xxi.com.tr
XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 112 < EYLÜL 2012 < ARKİZON MİMARLIK < CM MİMARLIK < MTF < PIANO < REHN < SALON2 < WILLMER
Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 112 E YLÜ L 2 0 12 1 1 ( KIB R IS 1 2 )
Paslı Devleri Uyandırmak
Endüstriyel alanların kente yeniden kazandırılması için bildiğimiz yöntemler yeterli mi? Daha farklı ya da deneysel modeller üretebilir miyiz? Bu soruların yanıtlarını Gül Köksal, Oktan Nalbantoğlu ve Yaşar Adanalı ile birlikte aradık.
The Shard RENZO PIANO BUILDING WORKSHOP ALEXANDER REHN
İdealtepe’de Apartman ARKİZON MİMARLIK CM MİMARLIK
MTF
YAZILARIYLA
KO RH A N G Ü M Ü Ş L E V E N T Ş E N T Ü RK OT TO VO N B U SCH
SALON2
SARAH WILLMER
Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Depo Yayıncılık adına sahibi ve yayın yönetmeni Kuyaş Örs yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@depo.com.tr
Dönüşüm Değil, Yeniden Canlandırma
editör Beste Sabır beste@depo.com.tr sektör editörü Tuğba Demirci tugba@depo.com.tr yardımcı editör Dilruba Örnekal reklam müdürü Burcu Hinginar Akıncı burcu@depo.com.tr okuyucu ilişkileri sorumlusu Manolya Yenigün manolya@depo.com.tr kurumsal iletişim yönetmeni Mürüvvet Can muruvvet@depo.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Depo Yayıncılık Hacı İzzet Paşa Sokak Rota 1 Apartmanı 12/2 34427 Gümüşsuyu İstanbul 0212 251 1811 xxi@depo.com.tr genel dağıtım DPP Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Depo Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.
facebook.com/xxidergisi twitter.com/xxi_dergisi
XXI’in bu ayki konusu endüstriyel alanların neden atıl bir şekilde kaldığı sorusuna odaklanıyor. Özellikle Cumhuriyet dönemindeki kalkınma hamlesinin bir uzantısı olarak kentlere kurulan ve uzun yıllarca önemli bir geçim kaynağı olarak varlıklarını sürdüren endüstriyel alanlar, bugün kent merkezlerinde birer çürük diş gibi kalmış ölü yerler. Endüstriyel alanlar sadece mimari bir zenginliğin ifadesi değil, aynı zamanda üretimle, işgücüyle para kazanılan geçmiş dönem ekonomisinin de simgesi. Bu simgesellikle ne yapmak istediğimiz ise asıl soru. Kentin ortasında geniş metrekarelere yayılı bu endüstriyel alanların değeri her gün katlanıyor, diğer yandan yapılar gün be gün çürüyor. Peki neden kent yaşamına eklemlenmiyorlar da Godot’yu bekler gibi oldukları halleriyle yavaş yavaş çürüyorlar? Bunun yanıtını tek başına yerel yönetimlerde ya da mülkiyet problemlerinde aramak doğru olmasa gerek. Çok daha geniş perspektiften endüstriyel alanlarla olan ilişkisizliğimizi anlamak bundan sonraki adımları tespit etmek açısından yararlı olabilir. Bu noktadan hareketle Enise Burcu Karaçizmeli’nin konuk editörlüğünde Gül
Köksal, Oktan Nalbantoğlu ve Yaşar Adanalı’yı bir masa etrafında buluşturduk. Ne gibi yöntemler geliştirilebileceğini konuşurken konunun bütününü ancak ufak bir mesafeden baktığımızda anlayabileceğimiz ortaya çıktı. Endüstriyel alanları nasıl dönüştürelim diye düşünmektense o alanları nasıl kullanabileceğimizi düşünmekle işe başlamak gündeme geldi. Bir alanın olası kullanımlarının test edileceği, bilmediğimiz yeni deneylere olanak sunan bir ara geçiş olabilir mi? Bu noktada gerçekten mimar ya da plancı gibi uzmanlara gereksinim var mı? Dönüşümdense yeniden kullanım ya da canlandırma gibi kavramlarla bu konuya yaklaşılabilir mi? Bunlar ve benzeri soruların yanıtlarını ararken endüstriyel alanların geleceğine ilişkin tahayyüller de paylaşılmış oldu. Kısa vadede kimse bu konuda pek ümitli değilse de son dönemlerde bu kadar gündemde olan endüstriyel alanların daha çok uzun yıllar bu şekilde atıl kalamayacağı açık.
XXI
güncel
DOSYA
6 güncel
30 Paslı Devleri Uyandırmak
Endüstriyel alanların atıllıklarının sorumlusu kim? Olası bir müdahale gündeme geldiğinde neden ticari işlevler ve konut karması bir modelden ötesi düşünülemiyor? İşte bunlar ve benzeri soruların yanıtlarını bulmak ve yeni sorular üretmek için Gül Köksal, Oktan Nalbantoğlu ve Yaşar Adanalı ile bir masanın etrafında buluştuk.
proje 38 bir kent katalizörü Shard, kırık formlu yapısıyla Londra kent siluetine eklemlenirken konumlandığı kentsel düğüm noktasını, ulaşım ağına yaptığı dokunuşlarla regüle etmeyi amaçlıyor.
eylül 2012 - XXI 2
İçİndekİler
8 küçük müdahaleler / otto von busch
Tasarım Çağında Sevgi
18 dönme dolap / levent şentürk
Asrımızın Bir Belakeşi: Asterios Polyp
26 soru işareti / korhan gümüş
Antrepolar Başka Türlü Dönüşemez Mi?
44 eğrisel yüzeylerin dinginliği
K2S Architects tarafından Helsinki kent merkezinde tasarlanan şapel, ziyaretçilerine merkezin hareketliliği içinde sakin bir mekan sunuyor.
48 yeni bir şema
60 tuzluk koltuk Arkizon Mimarlık tasarımı apartman, katların cephedeki kırıklı hareketiyle farklılık gösterirken kullanıcı ve tasarımcıların isteklerine yanıt veriyor.
52 kedi yolu
Varyap Meridian'ın içinde yer alan H Blok'un cephe tasarımı, Varyap'ın kurumsal kimliğinden yola çıkarak doğal iklimlendirme, yeşil çatı kullanımı gibi konuları tasarıma dahil ediyor.
Oturma birimini iç mekandaki bir ada olarak ele alan “Cay Koltuk” kullanıcıyı kendi peyzajını yaratma konusunda cesaretlendiriyor. Ürünün tasarımcısı Alexander Rehn ile tasarım süreci üzerine görüştük.
SEKTÖR 64 firma haberleri 72 bütüncül tercih
Kalebodur Marka Müdürü Bahadır Borand, markanın ürün gamı ve çalışma yöntemleriyle ilgili sorularımızı yanıtladı.
76 doğal konsept Nevzat Sayın'ın tasarladığı Doğan Holding Genel Müdürlük ve Ofis Binası'nın mobilyaları Diyalog Ofis tarafından sağlandı.
İçİndekİler
eylül 2012 - XXI 4
56 şeffaf, geçirgen ve esnek
Atlassian firmasının genel merkezinin tasarımını gerçekleştiren Studio Sarah Willmer Architecture, firmanın şeffaflık yaklaşımını mekan tasarımına aktarıyor.
78 referans proje - aydınlatma
84 ajanda
ArchLED Durlum Prolux
Yeni Bir Merkez Modeli
Eylül 2012 - XXI 6
güncel
TASARIM EL KİTABI GEÇTİĞİMİZ AYLARDA TAMAMLANAN İSTANBUL ULUSLARARASI FİNANS MERKEZİ, ATAŞEHİR’DE YENİ BİR MERKEZ TANIMLAYACAK.
Üç milyon ikiyüz bin m2'lik inşaat alanına sahip Finans Merkezi master planının tasarımında Tarihi Yarımada, Topkapı Sarayı ve Kapalıçarşı’dan ilham alınmış ve bu yolla geleneksel değerlerin geleceğe taşınması amaçlanmış. Ataşehir'de TEM ve E-5 otoyollarının kesiştiği bölgede inşa edilecek olan yeni merkezin detaylarını, master plan çalışmasını yapan tasarım ofislerinden biri olan Özgüven Mimarlık'la görüştük. Beste Sabır: Finans Merkezi projesine nasıl dahil oldunuz? Başlangıç sürecinden bahsedebilir misiniz? Uğur Özer Özgüven: Proje zaten beşaltı yıldır yoğrulmuş bir süreçten geçmişti. Yurtiçi ve yurtdışından adını hepimizin bildiği çok ciddi gruplar ve bankalar konuyla ilgili çalışmalar yaptı, biz de birlikte çalışabileceğimiz, finans merkezleri konusunda tecrübeli yurtdışı ofislerle iletişime geçtik ve sürecin sonunda seçilerek projeye dahil olduk. bs: İlk aşamadaki planlama çalışmaları nasıl ilerledi?
uöö: İlk aşama olan master plan aşamasını İmar Planlama ve Gensler ile birlikte tamamladık, ana yüklenici bizdik. Arazi daha önceden parsel sahiplerine satıldığı için, tamamen onların da bilgisi ve onayı dahilinde blokların genel silueti, kat adetleri, yaklaşık taban alanları, konumlarını değiştirilerek buranın uluslararası bir finans merkezi olabilmesi için belirli gereklilikler sağlandı, ana kararlar alındı. Konuyla alakalı ciddi bir kaynak araştırması yaptık. Dünyadaki finans merkezlerinin birçoğunu yerinde gezdik, SWOT analizi gibi araştırmalar yaparken diğer yandan Kapalıçarşı'nın dünyanın ilk finans merkezi olduğuna dair bir bilgi elde ettik, yurtiçi ve yurtdışı bir çok kaynakta bu bilginin doğruluğunu gördük. Daha sonra haritada Kapalıçarşı'yı merkeze koyarak bizim planlama alanımız büyüklüğünde, yani iki milyon metrekarelik bir daire çizdiğimizde, Kapalıçarşı ile bizim tasarladığımız finans merkezinin programının birebir
örtüştüğünü gördük. Finans merkezi nasıl gücün, paranın ve ihtişamın merkeziyse, Kapalıçarşı etrafında çizdiğimiz dairenin sınırları içindeki Topkapı Sarayı da Osmanlı İmparatorluğu için gücün, paranın merkeziydi. Yaptığımız merkezin, İstanbul'a ve bize özgü olarak yerel özelliklerle tasarlanmasını istedik, bu paralelde geleneksel mimariyi bugünkü malzemeyle ve dokuyla yeniden yorumlayarak alana aktardık. Ayrıca sürdürülebilirlik ilkesi, "kendi kendini sürdürebilen bir şehir nasıl olur?" sorusu detaylı olarak incelendi ve böylelikle ikinci aşamaya geçildi. Bu esnada tüm parsel sahipleriyle bir protokol imzalandı ve bununla ilişkili her kurumun tasarımını nasıl yapabileceğine dair bilgiler veren bir tasarım el kitabı oluşturuldu. bs: Parsel sahiplerinin içinde kimler var? uöö: Halkbank, Vakıfbank, Ziraat Bankası, BDDK, SPK, Emlak Konut ile
özel sektörden Enisler, Varyap ve Tahincioğlu. bs: Tasarım el kitabının ana amacı neydi? Planlamanın ikinci aşamasında nelere öncelik verdiniz? uöö: Parsel sahiplerinin kendi projelerini tasarlamalarına da imkan veren tasarım el kitabında alanın tek bir proje gibi algılanması bizim için en önemli nokta oldu. Yapmak istediğimiz PERPA ya da Dünya Ticaret Merkezi gibi bir alan değildi. Bizce alanın öncelikli ihtiyacı ulaşımdı, bu paralelde Kadıköy-Kartal ve Üsküdar-Ümraniye metro hatlarını birbirine bağlayacak metro hattı bununla ilişkili olarak planlandı. Alan tamamen yayalaştırıldı, çevre yolları bu bağlamda tasarlandı. Her parselin kendisine özel girişleri ve kamuya açık otoparklar planlandı. Bölgenin 7/24 yaşayabilmesi için konut alanları, oteller, Anadolu Yakası'nda büyük eksiklik olan konferans salonları, bankaların ihtiyacı olan
güncel
finans yapıları, açık-kapalı ticaret birimleri, açık alanlar, parklar, bisiklet yolları ve kapalı alanlar düzenlendi; kapalı çarşılar metro çıkışlarıyla beslendi. Bankalar servis alanlarıyla yakın ilişki içinde düşünüldü. Bu ikinci aşamayı HOK ve ARUP'la birlikte bu perspektifte tamamladık.
ocağı, kreş, ilköğretim okulu gibi gereksinimler de ihtiyaç programı dahilinde tasarlanıp imar planına aktarıldı. Bizim içinde bulunduğumuz bir yıllık süreç şu anda tamamlanmış oldu. Türkiye ve İstanbul için bu yaptığımız planının bir model oluşturabileceği konusunda ümitliyim.
bs: Son aşamada, ulaştığınız tasarım kriterleri neler üzerine odaklanıyor? uöö: Yayalaştırma önemsediğimiz bir nokta. Bu anlamda Ataşehir'de oluşmuş konut yapısıyla birlikte, 50 dönümlük park alanı, yeni biten Mimar Sinan Cami ve Doğu Ataşehir kısmıyla proje alanının kuvvetli bir yaya bağlantısı sağlanacak. Bölge için yaklaşık 50 bin kişilik çalışan, 17 bin kişilik yaşayan nüfus öngörülüyor. Oteller, ticaret merkezleri ve tabi ki bankaların ve diğer kurumların misafirleri için günlük yaklaşık 25-30 bin ziyaretçi bekleniyor. Tabi bunların yanında polis karakolu, itfaiye, sağlık
bs: Peki bundan sonraki süreç nasıl ilerleyecek? uöö: Tasarım el kitabını vermemizle birlikte artık parsel sahipleri ne yapacağını biliyorlar, bundan sonra yedi ay süreleri var, bu süre içinde bakanlığa projelerini sunmak durumundalar. Bahsettiğim özel proje alanı ve rekreasyon alanı, yani tüm altyapının ve servis alanlarının içinde bulunacağı kısım 8 Ağustos'ta ihale edildi. Konutlar, otel, rezidans, konferans salonu inşaatı bu tarihten iki ay sonra başlıyor. Projenin de toplam olarak üç buçuk yıl içinde tamamlanması hedefleniyor.
7 XXI - EYLÜL 2012
master plan, 1. aşama proje grubu: Özgüven (İstanbul), Gensler (Londra), İmar Planlama (İstanbul) kentsel tasarım rehberi (tasarım el kitabı), 2. aşama proje grubu: Özgüven Mimarlık (İstanbul), HOK (Chicago ve St.Louis), ARUP (İstanbul)
Tasarım Çağında Sevgi Zamanımızın sürdürülebilir olmayan koşullarının kökenlerine indiğimizde, ve özellikle de bu bela içinde tasarımın rolüne baktığımızda sevgi konusunu gündeme getirmemiz gerekir. Bir tasarım konusu olarak sevgi, işlev ya da ergonomi gibi tasarımın diğer temaları kadar bağlayıcı değil. Öyleyse neden sevgi gibi banal bir meseleyi bu tartışmaya dahil edelim ki? Sevgi konusu tüketici toplumumuzun tasarımının merkezinde konumlanıyor. Bu birçoğumuzun ekmeğini kazandığı bir güç. Ya da aslında doğrusunu söylemek gerekirse bize iş veren sevginin tam da zıddı. İzin verirseniz açıklayayım.
KÜÇÜK MÜDAHALELER
Tasarımcılar olarak bizim işimiz müşterilerin içindeki arzu ve istekleri ateşleyecek deneyimlerin her bir çeşidini üretmek, sosyal ilişkilerimizle kontrolden çıkmış bir yangın gibi yayılacak bir arzu ateşi yaratmaktır. Müşterilerimize yaptığımız şeyleri beğendirmek zorundayız. Dahası bunu gerçekleştirmek için tam tersini de yapmalı, bitmek bitmez bir eksiklik hissi ve gereksinme duygusu üretmeliyiz. Bu duygunun temelinde müşteriler arasında yayılan daimi ve sürekli tatminsizliğin üretilmesi yatmaktadır. Sadece tasarım tarafından karşılanabilen haz alma arzularını kışkırtmalıyız. Tasarımlarımıza gereksinim duymalarını sağlamalıyız. Onlara sürekli olarak şunları demeliyiz: "Olduğun halin yeterince iyi değil" ve de "daha iyisine dönüşmelisin". Kendilerini tasarımcıların yardımı olmaksızın sevmemelerini sağlamalıyız.
Eylül 2012 - XXI 8
Daha önce de belirttiğim gibi şanslıyız ki biz tasarımcılar, onların gereksinimlerini karşılamaya muktediriz: Onları mutlu edecek şeyleri üretiyoruz. Ya da diyebiliriz ki hepimizin bildiği gibi pek yakında mutsuz olmaları gerek ki biz yine devreye girelim ve onlar da daha fazlasını satın alsınlar. Biz beklentileri biraz daha yükseltirken onların ellerindekiyle kendilerini zavallı gibi hissetmelerini sağlamalıyız. Sevgileri sendelemeli, heyecanları zedelenmeli ki ilgi ve tutkuları başka yerlerdeki hazzın peşine düşmelidir. Biraz abartacak olursak diyebiliriz ki eğer herkes mükemmel bir şekilde mutlu olsaydı tüketici mallarına hiç gerek kalmazdı; farklı deneyimlerin ya da hizmetlerin hiçbir önemi, yaşamların yeniden tasarlanmasının hiç gereği kalmazdı. Ekmeğimizi kazanmak için biz tasarımcılar hem mutsuzluğu hem de ilacını üretmeliyiz.
OTTO VON BUSCH TASARIMCI
Bugünün hızlı, modern ve entegre üretim hattıyla gereksinimi de geçici tatmini de çok kısa süre içinde yaratabiliriz. Tüketimciliğin en mükemmel yanı bağlılık karşıtı geliştirdiği kusursuz ideoloji. İyi tasarlanmış objeler bize şöyle fısıldıyor: "Al beni, seni tatmin edeceğim". Ve aynı zamanda üstü kapalı olarak da şöyle diyorlar: "Artık daha fazla mutlu olmadığın zaman beni istediğinde fırlatıp atabilirsin". Tıpkı Depeche Mode’un şarkısındaki gibi "No hidden catch, no strings attached, its (almost) free love." (Ne gizli bir şart, ne de bağlılık, bu -hemen hemen- özgür aşk)
Bağlılığa karşıt olan bu bakış ütopik liberal ekonomimizin köklerini oluşturur. En sürdürülebilir çözümler bile bu bakışla uzlaşamaz ve onun yerine ekolojik ayakizini ya da güvensizlik üreten bu ideolojik davranışların dehşet verici sonuçlarını en aza indirmeye çalışır. Ekolojik pamuk giysileri çöpe atma davranışımızı daha az korkunç kılar. Aslen, nesneleri geri dönüşümle elden çıkarmak kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlar çünkü birileri eskilerimizi kullanırken biz de hiç suçluluk hissetmeksizin yenilerini satın alabiliriz. Tüketici olarak çifte tatmin yaşıyorum: Bir yandan eskilerimden kurtulurken kendimden daha fakir birine bağışta bulunduğum için bir aziz gibi hissederken diğer yandan da doğa için iyi bir eylemde bulunmuş oluyorum. Bu sürdürülebilir cömertliğimiz sadece egomuzu beslemek için ve hayırseverliğimiz de sürdürülebilir görünümlü egoizmin farklı bir çeşidinden başka bir şey değil. Böylesi bir sevgi aynı zamanda güç hissi de verir, ama tabi ki zoraki bir manipülasyona açık bir gücün verdiği gibi değil. Gücün feragatiyle sevginin tanımlandığı ya da tam tersinin gerçekleştiği konusundaki yanlış fikirlerimizden sıyrılmalıyız ve güç ile sevgiyi birbirlerinin karşıtları olarak görmekten vazgeçmeliyiz. Sevgi dolu bir tasarım aynı zamanda güçlü olmalıdır. Şefkatli ve merhametli kullanıldığında güçle ilgili hiçbir sorunun olmadığını anlamalıyız. Sorun güçte değil, onun kötüye kullanımındadır ki bu genellikle sevgi olmaksızın agresif ve zarar verici olabilir. Sevgi ve güç genellikle birbirine zıt iki kavram olarak ele alınıyor olabilir ama biz kullanıcı dostu olmak ya da sürdürülebilirlik gibi hiçbir şeyle ilişkilenemeyen, hiçbir şeye bağlanamayan naif tasarım alışkanlıklarımızın ötesine geçebilmek için bu yanlış anlamanın ötesine geçmeliyiz. Acilen yaşadığımız zamanın kritik sorularına, sürekli tüketimin saf çevresel kaygılarının ötesinde sevgi ve adanmışlık dolu cevaplar aramalıyız. Korku yerine sevginin egemen olduğu bir durumda nasıl birlikte yaşayabileceğimizi nasıl yeniden hayal edeceğiz? Şiddete dayalı güvenlik anlayışının silahlanma yarışının ötesinde dünyanın ve komşularımızın güvenliğini nasıl yeniden düşleyeceğiz? Küresel tarım işletmelerinin ve işgücü ayrımının ötesinde nasıl besleneceğimize ve çalışacağımıza dair ne gibi tahayyüllerde bulunabiliriz? Arkadaşlarımızla iletişimimizi, çocuklarımızın eğitimini nasıl yeniden düzenleyeceğiz ki sosyal rekabet ve çekişmelerden ziyade sevgi ve işbirliğini teşvik edelim? Bunlar ütopik sorular gibi gelebilir kulağa, ama bunlar çağdaş tasarım kültürünün köklü sorunları ve bizlim bağlılık karşıtı bir ideolojinin altında yaratılanların dışında başka çözümlere ihtiyacımız var. Tasarımcılar olarak, beklentileri sürekli artıran bir tutku ve de yerine getirilmemiş sözler ile tatmin edilmemiş arzular üreten durumlardan daha başka bir şeyler tasarlamalıyız. Sevmek için birbirimizi gerçekten görmeli ve önyargılı beklentilerimizi kırarak her şeyin bizi mutlu etmek için tasarlanmak zorunda olmadığını kabul etmeliyiz. Bunların hepsinin ötesinde dünyayı olduğu haliyle sevmeli ve ona uyum sağlamalıyız. Bir hikayeye göre, yaşlı bir çifte uzun yıllara dayanan sevgilerinin sırrını sormuşlar. Yaşlı bayan da gülümseyerek cevaplamış: "Uzun süreli sevginin sırrı beklentileri düşük tutmaktır."
“Kesişme” Parkı ÖĞRENCİLERİN SÜRECİN BÜTÜNÜNDE YER ALDIĞI BETONART yaz okulu bu yıl ısparta'da düzenlendi. kesişme teması SDÜ kampüsü içindeki alanın tasarımına yansıdı. Sait Ali Köknar Türkiye Çimento Müstahsilleri Birliği (TÇMB) tarafından düzenlenen Betonart Mimarlık Yaz Okulu'nun 11.'si bu sene Göltaş Çimento ve Süleyman Demirel Üniversitesi desteğiyle, 3-12 Temmuz tarihleri arasında Isparta’da yapıldı. Dokuz günlük çalışma süresince SDÜ Kampüsü içerisinde seçilen alan yeniden tasarlanarak yenilendi. Etrafını yemekhane, öğrenci işleri ve fakültelerin çevrelediği, batı kampüsünün en canlı yaya aksının sonunda konumlanan proje alanı, kampüs sakinleri tarafından bir park alanı olarak kullanılıyordu.
EYLÜL 2012 - XXI 10
güncel
Seçilen yerin üniversite mekanları ile ufukta Isparta manzarasını birleştiren
özel konumu, Yaz Okulu için belirlenen "kesişme" teması üzerinden 17 farklı üniversiteden katılan 19 öğrencinin moderatörlerle yaptıkları toplantılarda yeniden değerlendirildi. Yaklaşık üç günlük sürecin sonunda SDÜ Rektörlüğü'ne sunulacak bir öneri geliştirildi. Ancak sunumun program değişikliği ile ertelenmesi sonucu eldeki tasarıma ilişkin şüphe ve eksikliklerin üzerine gidilerek bir gece daha çalışılıp ortak projenin ikinci revizyonu toplantıda kabul edildi. İlk versiyon yemekhaneden ve fakültelerden gelen iki doğrultunun seçilen alanın ortasında kesişmesi ve etrafında oturma birimlerinin yerleştirilmesi fikrinden oluşuyordu. Yapılan tartışmalar sonucu,
doğrultulardan birinin yeterince kuvvetli olmadığı, kampüsten gelen insanları alandaki yalnız badem ağacının gölgesine ve oradan da manzaraya doğru yöneltecek olan doğrultunun önemli olduğuna karar verildi. Düzenlemede yer alan beton oturma birimlerinin plandaki ve kesitteki formları da tartışmalı süreçlerle betonun döküldüğü son ana kadar yapılan değişikliklerle titizlikle belirlendi. İnsanların nereye bakarak oturacakları, otururken ayaklarının nasıl duracağı, eğer yere otururlarsa sırtlarını hangi açıda bir yüzeye yaslayacakları, birimlerin manzaraya ve bademe götüren yola göre nasıl
konumlanacakları hep titizlikle düşünüldü. İlk bakışta serbest formlar gibi duran birimler bir sebep sonuçlar ağının belirlediği ve herkesin başka türlü olamayacağına ikna olduğu bir olasılık aralığında neredeyse mecburen oldukları şekilde inşa edildiler. Tüm katılımcıların taş taşıyarak, temel kazarak, donatı bağlayarak, çiçek ekerek canla başla çalıştığı ve Betonart tarihinde bir ilk olacak şekilde zamanında bitirilen düzenleme, kırmızı kurdeleli bir törenle açıldı. Betonart Mimarlık Yaz Okulu, bir uygulamanın tasarımdan yapıma tüm süreçlerinde bizzat öğrencilerin çalıştığı tek etkinlik olma özelliğini sürdürüyor. fotoğraflar: Deniz Güner, Sait Ali Köknar
Katılan Öğrenciler
Yardımcı Moderatör
Ahmet Türel, Karadeniz Teknik Üniversitesi
Alp Tamtabak
Mert Aytekin, Selçuk Üniversitesi Anıl Taşdemir, Kocaeli Üniversitesi
Atölye Koordinatörü
Ece Akaroğlu, Hacettepe Üniversitesi
Handan Kırımtay
Ekin Gamze Yöney, Balıkesir Üniversitesi Ezgi Özay, Süleyman Demirel Üniversitesi
Atölye Koordinatörü Yardımcısı
Fazilet Çoban, Süleyman Demirel Üniversitesi
Gizem Buzacı
Tuğçe Mamati, Maltepe Üniversitesi Ogan Uçar, Bahçeşehir Üniversitesi
SDÜ Adına Yönetici Temsilcisi
Ergün Gürkaynak, Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi
Doç. Dr. Neşe Dikmen
Ceren Bayrak, Osman Gazi Üniversitesi Mehmet Karadeniz, Çukurova Üniversitesi
Raportör
Elif Sinem Beyribey, Gazi Üniversitesi
Duygu Köse
Hacer Bozkurt, Kocaeli Üniversitesi Kaan Kutlu, Hüseyin Özcan, Murat Bozkuş
Moderatörler
Destekleyenler
Burcu Serdar Köknar, Sait Ali Köknar,
Göltaş Göller Bölgesi Çimen Fabrikası, Süleyman
İlker Özdel, Gökçen Akgün, Ferhan Yalçın,
Demirel Üniversitesi, Arkitera, TAG Platform, Idea
Emrullah Erol
Yapı Kimyasalları
11 XXI - EYLÜL 2012
Film Ekibi
Server Zafer Masalcı, Dokuz Eylül Üniversitesi
güncel
Hüseyin Çifel, Trakya Üniversitesi
İç ve Dışın Birlikteliği ST ANDRE-LANG ARCHITECTES TARAFINDAN TASARLANAN YAPI, ÇEVRESİNDEKİ DOĞAL PEYZAJLA BİRLİKTE BİR BÜTÜN OLUŞTURURKEN, CEPHE TASARIMINDA ELE ALINAN KAVRAMLARLA İÇ ve DIŞ ARASINDAKİ DENGEYİ SORGULUYOR. 2012 Mayıs ayında kuzeydoğu Fransa'da inşası tamamlanan yapı, ortasında yer alan ve ışığı geçirmek üzere konumlanan dairesel boşlukla karakterize edilerek güneşin doğudan batıya doğru olan günlük döngüsüne göre tasarlandı. Girişin yer aldığı kuzey bölümde bulunan düşük tavanlı alan, gece mekanı olarak kullanılırken doğudaki çalışma mekanı, yekpare olarak binanın duvarı ile birlikte dönen mobilyayla tamamlanıyor. Bu mobilya çeşitli günlük aktivitelerin yarattığı ihtiyacı yeterli bir şekilde karşılıyor. Güneydeki bölümde ise gökyüzüne doğrudan olarak açılan bir mekan bulunuyor.
EYLÜL 2012 - XXI 12
güncel
Çam, köknar, paslanmaz çelik tel bağlayıcılar, mısır koçanları, akrilik paneller, mukavva kolonlar, PVC
proje adı: Tourner Autour du Ried tasarım süresi: Ocak - Mart 2012 proje bitiş tarihi: Mayıs 2012 proje alanı: Muttersholtz, Fransa toplam alan: 20 m2 maliyet: 7000 euro
içermeyen branda gibi malzemeler kullanılarak inşa edilen yapının bütünü, doğal elemanlarla ilişkili olarak tasarlandı. İç ve dış mekan arasında bir bölme görevi gören cephede bulunan boşlukların ritmik yapısı, güneşin konumlarına göre şekillendirildi. Bu boşluklar aynı zamanda cephe elemanı olarak kullanılan mısır koçanlarının depolanıp kurutulmasına olanak tanıyor. Merkezde, yaşam mekanının kalbinde konumlanan avlu, doğanın içeri girmesine izin veren bir yapıya sahip. Bozulmamış doğanın ve kontrollü ekimin uygulandığı bu doğal peyzajın iç mekana dahil olması, onu sürdürülebilir gelişimin sembolü haline getiriyor. fotoğraflar: Lucas Stoppele
XXI Serbest Atış / Absürd Fikirlere Çağrı Çamlıca Tepesi’ne yapılması planlanan cami için açılan yarışmayı gündemde tutmak için XXI olarak biz de bir yarışma açtık ve absürd fikirleri davet ettik.
herkese bir cami, fatmagül aslaner (449 beğeni)
camini her yere götür, aras kazmaoğlu (258 beğeni)
EYLÜL 2012 - XXI 14
güncel
çamlıca hılls, sinan logıe (50 beğeni)
İstanbul Cami ve Eğitim-Kültür Hizmet Birimleri Yaptırma ve Yaşatma Derneği, 23 Temmuz’da İstanbul Çamlıca Cami Mimari Proje Yarışması’nı ilan etti. 3 Eylül’e dek gönderilecek projelerin 1/200 detayda olması bekleniyor. Başbakan’ın bir gün Çamlıca’ya İstanbul’un her noktasından görülecek bir cami yapma isteğiyle bu sürecin başladığını hatırlatalım öncelikle. Ardından Kahramanmaraş’ta gördüğü bir camiyi çok beğenen Başbakan, onu yapan mimarın Çamlıca’daki camiyi de yapması için gerekli düzenlemeleri, atamaları yaptı. Buraya kadar siyasi erkin davranışı, Türkiye üzerindeki tüm kentlerin, hele hele en büyüğü olan İstanbul’un nasıl şekilleneceğine dair tek söz hakkının kendisinde olduğunu kanıtlar nitelikte. Buna yönelik eleştirilerden biri olan, "Böyle istediğiniz gibi şehri değiştiremezsiniz, bunun için yarışmalar açılıyor başka ülkelerde." yorumunu dikkate alan bir dernek yakın zamanda sonlanacak olan bu yarışma sürecini başlattı. Son
dönemlerde çok sık gündeme getirilen kentlerdeki önemli yapıların mimari yarışmalarla elde edilmesi fikrini ters yüz edecek şekilde bu yarışma, Çamlıca’da bir cami yapılmasını meşrulaştıran bir araç haline dönüştü. Tabi ki Mimarlar Odası bir bültenle mimarları yarışmaya katılmamaya çağırdı, Serbest Mimarlar Dernekleri (Ankara, İstanbul ve İzmir) birleşerek yarışmanın teslim tarihine 10 gün kala bir basın duyurusu yaptı. Televizyonlarda, radyolarda mimarlık camiası çoğu birbirine benzer nedenlerle Çamlıca’da yapılacak bir caminin sakıncalarını paylaştı. Biz ise XXI olarak bir süredir mimarlık ortamının çoğunlukla sadece kendisinin anladığı söylemlerle pek bir ilerleme kaydedemediğini izliyorduk. Kendi içine kapalı bir alan olarak mimarlık söylemi çoğunlukla sadece kendisiyle gerçek anlamda bir iletişim kurabiliyor; kurduğu zaman da herkesin üç aşağı beş yukarı mutabakat halinde olduğu
bir gerçeğin yeniden dillendirilmesinden öteye gidemiyor. "Başka bir yolu olabilir mi bu tartışmayı zenginleştirmenin?" diye düşünürken XXI olarak bizim de yarışma düzenlememizin önünde hiçbir engel olmadığına kanaat getirdik. Ama bu bildiğimiz yarışmalara benzememeliydi; artık absürd bir hale gelmiş olan kentsel müdahalelerin bu durumlarını ortaya koyan, muhalefeti söylemekte değil de yapmakta arayan yarışma olmalıydı bu. XXI Serbest Atış / Absürd Fikirlere Çağrı: Alternatif Çamlıca Camisi Yarışması işte böyle başladı. Facebook üzerinden katılımcıların projelerini paylaştığı ve diğer kullanıcıların beğen tuşuna basarak dahil olduğu bu süreç açıkçası beklediğimizden fazla ses getirdi. Katılımın yoğunluğu bir yana, tartışmaların eksenindeki birtakım kaymaları da önceden kestirememiş olduğumuzu belirtmekte fayda var. Mevzu bahis cami olunca, hassas
duygulara sahip bazı kimselerin projeleri bir çırpıda dine hakaret olarak adlandırabileceklerini düşünmemiştik açıkçası. Bir yandan herkesin katılımına açık bir yarışma düzenlemek isterken diğer yandan böylesi yorumların geldiği durumları yönetmek durumunda kaldık. Belirli bir noktadan sonra kullanıcıların seviyeli bir düzeyde bu konuları XXI sayfası üzerinden tartıştıklarını görmek ise epey keyifliydi. Sonuçta elimizde toplam 92 proje var. Yarışmayı ilan ederken en çok beğeni toplayan ilk üç projeyi yayınlayacağımızı belirtmiş olsak da daha fazlasına bu sayfalarda yer veriyoruz. Bir kısmı eskizler, bir kısmı kolajlar, bir kısmı da üç boyutlu modellerden oluşan bu projelerin tümünü buraya sığdıramadık ama tümü XXI Facebook sayfasında (facebook.com/xxidergisi) görülebilir. Tüm yarışma katılımcılarına ve tartışmaya katılanlara teşekkürler ederken biz de XXI’in bir sonraki Serbest Atış yarışmasını düşünmeye koyuluyoruz.
toprak büken mimarlar, handenur yazıcı engin (98 beğeni)
güncel
truman cami, hakan keleş (240 beğeni)
15 XXI - EYLÜL 2012
tokili cami-iii, ismail efe (75 beğeni) ayılana gazoz bayılana limon, melis cankara (86 beğeni)
2023 çamlıca, nefize öztürk (55 beğeni)
bütünleşik anten, alican baycan (30 beğeni)
la sagrada çamlıca, burak coşkun (155 beğeni)
beyaz cami, önder duman (40 beğeni)
çamlıca tepesi çıplak cami, avşar karababa (70 beğeni)
Dogma'ya Red Dot MİMAR DEFNE DİLBER VE DAVıDE STOLFı TARAFINDAN İTALYAN ELLECı DE LUXE FİRMASI İÇİN TASARLANAN DOGMA 100 EViYE RED DOT DESIGN AWARDS 2012 JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜNÜ KAZANDI. Mutfak eviyesini bir tasarım objesi olarak ele alan DOGMA 100 Eviye, estetik ve işlevsel yapısıyla dünyanın ilk elektronik eviyesi. Ürün, geleneksel gömme eviyeye yeni bir boyut kazandırıyor. Dogma 100, patentli kompakt drenaj sistemiyle (S.I.R) tezgah altındaki su gider borusunu ortadan kaldırıyor. Bu sayede lavabo ve giderler, tezgah hizasından 23 cm aşağı inen alan içinde yer alırken, lavabonun altında geriye kalan 62 cm yüksekliğindeki boş
alan da mutfağın kullanım alanına eklenebiliyor. Bu yeni sistem sayesinde taşma suyu giderine gerek kalmazken, suyun akış hızı dakikada 60 litreye yükselerek standartların üzerine çıkıyor. Tezgah hizasından yedi santimetre yükselen “over top” özelliği sayeside tezgah kullanımı daha ergonomik hale geliyor. Uzunlugu 94 cm olan eviyede, standart eviyelerde ortada bulunan drenaj deliği yerine, iç yan kenarlardaki ızgaralar bulunuyor ve bu sayede ürünün iç kullanım kapasitesi artıyor.
PAB Venedik Mimarlık Bienali’nde
EYLÜL 2012 - XXI 16
güncel
13. VENEDİK MİMARLIK BİENALİ'NİN PARALEL ETKİNLİKLERİNDEN BİRİ OLAN “MİMARLAR FUORI'DE BULUŞUYOR” ORGANİZASYONUNDA TÜRKİYE'DEN PAB MİMARİ TASARIM da YER ALIYOR. Her ülkeden bir ofisin seçildiği ve bir eleştirmen tarafından değerlendirildiği etkinlik, 27 Ağustos’ta Palazzo Widmann'da 35 davetli mimarı ve projelerini bir araya getirdi. İki yılda bir yayınlanan Backstage Architecture kitabının tanıtımının da yapıldığı organizasyonda PAB, kitapta yayınlanmak üzere seçilen Denizli kentsel yenileme projesini, son dönemde tamamlanan yapı ve projelerini sundu. E-kitap olarak da ulaşılabilen yayının editörleri Bernardina Borra, Nicolò Lewanski, Rosella Longavita ve Federica Russo. Kitapta 35 ülkeden mimarlık ofisi yer alıyor. Türkiye’den katılan PAB, 2006’da beri Pınar Gökbayrak, Ali Eray ve Burçin Yıldırım tarafından kurulmuş olan genç bir mimarlık ofisi.
Asrımızın Bir Belakeşi: Asterios Polyp Ali’ye ve Tomris’e Çizeri ve yaratıcısı, soyadında üç duble harf bulundurmakla mağrur David Mazzucchelli’nin hayalhanesinde Asterios Polyp, musibetkeş bir Amerikalı, bedbaht bir mimar; tam ellisinde, belakeş bir çizgi roman kahramanı. 2009’da Pantheon Books tarafından yayımlanan kitap, özelde bir mimar personanın, genelde erkeklik hallerinin derin, görkemli, zeka yüklü bir çözümlemesi niteliğinde. Kitabı İstanbul’da evlerinde misafir olduğum arkadaşlarım armağan etti. Neredeyse bir yıl elimi sürmemiştim. Sonra, onları özledikçe kitabı okudum; okudukça bitmemesi için yavaşladım ve her ikisini de hatırımda tutmanın bir yolu olarak, bu yazıyı yazmaya karar verdim. Okurun bu yazıyı Mazzucchelli’nin öyküsünün entelektüel derinliklerini kuşatma iddiası taşımaktan ziyade, Asterios üzerine serbest müstezat bir giriş gibi okumasını tercih ederim.
dönme dolap
Öyküyü olumsalın büyük güçleri yerine geçen iki ender musibet başlatıyor ve bitiriyor. İlki, oturduğu lüks gökdelene düşen yıldırım, Asterios’un kendini kendinden çekip alır, başka bir hayata savurur. İkincisi, savrulduğu derviş hayatının sonunda ‘vuslata’ erdiğinde, Olympos’un derin bir hicviyesiyle gelir kitabın sonunda: Dev bir göktaşı sûretinde.
Eylül 2012 - XXI 18
İroni şurada ki, bir bar sohbeti sırasında, yılların külyutmaz mimarlık tarihi profesörü Asterios, kendinden emin bir biçimde, dünyanın karanlık geleceği meselesiyle balataları sıyırmış genç bir adama, dünyayı yok edecek güçte bir meteorun dünyaya çarpma ihtimalinin milyarda bir olduğunu beyan etmiştir bir süre önce. Aynı düşük olasılık, Asterios’un ebedi mutluluğunu, kavuştuğu uzatmalı aşkı –heykeltraş, hayat dolu, şefkatperest güzellik– Hana’yla beraber kendi hayatını da elinden alacaktır.
levent Şentürk
Kitabın leitmotiv’lerinden biri, ikizlik izleği. Asterios ana rahmini Ignazio ile paylaşır ama dünyaya sadece biri gelebilir. Asterios, kayıp ikizinin vicdan azabını yaşamı boyunca somutlaştırır: Yoksa, şimdi onun kayıp hayatını mı yaşamaktadır? Yaşasa, farkına varmadan tek yumurta ikizleri olarak benzer hayatlar yaşayacaklarını kurar. Bunda o kadar ileri gider ki, evini kameralarla donatarak hayatının her anını kaydeder. Yaşamının ‘ikizini’, yani kaydını tutmakla, bu kayıtların video kasetleriyle duvarlar dolusu bir arşiv kurmakla, Ignazio’nun asla sahip olamadığı yaşamın sûretini yaratmak peşindedir. Gerçekte tek bir saniyesini bile izlemediği bu hayat kaydının varlığı ona güven verir: Tıpkı ilk Çin imparatoru Kin Şihuang’ın mezarına yedi bin seramik asker heykelinden oluşan bir ordunun nezaret etmesindeki gibi.
Yıldırımın düştüğü gece Asterios, evini yanına alelacele aldığı üç nesneyle terk eder. Yanan binayı o dışarıdan izlerken (kitabın en dramatik karelerinden biridir bu bakış), biz kendine kurduğu titiz ego tapınağının, o muhteşem arşivin alevlerce yutuluşuna şahit oluruz. Ama Ignazio, ikizi, Asterios’un peşinden gelmeye de, kabuslarında görünmeye de devam eder. Yangın devam ederken ayrıldığı evinden, kitabın sonlarına doğru temsili bir Hades yolculuğu olduğunu öğrendiğimiz bir metro tüneline girerek uzaklaşır. Orfeus’un yeraltına inişinin bir versiyonudur bu öykü. Cebindeki son parayla, gidebileceği en uzak yere bir otobüs bileti alır. Yangından kaçarken yanına aldığı üç nesne, bir şaka gibidir ama aynı zamanda son derece semboliktir. Bir kol saati, bir zippo çakmak ve bir İsviçre çakısı. Asterios, hikaye ilerlerken, babasından kalan zippoyu otobüs yolculuğunda yanına oturan berduşa, kol saatini evinde yaşamaya başladığı yeni patronu araba tamircisinin küçük oğluna hediye eder. Masallardaki sihirli nesneler gibi, verildikçe Asterios’un yeni hayatında pencereler açar. Ama İsviçre çakısını kimseye vermez, çünkü onu Hana’yla beraber, okyanus kıyısında bulup sahiplenmişlerdir. Asterios’un çakısına bağlılığı, aslında Hana’ya bağlılığıdır. Kitabın sonunda Hana’ya doğru nihilistçe, ölümcül, mutasavvıf bir yolculuğa çıkmasının sembolik nedeni bu çakı olsa gerek: Kendini güneş panelleriyle donattığı eski bir arabayla yollara vurur, gidebileceği kadar uzağa gider (yine), bir kar fırtınasına yakalanır, güneş yok olunca araba yavaşlar, yavaşlar, durur, Asterios hipotermiden ölmek üzereyken bir ev görünür, ışığa yürür, kapıyı Hana açar. Ignazio’ya dair sık sık kabus görür: Bir keresinde ölü ikiz, Asterios’un olmak isteyip de olamadığı kişidir: Zengin, star bir mimar olarak kardeşini makamında karşılar. Bir seferinde, Asterios Parthenon’dadır; harabelerin arasında, hasta yatağındaki Ignazio’yla yüz yüze gelir. Bir başka sefer, Asterios yatağında ikizinin yanında, bu kez ona yapışık olarak uyanır. Kendilerini bir sandalın içinde, birazdan onları yutacak dev bir dalgadan umutsuzca kaçarken bulurlar. Asterios, 1975’te MIT’den yayımlanan, İnsan Yüzüyle Modernizm kitabıyla ünlenir. Harvard’daki parlak öğrenciliğinin ardından, profesörlüğünde hiçbiri uygulanmayan projeleriyle "kağıt mimarı" olarak tanınır. Keskin köşeli düşünceleriyle, dikotomik bir şahsiyettir: Proje öğrencilerini profesörce bozması, derslerde her şeyi iki kutba hapsedişi, cinsiyetçi tavırları, kabarık egosunun tatmin olmazlığı, her konuda kendini haklı görmedeki ısrarı, aşırı kibri, Hana’yla ilişkisinde kırılma yaratır. Hana çocukluğu boyunca hep yalnızlık çekmiş, başarıları hep görmezden gelinmiştir. Her seferinde konuyu kendine bağlayan, kendini beğenmiş Asterios’la bu yüzden çatışmalar yaşarlar. Hana çok yetenekli bir sanatçı olmasına rağmen, kendine güvenemez. Sahne ışıklarının bir kez olsun üzerine düşmesini kırgın biçimde beklerken karşısına Asterios çıkmıştır. Ama işte, tam nihayet şansın döndüğünü, fark edildiğini düşündüğü sırada, lafebesi Asterios ışıkları kendi üzerine çevirecektir. Asterios şematik bir rasyonel akla sahiptir. Hana, sezgisel ve esnektir.
Hayat Asterios’un karşısına çatışacağı kimlikler çıkarır hep. Bunlardan biri, Hana’nın sanatına hayranlık duyan ve hami rolünü üstlenen, her seferinde bir başka ad kullanarak yapıtlar üreten sahne tasarımcısı Willy Chimera’dır ve Asterios’un karşıtlıklar ‘miti’ne inancıyla fena halde alay eder. Tanışmaları başlı başına ironiktir, Hana’yla Asterios’un yanına gelerek komplimanlarda bulunmaya başlar, Asterios cevap vermeye kalkışınca, “sizinle konuşmuyordum” diyerek ağzına lafı tıkıverir. Chimera (en azından o günkü adı budur), Hana’nın tanınmış bir heykeltraş olmasını sağlar.
Mazzucchelli’nin eseri, çizim dili, öyküleme biçimi, kurgusunun derinliği ve kitabın bir nesne olarak taşıdığı estetik nitelikler bakımından, ‘çizgi roman’ türünün ufkunu genişletiyor. Belli bir biçeme dahil olma kaygısının çok dışında duran, bu nedenle de öyküsünden çok, o öyküyü anlatma biçimi deneysel olan bir “grafik roman”, Asterios Polyp.
Son kişilik, tamircinin karısı, Ursula Major, önceki hayatında şaman olduğuna inanan rüküş bir Diva’dır: Asterios’a kendisine aşık olmaktan çekinmemesini çünkü herkesin ona aşık olduğunu söyler. Ama bu kadın bile, Asterios’un “antroposantrik” cinsiyetçiliğini alt edecek fikirlerle doludur.
Asterios Polyp'ten kareler
19 XXI - EYLÜL 2012
Kitapta Asterios’un yanan evine bakakalması, trajik bir yoğunlaşmaydı. Araba tamirciliği yaptığı dönemde, tamircinin oğlu için bir ağaç ev yaparlar. Asterios, günbatımında, yorgun argın eserini izlerken bir gerçeği fark eder: Sıradan bir araba tamircisiyle birlikte, çıkma ahşaptan, sade bir plana göre inşa ettikleri ağaç ev, Asterios’un hayatı boyunca inşa ettiği ilk yapıdır. Asterios bilginin kaynağına, pronesis’e ulaşmıştır.
dönme dolap
Willy’nin sahnelediği Orfeus oyununun kahramanı Asterios’tur. Asterios yeraltına iner, orada geçmişindeki insanların hayaletleriyle karşılaşır, sonunda yeraltında bir tiyatroya varır. Burada, Hana’yla aşkının kötü sonunun sergilendiğini görür. Sahneye Willy çıkar, Asterios’la bir tirat yaparlar. Hana sahneye çıkar, Asterios’la aşk yaşarlar, Asterios Hana’yı Willy’nin yardımıyla yeryüzüne götürmeye çabalar ama Hana karanlıklara kapılır ve Asterios kaybetmenin acısıyla baş başa kalır. Bu sahneleme, aynı zamanda kitabın da bir sinopsisi: Yazar, öyküsünün taslağını, başka bir çizgi diliyle, öykünün içine bu şekilde gömmüş. Bir başkası, Kalvin Kohutek isminde deneyselci bir
kompozitördür. Bohemle burjuvanın karışımı, “bohe-juva”nın ikonudur. (Ulus Baker’le şaşırtıcı bir benzerliği var...) Simültanizme, eşzamanlılığın ayrımsanmasına, ses dokusuna, ses kurgusunun zamansallığına, kakofoniye ilişkin değinilerini müstehzi bir biçimde dinleyen Asterios, yaşlı adamın yığın halindeki nota kağıtları kazayla etrafa saçılınca keyiflenerek “şimdi kendine yeni bir beste yapma yolu buldun” deyiverir.
Zanaat ile Biçimlenen İÇ MEKAN TASARIMI CEM SORGUÇ TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN BACKHAUS CADDEBOSTAN, DİĞER ŞUBE TASARIMLARINDAN FARKLI BİR DİLDE, DURUMA, KULLANICI PROFİLİNE VE YERE ÖZEL BİR TASARIM YAKLAŞIMIYLA ELE ELINARAK PROJELENDİRİLMİŞ.
EYLÜL 2012 - XXI 20
güncel
Cem Sorguç Bağdat Caddesi üzerinde, konut işlevine yönelik olarak inşa edilmiş bir binanın giriş katında yer alan mekanın cephesi, mevcut genel cephe düzenine zarar vermeden ihtiyaçlara yönelik olarak farklılaştırma zorunluluğu ile tasarlandı. İç hacmin ince-uzun yapısı, iç mekan düzenlemesindeki temel kararların en önemli belirleyicisi oldu. Hem paket satışa, hem de yerinde tüketime yönelik hizmet işlevlerinin bir arada çözülme zorunluluğu, dar ve derin bir iç hacme sahip mekanda, içeriye daha fazla ışık almak amacıyla genişletilen pencere açıklıkları tarafında oturma birimlerinin, sağır duvar boyunca da servis ve satış ünitelerinin yerleşimini zorunlu kıldı. Hafta sonları çoğunlukla genç nüfusun tercih ettiği mekanın, hafta içi burada daha uzun süre vakit geçiren orta yaş ve üzerindeki kadın müşteri profili, tasarımın belirleyici kriterlerinden biri. Bu paralelde iç mekan mümkün olduğunca konforlu bir şekilde tasarlanıp, atölyede özel olarak imal edilen, 50’li ve 60’lı yılların çizgilerine gönderme yapan oturma birimleri tercih edildi.
Mobilyalardaki masif ahşaptan zemindeki seramik kaplamalara, mekanda kullanılan tüm malzemelerde taklit yerine orijinal ürünler tercih edildi ve ürünler herhangi bir işleme tabi tutulmadan, doğal halleriyle uygulandı. CM Mimarlık olarak tasarım ve uygulamalarımızda çoğunlukla tercih ettiğimiz zanaat, el işçiliği ve yerine özel imalat gibi zenginlikler, Caddebostan Backhaus projesinde de öncelikli olarak yer aldı. Zemindeki eski İstanbul taşları, firmanın kurumsal renk skalasındaki tonlarda, tek ölçüde ve elle imal edildikten sonra eski usulle, yerinde karar verilerek dizildi. Tavanda tesisatı gizlemek için kısmi olarak kullanılan metal asma tavan ise, piyasada var olan hazır bir malzemenin, iç mekana daha çok ışık alabilmek amacıyla belirli açılarda bükülerek, mekana özel bir forma kavuşturulmasıyla oluşturuldu. Islak hacimlerde kullanılan lavabo tezgahı metal levhadan, yerine uygun olarak özel imal edildi. Kapılar da aynı şekilde, önceden detaylandırılarak demir atölyesinde üretildi. fotoğraflar: Senem Sinem
güncel 21 XXI - EYLÜL 2012
proje: Backhaus Caddebostan işveren: Mergen Gıda Sanayi ve Dış Ticaret proje yeri: Caddebostan, İstanbul mimari tasarım: Cem Sorguç, CM Mimarlık tasarım ekibi: Özlem Yılmaz, Tolga Yağlı, Zeynep Yunusoğlu grafik danışman: Zeynep Oğuz Bilimer proje tarihi: 2012 inşaat alanı: 220 m2
Akışkanlar Dinamiğinin Forma Dönüşümü NEW YORK BRIDGE GALLERY'DE 24 AĞUSTOS’TA SONLANAN “SLIMSTREAM PROJECT” YERLEŞTİRMESİ, LEBBEUS WOODS'UN 2010 TARİHLİ ÇİZİMLERİNİ ÜÇÜNCÜ BOYUTA TAŞIYOR. Da Vinci'nin türbülans kavramını tanımladığı çağlardan beri mimarlar akışkanlar dinamiğinden etkilenmişlerdir. Belki de bunun sebebi, katı ve cisimsel olandan kaçışı ve binaların kalıcılığının tam tersini çağrıştırmasıdır. 1990'ların başından itibaren dijital programların kullanılması, bir yandan mimarları dinamik formlar yaratma konusunda yeterli kılarken, diğer yandan bu formları fiziksel dünyaya uyarlama konusunda zorluyor. Slipstream bu durumu atlayarak, iki boyutu üç boyuta aktarmayı işaret ediyor. Mimarlık ofisi Free Land Buck ve Teoman Ayas, Robert Cannavino & Jacqueline Kow tarafından, Elise Jaffe + Jeffrey Brown desteğiyle tasarlanan ve 24 Ağustos'a kadar New York
Bridge Gallery'de sergilenen çalışma, Lebbeus Woods'un Slipstreaming çizimlerinden esinleniyor. Yerleştirme, binin üzerinde CNC kesim kontrplak parçasının bir araya gelmesiyle dalgalanan, dinamik desenli ve parlak bir duvar ortaya çıkarıyor. Sergilendiği mekanda, iki boyutlu çizimin üçüncü boyuta taşınması şeklinde geliştirilen ve daha sonra birbirine bağlı üç boyutlu bir dizi üretmek üzere üretilen objenin fazla parçaları kesiliyor. Proje, yeni dijital çizim formlarını geliştirirken bir yandan da yerinde üretilen ve akışkanlar dinamiklerini tasvir ederek bunların üretilmesine olanak veren yumurta sepeti şekliyle öne çıkıyor. fotoğraf: Kevin Kunstadt
EYLÜL 2012 - XXI 22
güncel
Kent Siluetine Yeni Renk TOM FRUIN'IN ICON SERİSİNİN DÖRDÜNCÜ ÇALIŞMASI “WATERTOWER” 2013 HAZİRAN AYINA KADAR BROOKLYN KENT SİLUETİNDE YER ALACAK. Tom Fruin'in geri dönüşümlü malzemeler kullanarak mimari simgeleri heykelsi bir şekilde ele alan ve Buenos Aires, Kopenhag gibi kentlerde sergilenen Icon serisinin dördüncü çalışması Watertower (su kulesi) Brooklyn'de bir çatıda konumlanıyor ve çevredeki kentsel mekanlardan rahatlıkla algılanabiliyor. Bir yıl süreyle kent siluetinin bir parçası olarak algılanması düşünülen çalışma, renkli pleksiglas ve çelikten oluşuyor. Heykeli oluşturan pleksiglas malzemeler, Çin mahallesi gibi New York'un farklı dükkanlarından geliyor. Gün boyunca güneşle birlikte aydınlanan ve gece de Ryan Holsopple tarafından tasarlanan ışık dizileriyle Brooklyn'e canlılık katıyor. fotoğraf: Robert Bana
Tasarım Belleği ENDÜSTRİYEL TASARIM SANAL MÜZESİ, TÜRKİYE'DE GERÇEKLEŞEN ÜRETİM VE TASARIM SÜREÇLERİNİN TARİHSEL KAYDINI TUTARAK SUNDUĞU NESNE VE ARŞİV MALZEMESİYLE BİR TASARIM BELLEĞİ OLUŞTURMAYI AMAÇLIYOR. MÜZENİN YÖNETİCİSİ BURÇAK MADRAN'LA PROJE SÜRECİNE DAİR GÖRÜŞTÜK.
derin - tun, derin sarıyer
banat - acrobat, kunter şekercioğlu - özüm özkan
ılıo – twıg, hasan demir obuz
EYLÜL 2012 - XXI 24
güncel
step pen - bıo kalem, ümit altun - uğraş akpınar
Beste Sabır: Endüstriyel Tasarım Sanal Müzesi'nin kurulma aşaması nasıl gerçekleşti? Burçak Madran: Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu (ETMK) olarak İstanbul Kalkınma Ajansı'nın (İSTKA) Yaratıcı Endüstrilerin Geliştirilmesi Mali Destek Programı çerçevesindeki projesine başvurduk. Projenin ilk bölümünde Endüstriyel Tasarım Tanıtım Ajansı'nın (ETTA) kurulması, Türkiye'deki endüstriyel tasarımcıların tanıtılıyor olması, sanayiciyle buluşturulması ve sanayinin daha fazla tasarım kullanması amaçlanıyordu. Böylelikle aynı zamanda sanayiye dönük bir merkez olarak çalışacak tasarım ajansı kuruldu. Projenin ikinci etabıysa, Türkiye'de Endüstriyel Tasarım Müzesi oluşturma fikrinin bir başlangıcıymış gibi algıladığımız Endüstriyel Tasarım Sanal Müzesi (ETSM) oldu.
Müzeler koleksiyonlarının toparlanıp içeriğinin belirlenmesi zaman alan bir süreçtir. Bizim aslında gerçek bir müzenin kurulabilirliği üzerine bir altyapı çalışması yapıyor olmamız gerekiyordu ve bu çalışma bir bütçe gerektiriyordu. İSTKA'nın bize vermiş olduğu bu fonu, gerçek bir müzenin kurulabilirliği konusunda araştırma ve bir altyapı çalışması yapabiliyor olmak, vizyon geliştirebilmek adına kullanmak istedik. Projenin sonunda bir çıktı olması gerekiyordu, o zaman bunu bir sanal müze olarak açıp bir başlangıç yapalım istedik. bs: Yani aslında bu bir ilk adım. bm: Evet, müzeler belirli bir doygunluğun neticesinde ortaya çıkar, 90'lardan itibaren Türkiye'deki müzeler, bunları doldurup besleyebilecek temalar, koleksiyonlar oluşmaya başladığı için artmaya başladı. Bir sanat müzesinin kurulabilmesi için belli bir fiziksel ve manevi alanı
jumbo - jumboaskı, minas çolakyan
kapsayabilmesi ve bu alanı anlamlandırabilecek kadar malzemeye sahip olması lazım ki, bu doygunlukla bir müzeye ve bir bellek birikimine dönüşebilsin. Dolayısıyla Türkiye'de endüstriyel tasarım alanında böyle bir bellek oluşmaya başladı. Geçmişten gelip günümüzde son derece yaygınlaşan bir ürün, bir tasarımcı, bir marka profili, bir üretim profili oluşabilmeye başladı. Yani artık bir müze haline gelme aşamasındayız.
yapıyor olmaya çalışıyoruz. Konuyu geçmişin hikayeleri, üretimleri ve senaryolarıyla birlikte ele alıp, sürdürülebilir bir hale getirmeye çalışıyoruz ki, bizim bugün yaptıklarımızı da geleceğe aktarıyor olabilmek üzerine bir alan oluşturabilelim. Bu aynı zamanda endüstriyel tasarımın kabul edilebilir bir alan olmasını da sağlayarak, bilinirliğini artırıp ekonomik, işlevsel ve mesleki bir alan olduğunu tanımlayacak.
bs: Projenizin ana mottolarından biri bellek oluşturmak. bm: Bir bellek ve aidiyet oluşturuyor olma işlevi, müzelerin belli başlı işlerinden biridir. Belirli bir alan içerisinde geçmişe dönük bilgilerimiz olması lazım ki değerlendirip bugüne entegre edelim ve şu an yapılanları da aynı sistematik içinde geleceğe aktarabilelim. Yani bir temanın sürekliliği olması lazım, biz de endüstriyel tasarım konusunda bunu
bs: Ayrıca üreticilerin ve sanayinin de tasarımla buluşması anlamında önemli. bm: Türkiye'de sanayi çok uzun zamanlar dışarıdan alınan tasarımların üretilmesi şeklinde ilerledi. Ama endüstriyel tasarım 80'lerin sonundan itibaren sanayiye doğrudan girmeye başladı. Özellikle son 10 yılda bu çok gelişti, dolayısıyla artık tasarımlar Türkiye'de yapılıyor. Sanayi ve ekonomiyle bu kadar bağlantılı olunca, tabi ki popüler ve toplumsal anlamda
arnıca - bora, yasemin ulukan
zula - dervısh, kunter şekercioğlu
güncel
arçelik - telve, arçelik endüstriyel tasarım grubu
25 XXI - EYLÜL 2012
arçelik - domino, ali ihsan inçukur
müze bu tanımların ve ilişkinin biliniyor olmasını sağlayacak. bs: Site dört bölümden oluşuyor. Bahsettiğimiz paralelde kronoloji bölümü sosyokültürel gelişmelerle bu dinamiği inceleyip okuma anlamında çok zihin açıcı. bm: Bu bir başlangıç, bitmiş bir şey değil ve geliştiriliyor olması lazım. Ama biz zaten siteyi mümkün olduğu kadar gündelik yaşamın değişimleri, siyasi ve ekonomik kararların, olguların bizim alanımıza etkisi, tasarımın kültürel ve ekonomik yaşama etkileriyle birlikte okunabiliyor olmasını sağlamak adına dört başlık altında geliştirdik. Burada aslında endüstriyel tasarım diğer olgularla bir bütün oluşturuyor ve endüstriyel tasarımın yerini de vurgulamak adına geniş bir perspektiften bakmayı tercih ettik. bs: Tasarımcıların haricinde, bu konuyla ilgilenen diğer meslek grupları için de çok iyi bir oluşum.
bm: Hedef kitlemiz sadece tasarımcılar değil. Tabi ki başlangıçta tasarım öğrencileri, tasarımcılar ve tasarıma ilgi duyanlar ama sanayiciler ve ekonomiyle ilgilenenler, aynı zamanda bunu bir bütünlük halinde okumaya çalışan Cumhuriyet tarihçileri, Osmanlı Modernleşmesi tarihçileri de var. Yani endüstriyel tasarımla, üretimle, sanayiyle ilgili olguların içine katılabildiği her türlü araştırmaya kaynak sağlıyor olmaya çalışıyoruz. bs: Bir de makalelerin yayınlandığı araştırma kısmı var. bm: Henüz istediğimiz işleve kavuşamadı ama bu bölümün esas amacı; Türkiye'de endüstriyel tasarım alanında yazılan akademik tezler, makaleler, köşeyazıları, haberler, film ya da belgesellerle gerçek bir veritabanı oluşturmak. Bahsettiğimiz şey siteden indirilebilir bir veritabanı değil, belgelerin nerede bulunabileceği ve neler olduğuna dair bütünsel bir
autoban - nest, seyhan özdemir - sefer çağlar
referans veren bir sistem, yani doğrudan o kaynağa ulaşılması için çalışan bir hizmet. bs: Şu anda ilk sergi sanal olarak izleyicilere açık durumda. Sergi bölümünü oluştururken izlediğiniz yöntemler neler oldu? bm: Bu anlamda birkaç yöntemimiz oldu. Öncelikle; endüstriyel tasarım alanını ilgilendiren bir tema doğrultusunda tematik sergiler yapmak istiyoruz. Mesela ev aletleri gibi geçmişten günümüze üretilmiş belirli alanlar ya da ürünler üzerine sergiler veya tasarımcı retrospektifleri yapabiliriz, köklü firmaları tanıtıp onların kurumsal süreçlerini paylaşabiliriz diye düşünüyoruz, ayrıca yaz aylarında öğrencilerin bitirme projelerini serbestçe sergileyebilecekleri bir alan olsun istiyoruz. Şu an itibariyle bu sergilerin senede iki ya da üç kez değişmesini hedefliyoruz.
Tabi bir diğer önemli konu; koleksiyon. 90'ların başından beri ETMK'nın içinde olduğu, düzenlediği ya da katkı sağladığı tüm yarışma ve organizasyonlarda yer almış 1000 kadar ürün var. Bunlar sitede ürün bilgileri ve görselleriyle birlikte markalara, üreticiye, tasarımcıya ya da tasarım ismine göre aranabiliyor. Amaç birtakım tasarımcıları veya üretimleri öne çıkarmak değil, bu bizim belleğimiz, yani Türkiye'de son 20 yıl içinde yapılan şeyler ve bunların zenginleştirilmesini bekliyoruz. Ürünlerinin burada olmasını isteyen üreticiler ya da tasarımcılar bu yarışmalara katılmamış olsalar bile bize malzemelerini yollayabilecekler ve koleksiyon kaydı olarak onları da paylaşıyor olacağız. Yani bu aslında ne yapmak istediğimizi anlatacak bir başlangıç, bundan sonraki süreçte katılımları bekliyoruz.
Antrepolar Başka Türlü Dönüşemez Mi? İstanbul'un merkezindeki en değerli sahil şeridi, Antrepolar yeniden satışa çıkıyor. Galataport projesi, imar planında yapılan değişikliklerle 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından onaylandı. Karaköy'den Tophane'ye kadar 1,2 km'lik bir kıyı hattı boyunca uzanacak olan alanın "İstanbul'un Kurvaziyer Limanı" olacağı söyleniyor. Ancak alışveriş merkezleri, oteller, apart oteller, hediyelik eşya mağazaları, gümrüksüz alışveriş alanları, fastfood restoranları, ofisler gibi turizm ve ticaret alanları ile sergi ve fuar alanlarının ve bir yolcu terminalinin yer alacağı yaklaşık 100 bin metrekarelik bir kıyı alanın özelleştirilmesi söz konusu. Bu alanın "turistik bir çekim merkezi" olacağı ve dönüşümün bölgeyi canlandıracağı iddia ediliyor.
SORU İŞARETİ
Kentin merkezinin bir duvar gibi denizle ilişkisini koparan bu alan yarım asırdan fazla bir süre önce gümrüklü saha olarak İstanbullulara kapatıldı. Merkezi otorite yıllarca İstanbul halkının sırtından buranın ederinin yüzlerce, binlerce katı vergi topladı. Şimdi de bu alanı satarak kendi bütçesine katkı sağlamaya çalışıyor. Kentin en değerli kıyı alanının özelleştirilerek halkın elinden alınmasına karşı durmalıyız. Durmalıyız da bugünkü koşullarda bu nasıl mümkün olabilir? "Lütfen burayı özelleştirmeyin, binalara dokunmayın, bugün olduğu gibi işlevsiz kalsın" diyerek, yalnızca yapılan plana itiraz ederek bu satışı durdurmak mümkün mü?
Eylül 2012 - XXI 26
Denizden ithal edilen malları saklamaya yönelik tasarlanan bu kuru yük depoları inşa edildikleri tarihte (1957-58) İstanbul bir milyonun altında nüfusu olan bir şehirdi. O tarihlerde, Haliç kentin sanayi merkeziydi. Roma döneminden beri kentin doğal limanı olan Haliç daima bir üretim ve yerleşim alanı olmuştu, modernleşme döneminde de dış ticaret limanı Tophane'ye doğru kaymıştı. Antrepolar’ın inşa edildiği dönemde Galata ve Beyoğlu kentin finans ve ticaret bölgesiydi. Ancak 1987'lerde endüstri Haliç'ten deplase edildiğinde, finans kuruluşları Beyoğlu'ndan ayrılıp kentin kuzeyine doğru kaydığında bu bölge işlevsiz kaldı. Antrepolar ve önündeki denizcilik işletmelerine ait yönetim binaları yıllardır işlevini yitirmiş bir limanın kalıntıları olarak duruyor.
KORHAN GÜMÜŞ
Şimdi bana sorsanız, Antrepolar'ın böyle kalmasını mı isterseniz, yoksa özelleştirilmesini mi, hangisini istersiniz? Gönlüm hiç razı olmadan, başka bir alternatif olabileceğini bilerek ve içim acıyarak "özelleştirilmesini" derim. Çünkü 20 küsur senedir burası boş kaldı, İstanbul halkının balık tutmasına bile izin verilmedi, Beyoğlu'ndaki yoğun yapılaşma bölgesinde yaşayan insanların denizi görmesine bile
imkan tanınmadı, burası sağır bir duvar gibi kentin kültürel merkezinin denizle ilişkisini kopardı ve buna kimsenin sesi çıkmadı. Ne zaman ki hükümet burayı özelleştirip satmaya kalktı, itirazlar o zaman yükseldi. Peki o zamana kadar aklı neredeydi, uzmanların, fikir üreticilerinin? Tıpkı Zincirlikuyu'daki Karayolları Bölge Müdürlüğü'nün arazisi gibi. 1970'lerde kentin yeni merkezini oluşturan bu bölgedeki devasa alan kışın karayolları kar küreme araçlarının parkı olarak değerlendirildi, neredeyse 40 yıl bir kara delik gibi kaldı, gene kimsenin sesi çıkmadı. Bu kentte mimarlar, plancılar, kültür yöneticileri sanki jeton atılınca çalışmaya başlayan makineler gibi. Kendilerine sermaye ya da iktidar iş vermeyince çalışmıyorlar. Öğrenciyken Karaköy Fındıklı arasını her gün yürüyerek geçerdim. Kendime göre bir deney geliştirmiş ve kimsenin engelleyemeyeceği şekilde bu gümrüklü, yani halka kapalı alana girmenin bir yolunu bulmuştum. Kendime göre haklı bir nedenim vardı. Çünkü sahili kullanma hakkımın olduğunu düşünüyordum. O tarihlerde, yani kullanıldığı zaman bile bu alan benim için çok cazip bir yerdi. Bu alanda belki çok daha önceden, 50 yıl öncesinden yığılmış yüzlerce paslı antika otomobil duruyordu. Tophane tarafında modern vinçler çalışırken, sanki yüz yıllık vinçler vardı Karaköy tarafında. Antrepolar'ın çatıları, yer kalmadığı için olsa gerek otomobil lastikleri ile doluydu. Babamın çocukluğumda Michelin lastik alırken bayiye "Güneşte kavrulmamış olanlardan istiyorum" dediğini hatırlıyordum. Tophane'deki "Amerikan Pazarı" ise bizim lisede özlemle giydiğimiz blucinlerin satıldığı yerdi. Beyaz eşyalar ise radyodaki reklamı herkesin aklında kalan "Sabri Acarsoy Mağazası"ndan, yani Boğazkesen Caddesi'nden alınırdı. O zamanlar Tophane çevresi ithal malların satıldığı bir yerdi. Bugün burada balık tutulsa, piknik yapılsa ona bile razı olmak mümkün. Ama kapalı tutulmasına, hele hele satılmasına gönlümüz razı olmamalı. Bu sahil şeridi İstanbul için çok değerli. Yarın bu bölge kente enerji veren bir kültür alanına dönüşebilir. Şu anda bile İstanbul'da düzenlenen bir çok etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Bu alanın kullanımı Liverpool Kıyı Yönetimi Projesi, Amsterdam Tersanesi, Venedik Arsenal'i gibi çok aktörlü bir yönetim modeli içinde profesyonel bir alan yönetimi idaresine devredilmeli, başka Avrupa kentlerinde olduğu gibi. Bugün için kalıcı bir işlev değişikliği yapılmamalı, geçiciliği tanımlı Bienal, sergiler gibi etkinliklerle deneysel çalışmalara açılmalı. Bunun için de ilk önce sivil toplum kuruluşlarıyla (İKSV, SALT, Arter, İstanbul Modern gibi filantropik kuruluşlar yanında deneysel işler üreten yaratıcı ekiplerle) bir yönlendirme ofisi oluşturulmalı. Kuruluşların yönetime katılması sağlanmalı, teklifler alınmalı. Bu deneyimden sonra adımlar atılmalı.
Kent İçinde Sarmaşık Teraslar SALON2 TARAFINDAN TASARLANAN ve öneri olarak kalan PROJENİN ORGANİK YAPI STRATEJİSİ, AKTİF VE GÜVENLİ OLARAK KULLANILAN YEŞİL ALANLAR ÖNERİYOR.
EYLÜL 2012 - XXI 28
güncel
Fikirtepe Dönüşüm Bölgesi'nde yer alan “Platea Residences” Salıpazarı, metrobüs durakları ve Ünalan metro istasyonu gibi kentsel eşiklerin orta noktasında konumlanıyor. Proje, 62.000 m2'lik arsa sınırları içinde, 4,25 emsallik yapı hakkıyla İstanbul’un merkezinde görmeye alışık olmadığımız bir yapı yoğunluğu tanımlıyor. Adını, Fikirtepe’nin ilk yerlileri olan Fenikeliler'in dilinde bahçe ve plaza anlamlarına gelen “Platea” tanımından alan yeni yerleşkenin tasarımı, hem kentle hem
de doğayla bütünlüğü ifade etme amacını taşıyor. Proje içinde %80 oranında konutun yanı sıra alışveriş, yaşam merkezi ve ofis yapısı olmak üzere farklı işlevler barındırıyor. Tasarım grubunun kulelerle yapılaşmayı, yoğunluğu çözmenin en rasyonel yolu olarak düşünmesine rağmen, kulelerin konut işlevi ve kent mekanlarıyla olan sorunlu ilişkisi göz ardı edilmedi. Bu paralelde, kulelerin yarattığı tip kat planlarıyla oluşan monotonluk, yüksekliğiyle doğadan ya da kentten kopukluğu gibi bilinen
sıkıntılarına alternatif bir yapı tipi ortaya çıkartmak amaçlandı. Yükseklikleri 60 - 80 m aralığında değişen kulelere, sarmaşık gibi tırmanan teraslı yapılarla melez bir yapı tipi tasarlandı. Bu “sarmaşık teraslar” bahçeli dairelerden dubleks villalara kadar birçok farklı daire tipine olanak verirken, aynı zamanda açık ve kapalı alanlarda mekan çeşitliliğini sağlıyor. Proje süresince sadece yapı kalitesi değil, açık mekanlarda oluşturulan
kentsel mekan ve yeşil alan kalitesi de önemsendi. Platea, alt katlarda özgün bir tektonik sunarken açık alanları “rekreasyon bandı”, “kent meydanı”, “sokak” gibi anlamlı açık alanlar olarak şekillendiriyor. Organik yapı formu zemin katlarda yer yer girişleri çevreleyerek insan ölçeğine yakın yapılaşma oluştururken, caddeye bakan cephelerdeyse sokak yapısını oluşturuyor. Bu sokak ve meydan tipolojisi, insanlar için buluşma, sosyalleşme ve yeme-içme işlevlerini barındıran alanlar olarak tasarlandı.
güncel 29 XXI - EYLÜL 2012
proje adı: Platea Residences mimari tasarım: Alper Derinboğaz / Salon2 tasarım ekibi: Ozan Özdilek, Melis Eyüboğlu, Pınar Arslan, Deniz Üstem, İdil Yücel inşaat alanı: 300.000 m2 proje yeri: Fikirtepe, İstanbul
EYLÜL 2012 - XXI 30
Bir gün pat diye yıkılıverebiliyorlar. Yıllarca gözümüzün önünde terk edilmiş halleriyle kalabiliyorlar. Çevreleri tellerle çevrilip çürümeye terk edilebiliyorlar. Kentin en orta yerlerinde beklenmedik anlarda karşımıza çıkıp bizi şaşırtabiliyorlar. Bu paslı devler kentlerimizin endüstri geçmişinin izleri. Peki neden bugüne dahil olamıyorlar, kent merkezindeki konumlarıyla yaşamın bir parçası haline gelemiyorlar? Atıllıklarının sorumlusu kim? Olası bir müdahale gündeme geldiğinde neden ticari işlevler ve konut karması bir modelden ötesi düşünülemiyor? İşte bunlar ve benzeri soruların yanıtlarını bulmak ve yeni sorular üretmek için Gül Köksal, Oktan Nalbantoğlu ve Yaşar Adanalı ile bir masanın etrafında buluştuk. Toplantı için bize kapılarını açan 8 Artı Mimarlık’a ve de toplantı katılımcılarına teşekkürlerimizle. Editörler: Enise Burcu Karaçizmeli, Hülya Ertaş toplantı fotoğrafları: Yunus Argan
paslı devlerİ uyandırmak
Paslı Devleri Uyandırmak
Endüstri dönüşümüne konu olan alanlardan biri son yıllarda gündeme gelmeye başlayan Devlet Demiryolları (DDY) arazileri. Mesela Haydarpaşa’ya bugün bir rant projesi olarak baktığınız zaman göz kamaştırıyor; dolayısıyla DDY de orada kendi haklarını ya da elde edeceği geliri kimseyle paylaşmak istemiyor. Devlet atıl hale gelmiş bu alanları kamusal alan kimliğine büründürmek İstediğinde de ciddi çatışmalar meydana geliyor. Bu nedenle kentsel dönüşüm projeleri kapsamında endüstriyel alanların temel bir organizasyona ihtiyacı var. Bu alanlar sadece belediyelerin sorumluluğunda olan konular değil, özellikle de mülkiyet problemleri açısından çok karmaşık alanlar. Ciddi bir koordinasyona ihtiyaç var. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kentsel dönüşüm alanında şimdi böylesi bir koordinasyon görevini üstlendi ama orada da vahşi bir dönüşüm modeli benimseniyor. Onun tehlikelerini göz ardı etmeksizin doğru formülü ve doğru modeli tanımlamak lazım. Endüstriyel alanlar için yerel yönetimler kilit rol üstlenip koordinatör görevine soyunabilirler ama bu kurgunun organizasyon şemasının düzgün oluşturulması lazım. Gül Köksal: Mülkiyetin önemli bir konu olduğu açık. Bir vaka üzerinden gidecek olursak SEKA, kapatıldıktan sonra Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’ne devredilen bir örnek. SEKA’nın mülkiyeti ve olanakları belediyenin kendisinde. O alan için projelendirme süreci de gerçekleşti ama gelinen son noktada alanı yeniden ele almaya yönelik yapılan çalışmanın gerçekleşememesinin nedeni de yerel yönetimin kendisi. Mülkiyet karmaşası gerçekten çok önemli. Kent kıyılarında ya da kentin çok önemli noktalarında kalan yerlerden söz ediyoruz. Ama mülkiyetin tamamiyle, ve bütün imkanlarıyla, maddi ve teknik olanaklarıyla, yerel yönetime yani tek aktöre döndüğü SEKA gibi yerlerde bile sorun olabiliyor. Bu sürecin tıkanması yerel yönetimin tüm projeyi bir şekilde yaptırması ama sonrasında vizyon yetersizliği ve isteksizlikten, siyasi meselelerden ve bunun gibi bir dolu nedenden kaynaklanıyor. O projede kültür yönetimi, peyzaj, mimarlık ve kent planlamasıyla ilgili çalışan ekipler de vardı. Başından beri çeşitli kişi ve kurumlar kendi bilgi birikimlerini aktarmışlardı ama süreç bir şekilde tıkandı, daha doğrusu tıkanıklığın aşılması için yerel yönetim samimi bir çaba göstermedi. Enise Burcu Karaçizmeli: SEKA'da sivil toplum kuruluşları da aktifti ve projeyi gerçekleştirmek için istekliydi. Gül Köksal: Evet ve sadece alandan yer talep etme anlamında da değil, onun ötesinde SEKA’nın yeni kullanımı meselesinin geliştirilmesinde de çok çabaları oldu. Ama yerel yönetim bir şekilde o bölgeyi kapattı ve bugün insanların alana girme imkanları bile yok. SEKA’nın Fabrikalar kısmı ve kentle ilişkisi zayıf kalmış durumda. Sümerbank ve SEKA fabrikalarının yerel yönetimlere devredilmesi çok büyük bir fırsattı aslında. Eğer buralar kamuya açık alanlar olabilseydi bugün birçok sanayi alanının yıkılmadan, ortadan kaldırılmadan kullanılmasına imkan
seka, 1950ler; gül köksal arşivinden
31 XXI - EYLÜL 2012
Oktan Nalbantoğlu: Konuya çok boyutlu bakmak lazım. Endüstriyel alanların dönüşümünde yer alan kentsel aktörler farklı. Bu aktörler tabi biraz da mülkiyetle tanımlanıyor. Mevcutta kentlerin temelinde kentin aslında odak noktası diyebileceğimiz alanlara yerleşmiş olan sanayi alanları zamanla işlevlerini yitirmeye başlıyor ve daha sonra değerli alanlar haline geliyor. Kentin ihtiyaç duyduğu kentsel açık alan kurgusu ya da orda oluşacak olan yeni kültürel ve ticari etkinlikler için önemli bir fırsat olarak görülmeye başlıyor. Öyle olunca da dönüşüm gündeme geldiği zaman, konu bu sanayi tesisinin mülkiyetine sahip kurumda veya farklı aktörlerin elinde oluyor. Aslında belediyeler bu konu hakkında söz sahibi olabilmek açısından en pasif kurumlar haline geliyor.
paslı devlerİ uyandırmak
Enise Burcu Karaçizmeli: Bu buluşmada endüstriyel yapılar ve alanların kentler için öneminden ziyade dönüşüm modellerine ve bunlar için gerekli olan süreçlere odaklanmak istiyoruz. Farklı coğrafyalarda karşılaştığımız örneklere ve tüm bunlardan nasıl dersler çıkartabileceğimize doğru bu konuyu genişletebiliriz. Endüstriyel alanların yeniden kullanımı için ne gibi yenilikçi yaklaşımlar üretilebilir, sorunlar neler, hangi noktalarda tıkanıyoruz gibi sorulara yanıt arayan yapıcı bir toplantı olmasını amaçlıyoruz. Sorunların kaynağını anlamaya çalışmak için şöyle bir soruyla başlayabiliriz. Türkiye’de hepimizin bildiği gibi endüstriyel alanların dönüştürülmesinde sıkıntılar yaşanıyor. Yerel yönetimler kentle ilgili pek çok projede karar verici konumunda. Endüstriyel alanlar konusunda süreçte yaşanan aksaklıkların en büyük sorumluları gerçekten yerel yönetimler mi?
seka, 2009; gül köksal arşivinden
tanınacaktı. Umarım öyle değildir ama SEKA meselesi şu anda kapanmış gözüküyor; yerel yönetim bu noktada hiçbir açıklık göstermiyor. Son altı aylık gelişmeler böyle. Bir tane kıyı projesiyle alanı parlatıp geri kalanını atıl bırakarak yeniden kullanım projesi yapmış olmuyorsunuz. Kısa, orta ve uzun vadede doğru planlamalar yapmak, işletme modelleri ve orayı canlı kılacak birtakım işlevler eklemek, çok katmanlı programlarla açık alanı iyi kullanmak gerekiyor. Bunu yapmak diğer ülkelerde de olduğu gibi Türkiye için de kolay değil. Zaten bir şekilde endüstrileşme sürecine sonradan dahil olmuşuz, bu alanların dönüşüm süreci daha da geriden geliyor ama çok nitelikli potansiyellerimiz mevcut. Elimizde çok büyük imkanlar barındıran mekanlar mevcut ama bu imkanlara bakış açısındaki eksiklikler, vizyon ve ortak çalışmadaki yetersizlikler, kamuya açık şeffaf süreçlerin üretilmesine yönelik isteksizlikler var. Enise Burcu Karaçizmeli: Endüstriyel alanların bu kadar çok imkana sahip olması ve kent merkezinde konumlanmaları onları daha dezavantajlı mı kılıyor, dönüştürülememelerinin nedenlerinin birinin de bu olduğunu söyleyebilir miyiz? Çünkü çok merkezi oldukları için çok büyük bir rant da vaat ediyorlar. Oktan Nalbantoğlu: Özelleştirme İdaresi’nden en alttaki ilçe belediyesine kadar buradan bize ne fayda gelecek diye bakılıyor. Endüstriyel alanların biraz daha dışına çıkıp genel olarak dönüşüm alanlarına baktığımızda farklılıklar olsa da orada bir dönüşüm modeli olduğunu görürüz. O model üzerinden kentsel alanlara bir yaklaşım vardır. Bu model, bu alanları gelecekte konut, AVM, otel kombinasyonuyla dönüştürülmeyi bekleyen rezerv kent toprağı olarak görür. Hangi projeyle kurumlar arası nasıl bir koalisyonla dönüştürüleceği sorusu havada bırakılarak bu alanlar tüm bu aktörlerin iştahını kabarta kabarta bekletiliyor. O da bir atıllığa yol açıyor.
hasanpaşa gazhanesi; foto: bernhard faıss/ısebukı
EYLÜL 2012 - XXI 32
paslı devlerİ uyandırmak
Enise Burcu Karaçizmeli: O zaman şu anda bir bekleme döneminde miyiz genel olarak? Gül Köksal: Bu alanlar baş edilmesi güç konular olduğu için -neyse ki- o kadar hızlı hareket edilemiyor. Örneğin Haliç Tersanesi’ni 1990'lardan beri takip ediyorum. 1993 yılında Tersane özelleştirildi, halbuki işleyen bir tersaneydi, hala da işliyor ama kısmen. Çok büyük bir kıyı alanı var ve bir sürü olanak sunuyor, hem de tersane işlevi sürdürülerek, ama bu alanda mülkiyetle ilgili sorunları çözemiyorlar. İDO'ya devredildi, bir kısmı Denizcilik İşletmeleri’nde, bir kısmı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın elinde. Bu alana hemen bir şey yapılabilmesi de kolay değil, çok büyük bütçelere ihtiyaç var. Yapıların bir kısmı tescil edilmiş durumda, endüstri ya da sit alanı olarak koruma altında. Yıkmak yerine bir şeyler yapmak ise çok büyük maliyetler gerektiriyor. Konut alanlarında belki yıkıp yeniden yapmak kolay geliyor ama toprak değeri bu kadar yüksek olan yerlerde -iyi ki- çok hızlı hareket edilemiyor. Oktan Nalbantoğlu: Bir taraftan ben artık gizli bir ajanda yürütüldüğünü düşünüyorum. Bu sanayi alanlarının dönüşümü biraz rant projesi haline dönüşecek gibi görünüyor. Bunun bence en tehlikeli ayaklarından birisi TOKİ. TOKİ’nin belirli sanayi alanlarını birtakım rant tesisine dönüştürmek gibi planları olduğu duyuyoruz yakın çevremizden. Bu tehlikeli bir durum, TOKİ işin içine girdiği andan itibaren sistem hemen dönüşebiliyor. Yetkisi, maddi gücü ve hızlı hareket etmesini sağladığı için bence olumsuz anlamda bir organizasyon yeteneği var. Gerçi TOKİ de yaptıklarından birtakım dersler çıkarmaya başladı. Son bir yıldır TOKİ de kendi kurduğu sistemle ilgili öz eleştiri yapmaya başladı ama onun yaptığı gibi kamu malının üzerinden yeniden para kazanarak bir alanı dönüştürmek kolay. Mühim olan onu kamusal olarak dönüştürebilmek. Bence bu alanların dönüşümünde önemli olan orayı körü körüne dönüştürmek değil; oranın geçmişinin, belleğinin, onu kente bağlayan izlerinin ne olacağı. Onları kaybetmemek lazım. Eğer sanayi alanını dönüştürdüğünüzde geçmişe dair bir iz tutamıyorsanız, hiçbir şey başarmış sayılmazsınız çünkü bunun bir anlamı yoktur. Yıkıp yeniden yapmakla, oradaki yapıları sadece birer koruma nesnesi olarak algılayıp koruyarak dönüştürmek arasında bana göre bir fark yok. Mühim olan oradaki hafızayı ve belleği iyi koruyabilmek. Bir taraftan olumlu şeyler de olmuyor değil. Ben bir ay önce Aydın Belediye Başkanı ile görüştüm. Dokuma fabrikasını satın alıp hem bir tekstil müzesi hem de bir kent parkı olarak kullanılacak bir kamusal alana dönüştürme projesi gündemde. Bu türden, insana umut veren birtakım şeyler de oluyor. Ama aslında bu meseleler yerel yönetimlerin de boyunu aşıyor. Aydın Belediyesi gibi orta ölçekli bir belediyenin orayı dönüştürebilmesi ciddi bir maliyet gerektiriyor, çünkü en başta toprağın bir maliyeti var. O nedenle bu alanlar herkesin iştahı kabartıyor. Benzer bir örneği en son yaşadığım Zonguldak Lavuar'dan verebilirim. O alan için açılan yarışmayı biz kazandık. Belediyeyle konuşmaya gittiğimizde mülkiyet problemleri olduğunu öğrendik. Alan yarışmaya açılana kadar herkes burasının
hasanpaşa gazhanesi; foto: pablo martınez
kent meydanı olmasını, Zonguldak’a bir meydan kazandırmak istediklerini belirtirken yarışma sonrasında işler tamamen değişti. Şimdi Liman İşletmeleri, Maliye, vs gibi tüm farklı kurumlar kendi arazisi doğrultusunda edinebileceği bir rantın peşinde. Proje alanı kamunun farklı kurumlarının mülkiyetinde. Arsayı verirse karşılığında ne alacağını sorarak pazarlık yapıyorlar. Orayı kamusal alan olarak bırakmayı, kent halkının kullanımına sunulan bir boşluğu kendileri açısından maddi bir kayıp olarak düşünüyorlar. Kamusal alan olarak kente kazandırdıkları çok da umurlarında olmuyor. Benzer bir durum belli ki İzmit’te de yaşanmış. Sizin SEKA ile ilgili söylediklerinizden sonra açıkçası biraz moralim bozuldu. Bu sanayi alanlarında yer alan mirasın çoğu tescilsiz aslında, kimse birçoğundan haberdar değil. SEKA’daki yapıların hiçbiri tescilli değildi biz ilk projeye başladığımızda, Koruma Kurulu'nu çağırdık ve bir kısmını tescillettik. Aksi takdirde bu alan için Başbnakan’dan gelen talimata göre tüm fabrika yapıları temizlenecek ve burası bir Hyde Park olacaktı. Bunun üzerine farklı meslek disiplinlerinden oluşan bir ekiple fabrika binalarını gezip, hazırlamış olduğumuz raporla Başbakan'ı ikna etmek durumunda kaldık. Onu ikna etmeden orada bir şey yapamıyorsunuz o aşamada. Başbakan ikna olduktan sonra fabrikalar kurtuldu ve Koruma Kurulu toplanarak fabrika yapıları tescillendirildi. Daha farklı bir yaklaşımla ele alınmış olsaydı, fabrika yapılarının şu anda izi bile olmayacaktı. Yaşar Adanalı: Kamusal aktörlerin arasındaki rekabetten bahsediyoruz aslında. Bu rekabet o alandaki mülkiyetlerinden kendi kurumlarının nasıl bir rant elde edeceği üzerine kurulu. Tabi onun daha enformel ilişkileri de var. Burada bahsettiğimiz kamusal aktörlerin çokluğu, siyasal iradenin dönüşüm alanlarıyla ilgili politikasında bu rant önceliği olmasa bir sorun teşkil etmeyecek. Kamusal alan yaratmanın kendisine bir değer atfedilse ve bu dönüşümde öncelik ekonomik ya da inşaata dayalı bir gelişme modeline değil de kamu yararı olarak görülse bu çok aktörlü yapı zaten o doğrultuda evrilecektir. Ama dönüşümün A, B, C’si o şekilde olduğu için, aktörler de o şekilde rekabet ediyorlar. O rekabetin getirdiği farklı ekonomik ve siyasi kazançlar var bilemediğimiz. Sanırım o irade mevzusu burada öne çıkıyor. Oktan Nalbantoğlu: %100 katılıyorum ama temel sorunlardan biri de vizyon eksikliği. Yani hiçbir zaman oranın toplum yararı düşünülerek yeniden tasarlandığı aşamada edinilen değerin paradan çok daha fazlası olduğunun farkında değiller. Tersinden bakarsanız yerel yönetimlerin en büyük kaygısı bir daha seçilebilme, yani oy kaygısıdır. Onların en çok işine yarayacak mevzulardan biri o alanları yeniden dönüştürüp toplum yararına kazandırmak. Bunun içine gerekli görüldüğü takdirde ticari ve rekreatif alanların eklenmesine de karşı değilim. Gül Köksal: Bunu yine SEKA örneğinden söylersek, sivil toplumun bu sürecin içinde olmaya ve bu süreci birlikte götürmeye yönelik bir çabası vardı. Kent yaşayanları buna duyarsız değillerdi çünkü SEKA o kentin belleğinde önemli bir yer taşıyordu ve sokaktan çevirdiğiniz herhangi bir insanın SEKA’yla ilgili muhakkak bir anısı vardı, sahip
çıkıyorlardı. Fakat yerel yönetim bu projenin oraya hizmet etmesine, dönüşüm sürecinin hem halka hem ortama katkısı olmasına yönelik bir bakış açısına sahip olamadı. Çünkü Başbakan'dan başlayarak aşağıya inen bir sistem var. O sistemde de masanın etrafında oturup birlikte yapma düşüncesi ve yaklaşımı yok.
Oktan Nalbantoğlu: Biz mimarlar, sanatçılar biraz fazla romantiğiz aslında. Endüstriyel alanların kıymetini biliyoruz ama yönetimdeki insanlar ve hatta bazen halk farkında olamıyor. Siz mesela kendi mesleğiniz icabı o fabrika yapısının ne kadar değerli olduğunu görüyorsunuz ama herhangi bir vatandaş o yapıya bakıp "Bu ne acaba?" diyor. Bu anlamda da dönüşüm organizasyonunda kimlerin görev alması gerektiği sorusu önem kazanıyor. Ben özellikle sanayi mirası dönüşümünde üniversitelere görev düştüğünü düşünüyorum. Türkiye olarak daha işin başındayız bu konuda. Haliç hala tüm görkemiyle dönüşmeyi bekliyor. Hemen hemen tüm şehirlerde Cumhuriyet döneminden kalma sanayi yapıları var. Şimdi iyi bir model oluşturmak lazım. Bu modelin oluşturulmasında akademinin önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Bunu ciddi bir özveri göstererek raporlamak, belgelemek, yerel yönetimleri ya da diğer kamu kuruluşlarını yönlendirmek adına önemli işlevi var akademinin. Aksi taktirde bir türlü vizyon oluşturamıyoruz. Çünkü bu tür alanları dönüştürürken mevcut sanayi yapılarını koruyarak geliştirmek, sıfırdan yapmaktan çok daha pahalı. Mülkiyet sahipleri de diyor ki: “Ben bu yapı için mi bu parayı harcayacağım?” Değerli görmüyor onu. Bunun örnekleri çok. Zonguldak'ta da Lavuar Yıkama Tesisleri yıkılmış, yalnızca üç tane kulesi kalmış. Orada da Mimarlar Odası aktif görev alıp, yerel basınla gündem oluşturarak kuleleri kurtarmış. Ama esas önemli olan Lavuar'ın kendi tesisi, yani kulelerin orda var olmasına neden olan ana yapı. İşte o yıkılmış. Başta herkes hemfikirmiş yıkılması gerektiği konusunda. Son anda
Bu konu üzerinde bir konsensusa ihtiyaç var ve bu anlamda da üniversitelerin bu meseleye çok ciddi eğilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Hele ki en son dönüşüm yasasından sonra, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu alanı dönüşüm yasası kapsamı içine aldığı andan itibaren hiçbir şey yapamazsınız. Bakanlığın her türlü yetkisi var. Mahkemeyle yürütmeyi durdurma kararı bile alamıyorsunuz. Bu tür tehlikeler şu anda en dikkat edilmesi gereken konular. Bunun için çok iyi bir envanter çalışması yapmak gerekiyor Türkiye çapında. Bu önemli bir mevzudur diye düşünüyorum. Çünkü çoğumuzun hala farkında olmadığı birçok sanayi yapısı şu anda atıl bir şekilde duruyor ya da düşük kapasiteyle çalışıyor. Öyle görünüyor ki beş-on yıl içinde oraların yeniden dönüşmesi gerekecek. Yerel yönetimler bu konuda inisiyatif kullanmak isteyecekler ki artık en son dönüşüm yasasından sonra yerel yönetimlerin de inisiyatifinden çıkmaya başladı mesele. O nedenle bu koordinasyon ya da bir yaklaşım modeli için mutlaka akademinin elini taşın altına sokması gerektiğini düşünüyorum. Enise Burcu Karaçizmeli: Böyle bir örnek var aslında. Hasanpaşa Gazhanesi için İTÜ'de yapılmış çalışmalar var. Ciddi envanter çalışmaları yapıldı. Orada bir sivil toplum kuruluşu olarak konuyu sahiplenen Gazhane Gönüllüleri de vardı. Ama bu projede de süreç tıkandı. Gül Köksal: Gazhane için iyi bir proje hazırlandı, kurul onayı alındı, halk istiyordu, her şey çok iyiydi. 2010 Kültür Başkenti'ne başvuruldu, 2010’da bütçe de vardı. Diyoruz ya normalde maliyet sorun oluyor, bu projede para da vardı. Ama bu sefer de aktörler bir araya gelip uzlaşamadılar. Oysa olabilirdi çünkü orayı çok canlı tuttu Gazhane Gönüllüleri. Çok bilinçli bir örgütlenmeydi. Açık alanı kullanmaya yönelik birçok etkinlik düzenlediler; ve o haliyle sürse bile çok iyi bir kullanım sunuyordu o alan için. Binalar için koruma önlemleri alınıp, içine girmeye bile gerek olmadan alanın kamusal kullanımı sağlanabilirdi. Gazhane Gönüllüleri uluslararası ilişkiler kurdular, bağımsız sanatçılar geldi, festivaller düzenlendi. Bu etkinliklerin birinde açık alana kurulan bir çadırın içinde bir sunum yapmıştım. Dinleyenlerin yarısından fazlası Roman çocuklardı, orada yaşayan insanlardı. Yani samimi ve yaşayanbir ortam tesisin sadece açık alanında bile sağlanabiliyordu, çünkü bu tür alanların çok nitelikli, geniş açık alanları var. Ama 2010 sürecinde önemli bir fırsat yitirildi göz göre göre. Bildiğim kadarıyla bir süre önce uygulama projeleri için bir ihale sürecine girildi. Umarım olumlu gider, ama şunu da biliyoruz, Türkiye'de birçok meselede olduğu gibi ihale işlerinde de süreç akıllıca işlemiyor. En başta proje ve uygulama işi için gerekli olan şartnameleri hazırlamak en önemli mesele, bunu hazırlayanların konuya çok hakim olmaları gerekli. Ardından iş, işi en iyi yapabilecek kişilere değil de, en düşük bütçe teklif edene ihale ediliyor. Böylesi durumlarda on liralık işi sekiz liraya ihaleye açıyorlar, sonra da altı lira verene işi teslim ediyorlar, oysa işin bütçesi ve niteliği belli.
santralistanbul, öncesi ve sonrası
33 XXI - EYLÜL 2012
Tescil meselesi de ayrıca ikircikli bir konu çünkü yapıyı tescil edince maalesef korumuş olmuyoruz. Aynı bakış açısıyla bakıldığında keşke restorasyon yapılmayıp yapıya hiç dokunulmasaydı dediğimiz durumlar bile oluyor. Hangi çerçeveyle yaptığınız, bunu niçin, kim için yaptığınız çok önem kazanıyor. Oktan Bey’in duyumuna göre TOKİ bu tür alanlara el atmaya kalkarsa büyük ihtimalle kendince hangi programı uygun bulursa ona yönelik bir düzenleme yapacaktır. TOKİ el attığı hiçbir yerde, oradaki hiçbir insani değeri düşünmeksizin, çok kısa sürelerde projeler gerçekleştiriyor, uyguluyor. TOKİ’nin bizim düşlediğimiz anlamda kamusal bir durum üretme derdi de yok zaten.
ancak kuleler kurtarılabilmiş. SEKA'da da böyleydi. O yapılara dışarıdan baktığınız zaman bir anlam ifade etmiyor çoğu zaman. Çünkü çok eskimiş ve bakımları yapılmamış, belki de bilinçli bir şekilde. Yapıya dışarıdan baktığınız zaman çok köhne, ama içine girdiğinizde çelik perçinleri, mimari karakteri, yükseklikleriyle inanılır gibi değil. Bir de Cumhuriyet dönemi yapıları bunlar, yani önemli sanayi mirasları.
paslı devlerİ uyandırmak
“Endüstriyel alanların dönüşümünde önemli olan orayı körü körüne dönüştürmek değil; oranın geçmişinin, belleğinin, onu kente bağlayan izlerinin ne olacağı.” oktan nalbantoğlu
Stuttgart Vagon İşgali Bauzug 3yg 1999’da kuruldu ve Stuttgart’ın kuzeyindeki istasyonda duran gözden çıkarılmış 20 tren vagonuyla tren çalışanlarına ait bir lojmandan oluşuyor. 1999’dan beri proje sanat ve altkültür camiasının önemli bir aktörü haline geldi ve Stuttgart’taki çok özel konumlardan biri olarak tanımlanmaya başladı. Vagonlarda yaşayanlar kendi kendilerini yönetiyor ve Stups e.V tarafından organize ediliyor. Mekanı kullanma fikrinin bir mimari projeden açık sanatçı mekanına dönüştürülmesiyle Stuttgart’taki sanatçılar, müzisyenler, oyuncular,
geçmişlerini savunmaya kalkıyorlar. 1970'lerden sonra orada koruma altına alınan örneklerin arttığını, hatta 1990'lardan sonra dramatik bir şekilde fazlalaştığını ve bu nedenle koruma ölçütlerine yönelik tartışmaların yoğunlaştığını görüyoruz ki Avrupa'daki endüstri mirası bizimkinden çok daha fazla. Endüstri Devrimi'nin toprakları orası. Türkiye'deki kadirbilmezlik meselesi pek de yabana atılır bir konu olmasa da buradaki endüstriyel alanların çok önemli noktalarda kalmış olmaları avantajlı bir durum da sunuyor.
yönetmenler, ressamlar, kuklacılar, grafik tasarımcılar, performans sanatçıları, yazarlar gibi yaratıcı alanlardan gelme çok sayıda kişiye bir alan sağlanmış oldu. Burada yaşayanlar ister bağımsız olarak ister işbirliği içinde çeşitli işler üretiyor; bir kısmı gençlik merkezleriyle ortaklaşa çalışıyor, sanat ya da medya akademilerinde ders veriyorlar. Alanda gerçekleştirilen sergiler, el işi pazarları ve festivaller uluslararası bir sahneye dönüşerek farklı ülkelerden yaratıcı zihinlerin buluşmasına olanak tanıyor.
Oktan Nalbantoğlu: 100 yıllık, 80 yıllık miraslar bizde çok fazla eski addedilmiyor genellikle. Sanayi arkeolojisinin önemli bir elemanı haline gelmiş bir yapıyı korumaya kalktığınız andan itibaren “Ne olacak? 50 yıllık bina.” deniyor. Oysa bu yapılar Cumhuriyet dönemindeki çok önemli bir sanayi hamlesinin simgeleridir. Dahası bu sanayi alanları kenti kent yapan, kent kültürünün geliştiği alanlardır. Birçok sanayi alanının içinde kentteki ilk sinemalar, tiyatrolar açılmıştır. Kente dair bayram kutlamaları, kültürel etkinlikler, onların bünyesinde yapılmıştır. İnsanlar onlarla nerdeyse bir kentli olma hüviyetine kavuşmuştur. Bunun böyle bir kültürel miras değeri de var. Konuya çok yönlü bakmak da lazım. Yetkili, söz sahibi kişilerin çok yönlü bakabilecek kıvama getirilebilmeleri için entelektüel kesime çok ciddi işler düştüğünü düşünüyorum.
EYLÜL 2012 - XXI 34
paslı devlerİ uyandırmak
Hülya Ertaş: Bu dönüşüm esnasında o fabrikanın ruhunu ya da oluşturduğu o kentsel belleği sürdürmek mümkün olabilir mi? Soylulaştırma olmaksızın bu alanların dönüşümü mümkün mü? Yaşar Adanalı: Bu alanların çok boyutlu değerinden bahsederken halkı, işçi sınıfını, çalışanı, emek ilişkilerini atlamamalıyız. Aslen sınıfsal açıdan çok önemli ve farklı bir miras alanından bahsediyoruz. Bütün o toplumsal ilişkileriyle birlikte yazılmayan bir tarih var orada aslında ve kendi başına çok önemli çünkü insanların tarihi. Soylulaştırmaya dönüşmeden buraları değerlendirmek için bu alanın ne olacağı sorusuna bir nihai cevap bulmak yerine, ara geçiş sunacak geçici kullanımlara odaklanmak bir yöntem olabilir. Hasanpaşa örneğinde de söylediğiniz gibi alan kullanımı, orayı yeniden canlandırmak ama bunu yaparken de ilk etapta ticari kaygılarla işe başlamamak önemli. Az önce halkın bu yapılara değer vermemesinden söz edildi. Evet, doğrudur ama zaten kültürel yatırımın çok erken yaşlarda yapılması gerektiğini hepimiz biliyoruz. Çocukluk döneminden itibaren bu bilinç verilmediği, bu bilince yönelik bir ortam yaratılmadığı için hiçbir konuda, bırakın endüstri yapılarının önemli atfedilmesini, anıtsal yapılar dışındaki sivil mimarlık örneklerinden tutun da yaşadığımız sokağın, bulunduğumuz kentle ilişki kurma noktasına dek bir eğitim altyapımız yok. Hele de yeni eğitim politikaları ile kentlilik bilincinin, kültürel yatırımın daha da vahim olacağı açık. Diğer yandan da üniversitede çalışan biri olarak, endüstriyel miras konusunda üniversitelerin önemli bir rolü olabileceğine katılmıyorum, çok hayalci geliyor bana. Bu toplumun üniversitelerinin işleyiş ve içerik olarak pek de toplumsal sorunlardan farkı yok, hatta üniversiteler toplumun aynası. Ancak envanter konusu üniversitelerde ele alınabilir, envanterin yapılması evet, önemli ama bu da çok ciddi bir iş. Çok fazla zaman ve emek gerektiriyor. Üniversitelerde envanter çalışmaları yapabilir ama o süreçte de üniversite ve YÖK sisteminden kaynaklanan başka sorunlar devreye girebiliyor. Yabancı ülkelerde endüstri mirası konusunda çalışan bağımsız kuruluşlar var, hem de çok sayıda. Türkiye’de böyle bir şeyin olması konusundaki girişimlerimiz maalesef çeşitli nedenlerle ilerleyemedi. Endüstri mirasına bütüncül olarak, bütün Türkiye ölçeğinde en üstten bakmak gerekiyor, ancak o zaman gerçekleri görüyoruz. Endüstri mirasının korunmasını hiç anlamlı bulmayan öyle meslek insanları tanıyorum ki. Ankara Havagazı Fabrikası’nın yıkılması sürecinde, fabrikanın önemli bir yer olmadığını belirterek rapor hazırlayan ve yıkılması kararına imza atan üniversite hocaları, çoğu fabrikayı tescil etmeyen meslek insanlarını barındıran kurullar var. Diğer yandan, Avrupa'daki harekete baktığımızda endüstri alanları konusu, 1950'lerden sonra bir bilim dalı olarak gelişmiş. Aynı şekilde Avrupa'da da o dönemlerde çok fazla yıkım oluyor. Ama yıkım yapılırken açığa çıkan atıklar, zararlı gazlar, asbest gibi çevresel sorunlar nedeniyle yıkımları bir noktada durduruyorlar. Bu arada sivil inisiyatif ve üniversitelerin öncülüğünde entelektüel bir hareket devreye giriyor ve o yapıların korunması gerektiğini düşünen ve bu yönde çalışanlar kendi
Benim de takip ettiğim, uzaktan incelediğim Avrupa'da bu tarz örnekler var. Mekanın son projesinin, son dönüşüm halinin ne olacağına ilk etapta bakmaksızın öncelikle mekanı kullanmaya yönelik projeler var. Mekanı nasıl kullanalım? Kullanacaksak kimler için kullanalım? Kamusallığı nasıl geliştirelim? Amsterdam'da Sanat Şehri projesi kapsamında NDSM Hangarları'nda mimarlar, sanatçılar, aktivistler, kaykaycıların bir araya geldiği bir sivil girişim oluşturuldu. Bu, 20.000 m2'lik bir hangarın önündeki gemi indirme, tarihi kızak alanlarıyla birlikte bir nevi geçici olarak işgal etmesiyle başlayan bir süreç. İlginç bir deneyim. Hangarı, vinçleri ve bütün o mirası vurgulayan yapıları yıkmadan ele alıyorsunuz. Radikal bir müdahalede bulunmuyor, açık ve davetkar bir şekilde farklı gruplara imkan sağlıyorsunuz. Bu bir vakıf çerçevesinde örgütleniyor. Hangarın içinde yeni başlayan sanatçılar, mimarlar, stüdyo, mekan ve atölye ihtiyacı olanlar için geçici strüktürler kuruluyor ve yüzlerce ofis ve birbirini besleyen bir çevre kuruluyor. Üzerine de bir kaykay pisti yerleştirilip farklı kesimlerin o alandan faydalanması sağlanıyor. Liman idaresiyle vakıfın yaptığı sözleşme tapu devri gibi değil de, geçici kullanım üzerinden dönen bir ara durum tarifliyor. En başta bahsettiğimiz, tamamen soylulaştırma ve ranta yönelik otel, AVM ve üst gelir grubu konut üçlüsünün ötesinde yapılabileceklerden biri de böylesi ara geçişler olabilir. Enise Burcu Karaçizmeli: Dönüştürülmesini beklemeden kullanmak için bazı ara yollar olabileceğini belirtiyorsunuz. Yaşar Adanalı: Bu ara yollar deneyselliğe de açık olacaktır. Farklı sosyal girişimlere imkan sağlayabilmek, o mekanı geçici kullanımlara özendirmek mümkün. Sonuçta o en can alıcı soruya, yani bu alana ne yapılacağı sorusuna henüz girilmemiş oluyor. Çünkü o soruyu sormak naiflik olacak. O alanın ne olacağı belli; aktörleri, dönüşüm modeli belli. Belki de o mekanın sunduğu fırsatı gerçek anlamda değerlendirip bir yandan da mekanı kullanarak bahsettiğimiz aklı oluşturmak olanaklıdır. Neden olmasın? İstanbul örneğinde antrepolarda ya da
Emscher Park Ruhr Havzası’ndaki Emscher Park, eski bir endüstriyel alanın çevresel, ekonomik ve sosyal dönüşümü için mimari ve planlama standartları getirilmesiyle gerçekleşti. Latz + Partner ofisi tarafından tasarlanan Kuzey Duisburg’daki peyzajda alanın önceki endüstriyel kullanımının biçim verdiği mevcut dokuları birbirine bağlamak ve entegre etmek amaçlandı ve yeni bağlamın yeni bir şekilde yorumlanması hedeflendi. Eski ile yeni sadece belirgin görsel, işlevsel ya da bazen hayali bağlantı öğeleriyle birbirine temas ediyor. 1990 ile 2002 arasında açılan uluslararası yarışma sonrasında gerçekleştirilen dokuz fazlı proje sayesinde alan bugünkü kullanımına
paslı devlerİ uyandırmak
sahip oldu. Kentlilerin birlikte hareket etmesi, sivil toplum kuruluşlarının katkılarıyla ve çeşitli kullanım senaryolarının dahil edilmesiyle proje hayat buldu.
Oktan Nalbantoğlu: Endüstriyel alanlarda yapılan projelerin ekonomik sürdürülebilirliğinin olması gerektiğine inanıyorum ama bir taraftan da toplum yararına yapılan şeylerin bedeli olmaz. Çünkü toplum yararı işin içine girdiği andan itibaren onun bedeli birine göre 10 lirayken diğerine göre 100 lira olabilir. Bu bakımdan Yaşar Bey’in verdiği örneği çok beğendim çünkü bir taraftan bu işin gerçekten maliyeti de önemli. İlla ki çok ışıltılı projeler yaparak bir mekan elde etmek zorunda değiliz. Bazen hiçbir şey yapmadan da çok şey yapıyor olabiliriz. Alanın genel dokusunu koruyarak, ufak dokunuşlarla çok anlamlı ürünler ortaya çıkabilir. Mesela Ruhr Havzası'ndaki Emscher Park çok güzeldir. Baktığınız zaman hala oranın endüstri arkeolojisi, mirası olduğu gibi yerinde durur. Sadece mimarı Peter Latz'ın ufak tefek dokunuşları vardır. Onlar benim hoşuma gidiyor. Sadece belirli kısımları aydınlatarak ön plana çıkarıyor. Bazen kullanmak durumunda bile kalmıyor yapıyı. Aslında biraz tasarımcı ve plancı boyutu da önem kazanmaya başlıyor bu durumda. Sonunda onu tasarlayacak olan mimarların bu çerçevede konuya bakarak, yerel yönetimlerin daha sürdürülebilir bir modelle bu projeye sahip çıkmasının yollarını araştırmaları gerekiyor. Aksi taktirde gerçekten sakat, ölü bir doğum oluyor. Bir bütçe çıkıyor ve belediye diyor ki “Ben bununla hiçbir şey yapamam.” SEKA'da da mesela oradaki bir kağıt fabrikasını kağıt müzesi haline getirmek ciddi bir maliyettir bana göre. Bunlar da yönetimlerin elini kolunu bağlıyor olabilir. Sürdürülebilir bir model oluşturmak önemli çünkü sonunda o alanı yapmak değil, ona bakmak önemli. Minimum bakım gerektirecek ya da en üst faydayı sağlayabileceğimiz yeni tasarım modellerine gitmek gerekiyor sırf bu sanayi alanlarını kurtarabilmek adına. Aksi taktirde birçoğunu kaybedecekmişiz gibi bir korkum var. Enise Burcu Karaçizmeli: Yaşar Bey'in aslında bahsettiği durum tasarım, planlama, müdahale ya da model üretmeden önceki süreç. Öncelikle insanların kullanım alışkanlıklarını geliştirip daha sonrasında belki gerekli aktörlerle iletişime geçip model arayışına girilebilir. Tasarımcı da aslında içerdeki kullanıma göre belki müdahalelerini yapar. Çünkü orada sonuçta kullanıma göre bir tasarım verisi çıkmış olur. Birbirlerini karşılıklı etkileyebilirler. Böylece aktörler de alanın nasıl kullanılabildiğine dair bir vizyon sahibi olmuş olurlar. Ve aslında düşündüğümüzün tam tersine işlemeye başlayabilir süreç böylece.
“Soylulaştırmaya dönüşmeden buraları değerlendirmek için bu alanın ne olacağı sorusuna bir nihai cevap bulmak yerine, ara geçiş sunacak geçici kullanımlara odaklanmak bir yöntem olabilir.” yaşar adanalı Gül Köksal: Amsterdam örneğine baktığımızda görüyoruz ki salt kağıt üzerinde projeler üretilmesine gerek yok aslında. Yani belki de başlangıçta mimarlar, plancılar, korumacılar veya üniversite hocalarının sadece kağıt üstünde ürettiği ve eylemsel bir karşılığı olmayan işlere gerek yok. Çünkü asıl olan orada yaratıcı, alanı kendine ait kılacak, ortaklaşa paydaşları arttıran, her zaman herkese açık, eşitlikçi, özgür kullanım alanları yaratmak. Endüstri alanlarının bu tür kullanımlara yönelik çok büyük potansiyelleri var. Konumları gayet güzel. Türkiye'dekilerin de çoğu kent içinde kalmış durumda. Kıyılarda, geniş alanlarda kalanları var. Yapılar çok büyük, içinde çok farklı düzlemlerde kullanım imkanları var. Konstrüksiyon olarak da çoğunlukla güçlü yapılar. Zaten konut gibi içinde insanların barınmasına yönelik yapılar olmadığı için içlerinde büyük donanımlarla gerçekleşen bir işletim sistemi var. İnsana değil üretime yönelik yapılar ve belki de yeniden kullanımları ile işlevsel bir süreklilik de sağlanıyor. Yeniden kullanımla bir yeni üretim yapıyorsunuz, hayatı üretmek de onun içerisinde. Yaşamı canlı kılacak, ortaklaştıracak bir şeyler üretmek de mümkün. Bu noktada Santralistanbul örneğine de yer vermek istiyorum. Az önce denildiği gibi tanınmış mimarların ve düşünce insanlarının, üniversitenin içinde olduğu, uzun vadeli planlamanın yapıldığı, hatta kültür yönetimin içinde olduğu bir projedir. Halihazırda aktif kullanılıyor, kamuya da açık. Soylulaştırma da yapılmadığı iddia ediliyor. Ama eleştirilecek bir sürü yönü var. İçinde olduğum bir süreç olduğu için epey gözlemleyebildim. Alana gittiğinizde tertemiz, kullanılan bir alan var. Çünkü alanda fazla olarak görülen herşey, sağlıklı ağaçlar dahil, konut yapılarının bir kısmı, bazı yapılar, fabrika yapılarını birbirine bağlayan geçişler, borular, üretim sisteminin bazı bileşenleri tümü ayıklandı. Alan kamuya açık, görünüşte duvar yok ama ancak hissedilen görünmeyen bir duvar var aslında. Orada içtiğiniz çay, kahve fiyatından, çalışanların sosyal güvencesine, eğitim sisteminin özerkliğinden, diğer birçok şeye kadar başka duvarlar, sınırlar var. Zamanında orada çalışanların ruhundan söz edildi ya, işte o konuda çok ironik buluyorum Santalistanbul’u. Tesisin işletme meselesini anlamak ve yapıları doğru kavrayabilmek için birlikte çalıştığımız işletme şeflerinin, çalışanların hepsi gitti,
35 XXI - EYLÜL 2012
Haliç Tersanesi'nde çok daha farklı şeyler yapılabilir. Neden öğrenci yurtları olarak konteynırlar değerlendirilmesin? Ya da buralarda neden festivaller düzenlenmesin? Ama bunların olabilmesi için mümkün mertebe o kamu aklını ve idaresini, o erişilmez aktörleri dahil etmemek, insanların bu işleri üstlenmesine izin vermek gerek.
NDSM Rıhtımı IJ Gölü’nün kuzey yatakları üzerinde konumlanan ve on futbol sahasından daha geniş bir alana yayılan eski bir tersane olan NDSM Rıhtımı şimdi Amsterdam’ın yeraltı kültürü için bir merkez görevi üstleniyor. Bu devasa alan 20 bin metrekarelik alana ve 20 metre tavan yüksekliğine sahip NDSM Hanngarı’ndan ve iki tane tarihi gemi kızağından meydana geliyor. Atölyelerin ve sanatçı stüdyoların yer aldığı NDSM Hangarı bağımsız sanatçılar ve zanaatçıların yanı sıra bir arada çalışmak ve diğerlerinden ilham almak isteyen bağımsız organizasyonlara da ev sahipliği yapıyor. 1999’da kendilerini Kinetisch Noord olarak adlandıran bir grup sanatçı, tiyatrocu, kaykaycı ve mimar yerel yönetime bu eski tersaneyi yeniden geliştirme üzerine görüşmelere başladı. Haziran 2002’de NDSM’yi Hollanda’nın en geniş sanatçı merkezi yapma planını sundu. Kiracılarla birlikte çalışarak Kinetisch Noord, uygun maliyetli stüdyolar ve çalışma ortamları inşa etti. NDSM ana üniteleri kuruyor, kiracılar kendileri gereksinimlerine göre bunu tamamlıyor; bu sayede hem maliyet bölüşülmüş oluyor hem de özel ihtiyaçlara uygun çözümlerin gerçekleştirilmesi kolaylaşıyor. Rıhtımda aynı zamanda sergiler, performanslar, festival ve partiler de düzenleniyor. fotoğraflar: Mariska Chardet, Wolfgang Josten ve Maurice Mikkers
EYLÜL 2012 - XXI 36
paslı devlerİ uyandırmak
“Belki de bizim gibi 'uzmanlara' hiç gerek yok. Orada ne amaçla, ne için, kim için ve kimle yan yana durarak dürüstçe ne yapmak istediğiniz önemli.” gül köksal oysa hiç de gitmek istemiyorlardı, o alan o kişilerden ayıklandı, temizlendi. Şimdi de ironik bir biçimde üniversite çalışanları ayıklanıyor Santralde. Korunuyor mu derseniz, evet, tescilli yapılar bir şekilde korunuyor, star mimarların elinden çıkmış yeni yapılar da yapıldı. Her ne olursa olsun gerçekleştirilmiş bir proje olduğu için çok da olumsuzlamak istemiyorum ama az önce Yaşar Bey’in verdiği örneklerden çok daha az heyecan verici, hatta son derece sıkıcı, üretimsiz ve durağan bir ortamdır Santralistanbul. Fiziki bir koruma kısmen de olsa vardır ama ruhu yoktur, geçmişin izleri de bilerek silinmiştir, geri getirilemez. Oktan Nalbantoğlu: Bunlar da önerdiğimiz aktörler tarafından dönüştürülüyor. Bu yüzden bu da biraz sıkıntılı bir durum ortaya çıkarıyor. Gül Köksal: O yüzden belki de bizim gibi “uzmanlara” hiç gerek yok. Bir “uzman” sayıldığım için de çekinmeden söyleyebiliyorum. Koruma uzmanı, mimar, üniversite hocası, koruma kurulu üyesi, hiç önemli değil. Orada ne amaçla, ne için, kim için ve kimle yan yana durarak dürüstçe ne yapmak istediğiniz önemli. Biraz daha devrimci hareketlere ihtiyaç var. Gidip orayı hakikaten işgal etmeli. En başta orada yaşayan insanların hayatının değiştiğini düşünerek yüzlerce, binlerce kişinin gidip, oraya sahip çıkması gerekiyor. Öbür türlü çok steril yapay şeylere dönüşüyor hayat. Sonra bunu sürdürecek başka mekanizmalar devreye giriyor. Türkiye’nin kendi gerçekleri tam da orada ortaya çıkıyor. Yaşar Adanalı: Yine bir örnek Stuttgart’ta demiryolları arazisi içinde var. Almanya’da şu anda bir hızlı tren projesiyle bütün demiryollarına ait arsalar özelleştirilmeyi bekliyor. Stuttgart’taki beş-on yıllık süreç de sanatçıların işgaliyle başlıyor. Boş ve açık bir alan, vagonlar var, zaten vagon alanı diye geçiyor. Zaman içinde atölye alanına ihtiyacı olan ve yaşayacak ucuz yer arayan sanatçılar buraya geliyor ve bir topluluk oluşuyor. Şu anda gerçekten Stuttgart’ta, Almanya'nın en verimli, en işlek, en üretken, en zengin şehirlerinden birinde, tasarım ve hayat anlamında, sosyal ilişkiler anlamında nefes alabileceğiniz bir vaha oluşturuyorlar. Oradaki aklın da normalde dönüştürmek istediği şey bizdekinden farklı değil: ofis alanı, otel, üst gelir grubu konut ve AVM adı altında bütün bir projedir büyük ihtimal. Vizyonu belirli kurumlarda üretmeye çalıştığımızda çıkan şey aşağı yukarı benzeşiyor. O yüzden o aktörleri çoğaltmak, biraz da yere inmek önemli. Üreteceğimiz modellere de biraz bu gözle bakmak önem kazanıyor. Yoksa ekonomik anlamda, rant üretme anlamında dünyadan çok başarılı örnekler de
bulunabilir. Ama onların hem koruma anlamında hem yaşayan mirası vurgulaması anlamında Türkiye'ye pek bir şey kazandırmayacağı açık. Oktan Nalbantoğlu: Ruşen Keleş hocanın çok güzel bir lafı vardır: “Kentleri dönüştürmekten önce kafaları dönüştürmek lazım.” Vizyon önemli. Önce beynimizde bu işi çözmemiz lazım; sanayi dönüşümü dediğimiz şeyin ne demek olduğunu, kentlerde ne anlam ifade ettiğini tanımlamalıyız. Çünkü bu alanlar sanayi kentlerinin izleri. Onları silip attığınız andan itibaren küreselleşme nedeniyle kentlerin kimliksizleşmesi olarak tanımlanan durumla karşı karşıya kalıyorsunuz. Halbuki bunlar şu anda elimizde olan cephaneler. Kültürel peyzajlar açısından, kentlerin mevcut kültürlerini, kültürel birikimlerini korumaları açısından önemli tanıtım fırsatları aslında. Konunun finansman boyutuna biraz da başka bir açıdan bakmak lazım. Bir sürü para harcayarak oluşturacağınız reklamdan çok daha fazla bir reklamı bu alanları yeniden kullanarak elde etmiş oluyorsunuz, kentinizi tanıtmak adına. Hülya Ertaş: Türkiye'de Avrupa'da olduğundan biraz daha kritikmiş gibi geliyor bana bu konu çünkü aslında Sanayi Devrimi'ni de onun uzantısı olan modernizmi de bildiğimiz ya da bizim mimarlık tarihinde okuduğumuz anlamda yaşamadık. Bizim kendimize özgü başka bir modernizmimiz ve kendimize özgü bir sanayi devrimimiz var. Diyorsunuz ya sokaktan geçen biri baktığı zaman “Çirkin bu binalar. Yıkalım gitsin” diyor. Bunun arkasında biraz da ithal olarak yaşanan sanayi devrimi, özümsenmemiş bir durum var gibi geliyor. Oktan Nalbantoğlu: Ben yine bir anekdottan bahsedebilirim. SEKA'nın ilk etabının açıldığı gün halk gelip geziyordu. Köprünün üzerinde biri “Bak ne güzel yemyeşil yapmışlar. Zannediyorum bundan sonra ikinci etapta da şu binaları temizlerler burayı da yeşil yaparlar” dedi. Bundan daha iyi ne anlatabilir ki bu meseleyi? O nedenle biraz zorlu bir süreç ama mücadele etmek lazım. Gül Köksal: Ben şöyle düşünüyorum; insan gördüğü kadarını bilir. Yeşillik de kötü bir şey değil. Kendi topraklarında, yeşilliği, kırsal alanı gördüğü ve buna ihtiyaç duyduğu için insan onu görmek istiyor. İnsan hangi çevreyi ne kadar biliyorsa ancak o kadarını talep ediyor. O yüzden hakikaten görmek, gezmek, farklı şeyleri birbirleri ile karşılaştırmak çok önemli. Bana dönüşüm lafı da çok korkutucu geliyor. Aklıma ilk gelen Kafka’nın Dönüşüm’ü oluyor. Dönüşüm yerine değişim daha yakın geliyor bana. Hepimiz fiziksel, ruhsal olarak değişiyoruz, yapılı çevre ve kentlerde öyle. Ama kentlerde ve endüstri alanlarında dönüşüm dediğimiz şey tamamen bir şeyin artık başka bir şey olması. Aslında bir süreklilik var, hayatın kendi içinde olduğu gibi. Her şey zaman içerisinde muhakkak yaşlanıyor, yenileniyor, üzerine başka bir şey geliyor, katılıyor ve zenginleşiyor. O yüzden dönüşümün böylesine fütursuzca her yerde kullanılıyor olması, ülkedeki anlam karşılığını yansıttığı için bana korkutucu geliyor.
Gül Köksal: Elbette, ancak her ne olursa olsun, projenin en başındaki evrensel ilkeleri yitirmemek gerek. Bunların izlerini süreç içerisindeki tıkanıklıklarda görüyorsunuz zaten. Bazı tepeden inme kararları dikkate almaya başladığınızda geri adımlar atmaya başlıyorsunuz, proje nitelik kaybına uğruyor. O yüzden daha anarşist, daha devrimci bir süreç olursa bu kadar kalıplar içinde kalmak zorunda olmadan hareket edilebilir. Ama bunun da bir bedeli var tabi ki. Kimse kötü bir iş yapmak istemez sonuçta. Ancak başta düşünülen/planlanan ve sonda gelinen nokta arasında bu denli bir uçurum olmaması lazım. Adım adım değişebilir ama kökten değişmemeli. Tabi bu da başka bir bedel. Enise Burcu Karaçizmeli: Bu alanları kullanmak, değerlendirmek için bizim de uygun bir modeli ya da tarafların mutabık olmasını beklemememiz gerekiyor. Hülya Ertaş: Diğer yandan imarların da bu durumları fazla sahiplenmemesi gerekiyor ki orada yaşayanlara da biraz nefes alacak yer kalsın.
Endüstriyel alanlarda uygulanacak modelin Türkiye’ye özgü olması lazım. Yurtdışı projelerini takip etmek elbette önemli ama Türkiye’ye özgü bir model olacaksa o yer için, o bağlam için orada bulunan insanların kendilerinin üretmesi gerekiyor o modeli. Çok üst ölçekte insan haklarıyla ilgili eşitlikçi, birtakım evrensel yaklaşımlar olabilir ama her yere uyan standart bir model olması anlamlı gözükmüyor açıkçası. O yere ait, o yerden insanların üretmesi en doğrusu ki o da yere, konuya göre değişken olmak zorunda.
Oktan Nalbantoğlu: Meslek etiği açısından evet, haklısınız. Aslında benim bahsetmek istediğim başka bir konu daha var. Sanayi alanlarında oluşan kültürel peyzajlar bence önemli konulardan biri. Türkiye’deki koruma yaklaşımına eleştirel baktığımızda korumanın genelde sadece yapıyı korumak olarak ele alındığını görürüz. Halbuki o yapı bir zemine oturuyor. Yapının orada var olmasıyla onun dış mekanında yaşanan şeyler var. Yani o yapıyı, çevresiyle beraber korumak ve geleceğe aktarmak çok önemli. O nedenle sokaklar, avlular, çevresinde gelişen doğal florası, bitki varlığı yani yapıyı da içeren zaman içinde gelişmiş olan kültürel peyzaj değeri dikkate alınarak alanın yeniden kurgulanmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü yapılarda geçen hayat kadar yapıların dışında da geçen bir hayat var. Hayatın peyzaja vermiş olduğu bir biçim var ki bu da çok önemli bir mirastır. Bunun da tasarımcılar tarafından iyi irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Enise Burcu Karaçizmeli: Zaten projeye başlamadan çok aktörlü bir model tasarlansa bile o model deformasyona uğrayabiliyor. Santralistanbul örneğine baktığımızda, ben sanmıyorum ki taraflar şu anda gelinen noktayı hedefledi ya da
Burada konuşulan fikirlere hiç katılmayanlar da olabilir, bambaşka bakış açısıyla konuya müdahil olmak isteyenler olacaktır. Umarım yeni tartışmaları da beraberinde getirir bu paylaştıklarımız.
enise burcu karaçizmeli 1984'de İstanbul'da doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde peyzaj mimarlığı okudu ve aynı bölümde Gelenekselden Küresele Bahçe Tasarımı: Çin ve Japonya’dan Örnekler başlıklı teziyle yüksek lisansını tamamladı. 2007-2010 yılları arasında XXI Mimarlık Tasarım Mekan Dergisi ve Yeni Mimar Gazetesi için editör olarak çalıştı. Şu anda 8arti Mimarlık ve Kentsel Tasarım'da çalışıyor.
oktan nalbantoğlu 1986'da Ankara Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını aynı bölümde 1997'de tamamladı.1994’ten bu yana Bilkent Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışmakta. ON Tasarım’ın kurucu ortağı Nalbantoğlu, kentsel tasarım, sanayi alanlarının dönüşümü ve peyzaj ile ilgili birçok projede tasarımcı, danışman ve koordinatör oldu.
gül köksal Mimar ve koruma uzmanı olan Gül Köksal Kocaeli Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölümü Restorasyon Anabilim Dalı öğretim üyesi. Yüksek lisans tezi Haliç Tersanesi, doktora tezi İstanbul'daki endüstri alanları olan Gül Köksal, bu konu özelindeki gelişmeleri ve yürütülen çalışmaları yakından takip ediyor. Mesleki ve bilimsel faaliyetleri ağırlıklı olarak mimari, restorasyon projeleri ve mimarlık yayını üzerine.
yaşar adanalı Stuttgart Üniversitesi Uluslararası Şehircilik Enstitüsü’nde doktora adayı olan Yaşar Adanalı, gelişme planlaması üzerine çalışıyor. Üniversitenin yüksek lisans programında ve Darmstadt Teknik Üniversitesi’nin Uluslararası Yardım ve Kentsel Gelişme yüksek lisans programında katılımcı ve planlama üzerine dersler veriyor. İstanbul başta olmak üzere Güney Amerika, Afrika ve Orta Doğu'da farklı kentlerde çalıştı.
37 XXI - EYLÜL 2012
Gül Köksal: Bu yapıların kendi sundukları fiziksel potansiyellerinin ötesinde anlamları da var. Pek çok şeyi içinde barındırıyorlar; mimarlık tarihi ötesinde endüstri tarihi, teknoloji tarihi, işçi tarihi, insan hakları gibi bilgi birikimleri var. Aklıma gelen ilk örnek; Silahtarağa’da bir kazan dairesindeki donanımın 1913’ten 1980’lere kronolojisini çıkarmıştım. O kronolojiyi incelediğimizde Türkiye’nin diğer ülkelerle kurduğu ilişkileri okuyabiliyoruz. Mesela donanım ve üretim sistemi bir dönem Balkanlar’dan alınmış, sonra Marshall yardımı döneminde Amerika’dan getirilmiş. İlginç bir şekilde sadece bir tane kazan dairesinin kurulduğu aşamadan söküldüğü aşamaya dek geçirdiği süreç bize bu ülkenin uluslar arası ilişkileri hakkında birçok şey öğretebiliyor. Makine binalarıyla, açık alanlarıyla, az önce dediğiniz gibi Osmanlı’dan Cumhuriyet dönemine geçişle ilgili öğrenilebilecek pek çok şey var bu tesislerden. Sadece tek bir yapının bile çok basit müdahalelerle iyileştirilerek, düzenleyerek kullanabileceğimiz, öğrenebileceğimiz ciddi bir olanağı var.
projeyi bunu göze alarak başlattılar. Arada yaşanan süreçte pek çok faktörden ötürü proje kendi içinde de dönüşüyor sanki.
paslı devlerİ uyandırmak
Oktan Nalbantoğlu: Söylediğiniz çok önemli ve temel meselelerden biri. Bizim dilimiz alışmış. Halbuki İngilizce’de bunun çok güzel karşılıkları var. Bunun için yeniden canlandırma (revitalization), rehabilitasyon, restorasyon gibi kavramlar kullanılabilir. Proje kapsamında belki hepsi ya da birkaçı yer alabilir. Genelde dönüşüm diyoruz ama belki de dönüşmemesi gerektiğini konuşmak gerek; sanayi alanlarının dönüşememesi için neler yapmalıyız? Çünkü öbür türlü, dediğiniz gibi hafıza yok oluyor, her şeyi kazıyıp atıyorsunuz. Bazen geçmişi de tutabilmek, bağlarını koruyup hareket etmek önemli. O nedenle sanayi, alanlarının “dönüşümü” demek bence de sıkıntılı.
yapı - ofİs - londra EYLÜL 2012 - XXI 38
fotoğraflar: Renzo Piano Building Workshop, Michel Denancé
Bir Kent Katalizörü SHARD, KIRIK FORMLU YAPISIYLA LONDRA KENT SİLUETİNE EKLEMLENİRKEN KONUMLANDIĞI KENTSEL DÜĞÜM NOKTASINI, ULAŞIM AĞINA YAPTIĞI DOKUNUŞLARLA REGÜLE ETMEYİ AMAÇLIYOR. 72 katlı karma kullanımlı bina Shard (London Bridge Tower) Thames Nehri'nin güney kıyısında, tren, otobüs ve yeraltı ağını birbirine bağlayan ve günlük 200.000 kullanıcıya sahip olan Londra Köprüsü İstasyonu'nun yakınında konumlanıyor. Proje belediyenin, kentin düğüm noktaları olan ulaşım ağlarının etrafındaki yüksek yoğunluklu yapılaşmayı teşvik eden politikasını destekliyor. Yapı New York ve Hong Kong gibi yüksek katlı yapılaşmanın yoğun olduğu şehirlerden çok daha farklı bir dokuda yer aldığı için kulenin formu belirlenirken Londra kent siluetinde yaratacağı etki önemli bir konu olmuş. The Shard
renzo pıano buıldıng workshop & adamson assocıates
126 m2'lik taban alanına sahip, 306 metre yüksekliğindeki ince piramit biçimli binanın zemin
katlarında büyük hacimli ofis alanları, orta katlarında bir otel ve kamusal kullanımlı alanlar, üst katlarındaysa konut alanları bulunuyor. En üst bölümde, 68 ve 72. katlar arasında bulunan kamusal alanda 240 metre yükseklikte konumlanan seyir terası yer alıyor. Binaya adını veren kırıklı formlar -shards- üst katlarda 306 metreye kadar devam ediyor. Londra'da çok amaçlı kullanıma imkan veren böyle önemli bir yapının kamu erişimine açık olması projeyi daha da önemli kılıyor. Kulenin görselliği ve formunun ana tanımlayıcısı ise sekiz adet kırık şekilli cam parçası. Pasif çift cidarlı cephede kullanılan düşük demirli cam ve hareketli güneşlikler, birer güneş kırıcı etkisi yaratıyor. Kırıklar arasındaki boşluklar kış bahçeleri için doğal havalandırma sağlarken bu mekanlar ofis alanlarında toplantı odaları veya mola alanları, konut katlarındaysa kış bahçeleri olarak kullanılıyor.
yapı - ofİs - londra 39 XXI - EYLÜL 2012
Binanın temel yapısal elemanı olan kayar kalıp beton çekirdeğin içinde; ana servis elemanları, asansörler ve acil çıkış merdivenleri yer alıyor. Mevcutta bulunan 44 adet tek ve çift katlı asansör, ana fonksiyon alanlarını binanın sokaktan ve meydandan sağlanan girişlerine bağlıyor. Proje aynı zamanda tren istasyonu, toplanma alanı ve otobüs duraklarının gelişmesini destekler nitelikte çözümlere sahip. Mevcuttaki çatının cam gölgelikle tekrar yapılandırılarak bu mekana ticari birimlerin konumlandırılması tren istasyonu, otobüs ve taksi durakları arasında önemli bir görsel bağlantı sağlarken yeni tasarlanan 30x30 metre büyüklüğündeki iki meydan, alanın merkezinde yer alıyor. Kamu alanları için yapılan bu tür yeniliklerin, kentin sıkışık ve ihmal edilen alanlarının canlanması ve bu bölgelerdeki geleceğe dair gelişmeler için katalizör işlevi göreceği düşünülüyor.
EYLÜL 2012 - XXI 40
yapı - ofİs - londra
yapı - ofİs - londra 41 XXI - EYLÜL 2012
giriş sayfasında Dış mekandan okul ve spor birimine bakış, binaların gölet ile etkileşimi karşı sayfada üstte: Yapının cephesi ve çevreyle ilişkisi altta: Yapının çevreyle ilişkisi bu sayfada üstte solda: Toplanma alanı ve tren istasyonu alanı için yapılan eskiz çalışması en üstte: Tasarım aşaması eskizleri ortada: Yapının giriş bölümü solda: Tren istasyonu üstte: Orta katlarda bulunan toplanma alanları ve kış bahçesinin diğer mekanlarla ilişkisi kesitle ifade ediliyor
proje adı: The Shard proje yeri: Londra, İngiltere müşteri: Sellar Property Group mimari tasarım: Renzo Piano Building Workshop, Adamson Associates birinci aşama tarihi: 2000-2003 tasarım ekibi: J. Moolhuijzen, N. Mecattaf, W.Matthews, D.Drouin, A.Eris, S.Fowler, H.Lee, J.Rousseau, R.Stampton, M.van der Staay, K. Doerr, M.Gomes, J.Nakagawa, K.Rottova, C. Shortle, O.Aubert, C.Colson, Y.Kyrkos inşaat mühendisi: Ove Arup & Partners düşey sirkülasyon danışmanı: Lerch, Bates & Associates danışman mimar: Broadway Malyan ikinci aşama tarihi: 2004-2012 tasarım ekibi: J. Moolhuijzen, W.Matthews, B.Akkerhuis, G.Bannatyne, E.Chen, G.Reid, O. Barthe, J.Carter, V.Delfaud, M.Durand, E. Fitzpatrick, S.Joly, G.Longoni, C.Maxwell-Mahon, J.B.Mothes, M.Paré, J.Rousseau, I.Tristrant, J. Winrow, O.Doule, J.Leroy, L.Petermann, O.Aubert, C.Colson, Y.Kyrkos inşaat mühendisi: WSP Cantor Seinuk peyzaj tasarımı: Townshend Architects
9. kat planı
renzo pıano Politecnico of Milan Üniversitesi'nden 1964 yılında mezun olan mimar, bir süre Franco Albini'nin ofisinde görev alarak geçici ve hareketli yapılar üzerine olan araştırmalarına başladı. 1965-1970 yılları arasında İngiltere ve Amerika'da bulunmuş ve 1971'de Londra'da Richard Rogers ile birlikte Piano & Rogers adlı ofisi kuruldu. 1977-1981 yılları arasında Paris'te mühendis Peter Rice ile birlikte kurdukları Atelier Piano&Rice adlı ofiste çalıştı, 1981'de ise Paris, New York ve Cenova'da ofisleri bulunan Renzo Piano Building Workshop'u kuruldu. Tasarladığı binalar arasında Chicago Art Institute (Chicago), LACMA-Los Angeles County Museum of Art, Mercedes Benz Design Centre (Stuttgart) bulunuyor.
68. kat planı
EYLÜL 2012 - XXI 42
yapı - ofİs - londra
32. kat planı
zemin kat planı
bina kesiti
Eğrisel Yüzeylerin Dinginliği K2S ARCHITECTS TARAFINDAN HELSINKI KENT MERKEZİNDE TASARLANAN ŞAPEL, ZİYARETÇİLERİNE MERKEZİN HAREKETLİLİĞİ İÇİNDE SAKİN BİR MEKAN SUNUYOR.
EYLÜL 2012 - XXI 44
Yapı – Dİnİ Tesİs - Helsİnkİ
fotoğraflar: Tuomas Uusheimo, Marko Huttunen
Kamppi Şapel, Helsinki'nin kalabalık ve canlı meydanı Narinkka'nın güneyinde konumlanıyor. Birkaç farklı yönden ulaşılabilir olan bu küçük ölçekli bina, kıvrımlı ahşap cephesiyle kent peyzajının içine akıyor. Simonkatu yönünden gelen ziyaretçiler öncelikle Narinkka Meydanı'na açılan küçük bir avluyla karşılaşıp bu mekandan merdivenlerle binanın giriş seviyesine ulaşıyor. Binanın girişleri, Narinkka Meydanı ve Lasipalatsi binasına bakan iki cam cephede konumlanıyor.
kamppı şapel
k2s archıtects
Sadece şapel bölümünde ahşap malzeme kullanılan yapıda, diğer işlevlerin bulunduğu mekanlar, meydana açılan bölümlerde konumlanıyor. Gün içinde din adamları ve sosyal hizmet çalışanlarıyla karşılaşılabilen giriş mekanı, aynı zamanda sergi alanı olarak da kullanılıyor. Kıvrımlı bina sakin yapısıyla, ziyaretçileri içinde konumlandığı hareketli çevreden uzaklaştırıyor.
Eğrisel yüzeylere vuran ışık ve kullanılan malzemelerin sıcaklığı, mekanın daha iyi tanımlanmasını sağlıyor. Şapelin iç mekanının ahşap duvarlarında kalın yağlı kızılağaç, mobilyalardaysa masif ahşap kullanılıyor. Cephede kullanılan yatay şeritler halinde özel üretilmiş ladin plakalar, şeffaf pigmentli nanoteknolojik balmumu ile korunuyor. Binanın yapısal çerçevesi ise CNC kesim lamine ahşap malzemeden oluşuyor. proje: Kamppi Şapel proje yeri: Helsinki, Finlandiya işveren: Helsinki Kilise Birliği ve Helsinki Belediyesi mimari tasarım: K2S Architects; Kimmo Lintula, Niko Sirola ve Mikko Summanen tasarım ekibi: Jukka Mäkinen, Kristian Forsberg, Abel Groenewolt, Tetsujiro Kyuma, Mikko Näveri, Miguel Pereira, Outi Pirhonen, Teija Tarvo, Elina Tenho, Jarno Vesa inşaat mühendisi: Insinööritoimisto Vahanen Oy; Matti Kivinen, Ulla Harju mekanik mühendis: Insinööritoimisto Äyräväinen Oy; Pasi Heiskanen elektrik mühendisi: Insinööritoimisto Nurmi Oy; Pekka Larinoja akustik tasarım: Insinööritoimisto Akukon Oy; Henrik Möller inşaat bitiş tarihi: Nisan - Mayıs 2012 inşaat alanı: 352 m2
Yapı – Dİnİ Tesİs - Helsİnkİ
karşı sayfada: Dış mekandan yapıya bakış
45 XXI - EYLÜL 2012
bu sayfada solda: Yapıya girişin yapıldığı merdivenlerden bakış altta solda: İç mekan altta: Dış mekandan yapıya bakış
karşı sayfada sağda ve altta: İç mekan altta sağda ve solda: Cephedeki ahşap malzeme detayları
EYLÜL 2012 - XXI 46
Yapı – Dİnİ Tesİs - Helsİnkİ
arka sayfada sağda ortada: İç mekan aydınlatma detayı sağda altta: Dış cephe malzeme detayı
kesit
k2s archıtects 2001 yılında Kimmo Lintula, Niko Sirola ve Mikko Summanen tarafından kuruldu. Herbiri Helsinki Teknoloji Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunu olan Lintula, Sirola ve Summanen 2010 yılına dek aynı okulda Mimarlık ve Sanat Bölümü'nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Ofisin önemli çalışmaları arasında Helsinki Olimpiyat Stadyumu için yeni bir örtü tasarımı, Enter-Sipoo İlköğretim Okulu, Kamppi Şapel, Hotel Paasitorni ve Sibelius Salonu bulunuyor. K2S Architects ulusal ve uluslararası birçok yarışmada ödül kazandı.
Yapı – Dİnİ Tesİs - Helsİnkİ
kesit
47 XXI - EYLÜL 2012
görünüş
görünüş
vaziyet planı
yapı - konut - İstanbul EYLÜL 2012 - XXI 48
fotoğraflar: Sedat Antay
Yeni Bir Şema Arkizon Mimarlık tasarımı apartman, katların cephedeki kırıklı hareketiyle farklılık gösterirken kullanıcı ve tasarımcıların isteklerine yanıt veriyor. Arkizon Mimarlık
Kentteki konut üretiminin ağırlık merkezi, kent dışı sitelere ve seri üretim yapılara kaysa da, nispeten merkeze yakın yerlerde hala kat ya da konut karşılığı inşaatlar devam ediyor. Bu sürecin bir bölümü neredeyse 30 yıldır hiç değişmemiş durumda. Mümkün olduğunca genel geçer kabule uygun plan çözümleri, küçük ama bol sayıda oda, daha büyük mutfak ve ihtiyaçtan daha fazla ıslak hacim alanı... Birkaç metrekare fazladan almak için yüklenici ile kat sahipleri arasında yapılan kıyasıya pazarlıklar ve bu yüzden durmadan değişen planlar...
idealtepe'de apartman
arkizon mimarlık
Fakat tablonun tamamı bu kadar da statik değil. Artan rekabet, artan konut fiyatları ve sektöre iyice yerleşen kredi sistemi ile konutlar da ciddi bir değişimden geçmekteler. Artık konut sadece 3+1, 4+1 olması, 30 metrekare salona sahip olan ile pazarlanabilir mimari bir ürün değil: Ev sahipleri daha fazlasını istiyor. Binanın güzel ve farklı olmasının yanında, ödedikleri yüksek
meblağlar karşılığında sadece bina değil, bir yaşam tarzı satın almak istiyorlar. Bu değişimler ve talepler bizlere yeni tasarım alanları açtı. Planlar -hala- o büyük dönüşümü gerçekleştirememiş olsa da; cepheler, bina ortak alanları ve özellikle peyzaj, bundan önce sadece en üst segmente hitap eden apartmanlarda bir tasarım meselesiyken, artık günümüzde orta sınıfa ait yapıların tasarımını da etkilemeye başladı. İdealtepe’deki projeye de bu gözle bakmak lazım. Mevcut bina yerine inşa edilecek yeni apartman için uzun süren plan pazarlıkları yapıldı. Planlardaki klasik apartman şeması, cepheye gelince ezber bozan bir tasarıma dönüştü. Katların kırıklı hareketi, thermo wood giydirme cephe ile sağlandı. Katlar arasındaki bu dinamizm peyzaja da yansıtıldı, benzer çizgiler bahçede ve sonrasında giriş holündeki duvarlarda devam ettirildi. Böylece, katı ve ön kabullerle şekillenmiş katı plan şeması, üçüncü boyutta kendisini sıra dışı çizgilere bırakınca ortaya çıkan sonuç, ev sahiplerinin istediği işleyişe sahip konutlarla, mimarların istediği çekici ve hareketli kütlenin uyumu oldu.
yapı - konut - İstanbul 49 XXI - EYLÜL 2012
tasarım ekibi: Emin Balkış, Elvan Çalışkan yardımcı mimar: Tan Akıncı mimarlık ofisi: Arkizon Mimarlık işveren: Arkkon Yapı Mühendislik konum: İdealtepe, İstanbul proje tarihi: 2009 yapım tarihi: 2009 - 2011 kapalı alan: 1.790 m2 proje tipi: Apartman yapım türü: Betonarme ana yüklenici: Arkkon Yapı Mühendislik engelli erişimine uygunluğu: Evet
çatı kat planı
EYLÜL 2012 - XXI 50
yapı - konut - İstanbul
giriş kat planı
dubleks kat planı
normal kat planı
plan
Kedi Yolu VARYAP MERIDIAN'ın İÇİNDE YER ALAN H BLOK'UN CEPHE TASARIMI, VARYAP'IN KURUMSAL KİMLİĞİNDEN YOLA ÇIKARAK DOĞAL İKLİMLENDİRME, YEŞİL ÇATI KULLANIMI GİBİ KONULARI TASARIMA DAHİL EDİYOR.
EYLÜL 2012 - XXI 52
yapı - ofis - İstanbul
fotoğraflar: Ozan Öztepe
Beş yüksek katlı konut bloğu, üç ticaret bloğu ve 14 villadan oluşan RMJM tasarımı Varyap Meridian yerleşiminin içinde yer alan H Blok ofis binası cephe tasarımı, MTF Proje tarafından gerçekleştirildi. Ataşehir’de bulunan ve TEM otoyoluna direkt bağlantıya sahip olan H Blok ofis binası kuzeydoğu ana girişinin, Meridian Konut Blokları ile Ataşehir Bulvarı aksı üzerinde konumlandırılması, yerleşim girişini çevre yollardan kolay algılanabilir ve ulaşılabilir kılıyor. Bu aksı dik yönde kesen bir diğer yol ise yeni kurulmakta olan Ataşehir Finans Merkezi alanına bağlanıyor.
varyap merıdıan h blok cephe tasarımı
mtf proje
2010 yılında kaba inşaatı tamamlan yapı, öncelikle Varyap'ın yönetim binası olarak ele alınarak cephe tasarımında Varyap’ın kurumsal kimlik sürecine katkı sağlayan veriler kullanılmış. Yapma edimi ile uğraşma ve üretme olguları, tasarımı yapısal bir
kurguya götürürken Varyap’ın “V” harfi bu kurgunun başlangıç noktasını oluşturmuş. Binanın açık ofis olarak tasarlanan iç mekan planlaması, cephe tasarımına da serbestlik sağlamış. Tekrar eden, yoğunlaşan ve seyrelen V formları ise, kaliteli bir ofis çalışma ortamı için gerekli güneş ışığının kontrolünü sağlıyor. Özel tasarlanmış alüminyum profilden üretilen dış yüzeydeki cephe kabuğu, iç mekanın yeterli miktarda ışık almasını mümkün kılıyor, aynı zamanda güneş ışınlarını kırarak hem gölgeleme etkisi yaratıyor hem de binanın ısınmasını engelliyor. Cam giydirme cephe ve ona 60 cm mesafede konumlanan cephe kabuğu, aralarına yerleştirilen sıcak daldırma galvanizden hazırlanmış 40x40 karolajlı ızgaralarla “kedi yolu”nu oluşturuyor. Cephe tasarım sürecinde öncelikli olarak renk, yüzey ve led aydınlatma çalışmalarına odaklanılan binanın yüzey çalışmalarının başlangıcında, V formlu profiller daha yoğun kullanılırken sonrasında bunlar azaltılarak genişletilmiş metal tel örgü malzeme tasarıma dahil edilmiş. Kabuğun uygulanabilirliği, maliyeti ve detayların geliştirilmesi sürecinde
yapı - ofis - İstanbul 53 XXI - EYLÜL 2012
cephe danışmanının görev aldığı projenin uygulama detayları, tasarımı şekillendirmiş. İlk öneride, bir örtü gibi tüm binayı sarması planlanan cephe kabuğunun detay ihtiyacı sebebiyle, tasarımdaki yüzeylerin birbirinden kopuk ve bağımsız olarak yer almalarına karar verilmiş. Malzeme olarak alüminyum profil çaprazlamalar, bu yapıya özel olarak altı farklı kesitte imal edilmiş. Cephe tasarımı aşamasında tüm uygulama ekipleri ve danışmanlar ile bina teknik olarak ele alınıp binanın ısı kaybı ve kazancı, enerji ve su kullanımları belirlenmiş. Teras katının çatısında güneş enerjisinden faydalanabilmek için fotovoltaik paneller yerleştirilmiş. Binanın ısı yükünü hafifleten yeşil çatı kullanımı ile aynı zamanda yapının ekolojik ayakizi de küçülmüş. Yeşil çatı olarak düşünülen hipermarket mekanının çatısı kullanıcıların öğle tatillerinde mola vererek rahatlayabilecekleri bir rekreasyon alanına dönüşmüş. Ofis binasının teras katında yer alan fitness alanıysa, dış mekanda yer alan dinlenme bölümüyle birlikte ofis çalışma yaşantısını zenginleştiriyor.
proje adı: Varyap Meridian H Blok işveren: Varyap Varlıbaşlar proje yeri: Batı Ataşehir, İstanbul mimari proje: RMJM, Dome Mimarlık mimari cephe tasarımı: Mimari Tasarım Fikirleri (MTF Proje) mimari cephe tasarım ekibi: Derya Ekim Öztepe, Ozan Öztepe, Deniz Ekim Çubukçu cephe uygulama firması: BSM proje tasarım tarihi: 2010 iç mimari proje: Habif Mimarlık statik projesi: Yapı Teknik elektrik projesi: Esan Mühendislik mekanik projesi: GN Mühendislik peyzaj projesi: DS Mimarlık cephe danışmanlığı: CWG
cephe sistem detayı
yapı - ofis - İstanbul
cephe tasarım sürecinden diyagram
ozan öztepe 1999 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldu, 2001 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1999 - 2007 yılları arasında Restoreks, DK Mimarlık, BS Proje ve Tabanlıoğlu firmalarında görev aldıktan sonra 2007 yılında Derya Ekim Öztepe ile Mimari Tasarım Fikirleri’ni kurdu. deniz çubukçu Ön lisans eğitimini 1996 yılında Mimar Sinan Üniversitesi M.Y.O. Restorasyon Bölümü’nde tamamladı. 1998 - 2002 yılları arasında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İç Mimarlık Bölümü’nde lisans eğitimi aldı. Erinal Mimarlık, Çamoğlu Mimarlık ve Erbek İnşaat firmalarında görev aldı. 2008 yılındaysa Mimari Tasarım Fikirleri’ne katıldı.
EYLÜL 2012 - XXI 54
cephe katmanları
derya ekim öztepe 1996'da Yıldız Teknik Üniversitesi M.Y.O. Restorasyon Bölümü’nden, 2000'de aynı üniversitenin Mimarlık Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisansını ise 2004'te İstanbul Teknik Üniversitesi’nde bitirdi. 2004 - 2007 yılları arasında Fethi Toker Güzel Sanatlar Fakültesi ve Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde araştırma ve öğretim üyesi olarak görev aldıktan sonra 2007 yılında Ozan Öztepe ile Mimari Tasarım Fikirleri’ni kurdu.
vaziyet planı
güneybatı cephesi görünüşü
Şeffaf, Geçirgen ve Esnek ATLASSIAN FİRMASININ GENEL MERKEZİNİN TASARIMINI GERÇEKLEŞTİREN STUDIO SARAH WILLMER ARCHITECTURE, FİRMANIN ŞEFFAFLIK YAKLAŞIMINI MEKAN TASARIMINA AKTARIYOR.
EYLÜL 2012 - XXI 56
İç mekan - ofİs - san francisco
fotoğraflar: Jasper Sanidad
Beste Sabır: Projenizin ana konseptinden bahsedebilir misiniz? Tasarımınızı yapının işleviyle nasıl örtüştürdünüz? Sarah Wıllmer: Projeye geçirgen, esnek ve yenilikçi bir mekan yaratma amacıyla başladık. Mevcuttaki yüksek tavanlı depo binasını, bir kasaba meydanı olarak düşünüp çalışanların toplanabileceği bir ortak mekan olarak tasarladık ve bir de amfitiyatro ekledik. Atlassian firmasının bizden talep ettiği masa sayısı, konferans odası ve mutfağın özellikleri gibi kriterleri sağlamaya çalıştık. Ayrıca firma, çalışanlarına odalarının dışında çalışabilecekleri mekanlar sağlamak adına, bizden esnek olarak kullanılabilecek mobilyalar ve alanlar talep etti. Firmayı yansıtan geçirgenlik, şeffaflık ve esneklik anlayışını mekan tasarımına da yansıttık.
atlassıan offıces
studıo sarah wıllmer archıtecture
bs: Mekanın senaryosundan bahsedebilir misiniz? İç mekan alanlarını ve farklı işlevli mekanları hangi kriterler ve yöntemler doğrultusunda birbirinden ayırdınız?
sw: Giriş alanı ana kullanım alanından yarı şeffaf ışıklı bir duvarla ayrılıyor. Işıklı duvarın arka tarafında ofisin bütününe hizmet eden, sirkülasyonun olduğu ana koridor bulunuyor. Mevcut bina iki bölümden oluşuyor. Ana binada kasaba meydanı olarak tanımladığımız, etkinliklerin gerçekleştiği bölümün yanı sıra açık çalışma alanları ve konferans salonları bulunuyor. Tek katlı, betonarme taşıyıcılı ikinci binadaysa mutfak, oyun odaları, çalışma alanları ve bisiklet park alanı bulunuyor. Çeşitli mekanları şeffaflık, farklı renk ve malzemeler kullanarak birbirinden ayırdık. bs: Mekanın sirkülasyonu nasıl çalışıyor? sw: Mevcut binada bulunan üç merdiven ve bir asansör, bina içindeki ana sirkülasyonu sağlıyor. Yapıya amfitiyatroyla birlikte büyük bir merdiven de eklemek durumunda kaldık. Bu alan şu anda kasaba meydanı kotu ve çalışma alanları arasındaki akışa da katkıda bulunuyor. Girişteki yarı geçirgen uzun duvar, etkinliklerin gerçekleştiği meydan, mutfak ve oyun odalarının arasındaki bağlantıyı işaret ediyor.
İç mekan - ofİs - san francisco 57 XXI - EYLÜL 2012
karşı sayfada Kasaba meydanı olarak ele alınan toplanma alanının çalışma alanlarıyla ilişkisi bu sayfada üstte solda: Ortak alanlara bakan toplantı odaları ve ofis bölümleri üstte: Sirkülasyon alanları solda: İç mekanda kullanılan malzemeleri, taşıyıcı ve mekanik sistemi gösteren bir kare
İç mekan - ofİs - san francisco EYLÜL 2012 - XXI 58
bu sayfada en üstte solda: Amfitiyatro bölümü en üstte sağda: Ofis alanları üstte: Çalışma alanlarından bir kare üstte sağda: Açık çalışma alanı olarak kullanılan ve etkileşimin sağlandığı bölümden bir kare sağda: Mutfak
İç mekan - ofİs - san francisco
1. kat planı
59 XXI - EYLÜL 2012
sarah e. wıllmer Syracuse Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nden 1981 yılında mezun olan Willmer, 1984’te Yale Üniversitesi'nde yüksek lisansını tamamladı.1985-1988 yılları arasında The Ohio State Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapan Willmer, Skidmore Owings and Merrill, Anshen + Allen ve Polshek and Partners gibi firmalarda çalıştıktan sonra 2002 yılında kendi ofisini kurdu. Uluslararası alanda birçok yayını ve ödülü bulunuyor.
2. kat planı
proje adı: Atlassian Ofisi proje yeri: San Francisco, Amerika mimari ve iç mimari tasarım: Studio Sarah Willmer Architecture, Sarah E. Willmer tasarım ekibi: Doris Guerrero, Megan Carter, Josue Munoz-Miramon, Olya Piskun inşaat mühendisi: Alex Rood, Fulcrum Structural Engineering proje bitiş tarihi: Ocak 2012
kesitler
ürün tasarımı - koltuk EYLÜL 2012 - XXI 60
fotoğraflar: Ina Spöckmaier
Tuzluk Koltuk OTURMA BİRİMİNİ İÇ MEKANDAKİ BİR ADA OLARAK ELE ALAN “CAY KOLTUK” KULLANICIYI KENDİ PEYZAJINI YARATMA KONUSUNDA CESARETLENDİRİYOR. ÜRÜNÜN TASARIMCISI ALEXANDER REHN İLE TASARIM SÜRECİNİ GÖRÜŞTÜK. Beste Sabır
cay
alexander rehn desıgn studıo
bs: Tasarımınızın çıkış noktası nedir? Anladığım kadarıyla kendi topoğrafyasını yaratmak konusunda kullanıcıyı cesaretlendiriyorsunuz. Alexander Rehn: Oturmak istediği şekle ve doğrultuya kullanıcının karar verip müdahale etmesini sağlayacak bir ürün tasarlamak öncelikli amacımdı. Aynı zamanda kullanıcının ürünü kullanırken kendisi için yeni oturuş pozları ve kullanım şekilleri yaratmasını da sağlamak istiyordum. Bence her vücut şekli farklı ihtiyaçlara sahip. Bu paralelde daha önce hiçbir mobilyada göremediğimiz kadar esnek kullanım çeşitliliğine sahip, ucu açık ve özgür bir mobilya tasarladım. bs: Tasarım sürecinden bahsedebilir misiniz? ar: Tasarım süreci yaptığımız 1:1 ölçekli modellerle bağlantılı olarak ilerledi. Asıl hedefim yeni bir şey yaratmaktı ve çalışıp çalışmayacağı konusundan
emin değildim, bu yüzden fazlasıyla deneme yapmak zorundaydım. Yaptığım ilk prototipin ardından, projenin ilerleyeceğini fakat ürünün konforunu artırmak için çok fazla düzeltme yapmam gerektiğini anladım. Tasarımın başından üretim aşamasının sonuna kadar ilerleyen bu sanatsal süreç, aslında bazı parçaları çıkarıp yeni parçalar ekleyerek bir heykel yapma sürecine benzedi. bs: Ürün kaç farklı biçimde kullanılabiliyor? Bu farklı kullanımları tasarlarken ergonomi adına ne tür çalışmalar yaptınız? ar: Tasarım aşamasının başında öncelikle sağlamak istediğim üç farklı kullanım şekli vardı. Bunlar normal bir oturuş pozisyonu, daha rahat bir oturuş pozisyonu ve ürünün yatar şekilde de kullanılmasıydı. Sonuçta ulaştığımız dört farklı kullanım pozisyonu var fakat kullanıcı bunların dışında da kendi istediği doğrultusunda ürünü şekillendirebiliyor. bs: Üretim süreci nasıl ilerledi? ar: Başlangıçta basit ve hızlıca 1:6 ölçekli modeller ürettik. İlerleyen süreçteyse çok daha detaylı 1:3
ürün tasarımı - koltuk 61 XXI - EYLÜL 2012
ölçekli modellerle çalıştık. Ardından 1:1 ölçekli prototiplerle ürünün gerçekten çalışıp çalışmadığını gözlemledik, bunu sağladıktan sonraki prototiplerde şekil ve rahatlık üzerine odaklandık. Prototiplerde taşıyıcı yüzey olarak ahşap paneller, döşeme kaplaması yerine ise köpük kullandık. Ürünün formunun ve konseptinin karmaşık yapısının aksine, malzeme seçimini olabildiğince basitleştirmeyi tercih ettim. bs: Ürünün taşıyıcı sisteminden bahsedebilir misiniz? Koltuğa verilen biçim nasıl ve hangi malzemeler sayesinde muhafaza ediliyor? ar: Taşıyıcı bölüm, verilen pozisyonları dengeleyerek ürünün verilen şekli korumasını sağlıyor. Koltuğun ayaklarının açıları, farklı pozisyonları sağlayıp dengelemek amacıyla şekillendirildi. Bu bölümler için seçilen malzeme lake ahşap. Yerle temas eden kısımlarda kullanılan poliüretan bölümlerse şekil değiştirmeyle oluşan çarpma ve kaymayı, aynı zamanda ürünün yere zarar vermesini önlüyor.
ilk sayfada: Ürünün kullanış şekillerinden bir örnek önceki sayfada Ürünün farklı kullanım şekilleri bu sayfada sağda ve altta sağda: Tasarım süreci form çalışmaları en altta: Üretim süreci prototip denemesi
EYLÜL 2012 - XXI 62
ürün tasarımı - koltuk
alexander rehn 1983 doğumlu Alexander Rehn, Münih Güzel Sanatlar Üniversitesi'nden mezun oldu. Üçüncü Mekan (The Third Space) isimli yerleştirme çalışması Münih Pinakothek der Moderne, Designers Saturday Langenthal ve Design Miami/ Basel Miami'de sergilenen tasarımcı Zürih'teki stüdyosunda ürün tasarımı çalışmalarına devam ediyor.
MAG Modern çalışma mekanlarının ihtiyaçlarına uygun, esnek ve konforlu ürünler sunan Ersa, Ece Yalım Design Studio tarafından tasarlanan renkli bekleme üniteleriyle ofislere canlılık ve enerji katıyor. Mag, yaratıcı formu ve kullanıcılarına sunduğu okuma keyfiyle bekleme alanlarının tekdüzeliğine farklılık getiriyor. Çalışanlara, bilgisayar
JUST
EYLÜL 2012 - XXI 64
YENİ - ÜRÜN
Franke'nin sunduğu Just Light ve Just Color olmak üzere iki farklı modelden oluşan Just serisi ışıklı bataryaların sahip olduğu hidroelektrik türbin, elektrik bağlantısına gerek duymadan, su çıkış ağzında ışık yansımaları oluşmasını sağlıyor. Just Light modelinde beyaz, Just Color modelinde ise sıcak su açıldığında kırmızı, soğuk su açıldığında mavi ve ara ısılarda mor, lila, açık ve koyu pembe renklerde ışık yayılıyor. Çelik örgü, esnek
LOOP&FRIENDS Villeroy&Boch'un lavabo serisi Loop&Friend, lavabolarına uyumlu küvetleriyle bireysel banyo tasarımları için esneklik sunuyor. Oval ve dikdörtgen olmak üzere iki farklı iç form ile tasarlanan ve toplam 22 adet farklı küvet seçeneği 'white alpin' ve 'white star' olmak üzere iki farklı renge sahip. Büyük dikdörtgen olarak tasarlanan yerleşik
odaklı ofislerin yorucu temposundan uzak, dergi ve gazetelerle baş başa bir kahve molası şansı tanıyor. Sessizliğin zorunlu olmadığı samimi bir mini kütüphane ortamı yaratan Mag, yuvarlak, dikdörtgen, “S” ve kare formlarıyla her mekana ve zevke uygun seçenekler sunuyor. www.ersaofis.com.tr
tesisat bağlantı boruları bulunan Franke Just serisi bataryalar bu özellikleriyle montaj kolaylığı ve eviyeye üst kalitede oturma avantajı sağlıyor. 170 derece dönebilen su çıkış boruları ve spiralleri de eviyenin her noktasına ulaşım kolaylığı sunuyor. Bataryalarda bulunan seramik diskli kartuş, suyun sessiz akışına imkan tanırken perlatör filtreleri de suyun sıçramadan daha düzenli akmasını sağlıyor. www.franke.com
küvetler ise tek ayaklı küvet, iki trapez küvet, oval küvet, köşe banyo ve iki altıgen küvet olmak üzere beş farklı çeşitte sunuluyor. Yalın bir koleksiyon olan Loop&Friends, seçim kolaylığı, tüm Villeroy&Boch ürünleriyle uyumlu kombinasyonları, kolay temizlenebilir yüzeyi ve basit tasarımı ile kullanımı kolaylaştırıyor. www.villeroy-boch.com
ELECTRA Türkiye'deki ilk dijital batarya olma özelliğine sahip Electra Serisi, su çıkış sistemi ve “eco mind” modu sayesinde enerji kaynaklarının etkin ve verimli kullanılmasını destekleyen doğa dostu ürünler arasına katılıyor. Serideki tüm bataryaların üzerinde dikdörtgen şeklinde dijital göstergeler bulunuyor. Debi, sıcaklık ve soğukluk
ayarı, açma ve kapama işlemleri bu panel üzerinden yapılıyor. Electra eviye bataryası spiralli bir eviye bataryası olup, kontrol bölümü spiralli el duşunun üzerinden yapılıyor. Böylelikle ürünün üzerinde ilave bir kumanda kolunun olmaması üründe sade bir görünüm yaratıyor. www.eca.com.tr
KİREMİT LEVHASI
EYLÜL 2012 - XXI 66
YENİ - ÜRÜN
Kılıçoğlu, çatısında hafif malzeme kullanmak isteyenlere yeni kiremit levhası ile kaliteli ve güvenli bir ürün sunuyor. Kiremit levhası, çatı kaplama malzemesi olarak geliştirilmiş, farklı eğimlere elverişli, yalıtımlı ya da yalıtımsız kullanılabilen, su geçirmezlik özelliğine sahip, kiremit irmiğiyle
kaplanmış, UV ışınlarına ve tüm iklim koşullarına dayanıklı bir ürün. Birçok alanda kullanılabilen kiremit levhasının üzerindeki kiremit irmiği doğal bir görünüm oluşturuyor. İstendiğinde altına yalıtım malzemesi konularak çatıya monte edilebilen ürün, herhangi bir yanıcı madde içermiyor. www.kilicoglu.com.tr
FACTORY
ALÜMİNYUM KAPI
Hanna Home'un Türkiye temsilcisi olduğu Rasch markasının yeni koleksiyonu Factory, beton, taş, kum, metal ve ahşap dokusunu mekanlara taşıyor. Malzemeleri mümkün olduğunca en doğal haliyle kullanan mimari akım Brütalizm’in etkilerini taşıyan koleksiyon, mimari yaklaşımın gözde malzemesi olan ve modern iç mimarinin tercihi haline gelen brüt beton temalı duvar kağıtlarıyla dikkat çekiyor. Renk paletinde gri, siyah, kahve, füme ve krem tonlarının ağırlıkta olduğu koleksiyonda, tuğla ve kum desenli duvar kağıtlarında üç boyut etkisi öne çıkarken, vidalı metal plakaları yansıtan tasarımlar gri ve bronz metalik efektlerle sonlandırılmış. Çatlak bir duvarı yansıtan beton dijital baskı paneli ise gerçeğe yakın bir görünüm sunuyor.
Schüco'nun alüminyum villa kapısı, bir dış mekan kapısında bulunması gereken güvenliğe ve dış ortam koşullarına karşı dayanıklılığa sahip. Pek çok konut projesinde ve şahıs villalarında tercih edilen Schüco alüminyum villa kapıları, konutlara güvenli ve dekoratif girişler sağlıyor. Pura, Alluce ve Classica olmak üzere üç ana modeli bulunan kapılar farklı tasarım alternatiflerini kendi içlerindeki farklılıklarla artırıyor. Standart donanımda bulunan güvenlik düzeyi; yüksek üç noktadan kilitleme sistemi, iki adet güvenlik pimi, 400 mm ve 45 derece eğimli dış kol, parmak izi okuyucu sistem, uzaktan kumanda sistemi, gömme kapı pompası, kapı dürbünü, gizli zincir mekanizması ve farklı gizli menteşe seçeneklerine sahip.
www.hannahome.com.tr
www.schueco.com.tr
VMZ COMPOSITE VMZ Composite, her iki yüzeyinde 0,50 mm VMZINC titanyum çinko ve arasında yangına dayanımı yüksek (A2 sınıfı FR) üç milimetre polietilen dolgu malzemesi bulunan yeni nesil kompozit bir malzeme. İleri teknolojiyle 1,25 metre eninde ve altı metre uzunluğa kadar üretilebilen levhalar Türkiye'deki cephe giydirme uygulayıcıları tarafından şekillendirilebiliyor. Füme gri patinalı QUARTZ-ZINC ve antrasit siyah
ANTHRA-ZINC yüzey seçenekleri sayesinde estetik, doğal ve bakım gerektirmeyen hareketli cepheler elde edilebiliyor, boya ve bakıma gerek kalmadan uzun yıllar eskimeyen bir doğallık sağlanıyor. Titanyum çinko malzemenin tüm niteliklerini üç katmanlı dayanıklılık ile birleştiren VMZ Composite bina cepheleri için geniş mimari olanaklar sunuyor. www.vmzinc.com.tr
EYLÜL 2012 - XXI 68
YENİ - ÜRÜN
Fibro-Transbeton pXL Işık geçiren betonun yaratıcısı mimar Aron Losonczi, Fibrobeton tarafından Türkiye'de üretilmeye başlayan FibroTransbeton pXL ürünü hakkında bilgi verdi.
dağılımla nasıl yerleştirebileceğim fikrini geliştirmeye çalıştım. Fakat temelde bu işin, yani betonun içinde cam kullanmanın sanatsal kısmından etkilendiğimi söyleyebilirim.
tuğba demirci: Işık geçiren beton fikri nasıl ortaya çıktı? Bu malzemeyi tasarlarken ana düşünceniz neydi? aron losonczi: Mimarlık öğrencisiyken betonla ilgili birtakım workshoplara katıldım. Bu workshoplar esnasında estetik bir biçimde cam ile betonun birleştirilebildiğini gördüm. Bunu görmek beni heyecanlandırdı ve sonrasında çeşitli denemeler yapmaya başladım. En iyi çözümün fiberoptik kullanmak olduğunu farkettim. Birden çok fiberoptiği betonun içine eşit bir
td: Anlattığınıza göre ışık geçiren beton bir ihtiyaca karşılık değil de daha çok görselliğinden dolayı ortaya çıkmış. al: Aslında evet bu ilginç bir nokta çünkü düşündüğümde şu ya da bunun için tasarladım diyemem. Fakat zamanla bu malzemeyle yapılabilen ürünlerin sayısı arttı ve nasıl ya da ne için kullanılabileceği üzerine fikirler çoğaldı. Şu an binlerce fikir var ortada. Ana malzeme yani ışık geçiren betonun, tasarım ile camı bir araya getirerek sanatçılar, tasarımcılar ve
mimarların fikirlerini ifade etmede iyi bir araç olduğunu düşünüyorum. td: Fibro-Transbeton pXL'in temel malzemeden ne gibi farklılıkları var? al: Işık geçiren beton dediğimiz ürünün ilk halinde fiberoptikler kullanılıyordu. Fibro-Transbeton pXL'de ise fiberoptikleri özel şekil verilmiş plastiklerle değiştirdik. Üretim şekilleri de farklı. Fiberoptik kullanılan ürün tamamen el işçiliğiyle üretiliyor. td: Bu iki malzemenin kullanım alanları da farklılaşıyor mu? al: Malzeme şimdiye kadar daha çok iç mekan projelerinde, bölme duvarlar, resepsiyon masaları gibi iç mekan mobilyalarında kullanıldı. Fakat FibroTransbeton pXL büyük ölçekli dış
mekan projelerinde kullanılabiliyor. Bu malzemeyle kanallar, tren istasyonları gibi büyük projeler üzerinde çalışıyoruz. Aydınlatılmış kent mobilyaları, heykeller ya da farklı ürün tasarımları yapmak da mümkün. İlerleyen yıllarda FibroTransbeton pXL'in giydirme cepheler, zemin kaplamaları gibi çok büyük ölçekli projelerde sıkça kullanıldığını görmek hoş olacak. td: Fibrobeton ve Litracon arasındaki işbirliği nasıl gerçekleşti? al: Fibrobeton sektöründe profesyonel bir firma. Yeni ürünümüzü Türkiye'de üretmek için Fibrobeton'un doğru bir ortak olduğunu düşünüyorum. FibroTransbeton pXL'in Türkiye'de de başarılı mimari işlerde kullanılmasını umuyorum.
MSGSÜ-VİTRA SERAMİK SANAT ATÖLYESİ SERGİSİ AÇILDI Vitra ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi işbirliğiyle çalışmalarını sürdüren MSGSÜ-Vitra Seramik Sanat Atölyesi'nin ilk sergisi Temas, 29 Ağustos'ta Tophane-i Amire Kültür Merkezi'nde açıldı. 13 Eylül'e kadar ziyaret edilebilecek sergide, atölyenin davetlisi olarak Türkiye'ye gelen MSGSÜ Seramik ve Cam Tasarımı Bölümü öğrencileriyle çalışan sanatçı Ole Lislerud’un son çalışmaları izlenebiliyor.
GOOGLE VE TURKCELL PROJELERİNDE ARTSTONE İMZASI
Eylül 2012 - XXI 70
FİRMA HABERLERİ
Dekoratif duvar panellerinin önde gelen isimlerinden Artstone, sunduğu tasarım ve sürekli yenilenen ürün koleksiyonuyla sektöründe yenilikçi ve seçkin projelerde yer almaya devam ediyor. Artstone, Google ve Turkcell ile iş ortaklığına imza atarak
çağdaş ve sürdürülebilir yaşam kompozisyonları yaratıyor. Beş yıl montaj garantisiyle çalışan marka, %100 müşteri memnuniyeti ilkesini benimseyerek yurt içi ve yurt dışındaki referanslarına yenilerini ekliyor. Dış cephe uygulamalarıyla da dikkat çeken marka, dekorasyon sektörü ve mimari platformdaki yerinin altını çiziyor. www.artstone.com.tr
GALA, RED DOT MÜZESİ'NDE SERGİLENİYOR Koleksiyon Mobilya'nın Good Design ve 2012 Red Dot ürün tasarım ödüllerine sahip olan Gala ofis sandalyesi bir yıl boyunca Singapur Red Dot Tasarım Müzesi'nde sergilenecek. Gala, Gerhard Reichert, Heinrich Iglseder ve Koray Malhan tarafından çalışma ve toplantı odaları için tasarlandı.
En az müdahaleyle insan vücuduna uyum sağlayan yapısı, teknolojik detayları, ürün için geliştirilen çözüm önerileri, yenilikçi sırt yapısı ve patentli mekanizmasıyla insana yakın bir estetik kimlikle öne çıkıyor. www.koleksiyon.com.tr
Sergide ayrıca 1957 yılında kurulan Vitra Seramik Sanat Atölyesi'nin kilometre taşlarını aktaran bir zaman çizelgesi de yer alıyor. Bu işbirliği kapsamında her yıl iki yerli ve iki yabancı sanatçının MSGSÜ-Vitra Seramik Sanat Atölyesi'ne davet edilmesi ve üniversite bünyesinde MSGSÜ-Vitra Çalıştayları düzenlenmesi planlanıyor. www.vitraseramiksanatatolyesi.org
GROHE DÜNYA MİMARLIK FESTİVALİ ANA SPONSORU
Mimar Moshe Safdie ve ekibi tarafından tasarlanan Singapur'daki Marina Bay Sands, 3-5 Ekim 2012 tarihleri arasında 2012 Dünya Mimarlık Festivali'ne ev sahipliği yapıyor. Festivale beşinci kez ana
sponsor olan Grohe, yeni ürünlerini bu etkinlikte tanıtıyor. Banyolarında Grohe Ondus ve Grohe Eurodisc armatür serisinin kullanılması otelin konforuna katkı sağlıyor. Grohe Silk Move teknolojisi ise kumanda kolunun rahat kullanımına ve su sıcaklığının hassas bir şekilde ayarlanmasına olanak tanıyor. www.grohe.com.tr
EMEL KURHAN'DAN İSTANBUL VE PARİS REHBERLERİ Tasarımcı Emel Kurhan'ın Jotun Boya işbirliğiyle hazırladığı İstanbul ve Paris rehberlerinde tasarımcının bu iki şehirde gezdiği yerler farklı bir dille aktarılıyor. Fotoğraflar, el yazıları, kanaviçelerle işlenmiş kolaj defterlerine benzeyen kitapların herhangi bir turistik rehberden farkı tamamen el yapımı
olması. Sınırlı sayıda basılan ve Beymen Blender, Midnight Express, Bilstore, Lastik Pabuç mağazalarından satın alınabilen rehberlerin satışından elde edilecek gelirin tümü hayvanları koruma kurumlarına bağışlanıyor. www.jotun.com.tr
fotoğraflar: Cemal Emden
söyleşİ
Bütüncül Tercih Kalebodur Marka Müdürü Bahadır Borand, markanın ürün gamı ve çalışma yöntemleriyle ilgili sorularımızı yanıtladı.
Eylül 2012 - XXI 72
Tuğba Demirci
td: Kalebodur'un ürün gamını belirlerken nasıl bir strateji izliyorsunuz? Bahadır Borand: Kalebodur markamız geçmişten gelen jenerik bir marka. Jenerik olmak her ne kadar bir marka için gurur verici bir durum da olsa ilk çıktığınız ürün ile hafızalarda yer etmek aynı zamanda kendinizi yenilediğinizi sürekli ispat etme çabası gerektiren bir durum. Bu nedenle geçmişimizden gelen bu köklü imajımızı kaybetmeden, dünyada ve Türkiye'de ilklerin altına imzasını atmış bir marka olarak da bilinmek istiyoruz. Bu tabi ürün geliştirme stratejimizi doğrudan etkiliyor.
yaratan ve kendine çözüm ortağı arayan bir kitleden bahsediyoruz. Kalebodur olarak, profesyonellerin hayal ettiklerini ürün, sistem ve hizmet harmanında sunuyoruz. Yani işin içinde sadece ürün yok. Beraberinde bir sistem çözümü ve hizmet de var. Projelendirmede mimarların kesinlikle devrede olduğu yüksek performans gerektiren ve ağırlıklı olarak ticari alanların zemin ve duvar kaplamalarını geliştirmek amacındayız. Mat-parlak, doğal taş, mermer ve mimarların sevdiği brüt beton (çimento görünümlü) efektli tamamen porselen ürünler oluşturduk. Hedef kitlemize yönelik en yeni ve en iyi doğal ürünü geliştirmek bizim en büyük hedefimiz.
Bu noktada Kalebodur’un farkı, gerek ürün gamı gerekse çözümsel yaklaşımları ile profesyonellere yüzünü dönmüş olması. Profesyoneller derken mimar ağırlıklı olmak üzere, müteahhit, iç mimar gibi projeler
td: Seramik ve porselen seramik gibi malzemelerle yapılan ürünlerin üretimi esnasında teknolojiyi nasıl kullanıyorsunuz? bb: Bu sene fabrikamızda yeni bir Ar-Ge açılışımız oldu. Sektörünün
en büyük Ar-Ge’si denebilir. Hem nihai ürün, hem malzeme geliştirme, hem de üretimde süreç iyileştirme işlevlerini bünyesinde bulunduruyor. Güçlü bir ürün geliştirme ekibimiz var. Koordineli bir şekilde tüm yeni malzeme ve uygulama teknikleri ürünlerin geliştirilmesinde kullanılıyor. Bunların dışında üretim ekipman ve makineleri teknoloji ilerledikçe gelişmekte. Sektörün öncüsü olarak bu gelişmeleri takip etmek ve üretimimize uyarlamak en büyük görevlerimizden biri. Örneğin; Türkiye’de tek olan Kalesinterflex ürünümüz, bir metreye üç metre boyunda ve üç milimetre kalınlığında porselen bir karo. Bu incelik ve büyüklük için özel üretim teknolojileri gerekiyor. Buna Türkiye’de ilk yatırım yapan marka Kalebodur. Endüstriyel bir ürün olan seramik karonun en büyük hedeflerinden bir tanesi üretim sürecinde çevreye en az etki bırakmak. Hem kullanılan
ilk sayfada Raif Dinçkök Kültür Merkezi
EYLÜL 2012 - XXI 74
söyleşİ
bu sayfada sağda: Hilton Garden Inn Golden Horn Sütlüce sağda altta: Vehbi Koç Vakfı Ford Otosan Kültür ve Yaşam Merkezi altta: Tekfen Kağıthane Ofispark
malzemede, hem üretim sürecinde az doğal kaynak kullanımını sağlamaya çalışıyoruz. Burada teknoloji kullanımı büyük önem arz ediyor. Tabi bu teknolojiyi kullanmada ve yönetmede nitelikli işgücü ve know-how da önemli. Kalebodur’un geçmişten gelen bu birikimi sayesinde iş süreçlerini yönetmek bu manada zor olmuyor. td: Bu süreç boyunca mimarlarla ve tasarımcılarla nasıl bir çalışma yöntemi izliyorsunuz? bb: Bir ürünün fikir olarak ortaya atılmasından doğumuna ve müşteriye ulaşmasına kadar olan süreçte çok büyük bir ekip hizmet ediyor. Pazarlama, tasarım, satış ve fabrikada görev alan ekibimizle koordineli bir çalışma yaparak ürünlerimizi ortaya çıkarıyoruz. Bunun yanı sıra yurtdışından da bazı firmalarla
çalışıp, oradaki danışmanlarımızın yönlendirmeleriyle tasarım destekleri alıyoruz. Yurtiçinde çalıştığımız ünlü tasarımcılar da mevcut. Ürün ve sistem çözümleri ile birlikte bugüne kadar birçok büyük projede mimarların yanında çözüm ortağı olarak yer aldık. Bu anlamda onların her türlü fikirleri ve yönlendirmeleri ürün ve sistem geliştirmemizde bize yardımcı oluyor. Mimarlarla sürekli yeni fikir alışverişinde bulunuyoruz. Buna yönelik daha neler yapabileceğimizi araştırıyoruz. Bu tip yaklaşımlarla kendi ürünümüzü de her yıl gelişen teknoloji ile daha verimli hale getiriyoruz, çözümler üretiyoruz. Onlardan aldığımız güçle de özellikle ürünle birlikte sistem üreten çözümleri tercih ediyoruz. Hedefimiz, gelişen fikirlerde ilk akla gelen marka olabilmek.
uygulama - ofİS MOBİLYASI - İstanbul Eylül 2012 - XXI 76
Doğal Konsept Nevzat Sayın'ın tasarladığı Doğan Holding Genel Müdürlük ve Ofis Binası'nın mobilyaları Diyalog Ofis tarafından sağlandı. Nuray Aksu Genç
Doğan Holding Genel Müdürlük ve Ofis Binası, NSMH/Nevzat Sayın Mimarlık tarafından tasarlandı. Proje bütünlüğünde hareketli mobilya yerleri belirlenmiş olsa da, Doğan Holding’in yönetim organizasyonu ve departmanlar arası çalışma sirkülasyonu karma yapılıp, ortaya çok net ve iş verimliliğini artırıcı bir yerleşim projesi çıktı. Ofislerde pencere akslarını takip eden 420x80 cm uzunluğundaki üçlü çalışma gruplarıyla sade bir çalışma ortamı oluşturuldu. Dolaplar farklı ölçülerdeki çalışma gruplarının arasına ihtiyaca göre yerleştirildi. Hareketli mobilyaların malzeme ve renkleri binanın konseptine uygun
olacak şekilde seçildi. Gri tonların baskın olduğu mekandaki çalışma koltuklarının farklı renklerde seçilmesiyle proje konsepti cnlandırıldı. Sedus'un Place 2.5 konseptine uygun olarak çalışanlara eğlenceli bir çalışma ortamı sunuldu, motivasyon ve iş veriminin artırılması amaçlandı. Place 2.5 konsepti; vakit geçirilen üç zaman dilimi olan ev, iş ve eğlence zamanlarını ofise taşımak anlamına geliyor. Doğaya yakın olmak, çalışırken de doğayla iç içe bulunmak, doğanın ses, koku, renk ve yeşil akıma uygun malzemelerini ofise taşımak bu konseptin gerçek misyonu. Diyalog Ofis'in diğer projelerinde olduğu gibi Doğan Holding binasında da bu amaç doğrultusunda proje mimarı Nevzat Sayın ile birlikte ana felsefe projeye
yansıtıldı. Doğan Holding binası içindeki toplantı odaları, seminer, fuaye, restoran gibi sosyal alanlar ve üst yönetici odalarına Lammhults’un zamansız tasarımları, halen el işçiliğiyle üretilen, yeşil akıma uygun, yalın çizgileriyle dikkat çeken ürünleri yerleştirildi. Projenin tasarımcısı Nevzat Sayın, Diyalog Ofis ile yaptıkları işbirliğini şöyle anlatıyor: “Bütün tasarımcılar, ilk evrelerde her şeyi tasarlamaya çalışırlar. Yaparlar da. Sadece yapılarla ve mekanlarla kalmaz, masaları, sandalyeleri, dolapları, sehpaları, aydınlatma elemanlarını, kapı kollarını tasarlama çabası kimi zaman iyi şeyler çıkmasını sağlasa bile çoğu zaman boşuna harcanmış bir enerjiden ya da yanlış kullanılmış bir zamandan yakınmaya yol açar. İşte bu 'uyanış' mimarlık dışındaki
uygulama - ofİS MOBİLYASI - İstanbul 77 XXI - EYLÜL 2012
tasarım dünyasına daha dikkatli bakmamızı, 'kullanışlı' ürünleri farketmemizi sağlar. Bizim de her şeyi tasarlamaktan vazgeçtiğimiz zamanlardan başlayan 'yakın duran nesneler'i bulma çabamız sonunda, önceleri biraz çekingen, sonraları daha rahat seçip kullandığımız mobilyalar içinde İskandinav mobilyalarının yerini ayrıcalıklı kıldı. Uzun yıllarla bu durum giderek pekişti. Sanki birileri bizimle aynı endişeleri paylaşarak bizim için bir şeyler yapıyormuş gibi bir hisle hemen elimize alıp karıştırdığımız kataloglar bu coğrafyadan oldu ve hala böyle. Diyalog Ofis bizim zaten aşina olduğumuz İskandinav tasarımının çok nitelikli ürünleriyle tanışmamızı sağladı. İyi tasarlanmış ürünlerin iyi bir servisle önce proje aşamasına, sonra mekanlarımıza taşınıp getirilmesinden memnun, iyi bir işbirliğinin tadını çıkarıyoruz.”
karşı sayfada Restoran bu sayfada en üstte solda: Ofis en üstte sağda: Restorant üstte solda: VIP toplantı odası üstte: Toplantı odası solda: Üst yönetici odası
archled
EYLÜL 2012 - XXI 78
REFERANS PROJE - aydınlatma
ArchLED, ürünlerin sadece elektronik detaylarına odaklanmak yerine, kurucularının 10 yılı aşan deneyimleri sayesinde proje hizmeti, ürünlerin dış kabuk tasarımı, montaj hizmeti, ürün aksesuarları ve ürün serilerinin birbirlerini tamamlaması gibi detaylarla tamamen kendine has bir çizgi izliyor. ArchLED aynı zamanda klasik aydınlatma ürünleri yerine LED çözümlü ürün kullanımının daha sürdürülebilir bir çevre için yararlı olduğuna inanıyor. LED aydınlatma ürünleri klasik tipteki aydınlatma ürünlerine kıyasla daha az enerji tüketiyor ve çok daha uzun ömürlü. LED çözümlü ürünler kullanarak tasarruf edildiği gibi doğaya da katkıda bulunuluyor. Diğer önemli bir nokta ise ArchLED ürünlerinden hiçbirinin kurşun ya da civa gibi çevreye zararlı ağır metalleri içermemesi ve geri dönüşüm süreçlerinin çok daha kolay ve ucuz olması.
mıss sıxty
kaşıbeyaz
212 avm
wındowıst tower
ıce bar
www.k2plus.com.tr • Acıbadem Hastanesi, Bodrum • Akbatı AVM, İstanbul • Astana Media Center, Kazakistan • Borusan Süzer Plaza, İstanbul • Bryela Evleri, İzmir • Club Mesasaray, Antalya • Hilton Hampton Otel, Bursa • Ice Bar, İstanbul • İtalyan Kültür Merkezi, İstanbul • Kale İş Merkezi, İstanbul • Maçka Residence, İstanbul • Malabo Convention Center, Ekvatoryal Gine • Miss Sixty&Energie, İstanbul • Windowist Tower, İstanbul • Yemek Sepeti, İstanbul
ıce bar
EYLÜL 2012 - XXI 80
REFERANS PROJE - aydınlatma
DURLUM durlum GmbH asma tavan, aydınlatma ve gün ışığı sistemlerinin üretiminde uzmanlaşmış bir aile şirketi olarak 1967 yılında kuruldu. Bugüne kadar mimarların, iç mimarların, tasarımcıların ve inşaat şirketlerinin başarılı bir çözüm ortağı oldu. Yılların tecrübesi ve üstün know-how'u sayesinde bireysel ve modern ihtiyaç ve taleplere kompleks sistemlerle çözüm üretiyor. Yenilikçi bir şirket olarak kalite ve çevrecilik yönetim sistemi anlamında da ISO 9001:2008 ve ISO 14001:2004 sertifikalarına sahip olan durlum, her zaman en son teknolojiyle çalışıyor. Uzun yıllardır hem iç hem dış mekanlarda LED sistemleri ve doğal ışık uygulamaları konusunda da faaliyet göstermeye devam ediyor. Havaalanları, alışveriş merkezleri, tren istasyonları, metrolar ve kamu alanları için üretilen proje çözümlerinin yanı sıra ofis binası, müze, okul, üniversite, hastane, otel, kültür merkezi ve özel villalar için de aydınlatma çözümleri sunuyor. Estetik ve fonksiyonelliğe önem veren durlum'un geniş ürün yelpazesi yüksek kaliteli metal, petek, genişletilmiş, ısıtma-soğutmalı tavanlarla ada tavanlar, ışık tavanları, aydınlatma, ışık ve gün ışığı sistemlerinden oluşuyor.
amstelgebouw iş merkezi
www.durlum.com.tr • Amstelgebouw İş Merkezi, Amsterdam, 2012 • Chhatrapati Shivaji Uluslararası Havaalanı, Terminal 2, Mumbai, 2012 • Era İş Merkezi, Chorzow, 2012 • Huma Alışveriş Merkezi, Schwabach, 2012 • Salalah Uluslararası Havaalanı, Salalah, 2012 • Dernegül Metro İstasyonu, Bakü, 2011 • Millenium Hall, Rzeszow, 2011 • Delhi Indira Gandhi Havaalanı, Delhi, 2010 • JTI Yönetim Binası, Almaata, 2010 • FHNW, Windisch, 2009 • Kopenhag Metro İstasyonu, Kopenhag, 2009 • Sheremetyevo Havaalanı, Moskova, 2009 • Hong Kong Havaalanı, 2008 • Changi Havaalanı-Terminal 3, Singapur, 2007 • Radisson SAS Hotel, Berlin, 2007
huma alışveriş merkezi
fhnw
dernegül metro istasyonu
kopenhag metro istasyonu
era iş merkezi
PROLUX Teknik ve dekoratif aydınlatma çözümleri sunan Prolux, aydınlatma sektöründeki 36 yıllık tecrübe ve birikimiyle tasarım ve üretim odaklı bir firma olarak çalışmayı sürdürüyor. Aydınlatma armatürü tasarımı ve üretiminin yanı sıra bünyesinde bulunan mimar ve aydınlatma tasarımcılarıyla aydınlatma projeleri hazırlıyor, mimarlığın dördüncü boyutu olan aydınlatmayı farklı bir bakış açısıyla ele alıyor. Geniş ürün yelpazesi ve ihtiyaca yönelik özel üretimleriyle iç ve dış mekan aydınlatmasında ürün kalitesini önceliği olarak belirleyen firma, proje bazında yaptığı çalışmalarda mimari tasarım süreciyle birlikte yürütülen, mimariyle bütünleşik aydınlatma çözümleri üretiyor.
lacoste lıve, beyoğlu
armani
• Acıbadem Hastanesi, İstanbul • Arçelik, Tüm Mağazalar • Beko, Tüm Mağazalar • Doğuş Oto, İstanbul • Emaar İnşaat, İstanbul • Gap, Tüm Mağazalar • Garanti Bankası, Tüm Şubeler • Kale, Tüm Mağazalar • Koton, Tüm Mağazalar • Lacoste, Tüm Mağazalar • Memorial Sağlık Grubu, İstanbul • Mövenpick Hotel, İzmir • Radisson Hotel, İzmir • The Savoy Hotel, Kıbrıs • Yeşil İnşaat, İstanbul
gızıa
erdem kıramer, akmerkez
doğuş oto, maslak
desa merkez binası
EYLÜL 2012 - XXI 82
REFERANS PROJE - aydınlatma
www.prolux.com.tr
fabrika
eylül ajandası 1 Eylül
Binaların Ötesindeki Mimarlık
Küratör Aaron Betsky, "Architecture Beyond Buildings [Binaların
Salt Galata, İstanbul
www.saltonline.org
Gümüşlük Akademisi, Bodrum, Muğla
issuu.com/aysemelodi/docs/arch_ intuition_workshop_sept_2012_poster
Maltepe Üniversitesi, İstanbul
www.mimarlik.maltepe.edu.tr
Bilkent Üniversitesi, Ankara
semp2013@kulturad.org
İstanbul Modern, Karaköy, İstanbul
www.madeinistanbul2012.tumblr.com
Paris, Fransa
www.parisdesignweek.fr/en/accueil
CNR Expo Fuar Merkezi, İstanbul
www.zow.com.tr
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Gülbahçe, İzmir
pyyk2012.iyte.edu.tr
Salt Galata, İstanbul
www.saltonline.org
Tokyo, Japonya
www.mimarlarodası.org.tr/sergiler
Yapı Endüstri Merkezi, Fulya, İstanbul
www.yemetkinlik.com
Milli Kütüphane, Bahçelievler, Ankara
www.peyzajmimoda.org.tr
Barselona, İspanya
www.coac.net
Venedik, İtalya
www.labiennale.org/en/architecture
Ötesindeki Mimarlık]" başlıklı konuşmasında, mimarlıkta asıl ilginç ve önemli olanın binaların ötesinde, içinde ve binalar aracılığıyla bulunabileceği fikrini tartışıyor.
... - 5 Eylül
3 - 8 Eylül
Organik Mimarlık Çalıştayı: Doğum ve Sağlık için Mekanlar Yaratmak
Yedi gün sürecek olan kurs, yeni bir yaratıcı yaklaşımla nasıl
BUG Tasarım Atölyeleri
BUG (Biliş ve Uygulamada Gariplikler) Tasarım Atölyeleri, hata
sağlık ve doğum için mekanlar tasarlanabileceği konusuna odaklanıyor.
ve kusurlulukların peşine düşmeyi ve tasarım alanında sağlayabileceği olasılıkların neler olduğunu sorgulamayı amaçlıyor.
5 - 7 Eylül
7. Kültür Araştırmaları Sempozyumu: Bellek ve Kültür
Sempozyum, kültür araştırmaları alanında “bellek” ve “kültür” kavramlarını çeşitli biçimlerde bir araya getiren konularda yerleşik yargıları sorgulamayı, eleştirel ve çözümleyici çalışmalarla yeni kuram ve yöntem arayışları ortaya koyabilmeyi amaçlıyor.
9 Eylül (son başvuru)
İstanbul Tasarım Bienali
İstanbul Tasarım Bienali'nin iki ana sergisinden biri olan ve küratörlüğünü Emre Arolat'ın üstlendiği Musibet temalı bölümde yer alacak 40 Nasihat Made in ISTANBUL projesi için "nasihat avcıları" aranıyor.
10 - 16 Eylül
Paris Tasarım Haftası
2011'de Maison&Object tarafından düzenlenen tasarım haftası bu yıl yeni etkinlik, sergi ve konuşmacılara ev sahipliği yapıyor.
13 - 16 Eylül
ZOW İstanbul 2012
ZOW İstanbul 2012, Uluslararası Mobilya Endüstrisi, İç Tasarım Aksesuar ve Ekipmanlari Fuarı beşinci kez kapılarını açıyor.
13 - 16 Eylül
2. Proje ve Yapım Yönetimi Kongresi
İlki 2010'da ODTÜ'de düzenlenen kongre, akademisyenler, profesyoneller ve araştırmacılarla bir araya gelerek bu alanda
Eylül 2012 - XXI 84
ajanda
fikirlerin paylaşılmasını sağlayamayı amaçlıyor.
21 Eylül - 6 Ocak
Modernin İcrası: Atatürk Kültür Merkezi, 1946 - 1977
Pelin Derviş ve Gökhan Karakuş'un küratörlüğünü üstlendiği sergi, Hayati Tabanlıoğlu mimarlık arşivinden belgeleri de içeren bir çalışmayla binanın zorlu ve incelikli tasarım ve yapım süreçlerini ortaya çıkarıyor.
26 - 30 Eylül
Afetler, Çevre, Kültür Bağlamında Türkiye'de Mimarlık Pratiği
Sergi, Türkiye Mimarlar Odası tarafından düzenlenen Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri’nde ödül alan ve “afet”, “kültür”, “çevre” temaları çerçevesinde, bu sorulara yanıt arayan mimar bireylerin arayışlarını yapılar aracılığıyla sunuyor.
27 Eylül
27 - 28 Eylül
Martha Schwartz: Sürdürülebilirliğin Yumuşak Yüzü
Önemli projelere imza atan ünlü peyzaj mimarı ve sanatçı
Koruma ve Peyzaj Mimarlığı 2. Sempozyumu
TMMOB Peyzaj Mimarları Odası, Türkiye'deki korumaya
Martha Schwartz konferansı saat 19:00'da başlıyor.
yönelik yeni yasal düzenlemelerle ilgili durum değerlendirmesi yapmak amacıyla kentsel, kültürel ve tarihi miraslar üzerine kurgulanan bir sempozyum düzenliyor.
27 - 28 Eylül
... - 25 Kasım
7. Avrupa Peyzaj Mimarlığı Bienali
Teması “Bienal versus Bienal” olarak belirlenen etkinlikte,
Venedik Mimarlık Bienali
David Chipperfield tarafından tasarlanan bienalin ana
peyzaj mimarlığı için yeni eğilimler ve yaklaşımlar aranıyor.
sergisinde, mimar, tasarımcı, fotoğraf sanatçısı ve eleştirmenler tarafından yapılmış 66 proje yer alıyor.