xxi kasim 09

Page 1

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K



Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekân Depo Yayıncılık adına sahibi ve yayın yönetmeni Kuyaş Örs yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş Ürer endüstriyel tasarım editörü Tuçe Yasak blog yuvası editörü Enise B. Karaçizmeli yardımcı editörler Bihter Çelik Elif Esmez

BİZİM ÜZERİMİZE DÜŞEN

reklam müdürü Eda Ünsalan reklam sorumlusu Burcu Hinginar Akıncı okuyucu ilişkileri sorumlusu Biriçim Kalender grafik tasarım Aslıhan Özgen sayfa tasarım ve uygulama Sibel Gündoğdu grafik asistanı Doğukan Bilgin kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu, BEK web tasarımı Ufuk Demirgüç Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz kapak fotoğrafı 41 Cooper Square, New York, 2009 © Iwan Baan basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Depo Yayıncılık Hacı İzzet Paşa Sokak Rota 1 Apartmanı 12/2 34427 Gümüşsuyu İstanbul 0212 251 1811 xxi@depo.com.tr genel dağıtım DPP Yerel süreli yayın Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Depo Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.

XXI'in bu ayki konularından Londra'daki Barbican Centre'daki Radical Nature (Radikal Doğa) sergisi mimarlık ve sanatın değişen gezegenimiz için 1969'dan beri ürettiği işlere odaklanıyor. Doğanın sanat ve mimarlıktaki izlerini sürmek hedefiyle yola çıkan sergi doğal olarak geniş bir alanı tarıyor: Arazi sanatı işlerinden biyomimetik tasarımlara, doğanın kendisinin bir sanat eseri olarak düşünülmesinden artifaktların doğallaştırılmasına dek uzanan geniş bir spektrum gözlerimiz önüne seriliyor. İnsanı artık doğanın bir parçası olarak görmeyen yaklaşımın uzun süredir hüküm sürmesinin ve kendini üstün tür olarak gören insanların doğayı tahrip etmekte hiçbir sakınca görmemesinin sonucunda dünyanın bugünkü haline geldiğini tahmin etmek çok da zor değil. Sergi de bu şekilde doğaya yabancılaşmanın önüne geçilmesi için doğayla çalışan işlere odaklanıyor. Aldo Cibic'in köşesinde yer verdiği, kendi projesi Microrealities'in bir parçası olan The Vegetable Garden City

(Bostan Kent) ise çiftlik yaşamının bugünkü gerçeklik içinde nasıl mümkün kılınabileceğini araştırıyor. Kente çok da uzak olmayan bir konumda bulunan çiftlik orta sınıfın alım gücünü artırabilmesi için bir fırsat, aynı zamanda insanların doğa içinde yeni bir yaşam tarzı geliştirebilmeleri için sunulan bir olanak. Sürdürülebilir bir çevre için geç kalınmış çabanın tüm dünyadaki tasarım ve mimarlık söylemine hakim olmaya başladığı aşikar. Biz de Depo Yayıncılık olarak kendi payımıza düşeni yapmakla yükümlüyüz. Bu sayıdan itibaren yayımlıyor olduğumuz tüm basılı ürünlerimiz için tamamen atık kağıtların yeniden değerlendirilmesiyle elde edilen kağıtlar kullanıyor olacağız. XXI için yüzde yüz geri dönüştürülmüş bir kağıt kullanarak ağaç kesmeden dergi yayınlıyor olmak bizi mutlu ediyor.

XXI


köşe yazarları Aldo Cibic 1977'de Ettore Sottsass ile çalışmaya başladı. 1980'de kurucularından biri olarak Memphis oluşumunda yer aldı. Çalışmalarını, kentsel tasarım, mimarlık ve iç mekan tasarımı üzerine Cibic&Partners ile birlikte Milano'da, sürdürüyor. Vicenza'daki Atölye Cibic'te yeni tasarım tipolojilerinin gelişimine yönelik tasarım ve araştırma yapıyor. Aynı zamanda Domus Academi'de, Milano Teknik Üniversitesi ve Venedik Mimarlık Üniversitesi'nde ders veriyor.

alpay er 1988 yılında ODTÜ Endüstriyel Tasarım Bölümü'nden mezun oldu. Doktorasını 1994 yılında Manchester Metropolitan Üniversitesi'nde tamamladı. 1997 yılında İTÜ Endüstri Ürünleri Tasarım Bölümü'nde öğretim üyesi olarak çalışmalarına başlayan Er, 2006 yılından bu yana bölüm başkanlığı görevini sürdürüyor. Er, aynı zamanda tasarım yönetimi, stratejileri ve endüstriyel tasarım konularında danışmanlık yapıyor.

gülsüm baydar Gülsüm Baydar Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarl›k Bölümü'nde lisans ve yüksek lisans programlar›n› bitirdikten sonra Kaliforniya Üniversitesi'nde Mimarl›k Tarihi alan›nda doktora yapt›. UC Santa Cruz, National University of Singapore, MIT, University of Adelaide ve Bilkent Üniversitesi'ndeki akademik pozisyonlar›n›n ard›ndan 2006 y›l›ndan beri ‹zmir Ekonomi Üniversitesi'nde Mimarl›k Bölümü başkanl›ğ›n› sürdürüyor.

KASIM 2009 - XXI 2

katkıcılar

katkıda bulunanlar

Aslı Çİçek Mimar Sinan ve Münih Güzel Sanatlar Üniversitelerinde iç mimarlık eğitimi aldı. Bahçeşehir Üniversitesi İç Mimarlık Bölümü’nde asistan olarak görev yaptı. Brüksel’de yaşıyor ve Robbrecht En Daem Architecten’de çalışıyor.

Bulut cebeci Rhode Island School of Design’da mimarlık ve güzel sanatlar eğitimi aldı. Londra’da AA’de Emergent Technologies and Design bölümünde yüksek lisans yaptı. Halen Londra’da Mossessian and Partners bünyesinde mimar ve dijital tasarımcı olarak çalışıyor.

Burcu Yançatarol İTÜ’de Endüstri Ürünleri Tasarımı okudu. Philadelphia’da yüksek lisans eğitimini tamamladı. New York’ta serbest tasarımcı olarak çalıştı. Halen Kadir Has Üniversitesi’nde okutmanlık yapıyor.

Çİğdem Kaya İTÜ’de endüstriyel tasarım eğitimi aldı. Fulbright bursu ile San Francisco Art Institute’te yüksek lisans eğitimini tamamladı. Halen İTÜ Endüstriyel Tasarım Bölümü'nde araştırma görevlisi olarak çalışıyor ve doktora yapıyor.

Mahir M. Yavuz Eylül 2006’dan bu yana Linz Sanat Üniversitesi Arayüz Kültürleri Bölümü'nde, kent, sosyal ağlar ve bilgi görselleştirmesi üzerine doktora düzeyinde araştırmalar yapmakta, aynı zamanda Ars Electronica Futurelab’da bilgi tasarımı üzerine kıdemli araştırmacı olarak çalışmaktadır.

Serkan Güneş 1975 yılında doğdu. ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden 1999 yılında lisans, 2002 yılında yüksek lisansını bitirdi. 2007 yılında ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde doktora çalışmalarını tamamladı. Aynı yıldan itibaren Gazi Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nde bölüm başkanı olarak görevini sürdürmektedir. Başlıca araştırma alanları arasında Tasarım Ekonomisi, Tasarım Yönetimi, Proje Yönetimi ve Strateji Yönetim konuları yer almaktadır.

Özge Ersoy 1984'te İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi ve Binghamton Üniversitesi Uluslararasi Ilişkiler Bölümü'nden mezun olan Ersoy şu anda Bard College'da (New York) küratoryel çalışmalar üzerine lisansüstü eğitimi alıyor.



güncel 6 DOĞANIN BİR PARÇASI OLARAK İNSAN

18 DÜŞÜNÜN YA DA TERK EDİN!

Barbican Centre'daki Radical Nature (Radikal Doğa) sergisi, son 30 yıldır insan-doğa etkileşimini sanat ve mimarlık araçları üzerinden okuyan işlere odaklanıyor ve insanın da doğanın bir parçası olduğunu yeniden hatırlatıyor.

9 Eylül - 1 Kasım tarihleri arasında Sakıp Sabancı Müzesi’nde sergilenen Joseph Beuys ve Öğrencileri sergisinde, Joseph Beuys'un bir eğitimci olarak üstlendiği uyarıcı rol, Beuys ve öğrencilerinin işleri üzerinden irdeleniyor.

20 “AZ”LA ÇOK / ALDO CIBIC

Hayatı Yeniden Tasarla!

22 TEKNOLOJİYLE GELİŞEN SANAT FESTİVALİ

Medya sanatları alanında Avrupa'nın en önemli kurumu olan Ars Electronica'nın düzenlediği bu yılki festival 3 - 8 Eylül tarihleri arasında gerçekleşti. Ars Electronica Futurelab’da bilgi tasarımı üzerine kıdemli araştırmacı olarak çalışan Mahir M. Yavuz bu yılki festivali, sergileri ve geçtiğimiz yılbaşında açılan Ars Electronica binasını kaleme aldı.

8 TASARIM ENFLASYONU İÇİNDE KRİZ

Bu yıl Tasarım veya Kriz başlığı ile dördüncüsü düzenlenen Ulusal Tasarım Kongresi, tasarımcıyı ve tasarımcının kendisine nasıl bir gelecek öngördüğünü masaya yatırdı.

10 TASARIMIN AÇABİLECEĞİ KAPILAR

KASIM 2009 - XXI 4

İçİndekİler

4. Ulusal Tasarım Kongresi kapsamında konuk konuşmacı olarak bir sunum gerçekleştiren Prof. M.P. Ranjan ile tasarımda yerel kalkınma ve sosyal sorumluluk, Hindistan'daki tasarım eğitimi ve endüstriyel tasarımının dönüşümü hakkında görüştük.

14 TASARIMIN ÖTE YANI... / ALPAY ER

Peki, Tasarımcı Neyle Yaşar?

16 ÇAĞDAŞ BİR SES OLARAK MİMARLIK

7 Ekim'de Koleksiyon’un Tarabya kampüsünde, iş dünyasının önde gelen yatırımcıları, inşaat şirketi yöneticileri ve emlak geliştirme profesyonellerinden oluşan bir kitleye konferans veren Eric Owen Moss ile tarihin mimarlığa etkisi ve kent planlaması üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

26 modernİzmİ renklendİrmek

12 Eylül-17 Ekim tarihleri arasında Andrea Rosen Gallery'de sergilenen Josiah McElheny'nin Proposals for a Chromatic Modernism (Kromatik Modernizm için Öneriler) adlı sergisi, mimarideki işlevsellik ve modernizme dair farklı fikirlerden kendini soyutlayarak yeni tartışma alanları yaratıyor.

28 ÇARPıK KENTLER YÜZYıLı

Bu yıl dördüncüsü düzenlenen Uluslararası Rotterdam Mimarlık Bienali, yine kentler üzerine kurguladığı temasıyla aşırı kentleşmenin getirdiği sosyal sorunlara odaklanıyor.


32 EŞİK CİNLERİ / GÜLSÜM BAYDAR

46 PLAJıN UZANTıSı

Mekan, Beden, Nesne

34 KULLANICI ODAKLI TASARIM Türkiye’deki ilk özel ve bağımsız kullanıcı araştırmaları laboratuvarı olan UTRLAB, ürün geliştirme sürecinde firmalarla çalışarak tasarımın kullanıcı odaklı sürdürülmesine yardımcı oluyor. Bu süreci ve kullanılabilirlik araştırmalarını UTRLAB Kullanıcı Araştırmaları Direktörü Ali Emre Berkman anlattı.

48 İLETİŞİME AÇIK, HOMOJEN OFİS

36 SARNIÇTAN PARKA

52 MEKANI DEĞİŞTİREN ASİMETRİ

Avustralya Sidney'de 19. yüzyıldan kalma Paddington Sarnıcı parka çevrildi. Tonkin Zulaikha Greer Architects ve JMD Design tarafından tasarlanan yeni kamusal alan, radikal bir kararla kapalı sarnıcı açarak kentle ilişkilendirmeyi hedeflemiş. Parka dönüştürülen sarnıç kentin kültürel mirasının yeniden kullanılmasına iyi bir referans teşkil ediyor.

40 DİKEY MEYDAN

Amerika'nın en önemli eğitim kurumlarından Cooper Union'un, New York'taki üç ayrı okulunu bir araya toplayan yeni binası Eylül ayında açıldı. Thom Mayne'in tasarımı olan yapı, kentle şeffaf bir ilişki kurmayı, dış cephesi ve iç mekan ilişkilerini bağlayan dikey meydanıyla kentte yeni bir odak yaratmayı amaçlıyor.

Zeytinburnu'daki Fox TV binasının yenileme projesini yürüten Brian Hassig ve Emre Arslan ile eski binayı işler duruma getirirken yaptıkları müdahaleler ve yapım süreci üzerine konuştuk. Planlux'den aydınlatma tasarımcısı Korhan Şişman da binanın aydınlatma şemasını anlattı.

Ross Lovegrove'un VitrA için, tasarladığı üçüncü koleksiyonu Freedom, banyo deneyiminde kullanıcıyı özgür bırakıyor.

ürün 56 ürün haberlerİ 60 MEKANA ÖZGÜ AYDıNLATMA

Tepta Aydınlatma'nın Türkiye temsilciliğini üstlendiği Murano Due firmasının Reed ürününün tasarımcısı Patrick Jouin ile ürünün ortaya çıkış süreci ve L’Auberge de l’Ill restoranındaki uygulaması hakkında görüştük.

62 AKILLI EV, OTOMASYON VE MEKANİK SİSTEMLER DOSYASı

66 AJANDA

Ametal Berker Bticino Dimel Kleemann Kone Somfy Schindler Schneider Electric SFRKD Vestel

5 XXI - KASIM 2009

proje

İçİndekİler

Brezilya'nın Rio de Janeiro kentinde Copacabana Plajı Görüntü ve Ses Müzesi için açılan ve katılımcıları arasında Sao Paulolu mimarlık ofisi Isay Weinfeld, Brasil Arquitetura ve Tacoa Arquitetos, uluslararası ofislerden de Daniel Libeskind ve Shigeru Ban'ın olduğu davetli yarışmada, Diller Scofidio + Renfro birinciliğe hak kazandı.


SERGİ - MİMARLIK VE SANAT - LONDRA KASIM 2009 - XXI 6

DOĞANIN BİR PARÇASI OLARAK İNSAN Barbican Centre'daki Radical Nature (Radikal Doğa) sergisi, son 30 yıldır insan-doğa etkileşimini sanat ve mimarlık araçları üzerinden okuyan işlere odaklanıyor ve insanın da doğanın bir parçası olduğunu yeniden hatırlatıyor. Bulut Cebeci

Batı medeniyetlerinde doğa ile kültür, geleneksel olarak birbirlerinden ayrı bütünler olarak kabul edilir. Bir tarafta doğanın düzeni, diğer taraftaysa insanın teknolojik ve kültürel gelişimi, çoğunlukla birbirlerine zıt işleyişler olarak algılanır. Bu düşünüş biçimi özellikle 18. yüzyılda doruk noktasına ulaşmış ve Jean-Jacques Rousseau tarafından doğanın düzeni ideal, armonik ve bozulmaması gereken bir durum olarak tanımlanmıştır. Günümüze kadar süregelen bu düşünüş biçiminin en zararlı yanı, bir taraftan endüstriyel olarak gelişen

insanların, diğer taraftan doğayı mümkün olduğunca kendilerinden uzakta tutmaları olmuştur. Böylelikle insanlar doğa ile olan ilişkilerini en azami düzeye indirmiş ve gündelik kent yaşamlarını doğadan kopuk olarak geçirmeye başlamışlardır. 1960'lara gelindiğinde, hızla kent dışına itilen doğanın dengeleri, insanların yoğun endüstriyel faaliyetleri sayesinde bozulmuş ve hızlıca bir yok oluşa doğru sürüklenmeye başlamıştır. 68 kuşağı, kuşkusuz bu durumu ilk fark edenler olmuş ve tam da bu zamanda Avrupa'da yeşil partiler kurulmaya başlanmış, yeşilcilik hareketi giderek radikal bir politik düşünceye dönüşmüştür. Bu dönemde yeşil hareket, temelde insanın doğayı olabildiğince kendi yararı için kullanması gerektiğine inanan klasik sosyalist ve liberal fikirlere karşı durmuş,

bunun sonucunda insanlar politik olarak kendilerini siyah ve beyaz kadar katı bir ayrımın içinde bulmuşlardır. Günümüzde ise küresel ısınma, petrole bağımlılık ve kontrol edilemeyen israf karşısında bilinçlenen toplum, yeşilci ve sürdürülebilirlik düşüncelerini tekrar su yüzüne çıkardı ve beraberinde bu soruna karşı birbirinden farklı tepkiler geliştirdi. Radical Nature: Art and Architecture for a Changing Planet 1969-2009 (Radikal Doğa: Değişen Bir Gezegen için Sanat ve Mimarlık) sergisi, 1969-2009 arasında çalışmış 25 sanatçının bu sorun karşısında duruşlarına, çözümlerine ve insan-doğa ilişkisini yeniden sorgulamalarına yer veriyor. Serginin küratörü Francesco Manacorda, serginin formatını bir “bahçe” olarak tanımlıyor. Henrik Hakansson'un yatay


yağmur ormanı, belki de bu fikrin en belirgin kanıtı olarak karşımıza çıkıyor. Brezilya yağmur ormanlarından getirilen dört metrekarelik bir orman alanı, galeride yatay olarak yerleştirilmiş ve yapay ışıklandırma, sulama yöntemleriyle hayatını sürdürmesi (ya da yavaşça ölümü) sağlanmış. Hakansson soyutlama tekniğini kullanırken, sergiye gelenlere Brezilya yağmur ormanlarının hızla yok oluşunu hatırlatmayı amaçlıyor. Bir başka sanatçı, Agnes Denes, Wheatfield-A Confrontation (Buğday Tarlası-Bir Yüzleşme) adlı, 1982 tarihli eserinde doğayı kente taşımayı amaçlamış. New York, Battery Park'ta konumlandırdığı bir dönümlük buğday tarlasıyla doğal enerji ve besini Manhattan’ın yoğun yapılaşması içerisine getirmiş, doğa ve insan yaşayışı arasındaki yadsınamaz zıtlığı vurgulamayı amaçlamış.

Doğa parçalarının galeriye taşınması prensibiyle çalışan bir grup sanatçı dışında, doğa ve insan ilişkisini serginin temasına uygun bir şekilde aykırı olarak yorumlamış olan mimar ve sanatçılar da kurguladıkları farklı mekanlar ve yaşayış düzenleriyle ilgi çekmekte. 70'lerin aykırı kolektifi Ant Farm’ın tasarladığı The Dolphin Embassy (Yunus Elçiliği) kuşkusuz bu işlerden en garip olanı. Deniz aracı olarak tasarlanan, insan-yunus iletişim ünitesi, temelinde insan ve doğal yaratıklar arasında var olan ilişkiyi sorgulamak ve eleştirmek amacıyla şekillendirilmiş. Wolf Hilbertz’in tasarladığı yapay mercan kayalığı ise gitgide yok olan mercan kayalıklarına bir çözüm olarak üretilmiş. Metal örgülere su altında düşük voltaj elektrik verilerek elde edilen bir yapı sistemi

sayesinde Hilbertz, en az Portland çimentosu kadar dayanaklı yeni bir malzeme keşfetmiş ve bu sayede yapay mercan kayalığı projesini hayata geçirmiş. Sergide ayrıca arazi sanatı (land art) akımının öncülerinden Robert Smithson’ın 1970 tarihli Spiral Jetty (Sarmal Dalgakıran) eserinin video gösterimi de yapılmakta. Utah Tuz Gölü üzerine konumlandırılmış 450 metre uzunluğunda, tuz kayaları ve topraktan yapılan sarmal şeklindeki platform, suların zamanla yükselmesiyle ortadan kaybolmuş. Smithson, doğayla birebir ilişki kurmayı amaçlamış ve sanatı galeri duvarlarının dışarısına taşımış. Sergide farklı birçok eserin arasında dolanırken, zamanla küratör Manacorda’nın ortaya çıkarmaya çalıştığı, doğa ve insanın birbirinden

ayrı sistemler olmadığı, her ikisi arasında ortak yaşama ilişkisinin var olduğu fikrini ve insanın teknolojik, kültürel ilerlemelerinin doğadan soyutlanamayacağı gerçeğini anlamaya başlıyorsunuz. Buckminster Fuller’ın gezegenimizi bir uzay aracına benzetmesi ve insanların henüz bu aracı nasıl kullanacaklarını bilemediklerini belirtmesi, serginin ana fikriyle, yani doğanın her yerde olduğu ilkesiyle örtüşüyor. Radical Nature sergisi sibernetik ve sistem teorileri ışığında, farklı disiplinlerin birbirlerine olan bağımlılığını ortaya çıkarıyor. Sergide doğal olan ve elle yapılanın birbirlerinden kavramsal olarak ayrı olmadığı gerçeği hatırlatılırken, bu ikisi arasında daha doğrudan ve belirgin bir ilişki kurulmasının gerekliliği vurgulanıyor.

7 XXI - KASIM 2009

bu sayfada solda: Richard Buckminster Fuller ve Shoji Sadao; Project for Floating Cloud Structures Project (Cloud Nine); yaklaşık 1960; The Estate of R. Buckminster Fuller izniyle solda altta: Ari Spenhoff; Biorock-Arc; 2005; Wolf Hilbertz and Thomas J. Goreau tarafından geliştirilen Biorock Mineral Accretion Technology ile oluşturulan dört yıllık bir Biorock strüktürü; fotoğraf: Ari Spenhoff altta: R&Sie(n); I’mlostinParis; 2008; bir hidrofonik laboratuar; R&Sie(n)'in izniyle; görsel:R&Sie(n)

SERGİ - MİMARLIK VE SANAT - LONDRA

karşı sayfada solda: Henrik Håkansson; Fallen Forest; 2006; sanatçının, Galleria Franco Noero'nun ve The Modern Institute/ Toby Webster Ltd'nin izniyle; fotoğraf: Yann Revol sağda üstte: Agnes Denes; Wheatfield A Confrontation; 1982; sanatçının izniyle; fotoğraf: Agnes Denes sağda altta: Robert Smithson; Spiral Jetty; 1970; Great Salt Lake, Utah © Estate of Robert Smithson/DACS, Londra/VAGA, New York 2009; görsel izni: James Cohan Gall New York; koleksiyon: DIA Center for the Arts, New York; fotoğraf: Gianfranco Gorgoni


DEĞERLENDİRME - KONGRE - İSTANBUL KASIM 2009 - XXI 8

fotoğraflar: 4. Ulusal Tasarım Kongresi Arşivinden

TASARIM ENFLASYONU İÇİNDE KRİZ Bu yıl Tasarım veya Kriz başlığı ile dördüncüsü düzenlenen Ulusal Tasarım Kongresi, tasarımcıyı ve tasarımcının kendisine nasıl bir gelecek öngördüğünü masaya yatırdı. Yrd. Doç. Dr. Serkan Güneş

8 - 9 Ekim tarihleri arasında katılma fırsatı bulduğum, İstanbul Teknik Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nün düzenlediği Tasarım veya Kriz başlıklı 4. Ulusal Tasarım Kongresi’nin varlığını iki sebepten ötürü önemli buluyorum. Bunlardan ilki, kriz ve krizin yarattığı olumsuzluklara rağmen böyle bir kongreyi düzenleme cesareti. İstanbul Teknik Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü ulusal kongreler dizisini gelenekselleştirerek, hem bu alandaki önemli bir boşluğu dolduruyor hem de bu konudaki kararlılığı ve giderek artan profesyonelliği ile takip eden yıllardaki yeni kongreleri müjdeliyor. İkinci önemli nokta, ulusal tasarım kongrelerinin ülkemizde tasarım alanında ciddi bir eksik olarak hissedilen bir araya gelme ve tartışma olgusuna akademik bir platform olarak

yaptığı katkı. Kongrede bildirilerin büyük bir bölümünün genç akademisyen ve profesyoneller tarafından sunulması, bu eksikliğe işaret ederken kriz kavramının farklı açılardan ele alınması ve farklı okulların endüstri ürünleri tasarımı bölümlerinden gelen temsilci öğrencilerin kongreye katkısı ayrı bir sevindirici husus. Ancak sponsorlar dışında endüstrinin ve tasarım konusuna müdahil olan devlet kurumlarının temsilcilerinin kongrede bulunmaması da bir o kadar düşündürücü. Kongreye tema olarak seçilen Tasarım veya Kriz başlığı her ne kadar ürkütücü bir başlık gibi gözükse de bu konu, ekonomik ve toplumsal anlamdaki krizlere zaman içinde bağışıklık kazanmış bir toplumun tasarımcıları tarafından soğukkanlı bir biçimde ele alındı. Bu nedenle tartışmaların yönü zaten bildiğimiz ve tasarım ekseninden çözüm önerilerini yıllardır sunduğumuz ekonomik krizden daha çok, ekolojik kriz ve tasarımcının etiği

ve kimliği üzerine yoğunlaştı. Bir önceki kongrede tasarımı tartışan topluluk bu kongrede tasarımcıyı ve kendisine nasıl bir gelecek öngördüğünü masaya yatırdı. Elbette ki bu noktada Hindistan Ulusal Tasarım Enstitüsü’nden Prof. M. P. Ranjan’ın sunuşunun etkisi inkar edilemez. Prof. Ranjan bugünkü tasarım kavramı ile birlikte, tasarımın evrimini etik açısından ele alarak, öncü düşünürleri ve farklı bakış açılarını “her eve lazım” bir bibliyografi listesiyle sundu. Kongrenin diğer bir değerli yanı, III. Ulusal Tasarım Öğrencileri Forumu ve forum çıktıları. Öğrenci forumu temsilcisinin yaptığı konuşma, tasarım eğitimi konusunda önemli eleştirilere ve önerilere yer verdi. Tasarım etiği, tasarım hukuku ve tüketim kültürüne yönelik derslerle beraber sürdürülebilir ürün tasarımına ağırlık veren projelerin eğitim programında yer alması, tasarım öğrencilerinin fikri mülkiyet haklarını gözeten protokoller ekseninde firmalar ile ortak çalışmalar, talepler arasında


bu sayfada solda: Etik, Politika veya Kriz başlıklı oturum altta: Son gün düzenlenen Tasarımın Krizi, Krizin Tasarımı paneli altta solda: III. Ulusal Tasarım Öğrencileri Forumu adına forum temsilcisinin yaptığı konuşma

DEĞERLENDİRME - KONGRE - İSTANBUL

karşı sayfada Prof. M. P. Ranjan'ın “Hand-Head-Heart: Ethics in Design” başlıklı sunumu

9 XXI - KASIM 2009

yer almaktaydı. Yeni tasarım bölümleri ve altyapı eksiklikleri ile beraber tasarım yarışmaları, dikkat çekilen önemli hususlar olarak ön plana çıktı. Son gün düzenlenen Tasarımın Krizi, Krizin Tasarımı panelinde ise ortaya çıkan farklı görüşler tasarım disiplini içinde farklı tartışmaların yeşermesi için zemin hazırlar nitelikteydi. Tasarım, tasarımcı, sermaye, pazar ve toplum tarafından dolaylı bir şekilde ödenen sosyal maliyetler, tasarımcıların sorumluluğu açısından değerlendirildi. Ancak böyle bir ilişkiler ağında tasarımın kendisine nasıl bir gelecek belirleyeceği sorusu net bir şekilde cevaplanamadı. Zaten böyle bir soru, disiplinin yıllardır kendi kendine sorduğu ve farklı düşüncelerin oluştuğu başlı başına bir tartışma alanı. Panelde Prof. Dr. Alpay Er’in tasarımın, egemen ekonomik sistemin zorunlu bir çıktısı, çocuğu olduğu yönündeki önermesi pazarın içinde bulunduğu sıkıntıların birebir tasarıma etkilerini

özetler nitelikteydi. Bununla beraber bir pazar hizmeti olarak tasarım hizmetlerinin sermayeyle ilişkisi sorgulanan başlıklar içindeydi. Zira yıllardır yerli sermaye ile tam anlamıyla işbirliğine girememiş olan Türk tasarımı, enerjisinin büyük bir bölümünü kendini anlatmaya harcasa da bugün gelinen noktada arzulanan işbirliğinin tam anlamı ile kurulduğundan bahsedilemez. Bununla beraber vücut-organ ilişkisine benzer bir ilişki yapısı içinde tasarımın sermayeden bağımsız bir şekilde varlığını sürdürmesi de mümkün gözükmüyor. Her tasarım ürünü yaratıldığı andan itibaren, belirli gereklilikleri taşıması durumunda pazar malı haline geliyor. Tasarımcı ise ürünü üzerinden kitlelere ulaşmak istediğinde sermayeyle tanışmak zorunda kalıyor. Tasarımcıyı zanaatçıdan ayıran nokta, bu tanışıklık. Ülkemizde bu birlikteliğin ilkeleri tam anlamı ile yaratılmadığından özellikle KOBİ ölçeğinde sıkıntılar yaşanıyor. Hal

böyleyken daha sermaye ve tasarımcı ilişkisi tam olarak çözülmeden tasarım etiği ve benzeri üst tartışmalar zamanın ötesinde kalıyor. Şu bir gerçek ki ülkemizde tasarımcılar hem nicelik hem de nitelik bakımından sanıldığı kadar güçlü değil. Hareket kabiliyeti sermayenin ona tanıdığı fırsatların dışına çıkamıyor ve bu nedenle tasarım camiası içindeki her tartışma eninde sonunda sermayenin ilgisizliği, örgütlenme zaafı ve tasarım eğitiminin yetersizliği çıkarımları ile sonuçlanıyor. Sermaye ile tasarımcıların işbirliği konusunda ETMK bazında iyi niyetli girişimler olsa da, ETMK’nın etki alanını belirleyen yine sermayenin kendisi. Dolayısıyla ETMK’nın bu alanında etkin bir organizasyon olması ancak, hatırı sayılır bir üye sayısına ulaşması ve üyelerin de herkesi kapsayan ortak bir amaçta birleşmesi ve çalışmasına bağlı. Konferans içeriğinde sıklıkla sözü edilen tasarım eğitimi ise, kendine has sorunlar ile boğuşmakta. Arzulanan şekilde etkin bir örgütlenme

olmadığından ülkemizde tasarım okulları, temel görevleri dışında farklı alanlarda tasarımın promosyonunu yükleniyor ve okullardan beklentiler giderek artıyor. III. Ulusal Tasarım Öğrencileri Forumu’nun çıktıları irdelendiğinde profesyonel hayatın işleyişine dair beklentilerin bile tasarım okullarından beklenmesi, bu nedenle düşünürücü. Ancak sayıları artmasına karşın, kendi sorunlarına yoğunlaşmış okulların bu sorunlara ne kadar müdahil olabileceği hala belirsizliğini koruyor. Meslek dışı aktörlerin, önemi nedeniyle tasarımı bir getirim aracı olarak sahiplendiği, bilinçsiz ve bilgisiz bir şekilde tasarım enflasyonu yarattığı ülkemizde, niteliksiz tasarım arzı nedeniyle tasarım yeni krizlere ve yanlış anlaşılmalara gebe gözüküyor. Bu nedenle 4. Ulusal Tasarım Kongresi ve benzerlerini, akademik bir kongreden öte, Türkiye’de ciddi bir şekilde tasarımın tartışılması ve yeni tasarım sorunsallarının belirlenmesi açısından bir fırsat olarak görüyorum.


SÖYLEŞİ - TASARIM KASIM 2009 - XXI 10

TASARIMIN AÇABİLECEĞİ KAPILAR 4. Ulusal Tasarım Kongresi kapsamında konuk konuşmacı olarak bir sunum gerçekleştiren Prof. M.P. Ranjan ile tasarımda yerel kalkınma ve sosyal sorumluluk, Hindistan'daki tasarım eğitimi ve endüstriyel tasarımının dönüşümü hakkında görüştük. Çiğdem Kaya

çk: Hindistan’da yerel içerikli proje kültürüne iyi bir örnek olan Jawaja projesinden ve bu proje sonunda ortaya çıkan sonuçlardan bahseder misiniz? M.P. Ranjan: Jawaja projesi ile 1975 yılında NID (National Institute of Design - Hindistan Ulusal Tasarım Enstitüsü) ve IIM (Indian Institute of Management - Hindistan İşletme Enstitüsü) Jawaja bölgesinde ortaklaşa çalışarak yerel zanaatleri güçlendirmeye yönelik çalışmalar gerçekleştirdiler. Tasarımda yerel kalkınma ve sosyal sorumluluk literatüründeki ilk örneklerden biri olan bu proje, bir model niteliği taşır. Yakın zamanda bir grup öğrencimiz 1975 yılında başlayan Jawaja projesinin sonuçlarını araştırmaya başladı. Bu proje, NID'nin tasarımcıları ve IIM'nin yönetim bilimcileri olmak üzere iki ortaklı bir projeydi. Ravi Matthai, IIM'de; Ashoke Chatterjee

de NID'de yöneticiydi. Projede bir tanesi NID'deki deri tasarımcıları, diğeriyse tekstil tasarımcıları olmak üzere iki grupla çalışıldı. Projenin 15 yıl sonrasına baktığımızda deri üreticilerinin pazarlarını tekstilcilere göre daha sürdürülebilir kıldıklarını söyleyebiliriz. Bu süreçte tekstil üreticilerinin kariyerleri dalgalandı, daha çok para kazanınca daha çok harcamak isteyenler oldu. Bu kadar yıllık çalışmadan sonra bazı tekstil üreticileri yeniden borçlandılar. Maalesef 30 yıl sonra hiçbir şey öğrenilmedi. Ama deri üreticileri için olaylar farklı gelişti; en alt kasta ait ve en yoksul olan deri üreticileri en varlıklı insanlar haline geldiler. Ama bu bile beraberinde bir sorun yarattı: Çünkü insanlar her ne kadar varlıklı duruma gelse de düşük kasta ait olanlar bir anlamda hala güçsüz durumda kalıyordu. Her ne kadar amacımız üreticilerin iyi gelir elde etmesiyse de, burada güç, parada değil, ilişkilerde olduğundan statünün değişmesi mümkün olmadı. Bu geleneksel hiyerarşiden çıkmak için bazı insanlar girişimciliği kullandılar. Bu seviyede sosyal değişim çok uzun zaman alabiliyor. Teknoloji üç ayda

görseller: M. P. Ranjan

değişebilir ama insanların, toplumun ve fikirlerin değişmesi nesiller alıyor. Sabırlı olmalı ve kısa vadeli değişimlerin ardından gitmemeliyiz. Yoksa birçok ülkede olduğu gibi devrim girişimleri olur ve bu sürdürülebilir bir çözüm olmaz. çk: Ben de bir tasarımcı olarak yaptığım ufak saha çalışmalarında, aşırı yoksulluk, eğitim ve kaynak eksikliği gibi bazı konularda bu görevin benim işim olmadığını kavramak zorunda kaldım. mpr: Evet, tasarımcı tabi ki bu kapıları açamaz ama kolaylaştırabilir. Jawaja projesi bir ilkeye dayanıyor: Tasarımcı sahaya gelerek yerel yetenekleri araştırıyor ve bu beceriyi yeni pazarlar için çeşitlendirmeye çalışıyor. Ekonomi, bu platformun üzerine kurulu. Bugün görüyorum ki tamamen pazar odaklı bu yaklaşımda pazarın çoktan doymuş olma ihtimali var. Bu, bugün el sanatlarında söz konusu. İhracata dayalı bu pazarda, ihracat pazarı bir sebeple çökerse bu üreticiyle değil tüketiciyle ilgili. Tabi ki bu pazarlara yönelik ürün çeşitlendirmesi tek cevap olamaz ancak tasarım başka bir cevap bulabilir. Yerel pazarlarımız için ürün tasarlayabilir


SÖYLEŞİ - TASARIM 11 XXI - KASIM 2009

miyiz? Katma değer o kadar yüksek olmayabilir ama daha sürdürülebilir, yüksek, orta ve düşük katma değerli ürünler bir arada bulunabilir. Böylece sıçrayış ve düşüşler yerine daha orantılı bir gelişme olur. Bir sene çok yüksek gelir almak ve sonraki sene çok düşük gelir elde etmek çok travmatik olabiliyor. çk: Jawaja projesinde tasarımdan sonra ürünlerin pazarlanması da takip ediliyor muydu? mpr: Bunu NID ve IIM ile birlikte bir takım olarak gerçekleştiriyorduk. Ravi Matthai IIM’den emekli olduktan sonra bu projeyi başlattı. Matthai, Hindistan’daki işletme eğitiminden rahatsızlık duyuyordu. Kuzeni Verghese Kurien ise Ahmedabad’a 40 km uzaklıkta kırsal kalkınmanın en erken örneklerinden biri ve 2,8 milyon süt üreticisinin ortak sahip olduğu bir kooperatif olan Amul Süt Ürünleri Kooperatifi’ni kurarak sütü var olan değerine yükseltti. Ravi Matthai: “Kırsaldaki insanlara da bunları öğretebilir miyiz?” dedi ve Rural University’yi kurdu, projenin lideri olarak NID ile ortak çalışmak istedi. Bu, tasarımın kullanımının en

erken örneklerinden biri oldu. NID’yi katılmaya davet etti ve projeye işletme okulundan kendi öğrencileri de katıldı. Projenin bir kısmı hükümet tarafından, bir kısmı da işletmelerin kurduğu Tata Vakfı tarafından karşılandı. Tasarımcılar, sıfır bütçeli bir proje gibi kendi paralarını kazanmak zorunda kalmadı ve çeşitli firmalardan destek bulundu. çk: Şirketler tarafından sosyal sorumluluk projelerine destek verilmesi ve kurumsal sosyal sorumluluk hakkında ne düşünüyorsunuz? mpr: Şirketler, bu projeleri genelde kendileri için değil, bir şeyin karşılığında yapıyorlar. Tabi ki Gates Foundation gibi örnekler her zaman var. Dikey gelişerek varlık edinmiş kişiler kariyerlerinin sonunda bunu insanlara geri vermek istiyorlar. Para daha hızlı bir şekilde sonuca ulaşmak için yararlıdır ama kimi zaman bazı bağlarla gelebiliyor. Ödenek sağlayan kurumların geniş amaçlarıyla bizim amaçlarımız kolaylıkla çatışabiliyor. Sadece özel destekte değil, hükümet ödeneklerinde de bu geçerli. Bir şey istendiğinde; “Bu bizim önceliğimiz değil.” diyebiliyorlar. Hükümet desteği almak için ise politika

seviyesinde konuşabilmek gerekiyor. Bunun için de çalıştığım okulla aynı dili konuşan bir blog kurdum. Yerel anlamda da, çok daha geniş anlamda da bu çalışmaların etkileri politik. Bugün doğrudan ulaşabildiğimiz araçlar var: Örneğin blog ama blog bile kurumların ya da devletin hizmetinde olduğundan kimi zaman dolaylı kimi zaman ise doğrudan sosyal ve kurumsal sansür mevcut. çk: Öğrencilerinizi özellikle bu koşullar için eğitiyor musunuz? mpr: Hayır, eğitmiyoruz ve onları doğrudan suya atıyoruz. Daha ilk yıldan bir köye gidiyorlar. Hiçbir kurumun desteklemediği zamanlarda bile öğrencilere, gidip ihtiyacı olan birini bulmalarını ve kendi malzemelerini oradan çıkarmalarını söylüyoruz. Dikkat etmelerini, kimliklerini taşımalarını, dayak yememelerini, ikili olarak sahaya çıkmalarını söylüyoruz. Çok geleneksel toplumlarda çok zor sorular soruyoruz. Bu soruların cevapları genelde derinlerde oluyor. Antropologlardan farklı olarak bu bilgileri daha kısa zamanda toplamamız gerekiyor. O ortama nasıl dahil olacağımızı sağlam

bir öğrenme şekli olan sahadan öğreniyoruz. Her şeyi öğrendiğimizi söyleyemeyiz ama sezgilerimizi açacak kadar öğrenecek hale geliyoruz. NID’de öğrenciler sadece daha çok bilgi edinip sınavları geçmiyorlar, aynı zamanda başka insanlara karşı tavırlarının ne olacağını hocalarının rehberliğinde öğreniyorlar. çk: NID'de tasarım tarihi, öğrencilere nasıl aktarılıyor? mpr: Hindistan’ın yazılı tasarım tarihi yok, bu konuda bulabileceğimiz her şey blogumda yer alıyor. İlk sene öğretilen tasarım tarihi, Batı tasarım tarihi ağırlıklı. Ben tasarım tarihi öğretmeye başladım ama dersi değiştirdim. Kongredeki konuşmamda da gösterdiğim ateş metaforunda olduğu gibi; tasarımın insan eylemi olarak nasıl evrildiğini, endüstri devrimiyle toplumda nasıl sonuçlar doğurduğunu, mühendislik kökenlerini, ürün ve servis kökenlerini ve bunların hepsinin Hindistan açısını ele alıyorum. Bu sene birinci sınıf öğrencilerine geldikleri kurumun tarihini ve 2005’te yazdığım bir makaleyle tasarımın Bauhaus’taki birinci yıl eğitiminin Ulm’e oradan


giriş sayfasında solda: “Hand-Head-Heart: Ethics in Design” adlı sunumundaki ateş metaforu, sağda: Yine aynı sunumdan tasarımın insan eylemi olarak evrimini gösteren çizimi önceki sayfada Three Orders of Design (Tasarımın Üç Düzeni) adlı vaka çalışması

KASIM 2009 - XXI 12

SÖYLEŞİ - TASARIM

bu sayfada sağda: NID'deki öğrencilerin “Tasarım nedir?” sorusuna verdiği yanıtlardan oluşan kara tahta altta: Bauhaus, Ulm ve NID karşılaştırmalı tasarım eğitimi

da nasıl NID’deki tasarım ve çevre kavramına geldiğini anlatıyorum. Eğitim blogumda da içeriğini gösterdiğim her derse boş bir kara tahta ile başladığımız bir dersimde ise öğrencilere tasarımın ne olduğunu soruyorum ve tüm cevapları bu tahtaya yazıyorum. Fotoğrafları blogumda da bulunan her bir dolu tahta bir ya da bir buçuk saatlik tartışmalar sonucunda ortaya çıkıyor. çk: Hindistan ve Türkiye'nin tasarım eğitimi ile tanışmasında paralellikler görülüyor. Eames'lerin çalışması Hindistan’ın tasarım eğitimi için önemliyken Türkiye’deki ilk tasarım eğitiminde ise savaş sonrası Amerikan yardımının etkisinin rolü görülüyor. Bugün Türkiye’de ihraç edilmiş modernist eğitimin değişmediği söylenirken Hindistan’da bu konuda büyük bir dönüşüm gerçekleştiğini görüyoruz. mpr: Hindistan'da bu konuda büyük bir dönüşüm olmasına rağmen örneğin iletişim tasarımı bölümünde 1960’lardan bugüne hiçbir dönüşüm olmadı. Bu demek ki ilk kez karşılaşılan ve baskın bir düşünce haline gelen birtakım basit egzersizler hala baskınlığını koruyor.

Endüstriyel tasarımın dönüşümünden bahsedecek olursak neyse ki bu konuda işe endüstri karışmadı ve yardım istemedi. Biz de başka bir yol bulmak zorunda kaldık. Endüstriye ulaşmaya ve onların bize ihtiyaçları olduğuna ikna etmeye çalıştık ama ilgilenmediler. Hindistan kapalı ve rekabet olmayan bir pazardı. 1970’ler ve 1980’lerde 10.000 adet araba üretebilirdiniz ve insanlar bunları almak için sıraya giriyorlardı. 1980’lerin sonlarına doğru ülkede yiyecek almak için bile rezerv kalmamıştı. 1991’de IMF’nin dışa açılma programı takip edildi. O zaman birçok firmaya çalışma ehliyeti verildi. Bir patlama oldu ve bu rekabet koşullarında tasarımın gerekliliği nihayet anlaşıldı. En başta endüstriyel tasarımdan çok, ambalaj, iletişim tasarımı ve grafik tasarım istenildi. Endüstriyel tasarım Batı'daydı ve kalıplar İtalya’dan satın alınmadan önce üç ay burada kalıp, Malezya’ya yollanıyordu. Ama bu üç aylık sürede zaten bir yıllık üretim gerçekleştiriliyordu. O zamanlar bu koşullarda kimse yerel bir alternatifle bu adamları geçmeyi düşünemiyordu. Ama şimdi bazı öğrencilerimiz mobilya

sektöründe hem tasarımcı hem de üretici olup, büyük firmalarla çalışmaya başladı. Büyük üreticiler biraz baskı hissetmeye başlasalar da tasarımla değer yaratıldığını gördüler. Böylelikle zanaat sektörü açıldı ve genişledi. Tasarımcının aynı zamanda hem üretici hem de girişimci olması başka bir çıkış yolu haline geldi. Bu ülkelerde tasarım girişimciliğinin bir çıkış yolu olduğuna inanmak gerekiyor. çk: Bu tip ülkelerde dediniz. Peki ya birinci dünya ülkeleri? Her birinci dünyanın içinde bir üçüncü dünya yok mudur? mpr: Orada da tasarım birçok şey yapabilir. Orada da çalışanlar var ama hükümet politikaları farklı. Örneğin Obama, Amerika’da yeni bir sağlık hizmeti kurmaya çalışıyor ve buna büyük bir direniş var. Neden direniş olduğunu sorgulamak gerek. Hükümet, geleneksel sağlık sigortası ile erişilen sistemi, sigortası olmayanlara da açmak istiyor. Televizyonda bu sağlık hizmetini almaya maddi güçleri yetmeyen ve sırf bunun için Küba’ya giden yaşlıları gördüm. Hindistan’da göz ameliyatı fiyatını beş dolara kadar düşürebilmiş

özel bir kurum olan Aravind örneğinde ise, doktor hastayı mümkün olan en kısa zamanda görüp yaklaşık üç dakikada göz lensini yeniliyor. Ameliyattan önceki teşhis aşaması ise yarı eğitimli teknikerlerce yapılıyor. Böylelikle giderler en aza iniyor ve doktorun verimliliği artıyor. Aynı doktor sayısı ile 100 yerine 10.000 ameliyat yapabiliyor. Burada tasarımcılardan çok, tasarım düşüncesi kullanılıyor. Zinciri kısaltmak için tasarımcı gibi düşünülüyor. Tasarım sadece gelişmekte olan dünya için değil, tüm dünya için gerekli. Tasarım okullarının da kendini bu gerçek yönünde geliştirmesi gerekiyor. Bence işletmeciler bunu fark etmeye başladı. Ama öte yandan tasarımı kendi dillerine uyarlamaya ve ayarlamaya da başladılar. Dünya, tasarımı bu şekilde algıladığından bu durum beraberinde bir tehlike de getiriyor. Not: Prof. M. P. Ranjan'ın çalışmalarına www.design-for-india.blogspot.com adresinden, söyleşinin genişletilmiş haline otherdesign.blogspot.com adresinden ulaşabilirsiniz.



Peki, Tasarımcı Neyle Yaşar? Saklayacak bir şey yok. Başlığı Bertolt Brecht’e borçluyum. Tabii bir de 11. İstanbul Bienali'nin bu yılki küratörlerine: “İnsan neyle yaşar?” Tam da sahibine yakışan keskin ve kışkırtıcı bir soru bu. Cevap hem zor, hem basit. Ama sanki her daim değişken. Brecht’in insana dair bu ağır sorusunun altında daha fazla ezilmeden, kendi mütevazı köşemize çekilip bir sorsak “Peki, tasarımcı neyle yaşar?”

KASIM 2009 - XXI 14

TASARIMIN ÖTE YANI...

Bu soruyu başlığa çekerken bienalin etkisindeyim doğru; İstanbul’da aylardır radyoda, ilan panolarında, duvarlarda bu soru var. Ama tasarım ve tasarımcılara dair pek çok başka olay ve gözlemin de etkisi var sorunun bu köşeye taşınmasında. Aklımda nispeten net kalanlardan birisi İTÜ’de gerçekleştirdiğimiz Tasarım veya Kriz temalı 4. Ulusal Tasarım Kongresi’nin panel kısmında bana yönetilen bir soruydu. Ulusal Tasarım Öğrencileri Forumu katılımcılarından bir öğrenci “Okuldan mezun olduğumuzda endüstri ürünleri tasarımcısı mı, yoksa piyasa için iş yapan tasarımcılar mı olacağız?” diye sordu. Doğrusu panelin cevaplaması en zor sorusu bu oldu. Çünkü sorunun bizzatihi kendisi yanlıştı. Sorunun dayandığı sözde ikilemin unsurları birbirlerini dışlamadığı gibi, aksine birbirlerini tamamlıyorlar. Yanıtım soru sahibini ne kadar tatmin etti bilemiyorum. Ama böyle bir sorunun, öğrenci forumuna katılmış olmasından mesleki bilinç, motivasyon konusunda yaşıtlarına göre daha ön sıralarda bulunması muhtemel bir tasarımcı adayı tarafından hem de son derece samimi bir şekilde sorulabilmiş olması, endüstri ürünleri tasarımı eğitimi konusunda aslında kafa yoracak ne çok şeyimiz olduğunu gösterdi.

ALPAY ER

www.tasarim.itu.edu.tr

Kongre paralelinde üçüncüsü gerçekleştirilen “Ulusal Tasarım Öğrencileri Forumu”, diğer ilk ikisinde olduğu gibi İTÜ Tasarım Kulübü (İTÜ.TASK) ev sahipliğinde yedi farklı üniversitenin endüstri ürünleri tasarımı öğrencilerinin katılımıyla gerçekleşti. Öğrencilerin Taşkışla’da gece saat 10’lara dek süren yoğun tartışmaları sonunda ortaya çıkan forum bildirgesi, 4. Ulusal Tasarım Kongresi kapanış paneli öncesinde katılımcılara okundu, ayrıca 10 Ekim 2009 tarihinde İTÜ ev sahipliğinde 15 farklı üniversiteden bölüm başkan ya da temsilcilerinin katılımıyla gerçekleşen Endüstriyel Tasarım Akademik Konseyi (ETAK) toplantısında öğrenciler tarafından bölüm başkanlarına da iletildi. İlginçtir ki, panelde “Endüstri ürünleri tasarımcısı mı, yoksa piyasa için iş yapan tasarımcılar mı olacağız?” diye soran öğrenciler, sonuç bildirgelerinde firma destekli proje çalışmaları ve yaz stajları sırasında yer aldıkları projelerdeki fikri mülkiyet haklarının daha sıkı bir şekilde güvenceye alınmasını talep ettiler. Bir yandan, müstakbel meslekleriyle piyasa dinamikleri ve mantığı arasındaki ilişkiden rahatsızlık duyarken, diğer yandan aynı piyasa mantığının doğal bir uzantısı olan fikri mülkiyet konusundaki hassasiyetleri arasındaki çelişki dikkat çekici olmakla beraber, aslında pek de şaşırtıcı değil. Çünkü endüstriyel tasarım eğitiminin mevcut ideolojisi

bu ve benzeri çelişkileri başından beri bünyesinde taşımakta. Bir yandan kullanıcı, insan ve hatta toplumun geneli için iyi, doğru ve faydalı olmak vaaz edilirken, diğer yandan ise bir “kreatif profesyonel” olarak piyasa koşullarında ayakta ve hayatta kalmanın asgari becerileri aktarılmaya çalışılıyor. Fikri mülkiyet bunlardan sadece birisi. “Endüstri ürünleri tasarımcısı mı, yoksa piyasa için çalışan tasarımcılar mı olacağız?” sorusunun dillendirildiği panelin genç konuşmacısı Osman Şişman, bir ara krizle beraber mesleğin iyice aşınan statü ve iş imkanlarından bahisle “tasarımcının proleterleşme” sürecine değindi. Kullanılan Marksist jargon bir yana, aslında kritik bir saptama yapılmıştı, belki de tam da buradan bakmak gerekiyordu tasarımcının krizle imtihanı ve kriz sonrasındaki işbölümünde kendisine biçilecek yere. Ama salondan bu saptamaya yönelik hiçbir tepki gelmedi. Muhtemel ki, Türkiye’nin endüstriyel tasarıma dair bugüne kadarki en politize panelinde “proleterleşme” ile kast edilen anlaşılmadı. Bu da kendi başına bir yazı konusu olur elbette, ama bir başka sefere. Panelin ertesi günü ise tamamen farklı bir ortam ve katılımcı profiline sahip olan bölüm başkanları toplantısındaydık. Belki politize değil ama gayet “politik”(!) gündem, nihayetinde bu eğitimi alan öğrencilerimizin piyasa koşullarında ayakta ve hayatta kalmaları için gerekli bilgi ve beceriler ile müstakbel mesleklerinin statüsünün güvenceye alınması için yapılabileceklere yönelik öneriler ve tartışmalarla biçimlendi. Elbette kimsenin ağzından “proleterleşme” sözcüğü çıkmadı, çıkması da beklenmiyordu. Ama aslında tüm bu “akademik” çaba, niyet ve eğer oluşursa irade, belki bilinç düzeyinde henüz yer etmemiş, dillendirilemeyen ama bir şekilde hissedilen, sezilen bir “değersizleşme” endişesi üzerinde yükseliyor. Bu endişe ortak bir bilincin ve iradenin yolunu açarsa, uzun ve yorucu olacağı kesin bir mücadele süreci bizleri bekliyor. Eğer açmazsa, üniversitenin akademisyenlere sağladığı mesleki, kurumsal statünün de güvencesiyle “Ne ala, herkes her zaman olduğu gibi kendi başının çaresine baksın” demek de mümkün elbette. Ama üniversiteler aynı statüyü diploma vererek mezun ettiği genç tasarım profesyonellerine sağlamanın giderek uzağına düşerlerse, mevcut iktisadi ve toplumsal gerçeklik içinde hayallerini, ideallerini ve elbette kendilerini gerçekleştirmek için karşılarına gelen ülkenin zeki ve yetenekli gençlerine karşı sorumluluklarıyla yüzleşmekten kaçamazlar. Belki de başlangıç için kendimize ve öğrencilerimize sorup, dürüstçe yanıtlamamız gereken doğru soru şu: Tasarımcı neyle yaşar?



SÖYLEŞİ - MİMARLIK KASIM 2009 - XXI 16

ÇAĞDAŞ BİR SES OLARAK MİMARLIK 7 Ekim'de Koleksiyon’un Tarabya kampüsünde, iş dünyasının önde gelen yatırımcıları, inşaat şirketi yöneticileri ve emlak geliştirme profesyonellerinden oluşan bir kitleye konferans veren Eric Owen Moss ile tarihin mimarlığa etkisi ve kent planlaması üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Hülya Ertaş

he: Sizce mimarlık inşa etmenin ötesinde ne olabilir? Erıc Owen Moss: Bir binanın mimarlık dışında, mimarlıktan daha fazlası nasıl olabileceğini soruyorsunuz. Buna iki yolla yanıt verilebilir. Birincisi eğer mimarlığı dar anlamıyla alırsanız, onun duvar, zemin, çatı ve pencerelerle ilgili olduğunu düşünürsünüz. O mimarlıkla ilgili her konu, bina üzerinden ya da binanın öğeleri üzerinden tartışılır. Diğer taraftansa eğer mimarlığı yalnızca mimarların tartıştığı bir alan olarak görmez ve onu daha geniş bir kitleye açarsanız mimarlığın ötesinde aslında

konuşulanın amaç olduğu ortaya çıkar: “Kimin için?”, “Neden Orada?”, “Kültürü sürdürebiliyor mu?”, “Kültürü kabul mu ediyor, yoksa onunla karşı karşıya mı geliyor?”, “Daha önceden bildiğimiz bir şey mi yoksa önceden görmediğimiz bir şey mi?” gibi sorular sordurur. Eğer önceden gördüklerimize benzemiyorsa, onu dağarcığımıza ekleyip eklememeyi düşünürüz. Eğer birisine zaten bildiği bir şeyi söylerseniz sizin zeki bir adam olduğunuzu düşünür ama eğer bilmediği bir şeyi söylerseniz o zaman bildiklerinin sınırlarını sorgular. Bilgisini genişletmek, artırmak, değiştirmek, bir mimarın en ilginç sorumluluklarından biridir. İnsanların sokakları, kentleri, manzaraları ya da yaşamlarını, anlayışlarını değiştirebiliriz. Dolayısıyla mimarlık bir deneyimdir ve eleştirel düşünce

için bir derstir. Mimarın kendisine sunulanı olduğu gibi alması ve var olanın devamını yapması ile sunulanı eleştirel bir bakışla ele alıp ona şiirsel, sosyal, politik ya da çevresel açılardan bakması arasında bir seçim yapması gerekir. Dünya şu an olduğundan daha farklı olabilir, peki mimarlık bunu değiştirebilir mi? İçinde yaşıyor olduğunuz kente bir bakarsanız mimarlığın dünyayla ilgili söyleyecek çok şeyi olduğunu görürsünüz, yalnızca bugün dünyanın nasıl bir yer olduğuyla ilgili değil, geçmişte nasıl bir yer olmuş olduğuyla ilgili de söyleyecekleri var. İstanbul'da farklı dünyalar üst üste yığılmış durumda. Az önce benimle söyleşi yapan gazeteci daha önce bir söyleşimde Los Angeles'ın ergen bir kent olduğunu söylediğimi hatırlatarak İstanbul'u sordu. Bence İstanbul şimdiye dek en


karşı sayfada solda üstte: What Wall?, Culver City, Kaliforniya solda altta: Umbrella; Culver City, Kaliforniya sağda: Gateway Art Tower; Culver City, Kaliforniya bu sayfada solda: Glass Tower; Los Angeles, Kaliforniya

solda altta: Yeni Mariinsky Tiyatrosu; St. Petersburg, Rusya solda en altta: Pterodactyl; Culver City, Kaliforniya altta: Viyana Üniversitesi Ekonomi ve İşletme Binası, Viyana, Avusturya en altta: Perm Müzesi, Perm, Rusya

SÖYLEŞİ - MİMARLIK 17 XXI - KASIM 2009

az 20 kez çocuk, ergen ve yetişkin bir kent olmuştur. Burada çok fazla olay yaşanmış, bu tarihten kurtulamazsınız. İstanbul'da çalışan bir mimarsanız, daha önce başkalarının yapmış oldukları gözünüzü korkutmamalı. Ne kadar iyi olursa olsun öncekileri kullanabilir, anlayabilir, onlara farklı bir şekilde bakabilir ve onlar üzerinde düşünebilirsiniz. Tüm bu tarihi binalar muhteşem olabilir ancak hiçbiri çağdaş koşullara ait değil. Bir mimarın sorgulaması gerekense çağdaş koşula kendi sesini nasıl kazandıracağını araştırmak. Mimarlık çağdaş bir ses oluşturmalı; çağdaş dünyaya eleştirel bir perspektifle bakmalı. he: Çağdaş koruma kuramları eski yapılara fazlasıyla hassas yaklaşılmasını öneriyor. Sizin bazı önerilerinizde ise eski yapılara daha fazla müdahale ettiğiniz görülüyor. Ben binaların

zaman içinde ölmesi, başka bir formda yeniden yaşama dönmesi, yani tıpkı tüm canlılar gibi bir döngüye sahip olması gerektiği fikrindeyim. Sizin bu konudaki görüşleriniz nedir? eom: Buna kısmen katılmıyorum. Bence, geçmişe ait bazı binalara özel davranmak gerekir, onlara dokunmazsınız. Ancak bunların sayısı çok da fazla değildir. Bu yeni koruma yaklaşımı artık neredeyse hemen her şeyi kapsıyor. En azından Amerika'da her şeyi kurtarmaya çalışıyorlar ki çoğu yalnızca estetik çöp. Buna iki şekilde yaklaşabilirsiniz: Birisi size üzerinde kesat bir çizim olan bir parça kağıt uzatır ve onu atarsınız ya da üzerinde çizim olan bir kağıt uzatır ve çizim üzerindeki her şeyi değiştiremeyeceğinizi söyler ve o çizim sizi sınırlar. Bence bunda bir sorun yok, kavramsal olarak bakıldığında çok sayıdaki ilginç bina bir zaman dilimi

içinde oluşmuştur. Benim “Trojan Nero'ya karşı” olarak adlandırdığım bir süreç bu. Nero evini inşa etti, sonra kaçtı ve bunun üzerinden çok daha fazla bir zaman geçmeden Trojan geldi ve evini Nero'nun evinin üzerine inşa etti, onunkini gerçek anlamda ezdi. Ama ev çok güçlü olduğundan, onu tamamen ezemezdi, izlerini tamamen silemedi bu nedenle. Roma'nın tarihi de zaten bir şeyleri koruma ya da kurtarma üzerine kurulu değil, tıpkı İstanbul'daki gibi. Romalılar Yunan tapınaklarını yıkıp parçalara ayırarak diğer yapılarda kullandılar, tıpkı Yerebatan Sarnıcı'ndaki gibi. Binalar değiştirilebilir, dönüştürülebilir ve farklı biçimlerde yönetilebilir olmalı. Mimarlar da bunun böyle olmasını istemeli ve buna eğilmeli. he: Bugünlerde mimarlıktan söz edildiğinde tartışma hep kentsel

meselelere geliyor. Sizin bütüncül bir master plandansa adım adım bir planlamayı önerdiğinizi biliyoruz. Bugünün kentleri nasıl bir yöntemle daha iyi bir hale getirilebilir? eom: Benim vurgulamak istediğim master planların uzun zaman aralıklarında iyi işlemediği. Bu genel fikirler geliştirilemeyeceği anlamına gelmiyor ancak bu fikirleri 50 yıl boyunca takip etmek zorunda olmamalıyız. Çünkü kentsel deneyimde çok fazla şey radikal bir şekilde değişiyor. İnsanların çok değiştiğini düşünmüyorum ama hava kirliliği, araç sayısı, konut azlığı, insanların bir araya gelme biçimleri gibi konular değişiyor. Master planlar yapılmasın dememin ardında yatan neden, bir strateji geliştirilmesi, onun işletilmesi, sürekli olarak yeniden düzenlenmesi ve tartışılması gerektiğini düşünmem.


bu sayfada altta: Joseph Beuys, “Kuğular”, 1953. Kağıt üzerine kurşunkalem, suluboya ve leke. Deutsche Bank Koleksiyonu sağda: Joseph Beuys, “Metal Heykel-Keçe Heykel”, 1964. Kağıt üzerine kurşunkalem, suluboya ve leke. Deutsche Bank Koleksiyonu

KASIM 2009 - XXI 18

SERGİ - ÇAĞDAŞ SANAT - İSTANBUL

karşı sayfada üstte solda: Felix Droese, “Duvarlar Arasında”, 1979. Kesik Kağıt. Deutsche Bank Koleksiyonu üstte ortada: Walter Dahn, “Kuğular”, 1977. Kolaj: fotoğraf, guvaş, kağıt üzerine altın yaldız boya. Deutsche Bank Koleksiyonu üstte sağda: Peter Angermann, “İsimsiz (Anahtarlıklı Eldiven)”, 1983. Duvar kağıdı üzerine guvaş. Deutsche Bank Koleksiyonu altta solda: Joseph Beuys, “Blinky İçin”, tarihsiz. D. M. Marcovicz’in bir fotoğrafı. Bazlı kağıda ofset baskı. Deutsche Bank Koleksiyonu altta ortada: Joseph Beuys, “Iphigeneia / Titus Andronicus”, 1985. Pozitif-negatif fotoğraf, demir çerçeveli cam obje. Deutsche Bank Koleksiyonu altta sağda: Imi Knoebel, İsimsiz, 1983. Ahşap üzerine sülüğen, yaldız kâğıt ve yapışkan bant. Deutsche Bank Koleksiyonu.

fotoğraflar: Sakıp Sabancı Müzesi

DÜŞÜNÜN YA DA TERK EDİN! 9 Eylül - 1 Kasım tarihleri arasında Sakıp Sabancı Müzesi’nde sergilenen Joseph Beuys ve Öğrencileri sergisinde, Joseph Beuys'un bir eğitimci olarak üstlendiği uyarıcı rol, Beuys ve öğrencilerinin işleri üzerinden irdeleniyor. Burcu Yançatarol

“Sanat hasta bir dünyanın sağlıklı bir ortama dönüşümünü tamamlama anlamında gerçekten insana özgü bir devrimci değişim aracıdır.” Joseph Beuys Joseph Beuys'un içine doğduğu tarihsel dönem, siyasal, sosyal, ekonomik ve sanatsal sarsıntıların ve uyanışların dönemidir. Dada ve gerçeküstücülüğün sesinin manifestolarla yükseldiği, 1929'daki büyük buhranın yarattığı sarsıntının İkinci Dünya Savaşı'yla insani bir felakete dönüştüğü, sanatçının daha sonra üyesi olacağı Fluxus akımına uzanan yolda kavramsal sanatın kendini bulduğu bu dönemde Beuys, uyanışlara duyarlı bir sanatçı olarak sanatın hayatla ilişkisini sorunsallaştırmış ve toplumsal bağlamda yeniden tanımlamıştır. Beuys doğayı, yaşamı ve toplumu anlamak için daha derine içgüdüsel bir dönüş yapmış ve parçası olduğu toplumsal süreçlerde

sanatsal üretimine dönüştürücü bir rol biçmiştir. Beuys'un 1970'lerin başında ortaya attığı “toplumsal plastik” kavramı, süreç odaklı oluşumlara işaret ederken, sanatçı ve izleyici arasındaki sınırları açıkça reddeder, performanslar ve heykeller hiyerarşileri kıran bütüncül deneyimler halini alır. Buna göre, heykel, bir orman ya da toplumun ta kendisi olabilir, değişimi kucaklayabilecek esneklikte tanımlanabilir. Sanatçının 1982 yılındaki Documenta 7'de başlattığı “7000 Meşe” (7000 Oaks) performansı, beş seneye yayılan bir süreçte Kassel kentinde 7000 meşe ağacı dikilmesini öngörüyordu. Ekolojik bir eylem olarak “7000 Meşe” Beuys'un sanatı bir eylem biçimine, yaşamın tüm bileşenlerine duyduğu sorumluluğu da toplumsal bir projeye dönüştürüşünün en kapsamlı örneğiydi. Sanat ile yaşam arasındaki kavramsal kopukluk “eylem” yoluyla aşılabilirdi. Sanatsal eylem Beuys'ta, toplumu dönüştüren her dinamikle bir hesaplaşma stratejisine dönüşür. Joseph Beuys'un sanatına sızan Şaman ruh, onun doğa ve yaşamla kurduğu mistik ve içgüdüsel ilişkinin

sanatsal eyleme dökülmesinde kritiktir. Eserlerinin görsel dilini oluşturan malzeme, obje ve hayvanlar; kültürel, mitolojik, biyolojik ve tarihsel birtakım çözümlemelerle sembolik ve işlevsel ifade araçlarına dönüşür. Kişisel sembolizmi, onun kişisel yaşam öyküsüyle sıkı sıkıya bağlıdır. Sanatçının işlerinde “iyileştirici”, dönüştürücü ve mistik birer ritüel öğesi olarak karşımıza çıkan keçe ve içyağının kaynağı ise kişisel bir hikayeden ortaya çıkıyor: İkinci Dünya Savaşı sırasında savaş pilotu olarak görev yapan Beuys'un uçağı 1943 yılında Kırım'da düşürülür. Tatarlar ağır yaralı olan Beuys'u tedavi ederler; yaralarını iç yağıyla kaplayıp keçeyle sararlar. Öte yandan sanatçının süreç diyagramlarında ve performanslarında sıkça yer verdiği tavşan, arı, çakal, at gibi hayvanlar, toplumsal ve tarihsel süreçleri sembolleştirir. “Ölü Bir Tavşana Resimler Nasıl Anlatılır?” (How To Explain Pictures to a Dead Hare?) adlı, 1965 tarihli performansında, yüzü bal ve altın yapraklarıyla kaplı bir şekilde kucakladığı ölü tavşanın kulağına duvardaki resimleri göstererek


SERGİ - ÇAĞDAŞ SANAT - İSTANBUL 19 XXI - KASIM 2009

açıklamalar yaparken, kavramlarla birbirine yabancılaşmış bu sıcak iki cinsin bir araya gelişini gösteriyor. Sakıp Sabancı Müzesi'nde 9 Eylül 1 Kasım tarihlerinde sergilenen “Joseph Beuys ve Öğrencileri” sergisinde Beuys'un bir eğitimci olarak üstlendiği uyarıcı rol, Beuys ve öğrencilerinin işleri üzerinden irdeleniyor. Joseph Beuys'un 1961 yılından görevine son verildiği 1972 yılına kadar öğretmenlik yaptığı Düsseldorf Akademisi'nde öğrencisi olan Peter Angermann, Lothar Baumgarten, Walter Dahn, Felix Droese, Imi Giese, Jörg Immendorf, Imi Knoebel, Ulrich Meister, Norbert Tadeusz, Katharina Sieverding ve Blinky Palermo gibi sanatçıların işlerinde, Beuys'un sanatta değişime direnen öğretim sistemine karşı çıkan yaklaşımının farklı üslupların şekillenmesinde yarattığı etki izlenebilir. Akademi ortamı, Beuys'un sanatın devrimci işlevine olan inancının eylemlere dönüşmesinde yeterli dinamizmi sağlarken Beuys ise öğretim yöntemlerini hiyerarşik olmayan fikir ve bilgi alışverişi olarak formüle

ederek akademik hiyerarşiyi alaşağı ediyor. Beuys'un, öğrencilerinin kişisel üsluplarının gelişiminde, dönüştürücü güce sahip yaratıcı potansiyelin kalıplara dökülmeden özgürce ortaya çıkması konusunda verdiği cesaret önemli. Kişisel üsluplarını bulmaya çalışan öğrenciler, Beuys'un siyasal eylemi öğretmen kimliğinde ele alış biçiminden oldukça etkilenmiş. Yaratma eylemi ve sanat kimsenin tekelinde olmadığı için yaratıcı eylem -ki bu eylem kullanılan ifade aracı ne olursa olsun zihinsel bir dönüşümü kovalar-, politik bir hal almış. Beuys'un siyasal aktifliği ise yaratıcı eylemin politikliğine olan inancının bir sonucu olduğundan öğretim yöntemleri, siyasal gündemden asla kopuk değil. Beuys 1967'de Alman Öğrenci Partisi'ni, 1970 yılında da Referandumla Doğrudan Demokrasi Örgütü'nü kurmuş; 1971'de okul başvurusu kabul edilmediğinden 142 öğrenciyi okula toplayarak kabul kriterlerini protesto etmiştir. Sergide yer alan Beuys öğrencilerinin birçoğu, işlerinde toplumsal sorunları tarihsel süreçlerde ele alarak kendi

görsel dillerini oluşturmuşlar. Sanatçıların ifade biçimlerinin ve kullandıkları araçların çeşitliliği, Beuys'un yaratıcı potansiyelin en etkin ifade aracını bulması konusundaki liberal anlayışının bir göstergesi. Sergideki sanatçılar arasında Beuys'un saf temsili resimden uzaklaşıp kavramları malzeme edinme anlayışının aksine figüratif resmi sürdüren Norbert Tadeusz (1940), Beuys'un kendisinin yapmak istediği her şeyi yaptığını ve bu nedenle öğrenci olarak Beuys'un izinden gidemeyeceğini dile getiriyor. Beuys'un bu dönemlerde öğrencisi olan, Lothar Baumgarten (1944) sergiye sömürgeciliği, sömürgeci halklar ve yerli topluluklar arasındaki ilişkileri antropolojik yaklaşımlarla ele aldığı kabile fotoğrafları ve Ren Nehri'nin endüstriyel atıklarla dolu bataklık alanlarında çektiği detay fotoğraflarıyla katılıyor. Beuys'un yumruklandığı bir performans (1964, Aachen Teknik Üniversitesi) haberini görünce onun öğrencisi olmaya karar veren, Imi Knoebel (1940) ve Imi

Giese (1942-1974), sergideki işlerinde Beuys'un yaklaşımına karşıt pürist bir tavır sergiliyorlar. Farklı sanatsal ifade alanları arasındaki ilişkileri Rus avangardının izinde sorgulayan sanatçılar; renk, mekan ve imge arasındaki biçimsel ve soyut ilişkileri ortaya koyuyorlar. Öte yandan sanatı toplumsal değişimin katalizörü olarak gören Jörg Immendorf (1945-2007), dışavurumcu figüratif anlatımında Alman tarihini kişisel olarak sorunsallaştırıp, dinamik bir dille ele alıyor. Joseph Beuys öğrencilerine “Düşünün ya da terk edin!” (Think or leave!) derken aslında, ifade aracı ne olursa olsun zihinsel bir dönüşüm sürecine girmenin ve bu süreci tartışmaya açmanın zorunluluğunu ifade ediyor. Sanatsal eylemin düşünceyle başladığı gerçeği, onun öğrencilerinin kendi üsluplarını bulmak için atlamaları gereken bir eşik niteliğindeydi. Bir öğrenci olarak Joseph Beuys'u gözlemlemek hem bir şans hem de insanın kendisini kişisel düzeyde kamçılayıcı bir durum olmalı.


Hayatı yeniden tasarla!

sağda: Microrealities, Venedik Mimarlık Bienali, 2004 en sağda üstte: A Perfect Weekend, Salone del Mobile, Milano, 2005 en sağda ortada: Vista con Camera, Abitare il Tempo, Verona, 2007 en sağda altta: More with Less, Cibic&Partners ve Dogtrot, Salone del Mobile, Milano, 2009 en altta: Paesaggi Rurali, SAIE, Bolonya, 2008

KASIM 2009 - XXI 20

“AZ”LA ÇOK

Beş yıl önce başladığımız Microrealities adındaki projeyle birtakım zor koşullarda canlılık yaratmak için alternatif yollar aramaya çalıştık. Bu projeyle tek bir mekanda gerçekleşen çok sayıda küçük öyküden oluşan anlatımsal bir ele alma biçimi, kapsamlı ve kayda değer öyküler yaratma potansiyeli, tek bir alanın kimliğinin belirlenmesindeki en önemli faktörün insanların hareketleri olduğu işleniyordu.

Bu çalışma dört projede somutlaştırıldı: Bunlardan üçü banliyölerdeki durumları yeniden canlandırmak üzerineyken dördüncü proje ise doğada geçirilen zamanı inceliyor, pastoral bir hayat fikrini öne sürmektense orta sınıfın satın alım gücünün yetersizliğine çözüm üretiyor. Bu görüş, doğada yaşamanın estetik boyutunun yeniden keşfine iyi bir cevap ve kesinlikle ekonomik açıdan erişilebilir. Proje kırsal bir yerleşim yeri fikrinin hayata geçirilmesinden oluşuyor. Kentten çok da uzak olmayan bu yerleşim yerine trenle ya da bisikletle rahatlıkla ulaşılabiliyor, çevreye olabildiğince az etkisi olan küçük ölçekli bir mimariye sahip, içinde büyüklerin ve küçüklerin zengin bir yaşama deneyimi bulabilecekleri ve yoğun bir yaşama zevki duyabilecekleri, doğanın keyfini çıkarabilecekleri, kendi mevsim meyvelerini yetiştirebilecekleri bir proje. Bu proje, benim böylesi bir kırsal yaşamın olabilirliğine yönelik ilgimin bir yansıması olarak olarak ortaya çıktı. Sonraki yıllarda tasarladığımız bu projenin, fikrin gelişmesi ve daha gerçekçi olması için sürekli üzerinde çalıştık, gerçeği yansıtan ve alternatif bir yaşam biçimi sunan koşullar yaratmayı hedefledik. Projeler, A Perfect Weekend (Mükemmel Bir Hafta Sonu), Vista con Camera (Oda Görünümüyle) ve Paesaggi Rurali (Kırsal Peyzajlar) olarak adlandırıldı. Bu fikirden bir sonra geliştirilen More with Less (Azla Çok) ise farklı boyut ve biçimlerde, her açıdan ekolojik bir yaklaşımla (yeniden kullanılan malzeme, enerji, kanalizasyon vb) yapılan prefabrike konutların ve önlerinde taze mevsimlik sebze ve

aldo cıbıc Tasarımcı, Milano aldocibic@cibicpartners.com

meyvelerin yetiştirildiği bostanların yer aldığı sürdürülebilir bir köy projesiydi. Ortaya çıkan öneri, alternatif turizme olanak tanıyor, diğer yandan da gerçek anlamda doğru ve özgün bir yaşam biçiminin olabileceğini gösteriyor. Bu tasarlanan yöntem; çevresel felaketlere karşı beslenen büyük duyarlılık ve kötüleşen ekonomik durumlarda krize karşı geliştirilen bir model sayesinde, sürdürülebilirlik konusunu daha geniş olarak ele alıyor: yeni kültür anlayışı, yeni bir yaşam tarzı ve bizi bekleyen geleceğin yansıması olan yaşadığımız yeni koşullar olarak. Bana göre bütün bunlar yeniden bir hayat tasarlamak ve bir değişim sürecine başlamak için inanılmaz bir fırsat sunuyor. Başka gözlerle bakmaya hazırlanmalı, yeni koşullara yönelik gereksinimleri, eylemleri ve hayalleri yeniden tanımlayabileceğimiz bir tabula rasa oluşturmalı, eşzamanlılık hakkında yeni fikirler geliştirmeliyiz!



FESTİVAL - MEDYA VE ELEKTRONİK SANATLAR - LıNZ KASIM 2009 - XXI 22

Ars Electronica Müzesi, fotoğraflar: Stadtkommunikation Linz

TeknolojİYle Gelİşen Sanat Festİvalİ Medya sanatları alanında Avrupa'nın en önemli kurumu olan Ars Electronica'nın düzenlediği bu yılki festival 3 - 8 Eylül tarihleri arasında gerçekleşti. Ars Electronica Futurelab’da bilgi tasarımı üzerine kıdemli araştırmacı olarak çalışan Mahir M. Yavuz bu yılki festivali, sergileri ve geçtiğimiz yılbaşında açılan Ars Electronica binasını kaleme aldı. Mahir M. Yavuz

Geçtiğimiz Eylül ayında, merkezi Yukarı Avusturya’nın Linz kentinde bulunan medya ve elektronik sanatlar festivali Ars Electronica 30. yılını kutladı. Linz’in 2009 yılı Avrupa Kültür Başkenti olmasına denk düşen yıldönümü dolayısıyla festival organizatörleri her yıl olduğundan daha kapsamlı bir program sundular. Festival, bu yılın teması olan Human Nature (İnsan Doğası) çerçevesinde

insanın bilinmeyene olan merakının medya sanatları üzerindeki izlerini göstermeyi amaçlıyordu. Teknolojinin hayat tarzımızı ve algımızı değiştirdiği bugünün dünyasında kendine sanat, teknoloji ve toplum arasında bir arayüz olma konumu seçmiş olan festival, biyolojik kimyamız, duyular, merak ve keşfetme arzusu gibi insan doğasının önemli bazı parçalarının bu alanda gerçekleştirilen sanat eserlerinin temel yapı taşlarını oluşturduğunu vurguluyor. Festival küratörleri tarafından hazırlanan giriş yazısında dikkat çeken husus ise çağımızın “Anthropocene” çağı olduğu. Anthropocene (Yunancada “insan” ve “yeni” kelimelerinin birleşimi) insanoğlunun daha önce olmadığı kadar yeryüzüne hükmettiği,

yeryüzünü değiştirdiği, etkilediği ve bozduğu zaman dilimini anlatmak için ortaya atılmış bir terim. Bu bağlamda Ars Electronica Festivali yeryüzünün, toplumlarının ve insanoğlunun değiştiği, dönüştüğü bu çağda medya sanatçılarının, bilimcilerin bu değişikliklere hem öncü hem de ayna olmaları konusundaki sorumluluklarına dikkat çekiyor. Programda konseptle bağlantılı olarak üç temel konunun diğerlerine oranla daha ön plana çıktığını söyleyebiliriz: Biyoteknoloji-genetik mühendisliği, robotik sanat ve medya sanatları tarihi. Festivalin baş konuk sanatçısı Geminoid HI-1 isimli projesiyle Hiroshi Ishiguro idi. Geminoid


FESTİVAL - MEDYA VE ELEKTRONİK SANATLAR - LıNZ

solda: Geminoid, fotoğraf: Rubra solda altta: Deep Space Nightline, fotoğraf: Rubra altta: bios [bible], fotoğraf: Richter/Gommel/Zappe en altta: bios [bible], fotoğraf: Rubra

23 XXI - KASIM 2009

sıradan bir android projesi değil; Profesör Ishiguro’nun bir ikizi. Hem görünüş hem boyut hem de davranış olarak Ishiguro’nun tam bir kopyası. İnsan tarafından uzaktan kontrol edilebilir olan bu android sizinle neredeyse gerçekmiş gibi görünen bir diyalog kuruyor. Aslında işin belki de en ilgi çekici kısmı Geminoid’in Ars Electronica Festivali öncesinde sergilendiği kafede birçok insan tarafından robot olarak değil gerçek bir insan olarak algılanmış olması. İnsan görünümlü robot araştırmalarının eriştiği noktaları temsil etmesi açısından Geminoid HI-1 festivalde görülmeye değer projelerden biriydi. Yine robotik araştırmalar alanında gerçekleştirilen bios [bible] isimli İncil’i

baştan sona el yazısıyla yazan bir robot kolundan oluşan çalışma ilgi çekici işlerden bir diğeriydi. Her yıl festival kapsamında gerçekleştirilen özel bir gala gecesiyle sahiplerini bulan ve 1987’den bu yana düzenlenen Prix Ars Electronica yarışmasının son yıllarda dikkat çeken kategorisi Hibrit Sanat dalında bu yıl da önemli projeler ödüllendirildi. Hibrit sanat, çok farklı alanlardaki projeleri kapsayan, birden fazla sanat veya bilim dalının birbiriyle karıştırılarak üretildiği projeleri değerlendirmeye alan ve tam olarak sınırları tanımlanmamış yeni sayılabilecek bir kategori. Teknolojinin beklenmedik şekilde ve amaçları dışında kullanıldığı, sanatsal üretim

sağlamak adına halihazırda var olan bazı tekniklerin yeniden yorumlandığı projeler genelde alanın geleceğini ve sınırlarını belirliyor. Bu yılki büyük ödülü olan Golden Nica, Natural History of the Enigma (Gizemin Doğal Tarihi) isimli genetik çiçek projesi ile Eduardo Kac aldı. Kac, kendi DNA’sından aldığı örneklerle daha önce var olmayan bir çiçek türü yarattığı için ödüle layık görüldü. Aynı kategorideki onur ödüllerinde ise dikkat çeken çalışma New York Times Special Edition (The New York Times Özel Baskısı) isimli kolektif medya manipülasyon projesi oldu. Proje kapsamında New York Times Gazetesi’nin tamamıyla gerçek dışı fakat barışçıl haberler içeren tıpatıp taklitlerinin binlerce kişi tarafından

üretilip Kuzey Amerika’da dağıtılması ve bunun yarattığı sansasyonel etki nedeniyle ödül almaya hak kazandı. Festival kapsamındaki diğer bir önemli sergi ise 30 Years of Ars Electronica (Ars Electronica’nın 30 Yılı) başlıklı sergiydi. “Medya tarihinin ve teknolojisinin hangi yollardan geçerek bugünlere geldiğini anlamak bu sanat dalının geleceği hakkında fikir sahibi olmak için önemlidir.” düşüncesiyle kurgulanan sergide 30 yıllık geçmişten önemli işler sergilendi. Sergi salonunun ortasında yer alan Ludwig Boltzman Enstitüsü’nden araştırmacıların gerçekleştirmiş olduğu Mapping the Archive (Arşivin Haritalandırılması) başlıklı bilgi görselleştirmesi Ars


KASIM 2009 - XXI 24

FESTİVAL - MEDYA VE ELEKTRONİK SANATLAR - LıNZ

alt sırada: Elektronika Mabedi, fotoğraflar: www.bigblackmonkey.com sağda: Paralel İmge, fotoğraf: www.gebseng.com altta sağda: New York Times Özel Baskısı, fotoğraf: Rubra altta en sağda: Gizemin Doğal Tarihi, fotoğraf: Rubra

Electronica kurumunun, festivallerinin ve ödüllerinin bütün verilerini büyük boyutlu harita görselleştirmeleriyle yansıtıyordu. Christa Sommerer ve Laurent Mignonneau’nun Life Writer (Hayat Yazıcı) isimli etkileşimli daktilo projesi ile Gebhard Sengmüller’in A Parallel Image (Paralel İmge) adlı dijital camera obscura (karanlık oda) heykeli de ilgi çeken projeler arasındaydı. 1 Ocak 2009’da yeniden yapılandırılarak açılan ve festivalde yer alan birçok sergiye ev sahipliği yapan yeni Ars Electronica Müzesi ise festival sayesinde uluslararası ziyaretçilerle buluştu. Bünyesinde robot, biyoloji, beyin, fabrikasyon laboratuvarları, DeepSpace (DerinMekan) adlı yüksek çözünürlüklü etkileşim odası ve GeoCity

(GeoKent) adlı gerçek zamanlı kent gözlem sergisi bulunan müze bu alandaki müzeler içinde en gelişmiş olanı olarak görülebilir. Treusch Mimarlık tarafından tasarlanan ve 6.500 m2'lik kapalı alana sahip müzenin 5.100 m2'lik bir cam-LED cephesi var. 40.000 LED’den oluşan ve tamamen bilgisayar kontrolünde olan cephe, bu tarz mimari örnekler içinde dünyadaki ilklerden biri. Cephede, festival kapsamında ondan fazla etkileşimli ve hareketli proje sergilenme fırsatı buldu. Mar Canet Sola’nın Xbox oyun tablaları ile oynanan ve sekiz kişinin katılabildiği salon oyunu tarzındaki Pixel Killers (Piksel Katilleri) oyunu, Onur Sönmez ve Tim Devine’ın din, mabet ve talih üzerine kurguladıkları etkileşimli yerleştirme Temple

Electronica (Electronica Mabedi) bu mini festivalin öne çıkan projelerinden biri. Ars Electronica’nın geçmişinin ve geleceğinin tartışıldığı tarih konuşmaları ve yeni dönemin toplumsal fenomeni kümesel zeka (cloud intelligence) üzerine konferansların yanı sıra Etkileşimli Sanat ve Hibrit Sanat dalında ödül alan proje sahiplerinin sunumları alandaki araştırmacılar için oldukça zengin tartışmalara sahne oldu. İki farkli noktada yogunlasan tartısmalarda hem teknolojinin toplumsal etkilerinin derinleştiği hem de her sene festival ile ilgilenen kitlenin genişlediği vurgulandı.

tartışmalarla da çoğu zaman sanatçıların ve akademisyenlerin ilgisini çeken Ars Electronica’nın teknolojiyle evrilen bir gelecekte toplum ve sanat adına daha büyük roller oynayacağını düşünmek pek de yanlış olmaz. Umuyorum ki tamamen bir halk festivali olarak başlamış ve bugünlerde dünya çapında tanınmış olan kurum, önümüzdeki yıllarda daha fazla bağımsız sanatçı ve organizasyona destek olarak bu alandaki küresel ağ oluşumunda daha büyük sorumluluk sahibi olacak. Not: Ars Electronica Festivali'nde yer almış tüm projeler ve bu yıl geçen yıllara oranla daha iyi bir şekilde arşivlenmiş olan konferans ve panel

Sadece sergilediği işler ve ödüllendirdiği projeler ile değil aynı zamanda başlattığı

videolarına www.aec.at/humannature adresinden ulaşabilirsiniz.



SERGİ - MİMARLIK VE SANAT - NEW YORK KASIM 2009 - XXI 26

fotoğraflar: Andrea Rosen Gallery

MODERNİZMİ RENKLENDİRMEK 12 Eylül-17 Ekim tarihleri arasında Andrea Rosen Gallery'de sergilenen Josiah McElheny'nin Proposals for a Chromatic Modernism (Kromatik Modernizm için Öneriler) adlı sergisi, mimarideki işlevsellik ve modernizme dair farklı fikirlerden kendini soyutlayarak yeni tartışma alanları yaratıyor. Özge Ersoy

Modernist akımın tartışmalı mağlubiyeti, özellikle Enternasyonalist Stil’in bugüne uzanan etkileri ve tabiri yerindeyse tortuları, Amerikalı sanatçı Josiah McElheny’nin sorguladığı konulardan yalnızca birkaçı. Önceki çalışmalarında 20. yüzyılın ortalarında farklı tanımlar kazanan yalınlık, geçirgenlik ve tekrar kavramları üzerine yoğunlaşan McElheny, Eylül başında New York’ta açılan son sergisi Proposals for a Chromatic Modernism (Kromatik Modernizm için Öneriler) ile modernist mimari ve tasarımı ve bu akımların ideolojik mirasını irdelemeye devam ediyor.

Galeriye giren izleyicinin karşılaştığı ilk iş, Bruno Taut on Mies van der Rohe (1922) - Mies van der Rohe (1922) Üzerine Bruno Taut- başlıklı, fotoğraf bazlı çizim serisi. Mies van der Rohe’nin 1922’de tasarladığı, yalın çelik iskelet ve cam cephe örtüsü ile öne çıkan gökdelenin siyah-beyaz maket fotoğraflarına müdahelede bulunuyor McElheny. Binanın pencerelerini mavi, kırmızı, yeşil ve sarı renklerle boyayan sanatçı iki üslubu ve anlayışı üst üste giydiriyor: Mies van der Rohe’nin temsil ettiği tek renklilik, yalınlık ve geçirgenlik ile Bruno Taut ile özdeşleştirilen çok renkli, hatta dışavurumcu stil. Van der Rohe’nin mimari tasarımını yeniden kurgulayan bu iş, serginin başlığında yer alan “kromatik modernizm” terimi hakkında da ipucu veriyor. Fazla renklilik ve duyulara hitap etme kavramlarını öne çıkaran sanatçı, ana renklerin kullanımı ile modernizmin

tarihine gönderme yaptığı gibi rengin betimleyici işlevinden çok, teorik fonksiyonuna işaret ediyor. Serginin odağında olan Bruno Taut’s Monument to Socialist Spirituality (after Mies van der Rohe) - Taut'un Sosyalist Ruh için Heykeli (Mies van der Rohe'den Sonra)- ise çizim serisinde maketi görülen cam gökdelenin yeniden yorumlanışı. Yapımı hiçbir zaman gerçekleşmediği için estetik bir önermeden ibaret olan gökdelenden yola çıkan McElheny, bu fikre yeni bir üslup giydirerek hayat veriyor. Farklı renklerdeki altıgen cam ünitelerin üst üste konarak yeniden yaratıldığı 2,4 metrelik model, şüphesiz ki Taut’un yarı-saydamlık prensibine yapılan bir gönderme. Böylelikle McElheny yarı-saydamlığı ve farklı renkleri bünyesinde barındıran yapıların dönüştürücü gücünü savunan iddialara ses veriyor.


bu sayfada solda: Bruno Taut's Monument to Socialist Spirituality (After Mies van der Rohe) heykelinden ayrıntı. altta: Charlotte Perriand (and Carlos Scarpa), Red, 2009. Üfleme cam, ahşap, metal ve parlak lake boya. © Josiah McElheny

SERGİ - MİMARLIK VE SANAT - NEW YORK

karşı sayfada Bruno Taut's Monument to Socialist Spirituality (After Mies van der Rohe), 2009. Üfleme ve dökme cam modüller, ahşap ve metal. © Josiah McElheny

27 XXI - KASIM 2009

Ünlü cam sanatçısı Lino Tagliapietra’nın eski öğrencilerinden McElheny, sergideki çizimlerini ve heykelini, cam işçiliğinde geliştirdiği teknikleri kullandığı yeni çalışmalarıyla destekliyor. Galerinin üç farklı duvarına yerleştirilen heykeller modernist dönemde ikonlaşan bazı mobilya tasarımlarının McElheny’nin imzasını taşıyan el yapımı benzerleri. Kırmızı, sarı ve mavi olarak üç gruba ayrılan raf-heykeller başlıklarını tasarımcılarının isimlerinden alıyor. 1950’lere ait cam işlerinden örneklerin raf-heykellerin tonlarında üretilmiş benzerleri de bu projeyi tamamlar nitelikte. Charlotte Perriand (and Carlos Scarpa), Red - Charlotte Perriand (ve Carlos Scarpa), Kırmızı- Fransız tasarımcı Perriand’ın mimar Jean Prouvé’nin atölyesinde ürettiği ahşap ve metal raf ünitesinden yola çıkıyor ve onu İtalyan mimar Scarpa’nın tasarımlarından esinlenen kırmızı cam objelerle birleştiriyor. Aino Aalto (and Tapio

Wirkkala), Yellow - Aino Aalto (ve Tapio Wirkkala), Sarı- Fin tasarımcı Aalto’nun kontrplak raflarının benzerlerini Fin sanatçı Wirkkala’nin kase ve vazolarına referansla üretilen cam işlerle sunuyor. Lilly Reich (and Wilhelm Wagenfeld), Blue - Lilly Reich (ve Wilhelm Wagenfeld), Mavi ise van der Rohe’nin yakın arkadaşlarından Alman tasarımcı Reich’ın duvar dolabını tasarımcı Wagenfeld’in sofra takımı ile eşleştiriyor. “Bu projedeki işçiliğin net şekilde tanımlanmasını gerekli görmüyorum; bunlar replika, röprodüksiyon ya da kötü kopyalar olarak okunabilir.” diyen sanatçının tarihsel revizyonizm üzerinde durdurduğu rahatlıkla söylenebilir. Sergideki son iş olan White Modernism - Beyaz Modernizm ise, kanımca, McElheny’nin modernizmi sorguladığı önceki çalışmalarıyla “Kromatik Modernizm için Öneriler”de sergilenen, ana renklerin ağırlıkla kullanıldığı işleri

arasındaki bağı öne çıkarıyor. Açık renkli ahşap çerçevelerle sunulan 13 baskı, 1950’lerde Çekoslovakya, İskandinavya, Avusturya ve İtalya’da üretilen cam işlerinden bir seçkiden yola çıkıp, bunların silüetlerini beyaz mürekkeple el yapımı beyaz kağıtlara aktarmakta. Beyaz Modernizm, beyaz-üzerine-beyaz karakteri ile modernizmin tartışmalı çift karakterine gönderme yapıyor: Yüceltilen kusursuzluk ve yalınlık kavramları ile farklılıkların törpülenerek yok edilmesi. McElheny’nin bu işinde kullandığı başka bir referans da mimar Adolf Loos’un 1908 tarihli “Bezeme ve Suç” manifestosu. Art Nouveau akımına şiddetle karşı çıkan, birbirini tekrar eden süslemelerin iş gücü kaybı anlamına geldiğini savunan Avusturyalı Loos’a yapılan göndermenin bugün -hele de New York'taki MoMA’nın atriumundaki yüksek düz beyaz duvarın yeteri kadar “kusursuz” olmadığından şikayet eden küratörlerin sesinin

yükseldiği bir zamanda- üzerinden yeniden düşünülmesi gereken anlamlar taşıdığı aşikar. McElheny, “Kromatik Modernizm için Öneriler”de sergilenen çalışmalarında mimari modeller yaratmak peşinde değil. Bu işler daha ziyade şu soruları öne sürüyor: Modernist mimari ve tasarım günümüzde hangi şekillerde var olabilir? Bu akımlara dair farklı görüşler bir araya getirilirse ne gibi sonuçlar beklenebilir? Sanatçı, mimarideki işlevsellik beklentisinden sıyrılıyor ve modernizme dair farklı fikirleri soyutlayarak yeni tartışma alanları yaratmak istiyor. Tarihteki zıt akımları bir araya getirmek devrimci, yeni bir yaklaşım olmasa da, McElheny’nin mimar, tasarımcı ve sanatçının kesişen rollerine duyduğu entelektüel merakı yarattığı objelere aktarması bu sergiye derinlik kazandırıyor.


BİENAL - MİMARLIK - ROTTERDAM KASIM 2009 - XXI 28

fotoğraflar: Michelle Wilderom

Çarpık kentler yüzyılı Bu yıl dördüncüsü düzenlenen Uluslararası Rotterdam Mimarlık Bienali, yine kentler üzerine kurguladığı temasıyla aşırı kentleşmenin getirdiği sosyal sorunlara odaklanıyor. Aslı Çiçek

Uluslararası Rotterdam Mimarlık Bienali (International Architectural Biennale of Rotterdam-IABR) 25 Eylül'de kapılarını açtı ziyaretçilere. Bu yıl dördüncüsü düzenlenen bienalin teması Open City: Designing Coexistence, yani Açık Kent: Bir Arada Varoluşu Tasarlamak. İlk kez yapıldığı 2003 yılından bu yana ana hatları kentleşmeyle belirlenen bir bienal bu. Günümüzde dünya nüfusunun büyük bölümü kentlerde yaşıyor ama kentlerin sunduğu imkanlara ulaşabilen kitle gittikçe küçülüyor. Bu gerçeğe ilk kez parmak basan bienal olmamasına rağmen (örneğin 10. Venedik Mimarlık Bienali'nin ana başlığı da Kentler'di) Rotterdam’ınki kanımca konuya en metodik şekilde eğilen sergi topluluğunu sunuyor.

alındığında, 90’larda ve milenyumun başında mimarlık sahnesinin önemli aktörlerinden biri çıkar karşımıza. Her ne kadar bu konumu günümüzde -doğal olarak- geçerliliğini yitirmiş de olsa mimarlık mesleğini kimliğinin parçası haline getirmiş bir Avrupa kenti Rotterdam. Burada yaşayan “yoğun” mimar nüfusu, orta ölçekte olmasına rağmen özenli ve önemli sergilere ev sahipliği yapan birkaç enstitüyü barındırması ve Hollanda'nın ilerici, “her şey her an mümkündür” anlayışından beslenerek sürekli yeni yapılar üretmesi, bu kentin mimarlık organizasyonları için çekici kalmasını sağlıyor. Bu bağlamda 2007 yılında gerçekleşen 3. Rotterdam Mimarlık Bienali kendisini kentin her tarafına asılan mor bayraklar, düzenlenen etkinliklerle hissettirmiş, mimarlıkla ilgisi olan, olmayan herkesin bienalin farkına varmasını sağlamıştı, belediye tarafından düzenlenen bir festival misali.

Hollanda'nın ikinci büyük kenti Rotterdam'ın yakın tarihi göz önüne

4. Rotterdam Mimarlık Bienali ise daha sessiz, sakin ve varlığını daha çok

içeriğiyle belirtmeye çalışıyor. Bu yıl ana sergiler NAi (Hollanda Mimarlık Enstitüsü) binasında toplanmış, geçen bienal Kunsthal'de odaklanmıştı. Bienal için Nai binasının sirkülasyonu değiştirilmiş, sergi konsepti Rotterdamlı büro Maxwan Architects and Urbanists tarafından tasarlanmış. Bu çerçevede NAi’nin önündeki yapay göletin üzerinden geçen bir köprü ile doğrudan ana sergi salonuna bağlantı sağlanmış. Normalde yapının ana sergi mekanı olan bu bölüm bienalin “forum”u olarak adlandırılmış: Bienal süresince NAi’nin kitapçısı buraya taşınmış, ziyaretçilerin dinlenebileceği bir kafe kurulmuş, NAi’nin maket hazinesinden bienalle ilgili olduğu için gün ışığına çıkarılan proje maketleri mekana serpiştirilmiş, ayrıca mekanın bir bölümü çeşitli konferans ve sunumların yapılabileceği çok amaçlı bir yer haline dönüştürülmüş. Tüm bu işlevlerin yanı sıra forumda Hollanda televizyon kanalı VPRO’nun arşivlerinden toplanan, şehirciliğe odaklanan radyo ve televizyon programlarının veribankası


BİENAL - MİMARLIK - ROTTERDAM 29 XXI - KASIM 2009

da (ki aralarında 1926’ya dek uzanan radyo kayıtlarının ve 1913’ten kalma görsellerin dijitalleştirilmiş versiyonları bile bulunuyor) ziyaretçiye açılmış. VPRO ayrıca bienal boyunca kentleşmeye sadece televizyon değil, radyo, basın ve internet üzerinden yoğunlaşmayı planlıyor. Bienalin -her bienalde olduğu üzeredetaylı olarak anlatması sayfalar sürecek sayıda kolu var. Tüm bu kollar üç ana başlık altında toplanmış: NAi binasında görülebilen ve bienale adını veren Open City: Designing Coexistence sergisi, altı alt kola ayrılarak günümüz kentlerinin karşı karşıya kaldığı sorunları, durumları konu ediyor. Parallel Cases/RDM (Paralel Konular/RDM) başlıklı bölüm, 20 ülkeden Açık Kent konusunda çalışan 28 okuldan toplam 45 öğrenci projesini sunuyor. Üçüncü büyük sergi Vrijstaat Amsterdam (Amsterdam Özerk Devleti) adından da anlaşıldığı gibi Amsterdam'ı konu alıyor. Dokuz tane genç şehircilik ofisinin kentin dokuz ayrı bölgesinde,

çözüm getirmekten çok tartışma açmak amacıyla önerdikleri projelerden oluşuyor bu sergi. Bu sergilerin dışında bienalin altı adet alt başlığı da var: Maakbarheid (Yapılabilirlik), Refuge (Sığınak), Reciprocity (Karşılıklılık), Community (Topluluk), Squat (Gecekondu) ve Collective (Kolektif). NAi’nin forum dışındaki mekanları bu konuların sergilerine ayrılmış. Bienalin baş küratörü Hollandalı mimar ve kent plancısı Kees Christiaanse. Aynı zamanda Avrupa çapında en önemli mimarlık okullarından ETH Zürih'te profesör olan Christaanse, bienalde kuramsal tartışma ve günlük yaşamdan saptamaların karışımından beslenen projelere yer verdiklerini belirtiyor. Çarpık da olsa sürekli büyümekte olan birçok kentte farklı kültürlerin, görüşlerin yan yana var olmasının mimarlar ve kent plancıları tarafından kalite olarak algılanması gerektiğinin altını çiziyor. Bu bağlamda ilk göze çarpan projelerden biri Stadt-Igel (Kent-Kirpi). Kent planlaması

ve mimarlık konularına eğilen araştırmacı ve meslek adamlarının Kaisersrot adını verdikleri toplulukların çalışması bu. Stadt- Igel beş metre çapında, küre formlu soyut bir kent maketi. Kürenin üzerine yerleştirilmiş bina blokları kent yüzeyinin devamlılığını simgeliyor. Maketin küresel formu yüzünden hiçbir noktadan tümüyle algılanamamasıysa günümüz kentlerinin gelişimine yönelik bir metafor: Stad-Igel'in plan görünüşünü çizmek imkansız; bu yöndeki her girişim “kentin” başka bir bölgesinin kesitini ya da alttan görünüşünü de kağıda aktarmak durumunda kalmakla sonuçlanacak. Stadt-Igel, çağdaş kenti kavramanın güçlüğü üzerine net bir çalışma. Ana serginin alt kollarından Refuge (Sığınak) bienalin kanımca en etkili kısmıydı. Küratörlüğünü Philipp Misselwitz ve Can Altay'ın üstlendiği bu sergi, sığınağın günümüzde sadece açlık, şiddet ve/veya yoksulluktan saklanılan bir yer oluşuna değil,

çağdaş kentin kalabalığından kaçma isteğine ya da zengin büyükşehir insanının kentindeki yoksulluğu göz ardı edebileceği “sakin bir liman” (örneğin, güvenlikten geçerek girilebilen konut siteleri) arayışına cevap vermesine yöneliyor. Sığınağın bu çifte anlamına yoğunlaşarak dört alt gruba ayırmış küratörler çalışmalarını: Sığınağı Sağlamak, İtalya'nın Afrikalı sığınmacıları çok ağır koşullarda barındırdığı Lampedusa adası için düzenlenen “Lampedusa için Bir Fener” başlıklı mimari proje yarışmasına yer veriyor. Adaya tasarlanacak deniz fenerinin hem sığınmacılara yön göstermesi hem de sığınmacıların gerçeğini anlatan bir müze olması istenmiş yarışma kapsamında. Sığınağı Önlemek, İstanbul'u konu almış, gecekonduların, alternatif dönüşüm projeleriyle kentin yaşayanları arasında gittikçe artan kutuplaşmanın önüne geçmesi potansiyeli üzerine çalışılmış. Burada sığınak, yüksek gelirli tabakanın çok dar gelirli topluluktan kaçtığı özel siteler olarak algılanmalı. Sığınağı


ilk sayfada solda: Stadt-Igel, küresel kent maketi sağda: NAi'nin önündeki gölet üzerindeki köprü ve sergi mekanları

KASIM 2009 - XXI 30

BİENAL - MİMARLIK - ROTTERDAM

önceki sayfada üstte ve ortada: Moskova eteklerindeki Microrayon; fotoğraflar: © Anton Naroditski; Collective bölümünden alt sırada: NAi içindeki forumdan görüntüler

Sökmek, Roma’da yıllar boyu kentin dışına itilmiş çingene topluluklarının I-Rome programı çerçevesinde Roma'nın çevreyolu boyunca konumlanan yoksul bölgelerinden geçen gösteri yürüyüşünü konu alıyor. Sığınağı Geliştirmek projesi Ürdün, Gazze Şeridi, Suriye ve Batı Şeria'da yaşayan tahmini 1,4 milyon Filistinliye yöneliyor ve dünyanın en yoğun nüfuslu bölgelerinden sayılan bu alandaki son derece kötü yaşam koşullarını değiştirmenin bir yolu olarak, tarihi haksızlığın kolektif yaşam bilinciyle takas edilmesini gösteriyor. Refuge’un işlediği diğer kentler Diyarbakır, Dubai’deki yapay Palmiye adaları ve Kahire. Bu kentlere ait fotoğraf belgeseli denebilecek son derece etkili, usta işlere imza atan Hollandalı fotoğraf sanatçısı Bas Princen’in sergiye çok önemli katkısı olmuş. Okul çalışmalarını içeren ve Ralf Pasel tarafından düzenlenen Parallel Cases sergisi, liman bölgesinin merkezindeki artık kullanılmayan bir tersane olan

bu sayfada altta: Urban Situations: Before Ramadhan; Jakarta'dan bir görüntü; fotoğraf: © Erik Prasetya; Reciprocity bölümünden sağda: Sao Paulo'daki favelalar için yapılan atölye çalışmasının ürünü maket ve arka plandaki favelalar ve gökdelenler; Squat bölümünden sağda altta: Black Rock City; fotoğraf: © Gabe Kirchheimer; Community bölümünden

Rotterdam Droogdok Maatschippij binalarında görülebiliyor. Yukarıda söz ettiğimiz gibi 28 okuldan toplam 45 proje mimari ve kentsel gelişim projelerinin sosyal uyuma katkısını öğrenci gözüyle işliyor. Bu projeler arasında dikkatimi çeken Berlin Teknik Üniversitesi'nden Yüzme Havuzu Barınakları çalışması oldu: Ekim-Mayıs arası kapalı olan açık hava havuzlarının altyapısını (mutfak, soyunma odaları, duşlar, gruplara hizmet eden geniş mekanlar vs) evsizlerin kışlık barınak olarak kullanması önerisiyle gayet basit ama rasyonel bir proje sunuyor Berlin Teknik Üniversitesi öğrencileri. Londra Kraliyet Sanat Akademisi’nden öğrenciler, Londra 2012 Olimpiyatları için kentin doğusunda inşa edilmekte olan olimpiyat parkının şantiyesini çevreleyen sonsuz mavi duvarı bölgenin süregelmekte olan yabancılaşmasını somutlaştıran politik bir sembol olarak almış. Duvarın bölücü, ayırıcı karakterine odaklanmaktan çok onu kamusal mobilya gibi kullanarak bölgede yaşayanları bir araya getirici bir

öğe haline dönüştürmeye yoğunlaşan bu öğrenci projesi, genellikle analiz ve araştırma tarzındaki, antropolojiye yönelen diğer projeler arasından sivrilebilen ikinci çalışma. Parallel Cases’ın dışında Rotterdam’da bulunan Berlage Enstitüsü de 24 Eylül - 9 Ekim arasında yapılan iki haftalık bir “master class”ın projelerini sergiliyor. Çalışmalar Lars Lerup ve Christian Bandi ile Gunnar Hartmann tarafından yönetilmiş. Yüksek lisans öğrencisi genç mimarlardan oluşan 16 uluslararası ekip, Rotterdam kentinin mimari geleceğini kent merkezinin limana olan sınırında, konut sorununa çözüm önererek aramaya odaklanmış. Bu aktif çalışmanın sonuçları bienalin konferanslar, belgesel gösterimleri, atölye çalışmaları, sempozyumlar, tartışmalar gibi disiplinlerarası etkinliklerle renklenmesini amaçlayan Open City Events kapsamında 9 Ekim itibariyle forumda ziyaretçilere açıldı.

onlarca farklı projeyle eğiliyor. Burada sözünü ettiğimiz çalışmalar bir seçki olarak algılanmalı; ama bienalin bıraktığı genel izlenim, konuya egzotik fotoğraflarla ya da dünyayı “mapping”leyerek eğilmekten ziyade özenli çalışmalarla bakılmış olması. Yine de her bienalde olduğu gibi yüksek katılımın kaliteye katkıda bulunmadığı fikrindeyim. Diğer yandan -çarpık- kentleşme salt bir bölgenin sorunu değil, dünyanın her yerinde gözlenebilen bir olgu; dolayısıyla batı-doğu-güney-kuzey demeden her bölgeden gelen sesleri duymaya ihtiyaç var. Bu bağlamda bienal üzerine düşen görevi sükunetle yerine getiriyor; tek sorun bienali hakkını vererek dolaşmak için dolu dolu bir hafta sonunu gözden çıkarmanın gerekmesi. Sergi bilgileri: www.iabr.nl Sergi kataloğu: Open City: Designing the Coexistence- The Book; Tim Rieniets, Jeniffer Sigler, Kees Christiaanse editörlüğünde. SUN

Rotterdam Mimarlık Bienali içinde bulunduğumuz “kentsel yüzyıl”a

Yayıncılık, ISBN 9789085067832; 350 sayfa renkli baskı, İngilizce, 42,50 Avro.



MEKAN, BEDEN, NESNE Akademik bir konferans nedeniyle gittiğim Londra’da son günüm. Yoğun konferans programının izin verdiği ölçüde hızına ayak uydurmaya çalıştığım kent beni soluksuz bırakıyor. Son gün öğleden sonra gidilebilecek etkinliklerin sayısı sınırsız ama aynı gün Anish Kapoor’un Royal Academy of Arts’daki sergisinin açılışı olduğunu öğrenir öğrenmez tercihimi yapmak zor olmuyor. Sergiye adımımı atınca uzun giriş kuyruğunda tükettiğim zamanın ödülü katlanarak karşıma çıkıyor. Kapoor sergisini pek çok farklı açıdan deneyimlemek olası. Royal Academy’nin salonlarında ve avlusunda yer alan toplam 11 yerleştirme için psikoanalitik, politik, estetik yorumlar ve tartışmalar yürütülebilir. Sergi kataloğunda söylendiği üzere, Kapoor izleyicisini nesnenin maddeselliğinin ötesine geçen “bir dizi fiziksel ve psikolojik deneyime” davet ediyor. Bu doğru. Ve bu deneyimin merkezinde mekan olgusu yatıyor. Kapoor’un sergisi bana mekan, beden ve nesne ilişkisini yeniden düşündürüyor. beden/MEKAN/nesne

Eşİk cİnlerİ

Gündelik deneyimlerimizde pek de kuramlaştırmadığımız mekan/beden/nesne ilişkisini genellikle tek yönlü tanımlarız. Verili bir mekana nesneler yerleştirilir; bedenler bu nesneleri işlevlerine ve gereksinimlerine göre kullanırlar. Bu anlayışta kurucu öğe öznedir. Mekanı tasarlayan da, nesneleri seçen de öznenin kendisidir. Mekan özneyi taşır/ barındırır; nesneler mekanın işlevine ve niteliklerine göre özne tarafından seçilir ve kullanılır. Oysaki eleştirel kuramlar ışığında düşünüldüğünde, böyle bir anlayış gerek mekan gerek özne açısından, mimarlıktan antropolojiye kadar farklı disiplinlerce ve yapısalcılık-sonrasından psikoanalitik eleştiriye kadar farklı kuramlarca ayrı ayrı eleştirildi.

KASIM 2009 - XXI 32

Mimarlık açısından bakıldığında, en azından Bruno Zevi’nin 1957’de yayınlanan Architecture as Space (Mekan Olarak Mimarlık) kitabından beri mekan, mimarlık kuramlarının başlıca temaları arasında. Bu yapıtın önemi mekanı biçimden arta kalan boşluk olarak görmeyip bir analiz nesnesi haline getirmesi. Architecture as Space’in yazarı mekanın içinde hareket eden insan algısına odaklanarak, mekanın kendisine “statik”, “dinamik”, “sürekli” gibi nitelendirmeler getiriyor ve mekanın plan, kesit ve perspektif gibi iki ve üç boyutlu temsiliyetlere indirgenemeyeceğini savunuyor. Zevi’den sonra mekanı, insan algısıyla eklemlenerek hayatiyet kazanan bir mimari öğe olarak göz ardı etmek olanaksız hale geliyor. Bu tür bir yaklaşım mimarlık kuramında önemli bir yer tutsa da eleştiriye tamamen kapalı değil. Buradaki başlıca sorun “insan” öğesinin kavramlaştırılmasında yatıyor. Zevi’nin “insan”ı, cinsiyetinden, yaşından, sınıfından etnik kökeninden ve bilinç-dışından bağımsız, idealize edilmiş, evrensel bir insan. gülsüm baydar gulsum.baydar@ieu.edu.tr

Evrensel insan olgusunun aslında hiç de evrensel olarak kavramlaştırılmadığı ve bu olguyu esas

alan hümanist düşüncenin beyaz, Batılı, erkek özneye işaret ettiği geçen yüzyılın ortalarından beri, özellikle yapısalcılık-sonrası eleştirel kuramlarca derinlemesine irdelendi. Psikoanalitik kuram ise öznenin bütüncüllüğünü sorgulamaya tabi tutup bilinç ve bilinçaltının karmaşık eklemlenme biçimlerine odaklandı. Mimarlık alanında bu düşüncelerin en doğrudan ele alınışı sürrealizmin inşa edilmemiş projelerinde yer aldı. mekan/NESNE/beden

Kapoor’un sergisi mekan/özne denklemine bir başka öğeyi, yani nesneyi getirerek bu ilişkiler ağını daha da karmaşık ama bir o kadar da üretken ve ilginç bir hale getiriyor. Onun sergilediği nesneler yaratıcı bir insan eliyle edilgen bir mekana yerleştirilmiş seyirlik öğeler olma amacını taşımıyor çünkü. Hem mekana hem mekanı deneyimleyen bedenlere çarpıcı biçimlerde müdahale ediyor bu nesneler. Kimi zaman duvarlardan “fışkırarak” hayat kazanırlarken


kimi zaman mekana saldırır bir niteliğe bürünüyor ya da karşılarında hareket eden bedenlerle birebir ilişkilenerek onların çarpıtılmış imgelerini yansıtıyorlar. Çarpıcı renkleri, kimi zaman bilinçaltına seslenen biçimleri, ya da bedenlerin üzerinde kurdukları iktidarla onları yok saymak, görmezlikten gelmek ve içinde yer aldıkları mekandan ayrı düşünmek olanaksız hale geliyor.

Eşİk cİnlerİ

Hayatiyet kazanan nesnelerin en çarpıcı örneklerinden birisi Pigment Works (Pigment Çalışmaları). Renk pigmentlerinden oluşan keskin formlar, döşemede ve duvarlarda izlerini bırakmak suretiyle adeta içinde bulundukları mekanı oluşturan öğelerden “doğuyorlar” bu çalışmada. Doğumu çok daha doğrudan ama tekinsizce çağrıştıran bir diğer mekansal müdahale de When I am Pregnant (Hamile Olduğumda). Bembeyaz duvar yüzeyinden izleyiciye doğru uzanan yarımküre biçimindeki şişkinlik, cansız nesne ve canlı beden ikileminin tüm varsayımlarını alaşağı ediyor. Yellow (Sarı) ise benzer bir biçimde duvarın bedeni içine çeken organik bir oluşuma dönüşmesine dair.

Beş galeriyi birden kaplayan ve bunlar arasındaki serbest dolaşımı engelleyen Svayambh ismini “kendi kendini yaratmış olan” anlamına gelen Sanskritçe bir sözcükten alıyor. Kırmızı balmumundan yapılmış anıtsal bir blok raylar boyunca galerilerin klasik kemerlerini yararak ve geride yapışkan kırmızı atığını bırakarak yavaşça ileri-geri yol alıyor. Benzer bir anlayışı çağrıştıran Shooting into the Corner (Köşeye Atış Yapmak) adlı yerleştirme, 20 dakikalık aralarla bir mekandan diğerinin duvarlarına kütle halinde kırmızı balmumu atan bir toptan oluşuyor. Balmumunun bıraktığı izler bir yandan Pollock resimlerini ve savaş alanlarını anımsatırken, diğer yandan güzellik adına da olsa iz bırakmanın hemen her zaman şiddet içerdiğini vurguluyor.

nesne/BEDEN/mekan

Tüm bu yapıtların bir başka özelliği de “sanatçının yaratıcı eli”nin neredeyse aradan çekilmiş olması. Nesneler ya mekanizmalarını açık ederek (Svayambh ve Shooting into the Corner) ya kendi kendilerini yok ederek (Non-object) ya da mekanik mükemmeliyetleriyle (Pigment Works) kendilerini yapan ya da inşa eden bir yaratıcıya gereksinim duymadıkları izlenimi veriyorlar. Ortada olan mekan, nesne ve beden sadece. Buradaki bedenler Zevi’nin evrensel bedenleri değil ama. İçbükey yüzeylerde formları çarpıtılan, mekansal algılarına müdahale edilen ya da kan, şiddet ve doğum gibi çağrışımlarla bilinçaltları harekete geçirilen bedenler. Anish Kapoor sergisi mimari çağrışımlarla yüklü. Mekan, beden ve nesne ilişkisi üzerine yeniden düşünmeye davet eden, tasarımcının elinin gücünü sorgulayan ve nesneler dünyasının hiç de emrimize amade bir edilgenlik barındırmadığını anımsatan güçlü bir müdahale.

karşı sayfada üstte: As if to Celebrate I Discovered a Mountain Blooming with Red Flowers (Kırmızı Çiçekler Açan Bir Dağı Keşfedişimi Kutlar Gibi), 1981; fotoğraf: Dave Morgan altta: 1000 Names (1000 Ad), 1982; fotoğraf: Dave Morgan bu sayfada en solda üstte:Yellow (Sarı), 1999, sanatçının ve Lisson Gallery, Londra'nın izniyle; fotoğraf: Dave Morgan en solda altta: Svayambh, 2007, Musee des Beaux-Arts de Nantes'daki yerleştirme; fotoğraf: Cecile Clos solda: Non-object (Nesne Olmayan), 2008, sanatçının ve Barbara Gladstone Gallery'nin izniyle; fotoğraf: David Regen üstte: Shooting into the Corner (Köşeye Atış Yapmak), 2008-09, fotoğraf: Dave Morgan

33 XXI - KASIM 2009

Non-object (Nesne Olmayan) çalışmaları ise beden, mekan ve nesne üçlemesinin en etkileyici örneği. İçbükey yüzeyleriyle galeri mekanının döşeme ve duvarlarına yerleştirilmiş kusursuz parlaklıktaki metal nesneler hem mekanın hem de önlerinden geçen ya da karşılarında duran bedenlerin algısına müdahale ediyorlar. Gerek malzemeleri, gerekse mekana açılmış delikler gibi algılanabilirlikleri, maddeselliklerini sorgulanır hale getiriyor.


söyleşİ - KULLANICI ARAŞTIRMALARI LABORATUVARI - ANKARA KASIM 2009 - XXI 34

fotoğraflar: UTRLAB Arşivi

KULLANICI ODAKLI TASARIM Türkiye’deki ilk özel ve bağımsız kullanıcı araştırmaları laboratuvarı olan UTRLAB, ürün geliştirme sürecinde firmalarla çalışarak tasarımın kullanıcı odaklı sürdürülmesine yardımcı oluyor. Bu süreci ve kullanılabilirlik araştırmalarını UTRLAB Kullanıcı Araştırmaları Direktörü Ali Emre Berkman anlattı. Elif Esmez

ee: UTRLAB ne amaçla kuruldu? Verdiğiniz hizmetlerden biraz bahsedebilir misiniz? Ali Emre Berkman: UTRLAB, başta kullanılabilirlik, ergonomi ve tasarım alanlarında Türkiye'de ve yurtdışında ürün geliştiren firmalara hizmet vermek amacıyla ODTÜ Teknokent'te faaliyetlerini sürdüren NANObiz firması bünyesinde kuruldu. Amacımız “daha kolay bir yaşam için” yaklaşımıyla yola çıkıp, ürettiğimiz ve kullandığımız ürünlerin daha kolay kullanılabilir hale gelmesiydi.

tür çalışmalarda genelde kullanılabilirlik testi ve farklı uzman analizi teknikleri sunuyoruz. Kullanılabilirlik kadar üzerinde durduğumuz ve kullanılabilirlikten ayıramadığımız konulardan bir diğeri de kullanıcı dokümantasyonu. Kılavuzların, yardım menülerinin ve benzeri destekleyici malzemelerin de arayüzün bir parçası ve en az onun kadar önemli olduğunu düşünüyoruz. Bir diğer çalışma alanımız olan tasarım ve inovasyon sürecini de yaratıcı ancak rasyonel, planlanabilir, izlenebilir ve belgelenebilir bir süreç olarak kurguluyoruz ve sıklıkla kullanıcı araştırmaları yöntemleriyle destekleyerek, kullanıcı odaklı tasarım anlayışı içerisinde sürdürüyoruz. Bunların yanında kullanılabilirlik, kullanıcı odaklı tasarım, tasarım kültürü ve ergonomi gibi konularda firmalara eğitimler veriyoruz.

Ürün geliştirme sürecinde firmalarla paralel çalışmak, süreci beraber şekillendirmek ve tasarımın kullanıcı odaklı sürdürülmesine yardımcı olmak adına önerdiğimiz bir danışmanlık yaklaşımı. Bu kapsamda kullanılabilirlik testleri, uzman analizi, katılımcı tasarım teknikleri ve daha birçok teknik uygulanabiliyor. Bunun yanı sıra ürün kullanıma girmeden hemen önce ya da girdikten sonra yapılan değerlendirme çalışmalarımız da var. Bu

ee: UTRLAB Kullanıcı Araştırmaları Merkezi bünyesinde Türkiye'de çok fazla üzerinde durulmayan bir konu olan kullanılabilirlik konusunda çalışmalar ve araştırmalar gerçekleştiriyorsunuz. Bu araştırmalar genel olarak nasıl bir ihtiyaçtan doğdu ve nasıl bir araştırma yöntemi gerçekleştiriyorsunuz? aeb: Ürünün kullanabilirliğini, hedeflenen kullanıcılar tarafından kolayca kullanılabilmesi olarak özetlersek öncelikle kullanıcıların

ihtiyaçları, alışkanlıkları ve beklentileri doğrultusunda geliştirilmiş olması ve kullanıcının fiziksel ve bilişsel yapısına uygun olması gerekecektir. Kullanılabilirlik açısından önemli bir diğer kavram olan kullanım bağlamı ise ürünün aynı zamanda kullanıldığı sosyal çevreye, kültüre ve ilişkiler ağına uygunluğunu inceliyor. Kullanılabilirlik Türkiye'de özellikle akademik çevreler ve büyük ölçekli firmalar tarafından bilinen ve üzerinde çalışılan bir konu. Ancak bu konuda profesyonel olarak danışmanlık hizmeti verenlerin sayısı ise çok az. Kullanılabilirlik dünyada da çok eski bir araştırma alanı değil, geçmişi sadece 1980'li yıllara dayanıyor. Çok eski bir disiplin olan ergonominin ortaya çıkışı ise insanın teknolojiyi nasıl ürünleştireceğini, insana nasıl uygun hale getireceğini bilmemesinden ve üreticinin kullanıcıdan kopuk üretim yapmasından ötürü ortaya çıkıyor. Örneğin bir ayakkabı üreticisi düşünün; sizin istediğiniz ayakkabıyı sizin gereksinimlerinize, tercihlerinize ve ölçülerinize göre yapar. Sorun yaşarsanız, ayakkabıyı götürdüğünüzde gerekli değişiklikleri yapar, zamanla sizi tanır, size uygun üretim yapmakta hiç zorlanmaz. Ama bugün yaygın olarak geçerli olan üretim modelinde


söyleşİ - KULLANICI ARAŞTIRMALARI LABORATUVARI - ANKARA

karşı sayfada Laboratuvar, birbirinden tek taraflı camla ayrılmış üç ana modülden oluşuyor bu sayfada UTRLAB kullanıcı araştırmaları laboratuvarı test modüllerinden görüntüler

35 XXI - KASIM 2009

üreticiyle kullanıcının bu tür bir bağ içerisinde olması olanaklı olmuyor. Bu bağ koptuğu zaman bilmediğiniz ve görmediğiniz kullanıcılar için bir şeyler tasarlıyorsunuz ve ortaya çıkan ürünün kullanıcı tarafından rahatlıkla kullanılabileceğini umut ediyorsunuz. Yaşanan bu kopukluk kullanılabilirlik ve diğer kullanıcı araştırmalarının doğuş nedeni olarak gösterilebilir. Verdiğimiz hizmetler, evrensel olarak kabul görmüş ve yaygın olarak uygulanan yöntemler olmalarının yanı sıra çoğunlukla hazır ya da paket halinde sunulan hizmetler değil. Bu nedenle araştırmalarımızı bir projelendirme yaklaşımıyla kurgulayıp uygulamaya koyuyoruz. Örneğin; bir firma bize geldiğinde önce ürünlerini, faaliyet gösterdikleri pazarı, ilgili literatürü inceliyoruz ve firmanın ya da ürünün özel koşullarına uygun bir proje geliştiriyoruz. Bu anlamda biraz önce örnek verdiğim ayakkabı üreticisi gibi çalışıyoruz. Proje süreci firmanın gereksinimlerini karşılayacak şekilde kurgulandıktan sonra ise bahsettiğim teknikleri ya da özel geliştirdiğimiz teknikleri kullanarak çalışmalara başlıyoruz. Çalışmalara genellikle ürüne ait kullanıcı profiline uygun katılımcıları dahil ediyoruz. Onların davranışlarını, zorlandıkları noktaları gözlemleyip tercihlerini ve beğenilerini saptamaya çalışarak ürünün piyasaya çıkmadan

önce kullanıcıya alıştırılmasını ve ona göre şekillendirilmesini sağlıyoruz. Araştırmalarımızda istatistiksel, niteliksel ve derinlemesine analizler yaparak çıkan sonuçları birbirleriyle harmanlamayı tercih ediyoruz. ee: Kullanılabilirliğin ürüne olan etkisinden bahsedecek olursak Türkiye'de ve dünyada bu anlamda kullanılabilirliğin önemi nedir? aeb: Herkesin kullanılabilir bir çevrede yaşamaya ve çalışmaya hakkı var. Kullanıcı bir sorun yaşadığında kendini suçlamayıp firmayı sorumlu tutacak bir bakış açısına sahip olduğunda her şey daha kolay olacak. Bunun için kullanılabilirliğin bir “hak” olduğu düşüncesi her yerde olduğu gibi Türkiye'de de yerleşmeli. Kullanılabilirlik Türkiye'de her alanda yavaş da olsa gelişiyor. Üretilen bir nesnenin ürün haline gelebilmesinde kullanılabilirliğin rolünü göz ardı edemeyiz. “Çok ciddi kullanılabilirlik sorunları olan bir ürün, gerçekten ürün müdür?” Bunu sorgulamamız gerekiyor. Eğer kullanıcı ürünü kullanamıyorsa o ürün, çalışmayan bir makine ya da bir malzeme yığını haline gelecektir. Teknoloji değiştikçe, firmalar da ürünlere ve yazılımlara birçok işlev yükleyip bize sattıkça hem Türkiye'de hem de dünyada kullanılabilirlik her zaman gündemde

yer alan bir konu olmaya devam edecek. Kullanılabilirliğin bazı çevrelerde önemini yitirdiği iddia edilse de bu tarihin sonunun geldiğini söylemek gibi bir şey. İnsan çevresini dönüştürmeye başladığı gün kullanılabilirlik sorunlarıyla karşılaşmaya başladı, bugün sorunlar artarak büyüyor ve yarın ne yazık ki daha büyük kullanılabilirlik sorunları içerisinde olacağız. ee: Firmalar için geliştirdiğiniz kullanıcı odaklı tasarım araştırmalarını nasıl yürütüyorsunuz? Bu süreçte firmalar ile ne gibi işbirlikleriniz oluyor? aeb: Süreçte işbirliği olmadan bu tür araştırmaları yürütmek olanaklı olmadığından firmalarla çok yakın işbirliği içinde çalışıyoruz. Ürün geliştirme sürecinin her aşamasında bu işbirliğinin yapılmasını olanaklı kılan yöntemler var. Örneğin, ortada henüz hiçbir şey yoksa basit bir modelle bile belirli kullanım senaryolarını test edebiliyorsunuz. Ya da firma sağlam bir başlangıç yapmak istiyorsa ürünün benzerlerinin nasıl kullanıldığı, ürünün çevresinde nasıl bir kültür oluştuğu gibi bilgileri de saha çalışmalarıyla derlemek olanaklı oluyor. Genellikle çalışmaya, rakip ürünleri kullanıcı testleriyle inceleyerek başlamak iyi sonuç verebiliyor. Her zaman firmanın aldığı tasarım kararlarını kullanıcılardan

elde edilen verilerle kontrol etmeye, bu verilere dayalı olarak da yeni tasarım kararları ve yaklaşımlar üretmeye çalışıyoruz. ee: Sanayi ile olduğu kadar üniversitelerle de işbirlikleriniz oluyor. Son olarak ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü'nün mezuniyet projelerinde danışmanlık yapan firmalardan biriydiniz. Genel olarak eğitim ile ilgili işbirliklerinizden ve deneyimlerinizden bahseder misiniz? aeb: Bu yıl ilk kez ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü'nün mezuniyet projelerinde NANObiz olarak danışmanlık yaptık ve süreç bizi gerçekten çok tatmin etti. Birikimlerimizi aktarmaya çalıştık ve bununla birlikte birçok şey öğrendik. Gelecek yıllarda da fırsat buldukça bu tür işbirliklerini geliştirmek ve tasarımürün danışmanlığının ötesinde kullanıcı araştırmalarını da bu işin içine katmak istiyoruz. Yaptığımız iş araştırma ile ilgili olduğu için üniversitelerden kopmak mümkün değil. UTRLAB bünyesinde çeşitli üniversitelerden akademik danışmanlarla sürekli ya da proje bazlı olarak çalışıyoruz. Önümüzdeki dönemlerde de bu konuda araştırma yapan yüksek lisans öğrencileriyle beraber projeler gerçekleştirmek istiyoruz.


bu sayfada altta: Sarnıcın orijinal malzeme paletine ek olarak alüminyum, beton ve çelik kullanılmış. sağda: Korunan batı ve doğu depolarının üst kısımları yeni kullanımda yeşil alan. en sağda: Ahşap işçiliği ve taşlar aydınlatmayla vurgulanıyor.

KASIM 2009 - XXI 36

PEYZAJ MİMARLIĞI - PARK - SİDNEY

karşı sayfada üstte solda: Ziyaretçileri karşılayan dökme demir kapı alanın orijinal tesisatını tasvir ediyor. üstte ortada: Hafifçe süzülen teraslar yığma tonozların katılığıyla denge kuruyor. üstte sağda: Cadde seviyesindeki köprüler ziyaretçilere alana üstten bakma fırsatı sunuyor. altta solda: Malzemelerden kaynaklanan alandaki sert ifadenin bitkilerle yumuşatılması amaçlanmış. altta sağda: Güçlendirilerek yeniden kullanılan mevcut tuğla tonozlar parkın ana bileşenlerini oluşturuyor.

fotoğraflar: Brett Boardman ve Eric Sierens

SARNIÇTAN PARKA Avustralya Sidney'de 19. yüzyıldan kalma Paddington Sarnıcı parka çevrildi. Tonkin Zulaikha Greer Architects ve JMD Design tarafından tasarlanan yeni kamusal alan, radikal bir kararla kapalı sarnıcı açarak kentle ilişkilendirmeyi hedeflemiş. Parka dönüştürülen sarnıç, kentin kültürel mirasının yeniden kullanılmasına iyi bir referans teşkil ediyor. Tonkin Zulaikha Greer Architects

paddıngton sarnıcı

tzga / jmd

2006 yılında Sidney Belediyesi'nin davetiyle Paddington Sarnıcı'nın bir kent parkına dönüştürülmesine karar verildi ve proje için TZG ve JMD ofisleri seçildi. Alana dair genel beklenti sarnıcın kapalı tutularak üst kısmına yeni bir düzenleme yapılmasıydı. Ancak biz 19. yüzyıldan kalma bu harabe yapının, tarihi duvarların ve tonozların dramatik mekanlarında ve ışık oyunlarının arasında gezebilecekleri şekilde halka açılabilmesini düşünerek heyecanlandık. Alanın açılması

2004'teki yönetim planı ve master planda da yer almıştı. Koruma alanı statüsündeki Paddington Sarnıcı, 1866 ve 1878 yıllarında iki ayrı aşamada inşa edilmiş ve işletmesi 1899'da durdurulmuş. Su depoları yeni bir düzenlemeyle cadde kotunun üstünde kalan kısmları yeşil alanlara çevrilerek 1930'larda kamuya açılmış. Buna, 1990 yılında çatısı çökene kadar atölye ve otopark olarak kullanıldı. Çöküntüden sonra da kapatılmak zorunda kaldı. Proje için üretilen konseptte var olan artifaktın somut bir halde dışa vurulması amaçlandı. Tarihi sarnıçtaki batı deposunun korunmuş kalıntılarının olduğu alanda, yükseltilmiş beton aksların çevrelediği erişilebilir bahçeler ve süs havuzları tasarlandı. Kalıntıların


PEYZAJ MİMARLIĞI - PARK - SİDNEY 37 XXI - KASIM 2009

kenarları, orijinal tuğla tonozların eğimli karakterlerini kuvvetlendirecek şekilde beton desteklerle çevrildi. Viktoryan eğreltiotu bahçesi sarnıcın inşa edildiği alana referans veriyor. Doğu deposunun da tuğlaları sağlamlaştırıldı ve yukarısındaki yeşillendirilmiş yeni park için zemini biçimlendiren yeni ahşap kolonlarla ve su geçirmez beton strüktürle korundu. Sarnıcın üzerinde süzülen hafif teraslar, parkın ana girişine işaret ediyor. Terasın hafifliği, yığma tonozların katılığıyla bir denge kuruyor. Sarnıcın tarihi tuğla, dökme demir ve ahşaptan oluşan sınırlı malzeme paletine ek olarak çelik, alüminyum ve beton kullanıldı. Strüktürün orijinal amacını sürdürmek açısından önem taşıyan sert malzemeler, bitkilendirmeyle ve aynı zamanda tüm parkı keşfetmek için yürüme akslarında dolaylı olarak yapılan davetle yumuşatıldı.

Alan Mart ayında, projeyi başlatan Sidney Belediye Başkanı Clover Moore tarafından kullanıma açıldı. Şimdi “nefes alan bir hayat” sunan, halka yönelik ve kültürel etkinlikler için yeni bir mekana dönüştürülen sarnıcın aydınlatma projesi muazzam ahşap işçiliğini ve sarnıcın çarpıcı taşlarını vurgulaması düşünülerek planlandı. Yeni merdivenler ve seyir platformları alanın yeni halinde su depolarına erişim sağlıyor. Proje, Sidney'in kültürel mirasını yeniden yorumlamak için fırsat sunuyor. Alanın Paddington'da sivil mülkiyete yakınlığı da projenin önemini ve hem fiziksel hem de kültürel anlamda yerel halka bağlılığını güçlendiriyor. Alan kullanıma yeniden açıldığından beri gösterilen ilgi çok büyük. Eskiden kapalı olan alanın gizemi yeniden canlandı.

Pek çok insan önceleri alanın varlığından dahi haberdar değildi. Bizim izlediğimiz strateji, “mümkün olduğu kadar fazla yorum” yaratmaktı. Eski deponun üstüne, boru bağlantılarının orijinal planını tasvir eden, dökme demir bir kapı yerleştirildi. Petrol tankerleri uzatıldı ve orijinal konumlarında oturma elemanlarına dönüştürüldü. Altlarındaki girişleri işaret eden ve yeni kullanımı haber veren yeni çatılar, alt taraftaki tuğla tonozların şeklini baz alıyor. Üst taraftaki park, tonozlu kemerleri ve kirişleri anımsatmak için değerlendirilmiş tuğla mozaiklerle dökme demir ve çim alanlar içerisindeki yığma oturma elemanlarını birleştiriyor. Peyzaj elemanları, bir kültürel miras olan yapıyla uyumlu; sarnıcın biçimi, işlevi ve önemine yönelik yoruma açık ipuçları sağlıyor.


proje yeri: Paddington, Sidney proje süresi: 2006 - 2009 işveren: Sidney Belediyesi müteahhit firma: Brisland tasarım ve proje yönetimi: Lise Morgan, John O’shea, Stephen Merchant mimari: TONKIN ZULAIKHA GREER; Tim Greer, Julie Mackenzie, Trina Day, Roger O’Sullivan,

Wolfgang Ripberger, Tamara Frangelli peyzaj mimarisi: JMD Design; Anton James, Glyn Richards, Andrew Scoufis, Don Kirkegard strüktür mühendisliği: Simpson Design Associates hidrolik mühendislik: Warren Smith & Partners elektrik mühendisliği: Haron Robson

sarnıç planı

vaziyet planı

KASIM 2009 - XXI 38

PEYZAJ MİMARLIĞI - PARK - SİDNEY

tonkın zulaıkha greer Tonkin Zulaikha Greer Architects, Peter Tonkin ve Brian Zulaikha tarafından 1987 yılında kuruldu. 1989'da Tim Greer ve 1992'de Roger O'Sullivan'ın da katılımıyla büyüyen ofis Avustralya'da önemli projelere imza attı. 1991'de tasarladıkları Hyde Park Barracks Müzesi yılın müzesi seçildi ve pek çok ulusal ödül aldı. Ofis kamu binalarından restorasyona uzanan geniş bir mimarlık portföyüne sahip.

batı görünüş

doğu görünüş

batı - doğu kesiti

kuzey - güney kesiti



YAPI - EĞİTİM - NEW YORK KASIM 2009 - XXI 40

fotoğraflar: Iwan Baan

DİKEY MEYDAN Amerika'nın en önemli eğitim kurumlarından Cooper Union'un, New York'taki üç ayrı okulunu bir araya toplayan yeni binası Eylül ayında açıldı. Thom Mayne'in tasarımı olan yapı, kentle şeffaf bir ilişki kurmayı, dış cephesi ve iç mekan ilişkilerini bağlayan dikey meydanıyla kentte yeni bir odak yaratmayı amaçlıyor. Thom Mayne

41 Cooper Square

morphosıs archıtects

Cooper Union'un yeni binası 41 Cooper Square, hem 150 yıllık tarihe sahip okulun hem de kurulduğu kentin karakterini, kültürünü ve canlılığını açığa çıkarmayı arzuluyor. Kurucusu Peter Cooper'ın “su ve hava gibi bedava” bir eğitim sağlamak için sahip olduğu aşırı iyimserliğe bağlı kalan okul New York kenti içinbilinen, entelektüel ve kültürel bir merkez olma yolunda ilerliyor. 41 Cooper Square okulun ikonik bir bina yaratma hedefini; sanat, mimarlık ve

mühendislik alanlarında gelişmiş ve yenilikçi bir eğitim merkezi olarak değerlerini ve arzularını yansıtmayı amaçlıyor. Bina, okulun daha önce ayrı binalarda yer alan üç fakültesi arasındaki işbirliğini ve alanlar arası diyaloğu beslemek için bir araç olarak tasarlandı. Karşılıklı sosyal, entelektüel ve yaratıcı bir alışveriş için merkezi atrium olarak dikey işleyen bir meydan, yeni akademi binasının kalbine şekil veriyor. Zemin kattan itibaren dört kat yükselen altı metre genişliğindeki büyük merdiveni dalgalı bir kafes kaplıyor. Bu dikey meydan binanın sosyal kalbi; kendiliğinden gelişen ve planlanmış buluşmalar, öğrenci toplantıları, sunumlar ve akademik çevreyi


YAPI - EĞİTİM - NEW YORK

41 XXI - KASIM 2009


giriş sayfasında solda: Girişteki camekanlar etraftan geçenleri içeri davet ediyor. sağda: Yarı geçirgen çelik paneller okulun eğitim stratejisini de temsil ediyor. arka sayfada solda üstte: Cepheden detay görünüş. solda ortada: Binaya Üçüncü Cadde'den giriliyor. solda altta: Bina kentlilerin erişimine açık. sağda üstte: Cephe yarı geçirgen çelik panellerden oluşuyor. sağda altta: Cephedeki açıklıktan Üçüncü Cadde'ye bakış. bu sayfada sağda: Giriş lobisinden başlayan geniş merdiven dört kat boyunca yükseliyor. altta solda, ortada ve sağda: İç mekandan görüntüler. NEW YORK'UN LEED SERTİFİKALI İLK AKADEMİK BİNASI

••Perfore çelik panellerden oluşan bina cephesi cam ve alüminyum camekanlardan oluşuyor. Paneller, yazın ısı radyasyonu etkisini azaltırken kışın iç mekanı yalıtıyor.

••Radyan ısıtma ve soğutma tavan levhaları enerji verimliliğini artıran yenilikçi iklimlendirme (HVAC) teknolojisini getiriyor. Bu da yeni binanın enerji verimliliğini benzer bir yapıya oranla %40 oranında artırıyor.

••Bina boyunca yükselen atrium kullanıcılar için özel bir dolaşıma olanak sağlıyor, hava dolaşımını arttırıyor ve iç mekanda gün ışığından daha fazla yararlanılmasını sağlıyor. Tüm binanın %75'i doğal ışıkla aydınlanacak şekilde tasarlandı.

••Yeşil çatı yapıyı yalıtıyor ve kentte "ısı adası" etkisini azaltıyor. Yağmur suyu ve atık maddeler toplanıyor. Toplanan su bina içerisinde yeniden kullanılıyor.

••Birleşik ısı-güç üretimi sistemi (cogeneration plant), binaya ek enerji

KASIM 2009 - XXI 42

YAPI - EĞİTİM - NEW YORK

sağlıyor, ısı kaybını önlüyor ve enerji maliyetini ciddi biçimde azaltıyor.

••Esnek sanat atölyeleri, stüdyolar ve sınıflar pedagojik kriterlere, şimdiki ve gelecekteki araştırmalara uygun şekilde tasarlandı.

tanımlayan entelektüel tartışmalar için bir alan sunuyor. Geniş merdiven giriş lobisinden itibaren dört kat yükselerek kente bakan cam kaplı öğrenci salonunda sonlanıyor. Beşinci kattan dokuzuncu kata kadar, lobiler ve öğrenci salonu, seminer odaları, kilitli dolaplar ve kente bakan oturma alanlarını da içeren toplanma mekanları atriumun etrafında yer alacak şekilde düzenlendi. Bu enformel mekanlar arasındaki bağlantı köprülerle kuruluyor. Hareketli bir mekan yaratmak için çeşitli stratejiler kullanıldı. Hem fiziksel etkinliği arttıran hem de toplanmaya daha fazla olanak tanıyan “geç-dur” dolaşım stratejisi bunlardan biriydi. Birinci, beşinci ve sekizinci katlara hizmet

eden, “geç-dur” asansörleri kullanıcıları merdiveni ve köprüleri kullanmaya teşvik ediyor. ADA (Amerikan Engelliler Yasası) ölçütlerine uyumlu diğer asansörler ise her katta duruyor; malzemeleri, ekipmanları ve sanat işlerini taşımak için kullanılıyor. Bina okulun ücretsiz, açık ve erişilebilir eğitime bağlılığını yansıtarak sembolik olarak kente açık. Görsel şeffaflık ve erişilebilir kamusal mekanlar okulu kentsel içeriğin fiziksel, sosyal ve kültürel dokusuna bağlıyor. Cadde seviyesindeki şeffaf cephe, çevresindeki içeriyi gözlemeye ve aktivite yoğunluğuna katılmaya davet ediyor. Kamusal işlevlerin pek çoğu, sergi alanı, toplantı odası ve 200 kişilik konferans salonu herkesin kolaylıkla erişilebileceği konumlarda yer alıyor.

Binanın yüksek performanslı dış cephesi, ışık, gölge ve şeffaflıkla yansıyor. Perfore paslanmaz çelikten oluşan yarı şeffaf katman binanın cam kaplı örtüsünü sarıyor. Böylece içerideki yaratıcı etkinlik gözler önüne seriliyor ve iç mekan çevre kontrolü sağlanıyor. Heykelleştirilmiş cephe, kentsel içeriğe yanıt vererek Cooper Square için belirgin bir kimlik yaratıyor. Binanın köşe girişi insanları kurumun tarihi vakıf binası içerisinden geçirerek lobiye sürüklüyor. Cephe, Üçüncü Cadde'nin yüzeyinden oluşmuş gibi görünen camla kaplı bir figür olarak atriumun ikonik, eğimli profilli dışa vuruyor. Aynı zamanda binanın yaratıcı ve sosyal enerjisiyle cadde arasında ilişki kuruyor.


YAPI - EĞİTİM - NEW YORK

binanın 3. caddeyle ilişkisi

43 XXI - KASIM 2009

işlev programı

binanın cooper square ile ilişkisi

iç mekan programı

cephe diyagramı

cephe diyagramı

cephe iç mekan ilişkisi


işveren: The Cooper Union for the Advancement of Science and Art proje süresi: 2004-2009 toplam alan: 16.000 m2 mimari: Morphosis Architects tasarım yöneticisi: Thom Mayne proje yöneticisi: Silvia Kuhle

YAPI - EĞİTİM - NEW YORK

batı cephe görünüşü

proje mimarı: Pavel Getov proje tasarım ekibi başkanı: Jean Oei proje tasarımı: Chandler Ahrens, Natalia Traverso Caruana, Go-Woon Seo yardımcı mimarlık ofisi: Gruzen Samton, LLP yapı yönetimi: F.J. Sciame Construction Co., Inc proje yönetimi: Jonathan Rose Companies, LLC

thom mayne 1968 yılında Güney Kaliforniya Üniversitesi'nde mimarlık bölümünden mezun oldu 1978'de Harvard'da mimarlık yüksek lisansını tamamladı. Güney Kaliforniya Mimarlık Enstitüsü'nün (SCI-Arc) kurucuları arasında yer aldı. Columbia, Harvard Üniversiteleri'nde, Berlage Enstitüsü ve Bartlett Mimarlık Okulu'nda dersler verdi. Halen Kaliforniya Los Angeles Üniversitesi'nde (UCLA) sanat ve mimarlık fakültesinde ders vermekte. 2005 yılında aldığı Pritzker Ödülü'nü de kapsayan uluslararası pek çok ödüle sahip olan Thom Mayne halen 1972'de kurduğu disiplinlerarası bir mimarlık ofisi olan Morphosis'de çalışmalarını devam ediyor.

kuzey cephe görünüşü

9. kat planı

KASIM 2009 - XXI 44

en kesit

4. kat planı

boy kesit

1. kat planı



YARIŞMA - MİMARLIK - RıO DE JANEıRO KASIM 2009 - XXI 46

Plajın Uzantısı Brezilya'nın Rio de Janeiro kentinde Copacabana Plajı Görüntü ve Ses Müzesi için açılan ve katılımcıları arasında Sao Paulolu mimarlık ofisi Isay Weinfeld, Brasil Arquitetura ve Tacoa Arquitetos, uluslararası ofislerden de Daniel Libeskind ve Shigeru Ban'ın olduğu davetli yarışmada, Diller Scofidio + Renfro birinciliğe hak kazandı. Diller Scofidio + Renfro

görüntü ve sese müzesİ

dıller scofıdıo + renfro

Görüntü ve Ses Müzesi'nin mimarisi Copacabana Plajı'ndan esinlenilerek yaratıldı; sahil şeridi, bina duvarını çevreleyen dağlar ve Brezilyalı ünlü peyzaj mimarı Roberto Burle Marx'ın tasarladığı, dört kilometrelik uzunluğundaki özgün plaj aksı, projenin ilham kaynağı oldu. Sahil şeridi, plajın ana unsurlarını ele geçiriyor ve yayalar, bisikletliler ve otomobiller için hareketli bir kamusal mekan sunuyor. Görüntü ve Ses Müzesi, yapıya doğru uzanan bulvarın dikey bir uzantısı olarak tasarlandı. Bu "dikey bulvar" iç ve dış mekanları hafifçe birbirine geçiriyor ve galerileri, eğitim birimlerini, kamusal

dinlenme ve eğlence mekanlarını içine katıyor. Bina, Roberto Burle Marx'ın DNA'sını devralıyor ancak onun yarattığı kamusal yüzeyi yeni müze binasının genişletilmiş cephesinde oluşturulmuş kamusal alanlarla bütünleştiriyor. Dikey düzlemdeki dolaşım ana caddeyi, binanın eğlence programlarıyla bir araya getiriyor. Müze programında sergi alanları dışında, giriş katta konferans salonu ve asma katta bu yöne bakan bir teras kafe, üçüncü katta piyano bar, altıncı katta restoran ve binanın çatı katında da bir açık hava sineması yer alıyor. Bina aynı zamanda, kenti yeni bir biçimde gözleyebilmek için bir araç olarak tasarlandı. Copacabana Plajı'nın panoromik manzarası son yıllarda plaj boyunca yer alan otel ve restoranları kullanan turistlere açıkken, bölge sakinlerine elverişli değildi. Müzenin cephesinde yaratılan mekanlarla bu manzaranın ziyaretçilere ve bölge sakinlerine geri verilmesi amaçlandı.


karşı sayfada Müze binası Copacabana Plajı'nın bir uzantısı olarak tasarlanmış. bu sayfada solda ortada: Müze, cephesiyle cadde ve plajla görsel ve sembolik bir ilişki kuruyor.

solda altta: Çatı katında açık hava sineması yer alıyor. sağda üstte: Bina içindeki dolaşım müze programındaki işlevleri birbirine bağlıyor. sağda ortada: Bina cephesindeki kamusal alanlar halka plajın panoromik görüntüsünü sunuyor. sağda en altta: Binanın kesit perspektifi

YARIŞMA - MİMARLIK - RıO DE JANEıRO

dıller scofıdıo + renfro Diller Scofidio + Renfro 40'ın üzerindeki çalışanıyla tasarım disiplinleri, görsel sanatlar ve performans sanatları alanlarında çalışmalar yürüten disiplinlerarası bir stüdyo. 1979 yılında Elizabeth Diller ve Ricardo Scofidio tarafından kurulan ofis kültür ve kentle ilgili birçok önemli projeye imza attı. New Yorklu mimarlık ofisi planlama, müze, konut, kalıcı ve geçici yerleştirmeler, tiyatro ve performans sanatları binalarını da kapsayan dünya çapında pek çok projeye imza attı. Sanat, tasarım ve güncel kültür konularını bütünleştiren ve National Design Award, Brunner Prize'ı da kapsayan ödüller kazanmış olan ofis bu yıl Time Dergisi'nin “Dünyanın En Etkili 100 İnsanı” listesinde yer aldı.

47 XXI - KASIM 2009


YENİLEME - OFİS - İSTANBUL

fotoğraflar: Serkan Eldeleklioğlu

İLETİŞİME AÇIK, HOMOJEN OFİS Zeytinburnu'daki Fox TV binasının yenileme projesini yürüten Brian Hassig ve Emre Arslan ile eski binayı işler duruma getirirken yaptıkları müdahaleler ve yapım süreci üzerine konuştuk. Planlux'den aydınlatma tasarımcısı Korhan Şişman da binanın aydınlatma şemasını anlattı.

KASIM 2009 - XXI 48

Hülya Ertaş

he: Siz bu proje üzerinde çalışmaya başladığınızda işveren, yani Fox TV nasıl bir çalışma ortamı talep etmişti? Brıan Hassıg: İşveren, herkesin buradaki üretim sürecinin bir parçası olmasını istedi. Burada çalışanların televizyonun enerjisini hissetmelerini ve buradaki alanın potansiyellerinin sonuna dek kullanılmasını istedi: Çalışanlara deniz manzarası, açık alanlar ve temiz hava sunulmasını talep etti. Bu nedenle mekanik çözümler ve yüksek kaliteli hava sağlanması öncelikliydi. Tüm çalışanların aynı konfor düzeyine sahip olması bekleniyordu, herkesin aynı sandalyeye, aynı seviyede ışığa sahip olması gerekiyordu. Müdürlerin, yöneticilerin ve çalışanların tümünün ofislerindeki mobilyalar aynı. Sonuçta, bir işverenin çalışanlarına yaptığı yatırım, onların üretkenliklerini ve işyerlerindeki mutluluk düzeylerini etkiler.

bh: Öncelikle bir saydamlık yaratmak istedik; yönetici odalarını hiyerarşik olarak diğerlerinin gidemeyeceği bir yerde toplamaktansa tüm mekan boyunca yaydık. Saydamlık ve yumuşak hatlar binada başvurduğumuz konseptlerdi, bu sayede farklı pozisyonlardaki insanların birbirleriyle ilişkileri de daha yumuşak, daha iletişime açık olabilirdi. Fox TV’nin bundan önce Yeni Bosna’daki ofisinde farklı departmanlara ait farklı ofisler bulunuyordu ve insanlar birbirlerini görmüyorlardı. Buradaysa insanlar tüm bölümlere girip çıkabiliyor ve tüm televizyon deneyiminin bir parçası olabiliyorlar. Herkese deniz manzarası sunmak için oldukça uğraştık, bunu sağlayamadığımız noktalarda da iyi bir mimari ambiyans yaratmaya çalıştık. İlk fikirlerden biri kayıkhanenin mevcut eski duvarlarının sürekli aydınlatılarak mekana ambiyans ışığı sağlamasıydı. Buradakilerin mimari bir ortamda çalışıyor olduklarını hissetmelerini istedik. Emre Arslan: Çalışanların tarihi bir binada çalışıyor oldukları hissini de kuvvetlendirmek istedik. Tüm bu saydamlık, binanın tarihi karakterine saygının bir yansıması.

fox tv

brıan hassıg (dıstınguıshed projects group llc)

he: Projeye başlarken başvurduğunuz konseptler nelerdi?

bh: Alt kattaki montaj ve programlama odalarında cam döşeme kullanarak yükseklik hissini vermeye


aydınlatma tasarımı

kullanılacak tipte farklı filtreler ve ışık kaynakları taşıyabilecek,

Sahilden görünen ana cephe aydınlatmasındaki amaç ise dışarıya

Korhan Şişman

montajı kolay, maliyeti standart, özel üretim, ama bir o kadar da sade

armatür yerleşimi yapmadan cephedeki karakteristik pencerelerin

armatürler.

içeriden tanımlanmasını sağlamak ve aydınlatmayı hem iç hem dış mekanın dokusunun bir parçası haline getirmekti. Ana girişteki

Tasarıma, ana yapıya ait taş duvarlar, ahşap kaplamalar ve dokuların Ofislerde kesme açısı yüksek floresan ışık kaynaklı gömme tavan

kolonlarda ve cephelerde son derece güçlü, küçük, verimli ve açılı ışık

sisteminin ardından yedi gün duvarları, mekanın genel aydınlatmasına

armatürleri, halı ve yüzey dokularını dramatik şekilde vurgulamak

kaynakları kullandık.

destek olacak kadar güçlü ve dokularla detayları hissettirecek kalitede

için dar açılı halojen ışık kaynaklı tavan armatürleri, ray spotları,

ışık atışları ile yıkamak oldu. Bu yüzeyler uzun vadede cam bölücüler

endirekt bantlar ve endirekt sarkıt armatürleri ile istediğimiz seviyeleri

Bu projenin önceden tasarlanmış standart aydınlatma tasarımı projesi

ardından kameraların algılayacağı mekan tanımları yaratacaktı.

yakaladık. Bu seviye araştırmaları sayesinde cam yüzeylerin arkasının

prosedürüne bağlı kalarak değil de yerinde, atölye mantığıyla araştırma-

Eğimli cam yüzeylerden direkt ışık atışını yansıtıp parlama yapmasını

görünürlüğünü artırıp azaltma fırsatımız oldu. Ofislerde özel tasarım

geliştirmelerle ve uzun şantiye deneyimleriyle oluşmuş olmasından

önlemek ve renk geriverim gibi tasarımsal tercihler yol gösterici oldu.

masa lambaları kullanımı öngörüldü. Diğer çeşitli bölgesel ve gizli

memnunuz. Mimarın ne istediğini bilmesi ve aydınlatma tasarımcısının

Projenin her noktasında kullanılmak üzere, stüdyo konseptine vurgu

aydınlatmalar için çeşitli güçlerde T5 floresan ışık kaynakları öngördük

bu isteklere koşulları zorlayarak yaratıcı ama bir o kadar da akılcı

yapabilecek tipte, lamba derinliği ayarlanabilir, çeşitli yüksekliklerde;

ve taşıyıcı olarak çeşitli ahşap, metal alınlar ve çözümler geliştirdik.

yaklaşımlarla eğilmesi, müşterinin ve son kullanıcının keyif aldığı

nokta, vurgu ve yıkama armatürü olarak kullanılabilecek standart

Söz ettiğimiz armatür taşıyıcıları çoğu yerde mimarinin bir parçası ve

sonuçların ortaya çıkmasını sağladı. Bu proje, bir aydınlatma tasarımcısı

tek bir ürün konsepti geliştirdik. Bunlar karmaşık yapı sistemi içinde

şantiye süresince yerinde tasarlanıp şekillendirildi.

ve mimar arasındaki kuvvetli iletişimin önemini gösteren ciddi bir örnekti.

YENİLEME - OFİS - İSTANBUL

çözümüyle başladık. İlk fikrimiz, halihazırda bitmiş ters tavan

49 XXI - KASIM 2009

karşı sayfada Ofislerin eğrisel duvarları bu sayfada Eski tarihi bina için üretilen eğrisel şemalı iç mekan çözümü, saydamlık da sunuyor.


YENİLEME - OFİS - İSTANBUL KASIM 2009 - XXI 50

çalıştık. Oraya yerleştirdiğimiz akvaryumla da çalışanların mekan içinde ferahlık hissetmelerini amaçladık. Haber bürosunun arkasındaki bilişim teknolojileri bölümünde cam kullanarak insanların birbirlerini görmelerini ve bir kutu içine sıkışmış olmadıklarını düşünmelerini hedefledik. Çok az ofisin dört alçıpan duvarı var, hemen hemen hepsinin penceresi ya da uzayan mekanı hissettikleri saydam duvarları var. Bu çalışmaya başladığımızda ilk kurguladığımız konsept, büyük mekanlar ve yükseklik hissi vermekti. he: Var olan yapı için siz bu projeye başlamadan önce yapılmış bir deprem güçlendirme projesi ve bina kabuğu vardı. bh: Binanın sahibi yaklaşık 10 yıl önce, bina depo olarak kullanılırken çıkan bir yangından sonra binayı yeniden inşa ettirmiş ve içine deprem standartlarına uygun olacak şekilde bir beton strüktür yaptırmış, bazı cephelerini değiştirmiş ve yeni bir çatı yaptırmıştı. Fox TV binaya yerleşmeye karar verdiğinde bina aslında bir kabuk halindeydi. Binanın bitirilmesi gerekiyordu, çatının taşınması için gerekenler, iç mekan, yangın ve tesisat sistemleri bitirilmemişti. Bina deniz seviyesinde olduğundan çalışmaya ilk olarak sel kontrolüyle başladık. Öncelikle sel riskini araştırdık ve

tüm altyapıyı, tüm yeraltı drenajını yeniden inşa ettik. Sonrasında yoldan gelen gürültünün önüne geçmek için çalıştık, çünkü eğer bu binanın içindeki stüdyoların çalışması isteniyorsa bu sorunun çözülmesi gerekiyordu, bina güvenliğinin de göz önünde bulundurulması gerekiyordu; binanın dış cephesinde güvenlik camları ve akustik camlar kullandık. Sonrasında iç mekanın akustiği üzerine eğildik. Çok özel ve sesi ısı enerjisine çeviren bir malzeme olan Quite Solutions alçıpanı tüm stüdyo alanlarının tavanında kullanma kararı aldık. Binanın genel planı cam duvarlarla belirleniyor. İlk sekiz-dokuz ay boyunca yaptığımız ana iş buydu. Sonrasında arka taraftaki mekanik binasının inşa edilmesi üzerinde çalıştık. he: Var olan yapının çizgileri sizin tasarımınıza nasıl yansıdı? bh: Var olan bina yamuk, birkaç duvar dışında hiçbiri 90 derecelik açıya sahip değil, kolonlar yamuk. Proje üzerinde ilk konuşmaya başladığımızda kolonları ormandaki ağaçlar olarak ele almaya karar verdik, kolonları ve var olan binayı eldeki değiştiremeyeceğimiz bir veri olarak kabul ettik. Proje üzerinde çalışmaya başladığımız ilk hafta oluşturduğumuz şema, son halinin hemen hemen

aynısıydı. Eğrisel plan yerleşimi, bina içindeki yamuk çizgileri kapattığından işlevsel, diğer yandan da ortama bir hayal gücü katıyor. Bu hayal gücü ise bugün televizyonun büyük bir parçası. Bina, ofisler ve stüdyolar olarak zonlanmadı. Binada gerçekten hiçbir zonlama yok, ana fikir tüm binadaki atmosferin homojen olmasıydı, ofisinizden çıkıp başkasının ofisine giderken aynı eğrileri görüyorsunuz, aynı hava kalitesi ve ortam sıcaklığını hissediyorsunuz. Bir zonlama olmadığı için akustik ve havalandırma sistemleri birçok mekanda kendi içinde bağımsız olarak çözümlendi. Bina içinde birçok sistem var, bu da bina işlerken enerjilerin kontrolüne, dolayısıyla enerji tasarrufuna olanak tanıyor. Mimarların işverenlerine yalnızca güzel bir mekan sunmaları yeterli değildir, onlara aynı zamanda işleyen bir mekan da sunmalılar. Biz de bunun için gerekli tüm sistemleri çözümledik. Bunun için ilk kriterimiz sel, ikincisi deprem, üçüncüsü hava kalitesi, dördüncüsü konfor ve aydınlatma, beşincisi oturma düzeni ve çalışma alanının ekonomisiyle ilgili çözümler üretmekti. Bizim çok önemli olarak gördüğümüz başka bir nokta da alt yüklenicilerle çalışmamış olmamız. Parçaları


brıan hassıg 1952 Boston doğumlu Brian Hassig, Massachusetts Üniversitesi İşletme Bölümü'nden mezun olduktan sonra Boston’da çeşitli uzman inşaat ve tasarım firmalarında çalıştı. 1990’da Avrupa’ya gelerek İstanbul’daki Swiss Otel ve Conrad Otel’in iç mekan tasarımlarını yürüttü. Bir yapı ustası ve tasarımcı olarak işletme zekasını tasarım sürecine aktarıyor. Einstein’ın “Hayal gücü, geleceğin öngörüsüdür.” deyişinden yola çıkan Hassig, hayal gücü, vizyon ve bilgi birikiminin geleceğin tasarımının tohumlarını atacağına inanıyor.

karşı sayfada solda üstte: Stüdyolara hizmet eden reji odası solda altta: Binanın dışarıdan görünümü sağda üstte: Stüdyolardan biri sağda altta: Haber bürosu

51 XXI - KASIM 2009

plan

çizip, malzemeleri bulup en uygun fiyatla aldık, bu noktadan sonra alt yüklenicileri dahil ettiğimizde onların riskleri en az düzeydeydi, potansiyel sorunlarla karşılaşma ihtimalleri yoktu çünkü malzeme giderleri riskini biz üstlenmiş oluyorduk. Bu çok farklı bir süreç oldu ama diğer yandan da maliyetleri oldukça düşürdü. Küçük bir ekiple çalışıyor olduğumuzdan normalden biraz daha uzun sürdü ama sonuçta binadaki her şey buraya özel olarak üretilmiş oldu. Projeye başladıktan sonra binanın rölövesini dijital olarak çizen bir ekiple çalıştık, onlar ölçüleri alırken bir yandan bizim çizimimizi binanın zeminlerine işaretlemişler, binanın zemini bir CAD çizimi gibiydi. Bölücü cam duvarlar için çelik ustaları geldiğinde onlara daha önce verdiğimiz ölçülerde hazırladıkları malzemeleri getiriyor ve yerdeki çizimler aracılığıyla montajını gerçekleştiriyorlardı; biz montajı kontrol ediyorduk ve her şey her seferde yerine oturdu. Şantiye alanı da her zaman temizdi ve hiçbir kaza olmadı. he: Bu süreçler boyunca yerel imalatçılarla çalıştınız. bh: Evet, Türkiye tasarım yapmak için benim en sevdiğim yer. İnsanlar buradaki teknolojinin ve işçilerin ne kadar iyi olduğunun kıymetini bilmiyorlar. Türkiye’de hayal ettiğiniz her şeyi ürettirebilirsiniz.

YENİLEME - OFİS - İSTANBUL

işveren: News Corporation Broadcast Lab. / Alliance Yapım iç mimari tasarım ve proje yönetimi: Brian L. Hassig (Distinguished Projects Group Llc) şantiye mimarı ve kontrolör: Emre Arslan (Alliance Yapım) ofis yönetimi ve muhasebe: Feray Aker statik: OTS İnşaat aydınlatma tasarımı: Planlux elektrik koordinasyon: Aykar Mühendislik elektrik montaj: K2 Aydınlatma otomasyon projesi: Helvar - Elekon elektrik projesi: Çaba Elektrik özel üretim armatürler: Acrolite aydınlatma ürünleri: Fersa, Neoluca, Kreon, Erco, Osram, Philips, Elt, Global akustik tavan panelleri: Hunter Douglas Contract akustik duvarlar: Quiet Solutions sandalyeler: Allsteel halı: Interface yansıtıcı olmayan camlar: Schott eğrisel camlar ve güvenlik camları: BCE Glass ofis masaları: Bürodekor akustik camlı kayar kapı montajı: Schüco, Erbay Alüminyum cephe güvenliği ve akustik sırlama: A-G Alümiyum ve Cam marangozluk işleri: Modek Ahşap, Gisa Marangozluk laminat işleri: Odabaşı Mobilya akustik panel montajı: Aktav Akustik hunter douglas techstyle montajı: As Dizayn Alçıpan grapol, corıan üretimi: Özen Dizayn dış mekan deckıng: Rehau pvc zeminler: Gerfloor halı uygulaması: AGK mermer ve taşların üretimi ve montajı: Stone Line kanyon duvarındaki led uygulama: Çelik Reklamcılık stüdyolardaki ses ve ışık kontrol sistemleri: Benart - Gerrits stüdyodaki alüminyum çatı makası: IFF Viktec çatı makasının yerine uyarlanması: ATS yayın ekipmanı: Grass Valley

Dahası LEED sertifikası da 500 millik çap içinden malzemelerin temin edilmesini, böylece nakliyat esnasındaki karbon ayak izinin en aza indirilmesini öneriyor. Fox TV de bu projedeki karbon ayak izini en azda tutmayı hedeflemişti; biz malzemeleri yaklaşık 50 millik bir çap içinde çözümledik; Hadımköy, Çağlayan, Kartal, İkitelli bizim malzeme temin ağımızı oluşturuyordu. Korkuluklar, tavan karoları, yükseltilmiş döşeme, halı, ana dolaşım koridorlarındaki taş döşeme, stüdyolardan birindeki akustik camlar gibi malzemeler ithal edildi; geri kalan her şey yerel malzemelerle üretildi. Tüm cam, çelik, boya işleri, mobilyalar yerel olarak temin edildi ve tüm çalışanlar yerliydi. he: LEED sertifikası için başvuracak mısınız? bh: Tüm süreç boyunca LEED sertifikasına uygun bir şekilde çalıştık. Bunun için bu binanın altın ya da platin LEED alacağına inanıyorum. Biz bu projeye başladığımızda LEED Türkiye’de uygulanmıyordu. New York’taki Fox TV ofisi, projenin LEED almasını çok istiyor. Biz de tüm projeyi 1,5 yıl önce dosyaladık, hiç alt yükleniciyle çalışmamış olduğumuz için tüm kayıtlar bizde. Önceden bir deri deposu olarak kullanılan bu binada kullanılmış olan tüm malzemeleri yeniden kullandık, yalıtım malzemelerini, alçıpanları, çelikleri değerlendirdik. Yaptığımız her şey

başından beri LEED kriterlerini izledi. LEED son beş ayda büyük oranda değişti. Beş ay önce binanın performansına dair öngörüler üzerinden LEED sertifikası alınıyordu; şimdiyse binaların işleyişleri esnasında ne kadar enerji-etkin olduğuna belirli zaman aralıklarında bakılarak sertifika veriliyor. Bu bina oldukça enerji-etkin, ilk yıkım işlemlerinden yerel malzemelerin kullanımına, zehirli olmayan malzemelerin kullanılmamasından yeşil çatıya dek birçok konuda LEED’i hak ediyor. he: Burada çalışanların geri bildirimleri neler? ea: Çalışanların bakış açıları çok farklı. Başlangıçta çalışanların taleplerini almak istedim ve çok farklı isteklerle karşılaştım. Buradan önceki ofislerinde bölücülerle ayrılmış ofislerde çalışıyorlardı, burada çok cam olmasından şikayetçilerdi, açık ofise alışmaları zaman aldı. Ama genel olarak memnunlar, ofisin işleyişinden ve sunduğu olanaklardan memnunlar. Alışılagelmişin dışında bir ofis ve buraya ilk gelen ziyaretçiler hep şaşırıyor, bu tepki de bizi sevindiriyor. Genelde televizyon binalarında işleyiş çok önemlidir, daha çok fabrika gibidir, hizmet birimlerine çok önem verilmez. Buradaysa o hizmet birimlerini oldukça ön plana çıkarmaya ve tüm çalışanların birbirleriyle eş düzeyde olmalarına çalıştık.


ÜRÜN TASARIMI - BANYO SERİSİ KASIM 2009 - XXI 52

fotoğraflar: VitrA

MEKANI DEĞİŞTİREN ASİMETRİ Ross Lovegrove'un VitrA için, tasarladığı üçüncü koleksiyonu Freedom, banyo deneyiminde kullanıcıyı özgür bırakıyor. Tuçe Yasak

Freedom Serİsİ

ross lovegrove

ty: VitrA için tasarlamış olduğunuz üçüncü koleksiyon Freedom’un biçim dilinden bahseder misiniz? Ross Lovegrove: Ürünlerimin biçim diline bakarsanız bir sinerji görürsünüz. VitrA için beş yıl önce tasarladığım ilk seri Freedom olsaydı, çok hızlı gitmiş olurduk ve müşteride bir şok etkisi yaratabilirdi. Çünkü pazar benimle VitrA’nın ilişkisine dair hiçbir şey bilmiyordu. Tasarım alanındaki problemlerden biri de tasarımcıların egolarının insanların kullanacakları, yaşamlarına sokacakları bir ürün tasarlıyor oluşlarının önüne geçmesi. Bu gerçeklik yapabileceklerinizi sınırlıyor ama bu sınırları zorluyorsunuz; yoksa ortaya çıkan iş son derece bağlamsız ve biçimsel olur. Ayrıca, VitrA gibi bir firma 10 tane banyo satarak varlığını sürdüremez. Sonuçta endüstri için endüstriyel bir ürün tasarlıyoruz ve ben bu sorumluluğumun bilincindeyim. VitrA tüm dünyaya, birçok kültüre ürün gönderiyor. Bu sebeple uluslararası bir dile sahip

olması ve ürünlerinin farklı kültürlerle iletişime geçebiliyor olması lazım. Eğer endüstriyel üründen değil de sanattan bahsediyor olsaydık, hiçbir sorumluluğumuz olmazdı. Elbette tasarım ile sanat arasındaki fark bu değil ama tasarımın farklı kural ve düzenlemeleri var, yoksa işlemez. Freedom’a geri dönecek olursak, tasarım sürecinin ilk aşamalarındaki eskizlerime, biçim araştırmalarıma baktığımızda biçim dilinin süper akışkan olduğunu görürüz. VitrA için ilk olarak bu projeyi yapsaydım bu kendini tatmin ve bencillikten başka bir şey olmazdı. İlk proje İstanbul ile VitrA ile olan işbirliğimizin tasarımın ötesinde olduğunu, ürünlerdeki Ross Lovegrove DNA’sını göstermek ve kullanıcının dili anlamasını sağlamak istedim. İkinci koleksiyon Mod tipik Lovegrove imzası taşımıyor. Ama sonsuza dek satacak, son derece demokratik ve odağı belli bir koleksiyon. Üçüncü koleksiyonu tasarlamamı istediklerinde, herkese en başa dönmemiz gerektiğini söyledim. Sınırları zorlamalıydık ve tamamıyla özgürlüğe izin vermeliydik. Tasarımda “istediğinizi yapabilme özgürlüğü” çok önemli bir olanak/şans ve bu olanağı iyi değerlendirmek gerekiyor, özellikle de


karşı sayfada Freedom Serisi

arka sayfada üst sırada: Bas-aç mekanizmalı boy dolapları, yatay ya da dikey kullanım olanağı sağlıyor.

ÜRÜN TASARIMI - BANYO SERİSİ

bu sayfada solda: Kolon ayaklı entegre lavabo solda altta: Bidenin biçimi kendisiyle benzer işlevi olan lavabodan geliyor. altta: Elektronik kartuş, akan suyun sıcaklığını maviden kırmızıya renk değiştirerek belirtiyor. Suyun debi oranına göre ışığın yoğunluğu azalıp, çoğalıyor.

53 XXI - KASIM 2009

ekonominin kötü olduğu, insanların depresyonda ve sıkışmış hissettiği bu zamanlarda. Böyle zamanlarda tam tersi yöne gitmek gerektiğini düşünüyorum. Kendinizi aşıp yeni yollar denemeniz ve yaptığınızdan zevk almanız gerekiyor. Bu aslında para kazanmakla ilgili değil, insanın yaratıcılığının sınırları ile ilgili. Sonuçta Freedom’un bir biçim dili var ve bu benim için çok önemli çünkü gerçekten heykelsi bir dil bu ve ben bunu yaşımın, deneyimimin ve pozisyonumun bana sağladığı avantajı kullanarak yapabiliyorum. Fuarda insanların tepkilerini izledim. Farklı milletlerden insanlardan çok olumlu tepkiler geliyor. İspanyollar duygusal insanlar ve inanılmaz buluyorlar. Avustralyalılar bu serinin dünyayı sarsacağını düşünüyorlar. Bu da VitrA için çok önemli. Bir perspektif oluşturuyorum ve bu da dünyanın farklı yerlerinden tasarım ekonomisiyle ilgili insanların ilgisini çekiyor. ty: Bu serinin kullanım senaryosundan ve kullanıcıların bu ürünle ne şekilde etkileşime geçmelerini öngördüğünüzden bahseder misiniz? rl: Banyolarla ilgili problem şu: Kullanıcı banyoyla tıpkı bir mutfakla olduğu gibi çok resmi bir şekilde

etkileşime geçiyor. Oysa ki banyolarla çok daha organik, doğal, duyarlı ve çıplak bir biçimde etkileşime geçebiliriz. Aslında İstanbul serisi de bu fikre dayanıyordu. Banyoda bir biçimin etrafında dolaşıyormuş gibi dolaşmalısınız. Banyo, kullanıcının etrafında gelişmeli ve banyoda başka bir işlev olmamalı, yenilikçi olmalı. Orası herkesten uzak kalabildiğin tek yer ve tamamen sana özel bir alan. Örneğin, benim banyom yatak odamda ve kapısı yok. Bu da eğer banyoyu kullanmak istiyorsan yatak odasının kapısını kapatman gerektiği anlamına geliyor, çıkıp yatağına uzanabiliyorsun, eşin etrafta olmuyor ve genişlemiş bir alanın oluyor. Bu anlamda VitrA’yı da banyonun ötesine götürmek istiyorum. VitrA'nın mobilya satan bir firmaya dönüşmesinden bahsetmiyorum, yaşamı anlayan bir firma olmasından bahsediyorum. Normalde bir musluğu bir lavabonun üzerine yerleştirdiğinizde, musluk oraya tam oturmaz. Seramik bir miktar el yapımı olduğundan tam düzgün değildir, musluk ise yüksek teknoloji bir ürün olduğundan ikisi bir araya gelemezler. Bu nedenle musluğu sanki bir nesneymiş gibi duvara

yerleştirdim, ne olduğunu bile bilmiyorsunuz. Suya dalan bir insanı hatırlatıyor, bir çeşit hareket barındırıyor, tasarımın odağını oluşturuyor. Musluk, kendi kendini düzenliyor yani açılıp kapanıyor ve gereksiz su sarfiyatını engelliyor. Suyun sıcaklığını elektronik olarak değiştirebiliyor, sabunu üzerine koyabiliyorsunuz. Bide, yaklaşık 60-70 yaşında olan ve kişisel hijyen sunan bir ürün. Banyoda yer almasına rağmen çoğu zaman kullanılmıyor ama yaşam tarzınıza dair bir söylemi var. Bidenin biçimi klozetten geliyor ve bu çok temel bir hata. Çünkü klozet vücuttan dışarı atılan bir şey için, bide ise vücudu temizlemek için var. Ben de bidenin benzer bir işlevi olan lavabodan yola çıkarak şekillenmesi gerektiğini keşfettim. 70 yıldır bunu başka hiç kimsenin düşünmemiş olması inanılmaz. Mağazalarda satıcılar bunu müşterilere anlattıklarında, müşteriler bu fikre inanıyorlar çünkü bu gerçek. ty: Serideki tüm ürünler asimetrik biçimlere sahip. rl: Mekanın içine doğru yürüdüğünüzde, her şey sizden uzaklaşıyor gibi görünüyor. Dönüp geriye


proje adı: Freedom Serisi tasarımcı: Ross Lovegrove üretici: VitrA işveren: VitrA proje başlangıç ve bitiş tarihi: 2008 - 2009

KASIM 2009 - XXI 54

ÜRÜN TASARIMI - BANYO SERİSİ

ross lovegrove 1980 yılında Manchester Politeknik Endüstriyel Tasarım Bölümü’nden mezun oldu. 1983’te Royal College of Art’tan master derecesini aldı. Almanya’da Frog Design için çalıştıktan ve Paris’te Knoll International’a danışmanlık yaptıktan sonra, Jean Nouvel ve Philipe Starck’ın bulunduğu Atelier de Nimes grubuna katıldı. 1988’de Londra’ya dönüşünden bu yana Kartell, British Airways, Cappellini, Moroso, Apple, Herman Miller gibi birçok firma için proje yaptı. Birçok tasarım ödülü alan Lovegrove’un ürünleri Londra Tasarım Müzesi, New York Modern Sanatlar Müzesi, Paris Pompidou Merkezi gibi pek çok yerde sergilendi; bazılarının sürekli koleksiyonlarında yer alıyor. 2004 yılında Supernatural The Work of Ross Lovegrove isimli kitabı Phaidon tarafından yayınlandı.

üç boyutlu batarya çizimleri

baktığınızda ise her şey bambaşka görünüyor. Mekanın etrafında yürüdüğünüzde mekan değişiyor çünkü nesneler asimetrik. Mesela bütün yataklar dikdörtgen şeklindedir, çarşaflar da öyle. Ama aslında insanlar böyle kalıp gibi uyumuyorlar ve aslında yatakların böyle olmasına gerek yok. Bu türden kuralları yıkmamız gerekiyor. Çok özgür bir düşünme biçiminin ürünü olan Freedom, mimarlara, iç mimarlara, tasarımcılara ve de son kullanıcılara özgür davranma olanağı tanıyor.

tanıyorum. Artık gerçekten enteresan şeyleri görebileceğimiz, deneyebileceğimiz bir noktaya geldik. Vitra’ya bu şekilde altı proje önerdim. Bunların hepsi kültürle ilgili, güzel nesnelerin ötesine geçen projeler. VitrA üzerinden herkese en demokratik şekilde bağlanmak istiyorum. VitrA tüm bu ürünleri üretmek üzere teknolojisini geliştiriyor. İlk bakışta firma için hayat zorlaşıyormuş gibi görünse de, aslında firma bu projelerle ileriye gidiyor. Ürünlerde çok insani fikirlerle teknoloji bir araya geliyor.

ty: VitrA ile işbirliğiniz de bu zaman içerisinde gelişti. rl: Bir tasarımcı olarak yaptığım iş için bana para ödeniyor ama öte yandan bir sözcü olarak görevlendirildim. VitrA ile aramdaki bu ilişkilenme biçiminden gurur duyuyorum. Tasarımlarım hakkında konuşmak ise benim için çok kolay çünkü onları ben tasarladım. Bu firmanın başarısı beni yakından ilgilendiriyor çünkü bu durum benim de başarımı gösteriyor. Bu projeyi bir yıl içerisinde geliştirdik. Freedom için tüm koleksiyonu tasarladım. VitrA tasarımın değişip dönüşmesine izin veren bir firma, bir koleksiyon alıyorlar sonra açıyorlar. Öte yandan malzemeyi, üretim teknolojisini biliyorum ve ekibi

ty: Tasarım sürecinizde nasıl bir yol izliyorsunuz? rl: Sürece düşünerek başlıyor, zihnimde rahatladığımda çizmeye başlıyorum, defterlerime çiziyorum. Her yerde tasarlayabilirim. İletişim kurma amaçlı çizimlerimin bir önemi yok, çizdiklerime özenmeye başladığımda ise bunları kimseyle paylaşmıyorum. Fikirler paylaşılacak düzeye geldiğinde ise ekibime gösteriyorum. Güzel ve büyük bir ekibim var ve onlara özerklik veriyorum. Kimse benimle konuşmadan karar vermiyor. Ben tasarımcıyım, herkes bunu ve kendi rolünü biliyor. Defterimdeki projeyle ilgili sadece belli sayfaları taramalarını istiyorum. Sonra büyük bir kağıt alıyor ve

çizmeye başlıyorum, ekiple iletişim kurmak için bunu yapıyorum, fikirleri ortalığa fırlatıyoruz. Bu ucu çok açık bir süreç ama her seferinde olan şu: Aklıma ilk gelen fikir hep sonunda üzerinde karar kıldığımız ve çalıştığımız fikir oluyor. İçgüdülerime güveniyor ve içimi dinliyorum. Üzerinde çalıştığım proje yeterince iyi bir noktaya gelemediyse onu müşteriyle paylaşmıyorum. Ofisimde bu şekilde biriktirdiğim belki yüzden fazla proje var. Proje sunmam beklenen toplantılardan proje sunmadan geri döndüğüm de oldu. Ürün yeteri kadar iyi değilse insanların hayatlarına girmesindense dolapta kapalı kalmasını tercih ediyorum. Ortaya çıkan konsept sonuçta farklı ürünlere dönüşüyor. Ekip ile zamanlama ve hedefleri konuştuktan sonra doğrudan bilgisayara geçiyoruz. Sürekli seyahat etsem de projelerle sürekli ilgilenebiliyorum çünkü üç boyutlu modelleme ile son derece detaylı ve tanımlı bilgiye dünyanın her yerinden ulaşabiliyor ve bu bilgiyi dünyanın her yerine ulaştırabiliyorum; dünyanın diğer ucuna her hafta gitmek olanaklı değil. Ama firma bu çizimlerden modelleri oluşturuyor. Ve ben bu aşamada birkaç günlüğüne gidip orada mühendislerle çok sıkı çalışıp, süreci hızlandırıp geri dönüyorum.



VETRONA Aspen’den ofis konforunda mükemmeli yaratmak için düşünülmüş, tasarlanmış ve üretilmiş yeni nesil bölme duvar sistemi Vetrona, maksimum görsellik sağlayan saydam, düşeyde çerçevesiz yapısı ile öne çıkıyor ve modern mimariye yeni bir soluk getiriyor. Vetrona dolu panellerde sıfır derzli uygulama ile farklı bir yorum getiriyor. Sistemin kalınlığı 87 mm ile sınırlandırıldığından çok daha az yer kaplıyor ve maksimum seviyede ses konforu sağlıyor.

Vetrona Cam Cama Birleşimli Bölme Duvar Sistemi; alüminyum tavan ve zemin profilleri, cam cama birleşimde PVC ya da alüminyum derz profili ile çelik taşıyıcı dikmeler üzerine klips sistemi ile giydirilmiş 18 mm suntalam paneller kullanılarak hazırlanan dolu modül entegrasyonu ve monoblok kapı modülünden oluşuyor. Zeminde ve tavanda ± 15 mm ayar payı ile mekandaki kot farklılıklarını tolere ederek montaj kolaylığı sağlıyor. www.aspen.com.tr

GÜNEŞ ENERJİLİ ÇATI SİSTEMLERİ

KASIM 2009 - XXI 56

YENİ - ÜRÜN

Çevre dostu Güneş Enerjili Çatı Sistemleri, Braas'ta entegre bir çözüm olarak sunuluyor. Güneş Enerjili Çatı Sistemleri, çatıyı enerji üreten bir merkez haline getiriyor. Sistemdeki güneş kolektörleri ile akıllı hale gelen çatılar; bu sayede evlerin ısınma ve sıcak su ihtiyacını karşılıyor. Braas güneş kolektörlerinin gelişmiş teknolojisi en sert iklim koşullarına uygun olarak geliştirildiği için Türkiye şartlarında üstün verim sağlayarak bir evin kişi başı sıcak su ihtiyacını %70 oranında karşılıyor.

İNTERAX Sanki görülmez bir elle kapının müşterilerin önünde açılmasını sağlayıp, davet hissi vererek çekinmeyi ortadan kaldıran İnterax Otomatik Kapılar, yapılan araştırma çalışmaları kapsamında kaliteden ödün vermeden daha ekonomik hale getirildi. Bu sayede sadece yeni binalarda değil var olan dükkanların yenilenmesinde de tercih ediliyor. Çuhadaroğlu güvencesiyle iki yıl garanti verilen kapılar için uygulanan testlerde bir milyonun üzerinde açılma-kapanma testi uygulandı ve başarıyla sonuçlandı.

Bunun yanı sıra, satış sonrası hızlı servis anlayışıyla arızalanmalara hızlı müdahale ederek müşteri memnuniyeti en yüksek seviyede tutuluyor. Alışveriş merkezleri, hastaneler, plazalar, oteller ve restoranlar gibi insanların sıkça girip çıktıkları alanların dışında konutlarda da özel tasarımları sayesinde kullanılmaya başlayan İnterax Otomatik Kapılar, alüminyumun ve camın birlikte kullanılması sayesinde dekoratif görüntüleriyle de ortama uyum sağlıyor. www.cuhadaroglu.com

Enerji üretimi sırasında doğaya hiçbir zararlı madde emisyonunda bulunmayan Güneş Enerjili Çatı Sistemleri, Braas’ın profesyonel ekibi tarafından, çatıya tam uyumlu olarak monte ediliyor. Mevcut enerji sistemlerinin yarattığı görüntü kirliliğine estetik yönü ve entegre yapısıyla çözüm bulan Braas, müstakil evlerden apartmanlara, turistik tesislerden sosyal yapılara kadar tüm binalarda kullanılabiliyor. www.monier.com.tr


HI-MACS Bugüne kadar hep yüksek performanslı doğal akrilik taş ürünlerini mimarlar, tasarımcılar ve bireysel kullanıcıların hizmetine sunan CD Kimyevi, yüksek performanslı HI-MACS® Doğal Akrilik Taş ürününü tasarımcı, mimar ve kullanıcılara sunuyor. HI-MACS Doğal Akrilik Taş, akrilik matris içine dökülen %75 mineral ve %25 doğal

pigmentlerden oluşuyor. Altı yıl süren uygulamalı araştırma ve geliştirme çalışmalarının ürünü olan bu malzeme, uygun fiyata mükemmel üretim ve performans özellikleri sunuyor. Gözeneksiz olan HI-MACS, ek yerinin belli olmaması sayesinde monoblok görüntü sağlıyor; kir, pas ve bakterileri de barındırmıyor. Bu özelliğinden dolayı hijyenik, dayanıklı ve bakımı kolay alanlar yaratılabiliyor. Her türlü ticari

yapı ve konuta uygun geliştirilen HI-MACS serisi, yarı saydam ya da farklı dokularda alternatifler ve zengin renk seçenekleri sunuyor. Bu özel kompozit malzeme, çekici ve işlevsel yüzey, mobilya, vitrifiye ve diğer yüzeylerin üretilmesine ya da günlük kullanıma uygun su tekneleri ve evyelerin tasarlanmasına olanak tanıyor. www.cdkimyevi.com

YENİ - ÜRÜN 57 XXI - KASIM 2009

Prelude Serel'in Prelude banyo takımı modern çizgilerin altında genç ve taze bir tasarım anlayışını yansıtıyor. Prelude'un lavabosu, tam ve yarım ayak seçenekleriyle sunuluyor. Lavabonun yanında, takımın en karakteristik parçalarından biri olan rezervuarlı takım klozeti, duvar düzlemine bitişik olarak tasarlandı. Bu

Nera modern takım klozeti, klasik menteşeli klozet kapağı ve seçmeli olarak sunulan yavaş kapanan klozet kapağıyla konfor ve güven sağlıyor. 4,5 litre su ile tam fonksiyon yapma becerisine sahip olan Prelude takım klozeti, bu özelliğiyle her rezervuara basışta normal rezervuarlara göre %25 su tasarrufu sağlıyor. www.serel.com.tr

Mutfakta geçirilen zamanı keyifli hale getirmeyi hedefleyen KalePlus, konfora ve güçlü bir forma sahip bir mutfak yaratan Nera’yı tüketicilerin beğenisine sunuyor. Ada ünitesi ve zengin modülleri ile işlevsel mutfak çözümleri sunan Nera, yatay çizgili kapaklarıyla mutfağa dinamizm katıyor. Lake ve PVC yüzeylerin çeşitli renk kombinasyonuyla yaratılan bu mutfak,

zengin seçenekleriyle kendi tarzınızı yansıtmanıza olanak sağlıyor. İnce tasarım detaylarıyla alüminyum, cam ve ahşabın uyumunu sergileyen Nera, stil sahibi modern evlerde enerji dolu bir yaşam alanı yaratıyor. Zengin modül, yüzey, renk, aksesuar seçenekleri ve ada ünitesi ile Nera, kullanıcıya ergonomi, işlevsellik ve estetiği bir arada sunuyor. www.kaleplus.com


LightStrip Philips’in yeni ürünü LightStrip, dolap ve ayna kenarları, kitap rafları, tezgah üstleri ve merdiven altlarında ideal kullanımı ile dikkat çekiyor. Uzun ömürlü LED teknolojisi ile üretilen kompakt çubuklar, yaşam alanlarına ambiyans katarken aynı zamanda mimari bir vurgu da ekliyor. İnce tasarımıyla modern bir görünüm sergileyen ürün, beyaz ve altı farklı renk seçeneğiyle renk değiştirme imkanı da sunuyor. İstediğiniz birçok alanda rahatlıkla kullanabileceğiniz LightStrip, çift taraflı bantı sayesinde kolayca monte ediliyor. Philips LightStrip’in hareketli ve oynar başlığıyla ışığın açısı istenilen şekilde yönlendirilebiliyor. Alüminyumdan üretilen ürün, ısı yaymayan özelliğiyle güvenli bir kullanım sağlıyor. Köşe bağlantı ve uzatma kablosu ayrıca satılan üründe, bir adaptör ile sekiz adet beyaz renk ve beş adet renkli ürün birbirine bağlanabiliyor. www.lighting.philips.com

KASIM 2009 - XXI 58

YENİ - ÜRÜN

MOBILE Koleksiyon Contract & Office, Mobile hareketli depolama ünitesiyle çalışma ortamlarının saklama ve taşınma gibi iki büyük ihtiyacına pratik ve kalıcı bir çözüm sunuyor. Geniş iç hacmi, işlevsel bölümleri ve kilitli sistemiyle kişiye özel çok amaçlı dolap ihtiyacına yanıt veren Mobile, tekerlekli ayakları ve

çekme kolu sayesinde ofis içi yerleşim değişikliklerinde çalışanlara büyük kolaylık sağlıyor. Küçük bir aparatla ceket ve manto asılmasına da imkan veren Mobile, estetik dış görünüşüyle seminer salonlarında kürsü ya da projeksiyon kaidesi olarak da kullanılabiliyor. www.koleksiyon.com.tr

ALU Perakende sektöründe birçok farklı alanın mekan tasarımları için ürün desteği veren ve çözümler sunan Terminal, mağazacılık anlayışına farklı bir yaklaşım katan Alu markasıyla birçok sektör için farklı ve işlevsel mağaza çözümleri sunmaya devam ediyor. Alu, tüm mağaza ve vitrin çeşitlerinin tasarım ve uygulamalarını alanında değiştirebilen, her ortama uyarlanabilen ve özel gereksinimlere göre kişiselleştirilebilen tamamlayıcı ürünlerden oluşan sistemler ailesi. Alu,

zaman içinde değişen ihtiyaçların karşılanması için pratik bir şekilde yeni birimlerin oluşturulması, var olanların uyarlanması ve boyutlarının değiştirilmesine olanak sağlıyor. Tripodun mucidi Manfrotto patentli, tavan ve zemin arasında sıkıştırılarak sabitlenen ana taşıyıcılar ve buna bağlantılı olarak özel gereksinimlere göre kişiselleştirilebilen tamamlayıcı ürünlerden oluşan sistemler ile Alu, bu sektörün ihtiyacı olan her türlü çözümü sunuyor. www.terminaldesign.com.tr


ARLIGHT ÇEVRE YÖNETİMİ SİSTEMİ BELGESİ ALDI belgelerden Çevre Yönetim Sistemi 14001, Arlight’ın topraklarına ve gelecek nesillere bırakacağı dünyaya karşı duyduğu sorumlulukları yerine getirmek çabasına gönülden bağlı olduğunu gösteren, OHSAS 18001 ise aynı esaslara dayanan, çalışanın ve güvenliğin de en az o kadar önemli olduğunu gösteren bir belge niteliği taşıyor. www.arlight.net

nurus türyak derneği'nin kongresini destekledi

www.nurus.com

IV. ULUSLARARASI VELUX ÖDÜLÜ 2010 Velux tarafından 2004 yılından beri, iki yılda bir mimarlık öğrencilerine yönelik düzenlenen ve bu yıl dördüncüsü gerçekleştirilecek olan Uluslararası Velux Ödülü 2010 için kayıtlar 1 Ekim 2009’da başladı. Ödül, dünyanın dört bir yanındaki mimarlık öğrencilerini “Yarının Işığı” teması altında, mimarlıkta gün ışığıyla çalışmaya davet ediyor. Özel hiçbir kategori içermeyen yarışma, ayrıca özel herhangi

bir malzeme ya da Velux ürünlerinin kullanılması şartı da taşımıyor. Yarışma, açık fikirli ve deneysel yaklaşımlar ile gün ışığının mimarideki sınırlarını genişletmeyi, öğrencilerin sınırsız merak ve risk alma istekleri ile ışığı sosyal, psikolojik ve çevresel boyutlarıyla değerlendirmelerini sağlamayı amaçlıyor. Yarışmaya katılmak için 1 Şubat 2010 tarihine kadar yarışma internet sitesine kayıt yaptırılabiliyor. www.velux.com

TÜRKİYE’NİN İLK SERTİFİKALI YEŞİL OFİSİ Unilever Türkiye, çevre dostu yeşil ofisi ile Enerji ve Çevre Dostu Tasarımda Liderlik (LEED) sertifikası aldı. ABD Çevre Dostu Binalar Konseyi tarafından geliştirilen kriterlerin oluşturduğu LEED, binaların çevreye olan etkisini tüm ayrıntılarıyla değerlendiriyor. Unilever Türkiye’nin yeni merkez binasının doğal kaynakların kullanımıyla tasarlandığını belirten

Unilever Türkiye CEO’su ve Unilever Asya, Afrika, Orta ve Doğu Avrupa Başkan Yardımcısı İzzet Karaca şunları söyledi: “Sürdürülebilir kalkınma planımızın önemli parçalarından biri olan yeşil ofisimizle enerji ve su tasarrufunu en üst düzeye taşıdık. Çevre dostu yaklaşımlarımızı ve yeşil binamızı bu denli önemli bir sertifikayla belgelemekten mutluluk duyuyoruz”. www.unilever.com.tr

tüm sistemde yer alıyor ve böylece tasarımdan üretime kadar tüm aşamalarda süreklilik sağlanmış oluyor. Şişecam Anadolu Cam Kalıp Tasarım Mühendisi Özgün Hodul, karmaşık yüzeyli, işlemeli ürünleri geliştirmenin uzun bir zaman aldığını anımsatarak şunları ekledi: “CATIA bu süreyi yarı yarıya azalttı. Artık, en zorlu şekillerin tasarımını yapabiliyoruz.” www.3ds.com

SAMSUNG ELECTRONICS 10. SIRADA YER ALDI Samsung Electronics, 500 FTSE (Financial Times Stock Exchange) şirketi arasından seçilerek, Karbonla İlgili Kamuoyunu Aydınlatma Konusunda Liderlik Endeksi (CDLI) sıralamasına girdiğini ve sıralamada Asya’da birinci, 50 en büyük küresel şirket arasında da 10. olduğunu duyurdu. Karbonla ilgili Kamuoyunu Aydınlatma Projesi (CDP) her sene şirketlerin iklim değişikliğine

yönelik tavır alma konusundaki girişimlerine ilişkin kurumsal politikalarını ve etkinliklerini değerlendiriyor. Temmuz ayında çevreci vizyonunu ve stratejilerini duyuran Samsung Electronics, 2013 senesine kadar üretim tesislerinde satışlarla normalleşen sera gazı emisyonu yoğunluğunu 2008 senesi seviyelerine göre yüzde 50 azaltmayı hedeflediğini açıkladı. www.samsung.com

SHARP, ETKİN BİR TARİFE GARANTİSİ İÇİN ÇAĞRIDA BULUNDU

Türkiye hükümeti, Haziran ayında, güneş enerjisi için daha güçlü bir destek sağlayacağını açıklayınca, dünyadaki en güneşli ülkelerinden birinde güneş enerjisinin uzun dönemli bir plan kapsamında güçlendirilmesi konusunda gerçek beklentiler oluştu. Sharp Energy Solution Europe Başkan Yardımcısı Peter Thiele şunları söyledi: “Türkiye hükümetine, Türkiye güneş enerjisi pazarını, yatırımcılar, ev sahipleri ve

güneş enerjisi endüstrisi için çekici kılmak için tek yol olduğundan, kısa dönemde etkin bir tarife garantisi için çağrıda bulunuyoruz. Bu şekilde, hükümet, güneş enerjisi pazarı geliştirme ve yenilenebilir enerjiler elde etmeye yönelik adımlar atma konusunda gerçekten ciddi olup olmadığını gösterecektir. Eğer daha iyi tarife garantileri almazsak, Türkiye büyük bir fırsat kaçıracak ve güneş enerjisi pazarı uzun dönemde önemsiz hale gelecektir.” www.sharp.de/green_site

SCHıNDLER’DEN GELECEĞİN MİMARLARINA DAVET “Access for All” (Herkes için Erişim) başlıklı yarışmaya bu yıl 1936 Berlin Olimpiyatları'nda kullanılan alan yarışma konusu oldu. 2009 - 2010 Schindler Ödülü’ne 2007 - 2008’de olduğu gibi Türkiye, yine dahil oldu. İki yılda bir düzenlenen ve Avrupa’nın seçkin üniversitelerinin

katıldığı yarışma bu sefer 1936 Berlin Olimpiyatları'na sahne olan "Olympiagelände" alanının dönüştürülmesini konu ediyor. Schindler 2009 - 2010 Mimarlık Yarışması, herhangi bir Avrupa üniversitesinde, lisans düzeyinde son sınıfta okuyan ya da yüksek lisans eğitimi alan tüm öğrencilere açık. www.schindleraward.com

59 XXI - KASIM 2009

Günümüzün en önemli problemlerinden birine odaklanan “Kültürlerarası Köprülerin Tesisi” konulu kongre 10 Ekim Cumartesi günü İstanbul Sütlüce Haliç Kongre Merkezi'nde gerçekleşti. Nurus, ilerlemiş yaşlarını verimlilik konusunda çalışmalara adayan

Türyak Derneği'ni ve “Kültürlerarası Köprülerin Geliştirilmesi” kongresini destekledi. Nurus Yönetim Kurulu Başkanı Akın Gökyay konuyla ilgili şunları söyledi: “Nurus yıllardır yaptığı çalışmalarla uluslararası köprüler kurmuş bir marka. Nurus’un benimsediği uluslararası değerler ile Türyak’ın çalışmaları bu anlamda birbirine benziyor”.

Ürün yaşam döngüsü yönetimi (PLM) ve üç boyutlu çözümlerin dünya lideri Dassault Systèmes'in, CATIA yazılımını kullanan Anadolu Cam’da şişe tasarım hızı yarı yarıya indi. Tasarımcıların yaptığı en ufak rakam, boyut, parametre değişikliği CATIA ile birlikte anında ve otomatik olarak

FİRMA HABERLERİ

Arlight, doğal yapıyı korumayı, çevre ile ilgili riskleri azaltmayı, enerji ve hammadde tüketimini en aza indirmeyi hedefleyerek tasarım ve üretim sürecini tamamladığı ürünleri ile OHSAS 18001 ve uluslararası alanda tanınmış bir standart olan, çevreye saygılı, güvenilir firmalara uygun görülen ISO 14001 Çevre Yönetimi Sistemi belgesini aldı. Gönüllülük esasına dayanan bu

ANADOLU CAM TASARIM SÜRESİNİ %50 AZALTTI


KASIM 2009 - XXI 60

söyleşi - ürün tasarımı

altta: Tavana monte Reed aydınlatma elemanı solda: Reed'in tasarım sürecinin başladığı L'Auberge de I'III restoranındaki uygulaması

fotoğraflar: Patrick Jouin

mekana özgü aydınlatma Tepta Aydınlatma'nın Türkiye temsilciliğini üstlendiği Murano Due firmasının Reed ürününün tasarımcısı Patrick Jouin ile ürünün ortaya çıkış süreci ve L’Auberge de l’Ill restoranındaki uygulaması hakkında görüştük. Elif Esmez

ee: Reed'in tasarım süreci nasıl başladı? Bize tasarımın hikayesinden ve ürünün nasıl geliştirildiğinden bahseder misiniz? Patrıck Jouın: Tasarım süreci birkaç yıl önce L’Auberge de l’Ill restoranında başladı. VIP mekanını, yemek odasının geri kalanından ayırmak için bir yöntem arayışındaydık ve ışıkla doldurulmuş dalgalı cam bir duvar fikri ortaya çıktı. Ürün daha sonra geniş kitlelere sunulan modüler bir aydınlatma sistemine dönüştü. Murano Due bizimle birlikte orijinal yerleştirmeyi L’Auberge de l’Ill'de geliştirdi ve bağlantıları da onlarla oluşturduk. ee: Reed hangi parçalardan oluşuyor? Bu parçaların işlevleri neler?

pj: Reed, kristal camın kalıplara üflenmesiyle oluşturuldu, bu camlar da nikel metallere oturtuldu. Yerleri değiştirilebilen ya da bir araya getirilebilen, genişlikleri değişen iki adet sarkıt model ve iki farklı yüksekliğe, üç farklı genişliğe sahip olan üç adet tavana monte edilebilen model bulunuyor. ee: Reed'in üretim sürecinden bahseder misiniz? Süreçte karşılaşılan sorunlar nelerdi ve bunların üstesinden nasıl gelindi? Reed farklı mekanlara ve gereksinimlere nasıl uyarlanabilir? pj: Bu sistemi mimarlara, iç mekan tasarımcılarına ve müşterilere özgürlük tanımak için tasarladık. Fakat en başta bu yerleştirme sürecinin hemen anlaşılabilir olmadığını gördük. Fiziksel yerleştirmede sorun yaşamadık. Müşterinin kendi yöntemiyle sistemi nasıl kuracağına, birleştireceğine ve yapılandıracağına karar vermesiyle

aydınlatmanın olanaklarını genişletmek istedik. Sonuçta bu, en iyi işleyen durum ama yine de insanlar sistemi kendi yöntemleriyle yorumlamaları için cesaretlendirmesi açısından ilk başta birkaç yerleştirme örneği oluşturduk. ee: Reed'in Auberge de L'Ill restoranındaki uygulama sürecindeki deneyimlerinizden ve ürünün müşterilere sunduğu deneyimlerden bahsedebilir misiniz? pj: Bir dizi aydınlatma ünitesi kurma süreci, benim için tıpkı yeni bir alfabe ya da yeni notalar bulmak gibi yepyeni bir dil ve bir senfoni yaratmaya olanak tanıyor. Mimarlar, iç mekan tasarımcıları ya da müşteriler Reed ile sadece önceden belirlenmiş bir biçime sahip, standart bir aydınlatma ürünü satın almıyor; kendileri, yaşamları, zevkleri ve mekanlarına göre yeni bir biçim keşfetme şansına da sahip oluyorlar.



Ametal Asansör tarafından uzun süren bir Ar-Ge sürecinin sonucunda tamamı yüksek kalitede yerli malzemeler kullanılarak Türkiye'de üretilen cam kontrol paneli tasarımları, asansörlere bilinen metal butonyerlere göre çok daha estetik bir görünüm katarken üstün dokunmatik teknolojisi ile de dikkat çekiyor. Cam panellerin üzerinde herhangi bir metal düğme ya da baskı bulunmuyor. Buzlu cam, siyah cam gibi seçenekler sunan modellerde butonlar, sensör teknolojisi ile kabine adım atıldığında varlığı

BERKER Berker instabus EIB'nin elektrikli cihazları bir çift kablo ile birbirine bağlayan akıllı sistemi sayesinde çok sayıda cihaz aynı anda yönetilebiliyor. Tek kontrol ekranından ya da bir-iki akıllı düğmeden ışık, ısıtma cihazları, jaluzi ve alarm tesisatı aynı anda kolaylıkla kullanılabiliyor. Cihazların fonksiyon ve durumları PC ya da Palm üzerinden de çağırılabiliyor ve kontrol edilebiliyor. Ayrıca evin, belli bölümlerinde kendi ihtiyacını kendisinin sağlamasını öğretilebiliyor. Ev, sensörler yardımıyla

havanın iyi mi, kötü mü olduğunu kendisi anlayarak, gerekli gördüğünde panjurları kendiliğinden indirebiliyor. Berker IP-Control sayesinde kalorifer, ışık, jaluzi ve diğer cihazlar, internet ya da ağ bağlantısı yoluyla ister evden ister dışarıdan yönetilebiliyor. Ayrıca uzaktan izleme, sadece data metinleri ile değil görsel grafiklerle kolay ve anlaşılabilir şekilde yönetilebiliyor. Berker, Master-Control ile ısıtma, aydınlatma ve ev otomasyonlarının diğer fonksiyonlarının yanında perde,

panjur açma-kapama, e-posta almaokuma ve RSS yayını sayesinde istenilen haber kanallarına bağlanma gibi özellikler sağlayarak ev içi ve dışı ile ilgili ihtiyaçları karşılıyor. Berker B.IQ; Isı ayarlayıcısı, bilgi ekranı, dokunmatik sensör, saatli anahtar ve daha farklı uygulamalara, bir bilgisayar programına gerek kalmadan cevap verebiliyor. Berker TS Sensör, bina sistemi tekniğinde açma-kapama ve bina yönetimi için geliştirilmiş bir tasarım

algılayarak LED ışıklarla belirgin hale geliyor. Cam panellerde kullanılan farklı renkte LED ve desenler, kişisel tercih ya da zevke göre asansörü farklılaştırabiliyor. Aynı şekilde iş merkezlerinin içindeki asansörlerde, firmanın kurumsal renkleri de kullanılabiliyor. Cam panel tasarımlarının içine yerleştirilebilen LCD ekranlar ise istenilen görüntülerin akıcı şekilde gösterimini olanaklı kılarken asansör yolculuklarına keyif katarak, istenilen mesajları da doğrudan insanlara ulaştırıyor. www.ametal.com

alternatifi sunuyor. Kalorifer, klima tesisatı ya da havalandırma gibi mekana dair KNX/EIB işlevleri de bu sensör üzerinden yönetilebiliyor. Kolay anlaşılabilir ekranı, günün saatini, dış ve iç ısıyı gösterirken işlevleri de bu sensör üzerinden yönetilebiliyor. Diğer bir koleksiyon olan Crystal Collection, Swarovski ile işbirliği sonucunda ortaya çıkan bir kristalli anahtar serisi. www.berker.com

KASIM 2009 - XXI 62

DOSYA - aKILLI EV, OTOMASYON VE MEKANİK SİSTEMLER

AMETAL

ts sensör

master control

crystal collectıon


Siyah ve beyaz renklerden oluşan Axolute Nighter ve Whice serisinde My Home sistemi ve görüntülü kapı giriş sistemleri için interkom dahili üniteler yer alıyor. My Home sistemi için otomasyon anahtarları ve estetik koordinasyonun sağlanması için cam çerçevelerle Axolute antrasit renkli mekanizmalar kullanılıyor. Nighter ve Whice interkom dahili üniteler renkli geniş ekranı ile, 8 mm kalınlığında bütünüyle cam yüzeyden ve dokunmatik tuşlardan oluşuyor. My Home sistemlerini yöneten Nighter ve Whice otomasyon anahtarları, tekil ve

Alman Jung Firması tarafından piyasaya sürülen Dokunmatik Sensör Modülü ile 16 işlev tanımlanabiliyor. Normal anahtar boyutlarında olan ünite, dokunmayla çalışıyor. Otel odaları, toplantı salonları gibi mekanlarda çok sayıdaki aydınlatma, motorlu perde ve panjur kumandası tek bir anahtardan kontrol edilebiliyor. Modülün üzerinde her birimin ışık seviyesi ayarlanabilir mavi renkli LED ışığı bulunuyor. Böylelikle kişi açık olan aydınlatmaları anahtardan izleyebiliyor ve kontrol işlemleri kolaylaşıyor. Sensörün çalışabilmesi için panoda uyumlu bir röle modülüne

Axolute Nighter ve Whice serisi ile standart Axolute anahtar ve prizlerinin yanı sıra gelişmiş fonksiyonlara sahip otomasyon anahtarları da kullanılabiliyor. www.bticino.com.tr

ihtiyaç var. Ara bağlantı iki telli veri kablosuyla basit şekilde sağlanabiliyor. Ön yüzüne istenen resim ya da semboller yerleştirilerek kullanıcıya estetik ve işlevsel bir anahtar sunulurken akıllı evlerde de kolaylıkla kullanılabiliyor. Dokunmatik butonları aydınlanma senaryoları, genel açma ve genel kapama gibi işlevleri için de kullanılabiliyor. Plastik olarak krem, siyah, beyaz gibi renk seçeneklerinin yanı sıra, metal olarak paslanmaz çelik, alüminyum ve antrasit çerçeveler ile ortama uyum sağlıyor. www.dimel.com.tr

nıghter ve whıce interkom dahili üniteleri

KLEEMANN Evlerinde asansör kurulacak alan olmadığını düşünenlere Kleemann, MaisonLift ile özel çözümler üretiyor. Binanızda önceden asansör planlaması yapmış olmanız ya da hidrolik asansör kuyusu bulunması gerekmiyor çünkü MaisonLift, asansör kuyusu olmayan binalarda merdiven boşluğunda ya da bina dışında alüminyum kuyu seçenekleriyle çözüm sağlıyor. Ayrıca kuyu dibi ölçüsünde ve son kat yüksekliğinde sorun olan villalarda, iş yerlerinde, çatı dublekslerinde ve diğer tüm binalarda kullanılabiliyor. Avrupa standartlarına göre sertifikalanmış olan MaisonLift, acil kurtarma durumunda

kabin içinde kullanılan iç emniyet kapısı haricinde kabin altında elle açılabilen etek sacı da içeriyor. Ayrıca asansör, hidrolik olduğundan, elektrik kesintisinde acil kurtarmayı da otomatik olarak kendisi yapıyor. Alüminyum kuyu konstrüksiyonu farklı renklere boyanabilen ve çevresine uyum sağlayabilen MaisonLift'in tüm kabini istenirse panoromik camdan imal edilebiliyor. Sessiz çalışma, düşük enerji harcama, basit ve kolay montaj, çok çeşitli kabin tasarımı seçenekleri, iki-altı kişi (180-450 kg) taşıma kapasitesi gibi özelliklere sahip olan MaisonLift, engelli ve yaşlıların da kullanımına uygun olarak üretiliyor. www.kleemannlifts.com

63 XXI - KASIM 2009

DİMEL

grup yükleri, HI FI stereo ses sistemini, senaryoları ve temel kapı giriş sistemi fonksiyonunu tek bir yerden kontrol etmeyi olanaklı kılıyor. Bütünüyle cam yüzeye sahip olan otomasyon anahtarları, üzerinde bulunan ve ışık yoğunluğu ayarlanılabilen mavi LED'lerle hafifçe dokunularak aktive ediliyor.

DOSYA - aKILLI EV, OTOMASYON VE MEKANİK SİSTEMLER

BTICINO


KONE Kone’nin kabin sinyalizasyonları, yeni tasarımları ile modern asansör sinyalizasyonunda yeni bir çözüm sunuyor. İki ayrı boyda, değişik desenler ve renkler içeren yeni sinyalizasyon serisi, kabin dekorasyonu ile kabin kumanda panosunun (COP) uyumlu olmasını tercih eden kullanıcılara seçim sunuyor. COP’ler kabin dekorasyonuna uyacak şekilde çeşitli renklerde, tam boy ve yarım boy olarak kullanılabiliyor. Kone’nin yeni sinyalizasyon serisi, kırılmaz, darbeye dayanıklı, sağlam polikarbonattan yapılmış çeşitli renk ve desenlerde çok kolaylıkla değiştirilebilen kaset yüzeyleri ile sunuluyor.

KASIM 2009 - XXI 64

DOSYA - aKILLI EV, OTOMASYON VE MEKANİK SİSTEMLER

www.kone.com

SOMFY Somfy'nin uzaktan kontrol ve kumanda sitemlerinden Impresario Chronis RTS, favori ortamlara göre programlanabiliyor ve istenildiği zaman manuel ya da otomatik olarak oynatılabiliyor. Her senaryoya dahil olan ürünler, arzu edilen ortamı oluşturmak için yükseltilebiliyor, alçaltılabiliyor ya da ön programlı favori konumuna getirilebiliyor. 16 senaryo

kapasitesine sahip olan Impresario Chronis RTS, otomatik konumdayken uzaktan kumandanın bütünleşik saati her gün dört senaryonun otomatik olarak kullanılmasını sağlıyor. Diğer bir sistem olan Telis Composio RTS ise evdeki motorlu panjur ve perdeleri, gruplar halinde birleştirip hareketlendirerek tek bir dokunuşla, aynı grup içindeki tüm ürünleri aynı

anda açılabiliyor, kapatılabiliyor ya da en tercih edilen konumlarına getirebiliyor. Bir grup, birkaç ürün ya da tek bir üründen oluşabiliyor ve her gruba bir isim verilip ekranın neresinde yer alacağı belirlenebiliyor. Navigasyon tuşları sayesinde ise istenen grup seçilip, arzu edilen konuma getirilebiliyor. www.somfy.com.tr

SCHINDLER Schindler 3300, dişlisiz tahrik sistemi sayesinde sessiz çalışma, elektrik kesintisi halinde kabini kata getirme, kapalı çevrim-frekans kontrollü sistem ile kabinin kat seviyelerinde hassas durma ve geniş kabin gibi özellikleriyle kullanıcıya sunuyor. Schindler 3300 serisi asansör kabinleri, teknik donanım için en az yer gerekecek şekilde tasarlandıklarından kullanıcılara geniş kabin alanı sağlıyor. Aynı özelliklerdeki başka bir modelde dört yolcu taşınabilirken 3300’de yolcu sayısı beşe çıkıyor. Çevreci, ekonomik ve güvenli olma özellikleriyle akıllı ev sistemlerinin yanında yer alıyor. Özellikle çatı katı dairelerde, binadaki kişi izni dahilinde kata çıkma opsiyonu ile kabin içinden çağrı veren kişi ancak daireden onay gelirse kata çıkabiliyor. Ayrıca kabin içi butonundan yapılan çağrılar şifre ile sınırlandırılabilirken o kata ait kodu bilmeyen yolcu ise kabin içinden

telıs composıo rts

ımpresarıo chronıs rts

asansörü kullanamıyor. Schindler'in kendi tasarımı SAS adı verilen kartlı sistem, 300 kullanıcıya kadar kabin içi çağrıların sisteme dahil edilmesini ve bunu yaparken de bir ya da birkaç kata kadar bu sınırlamanın yapılmasına olnak sağlıyor. Diğer bir güvenlik önlemi olan kat çağrılarının kart okuyucularıyla şifrelenmesi sayesinde bu güvenlik önlemleriyle önceden verilmiş kullanım hakkı olmayanlar asansörü çağıramıyor ve kabin içinden komut veremiyor. Schindler 3300’ün görme engelliler için sesli anons sistemi, tekerlikli sandalye girişi için uygun kapı genişlikleri ve kabin alanları, ayrıca görme özürlüler için Braille alfabeli butonyerleri de bulunuyor. Makine dairesiz bir asansör olan Schindler 3300’ün alandan tasarruf sağlayarak yapım maliyetlerini olumlu etkilemesi de tercih edilmesindeki bir diğer önemli etken. www.schindler.com.tr


Schneider Electric’in ilk kez Forum Alışveriş ve Yaşam Merkezleri’nde kurduğu IP Entegre Sistemi sayesinde, AVM’lerin tüm enerji, konfor ve güvenlik kontrolü, IP Network üzerinden uzaktan yönetiliyor. Günümüzde önemli bir yaşam alanı haline gelen alışveriş merkezlerinin ihtiyaç duyduğu tüm çözümlerin tek merkezden yönetimi IP Entegre Sistemi ile sağlanırken güvenlik sistemlerinin ona entegrasyonu ile en yüksek düzeyde güvenlik sağlanıyor.

SFRKD AMX'in yeni ürünü kablosuz MVP 5200i, ilk bakışta ince ve küçük görüntüsü ile göze hitap ediyor. Ürün, düz ekrana ve yüksek çözünürlüklü ekran görüntüsüne sahip, aşağı/yukarı ve sağ/sol tuşları ile zaman kaybına sebep olmadan kullanım kolaylığı sağlıyor. Hem masaüstü hem de duvar tipi olmak üzere iki farklı kullanıma uygun olarak parlak beyaz ve parlak siyah olarak üretilen ürün, daha hızlı işlem hacmini daha az enerji harcayarak yapan paneli sayede enerji tasarrufu sağlıyor. Sekiz saat devamlı çalışma, dört gün hazırda bekleme konumunda pil ömrü ve güçlü kablosuz

ve güvenlik sağlanıyor. Sadece ihtiyaç kadar enerji tüketen Schneider IP Entegre Sistemi, enerji raporlaması ile, harcamaların değerlendirilmesini ve kontrol stratejileri geliştirilmesini mümkün hale getiriyor. IP Network’e çıkması sebebiyle, ister internetten, ister ise uzaktaki yerel ağdan kolaylıkla kontrol edilebilmesi ile %30’a varan oranda enerji tasarrufu sağlıyor. Müşterinin, HVAC bina otomasyonu, CCTV, kartlı geçiş ve güvenlik, otopark otomasyonu, yangın algılama, aydınlatma otomasyonu ve enerji izleme ve yönetme sistemleri için ayrı ayrı firmalar ile çalışılması gerekmiyor. Sistem mevcut IP data hattı üzerine kurulduğu için, fazladan çok ciddi kablolama yapılmadan mevcut sisteme kolaylıkla eklemlenebiliyor. www.schneider-electric.com.tr

bağlantı özelliği sayesinde geniş alanlarda bile kontrol sağlama olanağı veriyor. Panelin kendisinde bulunan mikrofon ve hoparlör sayesinde VoIP teknolojisi kullanılarak dijital interkom özelliği rahatlıkla kullanabiliyor, panel yardımıyla kapı ile görüşebiliyor, panellerin birbiriyle görüşmesi ve IP telefon görüşmesi sağlanabiliyor. MP3 ve Wav uzantılı ses biçimlerini çalabilen MVP 5200i’nin diğer bir özelliği de kulaklık ve USB port girişinin bulunması. Görüntü oynatabilme özelliği sayesinde kameraları izleme ve kapı zili çaldığında kapıdaki kişiyi gösterme özelliğine sahip. www.sfrkd.com

VESTEL Vestel tarafından geliştirlen kablosuz güvenlik ve ev otomasyon sistemi Angel, yangın, su baskını ve sağlık problemlerine karşı aldığı önlemler ve geliştirdiği çözümlerle dikkat çekiyor. Sistem, ev ve işyerlerini yedi gün, 24 saat koruyor. Angel, içinde yer alan kablosuz hareket detektörü, kablosuz duman detektörü, cam kırılma detektörü, manyetik kontakt ve uzaktan kumanda ünitesi gibi çeşitli modüller ile Merkezi Gözlem İstasyonu (MGİ) tarafından gözetim altında tutuluyor. Sisteme eklenebilen bir ünite olarak, yaşlılar ve hastalar için tıbbi yardım kumandası da mevcut. Boyuna asılan ve su geçirmeyen tıbbi yardım kumandasının düğmesine basıldığında, sistem hiç vakit kaybetmeden Medline ile iletişime geçiyor. Angel’ın GSM modülü, sistemin cep telefon hatları

üzerinden gözlem istasyonuna ulaşmasını sağlıyor. Sabit hat üzerinde bir sorun oluşursa, GSM modülü devreye girerek Angel’ın işlevini tamamlamasını sağlıyor. Hareket dedektörü sayesinde, belli bir alan içerisindeki hareketleri algılayarak ev içerisinde herhangi bir hareket olması durumunda alarm veriliyor. Pet Smart patentine sahip ürün, evde bulunan evcil hayvanların hareketlerini algılayarak yanlış alarm verilmesini de önlüyor. Sistemin manyetik kontağı sayesinde, camlara ya da kapılara yerleştirilen manyetik modüller, kapı ya da pencerenin açılması durumunda alarm sinyali gönderiyor. Duman dedektörü ile yangının oluşma evresinde dumanı algılayıp kontrol paneline sinyal gönderiyor ve sesli uyarıda bulunuyor. www.vestel.com.tr

65 XXI - KASIM 2009

Bu sistem ile havalandırmadan ısıtmaya, soğutma ve aydınlatma sistemlerinden, yangın alarmı, kartlı geçiş ve güvenlik kameralarına kadar tüm otomasyon çözümlerinde en yüksek düzeyde enerji tasarrufu, konfor

DOSYA - aKILLI EV, OTOMASYON VE MEKANİK SİSTEMLER

SCHNEIDER ELECTRIC


KASIM ajandasI ... - 15 Kasım

VitrA ile Mimari Keşif: Londra Sergisi

Sergide ilk dünya metropolü Londra,

santralistanbul, Eyüp, İstanbul

www.santralistanbul.org

Architekturzentrum, Viyana, Avusturya

www.azw.at

Alman Mimarlık Müzesi (Dam), Frankfurt, Almanya

www.dam-online.de

İTÜ Taşkışla, Elmadağ Garajistanbul, Beyoğlu

www.arkitera.net

Esma Sultan Yalısı, Ortaköy, İstanbul

www.urban-age.net

Barselona, İspanya

www.worldarchitecturefestival.com

Roxy, Beyoğlu, İstanbul

dortyuzsaniye@gmail.com www.a-m-b-e-r.org

Hyatt Regency Hotel, Taksim, İstanbul

www.designbosphorus.com

Moma, New York, Amerika

www.moma.org

New York, Amerika

www.usitt.org/StudentArchitecture. aspx

Yapı-Endüstri Merkezi, Fulya , İstanbul

www.yem.net

Topkapı, İstanbul

www.silverline.com.tr

Bun Design, Seyrantepe, İstanbul

www.bundesign.com

Mülkiyet, Altyapı, Kurulum ve Şahsiyetler olmak üzere dört ana başlıkta ele alınıyor.

... - 18 Ocak

Balkanology

Balkan ülkelerinde sosyal ekonomik düzenin bitiminin kentsel strüktürde yarattığı radikal değişimler göz önüne seriliyor.

... - 3 Şubat

TV Towers - 8,559 Meters of Politics and Architecture

Sergi, televizyon kuleleri ve 1950'lerden beri sosyal değişimin, politik ve maddi gücün sembolü oluşlarının nükteli bir yorumu.

2 - 3 Kasım

Kent ve Mimarlık Günleri

Arkitera Mimarlık Merkezi ve Garanti Galeri tarafından organize edilen etkinlik, 3 Kasım günü Bahçeşehir Üniversitesi'nde düzenlenen Richard Rogers konferansı ile sona eriyor.

4 - 6 Kasım

Urban Age İstanbul Konferansı

Küresel kentlerin sosyal karakterleri ve fiziki biçimleri arasındaki ilişkileri araştıran konferans İstanbul'a odaklanıyor.

4 - 6 Kasım

6 Kasım

Dünya Mimarlık Festivali (WAF)

Elemeden geçen uluslararası 273 proje

Dörtyüzsaniye AMBER

2006'dan beri mimarlık ve tasarım

seçkin jüri ve izleyicilerin karşısına çıkıyor.

disiplinlerinde kısa sunum formatıyla Difüzyon'un düzenlediği Dörtyüzsaniye, AMBER'09 Sanat ve Teknoloji Festivali kapsamında düzenleniyor.

KASIM 2009 - XXI 66

ajanda

6 - 7 Kasım

Uluslararası İstanbul Endüstriyel Tasarım Zirvesi

Birçok konuşmacının yer alacağı etkinlik, Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu İstanbul Şubesi tarafından düzenleniyor.

8 Kasım - 25 Ocak

Bauhaus 1919 - 1933: Workshops for Modernity

Sanatçıları, mimarları, ve tasarımcıları teknoloji çağında, sanatın doğasında bir araya getirmiş Avangart sanatın okulu Bauhaus'un öğrencilerinin 400'ü aşkın çalışması sergileniyor.

20 Kasım (son başvuru)

2010 USITT "Ideal Theatre" Öğrenci Yarışması

Tasarımcı - tiyatrocu işbirliğini şart koşan yarışma, tiyatro öğrenimi için ideal çalışma alanı tasarımlarını bekliyor.

24 Kasım

Hanif Kara Konferansı: Yenilikçi Mimarlık için Mühendislik

“Yapı mühendisliği özelinde tasarım kültürü” olgusuna odaklanan mühendis Kara, “Eğitim, tasarım ve inşaatın dijital çağda ayrılmazlığına” da dikkat çekiyor.

4 Aralık (son başvuru)

2009 Silverline Mutfak Tasarım Yarışması

Yarışmayla genç yeteneklerin ortaya çıkarılması ve mutfak tasarımına yeni bir soluk getirilmesi amaçlanıyor.

15 Aralık (son başvuru)

“Kumbaranı Tasarla!” Yarışması

“Biriktirirken eğlen” temasını konu alan yarışmada, katılımcılardan marka kimliğiyle örtüşen, üretilebilir kumbara tasarımları bekleniyor.


yenimimar.com yenİden

Yeni Mimar, yorumlara ve yorumculara odaklanan yeni içeriğinin internet yansımasını ziyaretçilere açtı. “Çetrefil sorulara, gözü pek yanıtlar” mottosuyla yola çıkan internet sitesi, her gün bir soru soruyor ve uzmanlardan cevap alıyor. Ziyaretçilerin katılımına açık olan ve katılımla nitelikli bir tartışma platformu oluşturmayı hedefleyen Yeni Mimar’ın sitesi yenimimar.com yayında.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.