortakları ağına sahip olan firmanın İstanbul ofisine bağlı Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan’ın da aralarında yer aldığı Balkan ülkeleri bulunuyor. Firmanın küresel büyüme stratejisi kapsamında yatırım hedeflenen ülkeler arasında Türkiye’nin de bulunduğunu belirten Rockwool Türkiye Direktörü Taner S. Şahin, Türkiye’deki mevcut taş yünü pazarını büyütmeyi amaçladıklarını söyledi. www.rockwool.com.tr
siyah renk seçenekleriyle sunuluyor. Serinin özel cam koleksiyonu beyaz, açık yeşil, siyah ve bordo renklerde üretilirken, ahşap koleksiyonu ise bambu, venge ve ceviz renklerinde satışa sunuluyor. Thea Ultima her çerçeve rengi için 2M, 3M, 4M, 7M, 2x2M, 2x3M ve 2x4M olmak üzere sekiz farklı alternatif sunuyor. www.viko.com.tr
NIVELLO QUATRO Baumit’in sadece iç mekan zeminlerinde kullanılmak üzere geliştirdiği Nivello Quatro halı, seramik veya parke gibi malzemelerin altında kullanılarak daha dayanıklı ve estetik döşemelere zemin hazırlıyor. Kendiliğinden yayılan kalsiyum sülfat bazlı ve kırık beyaz renkte bir şap olan ürün, eski zeminlerin renovasyonunda da kullanılabiliyor. Ürünün esneme kabiliyeti sayesinde yerden ısıtma sistemleriyle başarılı sonuçlar elde
edilebiliyor. Nivello Quatro, 20 mm kalınlığa kadar uygulanabiliyor ve uygulamanın birkaç saat ardından üzerinde yürünebiliyor. Oluşturduğu homojen ve çatlaksız üst yüzey ile 72 saat içerisinde üzerine döşeme yapılmasına olanak sağlıyor. 25 kiloluk ambalajlarda sunulan ürün teknik destek alınarak basit sıva makinesiyle de uygulanabiliyor. www.baumit.com.tr
BRAND VAN EGMOND TEPTA’DA
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 60
SEKTÖR HABERLERİ
1989 yılında William Brand ve Annet van Egmond tarafından kurulan Brand van Egmond Hollanda’nın en tanınan aydınlatma firması. Amsterdam’da bir mimar ve bir heykeltıraş işbirliği ile ortaya çıkan firma, yeni teknik ve farklı malzemeleri bir araya getiren, hem işlevsel hem de görsel bakımdan ayrıcalıklı ürünleriyle dikkat çekiyor. Tamamı el yapımı olan ürünler, Four Seasons ve W gibi pek çok otel zincirini ve Louis Vuitton ve Chopard
gibi pek çok mağaza zincirinde tercih edilmekle birlikte, dünya çapındaki ünlü kişilerin evlerini de süslüyor. Hollanda’da 23 sene önce başlayan bu hikaye, New York’tan Beyrut’a, Tokyo’ya ve en sonunda Türkiye’ye ulaştı. Onlarca farklı tasarımdan ve bu tasarımların sarkıt, aplik, lambader gibi alt gruplarından oluşan geniş koleksiyon, Tepta showroomunda kullanıcılarına ulaşıyor. www.tepta.com
ARMONIA DAVLUMBAZ Silverline’ın yeni davlumbaz modeli Armonia ocak arkasında veya yanında konumlandırılarak davlumbaz kullanımına farklı bir alternatif getiriyor. Ürün, istendiğinde tek tuşla tezgah içine gömülüyor ve kapalı konumdayken tezgah üzerinde sadece kontrol paneli gözüküyor. Bulundurduğu 15 dakikalık yoğun güç kullanım işlevi tercih edildiğinde özelikle ağır koku yayan yemeklerin verdiği etkiyi yok ediyor. Elektrikli
ocaklar ile uyum sağlayan Armonia’nın tasarımında kullanılan cam kolay silinebilme özelliğine sahip. Silverline, Armonia davlumbazda el sıkışmasına karşı hassas manyetik algılayıcı kullanarak oluşabilecek kazaların önüne geçiyor. Ürünün Plus X Ödülleri tarafından verilen 2012 Plus-X yüksek kalite, tasarım ve işlevsellik kategorilerinde ödülü bulunuyor. www.silverline.com.tr
ONDULINE, RAHMİ KOÇ MÜZESİ’NİN ÇATISINI YENİLEDİ Rahmi Koç Müzesi Lengerhane bölümünün çatısı Onduline Avrasya tarafından geliştirilen arduvaz çatı sistemiyle yenilendi. Ark İnşaat, Eskis Mimarlık - Y. Mimar Sami Çiprut ve Onduline ekibinin ortak çalışmasıyla gerçekleşen yenilemede Isoline ile arduvaz sistemi kullanıldı. Isoline, uzun zamandır kiremit altında güvenli bir su yalıtım malzemesi olarak kullanılırken, özel olarak geliştirilen “akıllı çıta”
sistemiyle arduvaz kaplanan çatıları daha kolay, güvenli, hızlı uygulanabilir ve ekonomik hale geliyor. Arduvaz taşlarının özel çıtalar aracılığıyla monte edilmesinden oluşan sistemin temelini oluşturan Isoline, su geçirmez bir malzeme olarak hem çatıda hem de cephe kaplaması olarak yapıların korunmasını sağlıyor. www.onduline.com.tr
ILLUSION Kale’nin sonsuzluk hissi uyandıran desenleri ve uyumlu mobilyalarıyla banyolarda bütünsel çözümler sunan Illusion serisi, siyah ve beyaz renklerin yarattığı hareketliliği banyolara taşıyor. Değiştirilebilen mobilya kapaklarıyla farklı konseptler yaratma imkanı sunuyor. Illusion serisi üç boyutlu desen alternatifli kapak tasarımıyla dikkat çekiyor. Kullanım kolaylığı sağlayan Intivo çekmece sisteminin yanı sıra serinin temperli cam tezgahı hijyenik bir mekan sağlıyor. www.kale.com.tr
FİLLİ BOYA RENK DANIŞMA HATTI ÖNERİYOR
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 62
SEKTÖR HABERLERİ
Filli Boya, yaşam alanlarını renklendirmek, rengini yenilemek ve farklı renk kombinasyonlarını denemek isteyenlere Filli Boya Renk Danışma Hattı ile rehberlik ediyor ve kişiye özel öneriler sunuyor. Filli Boya Renk Danışma Hattı, sunduğu çözüm önerileriyle kullanıcıların renk seçimi konusunda doğru bilgi sahibi olmasını sağlıyor. Kullanıcılar Renk Danışma Hattı’nın boyanın uygulandığı tüm alanlara uygun önerilerinden ücretsiz olarak faydalanabiliyor. Filli Boya renk uzmanlarının önerilerini öğrenmek için renkdanisma@filliboya.com.tr adresine mekan görselleriyle birlikte mail atmak yeterli. www.filliboya.com.tr
HYFIX Sektörde 25. yılını kutlamaya hazırlanan %100 Türk sermayeli İnterfiks Yapı Kimyasalları, kimyasal su yalıtımı konusunda sunduğu ürün grubu HYFIX Kimyasal Su Yalıtım Sistemleri ile pek çok projede tercih ediliyor. Toprak altı su yalıtımında minimum uygulama hatasını ve zamandan maksimum tasarrufu mümkün kılan HYFIX, beton içerisinde kimyasal tepkimeler sonrası oluşturduğu nano minerallerle kullanım ömrü boyunca betonu geçirimsiz hale getiriyor. Son olarak Ankara One Tower’ın radye temel su yalıtım detaylarında kütlesel yalıtım sağlayan HYFIX kuru serpme, beton su yalıtım detaylarında ise HYFIX
sürme yöntemleri tercih edildi. Zamandan ve uygulama maliyetinden tasarruf sağlayan HYFIX Kimyasal Su Yalıtım Sistemleri, toprak altı su yalıtımında beton dökülebilen tüm hava şartlarında kullanılabiliyor. Eksiz olma, yırtılmazlık ve kırılmazlık özellikleriyle korozyona karşı etkin ve garantili çözüm sunuyor. Kuru serpme uygulama avantajıyla işlevsel bir yalıtım uygulaması olan HYFIX, uygulama öncesi astar ve uygulama sonrası koruma katmanı gerektirmiyor. Kendini tamir edebilen reaktif yapısı sayesinde kimyasal su yalıtımı konusunda tam koruma sağlıyor. www.interfiks.com.tr
PROLUX WEB SİTESİNDEN AYDINLATMA UYGULAMASI Prolux, ürünleriyle mimari projelerde doğru aydınlatma tasarımı yapabilmek için Relux ve Dialux gibi programlarda kullanılabilen, armatür ve ışığının tipine uygun ışık dağılım bilgileri içeren IES ve LTD dosyalarını internet sitesinden indirerek kullanma imkanı sunuyor. Bu
sayede aydınlatma uygulaması yapılan mekanda üç boyutlu aydınlatma değerleri gösterimi ve aydınlatma hesaplarının sunumlarını gerçekleştirmek mümkün oluyor. www.prolux.com.tr
UYGULAMA – MİMARİ YAZILIM ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 64
Geçiş Anahtarı AUTODESK TÜRKİYE UYGULAMA MÜHENDİSİ NİYAZİ KEMER, YAPI BİLGİ MODELLEMESİ’NİN (BUILDING INFORMATION MODELLING) ÖZELLİKLE MİMARİ OFİSLERDE UYGULANMASINI KOLAYLAŞTIRACAK YÖNTEMLERİ ANLATTI. Niyazi Kemer
BIM’E BAŞLAMAK Kısaca BIM diye kullandığımız Building Information Modelling (Yapı Bilgi Modellemesi) kavramına her gün daha çok rastlıyoruz. Seminerlerde, makalelerde ve web sitelerinde binlerce kaynak var. Ben kısaltmasından başlayacağım; öncelikle söyleyeyim ki rahat olabilirsiniz; “bim” demek yeterli, kendimizi bi-ay-em diye zorlamanın bir anlamı yok. Birinci ağızdan şahidiyim ki tüm dünyada “bim” diye telaffuz ediliyor. Tanımı için ise yazının sonundaki ek okuma linkini tavsiye edeceğim. Benim bu yazıda anlatmak istediğim BIM’in bir mimari ofiste (aynı kurallar hemen
hemen tüm disiplinler için geçerli) uygulanmasını kolaylaştıracak metotlar. Ayrıca birçok kullanım alanı olan BIM’in sadece uygulama projelerini ilgilendiren kısmını incelemenin işimizi kolaylaştıracağını düşünüyorum. NELER GEREKİYOR? Yazılımlar, pahalı donanımlar, tüm ekibe verilecek teknik eğitimler, uygun zaman, uygun proje ve aslında bir mit olan mükemmel bir family kütüphanesi oluşturmak diye uzayıp giden bir liste. Peki, gerçekte gereken bunlar mı? Pek değil. NASIL BAŞLAMALI? Aslında yapılacak ilk iş bu konuda olabildiğince bilgi sahibi olmak ve dünyadaki örnekleri incelemek. Eğer ikna olduysanız sonraki adımları atmak. BIM uygulamalarının CAD (Computer Aided Drafting) uygulamalarından, uygulama projesi oluşturma aşamasındaki temel farkı birincisinin
model, ikincisinin ise doküman temelli olması. Biraz açmak gerekirse; CAD ile projeler oluştururken binanın yapım süreci için gereken “çizimleri” yapıyoruz, dokümanlar arasındaki ilişkiyi tamamen kendimiz kontrol ediyoruz. Örneğin planlara eklediğimiz kapıyı kesitlere de “işliyoruz”. Aynı işi BIM ile yapmak istersek işler değişiyor: Sadece model ile ilgileniyoruz. Gerektiği zaman modelimizi kesip biçerek dokümanları bu modelden “türetiyoruz”. AEC (UK) BIM PROTOKOLÜ BIM standartları üzerine önereceğim ilk belge tüm dünyada genel kabul gören Birleşik Krallık BIM Protokolü. Bu belgede BIM ekibi içerisindeki roller, bilgi paylaşım yöntemleri (BIM modeli ve her türlü doküman), modelleme stratejileri, dosya ve klasör isimlendirme standartları, grafik standartları gibi birçok konu mevcut. Başlarken aklınıza gelebilecek birçok
UYGULAMA – MİMARİ YAZILIM 65 XXI - ARALIK 13 / OCAK 14
sorunun yanıtı burada bulunabiliyor. İncelediğinizde göreceğiniz gibi kısıtlayıcı bir kurallar kitabı değil aksine yol gösterici bir rehber. Nasıl ve ne kadarını uygulayacağınız ise size kalmış. REVIT İÇİN AEC BIM PROTOKOLÜ İkinci belge ise BIM Protokolünün Autodesk Revit kullanıcıları için içerdiği eklerden oluşuyor. İlk belgeyi okurken incelediğiniz konuların bir BIM aracı olan Revit ile birlikte kullanımını kolaylaştırmak için geliştirilmiş. Sonuç olarak, başarılı bir geçişin anahtarı yeterince bilgi sahibi olarak sürprizlerden olabildiğince kaçınmak ve geçiş için gerekli iradeye sahip olmak. BIM Protokolü için link: aecuk.wordpress. com/2012/09/07/aec-uk-bim-protocols-v2-0-nowavailable Ek okuma linki: bim.psu.edu Daha detaylı bilgi için: niyazi.kemer@autodesk.com
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 66
REFERANS PROJE - ASMA TAVAN VE BÖLME PANEL SİSTEMLERİ
ARTSTONE Dekoratif duvar panellerinin Türkiye’deki öncü markası Artstone, dekorasyon tarzını ve vizyonunu farklı bir alana taşıyarak sunduğu tasarım ve hizmet anlayışıyla öncelikle mimarların daha sonra da mekanlarında ilham arayan herkesin çözüm ortağı olmayı hedefliyor. Markanın Beşiktaş Balmumcu’da yeni açılan özgün konseptteki showroomu, ödüllü ve çok yeni tasarım ürünlerinin yanında zengin panel çeşitlerini inceleyebilme imkanı sağlıyor. Garantili hizmet ve sertifikalı ürün anlayışıyla çalışan Artstone, kalite yönetim sistemi belgelerinden TÜV SÜD 9001:2008 ve ACS ISO14001&OHSAS18001 sertifikalarının da sahibi. Artstone panellerinin özellikle dış mekan kullanımında ön plana çıkan bir diğer ayırt edici özelliği de ürünlerin standart olarak TS EN 13501-1 standartlarına göre A2 yangın sınıfında yer alması. Tüm sektörlerin öncü markalarının ihtiyaçlarına çözüm üreten Artstone, yurtiçi ve yurtdışında 3000’i aşkın proje tamamladı. Artstone’nun taş, arduvaz, beton, kiremit, ahşap, tuğla, oksit görünümlü panel çeşitleri, tüm kullanıcıların beğenisine hitap edecek görselliğe sahip.
artstone showroom
artstone showroom
google istanbul ofis
www.artstone.com.tr • Acıbadem Grubu, 2013 • Acunn Medya, 2013 • Ağaoğlu Bakırköy 46, 2013 • Cratos Hotel Kıbrıs, 2013 • Doğtaş Mobilya, 2013 • Doğuş Grubu, 2013 • Google İstanbul Ofis, 2012 • Jatomi Fitness Merkezleri, 2013 • Lassa&Bridgestone Showroomları, 2013 • Midpoint Restaurantları, 2011-2013 • Nusret Steak House, 2013 • Setur Sabiha Gökçen Airport, 2013 • Sheraton Hotel Batum, 2013 • THY Bodrum Havaalanı CIP Salonu, 2013 • Turkcell Mağazaları, 2012-2013
nusret steak house etiler
loda mobilya
turkcell mağazaları
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 68
REFERANS PROJE - ASMA TAVAN VE BÖLME PANEL SİSTEMLERİ
ASPEN 1989 yılından beri modern mimarinin gereklilikleri olan malzeme ve uygulama yöntemlerini sunan Aspen Yapı ve Zemin, başarılı uygulamalarıyla sektördeki uzman marka konumunu güçlendiriyor. “Mekanı oluşturan tüm boyutlara en kaliteli çözümleri sunma” felsefesinin arkasında duran, bu sayede tavan ve zemin ürünleriyle mekanın alt ve üst yapılarını biçimlendirirken estetik ve işlevselliğin ön planda olduğu bölme duvar sistemleriyle, yapılardaki yaşam kalitesini en üst düzeye çıkarıyor. Firmanın, asma tavan, bölme duvar ve zemin sistemleri olarak üç başlık altında toplanan ürünleri, sınırsız ürün alternatifiyle her türden ihtiyaç ve beklentiye cevap vermeyi amaçlıyor. Dünya yapı sektörünün dev markalarıyla yapmış olduğu temsilcilik anlaşmalarından beslenen bu ürün yelpazesi, müşterilere yüzlerce farklı kombinasyon oluşturma olanağı sunuyor. Aspen Yapı ve Zemin Sistemleri'nin ilke olarak benimsediği kalite, istikrar, teknoloji ve yenilik anlayışı, hedef kitlelerin zihninde konumlanmasında etkili rol oynuyor.
florence nıghtıngale hastanesi
www.aspen.com.tr • Bakü Marine Plaza, Azerbaycan • Bakü VIP Ofis, Azerbaycan • Borçelik, Bursa • BSH, İstanbul • Çanakkale Seramik, İstanbul • Elektroworld, İstanbul • Florence Nightingale Hastanesi, İstanbul • İş Bankası Şubeleri • Kars Havalimanı, Kars • Komer Kongre Merkezi, İzmir • Pulkovo Havalimanı, Rusya • Tofaş Ar-Ge Binası, İstanbul • Türk Telekom, Ankara • Unilever, Konya • Ümraniye Belediyesi, İstanbul
bsh
trump towers fratellı buffalo
pulkovo havalimanı
DOXA OFİS MOBİLYALARI
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 70
REFERANS PROJE - ASMA TAVAN VE BÖLME PANEL SİSTEMLERİ
2007 yılında üretime başlayan Doxa, kısa zamanda ofis mobilyası sektörünün öncü firmaları arasına girdi. Her geçen yıl ürün yelpazesini geliştiren firma, ürün çeşitliliği olarak bugün sektöründeki lider firmalar arasındaki yerini aldı. Açık ofis sistemlerinin, çoklu çalışma gruplarının çoğaldığı günümüzde bu gereksinimleri fark ederek 2008 yılında alüminyum profillerden seperatör ve bölücü panel üretimine başladı. Ofislerin vazgeçilmez elemanlarından olan bölücü paneller ve seperatör sistemler, Avrupa'da ve dünyada, Türkiye'den daha önce kullanılmaya başlandı. Doxa'nın 2008 yılında tasarlayarak üretimine başladığı alüminyum bölücü panel serisi ürünler de bu düşünceler doğrultusunda tasarlandı, montaj kolaylığı ve esnek olması nedeniyle büyük ilgi gördü. Kullanıcıların gereksinimlerine göre şekil alan bu sistem sayesinde ofisler daha işlevsel bir hale büründü. Bu sistemle banko, masa arası seperatörleri ve mekanlar arası bölmeler olmak üzere birçok sistem kurulabiliyor. Doxa bundan sonraki süreçte mevcut sistemi geliştirerek alternatifli olarak üç farklı ebatta seperatör sistemi müşterilerinin beğenisine sunacak. Kullanıcı tercihleri, bu sistem içinde birçok detayın çözümlenmesi gerektiğini doğruluyor. www.doxa.com.tr • Başakşehir Belediyesi, 2013 • Dap Yapı, 2013 • Erdemir A.Ş., 2013 • İklimSA, 2013 • 19 Mayıs Üniversitesi, Samsun, 2012 • Mevlana Üniversitesi, Konya, 2012 • Sağlık Bakanlığı, Ankara, 2012 • Samanyolu Koleji, Ankara, 2012 • Seramik Federasyonu, İstanbul, 2012 • Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi, İstanbul, 2011 • Karabük Demir Çelik Fabrikası, Karabük, 2011 • Karayolları Bölge Müdürlüğü, Van, 2011 • Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı, Zonguldak, 2010 • Batman Havaalanı, Batman, 2010 • Antalya Havaalanı Dış Hatlar Terminali, Antalya, 2009
anadolu grubu
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 72
REFERANS PROJE - ASMA TAVAN VE BÖLME PANEL SİSTEMLERİ
DURLUM durlum GmbH asma tavan, aydınlatma ve gün ışığı sistemlerinin üretiminde uzmanlaşmış bir aile şirketi olarak 1967 yılında kuruldu. Bugüne kadar mimarların, iç mimarların, tasarımcıların ve inşaat şirketlerinin başarılı bir çözüm ortağı oldu. Yılların tecrübesi ve üstün know-how'u sayesinde bireysel ve modern ihtiyaç ve taleplere kompleks sistemlerle çözüm üretiyor. Yenilikçi bir şirket olarak kalite ve çevrecilik yönetim sistemi anlamında da ISO 9001:2008 ve ISO 14001:2004 sertifikalarına sahip olan durlum, her zaman en son teknolojiyle çalışıyor. Uzun yıllardır hem iç hem dış mekanlarda LED sistemleri ve doğal ışık uygulamaları konusunda da faaliyet göstermeye devam ediyor. Havaalanları, alışveriş merkezleri, tren istasyonları, metrolar ve kamu alanları için üretilen proje çözümlerinin yanı sıra ofis binası, müze, okul, üniversite, hastane, otel, kültür merkezi ve özel villalar için de aydınlatma çözümleri sunuyor. Estetik ve fonksiyonelliğe önem veren durlum'un geniş ürün yelpazesi yüksek kaliteli metal, petek, genişletilmiş, ısıtma-soğutmalı tavanlarla ada tavanlar, ışık tavanları, aydınlatma, ışık ve gün ışığı sistemlerinden oluşuyor.
gıant's causeway vısıtor centre/ingiltere
platınum towers/polonya dernegül metro istasyonu/azerbaycan
www.durlum.com.tr • 28 Mayıs Metro İstasyonu, Bakü, 2013 • AS Taksim Hotel, İstanbul, 2013 • Bakı Metropolitanı Genel Müdürlük Binası, Bakü, 2013 • Haydar Aliyev Vakfı, Qax, 2013 • Konservatuar Üniversitesi, Bakü, 2013 • Mikrolink Genel Merkez Binası, İstanbul, 2013 • Platform Merter, İstanbul, 2013 • Port Baku, Bakü, 2013 • Sinpaş Antepia Residence, Gaziantep, 2013 • Tuzla Piri Reis Üniversitesi, İstanbul, 2013 • Bodrum Midtown AVM, Bodrum, 2012 • Ataç İnşaat Ofis, Antalya, 2011 • Albaraktürk Genel Merkez, İstanbul, 2010 • JTI Merkez Bina, Almata, 2010 • Sheremetyevo Terminal 3 Uluslararası Havalimanı, Moskova, 2009
janssen-cılag ag/isviçre
weinhold-bau/almanya
kredyt bank/polonya
mattlihüs/almanya
stadtbıblıothek stuttgart/almanya
KNAUF Knauf’un Yılın Ses Yalıtım Ürünü Ödülü’ne ve Gümüş Çekül Yapı Ürün Ödülü’ne sahip ürünü Cleaneo Akustik Alçıpan® ile mekanlardaki gürültü “kirliliği” son buluyor.
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 74
REFERANS PROJE - ASMA TAVAN VE BÖLME PANEL SİSTEMLERİ
Yüksek ses yutum değerleri sayesinde mimari akustik talepleri yerine getirmek amacı ile tasarlanan Cleaneo Akustik Alçıpan®, temizleme özelliği ile de kapalı mekanlardaki havanın kalitesini iyileştiriyor. Kapalı mekanların konfor seviyesini etkileyen en önemli etmenlerden biri, mekanın akustiğidir. Cleaneo Akustik Alçıpan®, farklı perforasyon seçenekleri ile yüksek derecede akustik performans sunarak mekanların verimliliğini artırıyor.
ıng bank
Kapalı mekanlardaki bir diğer önemli gereksinim ise, havanın kalitesidir. Daha önceleri, mekandaki havanın kalitesini artırmak denince akla havalandırma sistemini iyileştirmek gibi çözümler gelirken Cleaneo Akustik Alçıpan® ile bugün sektöre yeni bir çözüm sunuluyor. Bu kapsamda, içerdiği zeolit sayesinde Cleaneo Akustik Alçıpan®, ortamdaki kötü kokuları temizleyerek temiz havayı ortama geri veriyor ve bu ürün ile tasarlanan tavanlar kararma ve sararma yapmadan bulunduğu ortama süresiz ferahlık katıyor. Çok sayıda farklı yüzey tasarımı ile görsel akıcılığa sahip özgün ve estetik tasarımlara imza atan Cleaneo Akustik Alçıpan®, yeşil bina sertifikalama sistemi olan LEED Deklarasyonu ile de doğaya değer veren bir plakadır.
özyeğin üniversitesi
www.knauf.com.tr • Ahmet Hamdi Akseki Camii, Ankara • Ankara Arena Spor Salonu, Ankara • Atakum Kültür Merkezi, Samsun • Finansbank, İstanbul • GS Florya Tesisleri, İstanbul • ING Bank, İstanbul • ING Bank Şubeleri, Türkiye • Mardin Mova Park Düğün Salonu, Mardin • Next Level AVM, Ankara • Özyeğin Üniversitesi, İstanbul • Prime Mall AVM, Gaziantep • Seyrantepe GS Stadı, İstanbul • Unilever, İstanbul
unılever
KOLEKSİYON
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 76
REFERANS PROJE - ASMA TAVAN VE BÖLME PANEL SİSTEMLERİ
1971 yılında mimar Faruk Malhan tarafından temelleri atılan Koleksiyon Mobilya, Tekirdağ'da 90 bin metrekarelik bir alana kurulu üretim tesisleriyle yurtiçi ve yurtdışı pazarlara yönelik üretim yapıyor. İstanbul Tarabya’daki merkezi ve diğer tüm yurtiçi satış noktaları yanında Londra, Darmstadt ve Kahire gibi dünyanın önemli merkezlerinde faaliyet gösteriyor.
akdan danışmanlık
2000'lerin başında Koleksiyon yeni düşünce, yeni standart ve yeni tasarım kavramlarını sentezleyen “yüksek kalitede mobilya tasarımı” anlayışıyla, endüstri ürünlerinden çok, düş ve düşüncelerin ürünlerini yaratmaya çalışan bir tasarım firması olarak büyük mağazacılık anlayışını ilk defa tüketiciyle tanıştırdı. Koleksiyon, bu sene için belirlediği “Ses İzi (Soundprint)” teması altında ofiste insan ve yeni çalışma kültürü üzerine odaklanırken, ev mobilyasında da “Bizim Evimiz” başlığıyla yeni bir yaşam alanı kurgusu oluşturuyor.
akdan danışmanlık
iş gyo
www.koleksiyon.com.tr
koleksiyon tarabya
iş gyo
• Aeropark / Netaş / Sistema Teknolojik Yapı, İstanbul, 2013 • Anadolu Holding Genel Müdürlük / Kreatif Mimarlık, İstanbul, 2013 • CTHB Avukatlık Bürosu / Salon Mimarlık, İstanbul, 2013 • Çimtaş / Mimarlar Tasarım, Bursa, 2013 • Florance Nightingale Hastanesi / Zoom Mimarlık, İstanbul, 2013 • Herbalife / Özkutan Mimarlık, İstanbul, 2013 • İş GYO / Brigitte Weber Mimarlık, İstanbul, 2013 • The Club House / SHH Mimarlık, Londra, 2013 • Cummins / James Cubitt & Partners Architects, İzmir, 2012 • Sahibinden.com / Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık, İstanbul, 2012 • Eczacıbaşı İnovasyon Merkezi / CM Mimarlık, Bilecik, 2011 • TBWA / Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık, İstanbul, 2011
koleksiyon tarabya
Ayrıca Tarabya’da yeni açılan tasarım mağazasında önemli tasarımcıların imzasını taşıyan mobilyalardan cam, porselen aksesuarlara, seramik objelerden takı ve giysilere kadar birçok özel çalışmaya ev sahipliği yapıyor.
koleksiyon tarabya
koleksiyon tarabya
NEVRA YAPI
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 78
REFERANS PROJE - ASMA TAVAN VE BÖLME PANEL SİSTEMLERİ
Nevra İnşaat Yapı Tek. Ltd. Şti., kökleri yaklaşık 40 yıla dayanan inşaat malzemeleri ticareti ve inşaat üretimi yapan kurucularının en son şirketi olarak iki yıl önce uluslararası ticaret şirketi olarak kuruldu. Günümüzde önemi daha çok anlaşılmaya başlayan yapılarda yangın ve yalıtım ile ilgili çalışmalara odaklanan Nevra Yapı bu bağlamda Türkiye de dahil Ortadoğu, Afrika, Türki Cumhuriyetlerde tek yetkili satıcı olarak Dragonboard markalı magnezyum oksit esaslı yapı panelleri ile ilgili çalışmaya başladı. Şubat 2014 itibariyle Eskişehir’deki tesislerinde aynı marka altında üretime hazırlanıyor. Nevra Yapı ürün gamına Neolith markalı yeni nesil porselen levhaları ve ekolojik yapı malzemelerinin yanı sıra doğal havalandırma ve fan sistemlerinde Lunos markasının yenilikçi ürünlerini ekledi. Aynı zamanda birçok yeni ürün için de çalışmalarına devam ediyor. www.nevrayapi.com • By Otell, İstanbul • Çolakoglu Tekstil A.Ş., Kütahya • Flame Towers, Bakü • Holiday Inn Otel / Asal Grup, Ankara • Marmara Park, İstanbul • Merter Polis Evi, İstanbul • NewYakacık, İstanbul • Radisson Blue, Kayseri • Rönesans A.Ş., Türkmenistan • Siirt Devlet Hastanesi, Siirt • TAV Yeşilköy Hangar, İstanbul • Torium AVM, İstanbul • Trump Towers, İstanbul • Vertai Otel, Antalya
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 80
REFERANS PROJE - ASMA TAVAN VE BÖLME PANEL SİSTEMLERİ
NURUS Nurus, 30 ülkede, 100’den fazla bayisi ile ulusal ve uluslararası binlerce markaya, ofis yaşam alışkanlıklarını ve pazar eğilimlerini değerlendirerek insan odaklı hizmet sunmaya devam ediyor. Kurumsal ve bireysel projelerde mekana özel hazırlanan fonksiyonel proje önerileri ve kullanıcıları önemseyen ürünleri ile çalışma hayatında motivasyonu artırmayı başarıyor. Üst ve orta düzey yönetici çalışma üniteleri, operasyonel sistemler, oturma üniteleri, dinlenme ve bekleme salonu, konferans, toplantı, karşılama ve kabul alanları başta olmak üzere iş yaşamında verimliliği artırmaya yönelik sosyalleşme ve dinlenme alanlarında kullanıcı ihtiyaçlarına eşsiz çözümler sunuyor. Mekanı duvarlarla odalaştırmadan, etkin bir çalışma ortamına dönüştürmenize yardımcı bir sistem olan ACA Bölücü Panel, kullanıcılarına mahremiyet sağlıyor. Kurumsal projelere yönelik tasarlanan panel, kişilerin çalışma alanlarını tanımlı hale getirmeyi öneriyor. www.nurus.com.tr • Administration Center Antwerp, Belçika
TRIMLINE
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 82
REFERANS PROJE - ASMA TAVAN VE BÖLME PANEL SİSTEMLERİ
1997 yılında mimarlık hizmetleri amacıyla kurulan ve TRIMline markası altında modüler bölme duvar sistemleri üretimine odaklanan şirket, ürün geliştirme, tasarım, üretim ve montaj ile hizmet vermeye başladı. Ahşap üretim tesisi yatırımıyla beraber özel kurumsal projeler, akustik malzeme çözümleri ve ofis mobilyaları konusunda sektördeki lider kuruluşlar arasında yerini aldı. TRIMline interiors, yurtiçi ve yurtdışında önemli projelerde yer almakta, geniş ve modern ürün skalasıyla özgür, yaratıcı ve fonksiyonel mekanlar oluşturulmasına yardımcı olmaktadır. Eğitim kurumları, havalimanları, genel müdürlükler, alışveriş merkezleri, otel gibi seçkin projelerde çözümler sunmakta, Türkiye’nin önemli mimar ve tasarımcıları tarafından tercih edilmeye devam etmektedir.
netaş genel müdürlük binası/kurtköy
tadım gıda a.ş. genel müdürlük binası/gebze
Kullanıcılara sunulan TRIMline Omega, TRIMline SNAP, Straehle 2000/2300/3400, Sistem T, TRIMline Akustik, T.H.E DOOR Kapı, Nüsing Hareketli Bölme Duvar Sistemleri ile oluşturulan klasik ve ekonomik duvarlar, strüktürel yapışma camlı bölme sistemleri, düşey profilsiz tek ve çift camlı bölme duvarlar, akustik ahşap asma tavan sistemleri, duvar kaplamaları ve hareketli kayar katlanır bölme duvar sistemleriyle mekanlarda sonsuz tasarım seçenekleri oluşturulmaktadır. www.trimline.com.tr • Acıbadem Üniversitesi İçerenköy Kampüs Binası, İstanbul, 2013 • Anadolu Holding Buyaka Ofisleri, İstanbul, 2013 • Anadolu Sigorta GM, İstanbul, 2013 • Apple Türkiye Ofisi, İstanbul, 2013 • BP Genel Müdürlük, İstanbul, 2013 • Fatih Koleji Sefaköy Kampüs, İstanbul, 2013 • Netaş GM Binası Kurtköy ve Buyaka Ofisleri, İstanbul, 2013 • Özyeğin Üniversitesi Çekmeköy Kampüs Binaları, İstanbul, 2013 • Piri Reis Üniversitesi Tuzla Kampüs Binası, İstanbul, 2013 • Rönesans Holding GM Ankara, Rönesans Holding Kısıklı Binası, İstanbul, 2013 • Şişli Belediye Binası, İstanbul, 2013 • Tadım Gıda GM Binası Gebze, Tadım Gıda Ataşehir Ofisleri, İstanbul, 2013 • Teknopark Kurtköy, İstanbul, 2013
özyeğin üniversitesi çekmeköy kampüsü
doğuş holding merkez binası/ayazağa
ARALIK 13 / OCAK 14 AJANDASI 6 Aralık
6 - 7 Aralık
MSGSÜ Mimarlık Fakültesi Video Konferans Salonu, Fındıklı, İstanbul
www.msgsu.edu.tr
Taxim Hill Otel, Sıraselviler, İstanbul
www.cedbik.org
Akdeniz Üniversitesi, Antalya
docomomo2013.akdeniz.edu.tr
Kaleseramik Binası, İbrahim Bodur Konferans Salonu, Levent, İstanbul
www.ismd.org.tr
Salt Galata Oditoryum, Beyoğlu, İstanbul
hkucukcoskun@embarqturkiye.org
Yapı Endüstri Merkezi, Fulya, İstanbul
www.yem.net
MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu, Fındıklı, İstanbul
www.msgsuplanlama.org
Uludağ Üniversitesi Görükle Yerleşkesi, Bursa
www.cevretasarimkongresi2013.org
ikincisi düzenleniyor.
Mekanlar/Zamanlar/İnsanlar: Evsellik, Ev, Barınma ve Mimarlık Tarihi
ODTÜ Mimarlık Tarihi Anabilim Dalı tarafından iki yılda bir
ODTÜ, Ankara
metu.harch.symposium@gmail.com
Mimarlık ve Müzik Semineri
Yaşar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi tarafından beşincisi
Yaşar Üniversitesi Selçuk Yaşar Kampüsü Konferans Salonu, Bornova, İzmir
mf.yasar.edu.tr
Koleksiyon Ankara Merkezi, Kavaklıdere, Ankara
www.tsmd.org.tr
Özyeğin Üniversitesi Çekmeköy Kampüsü, İstanbul
www.ozyegin.edu.tr
Proje 4L|Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi, Maslak, İstanbul
www.elgizmuseum.org
Taxim Hill Otel, Sıraselviler, İstanbul
www.cedbik.org
Tarihi Yapılarda Gün Işığı Kullanımı
MSGSÜ Yapı Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından
LEED 4. Versiyon Eğitimi
Eğitim, LEED değerlendirme sistemi hakkında bilgi vermeyi,
düzenlenen konferans saat 13.30’da başlıyor.
katılımcıları LEED Green Associate sınavına hazırlamayı ve LEED AP sınavına girenlere destek olmayı hedefliyor.
6 - 8 Aralık
Türkiye Mimarlığında Modernizmin Yerel Açılımları
DOCOMOMO_Türkiye Çalışma Grubu'nun düzenlediği etkinlikler dizisinin dokuzuncusunda davetli konuşmacıların sunuşları ve tartışma oturumu yer alıyor.
9 Aralık
11 Aralık
Mimarlar Bu Ay Neyi Konuşuyor: Kanal İstanbul Neden Çılgın Bir Proje
İstanbul Serbest Mimarlar Derneği’nin Kalebodur desteğiyle
Kent içi(n) Bisiklet Semineri – BikeLab İstanbul
EMBARQ Türkiye - Sürdürülebilir Ulaşım Derneği, kent içi
düzenlediği toplantılar dizisine bu ay Prof. Dr. Cemal Saydam konuk oluyor.
bisiklet yollarının tasarımı, Türkiye'deki uygulama örnekleri, bisiklet koridorları teknik plan ve tasarımı gibi konuları işleyen bir seminer düzenliyor.
12 Aralık
12 - 13 Aralık
12 - 13 Aralık
ARALIK 13 / OCAK 14 - XXI 84
AJANDA
12 - 13 Aralık
13 Aralık
Pecha Kucha Night İstanbul Vol. 18
Etkinlik bu kez “Yaratıcı Dokunuşlar ile Sosyal Sorumluluk”
23. Kentsel Tasarım ve Uygulamalar Sempozyumu
Sempozyumun teması "Kentsel Mekana Müdahale: Projeler,
Çevre - Tasarım Kongresi 2013
Sağlıklı Çevre – Sağlıklı Tasarım temalı kongrenin bu sene
başlığıyla 34SOLO ekibi tarafından gerçekleştiriliyor.
Yaklaşımlar, Kavramlar, Boyutlar" olarak belirlendi.
belirli temalara odaklanarak gerçekleştirilen lisansüstü araştırmaları sempozyumunun sekizincisi düzenleniyor.
düzenlenen Thinking Architecture/Düşün(ül)en Mimarlık konferansları kapsamında Prof. Dr. Nikos Tsinikas’ı ağırlıyor.
… - 17 Aralık
Koleksiyon/TSMD Mimarları Ağırlıyor: Sayka Mimarlık
Türk Serbest Mimarlar Derneği ve Koleksiyon Mobilya işbirliğiyle gerçekleşen sergilerin 26.’sının konuğu Sayka Mimarlık/Saadet Sayın Bürosu.
23 Aralık - 1 Ocak
Dr. David Jason Gerber Konferans ve Çalıştayı
Özyeğin Üniversitesi, Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Aralık ayında, Southern California Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde öğretim üyesi olan Dr. David Jason Gerber’in konferans ve çalıştayına ev sahipliği yapıyor.
… - 27 Aralık
Seyhun Topuz 42 Yıldan Bir Seçki: 1971-2013 Heykel Sergisi
Müzenin süreli sergi alanında Seyhun Topuz’un 42 yıllık sanat hayatı boyunca minimalist tavrı ve geometrik formları kullanarak realize etmiş olduğu sanat eserlerinden bir seçki gösterime sunuluyor.
17 - 19 Ocak
BREEAM Değerlendiricisi Eğitimi
Eğitim, BREEAM Bina Çevresel Etkilerini Değerlendirme Sistemi’nin ana bileşenlerini tanımlamak ve sistemin ölçütlerinin amaçlarını ve kavramlarını tanımlamayı amaçlıyor.