XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 145 < ARALIK 2015/OCAK 2016 < AKSU < AP+E < EL EQUIPO CREATIVO < HENRI LEFEBVRE < WOHNUNGSFRAGE < YAZGAN < 3. ANTALYA MİMARLIK BİENALİ
Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 14 5 A R A L I K 2 0 15/ O CA K 2 0 16 11
3. Uluslararası Antalya Mimarlık Bienali
Topyekün Kriz Halinde Geleceği Düşünmek
ONS İncek Satış Ofisi
Bridge
YAZGAN TASARIM MİMARLIK
SEZGİN AKSU
AP+E
BAKSI MÜZESİ
EL EQUIPO CREATIVO
YAZILARIYLA
ERAY ÇAYLI KORHAN GÜMÜŞ LEV ENT ŞENTÜRK
HENRI LEFEBVRE
WOHNUNGSFRAGE / KONUT SORUNU
Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Puna Yayın adına sahibi ve genel yayın yönetmeni yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş
GELECEĞI KRIZ IÇINDEN OKUMAK
editörler Güzin Öztok Arzu Türk Ezgi Tezcan Dirim Dinçer reklam sorumlusu Tuğba Demirci tugba@xxi.com.tr dijital reklam Buğra Çelik bugra@xxi.com.tr italya reklam işbirliği Sandra A. Arizabalo, Studio Chopinet okuyucu ilişkileri Damla Yiğit damla@xxi.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu kapak fotoğrafı 3. Uluslararası Antalya Mimarlık Bienali, Antalya / © KHORA (Aslıhan Demirtaş + Ali Cindoruk) sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mah, Şair Sok No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Puna Yayın Asmalımescit Mah., Oteller Sok. 6/4 Beyoğlu, İstanbul 34430 0212 227 1317 bilgi@xxi.com.tr genel dağıtım Dünya Süper Veb Ofset A.Ş. Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Puna Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz. www.xxi.com.tr
XXI’in bu ayki dosya konusu Antalya Mimarlık Bienali ve bienalin odaklandığı "Geleceği Düşünmek" teması. Bienal küratörü Tansel Korkmaz, geleceğe yönelik merakın son yıllarda tırmanışa geçmesinin nedenini, kriz içinde bulunmamıza ve bu kriz halinin, modern insanın geleceği biçimlendirme gücüne sahip olma bilincini tetiklemesinde buluyor. Geleceği kriz içinden okumak ve bunun aracı olarak mimarlığı kullanmak, epey verimli bir tartışma alanı açıyor. Zira son onyıldır, haberler ülkelerin vatandaşları ile olan savaşlarıyla çalkalanıyor. Mevcut ekonomik, sosyal ve politik sistemin güçsüzleştirdiği kesimler, bunu hak etmediklerini fark edip örgütlenseler de sistemin sürekliliğinin yegane bekçileri olarak kendilerini gören devletler tarafından devamlı olarak baskılanmaya devam ediyorlar. Kavramsal olarak varlık amacı, vatandaşların yaşama hakkını sağlamak ve korumak olan devletler kendi vatandaşlarını öldürebiliyor, tutuklayabiliyor, en hafifinden sessizleştirerek kendisinden hiçbir şey talep etmez hale sokuyor.
21. yüzyılın ruhu işte bu. Peki, bu koşullar içinde mimarlık nasıl davranacak, kendisini nasıl konumlandıracak? Ayrıcalıklıların hizmetinde bir sanatsal faaliyet olarak mı, yoksa bu kriz halinden yeni bir dünyaya geçişin aktörleri olarak mı? Mimarlığın “dünyayı daha iyi bir yer haline getirme” misyonunu yerine getiremediği modernizmin bitişiyle ilan edilmişti, üzerine 1968 hareketinin somut sonuçlarla nihayete erememesi de eklenince her koyunun kendi bacağından asıldığı kapitalizm her yerde olduğu gibi mimarlık camiasını da ele geçirdi. Şimdi ise kapitalizm krizde ve doğal olarak mimarlık da. Bu krizin ne kadar süreceği belirsiz olsa da mimarların da herkes gibi onu şekillendirmede gücü olduğu aşikar.
XXI
GÜNCEL 6 EX LIBRIS
32 BIR ASIR SONRA HALA GÜNCEL: KONUT SORUNU
Berlin’de 23 Ekim-14 Kasım tarihlerinde düzenlenen “Wohnungsfrage” etkinliği, konut sorununa küresel boyutta bakıyor. Eser Epözdemir, gözlemlerini ve Nikolaus Hirsch ile gerçekleştirdiği söyleşiyi paylaşıyor.
Lefebvre’in ‘Kayıp’ Mimarlık Kitabı Yayınlandı: “Bir Haz (Jouissance) Mimarlığına Doğru”
12 KORHAN GÜMÜŞ / SORU IŞARETI
Köklere Geri Dönmek: Sahi Ne İçin Mücadele Ediyorduk?
16 CEMAL EMDEN / FOTO-ALTI
Mektep-i Tıbbiye-i Şahane
18 TASARIM ILE IYI BIR DÜNYA YARATMAK MÜMKÜN MÜ? 17-23 Ekim'de Kore'nin Gwangju kentinde düzenlenen Uluslararası Tasarım Kongresi, "EEUM: Design Connects" başlığı ile dünyanın çeşitli yerlerinden gelen yürütücülere ve pek çok etkinliğe ev sahipliği yaptı. Cihangir İstek, kongreye dair izlenimlerini ve tartışma başlıklarını kaleme aldı.
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 2
İÇİNDEKİLER
36 KIRSALIN GERI KAZANIMI
Çin'de kırsaldan kente göç nedeniyle halkını kaybeden kırsal yerleşimlerin geri kazanımı için mimari üretimler gerçekleştiren Rural Urban Framework (RUF) ekibi, hayata geçirdiği sürdürülebilir nitelikli projeleriyle Curry Stone Tasarım Ödülü'nü kazandı.
DOSYA 38 TOPYEKÜN KRIZ HALINDE GELECEĞI DÜŞÜNMEK
22 ERAY ÇAYLI / ZINCIRLEME REAKSIYONLAR
Alt(üst)yapı ve Değişen Anıtsallık
24 ÇAĞDAŞ TILSIMLAR
Bayburt'taki Baksı Müzesi, Tılsım projesi ile içinde bulunduğu coğrafyanın unutulmuş değer ve geleneklerini hatırlatıyor. 12-15 Kasım tarihlerinde Contemporary Istanbul'da da sergilenen projeyi, Özlem Yalım anlattı.
30 DÖNEM DOLAP / LEVENT ŞENTÜRK
Pirgi’de “Sgraffito”
3. Uluslararası Antalya Mimarlık Bienali’ni, küratörü Tansel Korkmaz ile yaptığımız söyleşi, bienal işlerinden bir seçki ve sergi tasarımını yapan Aslıhan Demirtaş ile Ali Cindoruk’un metniyle sunuyoruz.
PROJE
48 DOĞA DAIRESI
İrlanda'nın Carlow kentindeki bir ilkokulda inşa edilen eğitim pavyonu, öğrencilerin doğayla etkileşim kurmaları ve sorumluluk bilinci geliştirmeleri için tasarlanmış.
58 ARAMIZDAKI KÖPRÜ
Addo markası için tasarlanan Bridge koleksiyonu kullanıcılar arasındaki iletişime ve bilgi paylaşımına vurgu yapıyor, bu anlamda “köprü”yü konsept olarak ele alıyor. Koleksiyonu tasarımcısı Sezgin Aksu ile konuştuk.
SEKTÖR 60 SEKTÖR HABERLERI
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 4
İÇİNDEKİLER
50 RENKLI DALGA Yazgan Tasarım Mimarlık tarafından Ankara’da gerçekleştirilen Ons İncek konutları satış ofisi, işlevsel ayrışmanın akışkan mekanlarla çözüldüğü serbest bir plana sahip. Yapı, topoğrafyanın eğimini takip eden bir kabukla çevreleniyor.
66 SÜRDÜRÜLEBILIR CEPHELER
Küçükyalı'da konumlanan Rönesans Biz ofis projesinin cephesinde Mitsubishi Plastics'in Alpolic A2 panelleri kullanıldı.
54 DOĞALLIK VE TEVAZU
Barselona’daki El Equipo Creativo tasarımı restoranda doluluk boşluk oranları ve malzeme çeşitliliğiyle oynanarak kendi içinde farklılaşan bir mekan kurgusu yaratılmış.
68 OFIS REFERANS PROJE DOSYASI
90 AJANDA
Aspen Derin Design Diyalog Ofis Epart Ersa Mobilya Forbo Flooring Kastamonu Entegre Klassis Koleksiyon Nurus Trimline Interiors
Lefebvre’in ‘Kayıp’ Mimarlık Kitabı Yayınlandı: “Bir Haz (Jouissance) Mimarlığına Doğru” YAZI: LEVENT ŞENTÜRK
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 6
EX LIBRIS
SUNUŞ
Bunlar [Olimposlular –yani ‘global elitler’– ve yeni burjuva aristokratlar] bir saraydan bir başka saraya, bir şatodan bir başka şatoya geçerler; bir yattan bir filoya ya da bir ülkeye emrederler; her yerde ve hiçbir yerdedirler. Henri Lefebvre, Kent Hakkı.1 Modern denilen şu dünyada bir haz mimarlığı keşfedebilir miyiz? Etrafımızda ne görüyoruz? Monoton şekilde yeniden üretilmiş çevreler, sanki büyük farklılıklarmış gibi sunulan minicik varyasyonlar, bir bakışta ya da diğer duyularımızla bir anda çözülüveren varyasyonlar... Sofuluk başlıca duygu, entelektüelleştirilmiş duyusallığın ve barizleşmiş soyutluğun dini. (...) İşlev hükmeder, kendini öne sürer eder, vitrindedir; anlam veren işlevdir. Binanın anlamı işlevselliğidir. Nokta. Şekiller sabit hale gelir: İstiflenen ve birleştirilen kutular. Strüktür basitleştirilir, bir iç ve dış nosyonuna göre sağlam kazığa bağlanır. (...) Hazzın mekanı bir binadan, odaların birleştirilmesinden, işlevleriyle tanımlanmış yerlerden ibaret olamaz. (...) Daha ziyade kır ya da bir manzara, sahici bir mekan olacaktır; anlardan, karşılaşmalardan, arkadaşlıklardan, festivallerden, dinlemelerden, sessizlikten, neşeden, heyecanlardan, aşktan, duyusallıktan, aynı zamanda kavrayıştan, muammadan, bilinmezden ve bilinenden, mücadeleden, oyundan oluşan bir mekan. (...) Neden nötr konstrüksiyonlar ya da eksi işaretiyle; ıstırabın, elemin, gaddarlığın, iktidarın işaretiyle kuvvetle damgalanmış olanlar meskun dünyayı kaplarken; artı işareti nadirdir? (...) Bu durumun bir anlamı var mıdır? Öyleyse, nedir? Ne bekleyebiliriz? Gelecek için ne sonuca varabiliriz? Bu durum tersine çevrilebilir mi; altüst edilebilir, baş aşağı çevrilebilir mi? Nasıl ve ne zaman, hangi koşullar altında? (...) Teoriyi, düşsel olanı, rüyayı kullanarak dünyayı baş aşağı çevirmek, çokbiçimli pratik dönüşümüne katılırken sınırlı bir biçime (politik, ‘kültürel’, ideolojik, ve dolayısıyla dogmatik bir biçime) bağlı kalmamak; böylece girişimimiz anlamını bulur. Henri Lefebvre. Bir Haz Mimarlığına Doğru.2
Tanıtım yazarlığı sakalığa benzer: Kitapları tanıtanlar sakalar gibi vakitli vakitsiz, bağıra çağıra gelir; yaptıkları, yazıları bir kaptan ötekine aktarmaktır ki döküp saçtıklarından, olandan çok daha azını aktarırlar. Ex Libris’te bunu göz önünde bulunduruyor ve ‘tanıtmak’la yetinmeyip düşünceye katkıda bulunmayı hedefliyoruz. Lefebvre’in çevresi, yirminci yüzyıl düşünce tarihinin majör figürlerinin geçit resmidir adeta: Jean Baudrillard ve Manuel Castells asistanlığını yapmıştır; Félix Guattari ve Michel Foucault meslektaşıdır, Roland Barthes yakın dostudur, Manfredo Tafuri ile giriştiği polemikler ünlüdür. Fransız yazar, kentbilimci, düşünür ve aktivist Henri Lefebvre (1901-1991) Türkiye’de daha çok üç ciltlik Gündelik Hayatın Eleştirisi eseriyle tanınır. Oysa geçtiğimiz yıl (2014) Lefebvre’in yapıtı açısından Türkiye’de ve dünyada iki olay vuku buldu: İlki, Mekanın Üretimi’nin [1974] Türkçesinin yayınlanmasıydı.3 İkincisi ve kuşkusuz daha önemlisi, Lefebvre’in hemen hiç bilinmeyen, 2011’e kadar ‘kayıp’ olan mimarlık kitabının İngilizcesinin yayınlanmasıydı: Bir Haz Mimarlığına Doğru4 [Vers une Architecture de la Jouissance]. İki kitabı birbirine bağlayan şey, Bir Haz Mimarlığına Doğru’nun, Mekanın Üretimi’nden bir yıl önce 1973’te yazılmış ve İspanya Saragossa’da, Cortes’te on yedinci yüzyıldan kalma evde, Gaviria’nın kitaplığının bir köşesinde daktiloya çekilmiş halde, kırk yılı aşkın süreyle uykuya dalmış olması. Eserin el yazısıyla düzeltilmiş kopyasını, Lefebvre’in eski öğrencisi ve kadim dostu Mario Gaviria yıllar yılı saklamış. Bu “meçhul şaheser”i, mimarlık teorisiyle kuir teori arasında bağlar kuran çağdaş eserlerden ilki gibi görmek de mümkün. Mekan Üçlemesi ve Haz Mimarlığı Lefebvre’in mimarlık ve kent teorisinin yazdığı üç kitapta toplandığı kabul edilir: Kent Hakkı (1968), Mekanın Üretimi (1974) ve Devlet Üzerine (1978) başlıklarını taşır.5 Bu üçlemeden
başka, Bir Haz Mimarlığına Doğru (1973), dördüncü ve kayıp halka sayılabilir. Türkçeye bu dört ciltten yalnızca birinin, Mekanın Üretimi’nin çevrilmiş olduğu göz önüne alınırsa, Henri Lefebvre’in mimarlık teorisinin eksiksiz görünümünün belirmesi için biraz daha zaman geçeceği aşikar.6 Lukasz Stanek, bu kitabı 2011 yılında, Lefebvre üzerine hazırladığı, dört yüz sayfaya yaklaşan müthiş eserini yayınlamasından sadece aylar sonra keşfettiğini ifade etmekte.7 Haz
Mimarlığı’nın yıllarca yayınlanmamasının nedeni, Mekanın Üretimi projesine ters düştüğü iddiasıyla yayıncısı tarafından reddedilmesidir. Lefebvre’in doğrudan mimarlık üzerine yazdığı tek kitaptır bu; ama onu mekanı ele aldığı diğer çalışmalara bağlayan, kitabın politik amacıdır. Bu amaç, burjuva ahlakının, kapitalist birikimin, modern estetiğin, yapısalcı epistemolojinin ve biyopolitik devlet iktidarının eleştirisidir; Batılı entelektüel
EX LIBRIS
Haz Mimarlığı, mimarlık araştırmasının beş kritik noktaya dayanması gerektiği fikri üzerinde yükselir: 1. Mimarlık, diğer sosyal pratiklere göre otonomdur. 2. Yine de diğer sosyal pratiklerle birlikte ele alınmak zorundadır. 3. Beden pratiklerine özel bir önem verilmelidir. 4. Transdisipliner kavramlar uygulanmalıdır. 5. Bu sayede, geniş bir disiplinlerarası sosyal mekan çalışmaları alanında mimarlık araştırmalarının bağlamsallaştırılması mümkün olacaktır.9 Bütün Hristiyan mimarisi, bedensizliği kerteriz alır; Tanrı kilisede bir surettir ve bedenleşmez. Şehvet bedensizdir, cennet betimlemelerinde bile fanilerin yaptığı gibi sevişen figürlere rastlanmaz. Erotizm dini sahneden kovulmuştur. Oysa 4-6. yüzyıllar arasındaki Gupta sanatında, Budist tapınaklarında erotik sahneler, tensel tanrılar kol gezer. Ancak bunlar da temsilden ibarettir ve gerçek hayatta deneyime karşılık gelmez. Modernlikte ve normallikte (buna heteronormativite adını da verebiliriz) bina ideolojisi yerleştiğinden beri her şey anıtsallığını yitirerek binalaşmıştır ve yine beden yoktur ortada. Oysa Lefebvre sadece bedeni değil, fiziksel ve sosyal olan ikili “tümel bedeni” esas alır. Modernlik, işlevseldir; haz ise çok-işlevlilik ve
işlevler-arasılıktır (transfuctional). Modernlik, form, formalizm, mükemmellik ideasıdır; haz tamamlanmamış mükemmellik, mükemmel tamamlanmamışlıktır. Hayatta bir an bulmak, belirsizliğin inşasıdır. Modernlik biçimse, haz içeriktir. Modernlik gerçekse, haz olasılıklar rezervuarıdır. Lefebvre’e göre çare Apollon’da (akıl, bilim, rasyonellik) değil Diyonisos’tadır (haz, duyusallık, beden). Çünkü saf bilginin neşesi, iktidarın saf olmayan zevki gibi kısa sürelidir; ebedileşmek, varlıkta azimle [kalmak] ister, kendini yenilemek ister. Ama bunun için bitmek bilmez yeni edimlere, yeni fetihlere ihtiyaç duyar. “Bilgi azaltmaya çabalar: Belirsizliği belirginliğe, müphemliği kararlılığa, sessizliği konuşmaya, kendiliğindenliği ihtiyatlılığa, somutu soyuta, zevki düşünceye ve acıyı düşünce yokluğuna indirgemeye uğraşır.” Şen Bilim’i (Nietzsche) mutsuz bilimden ayıran nedir? Şen bilim, yaşanan deneyimin neşesini yineleme kabiliyetinde olmalı, onu bir kenara bırakmak ve soyut bir çerçeve yaratmak yerine, duyusal, hassas, duyumsal bir çevre, bir icat ve yaratım getirmelidir.10 Birey güç istencinden hayalgücü ve yaratıcılıkla kurtulamaz çünkü düşüncesine güç istenci içkindir. Hayalgücünü devreye sokan şey, güç istenciyle aynıdır ve birey onu yenemez. Tek yol, bireyin saf eylemde bulunup tüm bunların dışına çıkmasıdır.11 JOUISSANCE, HAZ
Kitaba adını veren Fransızca jouissance sözcüğünün diğer dillere aktarılmasında güçlükler var. Lefebvre,
başta jouissance yerine zevk sözcüğünü seçmiş, sonra kararını değiştirmiş. İlk defa on beşinci yüzyılda kullanılan sözcüğün kullanım hakkı anlamı ile bağı var. On altıncı yüzyılda (1589’da) duyusal ve özellikle cinsel zevk ile ilişkilendirilmiş.12 Ancak jouissance’da cinsel haz ve orgazm öncelikli değil. Daha geniş bir anlam alanı var; bunlar zevk, hoşlanma, tatmin, esenlik ve mutluluk olarak sayılabilir. Bütüncül keyiflilik, fiziksel ve ahlaki bakımdan iyi hissetme deneyimi ağır basar. Türkçeye bu nedenle jouissance zevk alma diye çevrilirse, bencil bir nesneleştirme iması devreye girmekte. Tatmin dense değil; cinsel deneyimin geçici orgazmik tatminini çağrıştırır. Tatmin, araçsalcı/işlevselci terminolojide verili ihtiyacı, bu ihtiyacın karşılanmasını, sonra yaşanan mutsuzluğu ve yeniden ortaya çıkan ihtiyaçla beraber çevrimselliği içeren bir imaya sahip. Oysa jouissance, yaşamaktan alınan, bitmek bilmeyen hazza işaret eder. Keyif uygun düşmüyor; nesne odaklı tüketim modlarının pazarlanmasında “x keyfi, y keyfi” türü kiçleştirmelerden geçilmediği göz önüne alınırsa. Vecd de değil; hem dini/ruhani trans haliyle jouissance’ın seküler anlamı taban tabana zıt olduğundan; hem de vecd, iman’ın üst noktasını ima ettiğinden dereceleme anlamı da içermekte. Yaşam enerjisi, conatus, delişmen neşe, eğlenceli ve şen olan, hüzün barındırmayan, çocuksu haz; tad alma ve şehvetli dünyevilik hali; zihinsel ve bedensel bütünlük, gamsızlık hali, anlam bulutunun bileşenleri gibi görülebilir. Nitekim Lefebvre de jouissance/haz kavramını kitapta teknik
bir terim gibi değil de, başka sözcüklerle beraber kullanır. Jouissance, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde bedensel, tensel, duyusal ve yaşantısal bir hazza karşılık gelir. HAZ EKONOMISI
Değiş tokuş ve birikim ekonomisi karşısında haz ihlalin, harcamanın ve fazlalığın ekonomisidir; haz anlık parlamadır, kendini süreçte yok eden, biriktirilemeyen, harcanan enerjidir. Lefebvre, fiziksel mekanı ele geçiren sistem karşısında, bireyin ele geçmez haz yaşantının mekanı üretme gücünü savunur; metalaştırılmış mekana karşı direniş mekanını. Hazzın mekanı keyfine varma/tadını çıkarma ve kullanım ekonomisinden ayrılamaz. Bununla beraber, enerji harcanıp gitse de bu sosyal mekanın ekonomisi, ihtiyaç giderildiğinde ortadan kalkan tüketim mekanına benzemez; tam tersine, yoğun ve beklenmedik kullanımlarıyla artan, çoğalan sosyal mekandır bu. Lefebvre’e göre ani keyiflenmeler, zevk balkımaları ve kendileri de geçici olan grupların etkinliklerinden doğan gelgeç durumların mimarlığı dönüştürmesiyle mekanın sosyal üretimi mümkündür. Kullanım, duyuları, biçimleri, bedenleri ve imgeleri birleştiren pratiklerdir.13 Lefebvre’in haz kavramının mimarları kızdıran şiirsel bir yanı vardır: Haz, kendini tanrı katında konumlandıran sistem mimarlarının elinden ateşi çalar. İstedikleri kadar uğraşsınlar, mimarlar hazzı ne belirleyebilir ne yaratabilirler; tüketimci anlamda bedeni araçsallaştırmayı her denediklerinde hüsrana uğramaları kaçınılmazdır
7 XXI - ARALIK 15 / OCAK 16
ve politik gelenekteki çileciliğin ve sofuluğun eleştirisi. Çalışma hayatının karşı kutbunu temsil eden haz ve keyif yaşantılarını temel alan bir aylaklık teorisi de denebilir buna. Dahası, mimari düşgücü üzerine bir kitap ya da mimarlığı düşgücüyle eşitleyen bir kitap olduğu da söylenebilir.8
çünkü haz kaçıp gider. Lefebvre bireyin mekanda duyumsayacağı hazzı bedende toplayarak, haz üretimini mimarların tasarrufundan çıkartır ve bireyi özgürleştirir. Demek ki haz, mimari bir efekt de değildir. Tıpkı kuir mekan gibi, mimarın bakışının arkasında cereyan eden kontrol dışı unsurdur. Kuir mekan Lefebvre’de yalnızlıkta değil kolektif deneyimdedir.14 BURJUVA KONUTU, REZIDANS MIMARLIĞI, KENT HAKKI
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 8
EX LIBRIS
Onların bakış açısına göre, burjuva apartmanı mikrokozmos haline gelir. Kentin ve kentselin yerini almaya meyleder. Kamusal mekanların yayılmacı sosyalliğini ve şenliğini uyarmak için yerleştirilir. Mutfak manava öykünür, yemek odası restoranın yerini alır, çiçek ve bitkileriyle teras ve balkon kırsalın ve doğanın, (felsefi terimlerle) analogon’u olarak hizmet eder. “Kişiselleştirilmiş” bireysel ya da aile mekanları, mal sahipliğini etkili şekilde hedef alır, aktif ve yoğun sosyal hayatı kendine mal eden kolektif mekana öykünür. Henri Lefebvre. Bir Haz Mimarlığına Doğru, s. 5. Rezidans mimarlığının kendine yeten bir nesne, kendi içinde bir son ve hedef olarak pazarlandığı günümüzde bu eleştiri geçerliliğini koruyor. Kenti eve hapsetme girişimi olarak başlayan şey, kendinden taşarak kenti mikrokozmosta içerme ilkesinde çıtayı yükseltti. Kamusallığın üzerini örtüp kentlileri eve kapatan bu ikiyüzlülük, makro boyutta depremden sağ çıkmayı zenginlerin lüksü haline getirdiğini bütün küstahlığıyla beyan ediyor bugün. Oysa kent hakkı, küresel gezmenlerin ve yeni elitlerinin ayrıcalıklarının çoğaltılmasını değil, topraklara, toplu taşımaya, altyapıya, eğitim ve haz mekanlarına eşit erişimi esas alır. 2015 Türkiyesi’nde, İstanbul depremi bu hakkı en acı biçimde on milyonlara hatırlatacaktır, çünkü bu hakkın kullanılacağı acil toplanma bölgeleri bile rezidanslarca ele geçirilmiş durumdadır. Ne yazık ki –ve görünen o ki– “kent hakkı” yerine “hakkın rahmeti” yine ön planda olacak; İsrafil sur’unu üflediğinde, rezidansların surları mahşere dönecektir. Gaviria, Kent Hakkı kitabının önsözünde, “kentleri inşa etmek, kent hayatını inşa etmekten kolaydır” diyerek teknokratik ütopyanın hedefiyle
Lefebvre’in hedefi arasındaki uçuruma işaret eder. Düşgücü, Somut ve Soyut Ütopya We built this city We built this city on rock and roll. Starship. We built this twitter We built this twitter on block and troll. Bir tweet. Ne var ki, bugün soyut ütopya teknokratlara güveniyor; mükemmel şehri inşa etmek isteyen onlar. (...) Bu, negatif olan somut ütopyanın karşıtıdır. Stratejik bir hipotezi esas alır, gündeliğin, çalışmanın, değiş tokuş ekonomisinin reddini. Hazdan yola çıkar. Henri Lefebvre. Bir Haz Mimarlığına Doğru, s. 148. Lukasz Stanek’in aktardığına göre, kitaba eşlik eden tek görsel, Fransız sosyolog ve ütopyacı Charles Fourier’nin (1772-1837) Falanster’inin mimari planıdır ve elyazmasının başına iliştirilmiş bir sayfalık fotokopidir.15 Falanster, tiyatroyu, galerileri, karşılaşmaları, ticareti, çalışmayı ve boş zamanı birleştiren ideal mekandır ve hazzın odağıdır. Falanster’de insanlar tutkularını birleştirip yeni aşk ve emek kümelenmeleri üretir.16 Lefebvre, mimarlığı “sosyal ilişkilerin mekanlara yansıtılması” diye tanımlamak yerine Marxizme mekansal yorum getirir: Sosyal bütünlüğün içinde toplumsal grupların ayırt edildiği ve ifadesini bulduğu bu yorumda, kolektif öznellikler ve onların sermayenin finansal, sosyal ve kültürel biçimleri karşısındaki göreli pozisyonları müzakere edilir. Böyle bir
yeniden konumlanmayı göstermekle mükellef olan, mimari düşgücüdür; belli (politik, biçimsel, kültürel, ideolojik, dolayısıyla dogmatik) bir biçime bağlı kalmadan teoriyi, düşgücünü ve rüyayı kullanarak dünyayı baş aşağı eden mimari hayalgücü; ve şehirciliğin üst bakışıyla değil de, gündelik hayata yakından bakışıyla.17 Lefebvre gerçeğe değil rüyalara sarılır çünkü “gerçek hazza ihanet etmiştir.”18 Soyut ütopya teknokratik, somut ütopya hazza yöneliktir. Soyut ütopya, statükonun “pozitif” tahminine dayalıyken somut ütopya “negatiftir”, diğer deyişle mevcut sosyal düzenle çelişir: Yani emeğin bölünmesi, değiş tokuş ekonomisi, ekonomik regülasyonun ve politik öznelliğin asli unsuru olarak devletin öne çıkmasından oluşan gündelik hayatın düzeniyle. Lefebvre bu negatifliği, boş zaman mekanlarında gözlemler. Burada üretim değil aylaklık veya çalışma-karşıtlığı, artış değil fazlalık, değişim değil armağan, gündeliğin temellerini oluşturur. Bir anlamda, sistem karşısında gündeliğin ve aylaklığın direnişidir söz konusu olan. Soyut ütopya mevcut kentleşmeyi geleceğe taşırken, somut ütopya hazdan hareketle mimari projeden temellenir.19 BEDEN VE “RITM-ANALIZ”
Farkında olmadığım nedenlerle, oldum olası bedenime dair son derece güçlü hissiyatımı hep korudum. Ancak içgüdüsel ya da organik denebilecek bir çeşit bilgelikten ilhamını alır bu [durum]. Bedenim ne istediğini, neye ihtiyacı olduğunu bilir. (...) Sarsılmaz sağlığımı ve yaşamsallığımı bedenimin
bu şanslı kuruluşuna borçluyum. Ne aklıselimim ne de düşüncelerim bu bedene yabancıdır; yansıtan, bir şeyi ya da başkasını deneyen bedenimdir; yoksa bir “ben”, bir “cogito”, bir “özne” ya da beynime gömük bir ussallık değil. Felsefi olarak, bu pratik deneyim, Spinoza’nın mekanla düşüncenin birliği üzerine tartışmalarına, Marx’ın 1844 tarihli Ekonomik ve Felsefi Metinler’de yer alan materyalist ifadelerine ve Nietzsche’nin Şen Bilim’deki aforizmalarına benzemektedir. Henri Lefebvre. Bir Haz Mimarlığına Doğru, s. 35. Bugünlerde her yerde kolayca kullanılıveren beden kavramı yarım yüzyıl önce, 1960’larda neyi temsil ediyordu? Büyük bir cesareti ve meydan okumayı. Bugünlerde Işid’in Paris saldırılarının hedefinde devlet binalarının değil de haz ve boş zaman mekanlarının olması, bir yanıyla Lefebvre’i haklı çıkartıyor. Dünyevi hazzın mekanı hedefte. Lefebvre, İkinci Dünya Savaşı sonrasının işlevselci şehirciliğini, modernist mimarlığını, tüketimci kültürünü ve devlet bürokrasisini, bedenin hazzı karşısında örgütlenen güçler olarak görür: “Sevişen, dans eden, müzik yapan, nadiren çalışan beden... Bu beden ne arkaik bir geçmişe ait, ne de gelecekteki devrimin bir çıktısı. O şimdinin dinine mensup ve ilerlemeye hiçbir zaman inanmadı.”20 Tümel (total) beden, tüketim ideolojisine karşı yeni bir beden tasavvurudur. Beden yeni poiesis’in kaynağındadır. Tümel beden, yer
kaplayan ve mekan yaratan, biyolojik ve sosyal bedenin toplamıdır.21 Tümel bedenin kavranması için yeni bir beden pedagojisi gerekir. Biyopolitika karşısında hayatın kendisi. Lefebvre yazdığı son kitap olan, Marxizmin beden kavramlaştırmasına karşı çıkan ve ölümünden sonra yayımlanan Ritmanaliz’de, bedeni ve kenti ritmlerin toplamı olarak yaratıcı biçimde ele alır.
Henri Lefebvre. 2011. “Kent Hakkı”. Çev. Gizem
Bononno. Minneapolis, London: University of
17 Lukasz Stanek. 2014. Introduction. A
Aksümer, Juila Struzt. Düzelti: Erbatur Çavuşoğlu.
Minnesota Press. ss. 16., 19, 152, 23, 28. 3 ___. 2014. Mekanın Üretimi. Fr. çev. Işık
Manuscript Found in Saragossa. Toward an
Eğitim Bilim Toplum Dergisi, (9:36), ss. 140-152, İstanbul. ___. 2014. Mekanın Üretimi. Fr. çev. Işık Ergüden. İstanbul: Sel Yayınları.
Enjoyment [Vers une architecture de la
Enjoyment. s. 32. 19 Lukasz Stanek. 2014. Introduction. A
___. 2014. Toward an Architecture of Enjoyment
jouissance]. Der.: Lukasz Stanek. İng. çev: Robert
Manuscript Found in Saragossa. Toward an
[Vers une architecture de la jouissance]. Der.:
Bononno. Minneapolis, London: University of
Lukasz Stanek. İng. çev: Robert Bononno.
Architecture. s. xxxix. 20 A. y., s. lv.
Minneapolis: University of Minnesota Press.
Minnesota Press. 5 Kent Hakkı: Elenore Kofman, Elizabeth Lebas.
___. 2007. Rhythmanalyses. Space, Time and
(Çev ve der.) 2000. Right to the City. İçinde:
Everyday Life. İng. çev: Stuart Elden, Gerald
Writings on Cities. Henri Lefebvre.
Moore. New York: Continuum Books.
Massachusetts: Blackwell Publishers, ss. 63-184.
Lukasz Stanek. 2011. Henri Lefebvre on Space.
Devlet Üzerine: (De l’état, 1976-8.) Neil Brenner,
Architecture, Urban Research, and the
Stuart Elden. (der.) State, Space, World. Selected
Kaynakça
Production of Theory. Minneapolis, London:
Essays Henri Lefebvre. Mineapolis, London:
Charles Fourier. 1829. Le Nouveau Monde
University of Minnesota Press.
University of Minnesota Press, ss. 51-306.
Lefebvre’in yapıtında bugün mimarların imbikleyeceği ne çok şey var. Neresinden başlansa kardır...
Mekanın Üretimi: Henri Lefebvre. 2014. Mekanın
Industriel et Sociétaire: Ou Invention du Procédé Séries Passionées. Paris: Bossange Pére, s. 146.
Notlar 1 Henri Lefebvre. 2011. “Kent Hakkı”. Çev. Gizem
(Aktaran: Lukasz Stanek. Toward an Architecture
Aksümer, Juila Struzt. Düzelti: Erbatur
Yayınları. 6 Lefebvre’in mekan teorisinin hakkını veren bir
of Enjoyment, s. lvi.)
Çavuşoğlu. Eğitim Bilim Toplum Dergisi, (9:36)
ele alış, -kuşku yok- kent hakkı, mekanın üretimi
Charles Fourier. 1996. The Theory of the Four
ve devlet başlıkları üzerine birer makale yazarak
Movements. Çev. ve der. Jones G. Stedman ve Zoe
İstanbul, s. 152. 2 ___. 2014. Toward an Architecture of
de Gamond Gatti. Cambridge: Cambridge
Enjoyment [Vers une architecture de la
işi, Ex Libris’in gelecek bölümlerine bırakmaktan
University Press.
jouissance]. Der.: Lukasz Stanek. İng. çev: Robert
başka çare yok şimdilik... Sadece mekanın
d’Industrie Attrayante et Naturelle Distribuée en
Üretimi. Çev. Işık Ergüden. İstanbul: Sel
küçük bir toplam yaratmakla olabilir ancak. Bu
üretimi bile öylesine geniş okumalara gebe ki, Lefebvre’in mimarlık teorisi üzerine deneysel, açık uçlu, maddelerden oluşan bir tür sözlükkitap yazmak da cazip görünüyor. 7 Lukasz Stanek. 2011. Henri Lefebvre on Space. Architecture, Urban Research, and the Production of Theory. Minneapolis, London: University of Minnesota Press. yazarın kitabı keşfiyle ilgili açıklamaları için bkz: A. e., ss. 249251. Ve ayrıca: 2014. Toward an Architecture of Enjoyment. içinde: Introduction. A Manuscript
EX LIBRIS
Found in Saragossa. Toward an Architecture, ss.
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 10
Architecture. ss. xxxvi, xxxix-xv. 18 H. Lefebvre. 2014. Toward an Architecture of
Ergüden. İstanbul: Sel Yayınları. 4 ___. 2014. Toward an Architecture of
xi-lxi; bu bilgi için s. xii. 8 Lukasz Stanek. 2014. Introduction: A Manuscript Found in Saragossa. Toward an Architecture. İçinde: Toward an Architecture of Enjoyment. ss. xviii-xix, xvi. 9 A. y., s. 250. 10 H. Lefebvre. 2014. Toward an Architecture of Enjoyment. s. 26; 8. Bölüm: Psikoloji ve Psikanaliz; ss. 26-27. 11 A. e., s. 28. 12 Robert Bononno. 2014. Translator’s Note. İçinde: H. Lefebvre. Toward an Architecture of Enjoyment, s. viii. 13 Lukasz Stanek. 2014. Introduction. A Manuscript Found in Saragossa. Toward an Architecture. İçinde: Toward an Architecture of Enjoyment. ss. liv, lxi, xlviii, lx. 14 A. y., ss. liv, lv. 15 A. y., s. lv. 16 Bu konuda bilgi için bkz. Gregory Claeys. Encyclopedia of 19th-Century Thought. Fourier, Charles. London, New York: Routledge Press. ss. 227-232. Ve ayrıca: Charles Fourier. 1996. The Theory of the Four Movements. Çev. ve der. Jones G. Stedman ve Zoë de Gamond Gatti. Cambridge: Cambridge University Press.
21 H. Lefebvre. 2014. Toward an Architecture of Enjoyment. s. 148-149.
Köklere Geri Dönmek: Sahi Ne İçin Mücadele Ediyorduk? Baştan beri benim kafamı kurcalayan soru şuydu: Nasıl oldu da “makine kırıcıları”na kadar uzanan ütopik sosyalist hareket, 20. yüzyıl başında siyaseti, eğitimi, sosyal hayatı, sanatı, mimarlığı bütünüyle dönüştürecek bir güç haline geldi? Nasıl oldu da yüzyıl dönümünde bir karşı çıkış, tepki hareketinden kapitalizmin totaliter işleyişini, neo-klasik öğretilere dayanan köklerini temelden sarstı? Marjinal bir hareket olmak yerine, neredeyse bütün kamu yönetimleri, eğitim, düşünce üretimi alanlarının yeniden yapılanmasına yol açtı? Bunun nedenlerini bugün anlamaktan uzaklarda kaldıysak, belki de onu perdeleyen bir "tarihyazımı sorunu" ile karşı karşıya kalmış olabiliriz. Bu "tarihyazımı sorunu" eğitimle dahil olduğumuz sembolik sınıfı, mimarları, tasarımcıları, sanatçıları... çoğu zaman muhalif meslek insanları olarak sanki her şeyi unutup, ara sıra yalnızca iktidara karşı olduğunu hatırlayan "alzheimer" hastalarına dönüştürür.
SORU İŞARETİ
Siyasetin yalnızca sembolik bir üretim olduğunu (öznesinin de iktidar olduğunu) bize kabul ettiren bu tarihyazımında, iktidar mücadeleleri öne çıkar. İktidar-dışı hareketlerin yarattığı değişimler, dönüşümler adeta gölgede kalır, görünmez olur. İktidar gücü kullanarak elde edilen sonuçlarla, kullanılmadan elde edilenler arasındaki farklılıklar karanlığa gömülür. Hatta imha edilir.
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 12
Türkiye’de muhalefet pratiklerine de damgasını vuran çoğu zaman bu: Devlet iktidarının bir bölgesini, tarafını oluşturan eylemlilikler bir sınıfın iktidar ve ayrıcalık talebine dönüştüğü için değiştirmek şöyle dursun, neo-liberal iktidarın işini kolaylaştırır. Bu nedenle bu izleri yeniden okuma çalışmasının bugün anlamlı olduğunu düşünüyorum. NEO-KLASIK KAPITALIZM NASIL DÖNÜŞTÜ?
Almanya’da 1. Dünya Savaşı öncesindeki Werkbund sergileri ve kongreleri endüstriyel ürünler sergisi tasarımda yeni fikirlerin tartışıldığı canlı bir ortamdır. Werkbund’un fikir babalarından Hermann Muthesius’un İngiltere’deki ütopik sosyalistlerden etkilendiği söylenir. İngiltere’de kaldığı süre içinde çok yönlü bir sanatçı-tasarımcı olan William Morris tarafından başlatılan uygulamalı tasarım programını incelemek için yıllarca araştırmalar yaptığı bilinir. Morris’in de fabrikaların ve makinelerin, endüstriyel üretim koşullarının insanı yabancılaştırdığı tezinden hareket eden John Ruskin’in tezlerinden esinlendiği bilinir.
KORHAN GÜMÜŞ
Zanaatkarın gerçekleştirdiği ürünün bilgisi tasarım sürecinde paylaşılmakta ve geri dönüşü
olabilecek bir şekilde hem tasarımcı, hem de zanaatkar tarafından daha eşitlikçi bir ilişki içinde tanımlanmaktadır. Bu karşılıklı ilişki, aynı zamanda emeğin basit bir tekrar biçiminde üretim süreci içinde yer almasını değil, insani değerlerini koruyarak gelişmesine yol açmaktadır. Bu deneyimi dizisel üretim çağında pazara sunulan hazır ürünlerin tanınması, seçilerek yan yana getirilmesi ve yeniden anlamlandırılmasına uzanan “ready made/bricolage” tekniklerine kadar uzatabiliriz. Böylece kullanıcı ya da “tüketici” piyasaya mekanizmaları karşısında pasif bir konumda değil, kendi deneyimi ile sürece katılabilen aktif bir üretici halini almaktadır. Örneğin mimarlığın ve endüstriyel tasarımın kuramsal öncülerinden (Almanya’da 1919’da Bauhaus okulunun kurucusu) Walter Gropius, tasarım ve sanat eğitiminde köklü bir reform yaratan bu okulun programında bu temeli esas alır. Neo-klasik eğitimdeki biçimbilimsel sorgulamanın yerini üretim, kullanım, malzeme bilgisi gibi çok düzeyli bir sorgulama alır. Bunun arkasında ise fikir üretiminde deneyselliği ön plana alan, düşünceyi maddi bir pratik olarak tanımlayan sosyalist fikirler bulunur. Bu deneyim bir tür temsil alanının açığa çıkarılması, görünür kılınmasıdır. Gropius geleceğin tasarımcılarını zanaata geri dönmeye çağırır. Ancak sanıldığı gibi zanaatkar olmaları için değil. Daha çok tasarımı kapitalizmin araçsallaştırıcı boyunduruğundan kurtarmak için. Zannedersem sınıf perspektifini öne çıkaran bu sosyalist fikirler Nazi Almanya'sı ve SSCB gibi devlet kapitalizminin uygulandığı ülkelere karşı Batı’nın bağışıklık kazanmasını sağlayan en önemli argümanları oluşturdu ve oluşturmaya devam ediyor. Bu sistemde piyasa odaklı olmayan üniversite, enstitü, bağımsız kamu alanları gibi işlevler ve kurumlar gelişmedeki, fikir üretimindeki başat rollerini koruyor. Fikir üretiminde kamunun davranışlarını düzenleyen esasları oluşturuyor. 20. yüzyılın en tanınmış sanat tarihçilerinden biri olan Nikolaus Pevsner, Morris’in sanatla zanaatı birleştirme hayalinin Bauhaus’un kuruluşu ile Weimar’da gerçekleştiğini ileri sürer. Morris’in yalnızca bir fikir insanı, yazar kimliği ile öne çıkmadığını çok iyi bildiği halde. Onun el sanatları tutkusunun, zanaatla sanatı birleştirme hayalinin henüz romantiklerin ya da Art Nouveau gibi akımların seçkinci çerçevesini aşıp kitlesel bir harekete dönüşmediğine işaret etmek için. Oysa Bauhaus neredeyse küresel ölçekte tasarım eğitimini, sanatı dönüştürür ve onları endüstriyel bir temelde erişilebilir kılar.
SOSYALIST MÜCADELE KAPITALIZMI NASIL MODERNLEŞTIRDI?
Neo-klasisizm, özcülük, milliyetçilik inkar edilmiş sınıfsal çelişkilerin semptomlarıdır. “Şimdiki Zaman” siyaseti farklılığı, değişimi tercihmiş gibi gösteren, stil anlayışına karşı maddeci (bilginin pratiklerini, altyapısını çözümleyen) bir sorgulamadır. İktidar-dışı boyut ister istemez asimetrik bir işleyişle baş etmek zorundadır. Yani karşısında güç, para, donanım, bilgi kullanan kapitalizme, iktidar-sermaye ittifakına karşı onun güçsüz, zayıf olduğu noktayı bulmak. Olağan koşullarda bu güce karşı direnmek zordur, hatta imkansızdır. Sosyalizmin basitçe bir itiraz hareketi halini aldığında, siyasal işlevinin yetersizliği ortaya çıkar. Oysa iktidar alanındaki sosyalist hareketlerin tekrar asimetrik temsiller düzenine geri döndüklerini
bauhaus binası maketi
varsayabiliriz. İktidarın elinde donanımlar bulunur. Çıkar gruplarıyla birlikte hareket eder, uzmanları çalıştırır, medyayı denetimi altına alır, vs. Muhalefetin elinde ne var? Yalnızca ezilenlerin, köle gibi çalıştırılanların, yoksulların isyan etmesi, siyasal bilinç sahibi olması ve iktidar mücadelesi... Bu mücadelenin -kendi başına- fazla dönüştürücü bir gücü yok. Bir takım hakların elde edilmesi ile sınırlı. Oysa kapitalizmi dönüştüren dinamiklerin köklerine geri döndüğümüzde, tarihi yapanın "sınıf perspektifi" olduğu anlaşılır. Bu noktada çoğu zaman disipliner çalışmaların ötesine geçen, temsil edilenlerin siyasal süreçlere katılımını düzenleyen, sorun eden yenilikçi şehircilik deneyimlerinde pratiklerinde sosyalist paradigmanın izleri teşhis edilebilir. ŞIMDI GEÇMIŞIN MUHASEBESINI YAPABILECEK MIYIZ?
Modernliğin itaat edilmesi gereken bir dogma olarak algılanması sonucunda bir dine dönüştüğünü söylemek yanlış olmaz. Bu programın Türkiye’de uygulanması bilindiği gibi seküler olmayan yöntemlerle gerçekleşti. Siyaset ve kültür eliti, işbirliği içinde modernleşmenin normlarını kitlelere zorla dayatmayı bir görev bildiler. Planlama, kültürel ve doğal mirasın korunması konusunda devlet gücünü kullanarak bilim adına kendi kamu yararı anlayışlarını kitlelere dikte edebileceklerini, halk için neyin iyi olduğuna kendileri karar verebileceklerini zannettiler. Sonunda ayrıcalıklı bir elite dönüşen bu kitlenin mutlak iktidarı siyaset eliti tarafından elinden alındı. Türkiye’nin siyasal ortamı, bu iki elitin hakimiyet ve devlet rantını paylaşma mücadelesidir. Bu mücadelede en anlamlı dönüşüm neo-liberal sistemin kurumsallaşması içinde gerçekleşti. Seküler olmayan, devletle iç içe geçmiş bu elit meşruiyetini kaybettiği için iktidar ve
piyasa güçlerinin etkisi altına girdi. 28 Şubat süreci bu kırılmanın yaşandığı tarihtir. Diğer anlamlı bir kırılma noktası, “İstanbul’un Anayasası” olduğu söylenen ve bir büyük üniversite kurulmasına yetecek kadar para harcanan İstanbul Çevre Düzeni Planı’nın yalnızca bir helikopter gezisi ile çöpe atılmasıdır. Bu tarihten sonra popülist iktidar iyice gemi azıya aldı ve ayrıcalıklı piyasa güçleri ile kamu alanını tamamen ele geçirdi. Ancak elbette ki dahil olduğu bir devlet soyluları koalisyonu halinde. Seküler olmayan ortamda artık kamu kimliği ile gayrimenkul şirketlerine danışman olan profesörler, koruma kurullarında en pespaye projelere imza atan mimarlar, hiçbir rekabet ortamı olmadan kamu kurumları ve imkanları kullanılarak üretilen planlar, projeler, fikir ortamını kurutan fırsatçılar (artık gizlenerek değil, göğüslerini gere gere) sahnedeki yerlerini aldılar. Böylece geçmişte sol ile sağ arasında gerçekleşiyormuş gibi gözüken devlet soyluları arasındaki iktidar mücadelesinin şekli değişti. İktidar bu süreçte bilgi elitini sisteme nasıl eklemleyebileceğini öğrendiği için konumu itibarıyla iktidardan pay talep etmekten başka bir şey bilmeyen ve onun işini kolaylaştıran bu kesime “sol” demenin bir anlamı kalmadı. Çok partili siyasal hayata geçildiğinden beri konumunu güçlendirmek için devlet bürokrasisine yaslanan bu elit bu defa da iktidara yaslandı. Bu durumda mücadeleyi daha sağlam bir zemine taşımak için geçmişin bir muhasebesini yapma fırsatının da ortaya çıktığını söylemek mümkün. Belki böylece geçmişte devlet gücüyle, imkanlarıyla sürekli bastırılan bağımsız fikir üretimi kitlelerle yeniden bir ilişki kurabilir. Bir taraftan da yok edilen insanların, yağmalanan değerlerin, çiğnenen hakların, özgürlüklerin acısını yaşayarak.
13 XXI - ARALIK 15 / OCAK 16
Gropius öğrencilerine zanaate geri dönmeyi önermektedir. Ancak elbette tasarımcı olmak yerine zanaatkar olmaları için değil. Gropius, mimarların binaların süslemelerini çizen kişiler değil, yapıların bütünlüğünü kavrayan, gerçeğini bilen insanlar olmaları gerektiğini düşünüyordu. Tasarımın yapıların süslemelerini ilgilendiren ve kağıt üzerinde gerçekleştirilen bir biçimlendirme uğraşı olmadığını vurguluyordu. Gropius için mimarlık bir stil, biçim arayışı değildi. Eğer tasarımcıları zanaatı tanımaya çağırıyordu ise, bu malzeme ve üretim bilgisinin yerine geçmek için değil, yapma bilgisini temsil edilebilir bir bilgiye dönüştürmek içindi. Tasarımın gerçekte ürünler üzerinde değil, ürünleri temsil eden, malzemeyi, üretim tekniklerini geliştiren deneyimlerle birlikte gerçekleştirildiğini belirtmek için. Uygulamalı sanatlar kavramı, çoğu zaman anlaşıldığı gibi fikirlerin, tasarımların uygulanmasından çok, tasarım sürecinin malzeme, insani emek, üretim teknikleri gibi koşullarla ilişkili olarak gerçekleştirilmesine işaret etmeyi amaçlamaktadır.
SORU İŞARETİ
Kapitalizmin ve endüstriyel gelişmelerin gündelik hayatta muazzam bir dönüşüm yarattığı bir dönemde, bir tür yeni-zanaatçılık ideolojisinin etkisi ve anlamı ne olabilir? Gropius’un bu okulda uyguladığı yöntemler William Morris’inkilerden esinlenmekle birlikte ondan temelde şu nedenle farklılaşıyordu: Gelişen endüstriyel üretimin biçimlerin saflığını bozduğunu düşündüğü veya dizisel üretimden vazgeçmeleri için değil, tam tersine tasarlama faaliyetinin deneyselliğini, sorgulayıcılığını, bağımsızlığını öne çıkarmak için. Üretim ile bağının nasıl kurulacağını, iktidar ile bağımsız bir ilişkinin kurulmasının zorunlu olduğunu düşündüğü, tasarımın temsil ettiği şeyle (üretimle) ve çevreyle olan ilişkisini kavramaları için. 19. yüzyılda mimarlığın bezemecilik ile özdeşleşerek yapının bütünlüğünü kaybettiğini, “süslemeli salon sanatı” olarak hayattan kopan mimarlığın yeniden toplumsal işlevine kavuşması için sanatla zanaat arasında bir bütünlük oluşturulmasını, böylece mimarlığın yitirdiği “arkitektonik ruhu” yeniden yakalaması gerektiğini söylüyordu.
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 14
ADVERTORYAL
fotoğraflar: Yılmaz Altun
Tekrarın Yarattığı Sükunet CEPHESINDE ŞIŞECAM DÜZCAM ÜRÜNLERININ KULLANIMIYLA DIKKAT ÇEKEN PIYALEPAŞA HILTON DOUBLETREE OTELI’NI YAPININ MIMARI ALI ESAD GÖKSEL ILE KONUŞTUK. Hilton Doubletree Oteli, Piyalepaşa Bulvarı gibi yoğun bir aks üzerinde bulunuyor. Yapının, bu aks üzerinde çevresiyle kurduğu ilişkiyi nasıl tanımlarsınız? Nasıl bir tasarım yaklaşımı izlediniz? Otel, Piyalepaşa üzerinden havaalanı istikametine giderken nispeten daha düşük yoğunluklu olarak kalmasını umut ettiğim tarafta yer alıyor. Bunda Piyalepaşa Camisi ve bölgedeki tarihi bostanların etkisi var. Gerçi "bostanların altına otopark yapılması" gibi fikirler ortaya atılmış olsa da Anıtlar Kurulu’ndan döndü bu niyetler. Ama yine de bostanların ne kadar daha var olacağını bilmek zor. Öte yandan Piyalepaşa Camisi, çok özel bir yapı. Mimar Sinan’ın yapıları arasında en alışılmadık plan tipine sahip olanı. Otelin tasarımında Piyalepaşa Camisi’ni referans olarak kabul ettim. Caminin özellikle revaklı cephesi çok etkileyici. Yapının hacmi de çok etkileyici, Ama esas cephe düzeni önemliydi. Söylenen sözler ve ritmik
tekrar var. Birtakım normlar ve o normların tekrarı... Eğer ustalara bakmayı seviyorsanız ve baktığınızı görüyorsanız: Piyalepaşa Camisi’nden istisnai bir meslek içi eğitim alabilirsiniz. Ben de bundan yararlanmaya çalıştım. Kütle ile cephe ilişkisini nasıl kurguladınız? Piyalepaşa’da yaptığımız Hilton Oteli’nde öne çıkan fikir, binanın hacimsel ifadesiyle oynamaktı. Öyle bir tasarım olmalıydı ki dışardan bakıldığında binanın ne kadar büyük olduğu hissedilmemeliydi. Bu algıyla nasıl oynayacağımıza dair kafa yorduk. Öncelikle cephede, camide olduğu gibi, sözlerin tekrarından kaynaklanan bir sükunet yarattık. Sonra katları manipüle ederek yapıyı daha küçük göstermeye çalıştık. Aldığımız tepkiler de bunu nispeten başardığımızı gösteriyor. Çünkü hiç kimse o binada 210 oda olduğuna düşünmüyor. Oteller işlevleri ile genellikle kütlenin dışına taşıyor, etraflarıyla ilişkileniyor. Ancak Piyalepaşa’da böyle bir durum söz konusu değil. Çevresinde neredeyse 24 saat aktif bir trafik var. Arkada ise büro yapıları yer alıyor. Bu nedenle tasarladığımız avlu sayesinde bina dışarıya baksa da avlusuyla kendi içinde yaşıyor. Tasarımda büyük hacimli işlevleri yerin altına aldık.
ADVERTORYAL 15 XXI - ARALIK 15 / OCAK 16
Dolayısıyla yerin altında büyük ve yüksek beş altı kat var. Yerin üstündeyse sadece odalar bulunuyor. Bu da hacmin boyutları konusunda önemli bir avantaj... Üst katlarda “penthouse” odaları dediğimiz geniş odalar yer alıyor. Bu odaların her birinin kendi balkonları var ve özellikle geceleri çok hoş bir manzaraya açılıyorlar. Çünkü gece, çirkinlikleri yok ediyor, İstanbul’un eski semtlerinin ışıklarını görüyorsunuz, ışıl ışıl. Bu semtlere İstanbul’un teşekkür borcu var. Çünkü o insanlar hala bahçelerinde ağaç barındırıyorlar. Dolayısıyla o semtlerin hafif strüktürü ve ağaçlar izlenebiliyor, bu şahane bir şey. Daha ötede de Bomonti’de yükselen yapıların ışıkları görünüyor. Yoğun bir cam kullanımı var ve renkli camlar tercih edilmiş, malzeme seçiminde ne gibi kriterleri göz önüne aldınız? Camlar bence artık Türkiye'nin bu sektörde ne kadar iyi olduğunun bir ifadesi, çünkü 15 - 20 sene önce böyle tasarımlar yapmaya kalkıştığımızda, her şeyi ithal etmek gerekiyordu. Ama artık öyle değil, hemen elimizin altında bulabiliyoruz. Şişecam Düzcam sadece ürün imal etmekle kalmıyor aynı zamanda bizlere danışmanlık da veriyor. Bunu önemsiyorum, çünkü biz mimar olarak, her yeni ürünü her dakika takip edemiyoruz, teknik özellikleri
hakkında bilgi sahibi olmamız güç oluyor. Şişecam Düzcam’ın bizlere bu konuda destek vermesini çok önemli buluyorum. Yapının tüm cepheleri günün değişik saatleri boyunca doğrudan güneş ışığı alıyor. Akşam saatlerinde ise trafiğin neden olduğu ani ve sert ışıklara maruz kalıyor. Anayol üzerinde 24 saat aktif bir trafik var ve düşünün ki o cephe üzerindesiniz; karşıdan bir araç süratle geliyor ve kayboluyor, üç saniye sonra biri daha ve ardından biri daha… Bu durumda iki seçeneğiniz var: Perdenizi kapatabilirsiniz ya da mimarın buna bir çözüm getirmesini istersiniz. Biz de bunun için iç ve dış yansıtması düşük Low-E kaplamalı camları farklı katlarda farklı renkli camlarla kombinledik; bu da binanın kat konfigürasyonları arasında serbestçe oynamamızı sağladı. Camlarla alttaki katları “belle etage” denilen yüksek kat gibi, bir bütün olarak okutabildik. Yukarı doğruysa azaltarak devam ettik. Bu durum aynı zamanda kütlenin de daha narin görünmesini sağlıyor. Renkli camlarsa yine kütlenin görsel etkisiyle ilgili. Alt katlarda Şişecam Renkli Düzcam Yeşil'i tercih ettik, yukarıya doğru çıktıkça Şişecam Renkli Düzcam Füme kullandık. Yapıya baktığınızda ilk olarak gün
ışığı geçirgenliği diğer camlara göre daha yüksek olan Şişecam Renkli Düzcam Yeşil'i algılıyorsunuz. Alt katların net bir şekilde algılanması, binanın olduğundan daha küçük görünmesini sağlıyor. Camlarda ısı ve gürültü kontrolünü nasıl sağladınız? Isı ve gürültü kontrolü için bünyesinde Şişecam Akustik Lamine Low-E Cam bulunan Isıcam ünitesi kullandık. Doğramaların birleşim detaylarında ısı kontrolünü ön planda tuttuk. Böylece yazın klimanın, kışınsa ısıtma sistemlerinin yüksek kullanım oranını dengelemek istedik. Ben her iki duruma da karşıyım; havayı kurutuyor, ekonomik sıkıntıların yanı sıra orada yaşayan insanların sağlığı açısından da zararlı. Teknik kullanımların kabul edilebilir ölçülerde kalması için mimari detaylar konusunda elimizden geleni yaptık. Yoğun bir aks üzerinde bulunduğumuzdan gürültü konusunda elimizden geldiğince kontrolü sağlamaya çalıştık. Şunu belirtmem lazım ki ses yalıtımının inanılmaz derece iyi olduğu otellerde de kaldım. Mesela Frankfurt Havaalanı yanındaki bir otelde uçağın kalktığını sadece tesadüfen gördüğümüzde anlıyorduk. Böylesi mutlak kontrollerle, konforu sağlamak için mümkün olanı gerçekleştirdik.
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 16
FOTO-ALTI
Mektep-i Tıbbiye-i Şahane
Çerçeveler içinde çerçeveler içinde çerçeveler, sonsuza uzayan fraktallar gibi mekanı açıyor. Hereke ve Bilecek ocaklarından özel olarak getirilmiş renkli granitlerden oluşan duvarların içinde kemerli pencerelere, pencerelerden yapının başka pencerelerine, o pencerelerin çerçevelerine bakmak... Ve işte karşınızda, 115 yıldır ayakta duran Alexandre Vallaury ve Raimondo D’Aronco tasarımı Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane. Modern tıbbın ilk yuvalarından ve yüzyıl geçişinde bu coğrafyadaki modernleşme çabalarının ilk nüvelerinden, 24 bin metrekarelik bir kampüs. fotoğraf: Cemal Emden yazı: Hülya Ertaş
Tasarım ile İyi bir Dünya Yaratmak Mümkün mü?
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 18
GÜNCEL
17-23 EKIM'DE KORE'NIN GWANGJU KENTINDE DÜZENLENEN ULUSLARARASI TASARIM KONGRESI, "EEUM: DESIGN CONNECTS" BAŞLIĞI ILE DÜNYANIN ÇEŞITLI YERLERINDEN GELEN YÜRÜTÜCÜLERE VE PEK ÇOK ETKINLIĞE EV SAHIPLIĞI YAPTI. CIHANGIR İSTEK, KONGREYE DAIR IZLENIMLERINI VE TARTIŞMA BAŞLIKLARINI KALEME ALDI.
fotoğraflar: Cihangir İstek
Cihangir İstek İstanbul Bilgi Üniversitesi, Doç. Dr. Öğretim Üyesi/ico-D: International Council of Design Başkan Yardımcısı (2015-17) İçinde bulunduğumuz küresel sistemin karmaşık boyutlu politik, sosyal, ekolojik ve ekonomik meselelerini göz önünde bulundurduğumuzda, günümüz tasarım söyleminin de yeniden değerlendirilme gerekliliği ortaya çıkıyor. Türkiye’de tasarım söyleminin -mimarlık dergilerinin dışında- ancak 1980’lerin sonundan itibaren tasarım yayınları aracılığıyla geniş kitlelere yeni yeni ulaşmaya başladığını ve bugün tasarımın daha çok tüketim (pazarlama) ve teknoloji (sanayi) odaklı bir ‘son ürün’ olarak ele alınmaya devam ettiğini görüyoruz.1
Ancak, son zamanlarda uluslararası platformlarda iyi tasarlanmış bir dünyanın, sadece ekonomik olarak geçerli ve teknolojik olarak yenilikçi değil; ekolojik açıdan sürdürülebilir, sosyal eşitlikçi ve kültürel çeşitliliğe de sahip olması gerektiğinin altı önemle çiziliyor.2 Tasarımın hem dış hem de iç çeperleri yeniden gözden geçirilirken eğitim ve uygulama pratiklerinin kesişimleri ciddi olarak masaya yatırılıyor; şehirler ve hatta ülkeler uzun vadeli plan ve politikalarına tasarımı da dahil ederek onun önemini daha çok vurguluyorlar. Böylece tasarım, sadece çevremizdeki tüm fiziksel nesnelere hayat vermekle kalmayıp yaşam, üretim ve hizmet gibi fiziksel olmayan önemli süreçler için de "iletişim ve bilgi kaynağı" olmayı, "eylem", "etki" ve "değer" yaratmayı hedefliyor.
Bu yazıda amacım, geçtiğimiz Ekim ayında Kore’nin Gwangju kentinde gerçekleşen ve benim de moderatör olarak davet edildiğim “Eeum: Design Connects” 2015 Uluslararası Tasarım Kongresi’nde3 bu yönde altı çizilen önemli kavram, model ve hedefleri değerlendirirken Türkiye’deki tasarım söylemi ve teorisi alanlarına da ışık tutacak bazı tartışmaları buraya taşımak olacak. AÇIKLIK VE YARATICILIK
Son yıllarda, yeni tasarımcıların hala “ideal evler” ve “beyaz çay fincanları” tasarlamaya devam etmekten sıkılarak artık tasarımın gerek tasarım-olmayan başka alanlarla, gerekse de tasarımolan diğer yan meslek ve disiplinlerle (mimarlık, iç mimarlık, kentsel tasarım, görsel iletişim tasarımı, endüstriyel tasarım, multimedya ve
arayüz tasarımı, moda tasarımı, gastronomi vb.), dış ve iç duvarlarına (disipliner, kurumsal, sosyo-kültürel vb.), kapılar ve pencereler açtığına tanık olmaktayız. Bütün bunların çok geçerli neden ve hedefleri de var; nerede ve nereye ait olduğunu anlamak, zaman duygusu oluşturmak, gerçek hayatın içinden mesele ve sorunlara çözüm aramak üzere sıradan insanlara “esin/eğitim” kaynağı olmak, kullanıcıyı hem zihinsel hem de bedensel olarak olayların “içine” alarak mesele ve sorunların çözümüne “dahil” etmek, aşağıdanyukarıya veya yukarıdan-aşağıya stratejilerle ekonomik, sosyal ve ekolojik sürdürülebilirlik sağlanmasında merkezi ve yerel idareleri, sivil-toplum kurumlarını, karamaçlı kuruluşları ve halkı uzun vadeli, değerli, ağ işbirliklerinde tutabilmek…
İNOVASYON VE GIRIŞIMCILIK
“Tasarım tarafından”, “tasarım ile” ve “tasarım için” başlatılanlardan söz edecek olursak; aslında yeniyi, yani bugüne bakarak hep yarınları tasarlayan girişimci zeka, tasarımın ortaya çıkış nedeninde ve ruhunda bulunuyor. Ancak, küresel ağların hakim olduğu günümüz bilgi çağında, yeni dalga teknolojik devrim ve kaynaklar, çevre, refah üzerindeki zorluklar geleceğin toplum ve ekonomilerini şekillendirmeye devam ediyor. Böylece, tüm bunlarla birlikte çok kritik iki soruyu da cevaplandırması gereken yeni bir tasarım aktivistliği ortaya çıkıyor: 1. Bu zorluklara karşı tasarımın katkısı neler olabilir? 2. Hangi tür tasarım(lar) buna katkı sağlayabilir? Bu konuda, sadece son ürün aşaması hedeflenmekle kalmayıp düşünce boyutundan yapım/ üretim aşamalarına kadar tasarımın bütün ekosistem ve süreçlerini de denetleyen, iyi planlanmış “akıllı” yaklaşımlar, yani “derin inovasyonlar” gerekiyor. Örneğin dünya nüfusunun yarısından fazlasını barındırmaya başlayan kentler, daha yaşanabilir, sürdürülebilir ve iyileştirilebilir olmak için bu tür inovasyonların beklenildiği önemli ortak çalışma alanlarına dönüşerek “aktivist” ve “sosyal sorumluluğu” yüksek tasarımcı ordularını bekliyor. Ve tabi, geleceğin tasarım eğitiminin de tüm bunlara göre şekillendirilmesi gerekiyor. PAYLAŞIMCILIK VE KATILIMCILIK
Tasarım giderek daha çoğulcu ve popüler hale geldikçe hayali ve yüzeysel bir eyleme dönüşme riskiyle de karşı karşıya kalıyor. Ayrıca, endüstriyel çağda
tasarımın oynadığı rol, yani zarif formlar, işlevsellik ve optimum seviyelerde kullanılabilir olmak, artık günümüz kullanıcısı için geçerliliğini yitiriyor. Sıradan insanlara entegre deneyimler sunarak yaşamlarından anlam ve değerler çıkartmalarını sağlamak üzere tasarımın iletişim ve bilgi transferi sağlayıcısı olmak yerine iletişim ve bilgi kaynağı olma önemi, “mono” tasarım modelleri yerine çok yönlülük, tasarlama metotları yerine yeni çalışma metotlarının ön plana çıktığını görmekteyiz. Örneğin “ortak yaratıcılık” ve “açık-kaynak” yöntemleri, tasarım eğitimi almamış kişi ve kullanıcıların katılımıyla tasarım sürecini demokratikleştiren yeni yapılar ve çalışma metotları olarak karşımıza çıkıyor. Bu yöntemlerle, tasarımcı olmayanların keşfedilmemiş duygu, düşünce, deneyim, talep ve ihtiyaçlarının çeşitli çevrimiçi ve/veya çevrimdışı araçlarla paylaşılarak tasarım sürecine dahil edilmesine çalışılıyor. Hizmet, oyun, etkileşim, deneyim, hatta yaşam tasarımı gibi yeni tasarım alanları ortaya çıkıyor ve bunların birbirleri aralarındaki temasları keşfedilmeye çalışılıyor. ETKI VE ERIŞILEBILIRLIK
Tasarım giderek toplumsal ilişki ve süreçler içinde var olup geçerliliğini sürdürmeye, dolayısıyla tasarımın etki ve erişilebilirliği gerçek dünyada yerine getirdiği sosyal, ekonomik, ekolojik, kültürel vb. faydalarıyla ölçülmeye başlanıyor. Ve, belli sayıdaki insanlar tasarımla ilgili bu süreçlere dahil olduklarında, kişisel eserler veya el sanatlarının hedef ve kapsamlarını aşan belli soyutlamalara gerek olabiliyor. Bu
GÜNCEL ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 20
sebeple tasarım, insanları eyleme yönlendiren, tanımlanabilir bir dizi ilkeler ve örtülü bilgilerin soyutlanması olarak da tarif edilebilir. Eylem, sadece tasarlanmak istenen şeylerin analizi, geliştirilmesi ve üretiminde olmuyor; aynı zamanda tasarım tarafından sürece dahil edilen, olanak sağlanan ve desteklenen insanların eylemlerinde de ortaya çıkabiliyor. Tasarım düşüncesinin; bütünsel ve bilinçli tasarım metotlarının adaptasyonunun, toplumsal davranış ve zihniyet değişimleri istenen konularda, örgütsel dönüşümlerde, sosyal yenilik ve kamusal yaratıcılık gibi toplum/vatandaş refahını canlandırmaya ve yaşam kalitesini geliştirmeye yönelik pek çok alanda denenmeye başlandığını görüyoruz.
sıkça değinilen tasarım eğitimine de ayrı bir paragraf ayırmamız gerekecek. Tasarım eğitiminin kalitesi ve değer odaklılığı; ancak onun gerçek yaşam meseleleri, durumları ve süreçlerine bakış oluşturması ve katılımıyla mümkün olabilir. Bu aynı zamanda bizim, tasarımın mesajını en doğru ve samimi olarak bireyler ve toplumlara aktarabilmemizi de sağlar. Bu konuda, tasarımcıların “düşünce biçimlerini” ortaya koymalarının yanı sıra yürekleri ve el emeklerini de katarak yapacakları şeyler diğer tüm insan merkezli meselelere de ışık tutacaktır. Tasarımcıların yaşama pozitif enerji katmak üzere kendi konfor alanları dışına çıkacakları her ortam, aynı zamanda onlar için mükemmel öğrenme ve eğitim fırsatlarını da beraberinde getirecektir.
GELECEK VE TASARIM EĞITIMI
Burada özellikle, tüm kongre boyunca doğrudan veya dolaylı olarak üzerine
Sonuç olarak; bütün bunlardan öyle anlaşılıyor ki bir tasarım tarihçisi ve
World History of Design (Tasarım Dünya Tarihi) adlı kitabın yazarı olan Victor Margolin’in deyimiyle “küresel bir dönüm noktasındayız”4. Bu noktada, eğer tasarım geleceğe karar verecekse o gelecek geçmişe bakılarak tahmin edilemez. Gelecek, ya bizim kendi belirlediğimiz değerlere ya da başkalarının belirlediklerine dayanacak.Daha sonra, o değerleri alıp yapmayı deneyeceğiz. Bazen başarıya ulaşacağız, bazen de dirençle karşılaşacağız. Unutmamalıyız ki gelecekte tasarımın artık sadece ekonomik ve teknolojik değil; ekolojik, sosyal, insani, kültürel ve politik ‘iyilik’ için de olması gerekiyor. Geleceğin tasarımcıları, iyi bir dünyanın ne olabileceğine ve tasarımın böyle bir dünyayı nasıl yaratacağına dair vizyonları şekillendirmeye yardımcı olmalılar.
Kaynaklar 1 Şentürer A. ve Istek C. (2000). “Discourse as Representation of Design Thinking and Beyond: The Tripod of Architecture – Media, Education and Practice” International Journal of Art and Design Education, Blackwell Publishers, Oxford, no. 19.1, pp. 72-85; Er H. A. ve diğerleri (2006). Türkiye’de Tasarımı Tartışmak, III. Ulusal Tasarım Kongresi Bildiri Kitabı, 19-22 Haziran, Istanbul; Kaygan P. ve Kaygan H. (2014). Ulusal Tasarım Araştırmaları Konferansı 2014 Bildiri Kitabı, 10-12 Eylül, Ankara. 2 ico-D. 2015. “Next stop: Montréal 2017” (http:// www.icod. org/2015/10/20/next-stop-montreal-2017.php). 3 Eeum Design Connects (2015). Proceedings of the 2015 International Design Congress, Gwangju, Korea, 17-23 Ekim, Gwangju City ve Korea Craft and Design Foundation (http://www.2015idc.org/index.html). 4 Margolin V. ve Chang D. R. (2015). “What is the future?” (http://www.icod. org/2015/09/11/what-is-the-future.php).
Alt(üst)yapı ve Değişen Anıtsallık
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 22
ZİNCİRLEME REAKSİYONLAR
Geçen ay bu köşede İstanbul’dan “Yedi Otoyollu Şehir” olarak bahsedilen yazının bıraktığı yerden devam edeyim.1 Otoyol morfolojisinin hüküm sürdüğü kentsel vaziyeti hicveden yazıda dikkat çekilen meselenin, “altyapı” kavramını dert edinen bir dizi güncel tartışmayla yakından ilgili olduğunu düşünüyorum. Malum; altyapı, mimarlığın hiyerarşisinde alt sıralarda yer alması kanıksanan bir kavram. Bu kavrama dair benzer yerleşik algıları dert edinenlerin temel savı ise günümüzde altyapının, hayatın esasen yaşandığı mekanların işleyişini kolaylaştıran edilgen bir araç olmaktan çok, kendisinin başlıbaşına bir mekan haline geldiği.2 İşte, geçen ayki yazıda hicvedilen, otoyolların kent deneyimi üzerindeki artan tahakkümü de, kanımca, altyapının mekanlaşması olgusunun en belirgin örneklerinden biri. Altyapıyla üstyapı arasındaki mimari hiyerarşinin kelimenin tam anlamıyla altüst olmasına neden olan bu olgudan yine geçen ayın ışığında bahsedeceksek, “otoyollu şehir”den çok “şehirli otoyol” olarak tanımlanabilecek bir vaziyetle karşı karşıya olduğumuz dahi söylenebilir.
ERAY ÇAYLI
Bu altüst oluşun da elbette bir tarihi var. Kökleri, daha önceye değilse bile, Modernizm’in hüküm sürdüğü erken 20. yüzyıla rahatlıkla dayandırılabilir. Akla, örneğin, otoyolların Le Corbusier’nin işlevselciliğinde sahip olduğu merkezi rol geliyor. Öyle ki ünlü mimarın ürettiği ilk kentsel planlardan olan 1925 tarihli Plan Voisin, projeye sponsor olan otomobil firmasının adını taşıyordu. Konu daha geniş bir çerçevede ele alındığındaysa, Le Corbusier’nin (ve ondan ilham alan Modernistlerin) makine kavramına olan ilgisini hatırlamak gerekli. “Konut içinde yaşanacak bir makinedir” ve “Biçim işlevi takip eder” gibi başat Modernist ilkeler—kimi zaman onları yanlış yorumlayanların savunduklarının aksine—biçimselliğin tamamen gözden çıkarılması ya da geri plana itilmesi anlamına gelmiyorlardı. Bu ilkelerin ifade ettiği esas niyet, altyapısal öğeleri önceki devirlerdeki gibi gözden ırak tutmak ya da üzerlerine giydirilecek türlü kabuklarla süslemekten ziyade, kendi işlevselliklerinden doğacak özgün bir biçimselliği ortaya çıkaracak şekilde değerlendirebilmekti. Merdiven boşluğu, asansör ve su deposu benzeri altyapı unsurlarının, mimari kompozisyonlarda, uluorta olduğu kadar, bu kompozisyonlara dikkatlice hesaplanmış birer biçimsel katkı yapacak şekilde yer almaları böylece mümkün oldu. Yine Le Corbusier’den örnek vermek gerekirse, Marsilya’daki konut projesi Cité Radieuse’ün havalandırma bacası bu yaklaşımın iyi bilinen somut sonuçlarındandır. Benzer örneklere dikkatlice bakıldığında, biçimin işlevi takip ettiği ölçüde, altyapısal olanın da anıtsal bir nitelik kazanmaya başladığı görülür. Böylesi bir yaklaşım, boru, depo ve bacaların sadece birtakım lojistik sorunları giderici özellikte değil; kimlik, bellek ve aidiyet gibi
toplumsal yaşam için elzem olguları destekleyici nitelikte de görev yapmasını sağlar. Altyapının bu ikili görevinin devamı, otoyolların şehirleşmenin başat aktörü haline geldiği günümüzde de kaçınılmaz. Ancak, altyapı ile üstyapı arasındaki hiyerarşinin altüst olduğu çağımızda, söz konusu görevin halen sadece biçim üzerinden ifa ediliyor olduğunu söylemek güç. Zira tasarım ve planlamanın alışılagelmiş ritmi ve idealleri, kılavuzu sınırsız ekonomik büyüme olan şehirleşmenin hızına her zaman uymayabiliyor; biçimsel çözümlemeden yoksun kent mekanları böylece ortaya çıkıyor. Biçimselliğin devreden çıktığı bu tür bir ortamda altyapının, bilerek veya bilmeyerek, anıtsal amaçlara hizmet etmesine yol açan başka hangi mekanizmalar mevcut? Aşağıda, bu soruya somut örnekler üzerinden verilebilecek üç yanıtı bulabilirsiniz. BAĞLAMSIZLIK
Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi kapsamında inşa edilen araç tünellerinin, otoyol morfolojisiyle özdeşleşen öğeleri şehrin tam göbeğine taşıdığı hepimizin malumu.3 Kent merkezi bağlamıyla ilişkiye geçmeye dair en ufak bir kaygısı olmayan bu “altyapı” düzenlemesi, yerin üstündeki anıtsal meyvesini bir havalandırma bacasıyla vermiş durumda. Bacanın bağlamdan kopukluğuna borçlu olduğu anıtsallığı, geçtiğimiz yılki 1 Mayıs’ta da teyit edilmiş oldu. O gün meydana uygulanan ambargoyu protesto eden iki kişi, eylemlerini, meydandaki AKM ya da Cumhuriyet Anıtı gibi alışılagelmiş abidelerin yerine bahsettiğimiz havalandırma bacasının üzerinde sahnelediler.4 İSIM
Karadeniz Sahil Yolu projesi kapsamında; önce, yöredeki kent merkezleri ve deniz arasına aşılması güç bir hat çekildi. Sonraysa, insanların bu hattı biraz olsun aşabilmesini sağlamak adına bir dizi üst geçit inşa edildi. Geçitlerin sayısının sürekli artmasına bakılırsa, bu inşa faaliyeti üzerinde belirleyici olan, önceden yapılmış bir planlama çalışmasından çok, yolun kullanımıyla birlikte günden güne ortaya çıkan ihtiyaçlar. Dahası, değişen sadece geçitlerin sayısı değil; aynı zamanda adları da. Yaşamını yitiren ordu mensuplarının isimlerinin bu üst geçitlere verilmesi yol ilk açıldığından beri süren bir uygulama olsa da, inşa edildiğinde isimsiz olan bir dizi üst geçit de yaşanan yeni çatışmalarda hayatını kaybeden askerlerin adlarının kendilerine verilmesiyle anıtsal nitelik kazanıyorlar.5 ARAZI
Son örneğimiz, Siirt’te, kentin genişlediği yönlerden biri olan, merkezin hemen kuzeyindeki Kasaplar Deresi mevkiinde 2013’te inşa edilen bir duble yol. Söz konusu yol, bölgede, Kasaplar Deresi’nin
ZİNCİRLEME REAKSİYONLAR 23 XXI - ARALIK 15 / OCAK 16
faili meçhuller ve toplu mezarlarla ilgili geçmişten gelen kötü şöhreti nedeniyle, salt bir altyapı çalışmasından çok, toplumsal hafızayı şekillendirme girişimi olarak algılanmakta.6 Dolayısıyla bu örnekte, arazinin altında yer alanın, üzerindeki imar çalışmasının algılanışına yaptığı belirleyici bir tesirle ve bu algılayışın altyapısal bir öğeyi bellek, kimlik ve aidiyet olgularıyla yakından ilgili kıldığı bir durumla karşı karşıyayız.
1 Söz konusu yazıya https://xxi.com.tr/7862/yedi-otoyollu-sehir/ bağlantısından ulaşılabilir. 2 Benzer bir savı mimarlık kuramı alanı içerisinden geliştirme amacındaki güncel çalışmalara Keller Easterling’in geçtiğimiz yıl Verso yayınları tarafından basılan Extrastatecraft kitabı örnek verilebilir. 3 Bu durumu tartışan bir yazıya http://tinyurl.com/taksim-tunel bağlantısından ulaşılabilir. 4 Bu protestonun haber, görsel ve videosuna http://www.mynet. com/haber/guncel/taksime-sadece-onlar-cikabildi-1213165-1
Bu derleme elbette nihai bir liste değil. Ancak, kesin olan bir şey varsa, o da, kent hayatımızda giderek artan bir yer kaplayan altyapısal mekan ve nesnelere, yerleşik mimari hiyerarşilere olduğu kadar biçimselliğin merceğine de sıkışmamış, nitelikli bir bakışı geliştirmemiz gerektiği.
bağlantısından erişilebilir. 5 Söz konusu üst geçitlere dair izlenimlerini paylaşan Besim Can Zırh’a teşekkür ederim. İlgili haberlere http://www.haberturk. com/yerel-haberler/haber/38371816-sehit-dusen-askerlerinisimleri-ust-gecitlerde-yasatiliyor ve http://www.rizeninsesi. net/2015/07/30/ust-gecitlerde-adlari-yazili-evlatlarimizi-kim-sehitetti/ bağlantılarından ulaşılabilir. 6 İlgili habere http://www.siirtnews.com/haber-4799-newala_ qesabaya_anit_yerine_polis_akademisi_ve_duble_yol.html bağlantısından erişilebilir.
Çağdaş Tılsımlar BAYBURT'TAKI BAKSI MÜZESI, TILSIM PROJESI ILE IÇINDE BULUNDUĞU COĞRAFYANIN UNUTULMUŞ DEĞER VE GELENEKLERINI HATIRLATIYOR. 12-15 KASIM TARIHLERINDE CONTEMPORARY ISTANBUL'DA DA SERGILENEN PROJEYI, ÖZLEM YALIM ANLATTI. Selçuk Gürışık MUSKA ÇANTA Tasarımcının Baksı Müzesi'nin kültürel ve coğrafi değerlerinden yola çıkarak tasarlayıp ekibi ile ürettiği çanta koleksiyonu Muska; formu ile "tılsım" temasına gönderme yapıyor. Aynı zamanda ürün üzerindeki desenler, geleneksel nazar boncuğuna yeni bir yorum getiriyor. Canlı renklerin hakim olduğu çanta
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 24
GÜNCEL
koleksiyonu, tamamen elde üretim ile hazırlandı ve farklı kullanım seçenekleri sunabiliyor.
Akın Nalça
Şule Koç
TOHUM SAKLAMA KABI
YOL
Doğanın tılsımlı kodlarını taşıyan bitkiler ve diğer
Baksı Müzesi, bulunduğu coğrafya
canlıların genetik yapıları insanoğlunun
itibariyle müze ziyaretini bir "yol"
sorumsuzca müdahalesi ile değiştiriliyor. Tanıdık
hikayesine dönüştürür. Alışılmışın
tatlarla nadiren karşılaştığımız günümüzde,
dışındaki bu konum, kendi yarattığı
herkesin kendi nadireler kabinesini oluşturma
atmosferin içinde hafızalarda kalır ve bir
potansiyelini taşıyan Tohum Saklama Kabı, onların
ürün olarak "yol" ortaya çıkar. Tasarım,
yeniden neslini sürdürebileceği bir eylemin aracı
bölgenin topoğrafyasını görünür kılan bir
olmak için tasarlandı.
dilek mumu tablası.
Özlem Yalım Baksı Müzesi, Doğu Karadeniz'de, Bayburt'un 45 km dışında, Çoruh Vadisi'ne bakan bir tepenin üzerinde kurulu sıra dışı bir kültür merkezi. Eski adıyla Baksı, bugünkü adıyla Bayraktar köyünde yükselen bu müze, çağdaş sanat ve geleneksel el sanatlarına aynı çatı altında yan yana, iç içe yer veriyor; bununla da sınırlı kalmayıp içinde bulunduğu coğrafyanın kadınları ve çocukları için projeler üretip fonlar aramaya tükenmeyen bir enerji ile devam ediyor.
gönüllünün katkısıyla yıllar içinde gerçek bir toplumsal projeye dönüştü.
Sergi salonları, depo müze, atölyeler, konferans salonu, kütüphane ve konuk evi ile 40 dönümlük bir araziye yayılan Baksı Müzesi, Bayburt doğumlu sanatçı ve akademisyen Prof. Dr. Hüsamettin Koçan'ın bireysel düşü olarak 2000 yılında filizlendi. Bu proje Hüsamettin Koçan'ın doğduğu topraklara yaşam birikimini taşıma çabasının bir sonucudur. Bu fikri hayata geçirmek amacıyla 2005 yılında Baksı Kültür Sanat Vakfı kuruldu. Müze, başta sanatçılar olmak üzere çok sayıda
Müzenin ana binası, 2010 yılında, zorlu bir serüvenin sonunda, devletten hiçbir maddi yardım almadan tamamlandı; 2010 yılı Haziran ayında İstanbul Modern Tanıtımı, Temmuz ayında ise müzenin açılışı yapıldı. 2012 yılında müzenin yeni sergi salonu olan Depo Müze, sanatseverlerle buluştu. Baksı Müzesi, 2014 yılında Avrupa Müze Ödülü'ne layık görüldü. 2015 yılında kuruluşunun 10. yılını kutlayan Baksı Kültür Sanat Vakfı, müzede gerçekleştirilecek etkinliklerine ve burada kurulacak işbirliklerine daha farklı bir anlam yükledi, doğal olarak. Bu çerçevede, müzenin içinde bulunduğu coğrafyada var olan değerleri, kaybolmaya yüz tutmuş gelenekleri, göç ile yaralanan insan potansiyelini desteklemek her zamankinden daha da önemli oldu. Sosyal sorumluluk bilinci ile her alanda kurulacak işbirlikleri, profesyonellerin kendi alanları ile ilgili
bilgi birikimlerini ve yeteneklerini o topraklardaki insanlarla paylaşımı ve birlikte düşünme-birlikte üretme, değer sahibi insanların ortak amacı olarak ortaya çıktı. Belki de tüm hikayesini ilk günden bildiğim ve hep uzaktan gururla izlediğim bu merkezle, bu merkez için bir proje üretebilme hayalim buradan tetiklendi. Her nasıl oldu ise zaten o sırada karşılaştık Hüsamettin Koçan ile ve gerisi, suyun yolunu bulup aktığı gibi ilerledi daha çok. Gidenler bilirler, her müze gibi Baksı Müze'sinde de yer alan küçük bir müze dükkanı mevcut. Burada yerel üretim teknikleri ile üretilmiş, zaman zaman çeşitli tasarımcıların desteğini almış ve her zaman kurucularının gustosu ile belli bir çizgide üretilmiş ürünler, bugüne dek müze ziyaretçileri ile buluşmuş. Bir tasarımcı olarak katkı sağlayabileceğim en verimli alan, bu müze dükkanı için bir tasarım projesi oluşturmak olarak göründü. Burada sergilenecek ve ziyaretçilerin
satışına sunulacak koleksiyonun, tasarımcılar ile işbirliğinde geliştirilmesi amacıyla ortaya çıkan proje ile hem müze dükkanın ürün koleksiyonuna (ve dolayısı ile bu koleksiyonun satış gücü ile elde edilecek ekonomik desteğe), hem de çok önem verilen tasarımcı işbirliğine dair bir adım atmaktı ortak hedefimiz. Böylece Baksı Müzesi, 10. yıl kutlamaları kapsamında 9 farklı tasarımcıyı “Tılsım” kavramsal çerçevesi etrafında bir araya getirerek özel bir ürün tasarım projesine imza attı. Ürünler, 12-15 Kasım 2015'te gerçekleştirilen Contemporary İstanbul'da yer alan Baksı Müzesi standındaki tanıtım ile görücüye çıktı. Ardından Baksı Müzesi mağazasında satışa sunuldular. Müzenin kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan'ın davetiyle hayata geçirilen “Tılsım” tasarım projesinin yönetmenliğini ben üstlendim. "Tılsım" kavramsal çerçevesinden hareketle oluşturulan projeye davetli olarak katılan tasarımcılar ve tasarımları şöyle:
Ela Cindoruk DİKEN KOLYE Bayburt bölgesine has bitkilerden birinin gölgesinin, kitap arasında kurutulan çiçekler gibi kalıcı bir ürüne dönüştürülmesi isteği, bir takı koleksiyonuna dönüştü. O coğrafyaya ait bir parçayı bir anı olarak taşımak, hep hatırlamak için üretildi. Sezgin Aksu MEYVE ÇANAĞI Doğanın bize verdiği bir malzeme olan ahşabın kullanıldığı bu ürün, basit formu ve işleviyle Bayburt göz önünde bulundurularak düşünüldü. Çubuklar ve ana gövdeden oluşan tasarımda, parçalar birbirine ying-yang gibi birleşiyor ve kullanıcı kendi ürününü kendisi ortaya çıkarıyor. Hülya Çelik Pabuççuoğlu NAZAR Bazı tanımlamalara göre batıl inanç olarak adlandırılan temsil ve simgeler geleneğinin en önemlilerinden biri de Baksı'da bulunan “Huy Kesen Ağacı”na çaput bağlamak. Bu ritüeli yaşatmak amacıyla Nazar'ın içerisinden çıkan çaputların Bayraktar Köyü’ndeki huykesen ağacına bağlanması hedeflendi ve dileğin sembolü olarak tasarım, kişilerin yanında götürebilecekleri biçimde düşünüldü. Bunun için ise iki sembole başvuruldu: Anadolu inanışında kahramanlık, güç ve erkeklik sembolü olarak kullanılmış olan koç boynuzu; doğurganlık, uğur, kısmet ve mutluluğu sembolize eden eli belinde motifi eş ve kısmete gönderme yapan evlilik
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 26
GÜNCEL
isteğini simgeleyen küpe biçiminde üretildi.
Tohum Kabı /Akın Nalça; Kartal -mobil heykel /Atilla Kuzu; Kolye /Defne Koz; Paga-takı /Demir Obuz; Diken-takı koleksiyonu /Ela Cindoruk; Nazar -takı koleksiyonu /Hülya Çelik Pabuççuoğlu; Muska -keçe çanta /Selçuk Gürışık; Meyve Kasesi /Sezgin Aksu; Yol -mumluk /Şule Koç. Tasarımcılar, "Tılsım" kavramı çerçevesinde, Baksı'dan esinlenerek tasarladıkları özgün ürün tasarımlarını, müze mağazasında ziyaretçilerin beğenisine sunulmak üzere hazırladılar. Orhan Irmak ise ürünlerin ambalaj tasarımlarını gerçekleştirerek projeye katkıda bulundu. Ürünlerin kurumsal kimlik ve ambalaj tasarımları için Orhan Irmak Tasarım'ın yanı sıra, Ankara Patent Ofisi ve Morde Baskı da projeye destek verdi. Baksı Müzesi'nin bulunduğu Bayraktar Köyü, sıra dışı konumu ile projeye katılan tasarımcılar üzerinde kuşkusuz büyük etki yarattı. Diğer yandan bu topraklardaki derin kültür ve inanışlar, sunulan "Tılsım" kavramsal çerçevesinin
temelini oluşturdu. Tasarımcılar, gerek doğadan gerekse kültürel değerlerden esinlenen tasarımları, bu zengin ilham kaynakları eşliğinde tasarladılar. Tasarım projesinin yönetimi dahilinde tüm tasarımcılara şu önerge sunuldu: - Tasarımlar "tılsım" kavramsal çerçevesi içerisinde gerçekleştirilecekti. - Tasarlanan ürünler, sanatsal ifadeden öte işlevsel, kullanılabilir ürün tasarımları olacaktı. - Ürünler, çoğunlukla seyahat halindeki müze ziyaretçilerinin ilgisini çekmek ve satın almalarını motive etmek için tasarlanmalıydı. Bu bağlamda kolay taşınabilir ( veya sökülüp takılabilir ), fazla hacimli ve ağır olmayan, kırılma, ezilme gibi durumlara dayanıklı, ambalajı çözümlenmiş ürünler olmalılardı. - Ürünler için çeşit, üretim yöntemi ve malzeme kısıtlaması bulunmamaktaydı; ancak bu konudaki en büyük bağlayıcı ürünlerin birim maliyetleriydi. - Ürünlerin birim maliyeti 1-25 TL arasında olmalıydı.
- Ürün tasarımları için isteyen tasarımcılar, Baksı'daki dokuma (kilim ve kumaş), metal, seramik atölyelerini kullanacak biçimde tasarımlar gerçekleştirebilir veya bu malzeme ve yöntemlerden esinlenebilirlerdi. - Ürün tasarımları, deneysel olmamalı; üretim için tüm ölçütleri belirli biçimde hazırlanmış olmalıydı. Bu çerçevede, "üretilebilirlik" projenin esasını oluşturmaktaydı. Proje, her ne kadar müze kurucusu Koçan tarafından motive edilmiş ve tasarım yönetimi tarafımca gerçekleştiriliyor olsa da, elde edilen tüm tasarımların değerlendirilmesi için bizlerin de içinde bulunduğu bir komisyon oluşturuldu. Bu komisyonda müze yönetim kurulu üyelerinden Zeynep Çiftçioğlu, Metin Süerkan, Özlem Süer ve müze müdürü Feride Çelik bulundu. Baksı Müzesi ürün tasarımı projesi, bir sosyal sorumluluk projesi olarak tasarlandı. Projeye davet edilen tasarımcılar, özel bir anlaşma
dahilinde gerçekleştirdikleri tasarımların telif, üretim ve çoğaltım, satış, sergileme ve sunum haklarını Baksı Müzesi'ne bağışlamış oldular. Tüm projeler, tasarımcı isimleri ile müze tarafından tescil ettirildi. Sosyal sorumluluk projesi olarak ürün tasarımı, ülkemizde belki de çok yaygın değil; ancak "probono" felsefesi ile pek çok meslek dalındaki profesyonel, kendi beceri, yetenek ve zamanlarını bu tür destek verici projelere ayırıyor. Dünyanın pek çok yerinde, özellikle yaratıcı alanlarda çalışan insanlar, çeşitli kurum ve kuruluşların yararına sosyal sorumluluk projelerinde yer alıyor. "Probono" olarak adlandırılan bu çalışmalar, temeli birlikte çalışmaya, deneyim paylaşımına, verici olmaya ve destek sağlamaya dayanan yakın işbirliklerini destekliyor. Baksı Müzesi için oluşturulan Tılsım Projesi'nde yer alan tüm tasarımcılar, bu anlayışın Türkiye'deki belki de en etkin ve sistemli örneklerinden birini ortaya koymuş oldular.
Atilla Kuzu
Defne Koz
ANKA
RETİNA
Tasarım çıkış noktasını toplumlarda tılsım olarak
İplerle bir dairenin içine tutturulmuş retina,
adlandırılmış olgunun gerçek olup olmadığı
boşlukta yüzer biçimde düşünüldü. Tasarımı
tartışmasına dayandırıyor. Üründe ağırlık merkezi
boynunda, tam göğüs hizasının üstünde taşıyan
ile açıklanabilecek moment düzeneği yüklerin
kişi, bu alımlı göz bebeği ile geleneklerimizde yer
paylaşımını, yerçekimi kurallarına aykırı gibi
alan nazar boncuğunun çağdaş bir yorumuna
görünecek şekilde anlatıyor. Bu özelliğiyle obje,
sahip olacak.
yüzyıllardır varlığı yokluğu tanımlanamayan ve adeta bir efsane kabul edilen Anka kuşuna, düzeneği ile de tılsıma göndermede bulunuyor.
Demir Obuz PAGA Paga, üzerine umut ve dileklerin bağlandığı, tılsımını sizin vereceğiniz bir ağaç olarak tasarlandı. İkonografik tasarım, kullanıcının kendi estetiğini kendisinin yaratmasına imkan verecek biçimde katılımcılık unsuru da içeriyor.
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 28
GÜNCEL
PROJE SÜRECİ
Proje, davetli tasarımcıların bir araya gelerek buluşması ile resmi olarak başlamış oldu. Tasarımcılarla birlikte bir buluşma / tanışma toplantısı organize edildi. Tüm tasarımcıların eksiksiz olarak katıldığı ve 3 saat süren bu toplantıda Koçan, Baksı'nın tarihinden müzenin kuruluş hikayesine kadar geniş bir açıdan, anlatım ve sunum gerçekleştirdi. Projenin teması olan "Tılsım" kavramı, Koçan'ın çocukluk anılarından günümüze kadar uzanan bir biçimde samimi bir sohbet ortamında anlatıldı; proje ile ilgili sorular cevaplandı, görüşler dinlendi. Tasarımcılar, bu toplantıyı takip eden haftalarda, verilen tanımlara uygun eskiz veya proje dosyalarını ilettiler. Bunların detaylı bir sunumu müzeye ulaştırıldı. Proje hakkındaki ara değerlendirme, tasarımcılardan gelen konsept projelerin proje koordinatörü ve vakıf içinde kurulan komisyon tarafından değerlendirmesini takiben gerçekleştirildi. Sunulan seçenekler
arasından uygun bulunan seçimler, tasarımcılarla birebir görüşmeler eşliğinde belirlendi. Kimi eskiz aşamasında kimi ise üretime hazır halde sunulan ürünlerin büyük bir kısmı için teknik detaylar, malzeme tercihleri ve üretim çizimleri, her bir tasarımcı ile birebir görüşmeler eşliğinde belirlendi ve prototip aşamasına geçildi. Prototip aşamasında, her tasarım projesinde rastlanabileceği gibi, çeşitli malzeme ve üretim kalitesi sorunları ile yüzleşildi; her bir problem, tasarımcılar ve imalatçılar arasında gidip gelen bir iletişim süreci ile tek tek çözülerek karara bağlandı. Ürünlerin bazıları da tasarımcıların kendi atölyelerinde, kendi kontrollerinde imal edildi. Tasarımcılarla görüşmeler devam ederken paralel olarak projenin bütçesi ortaya çıktı ve gerek fon arayışları gerekse üretim adetleri için bütçe kontrollü olarak ilerleme sağlandı.
Projenin tasarım tescil bedelleri için Ankara Patent Ofisi ve Türk Patent Enstitüsü'ne sunum yapıldı ve destek istendi. Projenin kurumsal kimlik ve ambalaj tasarımları hazırlandı. Prototipler üzerinden tasarımcılarından onay alınan tasarımlar, müze tarafından belirlenen adetler dahilinde üretime girdi. Böylece Baksı Müzesi'ne özgü tasarımlar, kolektif bir çalışmanın sonucunda gerçekleştirilmiş oldu. "Tılsım" projesinin yönetmeni olarak ekibim ile proje üzerinde sekiz aydan fazla süren yoğun bir çalışma sürdürdük. Bu proje ile Baksı Müzesi'ne daha çok tasarım kavramını taşımayı hedefledik. Daha önce gerçekleştirilmiş pek çok tasarım odaklı projenin yer aldığı bu kuruluşta, bu kez müze dükkanına odaklandık. Günümüzde müze dükkanları çoğunlukla promosyon ağırlıklı ürünlerin tekelinde. Her yerde aynı tasarımcıların benzer işlerini görmek mümkün; o müzeye ait kılınmış, oradan esinlenmiş çok az ürün var ne
yazık ki. Biz ise Hüsamettin Koçan'ın da yüreklendirmesi ile belirli bir kavramsal çerçevede, davetli tasarımcılarla tamamen bu müzeye, bu coğrafyaya özgün ürün tasarımları yaratmak istedik. Buradan hareketle, yerel ve global başka müze dükkanlarını da besleyebilecek bir koleksiyon oluşturduğumuza inanıyorum. Bu eşsiz yeri ziyarete gelenler, ufak ama tasarımcı eli değmiş özgün bir objeyi, bir anıyı kendi yanlarında götürebilecekler. Proje sayesinde herkesin iyi duygular ve pozitif bir işbirliği kazandığına inanıyorum; bu nedenle de çok mutluyum. Ben her zamanki gibi bir araya getiren ve koordine eden rolünü üstlendim. Şimdiki hayalimiz; bahar aylarında, tasarımcı grubumuz ile Baksı Müzesi’nin o eşsiz ortamını ziyaret etmek ve ürünlerimizi müze dükkanında gün gözü ile görebilmek.
Pirgi’de “Sgraffito”
Alman mimar ve tarihçi, yazar ve kuramcı Gottfried Semper (1803-1879), on dokuzuncu yüzyılın ortalarında şuna dikkat çekmiştir: O güne kadarki tüm sanat tarihi yazınında, giysilerin mimari stilleri belirleyip belirlemediğine dair, ciddi herhangi bir çalışma yapılmamıştır ve bu “inanılır gibi değildir.”2 Süslemenin bir yandan tarihsel anlamlarını, diğer yandan bugün kazandığı yeni anlamları düşünürken çatışmalarla dolu geçmişi kat ederiz –söylemlerin mücadele alanını. Gottfried Semper’in giydirme ve kaplama ilkesi, dilimize henüz çevrilmemiş anıtsal eseri Stil’in bir bölümünde geniş biçimde ele alınmakta. Semper, mimarlıkta kullanılan çoğu dekoratif sembolün köklerinin dokuma sanatında mevcut olduğunu, Helen sanatında giydirme ve kaplama ilkesinin bütün eski ve geleneksel formal unsurlara baskın çıktığını; o kadar ki, bu ilkenin Helen sanatının öncellerinde vurgulandığını ve Yunan sanatında bunların kaybolmak şöyle dursun, bilakis sanatın ruhunu belirlediğini ifade eder. Semper bu rolü, strüktürelteknik boyutta değil, strüktürel-sembolik boyutta anlamlandırır; bu ayrım onun kuramsal yaklaşımının vazgeçilmez unsurudur.3
fotoğraflar: Levent Şentürk
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 30
DÖNME DOLAP
-Türkan Ulusu Uraz için-
LEVENT ŞENTÜRK
Bu mekansal yapıyı ayakta tutmaya, güvenli hale getirmeye, taşımaya yarayan strüktür ne mekanla ne de mekanın bölünmesiyle doğrudan ilgisi olan bir gereklilikti. İlkel mimari düşünceye yabancıydı ve başlangıçta biçim tanımlayan bir unsur değildi. Pişmemiş tuğladan, taştan ya da başka her tür malzemeden yapılma duvarlar için de aynısı geçerlidir; ki bu malzemelerin, doğaları gereği ve kullanımları itibariyle, mekan kavramıyla kesinlikle ilgileri yoktur. Korunma ve savunmaya, binadaki kalıcılığı sağlama almaya ya da üzerinde yer alan mekansal yapıya temel ve destek olma amacına hizmet ediyorlardı, stokları ve diğer yükleri taşımak için yapılmışlardı; kısacası, mekansal çevrilmişlik fikriyle ilgileri yoktu. Şurası çok önemli, bu bağlamda, bu ikincil (hem motive eden unsur hem de tekrar eden unsur anlamında) ‘motiv’lerin mevcut olmadığı yerlerde, özellikle güneydeki ve sıcak ülkeler başta olmak üzere her yerde, özgül antik mekansal bölücü olma işlevini bariz şekilde yerine getirirler; katı duvarlar, gerekli oldukları yerlerde bile mekan fikrinin hakiki temsilcisi haline gelmeyip sadece içeride ve görünmez bir yapı olarak kalırlar: yani az ya da çok yapay yollarla örülmüş ve tekstil duvarlardır. Burada bir kez daha, sanatın en erken dönemindeki tarihine fonetik dilin eşlik ettiği olgusu öne çıkar. Bu fonetik dil, ilkellikleri içinde biçimlerin dilinin sembollerini somutlamakta ve onlara verilen anlamın özgünlüğünü doğrulamaktadır. Bütün Germanik dillerde Wand (Duvar) kelimesi Gewand (Giysi) ile aynı kökten ve basit anlamdan gelir, doğrudan görünür mekansal kapalılığın eski kökenini ve tipini belirtir. Gottfried Semper.1 ss. 254-255
Semper’i ve onun aykırı teorisini bir kenara bırakıp, süslemenin geçmişine dönelim. Mimarlıkta süsleme konusunu kapsayıcı bir tarihsel yaklaşımla ele alan Deniz Balık,4 kavramın dönüşümünün uğraklarını şöyle betimlemiştir: Etimolojik olarak süsleme, Antik Yunan’da kozmos ile bağlantılıdır; kozmos, çatışmalı dünyevi unsurları birleştirerek düzen yaratandır. Düzen ve süsleme arasındaki görünmez bağı burada buluruz: ‘Order’ ve ‘ornament’in ortak kökü ‘ordo’dur. Diğer yandan, giyinme, süsleme ve güzelleştirme anlamındaki Kozmetike’de, asli düzen unsuru kozmos’tan bir parça vardır. Balık, yirminci yüzyıl düşünürü Claude Levi-Strauss’ta süslemenin maskelere ve stillere bağlandığını hatırlatır.5 Balık, on yedinci yüzyılda kaleme alınmış bir eseri, süsleme konusunda kırılma noktası olarak değerlendirir. Mimarlıkta güzelliğin kozmos ve ilahi düzen yerine geçen süslemeden değil, pratik kullanım ve fiziki tüketim nesnesi olan eşyadan geldiği ilkesi, Henry Wotton’ın aydınlanmacı eseri Elements of Architecture (1624) kitabıyla somutlaşır. Bir başka çıkış noktası, Marc Antoine Laugier’nin Mimarlık Üzerine (1753) adlı çalışmasıdır; on sekizinci yüzyılda Batı düşüncesinde süsleme/strüktür fayının derinleşmesine neden olan, strüktür-merkezciliğin ana akıma yerleştiği kuramsal yaklaşımın eserlerindendir.6 Balık’a göre, Kant’ın Yargı Gücünün Eleştirisi’nde süslemeyi dışsal ve yararsız unsur olarak belirlemesi, on sekizinci yüzyılda mimaride doğruluğun, iyiliğin ve güzelliğin süslemeyle bağı bulunduğuna dair inancın çökmesinde rol oynamıştır.7 Yazar, on dokuzuncu yüzyılın sonunda kaleme alınan, Alois Riegl’in 1893 tarihli Stil’in Problemleri: Süslemenin Tarihi için Temeller adlı yapıtını, eleştirel uğraklardan biri olarak anar. Süsleme meselesinin en güncel dönemecinde mimarlık teorilerinde ve pratiklerinde karşılaşılan,
DÖNME DOLAP
Yunanistan’ın Sakız Adası’nın ortaçağ yerleşmelerinden Pirgi’yi tüm bu uzlaşmaz süsleme kavramlaştırmaları arasında nasıl ele alabiliriz? Pirgi, Güney’deki sakız üreten diğer köyler gibi, adanın mimarlık mirasında eşsiz bir yere sahip. Pirgi’deki onlarca yapının sokak cephelerini, dünyada başka hiçbir yerde rastlanmayan sgraffito’lar süslüyor. Bu, bir tür sıva kazıma tekniği. İtalyanca’da “graffiare” kazımak anlamına gelir. “Gráphein” kelimenin Yunanca köküdür ve yazmak anlamındadır. (Buradan “grafiti”ye olan mesafe artık bir adımdır.) Fresk tekniğinde olduğu gibi ıslak uygulanır. Burada boya yerine sıva kullanılır; kireçle beyaz renk verilir; gri renk çimentonun rengidir, koyulaştırmak için ek agregalar kullanılır. Binada sgraffito yapılacak yüzeye üst üste sıva katmanları uygulanır ve sonra da geometrik
desenler işlemek için yüzey kazınır. Bu yüksek ve nitelikli emek isteyen bir zanaattır; hem yavaş ilerlediği için kısım kısım yapılır hem de pahalıdır. Pirgi sgraffito’ları o kadar nevi şahsına münhasır, o kadar endemiktir ki adada başka yerlerde bile neredeyse hiç rastlanmaz. Sözgelimi birkaç kilometre mesafedeki Olimpi’de bile sadece birkaç bina bu şekilde bezelidir. Pirgi sgraffito’ları, Türkiye’de 1940’lardan sonra tekil konut mimarisinde çok yaygın olarak gördüğümüz taraklı mozaik cephe işçiliğine hiç benzemez. Islak uygulanması, mozaik sıvaya göre çok daha ince bir sıvayla yapılması teknik farklılığı, geometrik desenlerin gerek ölçek ve ayrıntı düzeyi, gerek karmaşıklığı ve tasarımı bakımından kıyas kabul etmez yaratıcılığı, fikri farklılığı teşkil eder. Pirgi’de dar, labirentimsi, abbaralı ortaçağ sokaklarında ardışık binalarda onlarca farklı türde geometrik desen kalıbıyla karşılaşmak süslemenin kozmik niteliğini ön plana çıkarır. Turistlerin büyük bölümü için sadece süs olsa da, mimarlar için yakından bakıldıkça büyüyen geometrik bir evrendir. Pirgi, Yunanistan’da mimarlık atölyesi öğrencilerinin uğrak yerlerinden. Sınırları belirsiz, yenilenen, tekrar etmeyen, yayılmasını sürdüren, kendi kendini icat eden bu yüzeylerin kurduğu yeni mekansallığı adlandırmak da, konumlandırmak da kolay değildir.
retoriği içindeki kavramlarla yadsınmaz bağlar kurar. Turistik yozlaşmaya ve kiçleştirmeye direnen, zeka dolu, oyuncul, kıvrak ve mağrur bir yanı var Pirgi sgraffito’larının. Notlar 1 Gottfried Semper. 2010. Style in the Technical and Tectonic Arts or Practical Aesthetics. The Textile Art. Considered in Itself and in Relation to Architecture (excerpt) C. On the Manner in Which Style Becomes Specialized and Developed in the Dressing (Bekleidung) in Different Nations Throughout the Course of Cultural History. ß. The Principle of Dressing Has Greatly Influenced Style in Architecture and in the Other Arts in All Periods and in All Nations. Içinde: Gottfried Semper. 2010. The Four Elements of Architecture and Other Writings. Çev. Harry Francis Mallgrave, Wolfgang Herrmann. UK: Cambridge University Press, s. 254-255. 2 A. e., s. 247. 3 A. e., ss. 247-249. 4 Deniz Balık. 2014. Deciphering Ornament, Dissecting “Big”: The Return of Ornament in Contemporary Architectural Theory and Practice. Danışman: Açalya Allmer. Dokuz Eylül Üniversitesi FBE, Yayınlanmamış Doktora Tezi. 5 A. g. e., s. 22. 6 A. g. e., s. 29. 7 A. g. e., s. 31. Kaynakça Deniz Balık. 2014. Deciphering Ornament, Dissecting “Big”: The Return of Ornament in Contemporary Architectural Theory and
Pirgi örneği, bir yanıyla bütünüyle gelenekseldir: İki boyutlu, tekrara dayalı, emek yoğun ve anonimdir. Diğer taraftan, kendini yinelemek yerine başkalaşması, oluşumunu sürdürmesi, rizomlaşması, içbükey ve dışbükey yüzeylerde topolojisini kurmayı sürdürmesi bakımından, güncel dijital süsleme mimarisinin
Practice. Danışman: Açalya Allmer. Dokuz Eylül Üniversitesi FBE, Doktora Tezi. Gottfried Semper. 2010. Style in the Technical and Tectonic Arts or Practical Aesthetics. İçinde: Gottfried Semper. 2010. The Four Elements of Architecture and Other Writings. Çev. Harry Francis Mallgrave, Wolfgang Herrmann. UK: Cambridge University Press.
31 XXI - ARALIK 15 / OCAK 16
yepyeni bir sözdağarıdır. Morfoloji, oluş, deformasyon, distorsiyon, evrim, formasyon/ biçimleşme, mutasyon, yaratılma, dönüşüm gibi kavramlar bunlardan sadece birkaçıdır. Pikselleşme, gözeneklilik, fraktal, algoritma, parametrik, dijital, virtüel, her zamanki gibi, mimarlığın “öz malı” olmayan, başka alanlardan devşirilip mimarlık alanı içinde tekrardan özgülleşen terim ve kavramlardır. Güncel mimarlıkta süslemeyi deneysel biçimde tasarım pratiğine dahil eden eğilimler, kodlu süsleme, dinamik süsleme, dijital Nouveau, çağdaş süsleme, yeni süsleme ve “ornametri” gibi adlarla anılır. Tüm bu yeni yönelimlerin temelinde yatan şey, yazara göre yüzey, bağlam, biçim ve yapı kavramlarının birbirinden ayrılmaz, tekil bir hale gelmesidir. Ayrıca güncel yapılar, kent ölçeğinde birer süsleme haline gelerek daha önce taşımadıkları anlamlar da kazanır.
Bir Asır Sonra Hala Güncel: Konut Sorunu
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 32
GÜNCEL
BERLIN’DE 23 EKIM-14 KASIM TARIHLERINDE DÜZENLENEN “WOHNUNGSFRAGE” ETKINLIĞI, KONUT SORUNUNA KÜRESEL BOYUTTA BAKIYOR. ESER EPÖZDEMIR, GÖZLEMLERINI VE NIKOLAUS HIRSCH ILE GERÇEKLEŞTIRDIĞI SÖYLEŞIYI PAYLAŞIYOR.
Eser Epözdemir Berlin’in en köklü kültür merkezlerinden Haus Der Kulturen Der Welt, “Hundred Years of Now” başlığı altında, 2018 yılına kadar, sosyopolitik sorgulamaları odağına alan etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Bu vesileyle HKW, 23 Ekim - 14 Kasım tarihleri arasında “Wohnungsfrage” başlığı altında, konut odaklı bir dizi etkinliğe de ev sahipliği yaptı. Amerika’nın Almanya’ya hediyesi olan HKW yapısının mimarı Hugh Stubbins Jr. Berlinlilerin Schwangere Auster (gebe istiridye) olarak bildiği bina, Tiergarden’de eski Berlin Duvarı’nın geçtiği hattın birkaç adım ötesinde ve yeni parlamento binası Şansölyelik Ofisi ile komşu konumda yer alır. (Konut sorununu derinlemesine inceleyen etkinliğin açılış günü Şansölyelik Ofisi’ni ziyarete gelen İsrail Cumhurbaşkanı binadan ayrılırken yaya ve araç trafiğine kapatılan sokaklar da bir garip tesadüf olarak kayıtlara geçmiş bulundu.) Wohnungsfrage ya da Türkçesiyle “Konut Sorunu”, Friedrich Engels’in 19. yüzyıl sonunda yazdığı aynı isimli
metinden yola çıkıyor (F. Engels, The Housing Question, Progress Publishers, Moscow 1872; Güneş Özdural çevirisiyle, Sol Yayınları, 1977). Aradan geçen yüzyıla rağmen konunun hayati bir sorun olarak güncelliğini koruması, HKW’yi etkinliği düzenlemeye iten ana nedenler arasında yer alıyor. Wohnungsfrage, birçok eşlikçinin desteği ile dört küratörün elinden çıkmış: Jesko Fezer, Wilfried Kuehn, Hila Peleg ve Nikolaus Hirsch. Sergi, akademi, konferans ve basılı yayınlar olmak üzere dört ana bölümden oluşan Wohnungsfrage etkinlikleri, konut meselesine bütüncül bir alternatif bakış sunuyor. Wohnungsfrage Academy başlığı altında, 22-28 Ekim 2015 tarihleri arasında sosyolog, antropolog, sanatçı, mimarlık tarihi uzmanı gibi profesyonellerin davet edildiği disiplinlerarası akademik bölüm ise bana kalırsa, tüm etkinliğin en can alıcı kısmını oluşturdu. 16 konuşmacı ve 60 katılımcıyla gerçekleşen alan gezileri, konferans ve atölyeleri içeren bu bölüm oldukça zengin bir programa sahipti. Belki burada, Akademi’de yer alan birkaç
isme değinmek gerekiyor; David Madden (LSE Sosyoloji Bölümü), Abdulmaliq Simone (Max Planck Enstitüsü Dini ve Etnik Çeşitlilik Araştırmaları; Göttingen/ Goldsmiths University of London), bir önceki İstanbul Bienali’nden de hatırladığımız Andrea Phlipps (PARSE Professor of Art, Valand Academy, University of Gothenburg), Sandi Hilal (DAAR Decolonizing Architecture Art Residency; Beit Sahour, Palestine). Akademi içerisinde; Thordis Arrhenius, Jean Philippe Vassal, Reinier de Graaf’ın yer aldığı, kamuya açık dersler vermek üzere gerçekleşen ünlüler geçidini de es geçmemek gerekir. Akademi; Frankfurt mimarlık camiasından, daha önce Türkiye’de de çalışmalar gerçekleştirmiş, serginin de eş küratörlerinden mimar Nikolaus Hirsch ile New York Buell Center Columbia Universitesi’nden Reinhold Martin’un ortak çalışması. Akademi katılımcılarından Filistin kökenli araştırmacı mimar Sandi Hilal, altı kalınca çizilmesi gereken isimdi bana kalırsa. DAAR’ın kurucularından olan Hilal, konferans ve bienallere iştirak etmenin yanı sıra birçok işi birlikte
yürüttüğü Alessandro Petti ile Architecture After Revolution (Sternberg, Berlin 2014) isimli bir kitaba da imza atmış. Hilal, konferans ve atölye çalışmalarında; mülteci kamplarındaki durumdan, kamplarda hayatı müşterekleri anlayarak yürütebilme üzere ürettikleri müthiş çalışma Campus in Camps’tan derinlemesine söz etti (http://www.campusincamps.ps/). Hatta geçtiğimiz aylarda bu vesileyle Mardin Üniversitesi’ne David Harvey’in de katıldığı bir ziyaret gerçekleştirmişti. Sandi Hilal ve Jean Philippe Vassal’ın konuşmaları, batı ve doğunun mimarlığa bakışına dair bir karşılaşma niteliğindeydi. Vassal “Küçük konutları daha etkili kullanma ve konutta lüks içerik” konulu sunumunu yaparken “barınma hakkı” üzerine konuşan ve mülteci kamplarında konut / kamp ikilemine kafa yoran Hilal’in konuşmaları ve çalışmaları, hangi coğrafyalarda neyin mücadelesinin verildiğini bir kere daha sorgulatıyor insana. Serginin, Aralık ortasına kadar çeşitli alan gezileri de içeren etkinliklerle sürdüğünü ekleyerek yazının geri kalanını Nikolaus Hircsh’le yaptığımız röportaja ayırıyorum.
karşı sayfada Assemble Studios'un Berlin'in bir mahallesi için yaptığı çalışmadan çizim. Çizim: © Assemble Studios, 2015 bu sayfada Martha Rosler'in Times Meydanı'ndaki devasa reklam panosuna işli Housing Is a Human Right, çalışması, New York, 1989 arka sayfada 24 Ekim'deki açılış etkinliğinde Nikolaus Hirsch'ün If You Lived Here… ve Greenpoint Project sergilerini yapan Martha Rosler ile tele-konferansı. Fotoğraf: © Laura Fiorio
Nıkolaus Hırsch: Konut sorunu çok karmaşık ve küresel bir sorun. İstanbul, Berlin, San Paolo ya da Delhi’de de geçerli. Şunu söylemeliyim, bu tam olarak ne bir klasik sanat sergisi ne de bir mimari sergi sayılır. Klasik sorunlara farklı bakışlar sunmaya çalıştık, süreç boyunca bir sürü kişiyle iletişimdeydik, zincirin sonunda da kullanıcılar vardı. Eser Epözdemir: Özellikle sergiden bahsederken “bire bir” modellerden bahsettiniz, hep altını çizerek. nh: Evet, küratöryel strateji açısından ilk önemli nokta, tüm farklı ilgilileri konunun içine sokmaktı; kullanıcılar, ekonomistler, araştırmacılar, mimarlar, sanatçılar vs. İkincisi de dediğiniz gibi “bire bir” modeller ki bu aslında karmaşık bir vaat ve kültürel bir enstitü içinde, gerçek hayatta olanı bire bir olarak gösteremiyorsun. Bu anlamda bire bir demek, sergi kullanıcılarının deneyimleyebilecekleri bir alan da yaratmak demek. Ve sadece işin profesyonelleri için değil; tüm izleyiciler için ürettiğimiz bir sergi. Bugün MOMA'da bir mimari sergi izlerken küçük mekanlarda maketlerle ya da küçük
çizimlerle karşılaşıyorsunuz. Modernizmi, geleneğe de referans vererek Le Corbusier ve Mies van der Rohe ile örnekleyebilirim; onlar, konut sorununu bir adım öteye götüren tartışmaları, sergilerde bire bir modeller üreterek yaptılar. Le Corbusier, 1925'teki ünlü Pavillon de l'Esprit Nouveau’da ya da Mies van der Rohe, 1931’de, Berlin'de kurduğu fuarvari sergide, birçok prototipe yer verdi. Bunlar bizim için ilham verici işlerdi. HKW’nin sahip olduğu geniş alansa bize dört prototip üretme şansı verdi. Temel sorulardan biri "Müşteri kimdir ve zaman içinde nasıl değişiyor?" Sonuçta, sektör odaklı işleyen bir sistemin içerisindeyiz. "Bir evin, hesap ya da yatırım gibi düşünülmediği değerler nasıl üretilir, insanların içinde yaşadığı yerler olarak kabul edildiğinde evi sergiye nasıl katabiliriz?" diye düşünerek sergiye farklı oyuncularla birlikte baktık ve konuyla gerçekten ilişkili olan aktörleri işin içine dahil ettik. Mesela, Berlin’de mutenalaştırmanın epey yüksek olduğu bölgelerden birinde, neredeyse hepsi 70 yaş üstü vatandaşlardan oluşan işgal ettikleri evlerde yaşayanları, Londralı mimar grubu Assemble Studios ile bir
araya getirdik. Assemble, mekanın bir yarısını bildiğimiz anlamda mutfağı banyosu olan iki odalı bir daire, diğer yarısını da yaşlı bir kişinin tıbbi yardıma ihtiyaç duyduğunda yaşayabileceği şekilde kullanılabilecek ya da atölyeler gerçekleştirilebilecek bir alan gibi tasarladı. Bu, mekanın nasıl bölüştürülebileceğine dair deneysel bir projeydi ve konut dediğimizde içerisinde yaşayanların biyografilerinin çeşitliliği ve önemine de işaret ediyordu.
nh: Evet, gecekondu. Bu, birkaç sene önce katıldığım İstanbul’daki bir projeye de referans veriyor. Proje, Salt'ın desteğiyle ve Vasıf Kortun’un katkılarıyla Gülsuyu ve Gülensu mahallelerinde gerçekleşmişti; biliyorsunuz buralar, tipik gecekondu mahalleleri. Bizim Kreuzberg’de gecekondu diye isimlendirdiğimiz yapı, bir gecede inşa edilmediği için kelimenin tam karşılığı değil ama tabi ki onun içerdiği anlama gönderme yapıyor.
Bir başka örnek ise Kottbusser Tor, Kreuzberg'deki Kotti&Co ki orada bildiğiniz üzere yoğun bir Türk yerleşimi var. Burası Berlin’de konut fiyatı değişiminin en hızlı yaşandığı yer. Buradaki mücadele de mutenalaştırma ve artan kiralara karşı. "Artan kiraları nasıl karşılayacaklar, sorunun üstesinden nasıl gelinecek?" diye çok büyük tartışmalar oldu. Sosyal alanlarını da etkileyen bir problemle de karşı karşıyalar sonuçta, durum sokaklarda politik bir kampanyaya dönüştü; insanlar hep birlikte yaşadıkları yerde kalma haklarını savundular. Wohnungsfrage için San Diego’dan mimar Teddy Cruz’la birlikte çalıştılar, sadece politik bir iş olarak değil; günlük sosyalleşmelerin de yaşanabileceği bir alan ürettiler.
Kreuzberg’e ikinci bir örnek yapmak niyetindeyiz ama Almanya’da hukuki sorunlara takılıyoruz, sokağın ortasına inşa edemiyorsunuz istediğiniz şeyi.
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 34
GÜNCEL
ee: Ve işin ismi doğrudan Türkçeden alıntı: "gecekondu".
Gecekondu’nun bir diğer örneği, Tijuana (Meksika), San Diego (Amerika) sınırında olacak. Tabi ki oradaki durum, Berlin’de yaşayan Türkiyeli vatandaşların durumundan biraz farklı; ama aynı şekilde, şiddetli bir göçmen sorunu söz konusu. San Diego bir sınır şehri ve burada da benzer politik mücadeleler ve değişimler olduğunun altını çizmemiz gerek. ee: Konut sorunundan bahsederken evsizlikten de söz etmeliyiz sanıyorum, mesela Macaristan’ın son zamanlarda ürettiği korkunç evsizler politikasını düşünürsek evsizlik meselesini, konut sorununda nasıl bir yere koyabiliriz?
nh: Bununla ilgili tarihi referanslar var sergide, Martha Rosler’ın işini buna örnek verebiliriz. Aslına bakarsanız, Rosler bir şekilde serginin mantığını tersyüz eden ilk sanatçılardan biri. Bunu da 1989 yılında, efsanevi “If You Live Here...” sergisi ile yaptı. Rosler, iyi bir sanatçı ve sanatçı olmanın, sergi yapmanın olanaklarını ve kamusal gücünü, o dönemde New York'taki konut sorunu üzerinden işledi. Kent o zamanlar bugünkü gibi mutenalaşmış, multimilyonerlerin olduğu bir şehirden ziyade, yaşayanların çeşitlilik gösterdiği bir yerdi. Tabi çok da evsiz vardı. Ve o sergi sanatçıları, evsizleri, mimarları ve girişimcileri bir araya getirerek onların evsizlik üzerine konuşacakları bir zemin haline geldi. Bizim için önemli bir referans, Wohnungsfrage’de orada gösterilen videolardan oluşan bir seçkiyi de sunuyoruz. Evsizlik çok büyük bir sorun ve bir sergiyle her şeyi değiştirebileceğimizi düşünmüyoruz; bu çılgınca olurdu. Etkinlik boyunca irdelediğimiz, bu konunun aldığı haller ve sorunun değişmez olduğu fakat aktörlerinin çok farklılık gösterdiği gerçeğiydi. Mimarlık tarihçisi Andrew Herscher konuşmasında konut ve kamp zıtlığına değindi. İşçiler ya da mülteciler için biri geçici, diğeri kalıcı olmak üzere tasarlanan bu yapılar, oldukça benzer noktalara sahipler.
ee: Wohnungsfrage Academy etkinlikleri dahilinde, farklı dönem ve mimari özellikleri referans alan geziler de düzenlendi. Bunlardan biri Bruno Taut’un 1920’lerin başında inşa ettiği, şehrin biraz dışında yer alan, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde de bulunan at nalı biçimindeki sosyal konut alanı Hufeisensiedlung'aydı. Geçtiğimiz yüzyılın başında inşa edilmiş bu sosyal konutlara beş dakikalık mesafede ise Almanya'nın son dönemde inşa ettiği mülteci kampları var. Bu nasıl bir tesadüf ya da bu bir tesadüf mü? nh: Tesadüf denebilir ama her tesadüf, güncel gerçeklikler içerisinde bir şeye işaret eder. Şunu göz önünde bulundurmalıyız: 1920’lerde, Taut, bu yeri inşa ederken dünya ne durumdaydı: büyük bir işsizlik, aşırı enflasyon, ekonomik kriz, fakirlik, savaş vardı. Bugün biz, konut sorununu göz ardı ediyoruz. Bu soruna eklenen sadece mülteci krizi de değil; pazarın kendisi de bir gerginlik unsuru olarak var oluyor. Ödenemeyen kiralar, mutenalaştırma ve büyük mülteci akımı ile ortaya çıkan durum, Almanya için son 20 yıldır hiç gündeme gelmeyen sosyal konut konusunu tekrar gündeme getirdi. O zaman ihtiyaç da yoktu; ama şimdi durum farklı ve bazı politikacıların gündeminde bu konu özel olarak yer alıyor. Aradıkları ise uygun bir çözüm... Bilgi: www.hkw.de/en/programm/projekte/2015/ wohnungsfrage/wohnungsfrage_start.php
Kırsalın Geri Kazanımı ÇIN'DE KIRSALDAN KENTE GÖÇ NEDENIYLE HALKINI KAYBEDEN KIRSAL YERLEŞIMLERIN GERI KAZANIMI IÇIN MIMARI ÜRETIMLER GERÇEKLEŞTIREN RURAL URBAN FRAMEWORK (RUF) EKIBI, HAYATA GEÇIRDIĞI SÜRDÜRÜLEBILIR NITELIKLI PROJELERIYLE CURRY STONE TASARIM ÖDÜLÜ'NÜ KAZANDI. Güzin Öztok Kar amacı gütmeyen bir kuruluş olan RUF, Hong Kong Üniversitesi profesörleri Joshua Bolchover ve John Lin tarafından 2006 yılında Çin'de göç yüzünden halkını kaybeden kırsal yerleşimleri stabilize etmek, geri kazanmak ve yeniden inşa etmek üzere kuruldu.
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 36
GÜNCEL
RUF ekibinin araştırmasına göre 1980'lerde Çin'de nüfusun yaklaşık yüzde sekseninin kırsal yerleşimlerde yaşadığı kaydediliyor; bugünse nüfusun yarısından fazlası şehirde yaşıyor. 2005 yılında Çin Hükümeti kırsalda yaşayan 700 milyonluk nüfusun yarısının 2030 yılına kadar şehirlileştirilmesi planını duyurdu. Bu planın ardından başlayan göçler ve kırsaldaki değişim nedeniyle kurulan RUF, eş zamanlı olarak farklı köylerde projeler geliştiriyor. Tasarlanan projeler arasında okul, kamusal merkez, hastane, köy evi, köprü gibi tipolojiler yer alıyor. Ekip, farklı köylerle ve diğer organizasyonlarla etkileşim kuran bir yapıda olmasıyla sosyal, ekonomik, politik süreçleri ve fiziksel dönüşümleri araştırıyor. Curry Stone Tasarım Ödülü başkanı, RUF’un üretimlerinin, mimarlığın toplum ve çevre arasındaki diyaloğu kurmasında ve değişen ihtiyaçlara cevap verebilen strüktürlerin inşasının geliştirilmesinde önemli bir örnek olduğunu belirtiyor. RUF, bu bağlamda boşalan köyleri ve zayıf bir şekilde gelişen kent çeperlerini yeniden geri kazanmayı hedefliyor.
MULAN İLKOKULU
Çin’in Guangdong vilayetinde yer alan ilkokula altı sınıflık ek bir yapının inşa edilmesini içeren proje, birbirine bağlanan açık alanların yeniden düzenlenmesi şeklinde tasarlanmış. Okul bahçesi de genişletilerek daha fazla oyun alanı yaratılmış. Bahçe zemininden çatıya kadar yükselen basamaklar da eklenerek açık hava sınıfı ve daha fazla kamusal alan tasarlanmış. Basamaklar arasındaki mikro avlulara bağlanan geçişlerle okul kütüphanesine ve sınıflara ulaşılıyor. proje başlama-bitiş tarihi: 2010-2012 proje alanı: 500 m2
JINTAI KÖYÜ YENIDEN İNŞASI
Sosyal ve çevresel bağlamda sürdürülebilir bir prototip olarak tasarlanan proje, deprem sonrasında yeniden inşa edilen bir köyü kapsıyor. Proje, devlet ve kar amacı gütmeyen kurumlar tarafından desteklenmiş. Yerel malzemelerin farklı bir yöntemle nasıl kullanılabileceğini köy halkına tarif eden projedeki evler yeşil çatıya sahip. Bunun yanı sıra domuz ve tavukların beslenmesi için de alan tasarlayan ekip, modern bir kırsal yaşam kurmaya çalışmış. proje başlama-bitiş tarihi: 2012-2014 proje alanı: 4000 m2
fotoğraflar: Rural Urban Framework
TAIPING KÖPRÜSÜ YENILEME PROJESI
Proje, tarihi bir köprünün korunarak güncel bir tasarımla yeniden ele alınma sürecini içeriyor. 300 yıllık köprü, iki yıllık bir süreçte yenilenmiş. Projede yerel bir zanaat olarak uzun yıllardan beri süregelen taş işçiliği, ön dökümlü betonla birlikte kullanılmış. Köprünün yüzeyinde kullanılan taşlar yerel endüstri tarafından üretilmiş ve köprüye özgü ürettikleri parçalar sayesinde köprü üzerinde bitki kasaları ve oturma alanları yaratılmış.
GÜNCEL
proje başlama-bitiş tarihi: 2007-2009 proje alanı: 200 m2
37 XXI - ARALIK 15 / OCAK 16
SHIJIA KÖYÜ'NÜN EV PROTOTIPI
Sıkıştırılmış topraktan inşa edilen evler için bir prototip sunan proje, geleneksel ev tiplerinin kırsaldan kente göç yüzünden kaybolması nedeniyle jenerik ev inşaatlarına karşı duran bir öneri olarak geliştirilmiş. Modern bir tasarımı kırsalın geleneksel yaşamıyla buluşturmayı hedefleyen proje, Çin'in geleneksel avlulu evlerine farklı bir yaklaşım sunmayı amaçlamış. Prototipe entegre edilen sıkıştırılmış toprak, biyogaz, yağmur suyu depolama ve saz yatağı filtre sistemi ile sürdürülebilir bir tasarıma gidilmiş. proje başlama-bitiş tarihi: 2009-2012 proje alanı: 380 m2
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 38
ANTALYA MİMARLIK BİENALİ
Topyekün Kriz Halinde Geleceği Düşünmek 3. Uluslararası Antalya Mimarlık Bienali, Tansel Korkmaz küratörlüğünde 5 Eylül - 10 Kasım tarihleri arasında "Geleceği Düşünmek" temasıyla gerçekleştirildi. Bienalin ortaya çıkış sürecini ve işlerin seçim sürecinde temanın rolünü ele aldığımız Tansel Korkmaz söyleşisine, sergilenen işlerden bir seçki eşlik ediyor. Aslıhan Demirtaş ve Ali Cindoruk, sergi tasarımının temayla ilişkisini ve sürecini anlatıyor. Hazırlayan: Hülya Ertaş
Hülya Ertaş: Öne attığın Geleceği Düşünmek temasını konuşmadan önce Antalya Mimarlık Bienali’ni konuşalım istiyorum. İstanbul, Ankara, İzmir gibi merkezlerden birinde de değil de bienalin Antalya’da gerçekleştiriliyor olması temanın belirlenmesinde etkili oldu mu? Tansel Korkmaz: Aslında temayı ben belirlemedim. Hafızam beni yanıltmıyorsa Aralık 2014’de Celal Abdi Güzer beni bilimsel komite toplantısına çağırmıştı ve ben de bir üye olarak gitmiştim. O sırada Mimarlar Odası’nın kaynak yetersizliği gibi birtakım malum sorunları olduğu için bienal sürecine devam edip etmemek konusunda uzun süre mütereddit kalmışlar ve sonuç olarak devam etme karar almışlar. Henüz küratör de belirlenmeden zannediyorum Abdi’nin önerisiyle “gelecek” temasına karar vermişlerdi. Toplantıda vakit çok dar olduğundan istisnai bir durum yaratıp küratörlüğü anonimleştirip kolektif yapmayı önerdim ama kabul görmedi; sonuçta biraz görev gibi oldu işi üstlenmek. Sonrasında ise destekçilerin ve bütçenin kesinleşeceği toplantıyı ancak yapabildik. Yetiştirmek mümkün olmadığı için bienali Nisan 2016’ya ertelemeyi önerdiysem de Kültür Bakanlığı’ndan destek alındığı için zamanında yapma zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Aslında zamanlama açısından imkansızdı ama ben Antalya’nın böyle bir işe soyunmasını çok önemsedim. Çünkü hem İstanbul’un dışında bir yerde olması önemli hem de Antalya’nın özgün bir peyzaj, tarihi miras, tarım gibi çeşitli zenginlikleri var; bienal aracılığı ile bir Akdeniz araştırmaları ağı kurulabilir; kısaca uluslararası bir etkinlik için İstanbul kadar cazip bir alternatif. Tabi bunların yanı sıra bir de Mimarlar Odası’nı hepimizin desteklemesi gerektiğine inanıyorum. Son olarak, bienallerin, tasarım haftalarının vs iyi kotarıldığı zaman herkesin rutinden çıkıp birlikte düşünmesi, tartışması için iyi bir fırsat olduğunu da düşünüyorum. Eğer mimarlık ortamımızın zenginleşmesini istiyorsak bunların çoğalmasını desteklemeliyiz. Hazır Antalya bir kez böyle bir işe soyunmuşken devam etsin diye düşünerek bu kadar zor bir zamanda bu riskli işi üstlendim. Bütün katılımcılara da çok minnettarım, çünkü herkes temaya uygun bir şekilde bu zor şartlar altında dayanışma içinde sürece katıldı; serginin yanı sıra atölyeler, paneller gerçekleştirdik. Gelecek için çok da umutlandım, hepimizin dayanışmaya hazır olması güzeldi.
Şimdiye kadar “gelecek” düşüncesine kapalıydım, hep “zaman dışı” olanın ne olduğuna dair bir ilgim vardı. Oysa farkındaysan son zamanlarda “gelecek” meselesini dert edinen bienallerin, atölyelerin, konferansların sayıları oldukça artmış durumda. Bu da benim için bunu düşünmek için bir fırsattı; o nedenle de gelecek temasını değiştirmeyi talep etmedim. he: Bülent Ecevit Kültür Merkezi’ndeki bienalin ana sergisine bakacak olursak oradaki işler bugünü ortaya koyan işlerdi. Gelecek öngörülerinden ziyade, bugünü tariflemek için yapılmış çalışmalar vardı sanki. tk: Aslında geleceğin bize bahşedilmiş bir yazgı olduğuna inanmaktan vazgeçtiğimizde, yani modern olduğumuz gün, yazgımızı elimizde tutmak bize fırsatlar sunduğu kadar endişeye de gark etti. Angst (endişe), modern insanı tanımlayan en önemli şeylerden biri. Belirlenmemiş olan gelecek hem umut vaat ediyor hem de endişe veriyor. Modern insanın, bu endişenin üstesinden geçmiş ve gelecek arasında bir bağ kurarak geldiğini düşünüyorum. Tamamen tesadüflerden oluşan geçmişimizi bir düzene koyarak, onu bu düzen aracılığıyla anlamla donatarak geleceğimize güvenle bakabiliyoruz. Fani hayatlarımızı anlamlandırmak geçmişle gelecek arasında bu köprüyü kurabilmekle mümkün oluyor, böylece geleceğe umutla bakabiliyoruz. Bunlar istikrar ortamlarında işe yarıyor ancak ne zaman ki kriz çıkıp da geleceğin geçmiş gibi olmayacağı belli oluyor, işte o zaman yeniden bir endişe ortaya çıkıyor. Bienalin kavramsal çerçevesi de içinde yaşadığımız küresel krizin tetiklediği gelecek endişesi ve yeni başlangıçların mümkün olduğuna dair umut üzerine kuruldu. Aslında 2000’lerin başından beri Immanuel Wallerstein gibi dünya sistemcileri ve Köjin Karatani, David Harvey gibi düşünürler 500 yıllık kapitalizmin sonuna geldiğimize işaret ediyorlar. Hatta Wallerstein İstanbul Bilgi Üniversitesi’ndeki bir konuşmasında “Benim yaşım oldukça ileri, bu sistemin yerine ne geleceğini göremem ama şunu söyleyebilirim ki çok uzun yıllar boyunca bu kriz bizimle kalacak. Bundan yeni bir dünya düzeni ortaya çıkacak.” demişti. he: Zaten yaklaşık olarak son on yıldır bütün dünya ayakta. Her gün dünyanın başka bir noktasından protesto, direniş haberleri geliyor. tk: Evet, dünyadaki ayaklanmalar, coğrafyaları aşan bir krizin olduğunun göstergesi ve bundan büyük bir ihtimalle başka bir dünya düzeni çıkacak. Bienal katılımcılarına yolladığım notlarıma Karl Marx’tan bir alıntıyla başlamıştım. Tarihçilerin mükemmel tarih metni diye örnek verdikleri Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’inden bir alıntıydı; “İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyiflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan veri olan ve geçmişten kalan koşullar içinde yaparlar.” diyordu. Ben de hayatın tesadüften ibaret olduğunu ama bizim o tesadüflerle, bir mücadelenin içinden geçerek geleceği kuracağımızı söylüyorum: “Biz geleceğe maruz kalmayacağız, mücadelemizin her zaman bir anlamı var, geleceği inşa edecek olan bizleriz.” diyerek gelecekle ilgili bir şey kurgulamıştım. Notun sonunda da “Peki o zaman geleceği kuracak şeyler nedir? Nerden başlayacağız?” diye sormuştum. Evet, mücadele esastır ama bugünün çıkmazlarını iyi anlamamız gerekiyor ki beyhude bir debelenme olmasın. Gelecekle iki türlü ilişkimiz var: onu düşünmek ve hayal etmek. Düşünürken analitik davranmalıyız, bugüne iyi bakmalıyız, nerelerde tıkandığımızı görmeliyiz; zira o tıkandığımız noktalardaki alternatif arayışlarıyla geleceği kuracağız. O noktada da “Başka türlü gelecek nasıl olur?” diyerek hayal etmek önemli. İnsanları davet ederken de işleri seçerken de bugünün çıkmazlarının isabetli teşhislerini ve bize umut vaat edecek alternatif potansiyellerini önemsemiştim.
KOMÜN_AKSİYON_BAHÇELER Fulya Özsel Akipek, Tuğrul Yazar, Aslı Aydın, Elif Soylu, Tunç Şenman, Alara Lüküs, Burak Güney, Tufan İşcan Peyzaj Danışmanları: anonim.istanbul, Burcu Serdar Köknar, Hande Kalender, Dilek Yürük Komün_Aksiyon_Bahçeler, tepki hedefli resmi park düzenleri içine aşılanan, üreterek bir araya gelmeyi sağlayan ve “koru, sürdür, paylaş” felsefesiyle ayakta duran bahçe strüktürleri, kent mobilyaları. Bu bahçeler, içerdiği sebze yatakları, ağaç dikim alanları, su çanakları, kompozit çukurları, tohum kutuları, bahçe malzemeleri, hayvanlara barınma nişleri ve dinlenme köşelerini ortak bir strüktür içinde ilişkilendirerek sürdürülmeye hazır bir arada yaşam modellerini örgütlüyor. Sürdürülebilirlikleri, konumlandıkları alandaki yerel aktörlerin, oraya uğrayanların ya da oradan tesadüfen geçenlerin ilgisine muhtaç ve bu zafiyet aslen üretime ve paylaşıma dayalı yeni bir düzen arayışının tohumlarını atarak dönüştürücü bir güce dönüşebilir. Dijital tasarım ve üretim teknolojileri, her bir komün bahçenin, konumlanacağı parkın sosyal, topoğrafik ve materyal dinamiklerine göre her seferinde farklılaşabilen bir sistem ve strüktürün kurulmasına ve yeryüzüyle “üretim” üzerinden hassas ilişkiler kurmaya aracı oluyor.
he: Öte yandan mimarlık bu krize yönelik bulduğu hızlı cevapların da hiç işe yaramadığını görüyor, tıpkı LEED sertifikası gibi. Mevcut sistemin kendi kavramlarıyla çözüm bulmaya çalıştıkça hızlı cevaplar çıkıyor ortaya ve bunlardan reklamcılar halen sıkılmamış olsa da mimarlar sıkıldı. tk: Biz İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Yüksek Lisans Programı’nda Cem Çelik ve Mehmet Kütükçüoğlu ile farklı gruplarda bu konuya kafa yorduk bir süre, değişim ve belirsizliği konu edinen problematikler tarif etmeye çalıştık stüdyoda. Metropolle mimarlık arasında bambaşka bir ilişki ortaya çıkıyor çünkü şehrin büyük lokmaları değişmeye başlıyor. Eski alışkanlıklarınızla referans alacağınız şeyler de buharlaşmaya başladı, bütün şehir çok hızla ve hiçbir vizyon olmadan değişiyor. Peki bu belirsizlikle nasıl baş edeceğiz? Mimarlığın temel sorunu, neyi referans alacağı değil de belirsizlikle nasıl baş edebileceğine ve bunun stratejilerinin neler olduğuna dönüşmeye başladı. Okulda Cendere Vadisi’ni, Başıbüyük’ü, Yenikapı’yı, Arnavutköy’ü çalıştık ve bu bize bir derinlik verdi ama yine de buna cevap bulmak için çok erken, o çalışmalara devam etmek lazım. Biz bir grup olarak belirsizlikle, değişimle ilgilenelim dedik; Nevzat Sayın, Han Tümertekin, İhsan Bilgin gibi bir diğer grup da “Mimarlık var olan stratejileriyle buna cevap bulmalıdır.” diyerek çalışmalarına devam etti. O tartışmanın kendisi de bir yere kadar faydalı: Birikim mi, deneysellik mi tartışması bizi dinç tuttu ve kendi pozisyonlarımızı daha iyi anlamaya, daha derinleştirmeye yardımcı oldu. he: Bir yandan da bu belirsizlikten dolayı bağlamın kendisi de sorun oluyor. Mimarlıkta bağlam denildiğinde hep yere ait bir şey olarak öngörülürdü. Oysa zaman üzerine kurulu bir bağlama da ihtiyacımız var. İçinde bulunduğumuz zamanı okumak için de “gelecek” önem kazanıyor.
39 XXI - ARALIK 15 / OCAK 16
he: Bu kriz haliyle mimarlığın nasıl baş ettiğini düşünüyorsun? Sanki mimarlık ortamı hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam ediyor gibi, değil mi? tk: Marx o metnin devamında “Kriz olunca insanlar genelde yokmuş gibi davranmayı tercih ederler, geçmişteki alışkanlıklarına sarılırlar. Bu sayede, krizin geçip gideceğini umarak krizle baş edebileceklerine inanırlar.” diyor. Mimarlık tarihi derslerimiz bugünü teşhis etmede önemli, ben ilk kez 80’lerde mimarlık tarihi dersleri almıştım. O zaman çok post-modern bir hava vardı; 20. yüzyılın başlarına, erken modernizme bakıp “Ne kadar naiflermiş, kaşıktan şehre her şeyi yeniden tasarlamaya çalışmışlar.” olarak özetlenebilecek alaycı bir bakışım vardı modernizme. Mimarlık kendi kuralları, dağarcığı, referansları olan otonom bir alandır; bu alanın kendini, problem alanlarını, araştırmalarını doğrulamak için başka disiplinlere ihtiyacı yoktur diye düşünüyordum. Ama şu anki krizde; biz artık mimarlığın otonom bir disiplin olduğunu iddia edemeyiz. Sosyal sorunları nasıl içereceğini, bunlara nasıl alternatifler üreteceğini araştırıyoruz. Dolayısıyla mimarlığın tanımı, içeriği de değişiyor. Bununla baş etmek kolay değil; şimdiye kadar geliştirdiğiniz yol-yordam, stratejiler işe yaramıyor; yeniden başlamak hem heyecan verici, tazeleyici hem de ürkütücü. Çoğu insan da akışa bırakıp krizden yenilik arayışı ile tazelenerek çıkmaya değil de zaman-dışı olanı arayarak, bir dirençle
krizle baş etmeye çalışıyor. Bienalde de Yenikapı Gavur Hamamı’ndaki işler veya Bülent Ecevit Kültür Merkezi’nin girişindeki Demirtaş-Cindoruk işi zaman-dışı olanla cevap vermeye çalıştılar gelecek temasına. Tabi bunun hazır bir cevabı olmadığı için aramaya devam etmeliyiz; bu aslında yeni dünyanın mimarlık dilini kurma çabası ama çok da iyi biliyoruz ki dil bir proje olamaz; biriken, evrilen birşeydir.
ANTALYA MİMARLIK BİENALİ
he: Süreç nasıl ilerledi? tk: Süreç çok zordu. Ben aslında “anlık” bir insan değildim ama İstanbul’a geldiğimden beri öyle oldum. İlk bana söylendiğinde bir araştırma hayal etmiştim, kent, kır, metropol, kıyı gibi farklı ölçeklerden geleceğe nasıl bakabileceğimize dair. Bu araştırmayı da hep beraber nasıl tarifleyebiliriz diye düşünmüştüm. Ancak çok az vaktimizin kaldığı anlaşılınca tanıdığım insanların işlerini bienale nasıl katabileceğimizi ya da belli bir birikimleri varsa yeni bir şeylerin nasıl çıkabileceğini düşünerek tek tek ofislere gittik, insanlarla konuştuk. Bence çok yaratıcı işler çıktı ve onların bir aradalığı bir zenginlik de oluşturdu ama kaçırdıklarımız da oldu. Biraz daha vaktimiz olsaydı, çok katkısı olacak dört-beş iş daha olacaktı. Yine de yetiştiği kadarıyla gelecek için nasıl düşünebileceğimize, nerden başlayacağımıza, nerelere bakacağımıza kapı aralayan bir bir aradalık oldu diye düşünüyorum.
tk: Geçmişi anlamlandırmadan mümkün değil. Bizim bütün perspektifimizi bugün belirliyor, bugünün sorunlarını asıl “sorun” olarak addediyoruz. Halbuki bu, tarih perspektifine oturduğunda bizi bugünden özgürleştiriyor. Ona ihtiyacımız var, nostalji için, tekrar için değil de tam tersine bugünü bir derinlik içinden kavramak için ve dilimizi, düşüncemizi bugüne kısılmışlıktan kurtarıp, bugünden özgürleştirmek için, yani paradoksal olarak yaratıcı olmak için tarihin derinliğine ihtiyacımız var. Ve de zaman-dışı olana da yer var. Mimarlığın iki yüzü var aslında; bir yüzü geleceğe, değişime, yeniliğe dönük, bir yüzü de zaman-dışı olana. Hamamdaki işlerle ilgili girişe asılan yazıda İhsan Bilgin’in ip cambazları temasından yararlanmıştım. Mimarlıkta bize ilham verecek, geleceği kuracağımız işler tam ip cambazların yaptığı gibi zaman-dışı olanla değişimi aynı gövdede tutabilen işler. İhsan Bilgin bunu “İp cambazları tam bir yöne meyledecekken diğerine doğru hamle yapmak zorunda denge için; iki tarafı da içermek durumunda, tansiyonu içeren bir denge....” diyerek açıklıyor. Deneysel olanın ve zaman-dışı olmayı becerebilenin tansiyonlu birlikteliği geleceği kuracaktır diye düşünüyorum. he: Sergideki işlerden biraz bahsetmek iyi olabilir. İşler bu temayı nasıl ördüler? tk: Yaşadığımız küresel kriz, sistemin artık idare edilemeyen tıkanıklıklarını su yüzüne çıkardığı kadar buradan hareketle taze başlangıç tohumlarını da içinde taşıyor; geleceği kuracak olan tam da bu tohumlar, bugünün çıkmazlarına deva olacak alternatif arayışlar. Bu arayışların çoğunlukla dayanışma ve katılım, kolektif irade ve bireysel inisiyatif ile açıklık konuları etrafında kümelendiğini söyleyebiliriz. Bu meseleler üzerine yoğunlaşan 29 iş üç alana dağıldı: Bülent Ecevit Kültür Merkezi, Yenikapı Gavur Hamamı ve Miradorlar çevresi.
ANTALYA MİMARLIK BİENALİ
Miradorlar ve Karaalioğlu Parkı iki yerleştirme tarafından tercih edildi: Bunlar yeri olduğu kadar izleyiciyi de içermeye çalışan, izleyicinin katılımıyla var olan işlerdi. Bireyleri (izleyiciler, kullanıcılar vs) işlerin pasif alıcıları değil, aktif bir tamamlayıcısı kılan işlerdi. Hamamdaki işler ise her zaman gelecek sorusunda alışageldiğimiz
KESİN DEĞİL Alişan Çırakoğlu Yerleşim alanlarımız gitgide bireylerin kendi dışında verilen kararlara katlandıkları büyük yapılanmalar halini alıyor. Mimarlık üretiminin de parçası olduğu bu yapılanmada dengeler çoğu zaman bireysel ihtiyaçların ve doğal kaynakların aleyhine kuruluyor. Sürdürülebilir olanı ortaya koymak üzere sorumluluk almak isteyen bireyin hareket alanı oldukça dar. Bu proje mimarlık ürününün, kullanıcısıyla tasarım, üretim ve kullanım aşamalarında hangi yollarla etkileşime geçebileceğini araştıran bir deneme. Gelişmekte olan yeni üretim teknolojilerinin mimara nasıl pozisyonlar biçebileceğini mevcut teknolojiler üzerinden sorguluyor. Yerleştirme, bunu tanımlı bir işlev üzerinden yapmak yerine, geçici olarak yer aldığı noktada
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 40
esnek bir mekan deneyimi olanağı olarak sunuyor.
gibi değişime odaklanmaktansa “değişmeyen, zaman-dışı olan nedir” arayışındaydılar; mimarlığın, tasarımın bir yüzü değişimi, tarihsel olanı içermeye çalışıyorsa diğeri onu aşıp zaman-dışı olanı yakalamaya çalışıyor. Gelecek endişesi ikincisini unutturuyor hep; hamamdaki işler ve Bülent Ecevit’in girişindeki iş bize değiştirme cesareti ve iradesi kadar yeryüzüne özen göstererek, nezaketle bir dünya kurmanın önemini ve hafızanın direncinin geleceği kurmakta vazgeçilmez olduğunu hatırlatıyor. Hafıza olmadan salt deneysellik yeni bir dünya kurmaya izin vermeyecek kadar yıkıcı olurdu. Bülent Ecevit Kültür Merkezi’nin içindeki işleri de iki grupta topladık. Girişin bir altındaki sergi mekanındaki işler var olana (şehre, sınırlarına/eşiklerine, şantiye alanlarına), dönüşüm potansiyellerine, onu dönüştürmekte olan ilişki ağlarına, alışılagelen gelecek imgelerimize, kısaca bugünün tıkanıklıklarına ve potansiyellerine işaret ederek geleceğin sıfırdan kurulmayacağını hatırlattı bize; “şimdi”, gelecek umudumuzun önünde kaldırılması gereken bir engel olduğu kadar o umudu yeşertecek başlangıç noktalarını da sunuyor bize. Bu alanın galeri katındaki -ki bu aslında merkezin de giriş katı oluyor- işler de sadece şehrin değil, mesleğin ve sistemin de tıkanıklıklarına dikkat çekiyordu. Bazıları bir farkındalık yaratarak bireye geleceği kuracak olanların kendileri olduğunu hatırlatıp inisiyatif almaya davet ediyordu, bazıları bu tıkanıklıkları görmüş ve bunun üstesinden gelmek için zaten harekete geçmiş bireyler ya da genç sivil inisiyatiflerdi. Bu işler bize bireyi yalnızlaştıran rekabet ve performans dünyasının yerine, onu bir kolektivite içinde harekete geçiren, yapabilir kılan bir başka dünyanın olabileceğinin umudunu veriyor: Geleceğe maruz kalmıyoruz, onu kuracak olan bizleriz; bunu ya kendi küçük dünyamıza gömülerek, gelecekten korkup güvenli bir liman arayarak eylemsizlikle başkalarına bırakacağız, yani kendimizi akışa bırakarak geleceğimizi başkalarına emanet ederek yapacağız ya da dayanışma içinde bireysel inisiyatif alarak bir umut için mücadele ederek geleceğimizi kendimiz kuracağız. Bu da dünyayı bir günde topyekûn değiştirmese bile kendimizi dönüştürecek ve bunun en devrimci eylem olduğunu, geleceğin de bu adımlarla kurulacağını göreceğiz.
SEBİL
Yoğunluk: İsmail Eğler, Nil Aynalı Eğler, Elif Tekir, Nezih Vargeloğlu
Deniz Manisalı Leba, Salih Küçüktuna, Kamil Kaptan
Bir hamam... İki büyük göz. Bir de giriş mekanı. Her göz dört duvarla çevrili, bir kubbe ile örtülü.
“Tasarım görünmezdir, ta ki başarısız olana kadar’’ Bruce Mau; Massive Change
Bu tarihi hamamda tarihin dışına taşan bir şey var. Arketipal formların da ötesinde bir şey: İnsanın
Kentler, toplumların kolektif olarak bir arada yaşadıkları yaşam alanlarıdır. Günümüzde yaşanan ve
maddeyi, maddenin boşluğu ve ışığı biçimlendirme gücü. Mimarlığın zamanlar ötesi çekirdeği, insanın
gelecekte de yaşanacağı öngörülen savaşlar, iklim değişikliklerinin ve afetlerin getirdiği olağanüstü koşullar,
madde ve ışıkla kurduğu bu ilişkiden çıkıyor. Yapının hangi yüzyılda yapıldığına, onun içine giren insanın
bunların yanı sıra günlük yaşantıda karşılaşılan teknolojik gelişmeler ve uygulamalar, sosyal medya
hangi zamanda yaşadığına bakmaksızın, mimarlığın gücü insanın varlığına dokunuyor.
olanakları ile gerek şehirler, gerekse bireysel yaşamlar şekilleniyor, değişiyor ve yeniden kurgulanıyor. Geleceğin şehirlerinin tasarımları ve ihtiyaçları da bu bağlamda değişiyor. Bruce Mau’nun bahsettiği
Hamam bir kentin, tarihin, bağlamın içinde duruyor: Bugünün Antalya’sında 19. yüzyıldan kalma bir yapı.
altyapının tasarımı ve yaşadığımız büyük ölçekli afetlerde bu altyapının çökmesi bize onun bir tasarım
Fakat soğukluğa adımımızı attığımız ilk anda bugünün bağlamı dışarıda kalıyor. Mekanı bugünün
olduğunu hatırlatıyor. Her ne kadar afetlerin oluşmasını önleyemesek de sonrasında hızlı bir yeniden
zamanına bağlayan tek şey kalın duvarlardan içeriye süzülen gün ışığı. Bir göz daha içeriye, ılıklığa
yapılanma için altyapının tasarımı son derece önemli.
girdiğimizde ışık bu sefer kubbedeki deliklerden mekana iniyor. Güneşin konumuna göre yoğunlaşıp seyrelerek, biçimlenerek kubbeden geçip duvara vuruyor. Tıpkı bir güneş saati gibi.
Günümüzde halen gelişmekte olan ya da gelişmemiş bölgelerde 780 milyon insanın temiz içme suyuna erişimi yok. Özellikle iki yaş altındaki çocukların temiz suya ulaşması, kirli su kaynaklı hastalıkları %80
Fakat ışığın zamanı olur mu?
oranında azaltacak. Üretim süreçlerinden bihaber, sonuç ve tüketime dayalı yaşadığımız günümüzde, hayatın öz kaynaklarından biri olan suyun musluklarımıza veya sofralarımıza ulaşma süreci günlük hayatımızın görünmeyen, sorgulanmayan bir parçası haline gelmiş. Eskiden her sokağın başında
göz olmuş bir kubbe. Fakat dışarıdaki zamandan iz yok bu sefer burada. Kubbeden içeri süzülen ışık,
görülebilen, sadece su ihtiyacı karşılamanın ötesinde bir toplanma yeri olarak kamusal alanların
bugün ile bağını koparmış; zamandan azade davranıyor. Zaman, dünya zaman-mekanından başka bir
vazgeçilmez bir parçası olan çeşme ve sebiller şu anda günlük hayatımızın doğal bileşenlerinden bir
biçimde akıyor. Adeta kendi varlığını geri çekiyor. Mekan, bu dünyadan olmayan bir zaman rejimi içinde
olmaktan çıkıp tarihi objelere dönüşmüş halde.
deviniyor. Zamansızlaşıyor. Altyapı tasarımının bileşenlerinden hayati öneme sahip olan suyun arıtılması ve içme suyuna Böylece zamansız olan, akıp giden zamanın kendisinden bile arınıyor. Geriye yalnızca nüfuz edilemez bir öz
dönüştürülmesi, gözlerden uzak bir süreç olarak gerçekleşiyor. Buna yanıt olarak Sebil adını verdiğimiz
kalıyor. Hem zamana, hem de maddeye dair...
deneysel mimari çalışma, bu süreci görünür kılarak izleyicileri üzerinde düşünmeye davet ediyor.
41 XXI - ARALIK 15 / OCAK 16
Şimdi bir adım daha atıyoruz ve sıcaklığa giriyoruz. Burası hamamın kalbi. Yine bir göz, mekanı örten göz
ANTALYA MİMARLIK BİENALİ
ZAMANSIZ
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 42
ANTALYA MİMARLIK BİENALİ
he: Tıpkı bir önceki bienalde olduğu gibi bu sene de, her ne kadar sergilenen işlerin iletişim dili açık olsa ve bienalin kamusal alanlarda görünürlüğü sağlansa da bir şekilde Antalya ile temasının tam gerçekleşemediğini hissediyorum. tk: Aslında bir yere kadar temas kurdu ama sergide bunu göremedik. Sergiden üç hafta kadar önce dört ayrı okulun katılımıyla öğrenci atölyeleri düzenledik ve burada şimdi atıl olan ve Kepez Belediyesi’nin dönüştürmek istediği Dokuma Fabrikası’nı konu edindik. Bu dört okul Pennsylvania Üniversitesi, ODTÜ, İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Akdeniz Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ydi. Atölyelerin temel meselesi de Antalya’nın geleceğini düşünmekti. Biz İstanbul Bilgi Üniversitesi olarak Antalya’nın şu an tatil turizminin merkezi olduğunu ve bütün yatırımı o şekilde çektiğinin tespitini yaparak başladık çalışmaya; bu durum şehre yatırım çektiği kadar onu sömürüyor, tüketiyor da. Antalya’ya gelen insanlar tatil köylerine hapsolup kentle bir etkileşim yaşayamıyorlar. Turizmin para girişinden başka Antalya’yı geliştiren, farklılaştıran, dönüştüren bir yapısı yok. Antalya’nın daha ziyade bienaller, festivaller şehri olup olamayacağını sorduk. Sanatçılar, sinemacılar, mimarlar, tasarımcılar orada zaman geçirsin hatta uzun süreli artistin-residence programları tanımlansın ve şehirle bir etkileşim olsun diye düşündük. Bunun merkezi de Dokuma Fabrikası olabilirdi. Böylece öğrenciler Antalya üzerine düşünmeye başladı, analizler yaptık, dört-beş gün orada kaldık; Antalya’yı, insanları tanıdılar, belediye ile iletişim kurdular. Dolayısıyla bienalin sergi dışında böyle bir boyutu da oldu; daha uzun bir zamanımız olsaydı araştırmayı derinleştirip bu analizleri sergilemek de isterdik ama zaman yeterli değildi. Antalya’yı hem şehir olarak hem de peyzajı, tarımı, yörüklerin yaşantısı, yayla köyleri gibi hinterlandıyla birlikte araştırmak, ne yazık ki zamansızlıktan olamadı. Gerçekten Akdeniz ağına yayılma; Lübnan, İran, Kuzey Afrika ile iletişim kurma gibi fikirlerle başlamıştık. Ancak böyle bir şey her zaman çok vakit gerektiriyor çünkü birbirimizi tanımak ve ortak bir dil oluşturmak şart.
gerçekleştirildi ki bunlar bence çok, çok önemliydi. Merve Bedir’in düzenlediği Türkiye’deki mülteciler sorununu masaya yatıran panel ve yine onun moderatörlüğünü yaptığı farklı üniversitelerden katılımcılarla düzenlenen göç ve mülteciler sorununu teorik derslerimize ve stüdyolarımıza konu edinme için bir zemin oluşturacak ve işbirliklerini başlatacak atölye, geleceğin en önemli sorun alanlarından birini oluşturacak olan bu mesele hakkında birlikte düşünme ve birlikte yapmanın başlangıç ivmesini verdi. Ve tabi ki Yaşar Adanalı’nın düzenlediği ve moderatörlüğünü yaptığı Düzce Umut Atölyesi; Düzce depremi sonrası kaderlerine terkedilen kiracıların örgütlü hukuk mücadelesi ve sonrasında onların katılımıyla tasarlanan ve inşa etme aşamasına kadar gelen afet konutları ve yerleşim alanı. Depremzedeler ve Bir Umut Derneği’nden katılımcılarla düzenlenen paneli başından sonuna kadar nefesimizi tutarak dinledik. Bu mücadele ve dayanışma, onun depremzedeleri dönüştüren ve bir kolektivite içinde yapabilir kılan gücü hepimize umut verdi: Evet, geleceği dayanışma ve işbirliğinin içinden ellerimiz, zihnimiz ve yüreğimizle inşa edeceğiz. Sonuç olarak çok çeşitli imkansızlıklar içinden ekibin ve katılımcıların olağanüstü çabalarıyla gerçekleşen bienal hepimiz için verimli bir deney ve öğrenme alanı oldu. Antalya Mimarlar Odası’na bunu sürdürmek için destek olmalıyız ama şunu da söylemeliyim ki sürecin de bir an önce odanın ev sahipliğinde otonom bir yapıya dönüşmesi gerekiyor. Son olarak, Antalya Bienali’nin insanların şov yaptığı, gelip işlerini sergiledikleri “gıcır” bir bienal olmasından ziyade bir araştırma bienali olmasının önemine işaret etmek isterim. İki sene süresince bir araştırmaya izin veren, onun zemini olan bir yer olması hem Antalya’yı zenginleştirecek hem de mimarlık dünyasına katkı sağlayacaktır.
Öğrenci atölyelerinin yanı sıra yine sergide görmediğimiz bienal kapsamında yapılan başlığı “Gelecek Endişesi: Göçler ve Afetler” olan paneller ve atölyeler
* Oda temsilcisi Cem Alcan, tasarım ekibi (Aslıhan Demirtaş ve Ali Cindoruk) ve bienal koordinatörü Dirim Dinçer’in olağanüstü fedakarlıkları, çalışkanlıkları ve yaratıcılıkları olmasaydı bu bienal gerçekleşemezdi.
BİRLİKTE MÜCADELE, BİRLİKTE TASARIM
DEK.TAS.SAN.TİC.LTD.ŞTİ.İNŞ.CNM
Organizasyon: Gizem Pilavcı, Timeline: Emrah Kavlak, Kamera: Fatih Pınar, Montaj: Burcu Kolbay,
AgCc: Cansu Cürgen, Avşar Gürpınar
Araştırma: Elif Tezel, Hazal Gümüş, Tuğçe Tezer Katkıda bulunanlar: 1 Umut Derneği, Burcu Kolbay, Deniz Öztürk, Düzce Umut Atölyesi gönüllüleri, Emrah
Mimarlık ve tasarımda geleceği düşünmek her zaman bu disiplinlerin kuramsal, akademik ya da
Kavlak, Elif Tezel, Erbay Yücak, Fatih Pınar, Gizem Kıygı, Gizem Pilavcı, Hazal Gümüş, Le Büro, Mimar
profesyonel anlamda alacağı hali ya da sonuç ürünlerin alacağı biçimleri tahayyül etmek anlamına
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Öncül Kırlangıç Yoldaş, Sami Kılıç, S.S. Evsiz Depremzedeler Dayanışma
gelmiyor. Özellikle, halen mimarlık ve tasarım eğitimi almakta olan ya da profesyonel hayata yeni başlamış
Konut Yapı Kooperatifi üyeleri, Tuğçe Tezer, Vildan Konca, Yaşar Adnan Adanalı
bireyler için geleceği düşünmek, akademinin kendi içindeki esnek ve görece korunaklı evreninden çıktıklarında, yani yakın gelecekte kendilerini bulacakları konumu, dirayetle var olma mücadelesi verecekleri
Düzce Umut Atölyesi, S.S. Evsiz Depremzedeler Dayanışma Konut Yapı Kooperatifi üyelerinin kendi
koşulları, kendilerinden beklenecek ve istenecek gereklilikleri düşünmek demek. Daha genç, daha tecrübeli;
mahallelerini kurmak üzere yaptıkları çağrı ile bir araya geldi. 1999 Marmara Depremi’ni kiracı olarak yaşayan
daha hızlı, daha kaliteli; daha teknik daha teorik; daha büyük, daha karlı olmak gerektiğinde, koşullar ne
kooperatif üyelerinin sağlıklı bir çevrede, ucuz ve yaşanabilir konut sahibi olmak için 13 sene önce başlattıkları
aday ne de işveren için daha kolay değil. Durum hem akut, hem de kronik. Bu vuzuhsuzluk hali bir tür
mücadeleyi ve kiracı hakları kapsamında elde ettikleri kazanımları destekleyen Düzce Umut Atölyesi, farklı
süper kahraman/kalender meşrep arayışıyla, belki de en çok kariyer ilanlarında ayyuka çıkıyor. Öyle ki,
disiplinlerden bir araya gelen gönüllülerden oluşuyor. Mimarlık, inşaat mühendisliği, şehir planlama, peyzaj
ihtiyaç ve yeterliliklerin çeşitliliği gerçekçi taleplerin ötesine geçebiliyor ya da talepler ve vaatler birbiri ile
mimarlığı, hukuk, sosyoloji, iletişim ve grafik tasarım gibi birçok farklı alandan akademisyen, uzman ve
örtüşmeyebiliyor. Dek.Tas.San.Tic.Ltd.Şti.İnş.Cnm adlı iş, hem adaylar hem de işverenler için durumu
öğrenciler; kanıksanmış üretim sistemleri içinde yerini alan mesleklerin insana değmeyen, belki de değer
hicveden ilanlardan oluşuyor. Bienal boyunca ilgili referans numarasıyla iletişime geçecek katılımcılardan
vermeyen, rahatsız edici taraflarını dert ediniyor; başka bir üretimin mümkün olduğunu savunuyor.
başvuru ve yeni ilanlar bekleniyor
MAHALLELER KÖŞESI
Katkıda Bulunanlar: 1 Umut Derneği, Ali Çıkmaz, Alp Tekin Ocak, Burak Arıkan, Ceyhan Çılgın, Deniz
Bu sergi kapsamındaki işler Mahalleler Birliği’nin birlikteliği ve mücadelesinden ilhamını almıştır…
Öztürk, Doğa Kılcıoğlu, Düzce Umut Atölyesi, Elif Çiftçioğlu, Emrah Kavlak, Emre Kovankaya, Erbay Yucak, Gizem Kıygı, Kumru Çılgın, Kenan Çakanel, Mahalleler Birliği, Mahir Sezer, Mesut Yurtseven, Murat Cemal
İstanbul’un 14 ilçesinden 30’dan fazla mahallesinin, dernek ve mahalle kooperatifleri aracılığıyla, 2015
Yalçıntan, Mustafa Emin Büyükcoşkun, Selva Gürdoğan, Tolga İslam, Özgür Temiz.
yılı içinde bir araya gelerek kurdukları Mahalleler Birliği (mahallelerbirligi.org), Türkiye’de son on yılda MAHALLELER BİRLİĞİ MÜCADELE HARİTASI
bir toplumsal mücadele evresine işaret ediyor. Mekanın (yeniden) üretimi sürecinin
Konsept: Yaşar Adnan Adanalı.
demokratikleştirilmesi ve bu sürece doğrudan dahil olma talebinin, toplumsal hareketler tarafından
Araştırma: Selin Yazıcı, Yaşar Adnan Adanalı. Grafik Tasarım & Uygulama: Selin Yazıcı.
artarak sahiplenildiği bu dönemde, İstanbul’un Birleşmiş Mahalleleri’nin deneyimi kentin tüm aktörleri
Katkıcılar Umut Derneği, Ali Çıkmaz, Alp Tekin Ocak, Ceyhan Çılgın, Deniz Öztürk, Düzce Umut Atölyesi,
için kritik öneme sahip.
Elif Çiftçioğlu, Emrah Kavlak, Emre Kovankaya, Erbay Yucak, Gizem Kıygı, Kumru Çılgın, Kenan Çakanel, Mahalleler Birliği, Mahir Sezer, Selva Gürdoğan, Özgür Temiz.
Mahalleler Birliği Mücadele Haritası’nda mahallelerin künyesi, öznel durumları ve mücadelelerinin geldiği güncel aşama, her bir mahalle için hazırlanan ve haritaya iliştirilen mahalle kartları ile
MAHALLELER BİRLİĞİ AĞ HARİTASI
anlatılıyor.
Araştırma: Yaşar Adnan Adanalı, Gizem Kıygı. Grafik Tasarım & Uygulama: Selin Yazıcı. Tasarım Danışmanı: Burak Arıkan. Haritalama Altyapısı: graphcommons.com
Mahalleler Birliği Ağ Haritası, mahallelerin yok sayılmaya karşı gelmek ve kendi kaderlerini tayin hakkı için, tanınma / hukuki güvenceyle sağlıklı ve güvenli yerleşim yerlerine kavuşmaları yönünde yükselttikleri
A’DAN Z’YE MAHALLE SÖZLÜĞÜ
taleplerinin arkasında ve bu taleplere karşı duran aktörleri, birlik organizasyon şeması ile ortaya koyuyor.
Adalet Arayan Mahallelere Destek Grubu. Yayına Hazırlayan: Yaşar Adnan Adanalı. Araştırma: Selin Yazıcı.
ANTALYA MİMARLIK BİENALİ
yukarıdan aşağıya dayatma şeklinde yaşanan kentsel dönüşüm sürecinin, aşağıdan yukarı büyüyen yeni
Editörler: Gizem Kıygı, Murat Cemal Yalçıntan Katkıda Bulunanlar: Alp Tekin Ocak, Ceyhan Çılgın, Deniz Öztürk, Emre Kovankaya, Erbay Yucak, Kumru
mücadele veren mahallelerin sahip oldukları zengin bir kelime dağarcığını gözler önüne seriyor. Hukuk,
Çılgın, Özgür Temiz
mimari, planlama, siyaset bilimi, felsefe gibi farklı disiplinlere aşina olmayı gerektiren ve mahallelerin
Grafik Tasarım ve Uygulama: Selin Yazıcı
tarihi, gerçeklikleri ve deneyimleri ile yeniden anlamlandırılmaya ihtiyaç duyan bu kavramlar dizisi, İstanbul’u, İstanbul’un dönüşüm sürecini, bu sürecin odağındaki mahalleleri ve mahallelerin verdiği
MAHALLE MATBUAT ARŞİVİ
mücadeleleri anlamak için bir kılavuz niteliğinde.
Adalet Arayan Mahallelere Destek Grubu. Matbuatların Grafik Tasarım ve Uygulaması Mahir Sezer’e aittir. Arşiv Araştırması: Yaşar Adanalı, Mesut Yurtseven
Mahalle Matbuat Arşivi, bir mahallenin hem kendi içinde hem de diğer mahalleler ile örgütlenmesinde içerik geliştirmenin, basılı malzeme üretiminin ve de bunların görsel iletişim/tasarımının önemini ortaya
MAHALLE FRAGMANLARI
koyuyor.
Yürütücü: Tolga İslam. Videolar: Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencileri (Arda Erdoğan, Atakan Sadıker, Ayşenur Beki, Berkay
YTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde Tolga İslam yürütücülüğünde açılan Kent Okumaları dersi
Kemahlı, Büşra Gezer, Büşra Özbey, Büşra Sağıroğlu, Duygu Tufan, Ebru Aslantürkiyeli, Ecehan Doğruyol,
kapsamında, Mahalleler Birliği ile ortaklaşa çalışma sonucunda üretilen videolar, birliğe üye mahallelerin
Ecem Komşuoğlu, Ecem Orak, Edin Muric, Ferhat Yılmaz, Gözde Kabak, Gülhis Erdiman, Halime Altun,
tekil sorunlarına ve geleceğine odaklanıyor ve bienalde Mahalle Fragmanları başlığıyla sergileniyor.
Harun Redzic, Hava İsrapilova, İlke Çağla Es, Nurgül Ok, Pelin Abdullahoğlu, Saliha Güver, Serkan Şeker, Ubeydullah Erzen, Vahit Aslan, Zehra Zengin).
İSTANBUL’UN BİRLEŞMİŞ MAHALLELERİ
Katkıda Bulunanlar: 1 Umut Derneği, Deniz Öztürk, Doğa Kılcıoğlu, Emre Kovankaya, Erbay Yucak, Mustafa
Yaşar Adnan Adanalı, Selin Yazıcı. Adalet Arayan Mahallelere Destek Grubu ile birlikte.
Emin Büyükcoşkun, Mahalleler Birliği
BARINAK PIN Mimarlık - Salih Küçüktuna, Fikret Sungay, Ebru Ulu, Mert Sezer, Yusuf Güner Şehrin dışında ya da şehir içindeki boş arazilerin park olarak dönüşümü sonrası altyapısıyla birlikte kurulmuş ve inşa edilmiş bir şehir parkı olarak sunulan ekolojik parkın savaşlar, göçler, hastalıklar ya da doğal afetler sonucunda oluşan koşullar doğrultusunda ihtiyaca göre, altyapısı hazır barınaklardan meydana gelen geçici bir yerleşim alanına dönüştürülmesi öngörülüyor. Altı kişilik barınakların her biri için sert zemin teras ve mikro tarım için hücreler bulunuyor. Barınağın hafif çelik strüktürlü, kumaş-beton malzemesi ve ETFE membran kullanımı ağırlıklı üretilmesi planlanıyor. Geometrik yapısı ve altıgen tabanı kurulum ve kullanım avantajlarına imkan sağlıyor. Ekopark projesi, kendi içinde sürdürülebilir ve kendine yetecek enerjiyi üretebilir biçimde tasarlandı. Plan organizasyonu itibariyle, dış çerçevede permakültür ve tarım alanlarıyla birlikte rüzgar, güneş ve/veya atıklardan enerji üretecek sistemlerin kurulacağı alanları içeriyor, yağmur suyunun toplanması, dağıtılması ve su arıtma sistemlerinin kurulumuna imkan verecek alanları barındırıyor. Aynı zamanda, rekreasyon alanları, sosyal alanlar, eğitim, sağlık ve çalışma merkezlerini ve konutları da içeren bir sosyal yapıyı sağlamayı amaçlıyor.
43 XXI - ARALIK 15 / OCAK 16
A’dan Z’ye Mahalle Sözlüğü, yıllardır hukuki güvence peşinde olan ve kentsel dönüşüm projelerine karşı
HEY! IGI
KOKTEYL
Kurucu: Şanal Mimarlık
Mevce & Eren Çıracı
İçerik Küratörü: Alexis Şanal, Araştırmacı/ Editör: Semra Horuz, Proje Koordinatörü: Ulufer Çelik, Grafik Tasarım: Didem Ateş Mendi, Kimlik Tasarımı: Memed Erdener, Arayüz/Websitesi Tasarımı: Bilende,
Teknolojinin dönüştürücü gücü üzerinden yeni ve daha iyi bir gelecek hayali modernizmin ütopyacılığından
Destekleyen: Studio-X
1960’lar avangardına ve daha geniş bir yelpazede aslında tanıdık bir döngü. Bugün de dün olduğu gibi krizlerle karşı karşıyayız ve yine farklı bir gelecek inşası mümkün. Geçmiş ve geleceğin gerilimli
Hey! Hep birlikte kentleri daha fazla yürünür, yaşanır ve sevilir kılalım! Bu iş, farkındalık, tasarım araçları
birlikteliğinin sekteye uğradığı başka anlarda yeşeren düşünceler ve projeler birbirleriyle ilişki içerisinde
ve katılım sayesinde, herkesin kent tasarımında aktif rol alması ve güçlü semt kültürleri yaratmak amacıyla
mimarlığın tarihi, disipliner sürekliliğini oluşturduğundan aslında gelecek, bugünün koşullarında geçmişe
kurulmuş geniş bir paylaşım ortamıdır. Imaginable Guidelines İstanbul (IGI – Hayal Edilebilir İstanbul
verilen bir cevap niteliği taşır. Mimarlık objesinin parçaları bu diyaloğun araçlarıdır. Bu, mimarlığın kendi
Rehberi), sanatçı, tasarımcı, akademisyen, mühendis ve yenilik peşinde olan tüm yaratıcı zihinlerin, uzman
içine kapalı soyut bir dil olduğu anlamına gelmemelidir. Mimarlığın toplum ve kültürle, teknolojiyle
bakış açısı ve sanatsal katkılarına ulaşmayı amaçlayan bir kaynak ve buluşma noktası. Paylaşımcıların
kurduğu ilişki kendi tarihine bir cevaptır.
ANTALYA MİMARLIK BİENALİ
münferit olarak kendi alanlarına katkıları ve topluca bakıldığında ortaya çıkan donanım, kentsel tasarım girişimlerinde belirleyici referans noktaları, ilginç yaklaşımlar ve asli bir bilgi birikimi oluşturuyor. Bu bakış
Bu bağlamda Kokteyl modülerlik ve büyüyebilen sistemler gibi aslında üzerine çok kafa yorulmuş, yeni
açısıyla IGI, İstanbul’da ve sonrasında küresel ölçekte tüm kentlerde, aktif olarak “oynayarak tasarlama”yı
sayılamayacak bir konuyu ele alıyor. Parça-bütün hiyerarşisinin mimari bulanıklaştırılması biçimsel bir
gerekli kılan güncel standartlara ulaşmak ve etkileşimli bir kamusal ortam oluşturabilmek adına
duruş olduğu kadar ne indirgemeci ne de holistik olan tavrıyla kullanıcılarına geniş ve yoruma açık bir oyun
kullanıcılar, karar mercileri, yetkililer ve kentsel tüm aktörlere erişmeyi hedefliyor.
alanı sunar. Kokteyl bilir ki iyi bir partiyi iyi bir parti yapan mekan değil, insanlardır.
BİR KULENİN HATIRALARI Sinem Serap Duran, Ozan Özdilek, Gökhan Kodalak Katkıda bulunanlar: Erhan Vural, Hasan Sıtkı Gümüşsoy , Osman Mürsel Ural, Alex Karpov, Orkun Tunç, Baykal Önal Değişen zaman-mekan algısı, gelecek senaryolarında işaret edilen yaşamsal imgeyi dönüştürmüş, imkanların bir aradalıklarına açık, özdeşsizlik, süreksizlik ve belirsizlikleri içerici çoklu imgeler, eşzamanlı olasılıklar olarak geleceği temsil etmeye başlamış durumda. “Bir Kulenin Hatıraları”, bu imgesel dönüşümün izlerini, bir mega yapı tipolojisi olan kule imgesi içinde araştırmayı hedefleyen, ortamlar arası bir video-kolaj yerleştirme.Her biri
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 44
birer farklı gelecek imkanı olarak önerilen döngüsel giflerin, kulenin mimari kesit ilişkilerine montajlanması, bugünün geleceğinin ürettiği mekansal ve sinematik kule tipolojisini aramanın yollarından sadece biri. Bu arayışın içinde kendisini daha en baştan afektif ve etken bir aktör olarak ortaya koyan kule, kendi varoluşsal sıkıntılarını ve tekerrür eden rüyalarını dile getiriyor; doğa, insan, teknoloji ve sanal ortamla kurduğu ilişkilerden bahsediyor; yapılı çevrenin gecekondulaşma ve benzeri öne çıkan problemlerini sorguluyor ve insanların, hayvanların, bitkilerin, taşların, ve binaların önceden tayin edilmiş hiyerarşiler olmaksızın paylaştıkları heterarşik bir dünyayı işaret ediyor. Sözeyse, “Ben bir kuleyim, gökdelenim,” diye başlıyor.
BİENALDE YER ALAN DİĞER İŞLER
İSLAM CUMHURİYET NEOLİBERALİZM Burak Arıkan
YAŞASIN GÜNEŞ KIRICI
Veri araştırması: Zeyno Üstün
Şulan Kolatan, Hannibal Newsom, Xingfeng Chen, Can Fu, Dami Kim, Grace Kim, Audrey Tseng Lin, Runliang Song, Di Wang, Eda Yeyman, Heunsun Yoon, Shengkan Zhang
INCREMENTAL Amsterdam 2040 Yelta Köm
FOTOĞRAF ŞEHİRCİLİĞİ Tülay Atak
MEKANSAL ADALET
Fotoğraflar: Charles Edouard Jeanneret and Auguste Klipstein (1911)
Aslı ve Can Altay
GÖRÜNMEZ İNŞAAT DUVARLARI
ANLATILAR, ANALOJİLER VE METAFORLAR: "GELECEĞİ ÇERÇEVELEMEK"
İyiofis: Elif Ensari, Can Sucuoğlu
Işıl Baysan Serim
GEÇİŞEN SINIR
İSTANBUL’UN DIŞI?
Salon Architects: Alper Derinboğaz, Selçuk Kişmir
Araştırma: Sinan Logie, Yoann Morvan Proje Ekibi: Ece Ünübol, Efe İlteray, Nur Gayretli, Yunus Emre Dokumacıoğlu
Sınırda inşa etme fikrinden yola çıkan iş, dünya üzerinde farklı kentlerin sınır ve sınırsızlık durumlarını; doğal, tarihi, ekonomik ya da politik nedenlerle oluşmuş veya “tasar”lanmış sınırlarını ortaya koyacak
2013 yazı sırasında Sinan Logie ve Yoann Morvan, İstanbul’un kentsel saçaklarını arşınladı. Doğudan
çeşitli doku soyutlamaları ile okumalar ve stratejiler üzerinden sorguluyor. Eriyen-geçişen sınırlar olarak
batıya, toplamda 300 km’lik bir ize karşılık gelen bu yürüyüşler, metropolün şiddetli yayılmasını ölçtü. Şu an 5.343 km2 alana yayılmış ve on beş milyondan fazla bireye ev sahipliği yapan bu kentsel alan,
nitelendirilebilecek geçişli çözülmelerin farklı doku ve ölçeklerde temsilini filtreliyor.
İstanbul’u Avrupa’nın en büyük metropolü olarak tanımlıyor. Bu yeni bölgelerde dolaşmak, turistik ya da İstanbullu bir kentsel deneyime kıyasla, pek çok farklı kent suretini ortaya çıkarıyor. Aynı zamanda, inşa
dinamik bölgeler. Sınır hatlarındaki çözülme ve geçirgenliğin makro ölçekte iklimsellik ve sürdürülebilirlik
süreci altında kalmış olan kentsel bölgenin eteklerinde yavan bir manzara sunuyor. Bu yeni bölgelerde,
üzerine potansiyel etkileri var, bunlar aynı zamanda gelişip dönüşebilecek kentin en hareketli çeperini de
kentsel vahşet sosyal dokuya olduğu gibi doğal çevreye de kalıcı olarak zarar veriyor. Bugün, bu eski
temsil ediyor. İş, bu hareketli çeperlerin kentler için ara bölgelerde potansiyel kullanımıyla pasif ancak
çeperler yeni karşıtlıklar olarak okunmalı. Bahsi geçen saçakların kentsel simgelerini sunan bu proje,
dönüşüme ve gelişmeye hazır alanlar temsil ettiğinden yola çıkıyor ve yumuşak sınırlar üzerinden bir kent
İstanbul kent çeperlerini arşınlanmak için bir davetiye. Bu simgelerden bazıları geçmişin son izlerini
çeperi önerisi getiriyor. Farklı parametrelerle de ortaya çıksa topoğrafya, doğa ve kırsal ile teması
oluştururken, bazıları da geleceği yeniden şekillendiriyor. Yine de, bu geniş bölge içinde dünyadaki en
tanımlayan farklı kentlerden geçişen sınırların varlığını tespit edip soyutlarken kentsel sistem ile kırsal
ilginç kentlerden birini korumak üzere mücadele eden derneklerin varlığı ile umuda dair birkaç işaret
arasındaki yumuşak geçiş imkanını sorguluyor.
bulunabilir.
ANTALYA MİMARLIK BİENALİ
Sınırlar kentler için birer sürekli statik çizgi ifade etmekten öte kentselden-kırsala geçişi niteleyen ara ve
45 XXI - ARALIK 15 / OCAK 16
AKDENİZ’İN BİR KÖŞESİ ÜSTÜNE KÜLTÜREL EKOLOJİ PROJEKSİYONLARI Burcu Kütükçüoğlu, Oğul Can Öztunç Datça Yarımadası, Türkiye’nin Akdeniz ve Ege kıyılarında, halen dengeli bir kültürel ekoloji örneği sergileyen ender bölgelerden biri. Ancak, hem ulaşım ve iletişim ağlarının gelişimiyle tanınırlığının ve tercih edilirliğinin artması, hem de yakınlarda onaylanan imar planının yol açacağı dönüşümler yarımadaya dair çeşitli gelecek senaryolarını akla getiriyor. “Akdeniz’in Bir Köşesi Üstüne Kültürel Ekoloji Projeksiyonları” adlı iş, Burcu Kütükçüoğlu’nun İstanbul Bilgi Üniversitesi yüksek lisans öğrencileri ile 2013 yılında Datça’ya dair yaptığı araştırma üzerinden geliştirildi. Bu araştırmanın ürünlerinden biri olan Datça maketine yansıtılan projeksiyon görüntüler, Oğul Can Öztunç’un görselleştirdiği üç temayı aktarıyor. Bu temalardan ilki, doğal ve insan yapımı öğelerin belli bir etkileşim ve denge içinde yer aldığı sistemleri ifade eden Kültürel Ekoloji kavramını açıklamayı hedefliyor. İkinci tema, Datça’nın mevcut kültürel ekolojisini kuran öğeleri açıklıyor ve son tema da olası gelecek senaryoları ve bu ekolojinin nasıl korunabileceği ya da bozulabileceği üzerine projeksiyonlardan oluşuyor.
Serginin küratörü Tansel Korkmaz, bu yılki serginin temasını “Geleceği Düşünmek” olarak belirlemişti. Biz de bu doğrultuda şöyle düşündük: Geçmiş ile gelecek arasında asılı duran şimdiki zaman algımız, geçmişi kavrayışımız değiştikçe ve gelecek düşüncelerimiz evrilip durdukça her seferinde farklılaşır. Bir anlamda şimdinin “yer”i yoktur, yerleşmez. Bir serginin yapılmasını, şimdiki zaman kipinde bir kelam etmek olarak düşünürsek, bu kez eğreti kelimesinin 2 numaralı anlamını “iyi yerleşmemiş, yerini bulmamış bir biçimde”, bu serginin doğasını tasvir etmek için öne çıkarabiliriz. Elbette sıklıkla olduğu gibi yukarıdaki kavramsal egzersizlere daima antrenman olanağı sağlayan pratik durumlar da vardı. Misal, bienale ayrılmış olan mekana boyamak dahil, herhangi bir müdahelede bulunmamız olası kılınmamıştı ve mekan sergi yapmaya elverişli bir mekan değildi; harika deniz manzarası olmasına rağmen. Çok kısa zaman içerisinde tasarım, uygulama ve kurulumu gerçekleştirmemiz gerektiği için üretim için zaman yoktu, ancak kurulum vakti vardı. Kalasları yatayda ve dikeyde kullanarak tüm sergi yüzeylerini tek elemanla oluşturduk. Kalaslar hem maketleri, basılı malzemeleri, projektör ve bilgisayar gibi altyapıları taşıdı hem de dikey duran çizim ve monitörleri. Bu noktada ekleyelim ki işleri taşıyan, ama kendini göstermeyen bu sergi kurgumuz için eğreti kelimesinin 4 numaralı anlamı “belli belirsiz”, gayet uygun düşer.
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 46
ANTALYA MİMARLIK BİENALİ
Bugün inşaat iskeleleri her yerde. Kentlerde agresif bir tarzda inşaat yapılıyor. Kentlerin hafızasında bugün neredeyse saldırgan yapılaşma dolayısıyla negatif anlama haiz olmuş iskelelerle yüzleşip, aslen mesleğimizin icrasında temel görev üstlenen bu sisteme bu kez “geleceği-umutla-düşünen” işleri taşıtmak istedik, taşıttık. İşlere eşlik eden geleceğe dair kavramlar da grafik şiirler şeklinde yine bu iskelelere, inşaat filelerine basılarak asıldı: Afet, Kaygı ve yine de Umut, Müzakere, Dayanışma, Müşterekler ve tabii Dirayet.
EĞRETİ
Bu yazıyı yazdığımız gün Uluslarararası Antalya Mimarlık Bienali sergisinin son günü olacaktı: 15 Kasım 2015. Belediyenin talepleri dolayısıyla serginin 10 Kasım 2015 tarihinde, habersizce, zamanından önce toplanmış olduğunu öğrendik. Sergide yer alan işlerin itinalı ve parlak müellifleri ve özverili küratöryel ekip ile beraber birlikteliği tasarlamak ve yaşamak bizler için hem eğitici hem de keyifliydi. Bu tecrübeden ve bienalin yaratıcı takımının bir parçası olmaktan dolayı minnettarız ancak bu paragrafın başındaki haber için hislerimize eğreti kelimesinin 7 numaralı anlamı tercüman oluyor. Bir sonraki bienalin geçmişinden bahsederken bu kelimeyi telaffuz etmemek umuduyla.
Aslıhan Demirtaş, Ali Cindoruk Eğreti kelimesinin anlamları, TDK Sözlük’te edebiyatımızdan da örneklerle aşağıdaki şekilde betimleniyor: Eğreti: 1. sıfat Belirli bir süre sonra kaldırılacak olan, geçici, muvakkat "O gün için oraya eğreti olarak getirilmişe benziyordu." - A. İlhan 2. İyi yerleşmemiş, yerini bulmamış olan "Konuk kadının durgunluğu evdeki tedirginliktendi, iğne üstünde oturuyormuşçasına eğretiydi duruşu." - B. Günel 3. Takma "Eğreti diş. Eğreti bacak." 4. Belli, belirsiz 5. Uyumsuz, yakışmamış 6. zarf İyi yerleşmemiş, yerini bulmamış bir biçimde "Ayakları karada ama eğreti duruyorlar rıhtım taşları üzerinde." - Z. Selimoğlu 7. zarf Üstünkörü, ciddiye almadan "Her işi eğreti yapar oldun, her işi ucundan tutar oldun." - S. Ayverdi 2015 Uluslarararası Antalya Mimarlık Bienali’nin sergisini, eğreti kelimesinin yukarıdaki 1 numaralı anlamına dem vuracak şekilde “belirli bir süre sonra kaldırılacak olan, geçici, muvakkat” bir yerleştirme olarak, inşaat iskeleleri ve kalaslarıyla kurguladık. İnşaat iskeleleri, sayılarına göre kiralandı, ustalarca elde tek bir çekiç ile bir günde kuruldu, serginin sona ermesiyle birlikte aynı şekilde sökülüp iade edilecekti. Bir anlamda sergiyi geri vermek üzere ödünç aldık.
Sergi ve Grafik Tasarım Ekibi: KHORA (Aslıhan Demirtaş + Ali Cindoruk) ile Sedat Arda, Dirim Dinçer
PEYZAJ TASARIMI - EĞİTİM PAVYONU - CARLOW ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 48
fotoğraflar: Aisling McCoy
Doğa Dairesi İRLANDA'NIN CARLOW KENTINDEKI BIR ILKOKULDA INŞA EDILEN EĞITIM PAVYONU, ÖĞRENCILERIN DOĞAYLA ETKILEŞIM KURMALARI VE SORUMLULUK BILINCI GELIŞTIRMELERI IÇIN TASARLANMIŞ. Carlow'daki bir ilkokul için farklı yaş gruplarına uyum gösteren etkileşimli bir strüktürün beklendiği yarışmayı kazanmamızın ardından Hedge School adını verdiğimiz eğitim pavyonunu tasarladık. Tasarım, ufuk açıcı ve maceralı bir öğrenme halinin gelişmesi için tetikleyici bir öğe olarak gördüğümüz bir ahşap iskelete ve onun içinde büyüyen bir vejetasyona sahip.
HEDGE SCHOOL
ap+e
Pavyonda ahşap kolonların yerleşimiyle dairesel bir alan tanımlanıyor. Klasik bir amfitiyatrodan referans alan strüktür, aynı zamanda çocukları oyuna teşvik ediyor. Strüktüre eklemlenen vejetasyon sayesinde öğrenme eylemiyle doğayı harmanlamak istedik.
İlkokuldaki öğrencilerin ekosistem, iklim, mevsimler, flora ve fauna hakkında ilk bilgilerini burada pekiştirmeleri önemliydi. Öğrenme deneyiminin bir parçası olarak öğrenciler kendi bitkilerini yetiştirip büyüme sürecini gözlemliyorlar. Pavyonda aynı zamanda çeşitli etkinlikler, dış mekanda düzenlenen dersler ve toplanmalar da gerçekleştiriliyor. Minimalist bir trabzan parmaklığı yaratmak için kullanılan çelik kablolar, kontrplak ve ek bitki kasalarıyla destekleniyor. Bitkiler ve sarmaşıklar büyüdükçe pavyon daha muhafazalı ve yabani bir görüntüye sahip olacak. Bu bağlamda pavyonun devamlılığı ve değişimi de öğrencilerin eğitiminin bir parçası haline gelecek. Öğrencilerin sürece dahil olması ve projeye aidiyet hissetmeleri önemliydi. Bu nedenle inşa süreci okul saatleri içinde gerçekleşti ve farkı sınıflar bitki ekimi ve dikimi yaptılar.
PEYZAJ TASARIMI - EĞİTİM PAVYONU - CARLOW 49 XXI - ARALIK 15 / OCAK 16
ap+e Amsterdam ve Kopenhag merkezli tasarım ve araştırma ofisi olan AP+E, mimarlar Jeffrey Bolhuis ve Laurence Lord tarafından kuruldu. Ekip, güncel mimari meselelere dair taze fikirlerin gelişmesi üzerine çalışmayı amaçlıyor. Yeni kamusal halleri ve etkileşimleri tetikleyen sosyal girişimlerin mimarlıkla olan ilişkisini güçlendirmeyi araştırıyorlar.
plan
YAPI - OFİS - ANKARA ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 50
fotoğraflar: Yunus Özkazanç
Renkli Dalga YAZGAN TASARIM MIMARLIK TARAFINDAN ANKARA’DA GERÇEKLEŞTIRILEN ONS İNCEK KONUTLARI SATIŞ OFISI, IŞLEVSEL AYRIŞMANIN AKIŞKAN MEKANLARLA ÇÖZÜLDÜĞÜ SERBEST BIR PLANA SAHIP. YAPI, TOPOĞRAFYANIN EĞIMINI TAKIP EDEN BIR KABUKLA ÇEVRELENIYOR.
ONS INCEK SATIŞ OFISI
yazgan tasarım mimarlık
Ons İncek Konutları'nın satış ofisi, üç renkli kuleden oluşan ve 45.000 metrekarelik alana yayılan konut kompleksinin girişini işaret ediyor. Yapının iç mekanı, konut kompleksinin büyük maketinin yer aldığı ve ışıklıkla tarif edilen merkez etrafında şekillenen serbest bir plan şemasıyla kurgulanmış. Merkez etrafındaki üç kollu kurguda işlevler net bir şekilde birbirinden ayrıştırılmış ancak aralarındaki mekansal süreklilik akıcı bir şekilde sağlanmış. Eğime oturan üç katlı yapının içinde sirkülasyon, merdiven ve asansörün yanı sıra rampalarla da sağlanıyor. Özel çalışma ofisleri üst katta yer alırken konut kompleksine ait maket ve satış temsilcileri zemin katta bulunuyor. Bodrum kattaysa mobilyalarıyla döşenmiş üç adet örnek daire yer alıyor.
Satış ofisinin cephesi çok sayıda renkli cam panellerden oluşuyor. Yapının tüm taşıyıcı elemanları brüt beton kullanılarak inşa edilmiş. Yapının mimari dili de bu beton yüzeylerle oluşturulmuş. Gri fon, cephedeki camların renklerini vurgulayarak onlara netlik kazandırıyor. Camlarda tercih edilen renkler, konut kulelerinde kullanılan renk ve tonlardan seçilmiş, böylece projenin tamamında görsel bütünlük sağlanmış. Proje renkli camlarıyla Dünya Mimarlık Festivali’nde (World of Architecture Festival) “Yenilikçi Renk Kullanımı” kategorisinde birincilik ödülünün de sahibi oldu. Yapının peyzaj tasarımındaysa topoğrafyanın mevcut eğimi kullanılmış. Sosyal merkezden başlayarak dalga şeklinde yayılan iç içe halkalar, eğimi takip ediyor. Çok sayıda tekil bahçeden oluşan peyzaj, Ankara’nın iklim koşullarına özgü geniş bir bitki yelpazesini içeriyor. İç içe geçen halkalar da yürüyüş ve koşu yollarıyla birbirinden ayrılıyor.
arka sayfada solda: Işıklık ve iç mekan ilişkisi sağda: İç mekan dolaşım kurgusu altta solda: Cephe detayı
51 XXI - ARALIK 15 / OCAK 16
bu sayfada solda: Bina ve topoğrafya ilişkisi solda altta: Cepheye yakın bakış altta: Cephe detayı en altta solda: Giriş cephesine bakış
YAPI - OFİS - ANKARA
giriş sayfasında Binaya genel bakış
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 52
YAPI - OFÄ°S - ANKARA
zemin kat planı
1. kat planı
giriş cephesi görünüşü
giriş cephesi kesiti
53 XXI - ARALIK 15 / OCAK 16
-1. bodrum kat planı
YAPI - OFİS - ANKARA
-2. bodrum kat planı
kerem yazgan 1969’da Ankara’da doğdu. ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden 1993 yılında lisans, 1997’de yüksek lisans derecesini aldı. 1996 yılına kadar Ankara'daki çeşitli mimarlık ofislerinde çalıştı ve mimari proje yarışmalarına katıldı. 1996'da bir ulusal mimari proje yarışmasında kazanılan birincilik derecesi ile ilk ofisini kurdu. 1997-2007 arası ODTÜ'de yarızamanlı öğretim görevlisi olarak stüdyo yürüttü. ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden doktora derecesini aldığı 2003 yılında, Begüm Yazgan ile “Yazgan Tasarım Mimarlık” adında ikinci ofisini kurdu, çalışmalarını halen bu ofiste sürdürüyor.
begüm yazgan 1974 yılında Ankara’da doğdu. 1995 yılında İTÜ Mimarlık Bölümü’nden lisans, 1998’de ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden yüksek lisans derecesini aldı. 1995-1998 arası çeşitli mimarlık ofislerinde çalıştı. 1998’den 2003’e kadar ODTÜ Mimarlık Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalıştı. 2006’da ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden doktora derecesini aldı. Halen Kerem Yazgan ile birlikte 2003 yılında kurduğu Yazgan Tasarım Mimarlık ofisinde mimarlık hayatını sürdürüyor. Sahip olduğu teorik altyapı ve akademik deneyimlerini ofisteki pratiklerine yansıtmaya önem veriyor.
proje adı: ONS İncek Residence Showroom ve Satış Ofisi proje yeri: İncek, Ankara, Türkiye tasarım ekibi: Kerem Yazgan, Begüm Yazgan yardımcı mimarlar: Kamer Sağlam Yiğin, Emre Şahin mimarlık ofisi: Yazgan Tasarım Mimarlık işveren: ONS AŞ proje tarihi: 2013-2014 yapım tarihi: 2013-2014 arsa alanı: 1.530 m2 toplam inşaat alanı: 1.850 m2 statik proje: Aydın Pelin - Cen Binzet Mühendislik elektrik proje: Yurdakul Mühendislik mekanik proje: SF Mühendislik iç mekan tasarımı: Yazgan Tasarım Mimarlık peyzaj projesi: Yazgan Tasarım Mimarlık ana yüklenici: ONS proje tipi: Ticari Ofis yapım türü: Betonarme
İÇ MEKAN - RESTORAN - BARSELONA ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 54
fotoğraflar: Adrià Goula
Doğallık ve Tevazu BARSELONA’DAKI EL EQUIPO CREATIVO TASARIMI RESTORANDA DOLULUK BOŞLUK ORANLARI VE MALZEME ÇEŞITLILIĞIYLE OYNANARAK KENDI IÇINDE FARKLILAŞAN BIR MEKAN KURGUSU YARATILMIŞ. Restoran, Barselona’nın Eixample bölgesindeki yoğun caddelerden birinde, dar cepheli küçük bir mekana yerleşiyor. Bu anlamda tasarım, zorlayıcı planı ve konumu nedeniyle güçlü bir çözüme ihtiyaç duyuyordu. Restoran, Eixample’ın karakteristik şehir bloklarının izlenebildiği geniş bir terasa ulaşana kadar arkaya doğru giderek genişliyor ve doğal ışıkla doluyor. Doğallık ve tevazu gibi değerleri birer tasarım girdisi olarak kullanarak Akdeniz bölgesinin tarihini tasarıma yansıtmayı amaçladık.
DISFRUTAR RESTORANI
el equıpo creatıvo
Öncelikle restoranda iki farklı mekan kurgusunun birlikteliğine odaklandık. Restoranın giriş alanını oluşturan bar ve şaraphane caddeye daha yakın yer alıyor. Bu alan metalik strüktürleri, renkli seramikleri, monokromatik panelleriyle kentin mikro bir
yansımasını sunuyor. İkinci mekan arkaya doğru devam ederek daha korunaklı bir yemek alanı, iç avlu, ve terastan oluşuyor. Bu iki mekanı, restoranın kalbi olan mutfakla bağladık. Mutfaktan sonra geniş ve aydınlık mekanıyla ana yemek alanı geliyor. Beyaz duvarlarla çevrili teras, geometrik açıklıklarla doluluk ve boşluklara dönüşerek Akdeniz’in tipik kasabalarının kaotik bir yansımasını sunuyor. Öte yandan açıklıklar, mekanın sınırlarını da çiziyor ve yarı açık alana girecek renkleri, yeşilleri, mavi gökyüzünü de mekana dahil ediyor. işveren: Compartir Cadaqués iç mekan tasarımı: El Equipo Creativo tasarım ekibi: Oliver Franz Schmidt + Natali Canas del Pozo + Lucas Echeveste Lacy proje ortakları: Juan Marcos Feijóo, Anna Martínez, Cristòfol Tauler, Néstor Veloso, Anna Serra, Cristina Huguet, Clara Manchón aydınlatma tasarımı: la invisible grafik tasarım: lo siento
İÇ MEKAN - RESTORAN - BARSELONA 55 XXI - ARALIK 15 / OCAK 16
karşı sayfada Restoran bu sayfada üstte: Metal strüktür ve renkli seramik kullanımı solda: Terasa bakış arka sayfada üstte solda: Giriş cephesi üstte sağda: Mutfaktan restorana geçiş koridoru altta: Gastrobar
natalı canas del pozo Barselona ve Berlin’de mimarlık okudu. Daniel Libeskind ile birlikte çalıştı. Çeşitli mimarlık okullarında öğretim üyeliği yapıyor. Oliver Franz Schmidt ile birlikte El Equipo Creativo’yu kurdu. Aynı zamanda mimarlık ve medya firması olan Canas+Echeveste’de çalışıyor.
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 56
İÇ MEKAN - RESTORAN - BARSELONA
olıver franz schmıdt Barselona’da mimarlık okumadan önce marangozluk eğitimi aldı. Ahşap yapı inşaatı konusunda ödül kazandı. Enric Miralles ve Benedetta Tagliabue ile birlikte çalıştı. 2003 yılından beri yemekle ilgili mekanların tasarımını gerçekleştiriyor. 2010 yılında Natali Canas del Pozo ile birlikte El Equipo Creativo’yu kurdu.
ADDO MARKASI IÇIN TASARLANAN BRIDGE KOLEKSIYONU KULLANICILAR ARASINDAKI ILETIŞIME VE BILGI PAYLAŞIMINA VURGU YAPIYOR, BU ANLAMDA “KÖPRÜ”YÜ KONSEPT OLARAK ELE ALIYOR. KOLEKSIYONU TASARIMCISI SEZGIN AKSU ILE KONUŞTUK. Arzu Türk: Koleksiyon köprü temasıyla yola çıkıyor. Bu temayla birlikte tasarım nasıl şekillendi? Sezgin Aksu: Bir masayı gördüğünüzde ve masanın ayaklarına baktığınızda bir köprü anlamı çıkarırsınız. Fiziksel olarak insanın aklına o gelir. Sisteme Bridge ismini vermemiz de buradan çıkıyor aslen. Ancak köprünün anlamı sadece bir noktadan bir noktaya bir şey taşımak değil; taşıdığınız şeyin anlamı, asıl önemli olan. Diğer tarafta kim var ve ne taşıyorsunuz? Sadece araba, insan taşımıyorsunuz, insanlar arasında bir şeyler değiştiriyorsunuz. Konuşuyorsunuz, fikir verip alıyorsunuz. Masanın anlamı, etrafında insanların oturması ya da karşılıklı konuşmak, masa üstünde ellerin hareketi, paylaşılan bilgiler, fikirler. Bunların hepsi masaya köprü görevi yüklüyor. Bu benim için başlangıç noktası oldu. Tabi ki bir ofis sistemi olduğu için onunla bir çalışma ortamı kuruyorsunuz. En doğru şey olarak da bilgi köprüsü olmuş oluyor.
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 58
ÜRÜN TASARIMI - MASA SİSTEMİ
Aramızdaki Köprü
BRIDGE
sezgin aksu
at: Tasarımın bileşenleriyle ilgili bilgi verebilir misiniz? sa: Masanın ayakları en önemli detaylardan biridir. Bir “ayak” olarak da aslında her şey olabilir. Bu formu verirken konsept olarak sadece ofisi düşünmedik, tasarımın daha çok esnek, işlevsel özellikler taşımasını istedik. Sonuçta gri ayaklar, ofiste kullanılırken; rengi
değiştiğinde başka mekanlarda kullanma şansınız da oluyor. Cam ya da mermer ayakla evde kullanabilirsiniz. O yüzden de ortaya organik bir form çıktı. Bir diğer önemli kısım da kopya tasarımları engellemek için alüminyum kalıp kullanmaktı. Bunlar için firmalar bütçe ayırıp yatırım yapıyorlar. Bir diğer önemli noktaysa bu ayak görüldüğünde Addo markasının akılda kalmasıydı. at: Bu ayaklar da değiştirilebiliyor. Bu anlamda modüler bir tasarım. sa: Evet, parçalar değiştirilebiliyor, tamamen esnek, modüler bir sistem oluşturduk. İki ayak arasındaki parça daraltılabiliyor, açısı değiştirilebiliyor. Ayakları ortaya çekebiliyoruz, çapraz koyabiliyoruz ki bu da dikdörtgen ve yuvarlak masalarda özellikle camsa daha temiz bir çizgi çıkarıyor ortaya. Ayakların ayrı olması önemli çünkü her tür masa kombinasyonunu kullanabiliyorsunuz, tek kişilik çalışma masalarından toplantı masalarına ve üst düzey masalara kadar, çünkü her tipe uyuyor. Masa üstünde mermer, lamine, ahşap ya da cam olarak istediğimiz malzemeyi tercih edebiliyoruz. Renkler de değiştirilebiliyor; gri, beyaz, siyah ya da istenen herhangi bir renk de olabiliyor. at: Kübik olarak nitelendirdiğimiz ofis sistemlerinde kimse birbirini görmeden, çevreden yalıtılmış şekilde çalışıyor. Ancak Bridge koleksiyonunda ayırıcılar tamamen görüşü kapatmıyor, yarı özel bir çalışma alanı tanımlıyor. sa: Sistem olarak düşündüğümüzde evet, “açık ofis” konseptiyle düşündük. Ama yine de tam olarak açık
at: Yönetici masasının formatı biraz farklı. Bizim alıştığımız şekilde tek bir masa ve karşısında iki sandalyeden oluşmuyor sadece. sa: Ana çalışma masasının yanında bir keson, onun yanında da küçük bir toplantı masası var ve bunların üçü de tek bir sistem altında bulunuyor. Bu, çok önerilen bir sistem değildir. Masanın karşısındaki iki sandalye aslında sadece bu bölgelerde yapılıyor, bunu Avrupa’da göremezsiniz. Bu düzeni ben hiç sevmiyorum. Bridge’de biz daha demokratik bir düzen kurmak istedik. Yuvarlak bir masanın etrafında oturmak, hiç kimsenin pozisyonunun bir diğerinden daha yüksek olmadığını gösterir, eşitliği simgeler. Dolayısıyla bu, yöneticinin toplantı sırasında o masaya geçmesini sağlıyor. at: İstasyon sistemi için konuşmak gerekirse bunda da arkada bir toplantı masası var. sa: Bu aslında çok esnek bir tasarım, sistemin ortasındaki parçaya ne eklenebileceği müşterinin ihtiyacına göre şekilleniyor. Bir tarafta çalışıyorsanız diğer tarafta toplantı yapabilirsiniz. Malzemeler de masanın büyüklüğü de detayları da isteğe ya da mekana göre değiştirilebiliyor. Tasarımda gizli kablo geçişini sağlayacak yerler, depolama alanları da mevcut.
sezgin aksu Türkiye doğumlu tasarımcı Sezgin Aksu, Stutgart, Paris ve Milan'daki çalışmalarının ardından, 1996 yılında Milan merkezli stüdyosunda, Michele de Lucchi ile ortak çalıştı. Aksu, 2007 yılında Milan'da Silvia Suardi ile birlikte kurduğu tasarım stüdyosu AKSU/SUARDI'de çalışmalarına devam ediyor. Istituto Europeo di Desgn/Milan(IED), Nuova Academia Belle Arti (NABA), Superiore di Architectura (ISAD) ve the NABA/Milan'da ders veriyor.
59 XXI - ARALIK 15 / OCAK 16
at: Koleksiyondaki parçaları anlatabilir misiniz? sa: Aslında her şey var. Tek kişilik masadan toplantı masasına, yemek odası masasından yönetici masalarına kadar geniş bir yelpazeye yayılıyor. Koleksiyonda aynı zamanda koltuklar da var; Frame adıyla geçiyor ancak detay sisteminde yine Bridge’den etkilendik. Aslında bütüncül bir sistem önermek için her parçayı düşünmek zorundasınız. Bu sisteme son senelerde önemli hale dönüşen, açık ofislerde tercih edilen, gürültüyü engelleyici akustik panelleri de düşündük. Bu, ortamın kalitesini artırıyor. Elbette sadece ofislerde değil, toplantı odalarında da çokça ihtiyaç oluyor.Tasarımda gizli kablo geçişini sağlayacak yerler, depolama alanları da mevcut.
ÜRÜN TASARIMI - MASA SİSTEMİ
olmasını istemedik. Diğer tarafın da istendiğinde görülebileceği bir engel hayal ettik. Aynı zamanda ses yalıtımı da sağlıyor bu dikey ayırıcılar. Kişiselleştirilebilir aksesuar haline de dönüşüyor. Sonunda düz bir bariyer değil, bir “peyzaj” oluşturmuş oluyorsunuz. Çalışanlar açısından arada bir ayırıcı olması gerekli oluyor bir yerden sonra. Bağlantı elemanı olmadan tasarlandığı için de ayırıcılar çıkarılıp, hareket ettirilebiliyor, yeri değiştirilebiliyor. Bir anlamda yeni bir mekan yaratıyor.
SNOWSOUND Özgün tasarım konseptleri ve yüksek ses yalıtım teknolojileri ile öne çıkan İtalyan markası Caimi, ofis ve genel mekanlarda akustik düzenlemeye yardımcı olan ses panelleri Snowsound ile tasarımı ve ses kalitesini tek bir ürünle buluşturuyor. Geometrik formları ve renk alternatifleriyle modern dekorasyona tam uyum sağlayan paneller gürültü kalabalığını engelleyerek ses akustiğini düzenliyor. Tek teknolojiyle birçok çözüm sunan Snowsound, Türkiye'de sadece Addo Furniture'da kullanıcısıyla buluşuyor. İnce yapısına rağmen derin seslerden düşük seslere kadar tüm frekansları karakterize ederek ortama yansıtan Snowsound, geometrik ya da yuvarlak formda ve renkte üretilebiliyor. Hafifliği sayesinde tavan, duvar ve mobilyalara kolaylıkla uygulanan paneller geri
dönüştürülebiliyor. Snowsound, dış kumaşı tamamen polyester ve diğer bileşenleri plastik ya da metal olarak üretiliyor. Ferrara Üniversitesi laboratuarlarında test edilen patentli tasarım, A sınıfı ses emilimi sağlayan UNI EN ISO 354 standartlarına uygunluk gösteriyor. Kumaş ve ses emici materyal arasında hiç boşluk olmadığı için toz ya da polen birikmesine imkan vermeyen ürün, dikişsiz yüzeyi sayesinde kolaylıkla temizlenebiliyor. Snowsound, akustik konfor sağlayan özellikleriyle German Design, Gran Design Etico, NeoCon, Product Inovations, Design Index ADI, International CES Innovations Design and Enginering Awards,Les Trophees de L'innovation, Horeca24 Innovazione Dellanlo gibi birçok ödüle sahip. www.addofurniture.com
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 60
SEKTÖR HABERLERİ
AVRUPA'NIN SEÇKİN BANYO VE MUTFAK MARKALARI TÜRKİYE’DE 20 yıldır banyodan mutfağa, dış mekan cephe taşlarından bahçe düzenlemelerine kadar Avrupa’daki 100’e yakın lüks markanın özel tasarımlarını yurtdışındaki müşterileriyle buluşturan Aksesuar Group artık Türkiye’de. Aksesuar Group banyo, mutfak, seramik konusunda 50’yi aşkın marka ile stoklu çalışıyor ve müşterilerinin banyo ve mutfak konusundaki
CHARLESTON RADYATÖRLER Avrupa'nın ilk çelik radyatör üreticisi Zehnder, 700 farklı renk seçeneği ile ürettiği her üründe "hayat üçgeni" olarak tanımladığı sağlık, konfor ve enerji verimliliği misyonlarını sürdürüyor. Hızlı üretim süresi ve sınırsız boyutsal özgürlük vadeden, kolay montaj avantajı sağlayan ve 19 cm'den 3 m'ye kadar değişen yükseklik seçenekleri ile Zehnder Charleston, kavisli ve köşeli uygulama imkanı da sağlayarak tüm iç mekan tasarımına uyum sağlıyor. Kolay temizlenebilmesi, toz ve kir tutmayan hijyenik bir ürün olmasından dolayı tüm
çözüm ortaklarının, kullanıcıların ilk tercihleri arasında yer alıyor. Zehnder Charleston tüm bu özelliklerini hastaneler için özel olarak üretilen klinik modeli ile de hataya geçiriyor. Yeni geliştirdiği her ürün ve sisteme patent alarak faaliyetini sürdüren Zehnder Charleston, Avrupa'da %40'lara varan pazar payı ile lider konumda. Mimari tasarımlara özgürlük sunan Zehnder Charleston, radyatörleri mekanların dekorasyon ürünleri haline getiriyor. www.zehnder.com.tr
taleplerini ücretsiz tasarım ve ücretsiz montaj avantajı ile sunuyor. Aksesuar Group, Azerbaycan ve Irak’ta hizmet veren üç teşhir mağazasının yanı sıra, İstanbul-Florya’da çok yakında hizmete açacağı 2500 metrekarelik yeni mağazası ile birlikte toplamda 7500 metrekarelik bir teşhir alanıyla hizmet veriyor olacak. www.aksesuar.az/tr
BUDERUS LOGAMAX PLUS GB172İ Avrupa'nın önde gelen termoteknoloji markası Buderus, yeni serisi Buderus Logamax plus GB172i yoğuşmalı kombi ve kazanları Türkiye'de de tüketicilerin beğenisine sundu. Buderus mühendislerinin titiz çalışmalarıyla tasarlanan Logamax plus GB172i, titanyum cam ön paneli, modern çizgiler barındıran özel tasarımı, siyah ve beyaz olmak üzere iki renk seçeneğiyle dikkat çekiyor. Açılır alt kapağın altında gizli kumanda ünitesi bulunan kombi, baca gazı içinde bulunan su buharını yoğuşturarak konvansiyonel kombilere oranla aynı miktarda
yakıttan daha fazla ısıtma enerjisi üreterek ekonomik bir kullanım sağlıyor. Ürünler, Buderus mühendisleri tarafından geliştirilmiş olan eşanjör sayesinde kolay kirlenmediği gibi kolayca da temizleniyor. Kombi ve kazanlar, hem oda sıcaklığı hem de dış hava sıcaklığına göre ayarlanabilen Logamatic TC100 oda kumandası ile kullanılabiliyor. Kumanda, mobil telefona ya da tablete yüklenen bir uygulama ile kombiyi istenilen yerden istenilen anda açıp kapatabiliyor. www.bosch.com.tr
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 62
SEKTÖR HABERLERİ
RETROLINE VE DESIGNLINE SERİLERİ Silverline Ankastre, geleneksel çizgileri bugünün tasarım trendleri ile birleştiren Retroline ve geleceğin ankastre teknolojilerini yönlendiren Designline serileri ile dünü, bugünü ve yarını buluşturuyor. Retroline serisinde yer alan davlumbaz, ocak ve fırınlar sadeleştirilerek akılda kalıcı formlarda tasarlandı. Bordo, bej ve siyah olmak üzere üç farklı renk seçeneğine sahip seri hem işlevsel, hem emniyetli, hem de kullanıcısına mutfakta hızlı çalışma imkanı sağlayan özelliklere sahip. Kolay kontrol edilebilen ocak, fırın ve davlumbazlar aynı zamanda kolaylıkla temizlenebiliyor. Endüstriyel Tasarımcı Beyza Doğan imzasını taşıyan ve
Silverline tasarım felsefesini bütünü ile gözler önüne seren Designline serisine üye davlumbazların her biri aynı zamanda uluslararası tasarım derecelendirme kuruluşları tarafından da ödüllendirildi. Serinin baş aktörleri LiftUp, Pop-Out, Slide-Down ve To The Point, tek dokunuşla aktif pişirme alanına odaklanabiliyor. Plus X, Reddot, Germany Design Awards ve Kitchen Innovation Award, IF Design Award gibi önemli ödüllere layık görülen Silverline Ankastre, Türkiye'den ilk ödülü ise 2014 yılı sonunda Design Turkey Endüstriyel Tasarım Ödülleri'nden aldı.
1024 tımeless
4744 sophıstıcated blue
www.silverline.com
JOTUN "GÜZEL EVİM" RENK KOLEKSİYONU Jotun Global Renk Uzmanı Lisbeth Larsen ve ekibinin dünyadaki yaşam stillerinden yola çıkarak oluşturduğu 2016 Global Renk Koleksiyonu'nda "Zamanın Yansımaları", "Işığın Yansımaları" ve "Toprağın Yansımaları" olmak üzere üç tema yer alıyor. Zamanın Yansımaları paleti, mavinin farklı tonlarını sade tonlarla ve pirinç aksesuarlarla bir araya getiriyor. Işığın Yansımaları teması en sade dünya görüşünden aldığı ilhamla, işlevsel ve
estetik bir yaşam tarzını yansıtıyor. Beyazın birbirinden güzel tonları, klinik bir görünüm yerine davetkar ve samimi bir hava katıyor. Renkler sadeliği kutlarken, beyazın en temiz tonları, toprak tonları ve yumuşak siyahla buluşuyor. Toprağın Yansımaları temasında ise yeşiller sade tonlarla bir araya geliyor, palet kırmızılarla tamamlanıyor. www.jotun.com.tr
PAPER
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 64
SEKTÖR HABERLERİ
Seramik, desen, doku ve baskı çeşitliliği nedeniyle duvar kaplaması olarak tercih ediliyor. Duvar kağıdı kullanılan her alanda rahatlıkla uygulanabiliyor. Yurtbay Seramik tarafından sunulan Paper, duvar kağıdı görünümünde ve kraft kağıdı dokusunda yer ve duvar karolarından oluşuyor. Üç farklı kumaş deseni dekoruyla Paper, uyumlu renk geçişleriyle
LED DECO CLASSIC dikkat çekiyor. Duvar kağıdı etkisi yaratan ürün zeminde düz renkli yer döşemesiyle birleştirilebiliyor. Yurtbay Seramik'in duvar ve zemin kullanımına uygun serisi Paper, mat görünümde, kahverengi ve bej renklerinde 50x50 cm boyutlarında satışa sunuluyor. www.yurtbay.com.tr
JANSEN MİMARİ SEMİNERLERİNİN İKİNCİSİNİ GERÇEKLEŞTİRDİ Jansen Türkiye 11-13 Kasım tarihleri arasında İsviçre merkez kampüsünde bu yıl ikincisini düzenlediği mimari semineri gerçekleştirdi. Bu seneki organizasyonda İstanbul, Ankara ve İzmir'in önde gelen mimarlık ofislerinden 11 katılımcı yer aldı. Dünyanın farklı ülkelerinden uygulamacı ve çözüm ortaklarına, mimarlara ve cephe sektöründeki diğer paydaşlar için yapılan bu ve benzeri organizasyonlardaki amaç
çelik profil sistemlerine karşı farkındalığı artırmak. Her sene yapılması planlanan program dahilinde fabrika gezisi, mimar Davide Macullo tarafından tasarlanan kampüs binası turu, atölye pratiği ve St Gallen şehrindeki çelik sistem referansları turu yer alıyor. Ayrıca misafirlerin Stein am Rhein gezisi ve başkent Zürih turu ile güzel vakit geçirmesi hedefleniyor. www.jansen.com/tr
Philips, yeni filaman tipi LED Deco Classic ailesi ile dekoratif aydınlatmada %90'a varan enerji tasarrufu sağlıyor. Philips LED Deco Classic lambalar, kristal şamdanlar, endüstriyel avizeler ve şeffaf görünümlü modern armatürlere uyum sağlıyor ve içinde bulunduğu dekorasyonun bir parçası haline
geliyor. Lambaların içinde bulunan filaman çubuklar ışıklar açık veya kapalı iken mekana katkıda bulunuyor. Hem genel hem de mimari aydınlatma uygulamaları için ideal olan lambalar özellikle otel, restoran, bar ve kafe gibi mekanlarda tercih edilebilir. www.philips.com.tr
ULTRAFUGA FLEX Kalekim'in ürettiği çimento esaslı, silikon katkılı, 2-20 mm derz aralığı için uygun, esnek ve dayanıklı dolgu malzemesi Ultrafuga Flex, tüketici ve profesyonellerin beğenisine sunuldu. Tüm boyutlardaki seramik, granit, kotto, klinker, cam mozaik, mermer, doğaltaş gibi kaplama malzemelerinin derz boşluklarının doldurulmasında kullanılan Ultrafuga Flex, havuz, su deposu gibi ıslak hacimli mekanlarda, yatay ve düşey uygulamalarda ideal çözümler sunuyor. Dış cephe, balkon, teras, alttan ısıtmalı sistem, depo gibi
yoğun yaya ve yük trafiğinin yanı sıra ani ısı değişimlerinin olduğu yerlerde güvenle kullanılan ürün özellikle banyo, duş, tuvalet gibi ıslak hacimlerde, mutfak gibi kolay kirlenebilen mekanlarda tercih ediliyor. Yüksek esnekliğe sahip Ultrafuga Flex, zor kirleniyor ve kolay temizleniyor. Aşınmayan ve çatlamayan yapısıyla pürüzsüz yüzey sağlayan ürün, donmaçözünme çevrimine dayanıklılığıyla tüm yapılarda güvenli kullanım sunuyor. www.kalekim.com.tr
UYGULAMA - CEPHE - İSTANBUL ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 66
Sürdürülebilir Cepheler KÜÇÜKYALI'DA KONUMLANAN RÖNESANS BİZ OFİS PROJESİNİN CEPHESİNDE MITSUBISHI PLASTICS'İN ALPOLIC A2 PANELLERİ KULLANILDI. Mitsubishi Plastics'in yüksek teknolojisiyle ürettiği özel mineral dolgulu zor alevlenici ALPOLIC alüminyum kompozit levhalar yıllardır dünyada ve Türkiye'de yapıların çağdaş yüzü olmayı sürdürüyor. ALPOLIC/ fr'dan sonra özel mineral dolgulu yapısıyla yüksek yangın dayanımı sağlayan, zor yanıcı ALPOLIC A2 paneller, Exova Warringtonfire Center'da gerçekleştirilen testlerde EN-13501-1:2007 standardında A2, s1-do sınıfında yer alıyor. Gelişmiş kaplama teknolojisiyle pürüzsüz bir yüzey sağlayan ürün, sertlik ve sağlamlık ile esneklik ve işlenebilirlik avantajını bir arada sunarak özgün tasarımlara imkan veriyor.
ALPOLIC A2, istenen renk ve dokuyu projeye özel olarak eşleştirerek, esneklik ve perfore gerektiren farklı detayları ustalıkla işleyerek yapının yüzü olan cepheye dinamizm katıyor. Endüstriyel boyama konusunda öncü LUMIFLON'un florokarbon boya teknolojisi sayesinde tüm ALPOLIC serileri renk ve parlaklığını 20 yıla kadar koruyan cepheler vadediyor. ALPOLIC panellerin zengin kartelasında bulunan solid, metalik, simli ve prizmatik serileriyle Naturart serilerindeki taş, ahşap, metal ve soyut serileri de A2 sınıfı yangın yalıtımına sahip olarak üretiliyor. Levhalar, Türkiye'de pek çok özel yapının cephesini sarıyor. Çağdaş mimarlık ürünü otel, rezidans, havalimanı, alışveriş merkezi, hastane ve yurt gibi yoğun insan sirkülasyonu olan yapılarda ilk tercihlerden olan ALPOLIC A2, diğer tüm ALPOLIC ürün gruplarında bulunan standart özellikleri taşıyor.
ALPOLIC A2, LEED Platin sertifikasına sahip, Ali Osman Öztürk / A Tasarım tarafından tasarlanan Rönesans Biz Küçükyalı projesinin de tercihi oldu. Üç bloktan oluşan Küçükyalı'nın yeni ofis kompleksinde toplam 24.000 m2 alanda ALPOLIC A2'nin Prismatic Gray (G-80) ve Pebble Gray Metallic (G-75) panelleri kullanıldı. Projenin cephe uygulaması Altes Alüminyum tarafından gerçekleştirildi. ALPOLIC panellerin üretim süreci, sürdürülebilirlik kriterlerine göre tasarlanan yapılara uygunluk gösteriyor; kullanılan hammadde ve enerji, piyasadaki pek çok panel markasına oranla en aza indirilmiş. İçeriğindeki geri dönüştürülmüş madde ve bitmiş ürünün geri dönüşebilme oranı daha yüksek olduğundan çevresel etkisi daha düşük. Daha az alüminyum tüketerek üstün cephe yalıtımı sağlayan ALPOLIC A2, ayrıca ilerleyen yıllarda bakım giderlerini minimuma indiriyor.
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 68
REFERANS PROJE - OFİS
ASPEN 1989 yılında kurulan ASPEN Yapı ve Zemin, başarılı geçmişiyle Türkiye'nin önde gelen yapı ve zemin şirketleri arasında yer alıyor ve sektöründe bölgesel lider olma vizyonuyla hareket ediyor. Kurulduğu günden bu yana Türk yapı sektörüne modern mimarinin gereklilikleri olan malzeme ve uygulama yöntemlerini sunan ASPEN, günden güne gücünü artırarak sektördeki uzman marka konumunu pekiştiriyor. Asma tavan, bölme duvar, zemin ve LED aydınlatma sistemleri olarak dört başlık altında toplanan ASPEN ürünleri, çok sayıda ürün seçeneğiyle her türlü ihtiyaç ve beklentiye cevap veriyor. Dünya yapı sektörünün dev markalarıyla yapılmış distribütörlük anlaşmalarından beslenen bu ürün yelpazesi, yüzlerce farklı kombinasyon oluşturma olanağı sunuyor. Mekanı oluşturan tüm boyutlara en kaliteli çözümleri sunma felsefesinin arkasında duran, bu sayede sektördeki liderliğini koruyan ASPEN, tavan ve zemin ürünleriyle mekanın altını ve üstünü biçimlendirirken, estetik ve işlevselliğin göze çarptığı bölme duvar sistemleriyle yapılarda yaşam kalitesini maksimum düzeye çıkarıyor, LED aydınlatma sistemleriyle de yaşam ve çalışma alanlarına ışık tutuyor.
dekanya
aksa motor fan
euro gıda
dımple bv
algida
amgen
www.aspen.com.tr • ABN Amro Bank • Avea Genel Müdürlük • British American Tobacco • Cargil Schipol • Çanakkale Seramik Ar-Ge Binası • DDB Tribal Amsterdam • Doğan Holding • Gama Holding • Go Meso • Hepsiburada • ITower • Koppeling • Maasland Ziekenhuis • Memorial Hastanesi • Rupin Üniversitesi • Tekfen • Vakıfbank
novartıs
DERİN DESIGN Derin 2000 yılından bu yana çağdaş mobilya koleksiyonu oluşturmaktadır. Derin koleksiyonu her türlü ofis içi yaratıcı mekanlar ve ev ortamları için tasarlanmıştır. İstanbul tabanlı Derin, özgün sadeliği ile uluslararası düzeyde saygın bir üretici konumundadır. Derin gerek tasarım gerekse üretim süreçlerinde doğal uzun ömürlülük ilkesini benimsemiştir. Malzeme seçiminden kullanılan yapıştırıcıya, nakliyeden enerji tüketimine kadar çevreci bir stratejiye sahiptir. Derin tasarım odaklı, pür, dürüst, güvenilir ve tutarlıdır. www.derindesign.com
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 70
• REFERANS PROJE - OFİS
• Mercedes-Benz Gülsoy Otomotiv, İstanbul, 2015 (Boytorun Architects) • Nidapark Başakşehir Satış Ofisi, İstanbul, 2015 (Gönye Proje Tasarım) • Özdilek Park, İstanbul, 2015 • Paper Cam Medya, İstanbul, 2015 ('i-am' Istanbul)
mercedes-benz
özdilek park
nidapark başakşehir satış ofisi
paper cam medya
DİYALOG OFİS Diyalog Ofis, 2000 yılından bu yana ofis mobilyasında Sedus, Kinnarps, Renz; genel alanda Lammhults, Italiana Divani; akustik çözümlerde Mooia, Abstracta; konferans koltuklarında Caloi; rehabilitasyon ve hastane mobilyalarında Helland; aydınlatmada &'Costa ve Saas gibi markaların temsilciliğini üstleniyor. Tüm bu markaların önderliğinde Diyalog Ofis modern, estetik ve teknolojik çözümleriyle, mimarlara bilgi birikimini aktarıp en yüksek seviyede destek sağlıyor. Firma misyonunu, ofis ve genel alanlarda, insan ve yaşadığı çevre faktörünü göz önüne alarak, verim, işlev, ergonomi ve estetiği harmanlayıp temsil ettiği ürünlerle mimarlara en doğru ürün ve çözümü sunmak olarak belirliyor.
amerikan hastanesi
vodafone
Avrupa kökenli ürünlere sahip, yeşil akımın öncülerinden olan Diyalog Ofis'in temsil ettiği ürünler sade ve yalın çizgisiyle, çalışma alanları, resepsiyon, konferans, oditoryum, seminer, toplantı salonları, fuaye, kafe ve hastane gibi mekanlarda ritim ve mimariyle ahenk yaratıyor.
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 72
• REFERANS PROJE - OFİS
www.diyalogofis.com • Amerikan Hastanesi, İstanbul, 2015 • APM Port, İzmir, 2015 • Detur, Antalya, 2015 • Ewe Enerji, İstanbul, 2015 • HP, İstanbul, 2015 • Odeabank, İstanbul, 2015 • Vodafone, İstanbul, 2015 • Volvo, İstanbul, 2015 • ABank, İstanbul, 2014 • IBM, Ankara, 2014 • Iconova, Gaziantep, 2014 • Anadolu Grup, İstanbul, 2013 • Kahveci Avukatlık Ofisi, İstanbul, 2013 • Mikla Restaurant, İstanbul, 2013 • Piri Reis Üniversitesi, İstanbul, 2013
odeabank
volvo
EPART Kurumsal kimlik, firma vizyonu ve kültürünü yansıtırken çalışanların da tüm ihtiyaçlarına cevap veren Epart bölme duvar sistemleri hızlı ve temiz bir şekilde defalarca sökülüp takılabilmeleri sayesinde ofislerde hareket kabiliyeti, şeffaflık, yalınlık ve ses yalıtımını birlikte sunuyor. Cam ile ahşap, akustik kumaş, pleksi gibi malzemeler kullanılarak kullanıcı ihtiyaçlarını karşılamanın yanı sıra bölme duvar dışında kullanılan alüminyum ayarlı pervazlı ve pervazsız kapılar tasarım bütünlüğü sağlıyor. Ofisin akustik dengesini yaratmada akustik özellikli ahşap veya kumaş kaplı panellerden yararlanılıyor.
türk telekom
bener hukuk bürosu
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 74
• REFERANS PROJE - OFİS
Epart hareketli bölme duvarlar ile mekanları bölerek aynı anda farklı organizasyonlar gerçekleştirilebiliyor. Kumaş kaplamadan doğal kaplamaya birçok ürün ile hareketli bölme duvar panellerinin yüzey kaplaması istendiği zaman değiştirilebiliyor. Hareketli bölme duvarlardaki en önemli etken mekanları bölerken ses izolasyonunun sağlanmasıdır. Epart, kalite belgeleri ve laboratuvar testleri ile onaylanmış ses izolasyonlu duvarlarını Avrupa’da üretiyor. 2015 itibari ile 20. yılını kutlayan firma, konusunda uzman teknik ofis personeli ve montaj ekibi ile uluslararası standartlardaki kalitede üretim yaparak tüm ülkelere satış, montaj ve teknik servis desteği sağlıyor. www.epart.com.tr • Aunde, İstanbul • Bener Hukuk Bürosu, İstanbul • Danone Genel Müdürlük, İstanbul • Glass Galary, Azerbaycan • Hilti Genel Müdürlük, İstanbul • Kazakistan Mega Cinema, Almata • Medipol Hastaneleri Hizmet Binaları, İstanbul • Ofis Teknik, İstanbul • Robert Koleji, İstanbul • Robotek A.Ş., İstanbul • Romatem, İstanbul • Selçuklu Holding, İstanbul • Şişli Terakki Vakfı Tuzla Tepeören Kampüsü, İstanbul • Toshiba A.Ş., İstanbul • Zeytinburnu Belediyesi, İstanbul
aunde
istanbul park / vıp lego
aunde
ERSA MOBİLYA Güvenilirliği ve kalitesiyle Türkiye’de mobilya üreticileri arasında önemli bir yere sahip olan Ersa, sektöre adımını 1958 yılında attı. Bugün ailenin 3. kuşak üyelerinin de yönetimde görev aldığı Ersa, ofis mobilyalarının yanı sıra, otel, yurt, hastane için sabit ve hareketli mobilyalar, koltuk ve kanepe gibi oturma elemanları üretiyor. Ersa’nın ürünleri arasında; masa, çalışma istasyonları, konsol, keson ve sehpanın yanı sıra bölme panel sistemleri, evrak, arşiv ve soyunma dolapları bulunuyor.
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 76
• REFERANS PROJE - OFİS
Çağdaş çalışma hayatının en önemli unsurları arasında yer alan verimliliğe, motivasyonla ulaşılabileceğine inanan Ersa; işlevsel, pratik, ergonomik ve kişiselleştirilebilen tasarımlarla ofis ortamındaki mutluluğu artırmayı hedefliyor. Ürünlerini, doğal malzemeler kullanarak üreten Ersa, ürünlerini aydınlatma üniteleri ve teknoloji ürünleri ile entegre ederek kullanıcılara kendini iyi hissettiren küçük ayrıntılarla sunuyor. Renkli, kimi zaman neşeli tasarımlarıyla çalışma ortamının enerjisini yükseltiyor.
sap genel müdürlük
plaza cubes palladium tower
sap inovasyon merkezi
l.a. mimarlık
greyder
Türkiye’de ve uluslararası alanda birçok tasarımcı ile çalışan Ersa bugüne kadar 39 uluslararası tasarım ödülü kazandı ve ödüllerine her geçen gün yenilerini eklemeye devam ediyor. Dünya ofis mobilya sektörünün lider markalarından Haworth ve Cappellini ürünleri ile portfolyosunu güçlendiren Ersa, yenilikçi ve ödüllü tasarımları, işlevsel ve sürdürülebilir ürünleriyle iş yaşamına yeni bir boyut katıyor. www.ersamobilya.com • Bosch • Greyder • L.A. Mimarlık • Plaza Cubes Palladium Tower • SAP Genel Müdürlük • SAP İnovasyon Merkezi
bosch
FORBO FLOORING Yeni yüzüyle dinamik ve genç çalışan profilini yansıtan, iç mekan tasarımı Mimaristudio tarafından gerçekleştirilen Payguru Ofis'te Forbo Flooring ürünleri tercih edildi.
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 78
• REFERANS PROJE - OFİS
Projede kullanılan Allura Flex özellikle yükseltilmiş döşeme olan ofis alanları, karo halı ile beraber aynı kotta kullanılacak diğer mekanlar, mağazalar, kafe ve restoranlar, dinlenme alanları ve yoğun sirkülasyon alanları için serbest döşenebilir özellikli lüks vinil karosudur. Allura Flex EN 651 standardına uygun aynı zamanda yüksek basınçla kalenderlenmiş olup Grup T aşınma sınıfına sahiptir. %100 yeşil enerji kullanılarak tasarllanmış ve geliştirilmiş olan Allura Flex koleksiyonu cam elyafıyla güçlendirilmiş yapısı sayesinde üstün bir boyutsal stabiliteye sahiptir. Ayrıca 1 mm aşınma tabakası sayesinde trafiğe karşı üst düzey bir dayanım gösterir. Allura Flex "PUR Pearl" ile güçlendirilmiş yüzeyi sayesinde kolay bakım sağlıyor ve servis süresi boyunca doğacak cilalama ve sprey ile yenileme ihtiyacını ortadan kaldırıyor. Ürün yasaklanmş hiçbir madde (phthalate, formaldehit, pentaklorofenol, ağır metaller, CMR 1A ve 1B) içermiyor ve yenilenebilir özelliklidir. Projede tercih edilen diğer Forbo ürünü Flotex Integrity ise sertliğini ve dayanımını su geçirmez köpük tabanı ve metrekareye düşen 80 milyon naylon 6.6. fiber liften oluşan yüzeyinden alırken, normalde yalnızca bir halının sağlayabileceği düşünülen sessizliği ve konforu da ofislerde yaşatıyor. www.forbo-flooring.com/tr • Elion Agency, Tallinn/Estonya • Franke Office, Abu Dhabi/Birleşik Arap Emirlikleri • IKEA, Baerum/Norveç • Le Fringe Hair Salon - Sydney Westfield Shopping Center Bondi Junction, Avustralya • Mint Production Office - Akasya, İstanbul • Rugby Museum, Kuzey Palmerston/ Yeni Zelanda • Samsung Noktaları: Marmara Park, Media Markt, Bursa Carrefour Bimeks, Nautilus Teknosa, Kocaeli Bimeks • SportScheck, Kassel/Almanya • TNT Den Haag, Den Haag/Hollanda • Tommy Hilfiger Shop - Baltz in Ruhrpark, Bochum/Almanya
Otto von Busch'un 2008’den beri XXI için yazdığı sosyal tasarım, sürdürülebilirlik ve tüketimcilik üzerine odaklanan 30’a yakın makalesi “Tasarlanacak Ne Kaldı?” başlıklı kitapta toplandı.
KITAPEVLERI VE ONLINE MAĞAZALARDA
KASTAMONU ENTEGRE Kastamonu Entegre Ağaç Sanayi'nin 45 yıllık tecrübesiyle ve yüksek teknolojiyle ürettiği laminat parke ana markaları Floorpan ve Artfloor, birbirinden özel renk ve desenleriyle mekanlara farklılık katıyor. Kastamonu Entegre'nin ürettiği ürünler arasında laminat parke önemli bir yere sahip. 1999 yılında ilk laminat parke üretimine başlayan firma, 60 milyon m2 üretim kapasitesine ulaşmış durumda. Üretim, üç ayrı tesiste (Gebze, Kastamonu Organize Sanayi ve Adana) yeni ve son teknoloji ürünü makinelerle yapılıyor. Her ürün üretim aşamasında 60 ayrı testten geçirilerek parke haline getiriliyor. Bu nedenle Türkiye'de en çok tercih edilen laminat parke olarak ifade ediliyor.
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 80
• REFERANS PROJE - OFİS
Laminat parke üretiminde, orman bakım ve aralama çalışmalarında elde edilen ikincil kısımlar ve plantasyon şeklinde yetiştirilen ağaçlar kullanıldığı için doğal ormanlara zarar verilmiyor. Bu nedenle laminat parke çevre dostu bir ürün olma özelliği taşıyor. Kolayca takılıp sökülebilir sistemi sayesinde herhangi bir bozulma olmadan defalarca çıkarılıp takılabilen Floorpan laminat parkeler, mekanlardaki dekorasyon değişikliklerinde de kolaylık sağlıyor. www.keas.com.tr
KLASSİS Yapı sektöründe faaliyet göstermek üzere 1989 yılında kurulan Klassis'in faaliyet alanları karo halı, ofis mobilyaları, arşiv ve depo sistemleri, iç ve dış mekan yükseltilmiş döşeme sistemleri ile sinema, tiyatro, konferans ve oditoryum koltuklarının proje, satış, uygulama ve servis hizmetlerinden oluşuyor. Konularında lider firmaları temsil den Klassis, Türkiye ve bölge ülkelerde önemli referanslara sahip.
a bank
roche
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 82
• REFERANS PROJE - OFİS
Sektöründe dünya lideri olan Steelcase Ofis Mobilyası şirketi, 1912 yılında Michigan’da kuruldu. İlk patentini 1914 yılında metal bir çöp kutusuyla alan Steelcase, o günden bu yana metal endüstrisinden ofis mobilyası ve teknolojilerine uzanan bir ürün gamı sunuyor. Ofis yaratma konusundaki uzmanlığı sayesinde her şirketin çalışma koşullarına adapte olabilen ofis çözümleri sağlayabiliyor. Steelcase’in çok önem verdiği sürdürülebilirlik kavramının yanı sıra, ergonomi konusundaki araştırmaları da bu alandaki başarısını açıklayan unsurlardan. Dünyaca tanınan Steelcase, aldığı sayısız ödüllerle sektörde hız kesmeden ilerliyor. www.klassis.com coca cola
• A Bank • Acıbadem Üniversitesi • Anadolu Sigorta • Avon • Cinebonus • Coca Cola • Double Tree Hilton • Lenova • Piri Reis Üniversitesi • Roche
lenova
anadolu sigorta
anadolu sigorta
KOLEKSİYON
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 84
• REFERANS PROJE - OFİS
Değişimi yönetebilen bir iş anlayışı fikrinden yola çıkan Koleksiyon, REwork serisiyle ofisleri yeniden düşünmeye davet ediyor. Bu yeni seri ilhamını; 60'lı yıllarda İtalya'da başlayan sanat akımı Arte Povera'nın çarpıcı eserlerinden olan Umberto Eco imzalı "Opera Aperta" (Açık İş) kitabından alıyor. Bu akımın sorguladığı "Bir müzik ya da hikaye her icra edilişinde aynı olmak zorunda mı?" tezinden yola çıkan Koleksiyon Marka ve Tasarım Direktörü Koray Malhan, bu görüşü çağdaş çalışma alanlarına taşıyarak rutine dönüşen çalışma alanlarına alternatif bir bakış açısı getiriyor. Bu kapsamda REwork serisi içerisinde çalışma alanlarının alışıldık dizgisini yeniden yazabilecek ürünler sunuluyor. Bir ofis ortamı yaratılırken işin içine mimarı, çalışanların ve kişilere özel çalışma davranışlarını da belirleyici faktör olarak konumlandıran bu esnek tasarımlar, durum ya da mekana özel şekillenebilecek çözümlere olanak sağlıyor.
ernst&young türkiye
ldh (la dorıa)
ldh (la dorıa)
mercedes-benz türk, ıt hizmetleri
REwork serisinin üyeleri devasa boyutlara gelebileceği gibi modüler olarak şekillenebilecek ve kolayca yer değiştirebilecek birimlerden oluşuyor. Alan içinde alan yaratabilecek Oblivion, uzunluğunu kullanıcının belirleyebileceği aks üzerinde onlarca kişiye çalışma imkanı sunabilecek Borges, sadece konsantre olunması gereken alanlarda çalışanın içine kapanmak yerine içine açılıp dünya ile bağlantılarını kesebileceği Cap gibi tasarımlar çalışma alanlarına devrim niteliğinde farklılıklar yaratacak ve rutin ofisleri sorgulatacak yaklaşımları taşıyor. www.koleksiyon.com.tr
workınton
piri reis üniversitesi
• Ernst&Young Türkiye • LDH (La Doria) • Mercedes-Benz Türk, IT Hizmetleri • Piri Reis Üniversitesi • Tech Wildcatters • Workinton
tech wıldcatters
piri reis üniversitesi
tech wıldcatters
NURUS Günümüzde çalışan verimliliğini etkileyen unsurların arasında sağlık ve ergonominin rolü her geçen gün artıyor. Uzun saatler oturulan çalışma koltuklarının ve çalışma masalarının ergonomisi, sağlık dostu olup olmadığı, standart normlara uygunluğu çalışan verimliliğini doğrudan etkileyen kilit faktörler olarak öne çıkıyor.
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 86
• REFERANS PROJE - OFİS
Türkiye'nin lider mobilya üreticilerinden Nurus, insan sağlığını önemseyen, koruyan ve çalışanlara ihtiyaçları olan hareket imkanı sağlayan ofis çözümleri sunuyor. Nurus'un yerden yüksekliği, bel desteği, boyun desteği, kol desteği gibi özellikleri, kişilere kendi vücut tiplerine göre ayar yapabilme olanağı sunan çalışma koltukları çalışanların sağlıklarını korumanın yanı sıra ofiste keyifli vakit geçirmelerini sağlayarak verimi artıyor.
deloıtte
me too
Diğer yandan Nurus'un son dönemde ön plana çıkan yükseklik ayarlı masaları, kişiye özel alan yaratan panelleri, sosyal alanlarda kullanılan ortak alan mobilyaları çalışan sağlığı ve verimliliğini ön planda tutan firmalar tarafından tercih ediliyor. Bunun yanı sıra çalışma masalarına göre uyarlanan çalışma koltukları birden çok kişinin kullanımına olanak sağlayarak farklı vücut tipi aralıklarına uyum gösterebiliyor. Türkiye Standartları Enstitüsü (TSE) tarafından belgelendirilen Nurus'un tüm ürün grupları 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği kanununda belirtilen ergonomi standartlarına uygun üretiliyor.
met global
www.nurus.com.tr • Abdullah Gül Üniversitesi • Adidas • Ceva Lojistik • Danone • Deloitte • Garanti Bankası • GfK • İzmir Adnan Menderes Havalimanı • Key Research Yeni Zelanda • Lego • MET Global • n11.com • Odeabank • Selçuk Ecza Genel Müdürlük • Sompo Japan izmir adnan menderes havalimanı
abdullah gül üniversitesi
TRIMLINE INTERIORS Gelişen teknoloji iş anlayışını ve beraberinde çalışma şekillerini değiştirdi. Günümüzde bu değişimin etkisi ile ofisler, tekdüze sıkıcı çalışma ortamları olmaktan çıkıp iyi tasarlanmış modern ve konforlu mekanlara dönüştü. Günümüz ofis tasarımı, merkezine insan koyarak ve topluluk hissi, aidiyet ve kendini değerli hissetme ihtiyaçlarını ön plana alarak çalışan mutluluğunu hedefliyor. Çalışma mekanlarında akustik kontrollü özel alanlara ihtiyaç duyulduğu kadar, yaratıcılığı ve takım oyununu güçlendiren, diyalog ve bilgi paylaşımını teşvik eden şeffaf, açık ve yarı açık alanlar da talep ediliyor. Mimari isteklere göre şekillenen mekanlar gerektiğinde gün ışığından maksimum fayda sağlayacak şeffaflığı, gerektiğinde görsel ve işitsel mahrumiyeti sağlıyor.
taegutec genel müdürlük
netaş genel müdürlük
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 88
• REFERANS PROJE - OFİS
TRIMline interiors mimarlara sınırsız tasarım seçeneği sunarak; modern, yüksek kaliteli, "iyi tasarlanmış" ofis mekanları yaratıyor. bp genel müdürlük
TRIMline interiors ürünleri: TRIMline Omega/ TRIMline Snap ST/ BD/FL, Straehle 2000/2300/3400/ System T/ TRIMline Akustik/ TRIMline MW Hareketli Bölme Duvar Sistemleri ve T.H.E DOOR Kapı Sistemleri www.trimline.com.tr
türkiye müteahhitler birliği
• AND Ofis Kozyatağı • Apple Türkiye • B/S/H Türkiye • Doğuş Holding GM • Eczacıbaşı Holding GM • Ernst&Young Türkiye • Google Türkiye Ofisleri • İş Bankası Tuzla Teknoloji ve Operasyon Merkezi • Lego Merkez Ofisleri • Limak Holding Ofisleri • Mercedes Benz Türk A.Ş. Ofisleri • Oracle Türkiye Ofisleri • Rönesans Holding GM • SAP GM&Yenileşim Merkezi • Taegutec GM • Turkcell Küçükyalı GM • Volkswagen Doğuş Finans Ofisleri • Zorlu Holding GM
sap yenileşim merkezi
rönesans holding
doğuş holding merkez binası
ARALIK 15 - OCAK 16 AJANDASI 2 - 8 Aralık
Yeni Kent Manzaraları: Köln İstanbul
Fotoğraf sanatçısı Murat Germen’in fotoğrafçı Boris Becker’le hazırladığı video programı, mimari değişim süreçlerinin
Akbank Sanat, Beyoğlu, İstanbul
www.akbanksanat.com
Tasarım Vakfı, Sarıyer, İstanbul
www.tasarimvakfi.org
Studio-x, Beyoğlu, İstanbul
www.poedat.org/poedatkonferansi-2015
Ulusal 21. Yüzyıl Sanatları Müzesi (MAXXI), Roma, İtalya
www.fondazionemaxxi.it
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, Beyoğlu, İstanbul
www.iae.org.tr
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Sarıyer, İstanbul
www.kucukarmutluyarisma.com
Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Bolu
www.docomomo2015.ibu.edu.tr
Manitoba, Kanada
www.coolgardens.ca
İstanbul Fuar Merkezi, Bakırköy, İstanbul
www.doorfair.com
Metro Toronto Convention, Toronto, Kanada
www.interiordesignshow.com
CNR Fuar Merkezi, Bakırköy, İstanbul
www.itf-exhibitions.com
bölgesel karakterlerine, farklı yapılaşma ve inşa etme geleneklerine yoğunlaşıyor.
3 - 25 Aralık
Bodrum Tasarım Atölyeleri 2015 Sergisi
Tasarım Vakfı’nın Bodrum Tasarım Köyü’nde gerçekleştirdiği keçe, kilim, takı, cam, seramik ve mimarlık atölyelerinde çıkan ürünlerin sunulacağı sergi, disiplinlerarası kuramsal ve deneysel bağlara odaklanıyor.
6 Aralık
Mimari ve Müzik: Landsounds
Ceren Akçay tarafından sunulacak etkinlikte farklı ritimlerin mekanla ve nesneyle nasıl değiştiği deneyimlenecek.
11 Aralık 2015 30 Nisan 2016
İstanbul: Passion, Joy, Fury
Serginin küratöryel ekibini 10. İstanbul Bienali’nin de küratörlüğünü gerçekleştirmiş olan Hou Hanru’nun yanı sıra Ceren Erdem, Elena Motisi ve Donatelle Saroli oluşturuyor. Gezi Parkı protestolarını merkezine alan sergi; kentsel dönüşüm, siyasi çatışma, direniş, jeopolitik aciliyetler ve umut temalarından oluşuyor.
17 Aralık
Mimar Nazimi Yaver Yenal’ın Unutulmuş Fantastik Dünyası
1904-1987 yılları arasında yaşamış ve bütün üretimleri kağıt üzerinde kalmış Nazimi Yaver Yenal’ı yeniden hatırlamak üzere düzenlenen etkinlik, 255 adet mimari çiziminden oluşan arşivinin ortaya çıkarılmasıyla gerçekleşiyor.
18 Aralık 2015 18 Ocak 2016
Küçük Armutlu Mahallesi Yerinde ve Yerlisiyle İyileştirme Yarışması Sergisi
Mahalle ölçeğinde bir kentsel iyileştirme önerisine ulaşılmasının amaçlandığı ve 18 Kasım’da sonuçlanan yarışmanın proje sergisi Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nde düzenlenecek.
18 - 19 Aralık
Türkiye Mimarlığında Modernizmin Yerel Açılımları
Docomomo Türkiye Çalışma Grubu’nun düzenlediği etkinliklerin on birincisi, 20. yüzyıl Türkiye mimarlığının bugüne kadar belgelenememiş örneklerine dikkat çekerek yeni
AJANDA
bakış açılarıyla dönem mimarlığının yeniden yorumlanacağı bir tartışma ortamı yaratmayı amaçlıyor.
6 Ocak (son başvuru)
“Cool Gardens” Yarışması
Kanada’nın Manitoba bölgesinde düzenlenen sergi her yıl yarışmayla düzenleniyor. Kent, tasarım ve peyzaj arasında konumlanan yerleştirmeleri ve çağdaş bahçe
ARALIK 15 / OCAK 16 - XXI 90
düzenlemelerinden oluşan projeler, Manitoba’daki Winnipeg ve Brandon şehirlerinde sergilenecek.
14 - 17 Ocak
10. İstanbul Kapı Fuarı
200’e yakın firmanın katılacağı fuar 18 bin ziyaretçiye ev sahipliği yapacak. Kapı üretim teknolojilerinin yanı sıra etkinlikte malzemeler de tanıtılacak.
21 - 24 Ocak
Interior Design Show
Bu yıl 18.’sinin düzenleneceği ve yenilikçi uluslararası tasarımların paylaşılacağı etkinlikte Tom Dixon, Ora-ito ve Lee Broom konuşma gerçekleştirecek.
26 - 31 Ocak
İstanbul Mobilya Fuarı 2016
Yurtiçi ve yurtdışından 600’e yakın firmanın katılım göstereceği düşünülen etkinlik, profesyonellerle mobilya meraklılarını buluşturuyor.