XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 133 < EKİM 2014 < CARVE < I-AM < KÉRÉ ARCHITECTURE < TAGO ARCHITECTS < WHITE ARKITEKTER < YERCE ARCHITECTURE < ZOOM TPU
Yİ R M İ B İ R Mİ M A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 13 3 E K İ M 2 0 14 11
El Emeği Okul
Kéré Architecture tasarımı Gando Okulu Ek Binası
Burgan Bank
LIV Hospital Ulus
I-AM
ZOOM TPU
CARVE
TAGO ARCHITECTS
WHITE ARKITEKTER
YAZILARIYLA
GÜLSÜM BAYDAR KORHAN GÜMÜŞ LEVENT ŞENTÜRK
YERCE ARCHITECTURE
Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Puna Yayın adına sahibi ve genel yayın yönetmeni yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@xxi.com.tr
MIMARLIĞIN POTANSIYELLERI
yardımcı editörler Güzin Öztok reklam sorumlusu Tuğba Demirci tugba@xxi.com.tr okuyucu ilişkileri Duygu Erdem duygu@xxi.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu kapak fotoğrafı © Erik Jan Ouwerkerk sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Puna Yayın Serencebey Yokuşu 16/4 Beşiktaş, İstanbul 34349 0212 227 1317 bilgi@xxi.com.tr genel dağıtım Dünya Süper Dağıtım Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Puna Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.
facebook.com/xxidergisi twitter.com/xxidergisi
XXI’de bu ay kapak konusunu Burkina Faso’da küçük bir köyde inşa edilmiş olan okul ek yapısı ve onun yakınlarında inşa edilmekte olan kütüphane projesi oluşturuyor. Bu ne beyaz renkli duvarlara ne de pürüzsüz zeminlere sahip olan yapının ana özelliği katılımcı yapım yöntemi. Aslen Burkina Fasolu olan Diébédo Francis Kéré, Almanya’da aldığı mimarlık eğitiminin ardından 2005’te kurduğu ofisiyle birlikte geliştirdiği projeyle köyüne geri dönüyor. Mevcut bir okul yapısına ek olarak inşa edilen yeni binada, eskisiyle uyum sağlayabilmesi ve uygun bir maliyetle hayata geçirilebilmesi için yerel bir yapı malzemesi olan sıkıştırılmış toprak bloklar kullanılmış. Bunun sürdürülebilir faydalarının yanı sıra elle yapılıyor olması da projeye katılan artı değerlerden. Zira yerli halkın yapım sürecine dahil olmasıyla inşa edilen okul ek binasının bu sayede Gandolularda yapıya dair aidiyet hissini yükseltmiş olması büyük ihtimal.
2008’de okul ek binası tamamlanıp 120 çocuğa yetecek kapasitede hizmet vermeye başladıktan sonra Kéré, ardından kolları bir kütüphane binası için sıvamış. Bu kez çömlekleri çatıya yerleştirerek hem iklimlendirme hem de aydınlatma için çok pratik bir çözüm geliştiren mimarlar, yine köylülerle birlikte inşa edilen yapıyı bu senenin sonunda tamamlamayı planlıyorlar. Mimarlar, mimarlığın yeni bir yanını keşfediyor bir süredir, ya da yeniden hatırlıyor mu demeli? Sadece güce sahip olanın değil, herkesin mimarlığa erişiminin bir hak olduğunu, bunun için yapılabileceklerin de mesleğin kendine çerçevelediği tanımların çok ötesinde olduğunu ifade ediyorlar. En azından bir kısmı... Kéré Architecture’ın bu projesi, mimarlığın potansiyellerine dair algımızı biraz daha genişletenlerden biri. XXI
GÜNCEL
PROJE
6 GÜNCEL
30 TAŞINAN ŞEHIR
Maden ocağının Kiruna’yı tehdit etmesi üzerine White Arkitekter ekibi bütün şehri radikal bir karar ile doğuya taşıyor. Süreç tasarımına çevrilen projenin ilk aşaması başladı. Proje ayrıca Rotterdam Mimarlık Bienali’ne de katıldı.
34 ÖZGÜRLEŞTIRICI OYUNLAR Zorlu Oyun Alanı, Zorlu Center'ın hemen yanında keşfe açık ve maceralı bir oyun arazisi. Vadileri, dağları ve dev kaydırakları ile farklı yaş grubundan çocukları oyuna teşvik ediyor.
EKİM 2014 - XXI 2
İÇİNDEKİLER
38 EL EMEĞI OKUL
12 FOTO – ALTI / CEMAL EMDEN
İstasyon lokantası
14 EŞIK CINLERI / GÜLSÜM BAYDAR
Dijital Dünyada Mimarlık, Mekan Ve Performans Üzerine Düşünceler
24 DÖNME DOLAP / LEVENT ŞENTÜRK
Ortaçağ Üçlemesi ve Diğer Yerler
28 SORU IŞARETI / KORHAN GÜMÜŞ
Küçükyalı Arkeoloji Parkı’nda Farklı Bir Şeyler Oluyor
Geleneksel yapı tekniklerini ve birlikte üretme anlayışını güncel mimarlık uygulamaları içine yerleştiren Kere Architecture, Gandolu çocuklar için ek okul binası tasarladı.
44 IŞIKLI KÜTLELER
56 MOBILYANIN ŞEFFAF SUNUMU
Gün ışığının kademeli olarak içeri ilerlediği, iç-dış mekan arasındaki geçişlerin tüm yapıda kesintisiz devam ettiği mekan dolaşımı, farklı açılarla birleşen iki kütle ile çözülmüş.
48 DENEYIMSEL BANKA
Müşteri deneyimi odaklı bir mekan ve marka tasarımı olan bankacılık merkezi, marka logosunun dış cepheye işlendiği ikonik bir katman ile farklılaşan bir banka yapısı.
Yerce Architecture Yataş Bayrak Mağazası tasarımında markanın önerdiği yaşam kültürünü yansıtırken yarattıkları atmosferle müşterilerin ilgisini zinde tutuyor.
SEKTÖR 60 SEKTÖR HABERLERI 68 PIRI REIS'IN GEMISI Kreatif Mimarlık tarafından tasarlanan Piri Reis Üniversitesi'nde Koleksiyon Mobilya ürünleri tercih edildi.
İÇİNDEKİLER
EKİM 2014 - XXI 4
52 MEKANSALLAŞAN DOKU VE HÜCRELER
Zoom TPU tarafından tasarlanan LIV Hospital Ulus, insan bedenindeki doku ve hücrelerin geometrik yapısından ilhamla kristalize ve organik formları bir araya getiriyor.
70 ÖZGÜRLEŞEN OFISLER
Türkiye'nin pek çok önemli ofis projesinde mimarların çözüm ortağı Trimline Interiors'un geliştirdiği ürünler tercih ediliyor.
72 REFERANS PROJE - AYDINLATMA
78 AJANDA
Gül elektrik Philips Vestel LED aydınlatma
Farklı Şehirler Tanıdık Hikayeler: Berlin
EKİM 2014 - XXI 6
GÜNCEL
BERLIN’DEKI ESKI HAVAALANI TEMPELHOFER FELD IÇIN YAPILAN MASTER PLAN ÇALIŞMASI VE ARDINDAN GELIŞEN KATILIMCI BIR SÜREÇLE BU BÜYÜK KAMUSAL ALANA DAIR KARARIN NASIL ALINDIĞINI, BIR SÜRE BERLIN’DE YAŞAYAN ZELAL ZÜLFIYE RAHMANALI ANLATTI.
Zelal Zülfiye Rahmanalı Berlin’deyim. Şehirle ilk tanışıklık tam bir turistik ziyaret oluyor. Ardından ikinci kez gidiş ve daha uzun kalış. Bu sefer oralı arkadaşlar var. Tanıdık çevrenin gündelik hayatı nasıl akıyor diye deneyimleniyor. Üçüncü gidiş, derken dördüncü ve iyiden iyiye gündelik yaşamın içine girilmeye başlanan bir hal alıyor burada bulunmak. Son sefer, uzun süreli kalış. Az biraz daha ziyaretçi olmaktan çıkılıyor, araştırma projesi, konferanslar, sergiler, arkadaş etkinlikleri ile beraber kenti salt bir ziyaretçi olma haliyle deneyimlemekten çıkıyorum. Kentte yaşamaya çalışmanın bürokrasisine, gündelik hayatın ve kentin işleyişinin kendi olağan döngüsü içine dahil olmaya başlıyorum. İstanbul’dan ve Türkiye’den tam da Gezi Parkı tartışmalarının çokça ve sıklıkla yapıldığı sıralar ayrılıyorum. Sadece Gezi Parkı ve Taksim Meydanı değil 3. Köprü, Yedikule Bostanı, Kanal
İstanbul, HES’ler, kentsel dönüşüm, Tarlabaşı, Emek Sineması, kent, tarih, kent hafızası, değişim, dönüşüm, kentli olmak …. Ve daha birçok kavram ve konu tartışılıyor. Kulağımda en bildik klişe çınlıyor. Avrupa’da böyle şeyler yok. Fakat Bauhaus-Dessau ve Berlin’de geçirdiğim süre içinde kulağıma çalınan başka şeyler oluyor. Berlin duvarından kalan parçaların olduğu bir alanda yapılmak istenen inşaat için sabahın erken saatlerinde yıkım makinalarının alana girip henüz ortalık sakinken ve gün başlamamışken alanı hazırlamaya başlaması hikayesi. Açılışı altı senedir yapılamayan ve ertelenen yeni havaalanı inşaatı, ihya edilen Berlin Kraliyet Sarayı ve daha başka şeyler...
Arkadaş sohbetlerinde konu bazen bu mevzuya takılıyor. Herkes birbirine soruyor evet mi, hayır mı? Neden hayır? Neden evet? Gazetelerde, sokaklarda hep bir logo gözüme çarpmaya başlıyor. Ve ev arkadaşlarımdan biri yapılan referandumda gözetmenlik yapıyor. Bir yerlerden tanıdık gelen hikayeler bunlar, aşina olunan. Bir şekilde, son zamanlarda Türkiye’de olup bitenlerle, hatta sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada olup bitenlerle, gördüğüm, okuduğum, haber aldığım durumlarla karşılaştırmaya, kıyaslamaya, benzeştirmeye ya da birlikte okumaya, anlamaya çalışıyorum. ÖNERILEN MASTER PLAN VE %100 THF KAMPANYASININ ORTAYA ÇIKIŞI
Ardından bakıyorum etrafta harıl harıl bir imza kampanyası dolaşıyor. Arkadaşlarımdan biri elinde imza pusulası sokaklarda, kafelerde dolaşıp kent sakinlerine bir şeyler anlatıp imza desteği istiyor.
%100 ThF kampanyası, Tempelhofer Feld diye anılan ve Tempelhof Havaalanı’nın kapatılmasının ardından kamuya açık bir park olarak kullanılan alanın %100‘lük bölümünün şu anda kullanıldığı gibi,
halkın kullanımına açık park olarak bırakılması ve kamu kullanımı amacıyla, işleviyle olsa bile alana herhangi bir müdahalede bulunulmaması gerektiğini savunan kampanyanın adı. Bu kampanyanın ortaya çıkış nedeni ise Berlin Şehir Yönetimi Yürütme Organı’nın alanın gelecek planlaması amacıyla hazırlamış olduğu yeni master plan çalışması ve bu planda önerilen yeni kullanım. Kampanyanın amacı ise bu alan için verilecek kararın demokratik bir süreç dahilinde ve katılımcı demokrasi yöntemini benimseyerek kullanıcılara yani halka sorulması gerektiğinin savunulması. Yapılan planlama çalışması alanın gelişim planının oluşturulması için stratejik amaçlı oluşturulmuş bir proje niteliğinde. Bu bağlamda alanın çeperlerinde konut ve ticari alanlar ile güney bölgesine yani şehir merkezine doğru da kültür, eğlence ve rekreasyon alanları öneriliyor.
GÜNCEL 7 XXI - EKİM 2014
Havaalanının Tempelhofer Damm, Südring bölgelerinde çalışma ve barınma işlevlerini bir arada çözümleyen bir yapılaşma öngörülüyor. Yine Tempelhofer Damm bölgesinin bilgi, öğrenme ve kültür alanı olarak bir odak noktası olması amacıyla bir merkezi şehir kütüphanesi yer alıyor projede. Südring bölgesinde belli bir alan ise yaratıcı kullanımlara açık düzenlemeler için planlanmış. Alanın güneydoğu kesiminde Oberlandstraße yakınında yapılacak olan yeni köprü, alanın güney kesiti ve konut alanı arasındaki bağlantıyı kuracak nitelikte düşünülmüş. Yeni bir şehirlerarası raylı sistem durağı ise şehirde var olan raylı sisteme bağlanarak alanda yeni bir istasyon bölgesi, bağlantı noktası oluşturmak üzere planlanmış. Yine alanın güney kesiminde olmak üzere bir dilbilgisi okulu özellikle Schillerkiez bölgesine komşu olacak ve hizmet verecek şekilde inşa edilecekti.
Dolayısıyla alanın planlama konseptinde Oderstraße ve Columbiadamm bölgelerinde konut yapılaşmasına, eski havaalanı pist alanında ise sadece düzenlemeye gidildiği görülüyor. Columbiadamm boyunca olan alanlar gelecek planlamaları için potansiyel alan olarak beliriyor, spor ve kültür etkinlikleri için uygun alan olarak planlamada yerini alıyor. Master plan çalışmasına ait imajlarda da görüldüğü gibi çeperlerde yapılaşma stratejisi önerilmiş ve park alanı merkezde kalacak şekilde daraltılmış. Bu master plan için kullanılan en temel argümanlardan biri nüfusun artışı, konut alanlarının yetersizliği ve bu alanın şehrin içindeki konumu nedeniyle bu sorunun çözümü için büyük bir potansiyele sahip olduğuydu. Önerilen konut alanları farklı tip kullanıcılara hizmet verecek şekilde düşünülmüş; öğrenciler için bir düzenleme yapmak, sosyal konut
çeşitliliği sağlamak, genç iş geliştiriciler için yaratıcı çözümler önermek gibi yollarla bu yapılmış. Yani önerilen master plan sadece tek bir kesime değil, birçok farklı kesime hitap edecek şekilde tasarlanmış. Park alanı merkezi bölgede tutularak halihazırda var olan potansiyelini kullanma ve buna ek yeni potansiyeller yaratma stratejisi benimsenmiş. Var olan kullanım biçimlerine ek olarak sürdürülebilir nitelikte yağmur suyunun geri kazanımı ile donanımı yapılacak bir su alanı önerilmiş. Bu su alanı aynı zamanda spor ve aktivite alanı olarak da kamusal kullanıma sunulmuş.
Tempelhof ve Tegel havaalanlarının kapatılması ve sadece BerlinSchönefeld havaalanının açık tutulması kararlarına bağlı olarak atıl kalacak bu alanların tekrar başka şekillerde kullanıma açılması üzerine yoğunlaşıyor. Kapatılacak havaalanlarının gelecek kullanımlarının ne olacağı ile ilgili çalışmaları içeren bu planlama alanda inşaat yapılabilmesine olanak sağlayan bir öneri sunuyor, fakat yeterli ve belirgin bir planlama önerisi geliştirilmediğinden yatırımcılar için bu alana yatırım yapmak cazip olmuyor. Bu nedenle alan bu süre zarfında çekici bir yatırım alanı olarak görülmemiş ve olduğu gibi atıl bırakılmış.
TEMPELHOF’UN KRONOLOJISI
2008 yılında hazırlanmaya başlanan master plan, Tempelhof Havaalanı için hazırlanan ilk çalışma değil. 1994 yılında bu alanda bir planlama çalışması daha hazırlanmış. Bu çalışma Berlin ve Brandenburg bölgeleri için tek bir havaalanı kullanma ve diğer havaalanlarını kapatma fikirlerinin görüşüldüğü sıralara denk geliyor. Plan,
2007 yılında havaalanının kapatılması ve artık faaliyet vermemesi yönünde son ve kesin karar alınıyor. 2008 yılında havaalanının açık tutulması için bir kampanya başlatılıyor. İmza kampanyası referandum yapılmasının yolunu açsa da yapılan referandumda beklenen yeterli oy oranı sağlanamadığı için alanın kapatılması kararı
giriş sayfasında ve önceki sayfada Tempelhof Havaalanı’nın kamusal kullanımları Fotoğraflar: Sarina Kunkel bu sayfada sağda: Alan için öngörülen master plan altta: Konut ve ofis alanı olarak önerilen Südring altta sağda: Spor ve kültür etkinlikleri için önerilen Columbiadamm
EKİM 2014 - XXI 8
GÜNCEL
arka sayfada üst sırada: Havaalanının içinden kareler. Fotoğraflar: Philine Sollmann alt sırada: Eski uçuş pisti. Fotoğraflar: Magdalena Nottrott
değiştirilemiyor. 2010 yılında ise boş havaalanı “Tempelhofer Feld” adı ile Berlin’in en büyük parkı olarak kamuya lanse ediliyor ve kamu kullanımına açılıyor. Daha detaylı bir master plan çalışması hazırlama fikri bu dönemde tekrar gündeme geliyor. Önceki planlamalara nazaran daha detaylı ve spesifik önerilerle hazırlanan plan, aynı süreçte yasal prosedürler dahilinde kamuoyu ile paylaşılıyor. Tam da bu noktada, plan önerisinin kamuoyuna sunulması aşamasında, plan üzerinde tartışmalar başlıyor. YENI MASTER PLAN TARTIŞMALARI
Plan, çoğu kesimi memnun etmekten ziyade tartışmalı bir konumda yer alıyor. Bu tartışma da sadece alanın yapılaşmaya izin vermesi ya da vermemesi etrafında sınırlı değil. Plan aynı zamanda yatırımcılar için hala yeterli ölçüde belirgin ve güvenli bir yatırım ortamı sunmuyor, özellikle arazi hala kente ve kamuya ait olduğu için.
Öte yandan önerilen plandaki uygulamalar için ayrılması gereken finansal bütçe şehir ekonomisi için riskli bir harcama olarak değerlendiriliyor. Yeni planlamaya ait işletme maliyeti ile var olan alanın olduğu hali ile tutulması arasındaki işletme maliyeti kıyaslamaları bu tartışmanın önemli bir argümanı olarak ortaya çıkıyor. Kamu sermayesinin efektif biçimde tüketilmesi gerektiğini savunan bir argüman oluşuyor. Belirtilen konut ihtiyacı sıkıntısının farklı dinamikleri ile beraber değerlendirilmesi gerektiği ve bu ihtiyacı karşılamanın başka yollarının olduğu üzerine tartışmalar yapılıyor. Özellikle yakın çevrede yaşayan birçok kentli ve mahalle sakini Berlin'de yeni konut üretimi yapılabilecek potansiyel alanların olduğunu ve şehrin uygun yerlere doğru genişleyebileceğini düşünmekte. Alanda önerilen yapılaşmanın, konut ihtiyacını çözmek yerine yakın
çevresinde bulunan konut bölgelerinde gayrimenkul fiyatları ve kira fiyatları üzerinde olumsuz etkiler yaratacağı görüşü hakim şekilde savunuluyor. Özellikle de alanın çok yakınındaki Kreuzberg ve Neukölln bölgelerinde son beş ve on sene içerisinde hissedilir derecede kendini gösteren kira ve konut fiyatları baskısı bu görüşü destekliyor. Master plan tartışmaları sürecinde bile olası uygulama potansiyelinin var olmasının, alanın en yakın bölgelerinde konut ve gayrimenkul alım satım ve kira fiyatlarında bir artışa ve yenileme dönüşümlerinde bir ivmelenmeye neden olduğu konusunda araştırmalar ve çalışmalar yapılmakta. Yani, yapılan planlama ve öneri çalışması çok aşina olduğumuz bir bölgesel mutenalaşma ve gayrimenkul spekülasyon sürecinin tetikleyicisi olması nedeniyle birçok tartışma ve araştırmayı beraberinde getirmiş.
PEKI NEDIR BU %100 THF?
Yazının ilgi alanını oluşturan %100 ThF kampanyası da bu tartışmalar esnasında filizlenen bir sivil insiyatif örgütlenmesi. Yazının başında da belirtildiği gibi önerilen master plan çalışmasını, beraberinde getirdiği sorunlar nedeniyle reddederek alanın kullanımını var olduğu hali ile korumayı öneriyor, %100 halka ait ve %100 olağan hali ve olağan kullanım biçimleri ile. %100 ThF kampanyası bir imza kampanyası olarak başlıyor. Alan hakkında verilecek kararın tüm şehir halkına sorulabilecek bir ortama taşınabilmesi amacıyla ilk etapta gerekli olan en az 20.000 imza toplama süreci bu şekilde başlıyor. Toplanan imzaların Temsilciler Meclisi’ne sunulması ve bu meclisin referanduma gidecek yolu, yeterli oy oranı sağlandığı takdirde açma kararı bu sürecin ikinci aşamasını oluşturuyor. Bu aşamada karar sadece
GÜNCEL EKİM 2014 - XXI 10
referandum yapılıp yapılmaması sorusunun halka arzı için bir yol açıyor. Üçüncü aşamadaysa referandum yapılabilmesini sağlayacak karar için yaklaşık olarak 173.000 oy toplanması gerekiyor. %100 ThF referandum kanalının açılabilmesi sürecinde imza kampanyası konusunda başarılı sonuçlar elde ederek alan hakkında verilecek kararı kentin kullanıcılarına bırakma hakkını elde edebiliyor. Aşağı yukarı dört ay içerisinde belirlenen tarihin sonuna kadar toplanan imzaların sayısı yaklaşık olarak 200.000 üzerinde oluyor. Kampanya süreci ve örgütlenme biçimi başarılı bir şekilde yürütülüyor. İmza kampanyaları ardından 25 Mayıs 2014 tarihinde Berlin şehir sakinleri Tempelhofer Feld olarak adlandırılan alanın nasıl kullanılacağına karar vermek için sandık başına gitti. Evet ya da hayır demek için. Peki neye evet, neye hayır deniyor?
Referandum pusulasında ThF Yasası ve Berlin Parlamentosu Yasası’na evet ya da hayır oyları verilmeliydi. %100 ThF kampanyasının referandumdan sonuç beklentisi şu şekildeydi: ThF Yasası’na evet, Berlin Parlamentosu Yasası’na hayır. THF YASASI:
Alan tamamıyla kamuya aittir. Alan herhangi bir sınırlama ya da daraltma olmadan kamu kullanımına açık olacaktır. Ayrıca alan gelecekte de önceden olduğu gibi rekreasyon alanı, kentin doğal iklim alanı ve doğal hayat için bir habitat olmaya devam edecektir. Aynı zamanda alan tarihi değerini ve anlamını olduğu gibi koruyacaktır. BERLIN PARLAMENTOSU YASASI :
Alanın 23 hektarlık bölümü yeşil alan (park) olarak kullanıma açık bırakılacaktır ve bu alan her zaman kente, yani kamuya ait olacaktır. Kamusal alanlar, rekreasyon, dinlenme, boş zaman geçirme işlevleri
ile her zaman “her nüfus grubuna” (herkese) açık olacaktır. Ayrıca alan hayvanlar ve bitkiler için doğal bir yaşam alanı olarak korunacaktır ve “yeşil bir akciğer” olarak kalacaktır. Havaalanı çeperi, konut, spor, ticari ve kültürel faaliyetler için yapılaşma alanı olarak tutulacaktır. Bir komite belirlenecek ve bu komite alanın her türlü kullanımı, yapılaşması ve tarihi değeri olan havaalanı binasının korunması durumlarında destekleyici bir rol oynayacaktır. Referandum sonucu kampanya örgütlenmesinin hedefine uygun şekilde alanın var olduğu hali ile korunması yönünde sonuç çıktı. Özellikle de Tempelhofer Feld yakınlarında bulunan yerleşim alanlarında yaşayanlar referandum sonucunu sevinçle karşıladılar. Herkes alana gidiyor ve nasıl kalmasını istiyorlarsa aynı şekilde alanda vakit geçirmeye devam ediyor, tıpkı "Bu alanı biz bu şekilde kullandık ve bu şekilde
kalacak." der gibi. Kurumsal bir planlama halinden uzak ama alana gelip de kullanan kişilerin ortak kullanıma dair her fikre açık bir alan olarak. İsteyenin gidip ekip biçtiği bir alan kurduğu ya da sadece gidip birkaç saat çimenlerde oturduğu ve ya bisikleti ile içinden gelip geçtiği ya da piknik yaptığı... Bir alana "Bırakın öyle kalsın, biz ne yapmak istersek yapalım." demek bazen yeterli olabiliyor. Berlin Tempelhofer Feld, bunu başarabilmiş nadir yerlerden. Zira coğrafyalar çeşitlense de küresel ekonomi ve politika ortamında kentsel dönüşüm süreçleri ve dönüşüme karşı direnç hep tanıdık oluyor. Sanıyorum ki şehir hakkının herkese ait olması gerektiği fikri bu tanışıklıkları ve müşterekleri ortaya çıkaran en önemli etken.
Not: Maximilliam Moritz Nottrott’a yardımları ve çevirideki destekleri için teşekkürlerimle .
EKİM 2014 - XXI 12
FOTO-ALTI
İstasyon Lokantası
Tokyo’daki üç metro hattının kesiştiği Hibiya durağının sokağa açılan noktalarından biri. Bir metropolisin istasyon lokantası. Bir sonraki trene olmasa da en geç yirmi dakika sonrakine yetişebilmek için hızla atıştırma noktası. Yerler arası bir hiç-yer değil, hiç-yerler arası bir yer. İş çıkışının hafifliğiyle eve varma isteği arası bir durak. fotoğraf: Cemal Emden yazı: Hülya Ertaş
Adolf Loos: Mimarlık Üzerine MİMARLIK TARİHİNİN EN GÜÇLÜ YAZARLARINDAN MİMAR ADOLF LOOS, OLANCA DÜRÜSTLÜĞÜYLE YAŞADIĞI MESLEĞİ TANITIYOR VE ELEŞTİRİYOR. Alp Tümertekin ve Nihat Ülner'in Türkçe'ye çevirdiği Adolf Loos'un Mimarlık Üzerine isimli derleme kitabı Janus Yayıncılık'tan Yrd.Doç.Dr.Emre Demirel’in sunuş yazısıyla çıktı. Mimarlık üzerine yazdıklarının büyük bir bölümünü kapsayan kitap, mimarlık tarihindeki önemli kavramsal düşüncelerden bir içerik sunuyor.
Avrupa modern mimarlığında etkili olan Adolf Loos, en iyi bilinen Süsleme ve Suç isimli yazısında Viena Secession Sanatçılar Birliği'nin estetik kavramlarını terk ederek mimarlıkta modernizm kuramına katkıda bulundu. Süsleme ve Suç, ilk yayınlanışından neredeyse yüz yıl sonra, Türkçe'de ilk kez yayınlanıyor.
Dijital Dünyada Mimarlık, Mekan Ve Performans Üzerine Düşünceler 1. 15-18 Temmuz 2014 tarihleri arasında İngiltere Oxford Üniversitesinde Dijital Beşeribilimler yaz okulu düzenlendi. Katılımcıların büyük çoğunluğunun tarih ve edebiyat alanlarından olması, programı mimarlık ve mekan çalışmalarından uzak kılıyor gibi görünse de, tartışmaların dijital dünyada bilgi üretimine dair ortak soru-sorunlara ışık tutması önemli ve aydınlatıcıydı. Bu köşede daha önce yer alan bir yazımda da değindiğim gibi Dijital Beşeribilimler, tanımı gereği disiplinlerarası bir alan.1 Oxford yaz okulundaki kimi önermeler de mimarlık ve mekan çalışmaları için önemli ve düşündürücü noktalara işaret ediyordu.
EŞİK CİNLERİ
Bu bağlamda Oxford’daki en çarpıcı tartışmalardan birisi hipotez temelli akademik araştırmaların tarihe karışmakta olduğu ve günümüzde Beşeribilimler disiplinlerinin temsili değil performatif ölçütlerle değerlendirilmeye başlandığı idi.2 Bu önermeyi şöyle açıklamak mümkün: Geleneksel anlamda tarih ve edebiyat gibi Beşeribilimlerin yöntemleri yorumanlamlandırma üzerine temelleniyordu. Günümüzde bu alanlardaki veri ve bilgiler artık geleneksel sınıflandırma ve arşivlendirme yöntemleriyle ulaşılamayacak ve kontrol edilemeyecek sayılara varmış durumda. Dijital Beşeribilimlerin temel derdi bu veri ve bilgileri dijital ortamda organize ederek ulaşılabilir ve denetlenebilir veri ağları oluşturmak. Böyle bir çabanın basit bir belge tarama ve depolama işinden çok daha karmaşık ve disiplinlerarası ortaklıklara gereksinimi olduğu açık.
EKİM 2014 - XXI 14
Örneğin tarihi verilerin anlamlı bir biçimde ve farklı düzlemlerde sınıflandırılması ve ulaşılabilir kılınması tarihçilerin yorumunu; bu sınıflamanın dijital ortamda erişilebilir kılınması yazılım uzmanlarının becerisini; dijital arayüzlerin oluşturulması ise
GÜLSÜM BAYDAR gulsum.baydar@yasar.edu.tr
veri görselleştirilmesi uzmanlarını gerektiriyor. Bunların yanı sıra, farklı projelerin dijital ortamda birbirleriyle ilişkilendirilmesi için ortak dil ve kodların oluşturulması, yıpranmış tarihi belgelerin okunabilir hale getirilebilmesi ve tercüme edilmesi daha da ileri düzeyde disiplinlerarası ortaklıklar ve yeni teknik uzmanlıklar oluşmasına yok açıyor. Böylesine bir işbirliğinin ürünü olan bir Dijital Beşeribilimler projesi de her şeyden önce dijital ortamdaki kesintisiz performansı temelinde değerlendiriliyor. Bir Dijital Beşeribilimler tartışmasında gündeme gelen temsiliyet-performans ayırımı, gene önceki bir yazımda konu ettiğim, güncel mimarlık söyleminde eleştirel kuramların yerini projektif kuramların aldığını söyleyen Robert Somol ve Sarah Whiting’in önermelerine paralel.3 Somol ve Whiting’e göre mimarlığı bir dil olarak gören eleştirel kuramlar, disiplinin performatif yönünü göz ardı ederek mimarlık pratiğini açmaza sokuyorlardı. Projektif yaklaşımlar ise mimarlığın değişim odaklı, öngörülemeyen alternatiflere ve kontrol edilemeyecek değişkenlere açık, aktif bir organizma olduğunu öneriyor. Burada mimarlık ürünü farklı okumalara açık bir dilsel kurgu değil, performatif bir nesne niteliğinde görülüyor ve değerlendiriliyor. Peki temsiliyet ve performans olguları içkin olarak birbirlerinin karşıtında mı yer alırlar? Bu karşıtlık kurulurken (her karşıtlıkta olduğu gibi) nelerin üzeri örtülmektedir? Performans neden bugün beşeri bilimlerden mimarlığa kadar uzanan farklı alanlarda bu denli yaygınlık kazanmıştır? Daha da ötesi nedir bu performans dediğimiz kavram? Performans sözcüğünün iki farklı ama birbiriyle ilişkili anlamı var. Birincisi ve ilk akla gelen, sahnede yer
2. Black Mirror 2011 yapımı, dijital dünyada gündelik yaşamın karanlık, distopik yüzünü temel alan bir televizyon dizisi.4 Dizinin ikinci bölümü “15 Million Merits” (15 Milyon Puan) adını taşıyor. Gündelik yaşamın her işlevinin dijital kontrollerle gerçekleştirildiği bir sistemi resmeden bu bölümde, insanların tek işi egzersiz bisikletleri üstünde pedal çevirerek puan kazanmak. Evlerin ekranlarla çevrili birer hücreden oluştuğu, yiyeceklerin kazanılan puanlar karşılığı makinalardan alındığı, pedal çevirme dışındaki her aktivitenin simulasyonla gerçekleştiği ve her bireyin bir ekran avatarıyla kendini temsil ettiği bu dünyada bireyler arası iletişim yok denecek düzeyde. Yani eleştirel düşüncenin temelini oluşturan dil gereksiz hale geliyor ve insan eylemleri, üzerinde konuşul(a)mayan, dolayısıyla anlamdan yoksun bir dizi performanstan ibaret hale geliyor. 15 Milyon Puan’da gündelik yaşamın mekanları gri tonlarının ve alacakaranlığın egemen olduğu ev, spor salonu ve yemekhane üçgenine hapsolmuş durumda. Kamusal alan ise avatarların izleyici olarak katıldığı, canlı yayınla sunulan televizyon eğlence programlarından ibaret. Katılanların tek eyleminin sahnede yer alan gösteriye yaptıkları tezahürat olduğu düşünülünce buna kamusal alan demenin ne denli
Her mekanın hemen her yüzeyinin dijital ekranlar ya da gereçlerle donatılmış olduğu 15 Milyon Puan’da performatif mekan olgusu sahne ile sınırlı değil. Daha ilk karesinde öykünün kahramanı, gri giysileriyle uyuduğu gri yatağından, duvarlardan ve tavandan yansıyan pırıl pırıl bir bahar sabahı görüntüsünde
Günümüzde performans kavramının her iki anlamının da yaşamın hemen her alanına sızmış olmasının karanlık yönünü 15 Milyon Puan’ın hemen her karesinde izlemek mümkün: Bir yanda yetenek yarışmalarının, reklamların ya da pornografik gösterilerin yer aldığı sahne performansları, diğer yanda dijital olanaklarla harekete geçirilen performatif mekanlar. Bunların hepsi alabildiğine renkli, ışıklı, gürültülü ve gene bunların hepsi mutluluk vaatleriyle bireyleri içine alıp yok eden bir sistemin acımasız ögeleri. 15 Milyon Puan’ın en çarpıcı yanı gerçeklikle performans; mekanla özne arasındaki sınırların nasıl eriyebildiğini gözler önüne sermesi. Bir yanda renksiz, monoton, bireylerin yaşamlarını sürdürmek için mekanik robotlara dönüştüğü, mekansal algının iki boyutlu dijital ekranlara indirgendiği, her türlü öznelliğin silinmeye yüz tuttuğu bir dünya. Diğer yanda alabildiğine renkli, gürültülü, acımasızca yarışmacı ve ancak ekranlar aracılığıyla ulaşılabilen, öznelliğin hemen hiçbir öğesine yer vermeyen ve salt arzu nesnesi olarak sunulan performans mekanları. 15 Miyon Puan’daki en temel gerçeklik her öğesiyle vahşi bir performans makinasına dönüşen sistemin kendisi.
15 XXI - EKİM 2014
alan ve bir izleyici kitlesi tarafından izlenen gösteri anlamında. Bir kişi ya da grup tarafından icra edilen tiyatro ve konser gibi aktiviteler bu kapsamda yer alıyor. Sözcüğün ikinci anlamı ise verimlilik temelinde bir değerlendirme içeriyor. Günümüzde işyerlerinde yaygınlıkla uygulanan personel performans değerlendirmeleri ya da mimarlık alanında popüler olan yapı performans analizleri bunun belirgin örnekleri. Performans kavramının ilk anlamı ne kadar nitel değerlere dair ise ikinci anlamı da o denli nicel ölçütleri barındırıyor. Her iki anlamın da mekansal karşılıklarının olması ise oldukça yeni bir durum. Bunların dijital dünyanın gündelik yaşamıyla nasıl eklemlendiğini tartışmak için akademik alanın dışına çıkıp popüler bir televizyon dizisine göz atmak istiyorum.
doğru olduğu da tartışılır hale geiyor. Dijital dünyanın kuşattığı bu tekdüze yaşantıdan kurtulmanın tek yolu ise 15 milyon puan karşılığı zorlu bir seçim sürecinden geçerek her an rengarenk imajlar yansıtan ekranların arkasındaki performanslarda yer almak. Bu bir yandan pasif izleyici konumundan kurtulmak demek olsa da, diğer yandan seyir nesnesi haline gelerek sistemin işlemesi için gereken konumların birinden diğerine geçmekten ibaret. Üstelik sahnede de olsa, sisteme yönelik herhangi bir eleştirel söylem sistem tarafından hemen emilerek gösterinin bir parçası haline dönüştürülüveriyor. Dolayısıyla sahne performansı denilen olgunun günümüzde hala eleştirel düşüncenin ifade alanlarından biri olarak tasavvur edilebilen sanatsal üretimle hiç ilgisinin kalmadığı, üretimin sadece sistemin kendini yeniden üretmesi anlamına geldiği bir dünya söz konusu olan.
EŞİK CİNLERİ
sinir bozucu sesiyle öten bir horoz animasyonuyla uyandırılıyor. Horozu elinin bir savrulmasıyla yok edip sabah bakımı için karşısına geçtiği siyah fayans kaplı duvarın önündeki ayna ise kısa bir süre sonra ekrana dönüşerek parlak pembe ve turuncu renklerin egemen olduğu pornografik bir gösteriyi karşısına çıkarıyor. Evden ayrılınca gidilebilecek tek yer olan spor salonu, her ögesiyle bir performans mekanı. Her şeyden önce gelenler çevirdikleri pedal sayısı kadar puan topluyorlar. Yani bedenleriyle ölçülebilir bir performans göstermeleri yaşamlarını sürdürebilmelerinin tek koşulu. Her pedal aletinin önündeki ekranlardan toplanan puan kadar alış veriş etmek, eğlence ve yarışma programlarını ya da pornografik gösterileri izlemek mümkün. Ama ekranı kapatmak söz konusu değil. Zaten hiçbir mekanda ekran dışında bakılacak ya da uyarı verecek bir öge bulmak da mümkün değil.
giriş sayfasında Spor salonu, http://nextsimulacrum.wordpress. com/2013/04/20/black-mirror-15-million-merits/ önceki sayfada üstte: Televizyon programına katılan avatarlar, http://fishsticktheatre.com/TV/BlackMirror/1x02/ images/BlackMirror1x02_0828.jpg altta: Sahne, http://geekxploitation.com/wpcontent/uploads/2011/12/bm3.jpg
EKİM 2014 - XXI 16
EŞİK CİNLERİ
bu sayfada sağda: Yatak odası, www.oscarfavorite. com/2013/09/fifteen-million-merits.html#. VArLVPl_sno
3. 15 Milyon Puan her tür duygu ve düşüncenin, yani öznelliğin her alanının kolonize edildiği, performans olgusunun ya hunhar bir sahne gösterisine ya da ölçülebilir bir mekanizmaya dönüştüğü distopik bir dünya sergiliyor. Bugün gerek akademik, gerek profesyonel, gerek günlük yaşantımızdaki kimi oluşumları anımsatan satirik bakış açısı oldukça etkileyici. Burada vurgulamaya çalıştığım mekansal boyutu ise mimarlık disipliniyle yakından ilgili. Yazının başına dönecek olursam, mimarlıkta eleştirel kuramların yerini performansı temel alan projektif kuramlara bıraktığını ileri süren söylemin, disiplininin dijital boyutunun ağır basmasıyle birlikte sosyo kültürel bir projeden teknik bir uzmanlaşmaya dönüşmeye başlamasıyla eşzamanlı olmasının rastlantısal olmadığını düşünüyorum.5
ürettikleri kadar mekanların da özneleri ürettiği gerçeğini göz ardı etmek demek. O zaman da dijital dünyanın önerdiği yeni mekan biçimleri ve yeni bilgi üretimi ortamlarıyla kurduğumuz ilişkinin sosyal, kültürel ve politik boyutlarını hiç sorgulamadığımız verili bir dünyayı yeniden üretmekten öte bir açılıma elvermeyeceğini unutmamak gerek.
Burada amacım performans kavramının ya da performatif değerlendirmelerin kendilerine karşı çıkmak değil; ancak bunların öncelikle nerede, nasıl ve hangi amaçlarla mobilize edildiğine bakmak gerektiği kanısındayım. Burada Judith Butler’ın çok farklı bir çerçevede kullandığı performans kavramını hatırlamakta yarar var. Kavramı öznelerin kimlik oluşumları bağlamında tartışan Butler, iki tür performativiteden söz ediyor. Birincisi verili kimlik normlarını yeniden yeniden sahneleyerek kökleşmesini sağlarken ikincisi bu normların kısıtlarını sergileyen ve iktidar konumlarını sorgulayan alternatif ve özgürleştirici bir performans biçimini tarifliyor.6
merits_shortfilms. Bu diziye Yaşar Üniversitesi Dijital İnsanbilimleri
Butler’ın bu önermesini mimarlık disiplini için anlamlandırmak gerekirse, bir yapıyı ya da mekanı performansı ölçülebilir bir nesneye indirgemek, hatta bunu akademik bir uzmanlık alanına dönüştürerek bu düşünce biçiminin yeniden yeniden üretimini mümkün kılmak, onu bir nesne üretimine indirgemekle eşdeğer. Mimarlığı sosyokültürel bir proje olarak görmek ise teknik uzmanlaşmayı dışlamayan, ama yapıların ve mekanların öznelerin öznellikleri ile eklemlenmedikleri sürece varlıklarını sürdüremeyeceklerini farkeden bir yaklaşım gerektiriyor. Bundan vazgeçmek öznelerin mekanları
1 “Dijital dünyada tarih, kuram ve eleştirellik,” XXI, Aralık 2013/Ocak 2014, s. 8-9. 2 Performans ve performatif sözcükleri Türkçe’de edim (icraat) ve edimsel olarak karşılık bulsa da yaygın kullanımları bu şekilde olduğundan değiştirmemeyi uygun buldum. 3 “Kimliksel kurgulardan ilişkisel koşullara” XXI, Temmuz/Ağustos 2013, s. 20-21. Söz konusu önerme için bkz: Robert Somol ve Sarah Whiting, “Notes Around the Doppler Effect and Other Moods of Modernism, Perspecta 33, 2002, s. 72-79. 4 http://www.dailymotion.com/video/xyllhh_black-mirror-15-millionAraştırma Grubu toplantılarının birisinde ilgimi çeken Öğretim Görevlisi Zeynep Akçay’a teşekkürlerimi kaydetmek isterim. 5 Bu ifade Penelope Dean’ ait. Bkz: Never Mind All That Environmental Rubbish, Get On With Your Architecture. Architectural Design, 79(3), 2009, s. 24. 6 Judith Butler, Bodies That Matter (New York: Routledge, 1993). Butler verili toplumsal cinsiyet normlarının tekrar yoluyla yeniden üretilmesine dikkat çekiyor. Burada performans kavramı normların tekrarı ya da kesintiye uğratılması bağlamında devreye giriyor.
Yapılı Çevrede Taşınan Sanat
fotoğraflar: CHROMA
MIXER'DE 19 EYLÜL-2 KASIM TARİHLERİ ARASINDA ZİYARET EDİLEBİLEN THE BUILT ENVIRONMENT-THE LOWER EAST SIDE IN İSTANBUL SERGİSİNİN KÜRATÖRÜ KATHLEEN MADDEN İLE SERGİNİN ARKA PLANI İLE YAPILI ÇEVRENİN SANATA ETKİLERİNİ KONUŞTUK.
EKİM 2014 - XXI 18
GÜNCEL
josh tonsfeldt
Güzin Öztok: New York ve İstanbul karmaşık dinamikleri olan iki metropolis. Bu dinamikler sürekli olarak kenti şekillendiriyor. Bu bağlamda The Built Environment sergisinin kentten beslendiği noktalar neler? Mekanı ve sanatçıları nasıl seçtiniz? Kathleen Madden: Mixer'den gelen davet üzerine sergi küratörlüğünü gerçekleştirdim aslında, bu sebeple mekan zaten belliydi. Sanatçılarsa Manhattan'ın Lower East bölgesinde çalışan en önemli isimler olduğunu düşündüğüm kişiler. Lower East bölgesi şimdilerde çok hareketli ve sanatçılar enerji dolu bir şekilde çalışıyor. Aslında önce sanatçıları seçtim, ardından stüdyolarını ziyaret ederek ürettikleri işlere baktım. Bu yolla The Built Environment (Yapılı Çevre) fikri sanatçıların üretimlerine bakarak izini sürebildiğin, giderek belirginleşen bir iplik gibi oldu.
gö: Kentsel yapılaşma, güncel kullanım, sanatçılar gibi konular üzerinden Tophane ve Lower East Side bölgesinin benzer yanlarının olduğunu düşünüyor musunuz? km: Tophane'yi çok bilmiyorum. Ama bence iki kent parçası da göçmen kültürüne sahip. Özellikle genç insanların kullandığı, farklı dinamikleri olan yerlere benziyor. gö: Tophane değişim içinde denilebilir, sanat galerileri açıldı, açılıyor fakat galeri mekanları ile burada yaşayanlar arasında bazı çatışmalar da yaşanıyor. km: Sanatçılar daha önce neredeydi peki, yani neden Tophane’yi tercih etmeye başladılar? gö: Daha önce toplandıkları, belirli ve yoğunlaşmış bir sanat üretim bölgesi olduğunu söyleyemeyeceğim. km: Derslerde New York kentinde sanatın bir yerden bir yere nasıl taşındığını konuşuyoruz genelde. Bu
hareketin bir kısmı sanatçıların ne yaptığıyla ve onu nasıl bir çevrede göstermek istediğiyle ilgiliydi. Bu sebeple diyebilirim ki 1968 yılında Paula Cooper, Soho’daki galeriyi açtığında bunun en büyük nedenlerinden biri sanatçıların üretimlerini değiştirmeye başlamasıydı. Soyut dışavurumculuk yerine minimalist işler üretmeye başlamışlardı. Bu yüzden ürettikleri bu yeni akım sanat işleri, daha önce işlerin sergilendiği yerlere uygun değildi. 57. Cadde mesela çok geleneksel bir çevreydi, galeriler koltuklara ve perdeli pencerelere sahipti, eskiydi. Sanatçılar istediği ortamın bu olmadığını kavramaya başladı ve üretimlerini yavaş yavaş başka yerlere kaydırdılar. Daha endüstriyel bölgelerde göstermek istediler yaptıklarını ve bunu yaparken oldukça temiz beyaz bir yüzeyi tercih ettiler, beyaz küp tasarımı yani. Bu yüzden sanatçılar mimarlığın doğrudan kendileri ile ilgili olduğu bir yere gitmek istediler. İstanbul'daki sanatçıların Tophane'ye gelmelerinin sebebi mimarlık mı?
gö: Tophane'yi düşünürken çeşitli katmanları hayal edebiliriz. Buradaki mimari kültür etkili olabilir, sokaklarda dolaştığınızda mesela mimari katman dışında görebildiğiniz ilginç şeyler de oluyor. Çöpler, yazılar, duvardaki rutubet, belediye kazısı vs. Sokak sanatı da bunlara dahil edilince etkileyici ve çok anlamlı bir görüntü sunabiliyor. İstanbul Modern buraya çok yakın ve geçmişi oldukça kısa aslında. Tophane'de galerilerin açılmasında etkili olmuş olabilir ama tek nedeni olamaz. Tophane'nin dönüşümünü sanat üzerinden açıklamak zor sanırım, başka kentsel olgular da var. km: Sanatçılar Soho'da vakit geçirmeye başlayınca Soho çok hızlı değişti ve soylulaştı. Birdenbire Channel, Gucci gibi mağazalar açıldı. Sanatçılar bu durumu sevmeyerek Chelsea'ye gittiler. Chelsea'deki galeri mekanları biraz daha büyüktü ve buraya yerleşerek işlerini ürettiler. Richard Serra mesela Soho'dakilerden daha büyük bir galeriye
EKİM 2014 - XXI 20
GÜNCEL
robin cameron
ihtiyaç duyuyordu ve bu yüzden Chelsea'ye gitti. Bir süre sonra mekan boyutlarının çok büyük olması itici gelmeye başladı ve Chelsea'nin sıradan olduğunu düşündüler. Ticari bir sıradanlıktansa otantisiteyi aradıklarını fark ettiler. Bu sebeple sanat Lower East bölgesine kayma başladı. Burada gösterilen işlerin de bu otantisiteye sahip olduğunu düşünüyorum. gö: Soylulaştırma kaçınılmaz olarak yaşanıyor mu sanatçıların gittiği yerlerde? km: Soylulaştırma değişim midir? Nasıl tanımlamalı? Bence değişim kaçınılmaz. gö: Soylulaştırma birilerinin gelip mevcut yaşantıyı biraz zorla değiştirmesi. km: Sürekli yaşanan bir şey ama bu, döngüler şeklinde oluyor. Aslında soylulaştırma kentteki insanların kırsala taşınmasıyla orada banliyö hayatını kurmasıyla başladı. Tarlalar ev yapılmak üzere kapatıldı. Herkes bu hayatın harika
ve ideal olacağını bekliyordu. Bu süreçte çiftçiler yerlerinden ayrılmak zorunda kaldı. Bu soylulaştırmaydı. Bu esnada kentler boşaldı ve kimse boşalan apartmanlarda yaşamak istemedi. Ben banliyöde büyüdüm örneğin ve korkunçtu, sıkıcıydı, yapılabilecekler sınırlıydı. 2000’lerin başında neredeyse küresel bir değişimle insanlar kente geri taşındılar. Ben de Harlem'e taşındığımda kimse orada yaşamak istemiyordu. Taşındığım evde 15 yıldır kimse oturmamıştı ve korkunç bir durumdaydı. Şimdi herkes geri taşınıyor. Belki çiftçiler arazilerini geri alma şansı bulmuştur. Öte yandan bu değişim, kente geri gelen herkesin birlikte yaşamayı da öğrenmesi gerektiği anlamına geliyor. gö: İstanbul'daki durum biraz farklı. Kırsaldan kente göç eden çok kişi oldu. Kırsal dediğimiz yerler de giderek kentleşti. Buradaki soylulaştırma tanımı farklı olmalı. Bir sürü inşaat yapılıyor, kentsel dönüşüm gerçekleştiriliyor ve
insanlara evlerinden çıkması söyleniyor. Apartmanların bir kısmı boş kaldı mesela. Düşük gelirli insanların bir yerden gönderilmesi ve oraya lüks bir yaşamın bir anda yerleştirilmesi üzerine kurulu buradaki soylulaştırma. km: Kötü bir kentsel gelişmeyi soylulaştırma olarak özetlemek eksik kalabilir. Ama benzer bir durumun New York'ta da görüldüğü oluyor. Mesela Lower East bölgesinde eskiden Yahudi aileler oturuyordu, sonra Çinli aileler geldi, sonra Latin kökenli insanlar geldi. Dönemsel bir dönüşüm oldu. Sanatçılarsa Lower East Side ticari ve sıradan bir yer olmadığı için orada çalışmaktan rahatlık duydular. gö: Tophane için düşünürsek, ilham verebilen çok katmanlı bir durum var ama çok rahat çalışabiliyorlar mı bilmiyorum. Ara sıra galerilerden hoşlanmayan Tophane halkı olay çıkarıyor. Peki sergi üzerinden mimarlara ya da üretilen mimarlığa bir eleştiri getirdiniz mi?
km: Buradaki durum üzerinden bir değerlendirme yapmayacağım. Ama genel olarak sergi mekanlarının politikası üzerine yazılmış olan Inside The White Cube kitabı var. Beyaz bir küpün içinde nötral bir ortam olur. Mixer'i de ilginç bir beyaz küp olarak değerlendirebiliriz. gö: Burayı değiştirmeye çalıştınız mı? km: Tekerlekli duvarları kullanmak istemedik, oldukça uygunsuz kalıyordu. Bence sanatçılar işlerini açık bir şekilde sunabilmeli. Hareketli duvarları kaldırarak daha iyi bir ortam oluşturmaya çalıştık bu sebeple. Mesela girişte tavandan sarkan iş aslında mekana girmeyi biraz engelliyor. Benim için bu durum sanatçının stüdyoda üretirken yaşadığı mücadeleyi anlatıyor. Elay Ping, Walk isimli çalışmasında Manhattan'da Broadway boyunca yürüyor. Yürüyüş boyunca yoldaki bir çatlağa ya da çizgiye basmıyor, biraz batıl inanç gibi bir durumu kent üzerinden yorumluyor. Bence sergideki pek çok sanat işinde
erica baum
EKİM 2014 - XXI 22
GÜNCEL
absürdlük mevcut. Tekerleğin içinde natürmort denemek de bu absürdlüğe dahil. Mesela Josh Tonsfeldt meyve enstalasyonu üzerinde çalışıyor. Geleneksel natürmort çalışmalara benziyor ama bir araba lastiğine yerleştiriyor. Lastik tabi ki ulaşım için kullanılan bir şey, nesneleri bir yerden bir yere taşır. Ayrıca bir palet de kullanıyor. Palet normalde mobilyaları taşımak için kullanılan standart bir model. Bence geleneksel kabul edilebilen formları bu sayede yıkmaya çalışıyor. Bir örnekte bu, natürmortun geleneksel bir formuyken diğer örnekte ise paletin standartlaşmış hali olarak yorumlanabilir. Burada hangi meyveler varsa onları yerleştiriyor. Taşıma amaçlı kullanılan bir nesne ile meyvelerin birleşimi oldukça eğlenceli.
joshua abelow
gö: Nesneleri geri dönüştürerek tasarladığınız bir evde araba lastiği ve meyvelerden oluşan yerleştirme güzel bir pencere de olabilirdi. km: Geri dönüşüme ve korumaya da gönderme yapıyor, evet. Geleneksel
yaklaşımlara da göndermeler çok. Örneğin lastik ve meyve yerleştirmesinin karşısındaki iş Robin Cameron'ın. Geleneksel seramik vazoyu bozuyor. Robin'in ve Josh'ın üretimi birbiriyle diyalog içinde. Duvara asılı diğer iş, aslında buradaki kolonu taklit ediyor. Buradaki mimarlıkla, mekanla doğrudan ilişkisi var. Sokakta gördüğümüz, tekrarlanan şeyleri ve görüntüleri anlatıyor, tabi bu durumda reklamları çokça kullanıyor. Kendi telefon numarasını da yazarak kendi reklamını üretiyor. Reklamların belirsizliği ile oynuyor aslında. House isimli üretimde ise Erica Baum resimli bir kitabın sayfalarını bükerek pek çok fotoğraf çekti. Fotoğraflar sayfa çizgilerinin göründüğü soyut görsellere dönüştü. Çizgiler arasından bazı yazılar ve anlaşılması güç şekiller ile banliyödeki bir evin çatısı ve penceresi görülüyor. Bu görüntü, kentteki ve banliyödeki hayatımıza dair çeşitli duyguları düşünmemize sebep oluyor bence.
Ortaçağ Üçlemesi ve Diğer Yerler
-Özlem Gümüş için-
EKİM 2014 - XXI 24
DÖNME DOLAP
Sakız Adası, birer minyatür olan uydu-adaları Psara, Antipsara ve Inousses ile kıyaslandığında dev bir cüsseye sahip; o kadar ki, Çeşme açıklarında ikinci bir İzmir Yarımadası boyutlarındadır neredeyse. Her ada, başkasıyla kıyaslanamayacak bir ülkedir; Sakız (XIOY ya da Chios) bu duruma tarihsel ve mimari birikimi de ekler. Oldukça sarp bir coğrafyayla tanımlanan Kuzey kesimleri ile cömert düzlüklere sahip Güneyi tam bir tezat oluşturur. Bu durumdan bütün ulaşım rejimi payına düşeni alır elbette: Adayı motorlu taşıtlarla gezmekten başka seçeneğiniz yoktur; Kuzey ve iç kesimler için bisiklet söz konusu bile edilemez; bununla beraber ne liman bölgesinde ne de daha aşağıda bisiklet kullanıldığına pek şahit olunur. Ama motosiklet en yaygın, standart araçtır. Motorlular trafikte kendilerini yaya gibi görürler ve her yerde, her hızda seyrederler. Ortaçağ köylerinin dapdar sokaklarında hemen her kapı önünde park halinde onlar görülür.
LEVENT ŞENTÜRK
Doğal birer kartal yuvası olan Kuzey’in dağ köylerinin bugün hâlâ ulaşılmaz olduğu göz önünde bulundurulursa, yüz yıl önceki durum çok daha kesif bir münzevilik ile tanımlanıyor olsa gerek. İtiraf etmeliyim ki adanın Kuzey Batı ucundaki Agio Galas’ı görmedim, Chios (Sakız) kent merkezi Chora’ya ya da liman bölgesine en fazla 65 km. mesafedeki bu uç hisar, Amani Dağı’nın eteğindedir. Otomobille buraya varmak için en azından iki saatlik bir yolculuğu göze almak gerekir. Münzeviliğin şahikası sayılabilecek, Batı sahilinin Kuzey kale köyü Volissos’a varmak için bile sarp ve uçurumlu, yokuşu ve virajı hiç bitmeyen, baş döndürücü ve dramatik bir topografyaya sahip Kuzey dağları arasından geçilecektir. Volissos’u bir armağan sanmak saflık olur: Esas armağan Agia Markela’dır – Dünyanın ucundaki sahil ve onun da ucunda, Dante’nin
İlahi Komedya’sından fırlamış bir şapel. Agia Markela üzerine ayrı bir yazı yazmak gerekir; bu yüzden bu parantezi burada açmayacağım ne yazık ki. Ama en azından yeryüzünde bu tür bir mekân deneyimini, doğa karşısında sarp bir yalnızlığı tattıracak çok az sahil kesiti vardır sanırım. Agia Markela’da, sahilin bitip kayalıkların başladığı yerden, ince bir beton yol üzerinden, denizle kara arasında, upuzun, bitmeyecekmiş gibi gelen, ıssız ve dramatik bir kesitten yürürsünüz: Dünyanın sınırında olmak bu olsa gerektir. Kuzey, bütün vahşiliğine karşın, hayat belirtileriyle donanmıştır. Kuş uçmaz kervan geçmez dağ yollarında birçok kere minyatür şapeller çıkar ortaya. Bunların çoğunlukla birer memento mori oldukları bilinir. Bu türden bir şapel belirdiğinde, yakınlarda bir hane bulunduğu dolaylı biçimde açığa çıkar. Bu geleneğin Hristiyanlık öncesinde yeri varsa, tarım ve hayvancılık için paganik bir koruyucu işlevi de olmalı. Bugünkü halleriyle, kazada ölen birinin anısına yakınları tarafından yaptırılmış, metal bir ayakla zemine bağlanmış küçük birer camekân olarak tasarlanmışlardır. İkinci tipte olanları irice bir şömineye benzer ve çoğunlukla tuğladan örülmüştür. İçlerinde birçok adak nesnesi olabilir; en azından bir kandil ya da mumun gece gündüz yandığı sıklıkla görülür. Adanın Kuzeyini Vrontados’dan başlayarak Kuzeydoğu yarımadası Marmaro’ya doğru kat ederken, önce doğal bir haliç çıkar karşınıza; ama Kuzey’in Kiklop diyarında olduğunuzu çok daha evvel anlamaya başlamışsınızdır: Amansız uçurumlara doğru başınızı uzatınca, saklı lacivert cennetler yüzlerce basamak aşağıdan göz kırpar. Vrontados’tan az ötede doğal bir liman olan sahil köyü Langada ve arkasından da benzer nitelikte ama daha seyrek yerleşim dokusuna sahip Kardamila köyleri vardır;
DÖNME DOLAP
bunların Güney’in ortaçağ mimari servetleri ile bağı bulunduğu söylenemese de, sükunet için eşsiz yerler olduğu ortadadır.
25 XXI - EKİM 2014
Gezmenler çoğunlukla Sakız’a Batı’da Limnia, Lampsa ve Agia Markela için, Doğu’da Karfas için ve Güneyde de Komi, Emporio veya Mavra Volia sahilleri için rağbet gösterir ve bu sahiller üzerinden adayı bir nevi kendilerince ölçer, tartarlar. Bunlar arasında sadece volkanik bazalt oluşumu nedeniyle Mavra Volia bir istisna oluşturabilir. Bununla beraber, Sakız’ı sahilleri üzerinden Türkiye ile kıyaslamanın ne alemi vardır ne kıymeti harbiye’si. Çünkü Sakız, tartıya vurulacak olsa, mimari değerlerinden yaşam biçimine, coğrafi benzersizliğinden üretimine kadar birçok alanda “tur bindirir”. Adayı Kuzeyden Güneye, İzmir’e bakan etli bir yay gibi kabul edersek, limandan aşağısı Lilliput diyarı, yukarısı ise Kiklop diyarıdır. Ortaçağ köyleri Güney sahilinin iç kaleleridir ve kıyı şeridine beş kilometreden yakın değildirler çoğun. Yayın ortasından, Chora’dan bir pergel açacak olsanız, Kuzeybatı’daki Volissos ile Güneybatı’daki Mesta eşit mesafede gibidir. Ama Mesta’ya ulaşmak çok daha kolaydır. Adanın Türkiye’ye bakan Güney çizgisi boyunca girift bir ağ oluşturan köylerin arasından geçerek, sayısız rotadan Mesta’ya varılabilir gerçekte ama çoğunlukla bir tür kavşak olan Armolia üzerinden Ortaçağ Üçlüsü’ne gelinir: Pirgi, Olimpi ve Mesta. Bu üçlünün en bilineni Mesta’dır; köyün aşağısında Mesta Limanı kuş uçmaz kervan geçmez bir münzevi rasathanesidir dense yeri: İyi ki. Bu üçlüye Patrika’yı, belki Kalamoti’yi; ama en çok da Vessa’yı ilave etmek gerekir. Köylerin ortak özelliği, doku bakımından tanınabilir ve kolay erişilen bir kamusal merkeze sahip olmalarıdır. Bu minyatür merkez kiliseyle tanımlanır; büyük ve kuleli kilisenin yanı başında bir meydan vardır. Bu meydanda restoranlar bulunabilir. Sakız’da ister bir köyde olun ister Chora’nın limanının ortasında: Çikudo’daki kadar istisnai kalite ve nefasette olmasa da, her zaman gasronomi hesaplı ve iyidir. Çeşitlilik ve tazelik hep şaşırtır. Bir köy meydanı varsa, orada bir masa etrafında da olsa insanları görürsünüz; Pityos’un dağ başında veya daha da iyisi, Sidirounta denilen o
fotoğraflar: Levent Şentürk
heybetli ve ketum kartal yuvasında. Volissos, Vessa, Olimpi gibi yerlerde, bir değil, kiliselerden oluşan irili ufaklı bir dizi yapı söz konusudur. Mesta, en bilinen ortaçağ kale köyüdür; kalenin dış duvarları bugüne ulaşmamıştır ama Mardin’i görmüş olanlara tanıdık gelebilecek, dar sokaklardan ve alçak katlı yığma taş yapılardan oluşan bir dokusu vardır. Köylerin hiçbiri, Mardin gibi aşırı eğimli bir topografyadan kaynaklanan basamaklı sokaklar içermez. Kimi zaman genişleyen, kimi zaman çıkmaza dönüşen sokaklar meyillense de hemen hiç merdivene dönüşmez. Sakız’ın ortaçağ kale köylerinin turistikleşmesi beraberinde butik otelleri ve küçük işletmelerin varlığını getirmiştir göründüğü kadarıyla. Bu durum, evlerin de değer kazanmasına yol açmıştır. Ama buralara yönelik, bizdekine benzer gayretkeş dönüşüm çabalarının esamesi okunmaz. Bu dokunun, sadece bir noktada değil, Sakız adasının muhtelif yerlerinde, yüzlerce farklı konumda korunmuş olduğunu görmek dudak uçuklatıcıdır tabii. Volissos’ta büyük kiliseye çıkan yokuşta eşekarılarından başka bir canlı yoktur belki, birkaç evde hayat belirtisi vardır; bununla beraber, yapıların kaderine terk edildiğini ya da sahipsiz bırakıldığını söyleyemeyiz. İçinde yaşanmayan ve bakımlı birçok yapının yanında, metruk ama bu metrukluğu bir tür pitoresk nitelik kazanmış sayısız yapı ya da yapı kalıntısı vardır. Sakız adasında evlerin giriş kapıları bu pitoresk evrenin en renkli kesitlerinden
birini temsil eder. O kadar ki, bir sokak boyunca pek çok fotojenik kapıyla karşılaşılabilir ve bu durum birçok köyde süreklilik gösterir. Yapı fragmanları bakımından da öğretici detaylar vardır; taş lentolarda bezeme ve armalar ya da söve detayları, çıkma detaylarında taşla metalin ortaklaşması gibi. Bu pitoreskin doruğu Vessa’dır kuşkusuz; Pirgi’nin kendine özgü geometrik cephe bezemeleri burada yoktur ama pitoreskin kaynağı, daha çok, eskiliğini sergileyişinde yatar. Mesta, Pirgi’ye kıyasla bir uç hisar sayılabilir. Olimpi, coğrafi olarak Mesta ve Pirgi’nin arasındadır; Pirgi’ye özgü geometrik sıva bezemeleri taşıyan birkaç yapı barındırmasında melezlenmenin izleri görülür. Adada, onlarca küçük yerleşimle dolu Güneydoğu kesiminden, Chora bölgesinin Cenevizli Kampos’una ve oradan da bütün Kuzeye değin, birçok dini ziyaret yeri, kilise, şapel, manastır bulunur. Sakız Adası, bu yanıyla, Müslümanlık karşısında tarihsel olarak homojenliğini korumuş, dinsel açıdan özerk bir merkez görünümü de verir. Manastırlar anıtsal konumlanışlarıyla da coğrafi özerkliklerini duyurur. Hem Pirgi’de, hem de diğer ortaçağ köylerinde abbara’lar her yerdedir. Bu dehlizlere ek olarak, kimi zaman üst katları birbirine köprü gibi bağlayan, kimi kere savunma, kimi kere simgesel amaçlı oldukları düşünülebilecek bağlantı kemerleri sıklıkla görülür. Bunlar çoğu kere, dar sokakları görsel olarak çerçeveleyen pitoresk bir nitelik kazanır ve geçit etkisini güçlendirir.
Kentlerin Silinen İzleri LEIPZIG’DEKI B2 GALERIDE YER ALAN SURREAL ESTATE (GERÇEKÜSTÜ EMLAK) BAŞLIKLI SERGI, BEYRUT VE BERLIN’IN GEÇIRDIKLERI DÖNÜŞÜMLERLE YITIRDIKLERI KENTSEL HAFIZALARINA ODAKLANIYOR.
EKİM 2014 - XXI 26
GÜNCEL
üst sırada "yüzleşme alanları", alt sırada "inşaat alanları", dorıs frohnapfel
Aslı Çiçek Kentler izlerden oluşur: insanların izleri, tarihin izleri, iklimin izleri, zamanın izleri… Tarihi, oluşumu okunamayan bir şehir çekici değildir. Kalıntı bile olsa yön gösterir izler, hem yaşayanına hem ziyaretçisine. Yakın zamana dek kentlerin izlerini silen en büyük etken savaşlar olmuştur. İnsanlık (ve mimarlık) tarihi, yakıp yıkılan, yağmalanan şehirlerin hikayeleriyle doludur; bunlardan bazıları inatla ayakta kalmış, birçoğu eski görkemlerini kaybetseler de var olmayı sürdürmüşlerdir. Günümüzdeyse şehirlerin izleri sadece savaşlarla silinmiyor. Rant kaygısıyla ada ada satın alınan binaların yıkılması, "kentsel dönüşüm" adı altında mahallelerin bir çırpıda yok edilmesi, özellikle İstanbul gibi büyük, kalabalık kentlerin çehresini sinsice değiştiriyor. 13 Eylül’de, Almanya’nın Leipzig şehrindeki b2 galerisinde açılan Surreal Estate (Gerçeküstü Emlak) başlıklı bir sergi, bu olguya iki farklı kent ve zaman dilimi üzerinden bakıyor. Alman sanatçılar Doris Frohnapfel ve Ina Wudtke’nin fotoğraflar, 45 dakikalık bir film ve ufak bir yerleştirmesinden oluşan, sessiz ama etkileyici bir sergi Surreal Estate.
Birbirine paralel giden bir sergilemeyle Frohnapfel Beyrut, Wudtke ise Berlin üzerinden kentlerin kaybolan izlerini sürmeye davet ediyor izleyicileri. Mimarlık öğrenimini takiben görsel sanatlara yönelen, fotoğraf ve belgeselle çalışan Frohnapfel 2012-2013 yıllarında Beyrut’ta iki kez bulunmuş. Ekim 2013’te beş günlük bir süre zarfında, şehrin farklı bölgelerinde yıkılmakta olan, çoğu 19501980’ler arasında, zamanının tipik mimari tarzlarında inşa edilmiş yapıları ve bunların yerine arsa geliştiricilerinin dikmekte olduğu yeni binaları fotoğraflamış. Yıkılan binalar "Confontation Sites" (Yüzleşme Alanları), yeniler ise "Construction Sites" (İnşaat Alanları) başlıkları altında gruplanıyor. Göz hizasında çekilmiş bu fotoğraflar, 20cm x 20cm ve 35cm x 28cm’lik küçük formatlarına rağmen, izleyicide sokaktan kendi geçiyormuş hissini uyandırıyor. Yüzleşme serisi terk edilmiş, yıkılmakta ya da yıkılması muhtemel 21 binayı gösteriyor. Bunların hemen altında asılmış inşaat serisinde 30 tane şantiye, diğer seriye eşlik ediyor. Frohnapfel’ın bu kompozisyonu, yıkılmakta olan binalar ile inşa halinde olanı görsel olarak birleştiriyor: İnşaat serisindeki yapılar aslında yıkıntı olarak
da algılanabilir. İki yüzyıl boyunca Osmanlı yönetiminde olan, I. Dünya Savaşı sonrası Fransa hakimiyetine verilen ve 1946’da bağımsızlığına kavuştuktan sonra 1975’teki iç savaşa dek refah düzeyi artmış, gelişmiş bir şehir Beyrut. 15 yıl süren iç savaşı da geçirmiş olan kent için değişim, tarihin sürekli silinmesi tehlikesi tabii ki yeni bir olgu değil. Ama tam da bu noktada, yani şehrin barış zamanında sadece rant amacıyla bir nevi talan edilmesi, şehircilik açısından anlaşılmaz bir durum. Diğer yandan Frohnapfel’ın Yüzleşme Alanları’nda fotoğrafladığı binalar, Beyrut’un bağımsızlık döneminde International Style’ın ne denli etkisinde olduğunu da gösteriyor. Yapıların neredeyse hepsi, dönemin izlerini taşıyan, başka coğrafyalarda da sıkça rastlanan mimari tarza sahip. Aynı binaların zamanında başka yapıları yok sayarak yapılıp yapılmadığını bilmek imkansız. Ama salt şehrin bağımsızlığını doya doya yaşamak ve dünyaya açılmak istemiş olduğu dönemi temsil etmeleri bile bu yapıların kent geçmişindeki önemli yerini belirliyor. Topu topu 60-70 yıllık bu binaların günümüze uygun tadil edilip konforlu yaşam alanlarına dönüştürülmesi kente karşı bir
sorumluluk, ama arsa geliştiricilerinin hoşuna gitmeyecek cinsten. Zira mevcut binaların tadil edilerek geri kazanılması kulağa her ne kadar hoş gelse de, günümüz emlak piyasasının rant kaygısı bu noktada da naifliğe izin vermiyor. Ina Wudtke’nin eski evinin penceresinden 24 saat boyunca kaydettiği Berlin Televizyon Kulesi görüntüsü üzerine kurulu 360000 Euro Blick (360000 Avro’luk Manzara) başlıklı videosunda anlattığı hikaye, bunu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Wudtke çalışmalarında görsel sanatları, müziği ve küratöryel teknikleri kullanarak çok katmanlı işler kotaran bir sanatçı. Yıllardır sürdürdüğü DJ’lik, sanat üretiminde farklı yöntemleri "mix"leyerek çalışmasına da yol açmış. Wudtke’nin 1998’de, yani Berlin Duvarı’nın yıkılmasından neredeyse on yıl sonra Berlin’in doğusunda, 1900’lerin başından kalma bir binaya taşınmasını izleyen yıllarda yaşadıklarını tek bir görüntü üzerine, donuk bir sesle tane tane okuduğu yazısı, kentin II. Dünya Savaşı’na uzanan bir panoramasını sunuyor. 45 dakikalık video çalışmasında (Doğu) Berlin’in başına gelenleri dairesinden çıkmak zorunda kalmasıyla sonuçlanan kişisel tecrübesi üzerinden yalın bir biçimde anlatıyor Wudtke. Savaş öncesi Yahudilerin
GÜNCEL
"rekonstrüksiyonun molozu", dorıs frohnapfel
27 XXI - EKİM 2014
"berlin’deki boşluklar", ına wudtke
ellerinden zorla, apar topar alınan binalar, savaş sonrasının Doğu Almanya’sında sahipsiz kalmış ve ancak duvarın yıkılmasından sonra kısmen eski sahiplerine iade edilmişler. Duvar yıkıldığı sırada borç batağında olan Berlin belediyesi, yabancı yatırımcıları şehre çekebilmek için, çoğu yılların bakımsızlığından mustarip yapıların bulunduğu mahalleleri birer birer "tadilat alanı" ilan etmeye başlamış. Binalar "modernize" edilip emlak piyasasına kazandırılmak istenen objelere dönüşmüş. Yalnız modernize etmek, onarmaktan çok farklı sonuçlara varan bir eylem. Wudtke hikayesini aktarırken iki olgu arasındaki temel farkı şöyle özetliyor: Onarmak, bir binanın içinde yaşayanların konforunu artırmak için alınan önlemlerden oluşurken, modernize etmek, hukuki tanımıyla aynı binanın olası yatırımcıların ilgisini çekecek hale getirilecek şekilde elden geçmesi demek. Yani bir binayı modernize etmek, emlak objesi olarak değerini artırmaya odaklanıyor. Bu eylemin doğal sonucu, binada yaşayanların orada barınamaması, yeni kiralarla başa çıkamaması ve kentlerin çeperlerine taşınmak zorunda kalması oluyor, ki bu sadece Berlin’in gerçeği
değil. Yine de bu tip değişimler, tarihiyle ön planda olan, karizmatik kentlerin maruz kaldığı bir durum. Günümüzde dünya nüfusunun %54’ünün şehirlerde yaşadığını hatırlarsak, kentlerdeki yaşam kalitesi her zamankinden daha önemli bir hal alıyor. Bu bağlamda Wudtke’nin filmi ve hikayesiyle sunduğu şehrin özelleştirilmesi gerçeği, kentlerin kalabalıklaşan nüfusuyla tezat oluşturuyor. Dış görünümleri korunan, iç mekanları "modernize" edilerek varlıklı yatırımcılar ve kiracılara teslim olan binalar, geliri daha düşük olan kesimi şehrin çeperine sürgün ediyor. Fakat emlak sektörü şehrin merkezini orta halliler için yaşanmaz hale getirdikten sonra doğal olarak kıyılara da ulaşıyor ve aynı yöntemleri uygulamaya devam ediyor. Surreal Estate sergisinin etkileyici yanı, bu gerçekliği uzak olmalarına karşın birbirine paralel hatlarda izleyen iki şehir üzerinden anlatması. Frohnapfel ve Wudtke’nin ortak söylemi, bugün kentlerin tarihini savaşların değil, emlak spekülasyonlarının sildiği. Ama her iki sanatçı da nostaljik bir açıdan bakmıyorlar Beyrut ve Berlin’e. Söylemlerine zemin hazırlamak için daha
çok arkeolojik bir çalışma yapar gibi, kalıntıların, boşlukların yerini tespit ediyorlar. Bu noktada özellikle Frohnapfel’ın 2012-2013 tarihli Rubble of Reconstruction (Rekonstrüksiyonun Molozu) yerleştirmesi, arkeolojik kazıları çağrıştırıyor: Bir vitrinin içinde sergilenen 18 kırık seramik parçası, Frohnapfel tarafından Beyrut’ta yenilerini yapmak için yıkılan bina alanlarında toplanmış. Buluntuların yerlerini gösteren bir afiş, arkeoloji çağrışımını güçlendirerek tamamlıyor bu yerleştirmeyi. Diğer yandan Ina Wudtke’nin 2003 yılından kalma Gaps in Berlin (Berlin’deki Boşluklar) adlı fotoğraf serisi de kentin yakın tarihini irdeliyor. Sergi için seriden seçilmiş 50 adet renkli baskı, adres ve kısa birer açıklamayla Berlin’in II. Dünya Savaşı zamanında yok olmuş, değiştirilmiş ya da yerlerine başka binalar yapılmış Yahudi okullarını, hastanelerini, sinagoglarını, işyerlerini, mağazalarını belgeliyor. Önemli olan tabii ki sadece yok olan binalar değil, onlarla birlikte kaybolan insanlar, sürülen, öldürülen Berlinliler de. Bu paralellik en net biçimde hiçbir bina göstermeyen, boş alanları kadrajlamış fotoğraflarda hissediliyor. Öte yandan, Gaps in Berlin serisinde de arkeoloji çağrışımı uzak değil; bazı
imgeler ve altlarındaki açıklamalar sanki çağdaş bir kentin ortasında duran ama görünmeyen kalıntıları keşfediyormuşuz hissini uyandırıyor. Bu bağlamda iki sanatçının işleri hem yöntem hem de içerik açısından uyumlu bir diyalog halinde. Her iki yaklaşım da şehirden kovulmaya, bunun kent dokusunda yarattığı toplumsal ve mimari boşluğa, dolayısıyla kent tarihinin kesintiye uğramasına odaklanıyor. Wudtke ve Frohnapfel Berlin ve Beyrut’u boşluklarında, yıkıntılarında tanımlıyorlar, ki bu birçok çağdaş kente getirilebilecek bir bakış. Surreal Estate, kişisel izlenimler, tecrübeler ve saptamaların doğal bir şekilde günümüz kentlerinin değişimine yönelik genel bir eleştiriye dönüşebildiği bir sergi olarak sanatın mimarlığa bakışının güzel bir örneği. Sergi bilgileri: Doris Frohnapfel, Ina Wudtke Surreal Estate 15/09 - 18/10/2014 Galerie b2_ Spinnereistrasse 7, Halle 20 04179 Leipzig www.galerie-b2.de Çarş.-Cuma 13:00-18:00 ya da randevuyla +4934135129365
Küçükyalı Arkeoloji Parkı’nda Farklı Bir Şeyler Oluyor İstanbul'un Anadolu yakasında, Küçükyalı Çınar mahallesinde gerçekleştirilen proje semtlilerin katılımı ve uzmanların çabaları ile hızla yok olmakta olan Bizans döneminden kalan önemli bir arkeolojik alanın, bir manastır kalıntısının korunmasını ve üzerinde imara açılmak üzere olan iki parselin proje alanına kazanılmasını sağladı. Bu alandaki diğer çalışmaları bir tarafa bırakalım, bu gelişme bile farklı bir şeylerin olabileceğini gösteriyor. Olağan koşullarda yönetimler yeşil alanları, kamu alanlarını imara açmak, değerlendirmek için çırpınırlar. Çünkü kamu alanları sahipsizdir, boş bırakılamaz. Oysa bu kamu alanının çevresinde yaşayan halka sorulsa evleri değer kaybedeceği, manzaraları kapanacağı, yaşam çevreleri değer kaybedeceği için inşaata açılmasını istemezler. Yöneticiler vatandaşların haklarını gözetmeye çalışsalar bile karşılarında halka göre çok daha güçlü bir temsil imkanı olan ilgi gruplarını, yatırımcıları bulurlar.
EKİM 2014 - XXI 28
SORU İŞARETİ
Küçükyalı’daki arkeolojik alanın üzerindeki bu iki parsel de eğer süreç böyle gelişseydi mutlaka yapılaşmaya açılacaktı. Planlarda bölgenin araştırmalar yapılarak, sınırlar titiz bir biçimde tanımlanarak bir “arkeolojik alan” olarak işlenmesi bile mümkün değildir. Çünkü imar planları böylesine bir işleyiş içinde hazırlanmaz. Genellikle planlama, projelendirme faaliyetlerini ya resmi kuruluşlar yapar ya da ihale ile bir şirkete yaptırır. İzinler verilir. Uzmanlar da, yerel halk da inşaat başladıktan sonra gelişen durumu fark eder. Eğer ellerinden gelirse itiraz ederler, çoğu zaman da çaresiz durumu kabullenirler. Eşitsiz bir durum söz konusudur.
KORHAN GÜMÜŞ
Peki Küçükyalı Çınar mahallesindeki bu farklı durum nasıl gerçekleşti? Çok basit: Bu gelişme birkaç kişinin, özellikle Prof. Dr. Alessandra Ricci ve ekibinin burada on senedir gerçekleştirdiği, yalnızca arkeoloji ile sınırlı olmayan çalışmaları ile oldu. Mimar Sinan Omacan da kentsel tasarım ölçeğindeki mimarlık projesi ile bir profesyonelin böyle bir süreci nasıl destekleyebileceğini, piyasa dışı mekanizmaları nasıl harekete geçirilebileceğini gösterdi. Proje çalışmalarının, arkeolojik araştırmaların entegral bir yaklaşımla ve katılımla geliştirilmesi bile görüldüğü gibi en zor şartlarda bile başarılı sonuçların alınmasını sağlayabiliyor. Burada bazı çıkar çevrelerinin, bazı art niyetli kişilerin “Roma’dan Hıristiyan bir kadın gelmiş, burada kilise arıyor” diye halkı manipüle etmeye, çalışmaları engellemeye çalışmalarına hiç değinmiyorum bile. Yaratıcı işlerin piyasaya bağımlı olması, patronaj altında felç
edilmesi, İstanbul’da yaşanan şehircilik felaketinin belki de en önemli nedeni. Ağustos ayında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile imzalanan protokol ile arkeolojik alan için bir yönetim planı hazırlanmasına girişildi. Böylece proje ayrıca koruma ile gelişmenin birbirini destekleyebileceğini gösterdi. Bu kent arkeolojisi çalışması şehirde tek “kurtarma kazısı olmayan”, yani bir inşaat nedeniyle yapılmayan çalışma. Arkeolojik bir araştırmanın ötesinde kent içindeki, daha önce başka işlevler için kullanılan ve tahribata uğrayan, unutulan bir kültür mirasının keşfedilmesini ve uygun etkinliklerle kullanılarak korunmasını hedefliyor. Küçükyalı'da İstanbul Arkeoloji Müzesi, Koç Üniversitesi tarafından desteklenen arkeolojik araştırmalar şehir açısından örnek bir koruma deneyimi oluşturuyor. Semt halkının, uzmanların, destekçilerin ve kamunun bir araya geldiği ve birlikte iş kotardığı bu kentsel arkeoloji çalışması bütüncül şehir planlaması için küçük ama önemli bir örnek oluşturuyor. Arkeolojik araştırmalarda bugüne kadar örneği olmayan 9. yüzyıla ait gümüş Bizans sikkeleri bulundu. Aynı zamanda gündelik yaşama ait bilgiler veren ilginç mühürler, keramikler, kandiller, hatta yiyecek kalıntıları ortaya çıktı. Ayrıca bilimsel sunumlarla tanıtılan çok önemli başka keşifler de oldu. Bunlardan biri de hiç şüphesiz şimdiye kadar örneği bulunmamış bir patrik mezarının da ortaya çıkarılmış olması. İmparator I. Mikhael'in oğlu olan ve 877 yılında ölen İgnatius'un mezarı da bu arkeolojik kazılarda bulundu. Vatikan arşivinde bulunan 11. yüzyılda yapılmış olan bir tasvirde Patrik Ignatius'un Ayasofya'da gerçekleşen defin töreninden sonra Küçükyalı'ya getirilip, burada bulunan limandan mezara nakledilmesi yer alıyor. Bu tasvirde o tarihlerde hala ayakta olduğu belli olan büyük bir manastır yapısı da bütün ayrıntıları ile belli oluyor. Bu manastırın adalardan ve denizden gözüken çok büyük bir anıt yapı olduğu da anlaşılıyor. Anadolu yakasında Bizans imparatorunun yazlık sarayının da olduğu biliniyor. Altyapıyı oluşturan devasa sarnıcın Kayışdağı'ndan getirilen suyu depolamak için kullanıldığı tahmin ediliyor. Çok kubbeli sarnıcın üst bölümü bugün çökmüş vaziyette ancak üstündeki manastır yapısını taşıyan büyük açıklıklı bölüm ise ilk günkü gibi ayakta duruyor. Yıllardır devasa bir yapıya ait olduğu belli olan kalıntılar biliniyor ve yakınından geçen Bağdat Caddesi'nden görülüyordu. Ancak sistemli bir araştırma ve koruma çalışması yapılmadığı ve bugün etrafında yoğun bir yapılaşma olduğu için zaman içinde bu etkileyici görünüm biraz değişmiş gibi gözüküyor. Geçmişte üzerinde belediye dozerleri çalıştırılarak park yapılan, sütun başlıkları Tuzla'da villa yapan kişiler tarafından alınan bu büyük yapının yalnızca temelini oluşturan sarnıç bölümü geçmişte denizden de görülebiliyordu. Kalıntıların üzerinde yer alan ve bu anıta bitişik olan iki parsel geçmişte olduğu gibi tam yapılaşmaya açılacaktı ki, mahalle halkının da katkısı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da devreye girmesi ve bölge koruma kurulunun aldığı karar ile bu parsellerin
solda: Küçükyalı Arkeopark alanının yukarıdan görünüşü altta: Sinan Omacan, Atölye Mimarlık tarafından hazırlanan projenin maketi
SORU İŞARETİ 29 XXI - EKİM 2014
imara açılmasını engellendi. Bu gelişme bile kendi başına kent için büyük bir kazanç. Böylece gelişmenin başka türlü de olabileceği görüldü. Bütün bu gelişmeler mahalle halkının ve bu işe gönül veren gönüllülerin yıllardır süren çalışmalarının bir ürünü. Araştırmayı ve projeyi İstanbul Arkeoloji Müzesi yönetiminde gerçekleştiren Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alessandra Ricci Roma'da arkeoloji eğitimi almış. Ancak kendi deyimiyle, mesleğini icra etmek için, kendi kenti olarak benimsediği "İkinci Roma"yı seçmiş. Bunun için Bizans araştırmalarının kamu tarafından desteklendiği ABD veya Avrupa başkentlerinden birinde sürdürmek yerine, Roma ve Bizans İmparatorluğu'nun başkenti olan İstanbul'a yerleşmiş. İstanbul Roma ve Osmanlı döneminde hiç şüphesiz dünyanın en nitelikli sanatçılarını, uzmanlarını kendisine çeken bir kentti. Bugün de öyle olmaması için bir neden yok. Yalnızca toprağın üstünde kalan kalıntılarla ilgilenildiği ölçüde bu büyük yerleşim alanı hakkında bir bilgiye sahip değiliz, İstanbul'un birçok tarihi bölgesinde olduğu gibi. Bu nedenle şehrin en büyük zenginliklerinden biri olan arkeolojik kültür mirası ile imar ihtiyaçları ve gelişme arasında bir ilişki kurulamıyor ve genellikle arsa sahipleri, yatırımcılar mağdur olma korkusu ile bu önemli mirasa zarar veriyorlar, yok ediyorlar. Ancak burada bu durum değişti. Yıllardır bu bölgede yaşayan ve babası da geçmişte muhtarlık yapan Ayşem Möröy yıllardır bu arkeolojik alanın korunması için büyük bir çaba gösteriyor. Mahalle halkı bu arkeolojik alanın kendi yaşam kalitesini geliştireceğinin bilincinde. Ancak kamunun da süreci yönlendirmesi ve bu çabaları desteklemesi zorunlu. Projeye Yerel Kalkınma Ajansı da destek sağlıyor.
Arkeolojik alandaki araştırma ekibinde Türk, Alman, İtalyan, Fransız genç arkeologlar ve farklı disiplinlerden gelen uzmanlar çalışıyor. Kazı alanı yakınında bir apartmanın bodrumunda oluşturulan iki katlı özel laboratuvarda bulunan objelerin titizlikle künyelenmesi, temizliği, fotoğraflanması yapılıyor. Proje tamamlandığında arkeolojik alanın korunması yanında semt önemli bir sosyal merkez kazanacak. Arkeolojik alanın dışında projelendirilecek koruma bandı sosyal etkinliklere ev sahipliği yapacak. Hem de şehrin Anadolu yakasında arkeolojik alanla bütünleşen kültürel etkinlikler için bir mekan kazanılmış olacak. Daha şimdiden açılan sergilerle, kültürel etkinlikler ve film gösterimleri ile arkeolojinin şehir hayatının bir parçası olabileceğini gösteren uygulamalar ortaya çıkmaya başladı. Asıl mesele arkeolojinin disipliner ayrımların ötesinde bir şehircilik ve mimarlık uygulamasına yol açması. İstanbul gibi bir şehir haksız imar rantları, tekelci imkanlar ile değil, yaratıcı deneyim, küresel işbirliği, açıklık ile zenginleşebilir. Burada şehrin tarihi yalnızca geçmişiyle değil, geleceği ile de uğraşarak yazılıyor. İstanbul Efes, Bergama gibi içinde insanların yaşamadığı fosil bir kent değil. Bu yüzden dar bir açıdan geliştirilecek bir bakışla, yalnızca imar perspektifi, ya da insansız arkeolojik alanlarda olduğu gibi, yalnızca koruma amaçlı uygulamalarla, kararlarla planlanamaz. Alan yönetimi planlarında olduğu gibi mutlaka katılımcı ve disipliner ayrımların ötesine geçebilen bir planlama yöntemine ihtiyaç var. Bu örnekte “müthiş olan” yalnızca İstanbul'un eşsiz geçmişinin keşfi değil, kültürel mirasın korunması ile gelişmenin yan yana, birbiriyle çelişmeden, hatta birbirini destekleyerek olabileceğinin görülmesi.
Taşınan Şehir MADEN OCAĞININ KIRUNA’YI TEHDİT ETMESİ ÜZERİNE WHITE ARKITEKTER EKİBİ BÜTÜN ŞEHRİ RADİKAL BİR KARAR İLE DOĞUYA TAŞIYOR. SÜREÇ TASARIMINA ÇEVRİLEN PROJENİN İLK AŞAMASI BAŞLADI. PROJE AYRICA ROTTERDAM MİMARLIK BİENALİ’NE DE KATILDI.
EKİM 2014 - XXI 30
MASTER PLAN - KIRUNA
fotoğraflar ve çizimler: White & Tegmark
Yerleşimin yaklaşık olarak 1900'lü yıllarda başladığı ve İsveç'in kuzeyinde yer alan Kiruna şehri bugün 18.200 kişinin yaşadığı bir yer ve tarihindeki en büyük kentsel dönüşümü görmek üzere olabilir. Şehrin tamamı yaklaşık üç kilometre doğuya taşınıyor. Projenin Kiruna halkında endişe ve beklentiyi aynı anda uyandırdığını belirtmekte fayda var. Şehrin taşınması dikkatli bir stratejik planlama gerektiriyor. Kolektif hafızayı korurken ortak bir geleceğe taşınmak için şehir halkı ile yakın bir danışmanlık kurulması gerekiyor. Emsali görülmemiş bir tutkuyla proje, şehrin ve halkın kimliğini koruyarak bir yerleşimi tamamen yeni bir alana taşımanın olasılıklarını soruyor.
KIRUNA 4-EVER
whıte arkıtekter
Kiruna'nın batı sınırındaki Kirunavaara'da muazzam büyüklükteki demir cevherinin çıkarılıyor olması nedeniyle şehir merkezine yaklaşan deformasyon ve çökme tehdidinin varlığı, şehri taşıma planlarının doğmasına neden oldu. Devlete ait olan maden şirketi
LKAB, 1900 yılında şehrin kurulmasına neden olurken zamanla Avrupa'nın en önemli demir üreticisi haline geldi fakat öte yandan İsveç'in enerjisini tüketen en büyük yapılaşmadan biri oldu. Bu sebeple şehrin yeniden konumlandırılmasına mali kaynak sağlayacak olan LKAB 2033 yılına kadar Kirunavaara'da maden çıkarmaya devam edecek. White Arkitekter ekibi olarak Ghilardi + Hellsten Arkitekter ile birlikte çalışarak 2033 yılına kadar devam eden 20 yıllık bir master planın sürecini tasarlamak üzere açılan uluslararası yarışmayı 2013 Şubat ayında kazandık. Belediye'nin proje özetine meydan okuyarak daha sürdürülebilir bir şehir kurgusu için 100 yıllık bir master plan başlattık. Bu şekilde şehrin demir cevherinden bağımsızlaşan bir ekonomik modele sahip olmasına çalıştık. LKAB'ın 415.5 milyon euro yatırım ile yeni şehir merkezinin gelişimi taşınma sürecinin ilk aşaması. Haziranda başlayan ilk adım yedi yıllık bir süreç. ŞEHRI TAŞIMAK White ekibi olarak Kiruna'nın taşınmasını süreç tasarımına çevirdik. Bir seri projenin yeni "kentsel kemer" boyunca kıvrılmasını düşünüyoruz.
MASTER PLAN - KIRUNA 31 XXI - EKİM 2014
Malmvägen ana caddesinin çevresine odaklanmış olan bu kemer, Kiruna merkeziyle Lombolo ve Tuolluvaara yerleşimlerini, havaalanını ve maden ocağını birbirine bağlıyor. Kiruna'nun önceki karakteri ise yıkılmış binaların malzemelerinin yeniden kullanımı ve tarihi kilise gibi kültürel olarak önemi olan bazı yapıların zarar görmeden taşınması ile korunacak. Böylece eski Kiruna kademe kademe kaybolacak ve şehrin doğusu daha canlı olmaya başladığında ise halk buraya taşınacak. FIRSATLAR Yeniden taşınma durumu Kiruna'nın çevresel, sosyal ve ekonomik olarak daha sürdürülebilir bir şehir olması için eşsiz bir fırsat olarak yorumlanabilir. Yeni Kiruna'nın gelişiminin düşük karbon salınımlı olması tasarlandı. Toplanma alanı ve kültürel varlıklar ile donatılmış iyi bir planın kamusal hayatı iyileştireceği ve baskın olan erkek nüfusunu genişleterek daha farklılaşan ve çeşitlenen bir topluma dönüşeceğini düşünüyoruz. Öte yandan Kiruna, İsveç'teki en hızlı gelişen küçük işletmelerin olduğu bir şehir. Bu sebeple şehre göç edenlerin konut ihtiyacının da giderilmesi gerekiyor. 3000 konutun taşınmasının yanı sıra yenileri de inşa edilecek.
Şehir merkezinin yeniden konumlandırılması ve sürecin sosyal boyutları en zorlayıcı mesele olarak karşımızdaydı. Kiruna'nın iklimi ve konumu da yeni zorluklar doğurdu. Kuzey kutup dairesinin 140 kilometre kuzeyinde Lapland isimli bölgede olması nedeniyle oldukça ücra bir şehir. Güneş yazın hiç batmıyor ve kışın hiç yükselmiyor. Sıcaklığın -22 °C dereceye kadar düştüğü yarı arktik bir iklime sahip. Yeni master plan ile maden çıkarımı esnasında üretilen ve boşa giden ısının etkili bir şekilde kullanımını, rüzgar enerjisinden faydalanmayı ve altyapıları geri dönüştürmeyi çözdük. YENI KENTSEL PLAN Yeni bir meydan tasarımı ile ilk aşamayı gerçekleştirdik. Kiruna'nın tarihi saat kulesini buraya taşıdık ve Henning Larsen mimarlık ekibinin tasarladığı seyahat merkezini de yeni meydan ile eski kenti birbirine bağlaması için buraya konumlandırdık. 2019 yılında tamamlanması planlanan kütüphane binasının yanı sıra yüzme havuzu da inşa ediliyor. Eski kilise ise yavaş yavaş parçalara ayrılıp yeni merkezde tekrar birleştiriliyor. HERKES DAHIL Belediye, master plancılar ve Kiruna halkı arasında sürekli olarak kurduğumuz iletişim ile şehrin
dönüşümünün başarılı olacağını düşünüyoruz. Bunu yaparken kendi grubumuzda yer alan antropologlar ile keşifler yaparak planların gerçekleşmesi için çalıştık. Şehir halkı ile resmi ve resmi olmayan kanallar aracılığıyla periyodik olarak görüştük ve tasarımlarımızın geri bildirimlerini aldık. LKAB'ın madenin zarar verici etkilerinin şehre uzandığını bildirmesinin ardından Kiruna'nın durumu tartışmalıydı. Master planın onaylanması ve LKAB'ın yatırımını ilk aşamada yapması büyük bir adım oldu. Kiruna'nın yürüyen bir kırkayak gibi yavaş yavaş, kıvrıla kıvrıla yeni merkezine taşınacağını düşünüyoruz. Bunu yaparken uydu kent mantığından farklı olarak şehrin doğuya doğru uzanmasını istedik. Bu şekilde bütün ilerleme süreci adım adım olacak ve tutarlı, sürekliliği olan bir şehir yaşamı sağlanabilecek. Kiruna belediyesi de bu projenin halk ile iletişim kurulan bir yöntemle ilerlemesini istiyor. Kiruna'nın geçmişini devam ettiren ve aynı zamanda daha canlı bir yere dönüşen şehir planı çalışmamızın özünü oluşturuyor. Kiruna 4-Ever projesi ile “Urban by Nature” temalı Rotterdam Mimarlık Bienali'ne (IABR) ve Venedik Mimarlık Bienali'nin Palazzo Bembo'daki “Zaman Mekan Varoluş” sergisine de katıldık.
proje mimarı: Mikael Stenqvist süreç mimarı: Krister Lindstedt mimarlar: Koen Kragting, Anna Edblom, Åsa Bjerndell, Linda Sofi Bäckstedt peyzaj mimarı: Sam Keshavarz, Jeroen Matthijssen antropolog: Viktoria Walldin biolog: Jan Wijkmark kültürel coğrafya uzmanı: Camilla Ottosson proje başlama-bitiş tarihi: 2012 - 2040
MASTER PLAN - KIRUNA
whıte arkıtekter Mimarlık, kentsel tasarım, peyzaj mimarlığı, iç mekan tasarımı ve master plan çalışmalarında 60 yıldan fazla tecrübesi olan 600 kişilik ekip İskandinav kökenli bir oluşum. Sürdürülebilir mimarlık ve toplumlar temasını projelere uygulayan bir yaklaşımları var. Ekipte yer alan antropologlar ile ortaklaşa kararlar alarak dengeli bir tasarım kurgulanıyor.
EKİM 2014 - XXI 32
süreç diagramları
vaziyet planı
PEYZAJ TASARIMI - OYUN ALANI - İSTANBUL EKİM 2014 - XXI 34
Özgürleştirici Oyunlar ZORLU OYUN ALANI, ZORLU CENTER'IN HEMEN YANINDA KEŞFE AÇIK VE MACERALI BİR OYUN ARAZISI. VADİLERİ, DAĞLARI VE DEV KAYDIRAKLARI İLE FARKLI YAŞ GRUBUNDAN ÇOCUKLARI OYUNA TEŞVİK EDİYOR. Elger Blitz
ZORLU OYUN ALANI
carve
2012 yılının sonuna doğru WATG peyzaj mimarlığı ofisinin Londra'daki şubesinden İstanbul'daki en büyük oyun alanının tasarımını birlikte gerçekleştirme teklifi aldık. 1600 metrekarelik araziye yerleşecek oyun alanının, arazinin topografik özelliklerine dayanarak üretilmiş, birbirine yakın iki alanı tarif eden mevcut bir tasarım konsepti vardı. Konseptte en belirgin isteklerden biri, araştırma ve keşif hissinin, yeni ve farklı oyun öğelerinin tasarlanması ile alana eklenmesiydi. TASARIM BAŞLANGICI Öncelikle istediğimiz şey, çocukların şekiller, renkler ve oyun deneyimi ile tetiklenebilen hayal dünyalarına tamamen dalmalarıydı. Konseptten genel plana, oyun öğelerinden peyzaj tasarımına kadar her şeyi düşünerek bu fikir üzerine çalıştık.
Çeşitli zonları içeren oyun alanı, kademeli yapısından ötürü görüntüsünü değiştirebiliyor. Alçakta bulunan giriş zonu, aydınlık ve renk doluyken kademe kademe macera dolu, yüksek ve doğal gözüken bir oyun çevresine doğru evriliyor. Bu kademeli değişim içinde oyun alanı, kendi karakterleri olan özgün dünyalara ayrılıyor. Aileler, oyun alanını çevreleyen terasta oturabiliyor, böylece çocuklar oyun alanında kendi başlarına ve daha özgür olabiliyor. ALÇAK OYUN ADASI Giriş zonundaki yumuşak kavisli tepeler tırmanmak, aşağı kaymak ve keşfetmek için tasarlandı. Bu tepelerdeki değişken oyun şekilleri, daha küçük yaştaki çocuklar için olan trambolin, tırmanma ağı, hamak ve kaydırak gibi çeşitli oyun öğelerini barındırıyor. Tepelerin dalgalı formu, hemen yanındaki su oyun alanının şeklini yansıtıyor. Ahşap kutuplarda ise aydınlatmalar bulunuyor.
PEYZAJ TASARIMI - OYUN ALANI - İSTANBUL 35 XXI - EKİM 2014
DERIN VADILER, BIR KÖPRÜ VE DEV KAYDIRAK Oyun alanının kalbinde tepeler vadilere dönüşmüş oluyor. İşte tam burada gizli bir dünyanın keşfedileceğini düşündük. Bir köprü, dev bir ağ sistemi ile dev kaydırak, çocukların aynı anda kullanabileceği öğeler. Tırmanma ağını ve dev kaydırağı, canlı renkleri ve çok uzaktan bile fark edilebilir olmasıyla çocukları heyecanlandırması ve keşfetmeye çağırması üzerine tasarladık. DAĞLIK Derin vadilerin olduğu zonu çepeçevre saran dağ silsilesi hayal ettik. Bu sebeple birkaç sıra duvar, tırmanma, koşma, saklanma, kayma, ve sürünme gibi çocukların çok hoşlandığı pek çok oyun seçeneği sunuyor. Duvarları birlikte düşündüğümüzde dev bir kanal gibi davranan ve bakış açısına göre şekil değiştiren bir yapı tasarladık. Tünellerin labirentimsi sistemler, kayan duvarlar, kuş yuvaları, bakış noktaları ve dar sokaklar sayesinde bahsettiğimiz macera dolu alanı kurgulamaya çalıştık. Çocuklar dağın içine
girdikten sonra en yüksek noktaya ulaşmak için birçok yol olduğunu keşfediyor. Vadideki dev kaydırak tepeye kıvrılarak ulaşıyor, böylece oyun alanının her iki yakası birleşiyor. İKI KULE Oyun alanının tamamını izleten iki kule, boyut ve zorluk derecesi açısından birbirinden farklı. Çocuklar şeffaf olan ve olmayan farklı rotalar ile yukarı tırmanan çeşitli yolları tercih edebiliyor. Üç katlı kule, oyun alanının en yüksek noktasından yükseliyor ve yalnızca dağa tırmanarak ulaşılabilen uzun bir kaydırağa bağlanıyor. Kaydırağın bir kısmı tepenin içine girerek çocuklar için heyecan verici bir deneyim mekanı sunuyor. Bu şekilde çocukların, oyun alanının ve eğlencenin doğrudan kalbine girmesini istedik. Dağlık peyzajdaki gizli gözetleme noktaları olarak kullanılan kuş yuvalarına çocuklar tırmanabiliyor ve buradan kulelere ulaşabiliyor. Dört katlı olan kule ise şeffaf bir yapıda ve iç mekanında tırmanma, gizlenme, dinlenme gibi eylemler için uygun ortamı barındırıyor.
karşı sayfada Şehrin içindeki oyun alanına genel bakış bu sayfada solda üstte: Gözetleme kulesi en üstte: Ailelerin kullandığı bölge ve oyuncaklar üstte: Tırmanma oyuncağı fotoğraflar: Oğuz Meriç/Zorlu Center tasarım ekibi: Elger Blitz, Thomas Tiel Groenestege, Marleen Beek, Hannah Schubert, Lucas Beukers iş birliği: WATG, London (UK) tasarım: 2013 - 2014 proje bitiş: Mayıs 2014 işveren: Zorlu Center konum: Zorlu Center, Beşiktaş alan: 1,600 m2
bu sayfada sağda: Vadileri oluşturan duvarlar altta: Tırmanma oyuncağına içerden bakış en altta: Dalgalı topogragya ve oyuncaklar altta sağda: Köprü ve altındaki oyun mekanı en altta en sağda: Tırmanma duvarı ve ipler fotoğraflar: © IJreka
EKİM 2014 - XXI 36
PEYZAJ TASARIMI - OYUN ALANI - İSTANBUL
karşı sayfada Zorlu Center ile ilişki ve gözetleme kulesi fotoğraf: © WATG
vaziyet plan
37 XXI - EKİM 2014
elger blıtz 1964 yılında doğan Elger Blitz, Carve'nin kurucu ortağı. 1982 - 1988 yılları arasında Amsterdam Üniversitesi Mimari Mühendislik Bölümü'nde okudu. 1990'lı yılların başında şans eseri başladığı oyun alanı çalışmalarında çocuklar ve gençler için farklı ölçekler ve disiplinler arasında sürekli olarak geçiş yapan mekanlar tasarlıyor. 25 yıllık kamusal alan tasarımı tecrübesi ve gelenekselden uzaklaşan fikirleri nedeniyle Hollanda'nın çeşitli üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Kamusal alan üzerine pek çok ödülü bulunuyor.
PEYZAJ TASARIMI - OYUN ALANI - İSTANBUL
kesit perspektiv
YAPI – OKUL - GANDO EKİM 2014 - XXI 38
fotoğraflar: Erik Jan Ouwerkerk, © Kéré Architecture
El Emeği Okul GELENEKSEL YAPI TEKNİKLERİNİ VE BİRLİKTE ÜRETME ANLAYIŞINI GÜNCEL MİMARLIK UYGULAMALARI İÇİNE YERLEŞTİREN KERE ARCHITECTURE, GANDOLU ÇOCUKLAR İÇİN EK OKUL BİNASI TASARLADI. Diébédo Francis Kéré
GANDO OKULU EK BINASI
kéré archıtecture
İlkokul projesinin tamamlanmasından iki yıl sonra, Gandolu 260 çocuğun ve çevre bölgelerde yaşayan çocukların okula gitme talepleri vardı. Öğrencilerin eğitim gereksinimlerine hizmet edecek bir eklentiye fazlaca ihtiyaç olduğu ortaya çıktı. Civar köylerden gelen güçlü yardımlar sayesinde okul ek binasını, yerel iş gücü ve malzemelerle inşa ettik. Çocukların ihtiyaçlarını en iyi şekilde gidereceğine inandığımız ek binasının tasarımı da inşaatı da bir yıl sürdü. Gando cemiyet üyelerinin yakın birlikteliği sayesinde inşa edilmiş olan ilkokul binası bölgedeki tanımlayıcı kent simgelerinden biri oldu. Gando halkı için binanın malzeme kalitesi ve mimari dili güçlü bir sembol olunca ek binayı da aynı ilke ve yöntemlerle tasarladık. Tıpkı ilkokul gibi, eklentiyi de el yapımı sıkıştırılmış ve sabitleştirilmiş toprak bloklardan yaptık. Pencereler için düşündüğümüz renkli panjurlar binayı oldukça samimi ve neşeli bir hale getirdi. Bu açıdan renkli panjurlar çocukların vakit geçirmekten zevk alacağı bir
mekan oluşturdu ve toprak renginin ağır bastığı ortama yeni bir soluk getirdi. NEFES ALAN ÇATI Sıcak teneke çatı katmanını içteki gözenekli tavandan yukarı konumlandırarak çözdüğümüz havalandırma planını ek bina projesinde de aynı şekilde uyguladık. Eklentinin tavanını tek bir tonoz şeklinde tasarladık. Tavan yüzeyi ve kiriş elemanları arasında pervazlar bırakmaktansa, anıtsal tonozu, tavanın tuğla örüntüsü içindeki boşluklarla inşa ettik. Bu “nefes alan” yüzey, pencerelerden içeriye serin havayı alıyor ve sıcak havanın havalandırmaya doğru ilerlemesini sağlarken iç mekanı gölgeli ve yağmurdan korunaklı bir ortama dönüştürüyor. SIKIŞTIRILMIŞ TOPRAK BLOKLAR Gando’ya özgü bir inşaat malzemesi cinsi olan sıkıştırılmış toprak bloklar Bukinabé inşaatlarında kullanılan bir yapı elemanı ve tamamen el yapımı. Biz de binayı bu malzemeden yaptık. Böylece çevreye uyumlu, sürdürülebilir, doğal yöntemlerle ve malzemelerle yapılmış, yanındaki ilkokul binasına uyumlu bir tasarım elde ettik. Tamamen doğal malzemelerden elde edilen bu sıkıştırılmış toprak
bu sayfada solda: Okul dış mekanı ve çocuklar altta solda: Sınıf ve ders ortamı altta: Renkli panjurlar ve çatı strüktürü en altta: Okula ve bahçesine genel bakış
YAPI – OKUL - GANDO
karşı sayfada Okula genel bakış
39 XXI - EKİM 2014
bloklar, binanın inşaasını da kolaylaştırdı. İnşaat esnasında yerel halktan yardım aldık. Yığma yöntemiyle yaptığımız binada Gando köylülerinin yardımı ve emeği vardı. OTURMA ALANI Binanın iki bölümü arasında kalan oval şekilli ve yerden daha alçak olan oturma alanı, çocuklar için güzel bir dinlenme ve oyun mekanı oluşturdu. Çatı, dinlenme alanının üzerinde olduğu için burayı serinleştirdi. Aynı zamanda iki binayı birleştiren ortak bir alan da oluştu. Oturma alanının birçok şekilde oturmaya ve sosyalleşmeye açık ve esnek yapısı, genç yaştaki öğrenciler için oldukça kullanışlı oldu. Alandaki basamaklı yapı, hem oturmaya hem de toprak yüzeyinden daha alçakta olan alana girmeye yaradı. TASARIMIN BITIMI Okul eklentisinin tasarım süreci bir yıl sürdü ve inşaatın tamamlanması da 2008 yılında oldu. Okul bu sayede artık fazladan 120 öğrenciye destek oluyor. Gando Okulu Kütüphanesi an itibariyle inşaat altında ve okul eklentisine bitişik halde. Kütüphane, 2014’ün sonunda kullanıma açılmak üzere planlandı.
bu sayfada sağda: teneke çatı strüktürü altta: Çatının oluşturduğu gölge mekan ve çocuklar arka sayfada üstte: Kadınların yaptığı toprak çömlekler altta: Çömleklerle kurulan çatı strüktürü
EKİM 2014 - XXI 40
YAPI – OKUL - GANDO
son sayfada Çömleklerin oluşturduğu gölgeli iç mekan
YAPI – OKUL - GANDO 41 XXI - EKİM 2014
plan
görünüş
görünüş
doğal havalandırma çalışma prensibi eskizi
çatı sistemi eskizi
proje mimarı: Diébédo Francis Kéré, Kéré Architecture konum: Gando, Burkina Faso yıl: 2008 işveren: Schulbausteine für Gando e.V. / Hevert Arzneimittel GmbH ve Co Kg işbirliği: Kéré Architecture, Gando köyü halkı brüt alanı: 318 m2 + 62 m2 dış alan kazandığı ödüller: BSI İsviçre Mimarlık Ödül, Burkina Faso Şövalyelik Nişanı, Zumbotel Group Yapılı Çevrede Sürdürülebilirlik ve Beşerilik Ödülü
DELİKLİ KÜTÜPHANE
ortamı oluşturmaktan ziyade, yaşça büyükleri ve gençleri birbirine
süzülmesine sebep oluyor. Bu hızlı büyüyen, dayanıklı bitki türü,
Gando’da bulunan ilkokul binasıyla elde ettiğimiz başarıdan sonra,
karıştırarak yöresel eğitim yöntemleriyle birleştirmekti.
çölleşme ve ormansızlaşmadan mağdur olan Burkina Faso gibi bir ülke için oldukça uygun bir malzemeydi. Okaliptüs cephe
köydeki çocukların dışında civar köylerden de gelen öğrencilerin artışı göz önünde bulundurularak okula ek bina ve kütüphane
TAVAN TASARIMI
elemanları, aynı zamanda gölgede oturmak ve rahatlamak için
yapılmaya karar verildi. Kütüphane binasını tasarlarken ilkokul ile ek
Okul kütüphanesinin tavanında el yapımı toprak işi çömlekler
çardaklar oluşturuyor. Gando’lu çocukların eğitimlerini desteklemek
bina arasında fiziksel bir bağlantı oluşturmaya karar verdik.
kullanıldı. Köydeki kadınlar tarafından geleneksel olarak elle yapılmış
için de kütüphane tüm köyün kullanımına açık bir araştırma merkezi
toprak çömlekler yarıya kesildi ve çatıya oturtuldu. Bu sayede oluşan
yapmayı hedefledi. Kütüphane yapımı ile modern kaynaklara ve
Aynı zamanda bina okul meydanını tozlu doğu rüzgarlarından
dairesel açıklıklar mekana şen bir motif kazandırdı. Aynı zamanda iç
tesislere hiçbir erişimi olmayan, iklimsel olarak kurak bir bölgede
korumakta.
mekanlara doğal ışık alımını ve pasif havalandırmayı sağladı. Tavana
bilgi akışı için özünde gelişmiş bir çevre oluşturmayı başardık.
oturan kıvrımlı demir çatı ise iç mekanları yağmur ve güneşten FORM VE GEOMETRI
korumaya yaradı. Sıcak metal yüzeyin yaratttığı yığın etkisi ile
Tıpkı ilkokul binası ve eklentisi gibi kütüphaneyi de yerel malzeme
pencerelerden serin hava çekilip deliklerden geri veriliyor. Bu sayede
olan balçık ve çamurdan oluşan toprak blokları kullanarak yaptık.
elektrik kullanmaksızın pasif bir soğutma elde ettik.
EKİM 2014 - XXI 42
YAPI – OKUL - GANDO
Binanın formu diğer ilkokul binalarına kıyasla oldukça farklı oldu. Geleneksel yerel yerleşimleri hatırlatan, daha çok organik eliptik
OKALIPTÜS KOLONLAR
şekillerden yararlanan bir form oluşturduk. Böylece hem diğer okul
Kütüphanenin etrafındaki çalışma alanını, saydam okaliptüs
binalarından farklı oldu, hem de yerel yerleşkelere uyum sağladı.
kolonları perdesiyle çevirdik. Okaliptüs, genelde bir tür yabani ot
Mekanın yoğunluğunun sebebi, daha standart bir eğitim-öğretim
olarak biliniyor çünkü çok az gölge yapıyor ve topraktaki nemin
proje mimarı: Kéré Architecture konum: Gando, Burkina Faso işveren: Schulbausteine für Gando e.V. / Hevert Arzneimittel GmbH & Co Kg tasarım ekibi: Diébédo Francis Kéré, Dominique Mayer, Yasmin Bremer brüt alanı: 640 m2 tasarım safhası: Nisan 2010 - Aralık 2010 inşa safhası: Aralık 2010 - Aralık 2014 durum: Yapım aşamasında
kesit
43 XXI - EKİM 2014
plan
YAPI – OKUL - GANDO
dıébédo francıs kéré Burkina Faso’daki küçük bir batı Afrika köyü olan Gando’da doğdu, Almanya’da yetişti. Kéré Architecture ve halkının ilerlemesi için sürdürülebilir mimarlığın fark edilmesi amaçlı yardımsever bir kuruluş olan Schulbausteine für Gando’nun (Gando için Tuğla) kurucusu. Mimarlık hakkındaki resmi bilgisini Bukinabé bina teknikleri ve malzemeleriyle birleştirip yenilikçi inşaat stratejileri ve modern mühendisliklik yöntemleriyle geliştiriyor. Geleneksel balçık teknolojilerini ve yerli insanların ekip biçme potansiyellerini koruma ve geliştirme üzerine çalışıyor. Burkina Faso halkının ve bütün dünyanın kültürel, eğitime ait ve sürdürülebilir ihtiyaçlarını mimarlık yoluyla desteklemeye devam ediyor.
GÜN IŞIĞININ KADEMELİ OLARAK İÇERİ İLERLEDİĞİ, İÇ-DIŞ MEKAN ARASINDAKİ GEÇİŞLERİN TÜM YAPIDA KESİNTİSİZ DEVAM ETTİĞİ MEKAN DOLAŞIMI, FARKLI AÇILARLA BİRLEŞEN İKİ KÜTLE İLE ÇÖZÜLMÜŞ. Gökhan Aktan Altuğ
EKİM 2014 - XXI 44
YAPI - YÖNETİM BİNASI - KOCAELİ
Işıklı Kütleler
TAEGUTEC FABRIKA VE YÖNETIM BINASI
tago archıtects
Günümüzde çalışma hayatının günlük yaşantının neredeyse tamamına yayılması, ofis mekanlarının farklı bir perspektifle yeniden ele alınmasını zorunlu hale getirdi. Kocaeli Organize Sanayi Bölgesinde yer alan TaeguTec Fabrika ve Yönetim Binası projesinde bu düşünceye dayanarak ofis yaşamı, iş hayatı ve sosyal ihtiyaçları kesiştiren bir tasarım geliştirdik. Çalışma hayatının çalışanlar üzerindeki olumsuz etkilerini en aza düşürmeyi hedefleyerek oluşturduğumuz sosyal yaşam alanları ve dış mekan bütünlüğü sayesinde ofis çalışanlarının her fırsatta dış mekan ile olan bağlantısını yenileyen bir bina yarattık. Proje iki ayrı kütleden oluşuyor. Ofis ve sosyal mekanlar ile üretim bölümünü kapsayan bu iki kütle arasındaki geçişleri, iç-dış mekan algılarını birbirine yaklaştıran şeffaf, cam tüp geçitler biçiminde tasarladık. Bu şekilde iç mekanda gün ışığının kontrollü bir şekilde ilerlemesini sağladık. Ana girişi, su ögesi ve heykelsi konferans salon kütlesi ile vurguladık. Giriş katında büyük sergi alanı ve onu çevreleyen kafeterya, toplantı odaları gibi sosyal ve genel kullanıma açık mekanlar bulunuyor. Bu mekanlar, hem ışıklık hem de yapıyı çevreleyen bahçeye ve havuza doğru uzanan konsol teraslar sayesinde gün ışığı ve dış
mekanla bütünleşiyor. Bir üst katı açık kullanımlı ofis bölümü olarak tasarladık. Galeri ile oluşturulan bütüncül kurgu sayesinde çalışanlar, açık ofis ve giriş katındaki sosyal alanlar arasında kolaylıkla dolaşabiliyor. Gün ışığı, çatıda bulunan büyük ışıklıktan ofis katlarına doğru ilerliyor ve buradan sosyal alana kadar ulaşabiliyor. Bununla birlikte iç-dış algısını kesintisiz bir biçimde destekledik. İkinci kütle olan üretim bölümünde, fonksiyon şemasındaki ofis ve üretim arasındaki bütünsel bağlantıyı çözmeye çalıştık. Görünürde yönetim binasından uzaklaştırılmış olan üretim alanlarını, özel cam tüplerin kullanıldığı köprü bağlantıları ile birinci kütleye bağladık. Kullanılan bu cam köprüler bir anda dışarıda olma hissini doğururken aynı zamanda başka bir kütleye geçiş için farkındalık yarattı. Dikkat çekici cephe tasarımı ve malzeme seçimi ile mimari tasarımın, firmanın kurumsal kimliğine katkıda bulunmasını önemsedik. proje yeri: Kocaeli Organize Sanayi proje tipi: İş merkezi işveren: TaeguTec toplam inşaat alanı: 4000 m2 inşaat bitiş yılı: 2013 tasarım ekibi: Gökhan Aktan Altuğ, Mevlüt Duymaz, Müge Eker Eryayar, Hakan Özbek, Mete Kıyan, Yıldırım Akbulut, Emre Kurbak, Müge Turgay, Seda Genç Yıldırım modüler bölme duvar sistemleri: Trimline
bu sayfada solda: Giriş. Fotoğraf: Fatih Metin Demirkol altta: Kütlelerin su öğesiyle ilişkisi. Fotoğraf: Gürkan Akay en altta: Ana cepheye bakış. Fotoğraf: Fatih Metin Demirkol
YAPI - YÖNETİM BİNASI - KOCAELİ
karşı sayfada Fabrika hacimlerine genel bakış. Fotoğraf: Fatih Metin Demirkol
45 XXI - EKİM 2014
bu sayfada sağda: Giriş alanı ve karşılama masası altta: İç mekandaki şeffaflık altta ortada ve sağda: İç mekana genel bakış en altta ve en altta sağda: Çalışma mekanlarından görüntüler
EKİM 2014 - XXI 46
YAPI - YÖNETİM BİNASI - KOCAELİ
karşı sayfada Konferans salonu ve dinlenme alanı Fotoğraflar: Gürkan Akay
YAPI - YÖNETİM BİNASI - KOCAELİ 47 XXI - EKİM 2014
1. kat planı
kesit
gökhan aktan altuğ 1966 yılında Eskişehir'de doğdu. 1987 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü'nden mezun oldu. 1995 yılında Tatsuya Yamamoto ile birlikte TAGO Mimarlık Şirketi'ni kurdu. Türk Cumhuriyetleri, Avrupa, Ortadoğu ve Birleşik Arap Emirlikleri'nde yüksek yapılar, kentsel planlama, kamusal yapılar, iş merkezleri, spor kompleksleri, eğitim yapıları, sağlık yapıları gibi farklı fonksiyon ve ölçeklerde projeler üretti.2010 yılında hayata veda eden Tatsuya Yamamoto'nun ardından profesyonel mesleki çalışmalarını, kendisi ile aynı vizyonu paylaşan 45 kişilik genç ve dinamik bir ekiple birlikte yürütmektedir.
YAPI - BANKA - İSTANBUL EKİM 2014 - XXI 48
fotoğraflar: İbrahim Özbunar
Deneyimsel Banka MÜŞTERİ DENEYİMİ ODAKLI BİR MEKAN VE MARKA TASARIMI OLAN BANKACILIK MERKEZİ, MARKA LOGOSUNUN DIŞ CEPHEYE İŞLENDİĞİ İKONİK BİR KATMAN İLE FARKLILAŞAN BİR BANKA YAPISI. Emre Kuzlu
BURGAN BANK ÖZEL BANKACILIK MERKEZI
ı-am
Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi’nde bankacılık alanında lider konumunda olan Burgan Bank Grubu’nun bir parçası olan Burgan Bank Türkiye, altmışı aşkın şubesiyle Türkiye’de hizmet veriyor. I-AM ekibi olarak Nispetiye Caddesi’ndeki Burgan Bank Özel Bankacılık Merkezi’nin tüm mimari ve marka tasarımını gerçekleştirdik. Mart 2014’te hizmete giren Burgan Bank projesi bizim için heyecan veren bir proje oldu. Hem görsel olarak müşteriye hitap eden ve kendini özel hissettiren hem de kullanıcı odaklı ve işlevsel bir bankacılık deneyimi kurguladık. İlk etapta gerçekleştirdiğimiz workshoplarla markanın özünü değerlendirdik ve Burgan Bank’ın burada müşterilerine yaşatmak istediği deneyimi inceledik.
Markanın özünü, kişiye özel hizmet ve zanaat temasını öne çıkaracak şekilde “hand-crafted banking” olarak tanımladık. Tüm marka ve mimari tasarımı bunu destekleyecek şekilde tasarladık. Bankanın, diğer standart şubelerinden farklılaşan ikonik bir yapı olmasına karar verdik. Metal plakalar üzerine perfore edilen marka amblemiyle binanın dış yüzeyini ikinci bir cidar olarak kurguladık. İç mekanda gündüz doğal ışık kullanılıyor. İki dış yüzey arasına konumlandırılan aydınlatmalar, gece dramatik bir etki oluşturuyor. Girişi resepsiyon formatında ele alarak müşterilere iyi bir karşılamayla davetkar bir alan sunduk. Müşterilerini sürprizlerle karşılayan, müşterilerin rahatça bankacılık işlemlerini gerçekleştirdiği ve ihtiyaçlarının kişiye özel şekilde karşılanabildiği kaliteli bir alan sunmaya odaklandık. Sonuçta ziyaretçilerin ve görenlerin beğeniyle karşıladığı bir yapı ortaya çıktı.
YAPI - BANKA - İSTANBUL
karşı sayfada İkonik banka cephesi
49 XXI - EKİM 2014
bu sayfada solda: Banka girişi altta solda: Banka genel görünüş altta: Giriş ve karşılama alanı en altta solda ve en altta: İç mekandan görüntüler
proje yöneticisi: Emre Kuzlu, Ertuğrul Yurdakul, Zeynep Durukan tasarım ekibi: Emre Kuzlu, Pınar Ünlü, Tolga Sencer mimari proje ekibi: Duygu Gezen, Özgür İsan aydınlatma projesi: Aytek Jane uygulama: Kenan Gemici, Bahar Okucu emre kuzlu I-AM İstanbul kurucu ortaklarından olan Emre, Orta Doğu Teknik Üniversitesi yüksek mimarlık mezunu. Emre’nin mimari tasarım anlayışı 2001’deki mezuniyetini takiben mimari yarışmalarda kazandığı başarılarla pekişmişti. 2008 yılında Londra I-AM ekibiyle tanışmalarını takiben aynı yıl müşteri deneyimine dayalı tasarım ilkeleriyle I-AM İstanbul kuruldu. I-AM metodolojisiyle kurgulanan projeleri arasında Garanti Bankası, Burgan Bank, Unicredit, Mey (Diageo), Kale Kilit, Dumankaya ve Odeabank yer alıyor.
zemin kat planı
EKİM 2014 - XXI 50
YAPI - BANKA - İSTANBUL
bodrum kat planı
1. kat planı
Mekansallaşan Doku Ve Hücreler ZOOM TPU TARAFINDAN TASARLANAN LIV HOSPITAL ULUS, INSAN BEDENINDEKI DOKU VE HÜCRELERIN GEOMETRIK YAPISINDAN ILHAMLA KRISTALIZE VE ORGANIK FORMLARI BIR ARAYA GETIRIYOR.
EKİM 2014 - XXI 52
İÇ MEKAN - HASTANE - İSTANBUL
fotoğraflar: © LIV Hospital
LIV Hospital grubunun üst segmente hitap etmeyi amaçladığı hastanesi için imgesel tema olarak insan vücudunun muhteşem hijyenik koruyuculuğu sayesinde aşılamayan iç cephelerini belirledik. Daha sonra ise bu iç yüzeye tematik ilk yaklaşım olarak “Fantastic Voyage” filmindeki insan vücuduna yapılan seyahatin görüntülerindeki doku ve hücre alışkanlığını inceleyerek buradan edinilen geometriyi ve onun yanı sıra birtakım organik formları mimariye kozmetik ve işlev olarak yükleyerek konsept kurgusunu oluşturduk.
LIV HOSPITAL ULUS
zoom tpu
Lobide kristalize edilmiş olarak kullandığımız formları, hasta odalarına ait zeminlerde daha organik olarak kurguladık. Elbette bu organik formlar hasta güvenliği için oldukça gerekli. Hastanelerin insan davranışları açısından oldukça değişken ve hareketli bir ortama sahip olması bizim “hasta merkezli tasarım” ilkelerine yön vermemizi sağladı. Modern hastane tasarımlarında
estetik faktörlerin yerini hastalara odaklanarak düşünülmüş erişilebilirlik, işlevsellik, güvenlik gibi faktörler aldı. Bu anlamda tüm bu faktörleri hastaların en iyi şekilde bakılması noktasında sentezleyerek bir tasarım oluşturmak esas amaç haline geldi. Hastalar yaratıcı bir şekilde kurgulanmış, yenilikçi ve içinde sağlık bulacakları mekanlarda bulunmayı arzularlar. Bu sebeple hastaların ve ziyaretçilerinin bu taleplerini ulaşılabilir kılmak kaçınılmaz hale gelmekte. Hastaların konforunu ön planda tutarak, hasta koridorları gibi alanların mekanik ekipmanların gizli tutulduğu, LED aydınlatmaların onları rahatsız etmeyecek biçimde bir gece kurgusu oluşturacak şekilde tasarlanmış olması hasta odaklı vizyonumuzun ifadesi. Malzeme olarak tercih ettiğimiz akriliği, bankolar, banklar, ıslak mekanların zemin ve duvarları ile lobideki kolonlarda kullandık. Lobideki bankoyu ve tavan panellerini fiberden, zemini ise mermerden kurguladık. Bu mermer zemin kafeteryanın da döşemesi olarak devam ederek orada akustik alçı tavan ile tamamlanıyor. Hasta odalarındaysa duvarlarda lamine kaplamalı MDF’ler, asitlenmiş bronz aynalar kullandık.
İÇ MEKAN - HASTANE - İSTANBUL 53 XXI - EKİM 2014
giriş sayfasında Kafeterya önceki sayfada üstte: Kafeterya ortada solda ve altta solda ve altta sağda: Poliklinik bekleme salonu ortada sağda: Poliklinik bankosu bu sayfada sağda: Hemşire bankosu altta: VIP poliklinik koridoru altta sağda: Poliklinik bekleme en altta: Doktor odası en altta sağda: Hasta odası
EKİM 2014 - XXI 54
İÇ MEKAN - HASTANE - İSTANBUL
karşı sayfada Poliklinik bekleme
ameliyathane bekleme salonu eskizi levent çırpıcı Levent Çırpıcı, 1965 yılında Erzurum’da doğdu. Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden 1989’da mezun oldu. 1983-87 yılları arasında Prof. Utarit İzgi Mimarlık Bürosu’nda çalıştı. 1994 yılında Atilla Kuzu ile birlikte Zoom TPU firmasını kurdu. 2000 yılında “Sedat Gürel Dalyanköy Müze ve Kitaplık Proje Yarışması”nda ikincilik ödülü kazandı ve Ağa Han Mimarlık ödülüne aday oldu. Mimari ve iç mimari proje çalışmalarını mağaza, ofis hastane ve kongre merkezi alanlarında yoğunlaştıran Levent Çırpıcı, son dönemde yurtdışı proje çalışmalarına da ağırlık vererek bu alanlarda çalışmayı sürdürüyor. proje yeri: İstanbul proje tarihi: 2012 yerleşim alanı: 27.987 m2 yatak sayısı: 154 tasarım: Atilla Kuzu, Levent Çırpıcı tasarım koordinatörü: Yunus Emre Kara proje koordinatörü: Özge Berberoğlu tasarım ekibi: Jakup Poplawski, Dinçer Orhan, Adem Gül proje ekibi: Gülnur Mimir, Sinemis Sarıgül, Selen Basgan, Bilge Eryılmaz, Gizem Akgün, Esin Ekincioğlu hizmetler: İç mimari tasarım, kontrolörlük
55 XXI - EKİM 2014
lobi tavan planı
atilla kuzu Atilla Kuzu, 1963 yılında İstanbul’da doğdu. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü, İç Mimarlık Anasanat Dalı’ndan 1987’de mezun oldu. Redesign şirketinin beş ortağından biriydi.1994 yılında Levent Çırpıcı ile birlikte Zoom TPU’yu kurdu. Halen büyük mağaza,ofis, konferans salonu, hastane, poliklinik, otel projeleri üzerine çalışıyor. Türkiye’de Nurus, B&T Design, 888 Design firmalarına, Japonya’da Conde House firmasına mobilya tasarımları verirken İntema için mutfak tasarımı çalışmalarını sürdürüyor.İntema için 2010 yılında yaptığı Open serisiyle Elle Decor Edida’nın yılın en iyi mutfak tasarımı ödülüne layık görüldü. 2011 yılında LIV Hospital Ulus projesiyle WAF (Dünya Mimarlık Festivali) Interior Fitout, Health & Commercial kategorilerinde finale kaldı. 2012'de İntema için tasarladığı Fluido, Elle Decoration Uluslararası Tasarım Ödülleri Türkiye tarafından, En İyi Mutfak kategorisinde birincilik ödülüne layık görüldü.
İÇ MEKAN - HASTANE - İSTANBUL
hasta odası planı
İÇ MEKAN - MAĞAZA - İSTANBUL EKİM 2014 - XXI 56
fotoğraflar: Emin Emrah Yerce
Mobilyanın Şeffaf Sunumu YERCE ARCHITECTURE YATAŞ BAYRAK MAĞAZASI TASARIMINDA MARKANIN ÖNERDİĞİ YAŞAM KÜLTÜRÜNÜ YANSITIRKEN YARATTIKLARI ATMOSFERLE MÜŞTERİLERİN İLGİSİNİ ZİNDE TUTUYOR. Nail Egemen Yerce
YATAŞ MAĞAZASI
yerce archıtecture
Yataş Yönetim Kurulu, bizden hem yurt içi ve yurt dışı mağazalarında uygulayacağı, yenilenen yapısını ifade eden yeni bir kurumsal mağaza konsepti hem de bu konsept doğrultusunda genel merkez binasında yer alan yaklaşık 4000 m2 olan kullanımdaki mağazayı, bayrak mağaza (flagship store) olarak yeniden tasarlamamızı istedi. Karşılıklı görüşmelerimiz neticesinde markanın yenilenen yapısına dair mağaza konseptinde bir takım başlıklar belirledik. Belirlenen başlıklar neticesinde mağazaların markanın önerdiği yaşam kültürünü yansıtması ve bunu bütünlüklü bir biçimde sunmasına, müşteriye hayal kurdurmasına, yarattığı atmosferle müşteri ilgisini zinde tutması ve bunu mobilyanın önüne geçmeden yapmasına dikkat ettik. Ayrıca
erişilebilir tasarım ve ürün algısına yardımcı olması, kendi koşullarına göre her birinin ayrı bir mecra olarak ortaya çıkması, konforlu hissettirmesi ve müşteriyi yükselten bir yapıya sahip olması gibi niteliklerini ön plana çıkarttık. Bu niteliklerin mekansal karşılıklarını araştırdık. Böylelikle Yataş’ın yenilenen yapısından hareketle ve belirlediğimiz başlıklar doğrultusunda yeni kurumsal mağaza konsepti strüktürünü elde etmiş olduk. Daha sonra bu konseptin ilk uygulama alanı olan bayrak mağaza niteliği taşıyan mağazaya eğildik. Dış mekandan başlayarak iç mekanda da devam eden ahşap bir yol, müşteriyi mağazanın dışından itibaren sıcak bir şekilde karşılayan ve içeri doğru alan sürükleyici ve devamlı bir zemin düşündük. İç mekanda bu yola "podyum" ismini verdik. Müşterinin burada kendini özel hissetmesini amaçladık. Müşterinin merdivendeyken de mağazanın kalanıyla ve ürünlerle ilişkisinin devam etmesi gerektiğini düşündük. Konseptin ilk uygulaması olan mağazanın
İÇ MEKAN - MAĞAZA - İSTANBUL 57 XXI - EKİM 2014
etrafı duvarlarla çevrili betonarme merdiveni yıkıldı. Duvarların yerine cam yüzeyler geldi. Merdiven ise çelik konstrüksiyon olarak çok daha ince kesitlerde ve rıhtsız olarak çözüldü. Sistem çok daha şeffaflaştı ve merdivendeki kişinin, mağazanın kalan kısmıyla daha güçlü bir ilişki kurması sağlandı. Merdiven etrafındaki cam yüzeyler, üzerine yapılan markalaştırma uygulamaları ile markanın vizyonunu ifade eden "konuşan yüzey" olarak işlev kazandı.Her bir koleksiyonun salon, yemek ve yatak odasından oluşan bir "ev" bütünlüğü içinde sergilenmesini kararlaştırdık. Mekan bölücü olarak kullandığımız seperasyonlar, ayırdıkları mekanlar arasındaki algıyı tamamen kopartmadan konumlandılar. Bunun devamında koleksiyonlar arası mekan geçişlerinin de yumuşak ve dengeli olmasına özen gösterdik. Yani parçaların kendisinde içlerinde hem de bu parçaların oluşturduğu bütünde akışkan mekanların ortaya çıkmasını hedefledik. Buna ek olarak mobilyanın kendini daha iyi ifade etmesi için mimari detaylar oldukça sadeleştirildi. Renk çalışmalarına ve aydınlatma tasarımına bu
doğrultuda yön verdik. Ürünlerin sergilendiği birimler arasında gezerken ara geçişlerde bazen mekansal sürprizlere de yer verdik. Müşterilerin, ürünleri gördükten sonra yorulmuş olabilecek algılarını tazelemeleri, küçük bir es verebilmeleri ve diğerleriyle sosyalleşebilmeleri için gerçek bir kafe niteliğinde bir mekanın olması gerektiğini düşündük. Aynı zamanda çalışanların da belli zamanlarda burayı kullanabilmesini öngördük. Çocuklu müşterilerin çocuklarını bırakabilecekleri bir çocuk oyun bölümünü de kafe ile komşu olacak şekilde konumlandırdık. proje adı: Yataş Bayrak Mağaza müşteri: Yataş konum: Kartal, İstanbul proje yılı: 2013 mimari tasarım: Yerce Architecture, Nail Egemen Yerce aydınlatma tasarımı: Yerce Architecture, Nail Egemen Yerce cephe tasarım: A Graphic yapım: Akrotes
karşı sayfada Mağaza içi şeffaf ve geçirgen duvarlar bu sayfada solda: Mağaza cephesi genel bakış altta: İnce kesitli merdiven en altta: Bütüncül mobilya sunumu sağda ve altta: Koleksiyondaki dengeli sunum altta sağda: Mağaza içinden görüntü
İÇ MEKAN - MAĞAZA - İSTANBUL EKİM 2014 - XXI 58
nail egemen yerce 1978’de Manisa’da doğdu. 1997’de Dokuz Eylül Üniversitesi’nde mimarlık eğitimine başladı. 2003’te kaydolduğu İstanbul Teknik Üniversitesi Yüksek Lisans Mimari Tasarım Programı’ndan “Enstalasyon ve Mekanı” tezini tamamlayarak mezun oldu. Eşzamanlı olarak çeşitli mimari bürolarda çalıştı ve kendi tasarladığı projeleri uyguladı. 2010 yılında ise kendi ofisini kurdu. Yapı Fuarı İzmir 2011'de tasarladığı stand, “En iyi stand tasarımı” yarışmasında 3.cülük ödülünü aldı. 2013’ te ise ofis mobilya showroomu olan “OrfiSera” projesi, çeşitli yabancı mimarlık sitelerinde ve kitaplarında yayınlandı. Halen, İstanbul ve İzmir’de mimarlık, endüstriyel tasarım ve resim alanlarında çalışmalarını sürdürmekte.
plan
BAUMİT HAZIR DEKORATİF KAPLAMA Baumit, sürekli geliştirdiği Hazır Dekoratif Kaplama ürünleriyle konutların dış cephe tasarımları için yeni fikirler yaratılmasını sağlarken bir yandan da binaların korunmasına yardımcı oluyor. Kolay ve pratik bir şekilde uygulanabildiği için zamandan ve işçilikten tasarruf sağlayan kaplamaların ısı yalıtım sistemleri için daha uzun garanti süreleri ise Baumit ürünlerinin teknoloji, kalite ve güvenilirliğini yansıtıyor. Baumit, ürün grubundaki çözümler arasında fotokatalizli Nanapor Photokat, pürüzsüz yüzeyler sağlayan NanoporTop, kendi kendini temizleyen Nanopor, özgürce şekillendirilebilen CreativTop ve 888 renk alternatifine sahip Life® yer alıyor. www.baumit.com.tr
EKİM 2014 - XXI 60
SEKTÖR HABERLERİ
ALTIN ÖRÜMCEK’TEN KALESERAMİK’E İKİ ÖDÜL Kaleseramik, bu yıl 12’ncisi düzenlenen Altın Örümcek Web Ödülleri’nde iki ödüle birden layık görüldü. 2013 yılının en iyi web siteleri ve internet teknolojileri alanındaki projelerin 38 farklı kategoride değerlendirildiği Altın Örümcek’te www.kale.com.tr ile finale kalan Kaleseramik, "Perakendecilik/ Mağazacılık" kategorisinde birincilik, "Üretim/Sanayi" kategorisinde ise üçüncülük ödülünü aldı. Kaleseramik’in, tasarım ve teknoloji açısından kullanıcı deneyimlerini en
yüksek seviyeye çıkarmayı hedeflediğini belirten Kale Yapı Ürünleri Grubu Pazarlamadan Sorumlu Başkan Yardımcısı Bahadır Kayan, “Kaleseramik bünyesinde geliştirdiğimiz tasarımlar ve tasarım yönetimi alanında oluşturduğumuz stratejide emin adımlarla ilerliyoruz. Yeni uygulamalarla önemli atılımlar yapıp, pazarda fark yaratmaya devam edeceğiz” dedi. www.kale.com.tr
ERSA İLE HAWORTH İŞBİRLİĞİ Mobilya sektörüne 1958'den beri özel tasarımlarıyla yön veren Ersa Mobilya, merkezi Amerika’da olan ve organik çalışma alanları, ergonomik oturma grupları, tasarım, üretim ve bilgi birikiminde öne çıkan Haworth’ın Türkiye’deki tek yetkili temsilcisi oldu. Ersa Mobilya Genel Müdür Yardımcısı Yalçın Ata: “Küresel firmalar mobilya arayışlarında sektörde söz sahibi, hizmet konusunda uzmanlaşmış firmalarla işbirliği yapmak istiyorlar. Biz de Haworth’ın Türkiye’deki tek
yetkili temsilciliğini alarak firmamız adına büyük bir adım atmış olduk.” dedi. Haworth’la birlikte ilk etapta Avrupa’nın en büyük yazılım şirketi konumundaki SAP İstanbul İnovasyon Merkezi ve Acıbadem Üniversitesi projelerini hayata geçirdiklerini berlirten Ata, trendleri takip eden, yenilikçi ve farklı ofis isteyenlerin vazgeçilmez adresi olmaya devam edeceklerini söyledi. www.ersaofis.com
AURA Nurus D Lab tarafından tasarlanan Aura, yönetici ofislerinden bekleme salonlarına kadar çok amaçlı kullanım olanağı sunuyor. Zengin kumaş ve dikiş ile oluşturulan desen seçenekleri ile bulunduğu alanlara değer katıyor. Aura, yapısal detaylarının ve kilit mekanizmasının kumaş altında çözümlenmiş olması ile kusursuz bir görünüm sağlıyor. Farklı açılarda sabitlenebilen esnek sırtı ve yenilikçi teknolojiyle üretilen süngeriyle rahat oturma imkanı sunuyor. www.nurus.com.tr
ASPEN'DEN İKİ YENİ ÜRÜN
EKİM 2014 - XXI 62
SEKTÖR HABERLERİ
Aspen, sürdürülebilir ve yenilikçilik anlayışının son ürünleri Lumuner LED aydınlatma ve Sepia ahşap asma tavan sistemlerini sektörün beğensine sundu. Konferans salonları, eğitim kurumları, oteller, ofisler, alışveriş merkezleri ve havalimanları gibi alanlarda farklılık yaratmayı hedefleyen Aspen'in Lumuner LED aydınlatma ve Sepia ahşap asma tavan sistemleri yenilikçi tasarım ve sundukları işlevsellik ile farklılaşıyor. Firmanın diğer ürünleriyle uyumlu olan ve projeye göre özelleştirilebilen LED aydınlatma çözümü olan Lumuner
ISICAM’IN 40. YILI Türkiye’nin ilk çift cam üreticisi olan Şişecam Topluluğu şirketlerinden Trakya Cam’ın Isıcam markası 40. yılını Çırağan Sarayı’nda düzenlenen özel bir geceyle kutladı. Gecede konuşan Şişecam Topluluğu Düzcam Grubu Başkanı Dr. Reha Akçakaya, tek cama göre yüzde 50 daha fazla ısı yalıtımı sağlayan çift cam markası Isıcam’ın
ürün grubu, işlevselliğinin yanı sıra uzun kullanım ömrü ve %70'e varan enerji tasarrufu ile dikkat çekiyor. Bu özel ürün grubu metal ve taşyünü asma tavan sistemlerine yönelik geniş seçeneklere sahip. Sepia ahşap asma tavan sistemini oluşturan bileşenler ise; ahşap akstik panel, lineer ahşap sistemler, ahşap baffle, ahşap open cell ve ahşap canopy gibi özel sistemler. Konuyla ilgili açıklama yapan Aspen Yapı ve Zemin A.Ş. Satış ve Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Ertuğrul Meriç, “Aspen’in 25. yaşında, lider bir şirkete
DIRECTFLUSH 1974 yılında pazara sunulduğunu belirterek, “Böylece bundan tam 40 yıl önce Isıcam sayesinde Türkiye çift cam ile tanıştı. Bu 40 yılda 10 milyon hane ve işyeri Isıcam ürünlerini tercih etti. Türk halkının benimsediği ve sektöründe lider Isıcam markasına sahip olmanın haklı gururunu yaşıyoruz.” dedi. www.trakyacam.com.tr
Yeni nesil açık kenarlı klozet tasarımı DirectFlush yüksek seviyede temizliğe ve hijyene olanak sağlarken; modern formuyla da şık bir tasarım ortaya koyuyor. Villeroy & Boch’un yeni ürünü DirectFlush su kanalsız klozet, benzersiz su akışı ve sıcramayı engelleyen formu ile 100% yüzey temizliği sağlıyor. Su tüketimini en aza indiren modern yıkama teknolojili yeni nesil DirectFlush klozetler, 3,5 ya da 4 litrelik su tüketimiyle aynı zamanda çevre dostu. www.villeroy-boch.com
yakışacak biçimde fark yaratacak iki yeni ürünü sektörümüze sunuyoruz. Asma tavan, bölme duvar, yükseltilmiş döşeme ve aydınlatma sistemlerinde her zaman yenilikçi farklı çözümler ve teknolojilerle öne çıkmayı hedefliyoruz. Yeni ürün gruplarımız doğa dostu, işlevsel, uygun maliyetli ve uzun ömürlü olmalarıyla dikkat çekiyor. Yapı sektöründe mimari bakış açısını odağına alıp, değer yaratan ürünler sunmaktan büyük mutluluk duyuyoruz” şeklinde konuştu. www.aspen.com.tr
KALE KİLİT’TEN ENTEGRE KİLİT ÜRETİM TESİSİ Türkiye’de her üç evden ikisinin tercihi olan Kale Kilit, kendi alanında Türkiye’nin ve Avrupa’nın en modern ve büyük entegre üretim tesisinde üretilecek. Türkiye'nin lider kilit üreticisi olan ve 100’ün üzerinde ülkeye ulaşan Kale Kilit’in yeni fabrikasının temeli atıldı. Çerkezköy’de 380 dönüm arazi üzerinde konumlandırılacak modern entegre kilit üretim tesisi yaklaşık 100.000 m2
Endüstri Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Kenan Kızıltan, temel atma konuşmasında yeni fabrikada günde 150.000 adet kilit ve 75.000 adet silindir üretilebileceğini belirtirken Kale Endüstri Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sedat Özgür ise bu yeni üretim tesisiyle önümüzdeki 25 yılın planlamalarını çok daha geniş bir alanda yapacaklarını söyledi.
kapalı alana sahip olacak. Kale
www.kalekilit.com.tr
RODA
EKİM 2014 - XXI 64
SEKTÖR HABERLERİ
Duman tahliye ve doğal havalandırma sistemleri konusunda kaliteli ve estetik ürünleriyle tanınan Alman Roda markası, Form ile bir araya gelerek dumanla mücadelede profesyonel çözümler sunuyor. Yangınlarda, dumanın yayılmasını önlemek ve binaların dumandan en hızlı şekilde arındırılmasını sağlamak için geliştirilen Roda duman tahliye kapakları, projelere uygun ürün seçenekleriyle yapılarınızı güvenli mekanlara dönüştürüyor. Roda duman tahliye ve havalandırma
EKOBORD Vefa’nın yeni markası Ekobord, dış cephelerden iç mekanlara kadar geniş bir kullanım alanına sahip. Lif takviyeli yeni nesil fiberçimento levhalar üreten Ekobord, Bilecik’teki fabrikada insan ve doğaya dost, montajı kolay, yüksek mukavemete sahip ve estetik yeni nesil levhalar üretiyor. Ekobord ile birlikte Vefa, ön üretimli yapılarda sundukları entegre üretim çözümlerinde daha güçlü hale geliyor ve böylece hem daha hızlı hem de daha bol seçenekli çözümler sunuyor. Ekobord fiberçimento levhalar, darbelere, hava koşullarına ve yangına dayanım değerleri ile sektördeki benzer amaçlar için kullanılan levhalardan daha üstün ve her türlü iklim koşuluna uygun. Ekobord yeni nesil levhalar, beton hissi veren dokusu ve yüksek mukavemetinin yanında betondan çok daha ince, hafif, kolay uygulanabilir ve istendiğinde değiştirilebilir, kolayca yenilenebilir olması nedeniyle pek çok alanda tercih ediliyor. www.ekobord.com
sistemleri; fiziksel dayanıklılık, ısı ve ses yalıtımı, rüzgar, kar yükü ve yüksek yangın dayanımı özelliklerine sahip ürünler. Cam, polikarbonat, alüminyum ve izoleli alüminyum malzemelerden üretilen Roda duman tahliye sistemleri, DIN EN 12101-2 ve VdS 2159 standartlarına uygun ve endüstriyel tesisler, ticari binalar, turizm tesisleri, kültür merkezleri ve laboratuvarlar için çözümler sunmakta. www.formgroup.com
BETONART FRESH Türkiye’de ilk kez Kalekim tarafından geliştirilen brüt beton görünümlü dekoratif sıva Betonart Fresh, özel formülü sayesinde nem dengesini sağlayıp kötü kokuları gidererek, mekanlarda estetik ve sağlıklı bir atmosfer yaratıyor. Kullanıma hazır olarak, kova ambalajlarda satışa sunulan Betonart Fresh, başka hiçbir katkı malzemesine ihtiyaç duyulmadan, mala ile kolayca uygulanabiliyor ve içerideki nemi dışarıya atabilme kabiliyeti ile yapıların nefes almasını sağlıyor. İç cephelerde
kullanıma uygun olan Betonart Fresh, hafif bir yapıya sahip son kat dekoratif sıva olarak; kara sıva, beton, çimento levha gibi mineral yüzeylerin yanı sıra, alçı sıva, alçıpan, sabitlenmiş kontrplak ve eski boyalı yüzeylere rahatlıkla uygulanabiliyor. Akrilik emülsiyon esaslı Betonart Fresh, çimento içermediği için uygulama sırasında ve sonrasında da tozuma gibi bir problem oluşturmuyor. www.kalekim.com.tr
EKİM 2014 - XXI 66
SEKTÖR HABERLERİ
İSVEÇLİ MARKALAR “SWEDEN 360”TA BİR ARAYA GELDİ İsveç’in küresel arenada markalaşarak günlük hayatta kullanılan inovasyon ve tasarım alanındaki öğelerinin tanıtımı amacıyla İsveç İstanbul Başkonsolosluğu ve İsveç Ticaret Merkezi (Business Sweden) ev sahipliğinde 18 Eylül'de “Sweden 360” etkinliği düzenlendi. Diyalog Ofis'in 2000 yılından bu yana Türkiye'de temsilciliğini yaptığı Lammhults markasıyla katıldığı etkinlikle aynı gün düzenlenen panelde İsveç’in yaşam ve düşünme tarzından iş modellerine, geleneklerinden markalarının faaliyet gösterdikleri ülkelerdeki başarıları ve
SALT BANYO MOBİLYASI Creavit’in 2014 Koleksiyonu’ndaki ürünlerden biri olan Salt Banyo Mobilyası, beyazı tasarımla birleştirerek yalın bir mekan oluşturuyor. “Az çoktur” prensibiyle tasarlanan bu üründe gövde ve kapaklarda kullanılan beyaz lake, ara renk olarak kullanılan turkuaz ile tamamlanıyor. Ara renklerin ayrıca turkuaz, beyaz ve siyah lake seçenekleri bulunuyor. Salt 100 cm’lik alt modül, 160 cm’lik boy dolabı ve 100 cm’lik LED'li aynadan oluşuyor. İşlevsel boy dolabı ve alt modül banyonuzdaki dolap ihtiyacını karşılarken, kulpsuz dolap kapakları banyolara sportif bir şıklık katıyor. Ayna üzerindeki dokunmatik LED aydınlatma ise pratik ve işlevsel kullanımıyla konfor sağlıyor. www.creavit.com
günlük hayata olan katkıları konuşuldu. Odak noktası “inovasyon” olarak öne çıkan panelin açılışında konuşan İsveç İstanbul Başkonsolosu Jens Odlander, Electrolux, Ericsson, Volvo, Duni, Kosta Boda, Hastens, Lammhults, O’Learys, Teliasonera, Wasa gibi teknolojiden, mobilya ve gıdaya kadar hayatın her alanında yer alan İsveçli markaların Ar-Ge çalışmalarına dayanan en yeni teknolojinin yaratıcılıkla birleştiği bir zihnin ürünü olduğunu söyledi. www.diyalogofis.com
iPAD’DEYİZ
XXI’in tüm içeriğine, hatta daha çok görsele ve videoya interaktif bir şekilde ve kolay kullanımla Apple Store’dan erişebilirsiniz.
Üstelik ücretsiz!
UYGULAMA – MOBİLYA – İSTANBUL EKİM 2014 - XXI 68
fotoğraflar: Cemal Emden
Piri Reis'in Gemisi KREATİF MİMARLIK TARAFINDAN TASARLANAN PİRİ REİS ÜNİVERSİTESİ'NDE KOLEKSİYON MOBİLYA ÜRÜNLERİ TERCİH EDİLDİ. Eğitim ve rekabet birbirlerine ters düşen kavramlar olsa da gün geçtikçe sayıları artan üniversitelerin çağın bir adım ötesinde adımlar atması kaçınılmaz oluyor. Tuzla’da konumlanan ve denizcilik üzerine yükseköğretim ve uygulamalı eğitim veren vakıf üniversitesi Piri Reis, mimarisi ve eğitim yaklaşımıyla öne çıkan üniversitelerden biri olmaya aday. 60.000 m2’lik alana yayılan ve 8 bloktan oluşan bu proje Kreatif Mimarlık tarafından üç yıllık bir sürede hayata geçirilmiş. Tasarımıyla brütal bir yapı olan Piri Reis Üniversitesi, adından da anlaşılacağı gibi mimarisinde gemilerden ilham almış. Gemilerde sık kullanılan materyallerden olan ahşap, dış mekan zeminlerinde ve
korkuluklarda kullanılırken, korten çeliği ise cephelerde güneş kontrol elemanları olarak uygulanmış. Türkiye’nin ilk uluslararası BREEAMÇok İyi sertifikalı yeşil kampüsü olarak kayıtlara geçecek olan bu proje dahilinde denizcilik, mühendislik, fen edebiyat ve iktisadi idari bilimler fakülteleri ile birçok gemi simülasyon laboratuvarları, çok amaçlı salon ve seminer salonları, öğrenci kulüpleri, dalga ve fırtına simülasyonları yapabilen eğitim havuzu, bilgisayar laboratuvarları, makina atölyeleri yer alıyor. Ayrıca ana omurga yapı işlevleri birbirine ilişkilendirmekle birlikte kampüs girişinden başlayıp sahil şeridinde sonlanan bir yaya aksı oluşturulmuş. Kampüsün giriş noktasında kullanıcıya sunulan bu aks üzerinde kesintisiz deniz manzarasının algılanabileceği teras, meydan ve yeşil alanlara bulunuyor. Çok amaçlı salon ve seminer salonları, kapalı spor
salonu, simülasyon laboratuarları ve otopark gibi yüksek ve doğal ışık alması gerekmeyen mekanlar olabildiğince toprak altında; güneş ihtiyacı olan sınıflar, laboratuvarlar, idari bürolar, sosyal tesisler gibi öğeleri toprak üstünde konumlandırmıştır. Böylelikle, taban alanını en aza indiren yerleşim, kullanıcılarına mümkün olan en fazla peyzajı sunuyor. Piri Reis Üniversitesi’ndeki iç kurguyu yaratmak üzere Jan Wertel ve Gernot Oberfell’in ortak tasarımı olan Dilim kanepeler, Koray Malhan imzası taşıyan Guamba ve Narcissus sehpalar, Faruk Malhan tarafından tasarlanan Plato depolama ünitesi ve Laluna oturma üniteleri kullanıldı. Üniversitenin yemekhanesinde ise Calvino masalara Cantata sandalyeler eşlik ediyor. Dilim kanepe havaalanları, ofisler ve çeşitli bekleme alanlarındaki
UYGULAMA – MOBİLYA – İSTANBUL
konum: Tuzla mimari tasarım: Aydan Volkan ve Selim Cengiç, Kreatif Mimarlık proje alanı: 60.000 m2 kullanılan ürünler: Dilim kanepe (Tasarımcı: Gernot Oberfell &Jan Wertel), Guamba sehpa (Koray Malhan), Narcissus sehpa (Koray Malhan), Laluna koltuk (Faruk Malhan), Plato kitaplık (Faruk Malhan), Calvino masa (Studio Kairos), Cantata sandalye (Faruk Malhan)
69 XXI - EKİM 2014
ortak kullanım amacı düşünülerek tasarlanmış, geniş renk seçeneği sunan modüler bir koltuk sistemi. Çift taraflı tasarımı ofislerde ve bekleme alanlarında kullanılabiliyor, sehpa sistemiyle eşleştirilebiliyor. Yüksek sırtlı tasarımı ortak kullanım alanlarında toplantı, çalışma, okuma ya da dinlenme ortamı oluşturuyor. Özellikle açık ofis kullanımlarında ortaya çıkan ses izolasyonu ihtiyacına çözüm sunuyor. Kafeler ve yemekhaneler gibi toplu kullanıma açık alanlar için tasarlanmış Guamba masa, ofislerde küçük toplantı birimleri olarak da değerlendirilmesini sağlayacak özellikler barındırıyor. Çeşitli renk, doku ve malzeme seçeneklerine sahip Guamba masa serisi farklı mekanlara uyum sağlayacak ölçü ve geometrilerde yaratıldı. Narcissus sehpa ise yönetici gruplarının bekleme karşılama ve dinlenme alanları için tasarlandı. Mermer, cam ve ahşap tabla
seçenekleri ve özel ayak tasarımıyla farklı yönetim kademelerinin gereksinimlerine uygun çözümler sunuyor.
yararlanılmasını kolaylaştırırken tek ve çift taraflı kullanım olanağı sayesinde mekanlarda bölücü işlevi de görüyor.
Laluna koltuk; ortak kullanım alanları hedeflenerek, bekleme salonları, kafeler ve yönetici odalarındaki misafir ağırlama bölümleri için tasarlandı. Kumaş, doğal deri ve suni deri olarak üretilebilen Laluna, kübik formuyla kullanıcının sırt bölgesini destekliyor. Keskin çizgilere sahip gövde tasarımıyla dikkat çeken sandalyenin ayakları ise bir yuvarlağı oluşturacak şekilde konumlandırıldı. Laluna'nın 180 derece sağa ve sola dönebilen sistemi, konum koruma özelliğine sahip olduğu için başladığı noktaya geri dönerek duruyor.
Calvino masa alışılmış olan tabla veya çerçeve kalınlıklarının yerine, panel yüzeyini incelen çerçeveyle birleştiren, yalnızca iki milimetrelik ince bir hat oluşturuyor. Ayaklar köşeli ve dikdörtgen biçimli değil; yapı çerçevesiyle neredeyse kesintisiz bir biçimde birleşen silindirik bir parçadan oluşuyor. Tüm masa üstü aksesuarları istendiği zaman kolayca kaldırılabiliyor ve incecik iki ayakla masa çerçevesine sabitlenebiliyor. İki ve dört kişilik istasyonların yanı sıra uzun masalardan oluşan çoklu çalışma sistemlerini de kapsayacak şekilde genişletilebiliyor.
Kitap ve dergilerin sergilenmesini ve depolanmasını sağlayan Plato Kitaplık, zengin aksesuar ve ölçü seçenekleri ile özel çözüm olanakları sunuyor. Alanlardan verimli bir biçimde
Ortak alanlar için tasarlanan Cantata sandalyeler ise üç renk seçeneğiyle farklı mekan konseptlerine uyum sağlıyor.
karşı sayfada Dilim kanepe, Narcissus sehpa bu sayfada en üstte: Calvino masa, Cantata sandalye üstte solda: Laluna koltuk üstte: Dilim kanepe, Guamba sehpa, Plato kitaplık
EKİM 2014 - XXI 70
UYGULAMA – BÖLME DUVAR VE KAPI
sağda: Anadolu Sigorta Genel Müdürlük Binası altta: Lego Türkiye Merkez Ofisleri altta sağda: VDF - Volkswagen Doğuş Finans
fotoğraflar: Gürkan Akay
Özgürleşen Ofisler TÜRKİYE'NİN PEK ÇOK ÖNEMLİ OFİS PROJESİNDE MİMARLARIN ÇÖZÜM ORTAĞI TRIMLINE INTERIORS'UN GELİŞTİRDİĞİ ÜRÜNLER TERCİH EDİLİYOR. Günümüzde ofisler, tekdüze ve sıkıcı çalışma ortamları olmaktan çıkıp yüksek kalitede tasarlanmış, modern ve konforlu mekanlara dönüştü. Ofislerde çoğunlukla takım oyununu güçlendiren, diyalog ve bilgi paylaşımını teşvik eden şeffaf, açık ve yarı açık duvar çözümleri tercih ediliyor. Ofislerde TRIMline interiors; TRIMline Omega, TRIMline Snap, Straehle 2000 / 2300 /3400 / System T, TRIMline Akustik, T.H.E DOOR Kapı ve Nüsing Hareketli Bölme
Duvar Sistemleri ile sınırsız tasarım seçeneği sunuyor. Düşey profilsiz tek ve çift camlı duvarlar ile strüktürel yapışma camlı bölme sistemleri, kesintisiz şeffaflık ve ferahlık sağlarken, doğal ışığın tüm mekanlarda doğrudan hissedilmesine de olanak sağlıyor. TRIMline interiors’un geliştirdiği akustik ahşap paneller ile akustik kontrollü ve konforlu mekanlar elde ediliyor. Çok amaçlı salonların işlevsel gerekliliklere göre bölünebilmesi için Nüsing Serisi Hareketli Katlanır Bölme Duvar sistemleri kullanılıyor. T.H.E DOOR serisi kapılar, teknik detayları ve tasarımı ile tüm mimari ihtiyaçlara cevap veriyor.
Tüm bina projelerinde, tasarımcılar artık bölme duvar ve asma tavan sistemlerini, üç boyutlu bir kavram olarak tasarımlarının vazgeçilmez bir parçası olarak kabul ediyor. TRIMline “ölçülerin özgür dünyası” felsefesi ile mimarlara çözüm ortaklığı sunuyor. TRIMline bölme duvar sistemleri Zorlu Holding, Ernst & Young Türkiye, Lego Türkiye, Volkswagen Doğuş Finans, Vodafone Grubu, TaeguTec Genel Müdürlük, Türkiye Müteahhitler Birliği, AIG Sigorta, BP Genel Müdürlük, Anadolu Sigorta Genel Müdürlüğü, Apple Türkiye Ofislerinde de tercih edildi.
GÜL ELEKTRİK Gül Elektrik, aydınlatma sektöründeki 40 yıllık tecrübesine Architech markasını da katarak yenilikçi çizgisini sürdürüyor. İtalyan tasarımı Architech’in sunduğu LED armatür çözümleri, yüksek kalitesi, çeşitli boyut seçenekleri ve reflektör açılarıyla mimaride farklı imkanlar yaratıyor.
EKİM 2014 - XXI 72
REFERANS PROJE - AYDINLATMA
Yüksek enerji verimliliği (90lm/W’a kadar), dengeli ve sabit renk ısısı (2700K, 3000K, 4000K ve 5000K) sayesinde yüksek ışık kalitesi, ürün ömrü boyunca üstün CRI değerleri (%70 ışık akısında 50,000 saate kadar), kamaşmayı engelleyen UGR<17 reflektörleri ve simetrik geniş ışıma sağlayan reflektör açları Architech ürünlerinin öne çıkaran özellikleri arasında. Mağazalar, ofisler ve prestijli mekanlar dizayn ederken iyi bir ışık açısı ve kamaşmanın engellenmesi gerekliliktir. Architech markalı ürünler bunu %99.98 saflıkta ve özel dizayn edilmiş alüminyum reflektörleriyle sağlıyor. 5 yıllık garanti süresi, IP koruması ve emniyet mandalları Architech ürünlerinin ayrıcalıklarından bazıları. Dizaynı, malzemesi, yüzeyi ve LED bağlantıları sınırlı ve dar alanlarda maksimum soğutma alanı ve minimum hava konveksiyonunu sağlamak için ana kriterlerdir. Patentli Architech markalı ürünlerin enjeksiyon gövdeleri eşi olmayan etkinlikle pasif soğutma sağlamak üzere dizayn edilmiştir ve ekstra güç gerektirmez. Özel boyaları ise armatür soğutmasını %15’e kadar kolaylaştırmak üzere tasarlanmıştır. Architech’in sağladığı daimi soğutma, ürünün ömrünü mümkün olduğunca uzun ve sağlıklı geçirmesini sağlar. www.gulelektrik.com • Rolex Mağazası/Zürih Havaalanı
PHILIPS Philips’in çevre dostu ve sürdürülebilir LED aydınlatma ürünleri sayesinde günün her saati hizmet sunulması gereken mekanlarda bakım ve enerji maliyetinden yüksek oranda tasarruf sağlamak mümkün. Renaissance Polat İstanbul Otel de Philips'i tercih eden mekanlardan biri. Yedi gün 24 saat müşterilerine hizmet sunan otel, Philips sayesinde %80'e varan enerji tasarrufu elde ediyor.
EKİM 2014 - XXI 74
REFERANS PROJE - AYDINLATMA
Philips, Renaissance Polat İstanbul Otel’in mimarisi, mobilyaları ve personeliyle yaratmak istediği mekana hem tasarruflu hem de şık bir katkı sağlıyor. Sunulan iç aydınlatma çözümü ile otel misafirlerinin bir araya geldiği mekanlarda onlar için dinamik ortamlar yaratılırken, özel alanlarda kendi evlerindeymiş hissi veren bir atmosfer sağlanıyor. Aynı zamanda Philips, dış aydınlatma çözümü ile oteli, ziyaretçilerin hatırlayıp benimseyecekleri bir kent simgesi haline getirmeyi amaçlıyor. Üst düzey enerji verimliliğinin yanı sıra kaliteli çözümler sunan Philips, yeniliğin, ancak insanların beklenti ve ihtiyaçlarını karşıladığı sürece anlamlı olduğu anlayışını benimsiyor ve otel konuklarının değişen beklentilerinin karşılanmasına yardımcı oluyor. www.philips.com.tr
EKİM 2014 - XXI 76
REFERANS PROJE - AYDINLATMA
VESTEL LED AYDINLATMA Vestel LED Aydınlatma Türkiye’de Manisa fabrikasında üç senedir üretim yaparak yurtiçi ve yurtdışına satış gerçekleştiriyor. Ar-Ge çalışmaları Manisa fabrikasında mühendisler tarafından yapılan Vestel LED Aydınlatma ürünleri arasında LED Panel, Downlight, Lamba, Tüp, Sokak aydınlatması, Etanj, Yüksektavan ve Lineer aydınlatma ürünleri bulunuyor. Konvansiyonel muadillerine göre %80’e varan enerji tasarrufu sağlayan LED aydınlatma ürünlerinin kullanımının artışıyla, dünyada ve ülkemizde aydınlatmada kullanılan enerji miktarı da çok büyük oranda azalacak. LED lambalar, eski tip enkandesan lambalar ile aynı ışık seviyesi ve renge sahiptir. Aynı zamanda da LED Lambalar enkandesan lambalara göre %90’a kadar daha az enerji harcar. Bu da çok büyük bir enerji tasarrufu demektir. Ayrıca LED ürünleri 50.000 saate varan ömürleri sayesinde uzun yıllar, aynı ışık seviyesini koruyarak kullanıırlar. Buna ek olarak, enkandesan lambalar çok büyük miktarda ısı yayarlar ancak LED lambaların yaydığı ısı çok daha minimum düzeydedir. Bu durum da LED lambaların uygulamasını kolaylaştırır ve ortam güvenliğini artırır. İstanbul Toptancılar Çarşısı (İSTOÇ), aydınlatma çözümlerinde Vestel LED Aydınlatma Ürünlerini tercih etti. 1 milyon 100 bin metrekare alanda 6 bini aşkın dükkana ev sahipliği yapan İSTOÇ, Vestel LED Yol Armatürleri ile aydınlanıyor. Vestel LED Aydınlatma, İSTOÇ içerisinde bulunan 752 adet civa buharlı yol aydınlatmasını Vestel LED Yol Armatürleri ile değiştirerek sokakları daha aydınlık ve daha güvenli hale getirdi. Yüzde 70’e varan enerji tasarrufu ile 10 kat daha fazla ışık veren Vestel LED Yol Armatürleri ile İSTOÇ yılda 300 bin TL’ye varan tasarruf elde edecek. 50 bin saat kullanım süresine sahip armatürlerle İSTOÇ, bu yatırımın geri dönüşünü iki yıl gibi kısa bir sürede alacak.
zorlu center
manisa organize sanayi bölgesi
tav istanbul atatürk havalimanı
burger kıng
istoç
www.vestelled.com.tr • Burger King • İSTOÇ • İzmir Adnan Menderes TAV • Manisa Organize Sanayi Bölgesi • TAV İstanbul Atatürk Havalimanı • Zorlu Center
izmir adnan menderes tav
EKİM AJANDASI 20 Eylül - 18 Ekim
Diyapazon
Çağdaş sanat dünyamızın en önemli sanatçılarından Nevin Aladağ, son yıllarda birçok farklı grup sergi ve bienalde
Rampa İstanbul, Akaretler, Beşiktaş, İstanbul
www.rampaistanbul.com
Sakıp Sabancı Müzesi, Emirgan, İstanbul
www.sakipsabancimuzesi.org
İstanbul Modern, Karaköy, İstanbul
www.istanbulmodern.org
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büykkent Şubesi, Karaköy, İstanbul
www.mimarist.org
Marina Bay Sands, Singapur
www.worldarchitecturefestival.com
Santral İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Eyüp, İstanbul
www.santralistanbul.org
İzmir Mimarlık Merkezi, Alsancak, İzmir
www.mo.org.tr/ulualsergi
Türk Serbest Mimarlar Derneği, Çankaya, Ankara
www.tsmd.org.tr
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büykkent Şubesi, Karaköy, İstanbul
www.mimarist.org
Koleksiyon, Tarabya, İstanbul
www.ismd.org.tr
Yapı-Endüstri Merkezi, Fulya, İstanbul
www.yem.net
İstanbul Modern, Karaköy, İstanbul
www.istanbulmodern.org
Yapı-Endüstri Merkezi, Fulya, İstanbul
www.yemetkinlik.com
Yapı-Endüstri Merkezi
www.yemetkinlik.com
karşımıza çıkan, seslerden ve müzikten beslenen işleriyle dikkat çekiyor.
23 Eylül - 1 Şubat
Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar
Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar adlı sergi ile sanatseverler Joan Miro ile buluşuyor.
25 Eylül - 31 Aralık
Yüzyıllık Aşk: Türkiye’de Sinema ve Seyirci İlişkisi
Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilen bir araştırma sergisi olan Yüzyıllık Aşk, coğrafyamızda sinemanın doğuşundan günümüze sinema-seyirci ilişkisini inceliyor.
1 Ekim
Yeni Nesil ePrinter’lar Semineri
Yapıda Kullanılanlar Seminer Dizisi’nin bir ayağı olarak Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi bu sefer de elektronik yazıcılar hakkında bir seminer veriyor. Seminer 19.00’da başlıyor.
1 - 3 Ekim
WAF Dünya Mimarlık Festivali
Festival kapsamında verilen WAF Ödülleri, otuz kategorisiyle ve kırk ülkeden birçok mimarın katılımıyla hayat buluyor.
7 Ekim
Le Corbusier Yapıları İstanbul’da
Le Corbusier binaları çeşitli konferanslar ve mimarlık fotoğrafçısı Cemal Emden’in Le Corbusier Görsel Kayıt adlı sergisi ile Ana Galeri’de yer alıyor.
8 - 19 Ekim
10 Ekim
XIV. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri
Mimarlar Odası, Ulusal Mimarlık Sergisi’nin son durağı olan
2014 Genç Mimar Ödülleri
Türkiye’de mimarlık yapma yetkinliğine sahip ve kırk yaşını
İzmir programını gerçekleştiriyor.
tamamlamış tüm mimarlara açık olan yarışmanın son teslim tarihi 10 Ekim.
11 - 25 Ekim
Mimarlık ve Kent Şenliği X
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi bu yıl teması “Sağlıklı Kentler, Mutlu Kentler” olarak belirlenen Dünya
EKİM 2014 - XXI 78
AJANDA
Mimarlık Günü’nde her yıl olduğu gibi, Mimarlık ve Kent Şenliği programı içerisinde bir dizi etkinlik gerçekleştiriyor.
15 Ekim
17 Ekim
İstanbul SMD. Mimarları Ağırlıyor 13: Sabri Paşayiğit
Koleksiyon’un Tarabya Kampüsü’nde gerçekleşecek sergi, Sabri
Uluslararası Mimari Aydınlatma Konferansı
Tüm gün sürecek ilk PLD Community Event konuşmacıları
Paşayiğit’in işlerine odaklanıyor.
Tapio Rosenius, Koert Vermeulen, Allan Ruberg ve Nadine van Amersvoort ile Teun Vinken.
21 Ekim
Müzeler Konuşuyor: Whitney Amerikan Sanatı Müzesi’nin Yeni Bina Projesi
Adam D. Weinberg, Whitney Amerikan Sanatı Müzesi’nin, Renzo Piano tarafından tasarlanmış ve 2015 yılı bahar aylarında açılması planlanan yaklaşık 18.500 metrekarelik yeni binasıyla ilgili planları paylaşıyor.
24 Ekim
Archiprix Türkiye 2014
Archiprix Türkiye 2014, 19. yılında Türkiye’deki mimarlık okullarını ortak bir platformda buluşturarak özendirici ve yapıcı bir rekabet ortamı yaratmaya, genç mimarları ve mimar adaylarını mesleki ortam içinde bir araya getirerek mimarlık üzerine düşündürmeye davet ediyor.
25 Ekim
Konut Konferansı
Konut Konferansı bu yıl, “Önemli olan büyüklük mü?” sorusuyla sektöre eleştirel gözle ayna tutmayı hedefliyor.