XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 134 < KASIM 2014 < ADNAN KAZMAOĞLU MİMARLIK < ATELIER BOW-WOW < EFFEKT < KERİM KÜRKÇÜ < KREATİF MİMARLIK < TAMASSOCIATI
Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 13 4 KAS I M 2 0 14 11
Neta Kampüs
Kreatif Mimarlık tasarımı Piri Reis Üniversitesi
Çocuk Sağlığı Merkezi
Varyant
TAMASSOCIATI
ADNAN KAZMAOĞLU MİMARLIK
ATELIER BOW-WOW
EFFEKT
YAZILARIYLA
KORHAN GÜMÜŞ LEV ENT ŞENTÜRK OTTO VON BUSCH SİNAN LOGIE
HAYALLERDEN GERÇEKLER SERGİSİ
KERİM KÜRKÇÜ
Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Puna Yayın adına sahibi ve genel yayın yönetmeni yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@xxi.com.tr
ÇOK AKTÖRLÜ BÜTÜNLÜK
editör Güzin Öztok yardımcı editör Aysu Ece Kuru reklam sorumlusu Tuğba Demirci tugba@xxi.com.tr okuyucu ilişkileri Duygu Erdem duygu@xxi.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu kapak fotoğrafı © Cemal Emden, Koleksiyon Mimarlık Arşivi; Piri Reis Üniversitesi, İstanbul sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Puna Yayın Serencebey Yokuşu 16/4 Beşiktaş, İstanbul 34349 0212 227 1317 bilgi@xxi.com.tr genel dağıtım Dünya Süper Dağıtım Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Puna Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.
facebook.com/xxidergisi twitter.com/xxidergisi
XXI’de bu ay kapak konusu Kreatif Mimarlık tasarımı Piri Reis Üniversitesi. Yapının kıymeti sadece tasarım anlamındaki başarısından değil, mimarları Aydan Volkan ve Selim Cengiç’in süreci çok aktörlü bir şekilde yürütmelerinden de geliyor. Projenin en başında Türk Deniz Eğitim Vakfı mütevelli heyetiyle birlikte uzun süren araştırmalar, bir denizcilik üniversitesinin nasıl olması gerektiğine dair fikir edinmek için yapılan gezilerde görülen okullar ve tersaneler, sadece yapıya dair konsepti belirlemekle kalmamış belli ki. İşverenin dahil edildiği bu süreçle karşılıklı güven inşası gerçekleştirilmiş öncelikle. Bununla iç içe başlayan bir diğer süreç ise yeşil kampüsün hayata geçirilebilmesi için elektrik, mekanik, inşaat mühendisleri ve yeşil bina danışmanları gibi birçok uzmanın henüz daha projenin başlangıç aşamasında meseleye dahil edilmeleri olmuş. Herkesin üzerinde kafa yorduğu ve kendi perspektifinden projeye katkı koyduğu bu çok aktörlü ve disiplinler arası süreç, Piri Reis’in ana belirleyicisi. Öte yandan Kreatif Mimarlık’ın denizcilik referanslarıyla projeye holistik yaklaşımı sayesinde bir araya geldiğinde birbirine
göndermeler yapan ama kendi karakterini de yansıtan bir bütünlük ortaya çıkmış. Benzer bir bütünlük hissi Port Sudan Çocuk Sağlığı Merkezi projesinde de görülüyor. Emergency adlı bir sivil toplum kuruluşunun inisiyatifiyle TAMASSOCIATI tarafından tasarlanan yapı, lineer kurgusu içinde mekansal hiyerarşileri doluluk-boşluklarla oluşturuyor. Sudan iklimine uygun ara mekanlarıyla ve farklı opaklıklara gereksinim duyan mekanlara göre biçimlendirilen cepheleriyle çocuk sağlığı merkezi, bütüncül kütlesiyle çölün üzerinde uzanıyor. Bu sayı ayrıca yeni bir köşe yazarı aramıza katılıyor. Sinan Logie, eleştirel bir bakışla genel mimari ve kentsel konulara eğilen yazılarıyla iki ayda bir XXI’de olacak.
XXI
GÜNCEL
PROJE
6 GÜNCEL
32 MONOKROM LIMAN PARKI
Kaykay+park konseptini tasarlayan Effekt, çok işlevli bir kent parkı tipolojisinde farklı kullanıcı gruplarını bir araya getiriyor.
36 NETA KAMPÜS
İÇİNDEKİLER
Kreatif Mimarlık tasarımı Piri Reis Üniversitesi, denizciliğin kendine has koşullarını ve özelliklerini karada konumlanan bir yapıya nasıl aktarılabileceğini araştırıyor. "Olması gerektiği gibi" yaklaşımıyla tasarlanan kampüsü, Kreatif Mimarlık’tan Aydan Volkan ile konuştuk.
KASIM 2014 - XXI 2
44 DOLU VE BOŞUN HIYERARŞIK DÜZENI
10 ZINCIRLEME REAKSIYONLAR / SINAN LOGIE
Konstantinopolis’in Duvarları
16 KÜÇÜK MÜDAHALELER / OTTO VON BUSCH
Tasarımla Güç Kazananlar ve Tasarım Bağımlıları
20 FOTO-ALTI / CEMAL EMDEN
İçinde Yaşam Olan
22 SORU IŞARETI / KORHAN GÜMÜŞ
İzmirli Tasarım Dehası: Issigonis
28 DÖNME DOLAP / LEVENT ŞENTÜRK
Kazım Taşkent Şeker Fabrikası
Port Sudan Çocuk Sağlığı Merkezi, zorlu iklimi koşullarına uygun ara mekanlarıyla çöl üzerinde lineer bir şekilde uzanıyor.
48 IMBATA GÖRE BIÇIMLENEN
62 GEÇMIŞI AYDINLATMAK
Varyant Karşıyaka ve Varyant Plus konut projelerinde enerji verimliliği ve sürdürülebilirlik konuları çalışılırken büyük bina bloklarının tekil yapısı arazideki kademelendirme ve cephede doluluk - boşluk oranları ile aşılmış.
Çanakkale Şehitleri Anıtı, Çanakkale Savaşı'nın başlamasının 100. yılında Philips tarafından aydınlatıldı. Çalışmada, 16,7 milyon renk elde edilebilen LED ışık kullanıldı.
52 ÜÇÜNCÜ DALGA KAHVE DÜKKANI
64 OPTIMUM SISTEM ÇÖZÜMLERI
Kerim Kürkçü’nün tasarladığı şarküteri kafe Manuel, Cihangir’de uzun ince bir ekmek fırınının dönüştürülmesiyle tasarlanmış. Manuel, el yordamı, eskilik ve hafıza üzerine bir mekan.
SEKTÖR
66 ASMA TAVAN VE BÖLME PANEL REFERANS DOSYASI
KASIM 2014 - XXI 4
İÇİNDEKİLER
Çamlıca Mesa projesinde Bosch Termoteknik ürünleri tercih edildi. Uygulamayı Bosch Termoteknik Isıtma ve Klima Anadolu Kurumsal Satış Müdürü Kemal Gökay anlattı.
56 SEKTÖR HABERLERI
Aspen Durlum Epart Nevra Yapı Nurus Trimline Interiors
78 AJANDA
Kenti Aralayan Koridorlar İZMİR AKDENİZ AKADEMİSİ’NİN DÜZENLEDİĞİ İZMİR TASARIM KORİDORLARI ULUSAL FİKİR YARIŞMASI SONUÇLANDI. Tasarım kavramının kent hayatı ile bütünleşmesi için açılan yarışmanın metninde rota, geçici, yenilikçi, erişilebilir, taşınabilir, tasarım nesnesi gibi anahtar kavramlar kullanılıyordu. Kamusal alanda performans, sergi gibi etkinliklerin gerçekleştirilmesi için tasarlanan mekanların nerede konumlanacağı yarışmacılara bırakılmıştı. Beş adet eşdeğer ödülün verildiği yarışmada kazanan projeler genel olarak sahil şeridinin kullanımını artırmaya ve gündelik hayat pratiklerini çeşitlendirmeye yönelmiş.
"*AGORA"
aşamasında süreci hızlandırıyor, hem de farklı kullanım olanaklarıyla
yoğunluğuyla farklılaşan kullanımlara izin verdiği için Agora’nın fuara
Günümüz kenti içerisinde herhangi bir boşlukta kentliyle buluşmaya
mekan ve fonksiyon oluşturma açısından esneklik ve çeşitlilik sağlıyor.
ve kendisine zengin kullanım alanı sunacağını düşünüyoruz.
bir agoradır. Kentlinin katılımıyla büyümeye çalışır. Kamusaldır,
Agora’nın konumu için şehrin yoğun yaya trafiğinin ve dış mekan
Jüri raporu: Kentin farklı noktalarında, düz bir zemine kolaylıkla
demokratiktir ve katılıma açıktır. Etkileşimle beraber gelen yeni
kullanımının yer aldığı noktaları tercih ettik ve ilk öneri olarak
yerleşen bu strüktür, altında ve çevresinde gerçekleşecek sergi,
düşüncelerle beslenir, özgür düşünceye değer verir. Üretimlerini
Kordon’da Cumhuriyet ve Gündoğan meydanları arasında ve Vasıf
happening ve gündelik buluşmalara platform olma niteliğinin yanı
sergiler ve paylaşır. Bir sahne ve aynı zamanda bir pazardır. Hayatın
Çınar Bulvarının sonlandığı noktada yer alan açık alanı öngördük.
sıra iç ve dış yüzeylerinde dijital sergileme imkanı tanıyor. İletişim
içinden beslenir. Bu bağlamda İzmir Tasarım Koridorları’nı bir “agora”
Bu alanın deniz ve iskelerle ilişkisinin yaya akışını pozitif yönde
değeri yüksek bulunan tasarımın yalın geometrisi, modüler sistemi,
olarak ele aldık.
etkileyeceğini tahmin ediyoruz.
uygulanabilirliği ve tanımlı iç mekânı ile sağladığı geçirgenlik olumlu
Strüktürün oluşturulmasında sökülebilirlik, esneklik, sürdürülebilirlik
Agora’nın yerleşeceği ikinci alan olarak, kent içi yoğun bir kulllanıma
ve farklı kullanım ihtiyaçlarına cevap verebilme kriterlerini sağlayan
sahip olan Fuar alanını tercih ettik ve Lozan kapısının aksında
ve günümüz inşaat pratiğinde yaygın olarak kullanılan inşaat
yer alan yeşil alanı alternatif yerleşim olarak öngördük. Fuar alanı
Ekip Başı: Burak Aktan, İTÜ, Mimar
iskelesi kullanılmasını planladık. Modüler elemanlar, hem kurulum
hem belleğinde böyle kullanımları barındırdığı, hem de yeşil alan
Ekip Üyesi: Erkmen Korkmaz, ODTÜ, Mimar
çalışan bir tasarım ve sanat pratiği aslında metafor olarak çağdaş
KASIM 2014 - XXI 6
GÜNCEL
bulunmuştur. Jüri, yoğun bulunan strüktürel elemanların seyreltilmesi olanaklarının araştırılmasını önerir.
Jüri raporu: Ayarlanabilir esnek strüktür önerisi sayesinde farklı
Ekip Başı: Metin Kılıç, DEÜ, Mimar
İzmir’in körfezi, coğrafyası, iklimi, sosyal ve kültürel yapısı ile
topoğrafyalara ve işlevsel olarak ihtiyaca göre adapte edilebilir. Tekrar
Yardımcılar: Fatma Nur Kaplan, İYTE, Mimar
sahip olduğu yüksek potansiyel, basit bir birimin sonsuz kullanım
eden bir tasarım olarak info-box olarak kullanıma yatkın, modüler bir
Ali Can Helvacıoğlu, İEÜ, Mimar
olasılığını doğurabilir. Sosyal ve gündelik yaşamın zenginliğine
sistem olarak gelişebilir. Kentin farklı noktalarına eklemlenebilmesi,
Fulya Selçuk, İTÜ, Mimar
mütevazi bir dille sayısız mekan sunan 5x11x3 metrelik konteynerler (55 m2), kentin her yerine kentlinin ihtiyaçlarına ve taleplerine
bu yolla kent içerisinde çeşitli etkinlik odakları oluşturabilmesi, basit
Günnur Yapıcı, İYTE, Öğrenci/Mimarlık
yapısal sisteminin farklı konum ve kullanımlara yönelik çeşitlenerek
Danışman: Dürrin Süer Kılıç, DEÜ, Y.Mimar/Dr.
göre yerleşerek hayat bulacaktır. Eylemlerin niteliği ve kullanıcının
farklılaşabilmesi, bu çeşitlilik içinde imge ve dil birliği kurması, kolay
katılımı ile öngörülemez varyasyonları türetebilecek olan bu
uygulanabilirliği ve taşınabilirliği takdir edilerek oybirliğiyle eşdeğer
konteynerler merdiven, çelik ayak ve platform gibi yardımcı yapı
ödüle değer bulunmuştur. Jüri, bu projenin sergileme düzeneklerinin
elemanlarıyla kentin tüm kesitlerinde uygulanabiliyor.
geliştirilmesini tavsiye eder.
"HAYALINI KURDUĞU SAHNEDE ANLATMALI HIKAYESINI İNSAN"
yerleştirildiğinde çevresindeki insanları meraklandırarak yaşadıkları
düzenlemesiyle kentsel alanda ilgi odağı oluşturma potansiyeli
dünyadan kendi dünyasına çekebilmeli ve içerisinde taşıdığı kültürü ışık
yüksek bulunan bu projenin basit konstrüksiyon sistemiyle
Sokak lambası üzerine çıkıp gitar çalan bir çocuğa kim üzerinde
gibi çevresine yayabilmeli. Diğer yandan ise Kadifekale Mahallesi gibi
uygulanabilirliği, açılıp kapanabilir çeperleriyle güvenlik sağlaması
oturduğu şeyin sadece bir sokak lambası olduğunu anlatabilir ki? O
dar sokaklı, mahalle kültürünün yerleşik olduğu, çocukların sokaklarında
ve farklı performanslara olanak sağlaması olumlu bulunmuş ve
sokak lambası aslında o çocuğun sahnesidir artık.
oyunlar oynadığı bir mahallede boş bir parsel üzerine yerleştirildiğinde ise
oybirliğiyle eşdeğer ödüle değer görülmüştür. Jüri, bu projenin iç
çocukların ve mahalle sakinlerinin rutin hayatlarına bir misafir gibi değil,
mekanda sergileme olanaklarının geliştirilmesini önerir.
GÜNCEL
SONSUZ KULLANIMLI KONTEYNER
7 XXI - KASIM 2014
Toplumun yıllardır hayal ettiği, fikirlerini özgürce dile getirebilme amacını
uzaklardan gelen bir dost gibi renk katabilmeli. Nerede konumlanırsa
bir de mimar olarak yorumlayalım. Karşımıza ilk olarak insanların birer
konumlansın, kullanımı sahiplenen bireylerce şekillenebilsin. Böylece
Ekip Başı: Ali Sinan, ODTÜ, Mimar
parçası olduğu ve hatta üzerinde yaşamını sürdürdüğü mekanları
farklı zaman ve mekanlarda kültürler arası yolculuğa açılan bir koridor
Ekip Üyesi: Hasan Okan Çetin, ODTÜ, Mimar
özgürce biçimlendirebilme istekleri çıkacak. Bu durumda insanların
olarak toplumun belleğinde anlam kazanacaktır.
Yardımcılar: Nuran Özkam, ODTÜ, Mimar Cem Dursun, ODTÜ, Mimar
kendi hayal ettikleri dünyalarında, kendi hikâyelerini yaşayabilecekleri mekanları kurgulamanın bir zorunluluk olduğunu düşünmek yanlış
Jüri raporu: Esnek strüktür önerisi sayesinde farklı topoğrafyalara
olmayacaktır. Mimarlık mekanı tasarlama, mekanı anlama ve yeri
ve ihtiyaca göre adapte edilebilir. Tekrar eden bir tasarım olarak
geldiğinde onu dönüştürebilme esnekliğini içinde barındırabilmeli. Tam
info-box olarak kullanıma yatkın, modüler bir sistem olarak
da bu noktada hayalini kurarak tasarladığımız pavilyon Alsancak sahiline
gelişebilir. Yalın geometrisi ve farklı deneyimler yaratan iç mekan
Olsi Kafeja, ODTÜ, Mimar
İZMIR VE DÜŞEY KORIDOR
içeren alternatif bir mekan kurgusu olan Minkowski Mekanı diye
Kentsel mekânda güçlü imgesi ve plastik değeri yanında kavramsal
Kentliler ve ziyaretçiler, Kordon başta olmak üzere sahil şeridi
adlandırılan matematiksel fizik kuramından yola çıkarak şekillendi.
yaklaşımıyla da özgün bulunan bu proje, program beklentilerine
kullanımı konusunda istekli olmasına karşın kentsel tasarımda
Bu mekan kurgusuyla İzmirlilere alternatif mekanların varlığını
getirdiği farklı ve esin kaynağı olan yaklaşımıyla olumlu bulunmuş ve
denizden aktif kullanım kent hayatında çok az hissediliyor. Röper
hissetirmeyi amaçladık. Düşey Koridor’un en önemli işlevi hayal
oybirliğiyle eşdeğer ödüle değer bulunmuştur. Jüri, bu projenin farklı
noktalarının yokluğunun yanı sıra sahil yollarının başını ya da
kurdurmak. Bu bağlamda Forum, Düşey Sergi ve Geçit pavyonun
etkinliklere ev sahipliği yapacak düzenlemeler ile farklı malzemelerle
sonunu tanımlayan ve adlandıran objeler de yok. Düşey Koridor
üç ana kullanım alanı oldu. Gemi atıkları arasında geri dönüşümü
de inşa edilmesi olanaklarının araştırılmasını tavsiye eder.
Projesi de bu anlamda başı ve sonu bağlamaya, süreklilik yaratmaya
en zor malzemelerden biri olan halatları Geçit’in temel malzemesi
ve bu alanları adlandırmaya yönelik oluştu. Düşey Koridor ile
olarak kurguladık. Çelik taşıyıcı ve platformlar dışında kalan bütün
Ekip Başı: Alper Derinboğaz, İTÜ, UCLA, Y.Mimar
vapur hatlarının izinden İzmir sahil şeridini dolaşarak bu yerleri
yüzey geri dönüşümlü halatlardan üretildi.
Ekip Üyesi: Melike Altınışık, İTÜ, AA, Y.Mimar Yardımcılar: Selçuk Kişmir, YTÜ, Y.Mimar
KASIM 2014 - XXI 8
GÜNCEL
vurgulamayı, röper noktaları oluşturmayı öneriyoruz. Bu sebeple koridorun izlediği noktaları Konak Vapur İskelesi yanı, Pasaport
Jüri raporu: Bir tasarım objesi olarak mihenk oluşturacak bu
Demet Çekiç, ODTÜ, Mimar
Vapur İskelesi yanı, Alsancak Vapur İskelesi, Bayraklı Vapur
tasarım buluşma noktası tespit ederken altında vakit geçirmeye,
Anıl Salar, İTÜ, Mimar
İskelesi, Karşıyaka Vapur İskelesi, Bostanlı Vapur İskelesi olarak
hatta özellikle çocukların üzerinde oynamasına uygun bir kent
Devrim Alan, İTÜ, Mimar
belirledik. Düşey Koridor aslen zamanı ve paralel gerçeklikleri de
imgesi olarak, önerildiği gibi deniz kıyısında yerleşmeye de yatkın.
Cansu Sert, MSÜ, Mimar
TIRTIL
basitlik nedeniyle, yerleştirileceği alana hazır-monte edilmiş
olarak ilgi çekici bulunan bu proje, biçimlenmesi ile çeşitli
Tırtıl, birçok farklı yere uyarlanabilen, kullanıcı müdahalelerine olanak
halde getirilebileceği gibi uygulama süreci konumlandığı alanda da
etkinlikleri davet eden oylumlar içermesi, birbirine eklemlenmiş
sağlayan ve hem mekansal hem de kitlesel çeşitlilikleri ile farklı
gerçekleşebiliyor. Yerinde birleştirme eylemi kentlinin de katılabileceği bir
yapısal elemanların açılması ile kent içerisinde farklı dış mekan
mekansal deneyimleri barındırabilen bir önerme ve aynı zamanda
etkinlik olarak kurgulanabilir. 50 mm kalınlığındaki lamine ahşap paneller
tanımları sağlaması ile oybirliğiyle eşdeğer ödüle değer görülmüştür.
İzmir için simgesel bir tasarım nesnesi olarak anılmaya aday. Günlük
kullanılarak oluşturulan mekanda, panellerin hareket sistemi menteşeler
Jüri, bu projede farklı sergileme olanaklarına izin veren düzeneklerin
yaşamsal eylemlerle etkileşimli yapısının yanı sıra tarihi, kültürel ve
ile sağlanırken bu panellerin altında hareketi kolaylaştıran ve değişken
araştırılmasını tavsiye eder.
sosyal mekanlarda da konumlanabilme potansiyeli mevcut. Kapalı-
zeminle uyumu sağlayan yükseklik ayarlı tekerlek sistemi kullandık. Sabit
optimum durumu ile sergi, performans, dinlenme gibi eylemlerin
olarak kurgulanan bölümdeki birleşimler ise geçme sistemle tasarladık.
Ekip Başı: Ferhat Hacıalibeyoğlu, DEÜ, Mimar/Dr.
gerçekleşmesini sağlayan optimum-tırtıl’ı konumlandığı alanda
Mekanın içindeki-dışındaki oturma yerleri ve yüzeylerdeki sergileme
Yardımcılar: Kortay Ceylan, DEÜ, Öğrenci/Mimarlık
oluşturduğu oylum ve yüzeyleri aracılığıyla etki alanı yaratan, kentli için
nişleri lamine ahşap panellerin kesitindeki çeşitliliklerle sağlandı. Bu
Ceren Doğan, İYTE, Öğrenci/Mimarlık
kullanıcı müdahalelerine açık bir tasarım durağı olarak tanımlıyoruz.
şekilde Tırtıl bütüncül bir tasarım nesnesi olma özelliği gösteriyor.
Gizem Yazıcı, İYTE, Öğrenci/Mimarlık Danışmanlar: Deniz Dokgöz, DEÜ, Mimar/Dr.
Açık durumu ise doğrusal, eğrisel ve dairesel olmak üzere bulunduğu çevreye ve etkinliğe göre değişkenlik gösterebiliyor. Dolayısıyla
Jüri raporu: Eklemlenebilir yapısı ile kentsel bir alanın sınırını tespit
Orhan Ersan, SDÜ, Y.Mimar
uyarlanabilirlik, Tırtıl’ın önemli bir özelliği olarak belirginleşiyor.
etmek ya da içinde sergi muhafaza etmek gibi farklı biçimlerde
Deniz Külekçi, DEÜ, Mimar
Uyarlanabilme ve değişkenlik, kullanıcı katılımı ve müdahaleleri
kullanılabilir, özellikle parklarda etkileşimli bir kent enstrümanı
Turgut Şakiroğlu, DEÜ, Mimar
ile gerçekleşebiliyor. Tırtıl, boyutları ve birleşim detaylarındaki
olarak alanın koşullarına göre biçimlenebilir. Bir tasarım nesnesi
Gülcan Afacan, DEÜ, Mimar
Konstantinopolis’in Duvarları 1453 yılının 29 Mayıs gecesindeyiz. 21 yaşında bir adam Theodosius’un duvarlarını inceliyor. Birkaç dakika içinde gelecek nesillerin “Fatih” olarak hatırlayacağı kişi son altı yıldır yenmeye çalıştığı şehre son saldırısını başlatacak. Tam bu anda 2. Mehmet, bundan 500 yıl sonra saldırısının gücünün geri tepip İstanbul şehrini kentsel dönüşüm adlı başka bir formda kuşatacağının farkında değil.
ZİNCİRLEME REAKSİYONLAR
Konstantinopolis’in ve Akdeniz’in ele geçirilmesi Avrupalılara karmaşık bir problem çıkardı: İpek Yolu’nun kontrolünün Türklere geçmesi. Dolayısıyla, takip eden yüzyıllar Ortadoğu ve Avrupa arasında yeni ticaret yolları aramakla geçti, ta ki bir dönüm noktası olan 1942’de batı denizlerde Christopher Colombus tarafından şans eseri Amerika’nın keşfedilmesine dek. Bu da Avrupa sömürgeciliğinin başlangıcı ve uluslararası kapitalizmin ilk adımları oldu. Öte yandan, Konstantinopolis kuşatmasının başka
KASIM 2014 - XXI 10
bir sembolik etkisi de vardı: Şehir duvarlarının yıkılışı efendilerile vatandaşlar arasındaki sosyal sözleşmeyi sonlandırdı. Yüzyıllar boyunca “şehri” tanımlayan duvarlar, artık onu dışarıdakilerden koruyacak kadar dayanıklı değillerdi. Savaş teknolojisi kenti yenmişti. Şehir bu andan itibaren yeni planlama ve varoluş formları keşfetmek zorundaydı.
SINAN LOGIE
21. yüzyıl ile beraber İstanbul, duvarlarının yıkılışından beri en gösterişli mutasyonuna uğramakta. Şehrin askeri değil de daha soyut bir şekilde tekrar kuşatmayla karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. Bu kez saldırıyı yapan uluslararası sermayedir. Bütün Avrupa ülkeleri "tasarruf" adı altında ekonomik politika şiddetine maruz kalırken, aynı sermaye Türkiye’ye ve diğer gelişen pazarlara "büyüme" adı altında büyük çapta yatırım yapıyor. Bu tip süreçler orta sınıfın ortadan kaybolması ya da sosyal hakları olmayan işçi sınıfının çöküşü gibi yeni felaketler yaratıyor. Tabi ki "büyüme"nin bir estetiği var ve bu, şehrin vizyonunu kurmak için yaratılan yeni kentsel doku olan kapalı sitelerin dışlayıcı
formuyla kendini ortaya koyuyor. 2009’da İstanbul’da 600 kapalı site olduğu biliniyor.1 İstanbul bölgesinde kapalı sitelerin aynı anda her yerde bulunan varoluşları, kentsel “Çitleme Yasası”nın sessiz kabulüyle karşılaştırılabilir. İngiltere’de 12. yüzyılda başlayan Çitleme Yasası uygulamaları Sanayi Devrimi’ne dek devam etmişti. Daha önceden ortaklaşa olarak köylüler tarafından birlikte işlenen ortak topraklar, gitgide artan oranlarda özelleştiriliyordu.. İlginçtir ki İstanbul’da çitlemeler, Başakşehir’deki antik Resneli çiftliği gibi eski tarım alanlarında da ortaya çıkmakta. Başakşehir, bugün de megapolisteki en çok kapalı alanın yer aldığı ilçe. Öte yandan, doğal alanlar da bu yeni formdaki mekansal ayrışmanın hedefi haline geldiler. Son on yıldır arsa geliştiriciler, üst sınıfları şehrin kuzey ormanlarıyla cezbettiler. İstanbulluların önemli bir kısmı şimdilerde bu gibi gelişmelerin kendi çevreleri üzerindeki sonuçlarından haberdarlar. Özellikle bölgenin kuzeyine gelecek olan altyapısal projeleri hesaba katacak olursak. Dahası kapalı sitelerin İstanbul bölgesindeki hegemonyası başka yan etkilere de yol açacak gibi duruyor. Rem Koolhaas'ın, Generic City’de
konu ettiği gibi, İstanbul da fraktal hale gelmektedir.2 Bu fraktal yapıyla, kent duvarlarla yeniden inşa edilebilir, tabi ki fiziksel olanlarla ama aynı zamanda da soyut duvarlarla. Bu yeni sınırlar bazı dar kimliklere tutunmaya çalışan grupların arasındaki artan kutuplaşmayı yansıtıyor. Yeni yapılan bir çalışmaya göre Türkiye, Avrupa’da sosyal eşitsizlikler konusunda lider. Bu koşullar dahilinde hala kamusal alanları düzenleyen projelerin olmaması oldukça endişe verici. İstanbul kendisini kapatıyor, daha geniş ölçekte de Türkiye. Kapalı sitelerdeki ayrıcalıklı olma hayalleri ile bölgesel bir güç olmaya yönelik çarpık hırsı arasında kalmış kentin öyküsü Tahsin Yücel’in “Gökdelenler” adlı kitabındaki dışlanmışların başkaldırışı gibi sonlanabilir. Mimarlık, kentsel peyzajı anlamamızı ve okumamızı sağlayan bir dürbün işlevi görebilir. Bazen korkularımızı kelimelerden daha iyi anlatma fırsatını bize sunabilir. Bu anlamda ütopya ve distopya pek kıymetli arkadaşlarımızdır. Ne yazık ki İstanbul’un muhtemel oluşumunu keşfetmekte ve ifade etmekte nadir olarak kullanılıyorlar. Bu nedenle de Santa Susanto, Karin
ZİNCİRLEME REAKSİYONLAR 11 XXI - KASIM 2014
Trehout ve Rubis Trinh’in geliştirdiği “The Wall” projesi bize megapolisimiz hakkında yeni bir bakış sunuyor. 2013 sonbaharında Ecole Nationale d’Architecture de Versailles’te DjamelKlouche, CédricLibert ve Florian Hertweck tarafından yürütülen stüdyo kapsamında tasarlanan“The Wall” kesinlikle çok güçlü bir distopya. Bizans zamanından çağdaş döneme kadar, İstanbul’un surları üzerine olan çalışmayı esas alan öğrencilerin yaklaşımı, İstanbul’daki süregelen mutasyonu sorunsallaştırmayı amaçlıyor. Proje kendini yeni bir sur olarak tanımlıyor. 200 km uzunluğundaki “The Wall” yeni bir düzeni sembolize ediyor. Vatandaşlar ile efendilerden ziyade, vatandaşlar ile doğa arasında sosyal bir sözleşme olma özelliğinde. Çizgisel eleman 3. Köprü yoluna hafiften girerek kentleşmiş alanların kuzey saçaklarını izliyor. “İç” ve “dış” kavramlarını tersyüz ederek megapolisteki orman alanlarını, kentsel yayılımdan korumayı hedefliyor. Mega strüktürün her bir bölümü ve katmanı peyzajla çeşitli ilişkiler kuran programlar oluşturuyor. Birtakım hafif “oryantalist klişeler”ine rağmen “The Wall”, Arturo Soria y Matta’nın çizgisel şehri ve Le Corbusier’in Algiers planı arasında var olarak, İstanbul için taze ve vizyoner bir hediye. İstanbul’da süregelen kentsel mücadele döneminde mimarların kafalarında bazı duvarları yıkması gerekiyor. Boğaçhan Dündaralp gibi ender rastlanan kişilikler dışında, çalışmalarını itiraz vasıtası olarak öngören mimarlar hemen hemen var olamıyorlar. Bu çerçevede mimarlık fakülteleri, yaklaşımlarının eskiyişini gözden geçirmek durumundalar. İstanbul,yapıcı bir söylem üretmek için her zamankinden fazla ütopyaya ve distopyaya ihtiyaç duyuyor. Yoksa sahne, meşhur Serdar İnan ve silik kopyalarının defalarca ürettiği OsmanlıSucuklu fantezileri tarafından ele geçirilecek. “Ütopyayı içermeyen bir dünya haritası göz atmaya bile değmez, çünkü insanlığın dönüp dolaşıp vardığı ülkeyi dışarıda bırakmış olur. İnsanlık oraya vardığında dışarı bakar ve daha iyi bir ülke görüp yeniden yelken açar. İlerleme, ütopyaların gerçeklemesidir.” Oscar Wilde, Sosyalizm ve İnsan Ruhu 1
Jean François Perouse, “İstanbul, City of Profit and City of Fear...”,
(“İstanbul 2010 Konferansı” özeti), Berlin 2
Rem Koolhaas & Bruce Mau, “S,M,L,Xl”, Monacelli Press, 1995
İllüstrasyonlar: Ecole Nationale d’Architecture de Versailles yüksek lisans öğrencileri Santo Susanto, Karin Trehout ve RubisTrinh’in projesi “The Wall”
Modulor Türkçe'de LE CORBUSIER’NİN YENİDEN İNŞA SÜRECİ VE MODERNLEŞMENİN SONUCUYLA KURAMSAL ALTYAPISINI OLUŞTURDUĞU MODULOR ÇALIŞMASI İLK KEZ TÜRKÇE OLARAK YAYIMLANDI.
YEM Yayın, Le Corbusier’nin antropometrik ölçek sistemini çalıştığı Modulor’u yayımladı. Mimarlık tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilen Modulor böylece ilk kez Türkçe yayımlandı. Kitap, mimarlıktan
sosyolojiye, şehircilikten siyaset bilimine pek çok disiplin tarafından tartışıldı. Modulor / Mimarlıkta ve Mekanikte Evrensel Olarak Uygulanabilir, İnsan Ölçeğinde Bir Armonik Ölçü Üzerine Deneme ve Modulor 2 / 1955 (Söz Kullanıcılarda) olmak üzere iki ayrı ciltten oluşan kitap özgün tasarımına ve boyutlarına sadık kalınarak Kalebodur’un katkılarıyla Türkçe’ye kazandırıldı. Éditions L’Architecture d’Aujourd’hui tarafından sırasıyla 1950
KASIM 2014 - XXI 12
GÜNCEL
Kent İçin Açık Çağrı “HEP BİRLİKTE KENTLERİ DAHA YÜRÜNÜR, YAŞANIR, SEVİLİR KILALIM!” MOTTOSUYLA AÇIK ÇAĞRI YAPAN HEY! IMAGINABLE GUIDELINES İSTANBUL STUDIO-X’TE SERGİLENİYOR. HEY!, herkesin kent tasarımında aktif rol alması amacıyla farkındalık yaratmak ve tasarım araçlarının kullanılmasını sağlamak için Studio-X ve SANALarc işbirliği ile kurulmuş geniş bir paylaşım ortamı. Platformun tartışmalara ev sahipliği yapan, fikirlere ilham veren ve kamusal alanı besleyen önerileri tetikleyen web portalı sayesinde geniş çaplı bir ortam olması bekleniyor. Bu ortamın ilk girişimi olarak oluşturulan Imaginable Guidelines İstanbul (igi), İstanbulluların beraberce daha yürünür, yaşanır ve sevilir bir kent için çözüm üretebilecekleri bir araç. HEY! (igi)'ye, kullanıma açık ve Studio-X’te devam eden Açık Çağrı Sergisi doğrultusunda 27 Eylül-15
Aralık tarihleri arasında katkılar bekleniyor. Süreç sonunda bu katılımlardan oluşan, kategorilere ayrılmış yüzden fazla kart, bir “Kart Destesi” olarak basılacak. Kartlarla oynanacak oyun, web portalı ve sergide yer alan sanat ve uzmanlık katkılarının kaynak oluşturduğu daha iyi kentlere rehberlik eden atölye çalışmaları, tasarım stüdyoları, uygulamalar ve vatandaş girişimleri ile şekillenecek. Yayın, 2015 kışında basılacak. Eser ya da uzmanlık alanıyla katkıda bulunmak için; hey.imaginableguidelines.org portalı ziyaret edilebilir. Ayrıca takip için: www. facebook.com/imaginableguidelines, @HEYigi, #HEYigi
ve 1955 yıllarında iki cilt halinde basılan ve içeriğiyle olduğu kadar boyutu, görsel malzemesi ve tipografisiyle de özgün olan bu kitabın Türkçe basımı, orijinal baskılara sadık kalınarak, Aziz Ufuk Kılıç’ın çevirisi ve Levent Şentürk’ün sunuşuyla hazırlandı. Esas olarak 2. Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa şehirlerinde yaşanan topyekün “Yeniden İnşa” sürecine ve Amerika’nın başını çektiği modern sanayileşme hamlesine paralel olarak ortaya çıkan Modulor, çağın acil ihtiyaç duyduğu hızlı ve seri üretim için standartlaşmayı ve dolayısıyla tüm ülkeler ve toplumlar için standart bir ölçü sistemini önerir. Savaş sonrasında yaşanan konut sıkıntısı gözetilerek, mimarlıkta ve yapı endüstrisinde
prefabrik yapı elemanlarının seri üretimini kolaylaştırmak ve evrenselleştirerek tüm dünyada uygulanabilir kılmak hedeflenir. Le Corbusier’nin “Modulor” adını verdiği bu sistemde mimar, insan bedeninin boyutlarına ve altın oran hesabına dayanarak “kolunu kaldırmış bir adam” boyu olarak kabul edilen 226 cm ve onun belli bir mantıkla geliştirilen sayı dizilerinden bütünlüklü ve tutarlı bir ölçü sistemi inşa ettiğini iddia eder. Le Corbusier, Modulor kitabının 1950 tarihli ilk cildinde bu ölçü modelini tarihçesiyle birlikte anlatmaya ve uygulamalı örneklerle kanıtlamaya çalışırken ikinci cildinde, öneriyi dünyanın farklı noktalarından gelen tepkileri ve yanıtları aktararak tartışmaya açar ve savını geliştirir.
İstanbul Keşif Rotaları
KASIM 2014 - XXI 14
GÜNCEL
2. İSTANBUL TASARIM BİENALİ KAPSAMINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN ETKİNLİKLER BİENALİN “GELECEK ARTIK ESKİSİ GİBİ DEĞİL” MOTTOSU ETRAFINDA GEZİYOR.
17 ekimde başlayan Tasarım Rotaları’nda tasarım odaklı ofis, mağaza, atölye imalathane ve yapılar keşfediliyor ve bu mekan ve yapılı çevrenin kendine has dokusu inceleniyor. Asya ve Avrupa yakasını kapsayan 12 adet yürüyüş rotası tasarım ve tematik olarak iki kategoriden oluşuyor. Rotalar, Müstesna İstanbul: Küçük Dükkanlar Kitabı’nın yazarı Ilgın Yorulmaz’ın katılımı ile TAK Kadıköy ve İstanbul’un önde gelen tasarımcı ve mimar, akademisyen ve kültür kurumlarının işbirliğiyle oluşturulmuş. Kuzguncuk Tasarım Rotası Rota günleri: 24 Ekim, 7 Kasım, 14 Kasım, 28 Kasım, 5 Aralık, 12 Aralık Başlangıç noktası (her rota günü): Kuzguncuk İskelesi, 11.00 Çemberlitaş - Kapalıçarşı - Sultanahmet Tasarım Rotası Rota günleri: 25 Ekim, 14 Kasım, 22 Kasım, 28 Kasım, 12 Aralık Başlangıç noktası (her rota günü): İstanbul Büyük Saray Mozaikleri Müzesi önü, 11.00
Galata - Şişhane Tasarım Rotası Rota günleri: 17 Ekim, 7 Kasım, 22 Kasım, 6 Aralık, 12 Aralık Başlangıç noktası (her rota günü): İKSV Tasarım Mağazası önü, 11.00 Fener - Balat Tasarım Rotası Rota günleri: 18 Ekim, 1 Kasım, 8 Kasım, 15 Kasım, 29 Kasım, 13 Aralık Başlangıç noktası (her rota günü): Rezan Has Müzesi önü, 11.00 Beyoğlu - Galatasaray - Cihangir Tasarım Rotası Rota günleri: 25 Ekim, 1 Kasım,15 Kasım, 21 Kasım, 5 Aralık Başlangıç noktası (her rota günü): Cihangir Meydan-Akbank önü (Akarsu Caddesi No: 53), 11.00 Moda Tasarım Rotası Rota günleri: 17 Ekim, 8 Kasım, 21 Kasım, 13 Aralık Başlangıç noktası: Eski Moda İskelesi Önü, 11.00 TEMATIK ROTALAR
Koku Tasarım Rotası Yürütücü: Cansu Şekular
Katılım şartı: Yürüyüşe kokulu herhangi bir kozmetik ürünü kullanmadan gelinmesi önemle rica olunur. Rota I: Gedikpaşa Ayakkabı Üreticileri Rota günü: 15 Kasım Başlangıç noktası: Çemberlitaş Hamamı, 10.00 Rota II: Kadıköy’den Moda’ya Rota günü: 13 Aralık Başlangıç noktası: Kadıköy’deki Karaköy-Eminönü İskelesi, 10.00 Kadıköy Font Rotası Yürütücüler: Doç. Dr. Gülname Turan, Koray Gelmez, Emrah Özturan, Can Güvenir Rota günleri: 1 Kasım, 22 Kasım Başlangıç noktası (her rota günü): Haydarpaşa Tren İstasyonu, 10.00 Kadıköy Ses Rotası Yürütücüler: Oğuz Öner, Didem Duman Rota günleri: 14 Kasım, 5 Aralık Başlangıç noktası (her rota günü): Kadıköy’deki Eminönü-Karaköy İskelesi, 10.00
Kadıköy Ağaç Rotası Yürütücü: Seda Kurt Şengün Rota 1: Fenerbahçe Rota günü: 22 Kasım Başlangıç noktası: İETT Cemil Topuzlu Durağı-Dalyan Blokları-Sahil Yolu Feneryolu Işıklar Durağı, 10.00 Rota 2: Suadiye Rota günü: 29 Kasım Başlangıç noktası: İETT Tan Sokak Durağı-Remzi Kitabevi önü, 10.00 Kadıköy Sivil Mimari Rotası Yürütücüler: İdil Erkol, Şebnem Şoher Rota günü: 15 Kasım Başlangıç noktası: Kadıköy Haldun Taner Sahnesi, 10.00 2014 Maslak: Çeperde Archi-Walk Yürütücüler: Ali Bakova, Gökhan Karakuş Rota günü: 15 Kasım, 6 Aralık Başlangıç noktası: Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, 10.00
Tasarımla Güç Kazananlar ve Tasarım Bağımlıları Biz insanlar hazzı arar ve acıdan sakınırız. Bu aynı zamanda tasarımın basit paradigmasını da yansıtır: Haz veren işlevler için tasarım yaparız. Acıya ya da çileye neden olan çok az sayıda ürün ya da hizmet, en çok satanlar listesine girebilir. Ama bizler yaşamın sürtüşmelerini aza indirgemeyi ve mutluluk ürünleri ve hizmetleri üretmeyi hedefledikçe, hazzın gizli tuzağını -bağımlılığı- üretme riskine de daha çok yaklaşırız. Bağımlılık hazza körü körüne bağlılık ya da hazza yönelik dürtüsel bir tutkudur. Ödüllendirme davranışına yönelik obsesif bir yükümlülüktür, tam tersine sonuçlar doğursa bile. Ve tasarım bağımlılık üretmede epey başarılıdır, hazzı çoğalttıkça haz tutkusunu da artırır. Bu, tüketimcilikle olan ilişkimizde de görülebilir.
KASIM 2014 - XXI 16
KÜÇÜK MÜDAHALELER
Tasarımla sağlanan bağımlılığın nasıl yayıldığını araştırmak ilginç olabilir, zira bizler de bu üretimin bir parçasıyız. Yaşamsal gerekliliklerin üretiminin tersine tasarım çoğunlukla lüzumsuz şeylerle uğraşır. Bazılarımız dünyayı daha iyi bir yer haline getiriyor olsa da genellikle bağımlılığı tetikleyen artı değerler ve yeni ritüeller üretmekteyiz. Asıl paradoks şurada: İnsanların bize ihtiyaç duymalarına ihtiyacımız var. Dünyayı işlemez hale getirmeliyiz çünkü halinden memnun insanlar çok nadiren bir tasarımcıya gereksinim duyarlar.
OTTO VON BUSCH TASARIMCI
Kendimizi işe yarar hale getirmenin yollarından biri, şimdilerde özellikle de yeni medya ya da sosyal uygulamalar aracılığıyla gündelik yaşamın “oyunlaştırılması”. Tasarımcılar küçük zorluklar ve ödüllerle kazanma ve kaybetme durumları üzerinden gündelik alışkanlıklarımızı oyuna dönüştürüyorlar. Sadece mobil uygulamalarda çözdüğümüz bulmacalar ya da bir günde koştuğumuz kilometreler üzerinden birbirimizle rekabet etmiyoruz, aynı zamanda onlar üzerinden yemeklerini yemiş ya da ev ödevlerini yapmışlarsa çocuklarımıza ödeme yapabiliyor, akademik indekslere girebiliyor ya da yeni ekonominin çalışma performansı oyunlarını oynayabiliyoruz. Bu dikkat ekonomisinde oyunlar sayesinde emeğimiz biraz daha cazip kılınıyor. “Oyunlaştırma” eğiliminin açığa çıkardığı şeylerden bir diğeri de tasarımın, mevcut ekonomimizin rekabetçi ideolojisini bütünüyle benimseyerek sunduğu hizmetlerin tüketimcilik değerlerine bağımlılık yolunda ilk adımları atması. Örneğin sosyal medyanın gündelik kullanımını ele alalım. Birinin çevirimiçi varlığını aldığı “beğeni”ler ve “retweet”ler üzerinden değerlendiririz ve bu dijital ayakizi üzerinden tanımlanan dünyada onun deneyimlerini ve önemini de bu veriler üzerinden belirleriz. Bireysel sözün sermaye-kontrollü medya üzerinden yayıldığı bu durumda yok sayılan ve marjinalleştirilenlerin oranı daha çoktur. Tanınmak ya da sesini duyurmak için başvurabileceğin ana yollar tanımlı kanallar ya da değerlerdir, biz de bu nedenle “beğeni”ler gibi kendimize haz verecek geribildirimler sunan becerilerimizi geliştiririz. Bağımlılık bir geribildirim sarmalıdır, yanlış yöne sapmış bir motivasyon, kontrolden çıkmış bir
Tasarımcılar olarak yaratıcı çabalarımızın çoğu tüketimcilik denen hedonizmi ve bencilliği beslemeye adanıyor ve birçoğumuz da buna bağımlı hale gelmiş durumdayız. Tabi ki ürettiğimiz şeylerin dünya üzerinde insani bir duruşa sahip olması gerek ama tüketim aynı zamanda bizi kendini-kanıtlama ve terapiyle besleyen bir oyun platformu; tasarımcılar da bu ideolojinin sürdürülmesindeki suç ortakları. Bu ideolojinin rasyonelleştirilmesi için ergonomi, servis, sosyal inovasyon gibi her türden ilkeyi ya da felsefeyi devreye sokabiliyoruz ve bunlar çoğunlukla bu oyun platformlarının genişlemesine yol açıyor. Öte yandan bağımlılığımızdan vazgeçmektense onu daha sürdürülebilir hale getirmeye çabalayabiliriz çünkü her halükarda oyun devam etmeli. Bağımlılığımızın ardındaki ana mekanizmalardan biri, geniş kapsamlı meritokrasi inancı, yani sosyal konumumuzun belirlenmesinde en önemli değerin yeteneklerimiz olarak görülmesi. Bu, soylu bir neden olabilir çünkü başkasından miras kalmış olan gücü ve yozlaşmayı sınırlar. Ancak oyunlaştırılmış haliyle meritokrasi, insanın sahip olduğu konumsal “eder”lerinin önceden belirlenmiş oyun puanlarına dönüştürülebileceğini varsayar. Meritrokrasinin oyunlaştırılması ödülleri dağıtan platformun
sorgulanamaz şekilde güvenilmesi anlamına gelir. Facebook gerçekliğinde eder, “beğeni”lerle ölçülür. Twitter gerçekliğinde eder, “retweet”lerle ölçülür. Kapitalizm gerçekliğindeyse eder, parayla ölçülür. Tabi ki sosyal medya ve de kapitalizmin güç kazandırıcı olduğunu iddia edenler de çıkabilir. Bunlar aracılığıyla bir kullanıcı taşlaşmış hiyerarşiler ve kültürel değerlerden kaçarak kendi sesini duyurabilir ve belirli yerlerde yapmasının ya da yapmamasının yasak olduğu kültürel sınırların ötesine uzanarak birtakım şeyleri harekete geçirebilir. Ama aynı zamanda eğer doğru kullanılmazsa güç kazan(dır)ma da bağımlılık yaratabilir. Kendin Yap etkinlikleri ya da zanaat gibi bir kişinin deneyimleyebileceği marjinal alanlardaki küçük güç kazanımlarını ele alalım. Kendi mutfağımı yapabilir ya da bir atkı örebilirim. Benim bu küçük güç kazanımım ekonomide marjinelleşmiş olan dürüstlük, samimiyet ya da şefkat gibi değerleri harekete geçirebilir. Zamanımı çok kişisel bir şeye ayırabilirim. Ama daha fazla ürettikçe güç kazandırdığını hissettiğim şey, aynı zamanda en başta bana güç kazanma hissi veren platforma bağımlılığımı artırabilir. Örneğin Kendin Yap ya da zanaat etkinlikleri oyunlaştırılmış değerlere yönelik bağımlılığımızı artırabilir mi? Daha fazla alet edevat ya da kötü şartlarda işçi çalıştıran firmalardan ucuz zanaat aksesuarları alırız ya da örgümüz hakkındaki blog yorumlarına ya da el yapımı verandamız hakkındaki havalı yorumlara bağımlı hale geliriz. Ayrıca bizim güç kazanımımız oyunlaştırılabilir ve çekici hissetmemiz için bizi daha fazla şey yapmaya ya da daha çok yeni elbise dikmeye bağımlı hale getirebilir. Öte yandan güç kazanım araçları platformlara bağımlılık da yaratabilir. Mesela mikro-kredi bunun
Güç kazanımı için tasarım yapıyor olduğumuzu düşündüğümüzde bile en nihayetinde daha fazla bağımlılık yaratan bir güç kazanımı olmadığından emin olmamız gerek. Bağımlılıktan kurtarmak için tasarım yapmalıyız, yangını daha fazla körüklemek için değil. Ve belki de en önemlisi: biz tasarımcılara artık gereksinim duyulmayacağı bir dünya için tasarım yapmaya cüret etmeliyiz.
17 XXI - KASIM 2014
haz mekanizmasıdır. Hayatta kalmak, eğlenmek ya da tanınır olmak için destek olması gereken şeyler intikam için geri dönmüş ve bizi öldürmeye başlamıştır artık. Duygusal rahatlama yaşamak için tasarım uyuşturucusuna başvurur ve bir noktadan sonra onlarsız yapamaz hale geliriz. Geribildirim sarmalına bayılırız, kabul gördüğümüzü bilmeye, dikkat çektiğimizi hissetmeye ve kendimizi değerli görmeye de. Ancak bu sarmalların oyunlaştırılması, sunulan ödüllerin platformun kendisi tarafından kontrol edilmesi ve çoğunlukla zaten onaylanmış kazananlara dağıtılması demek.
Eğer biz tasarımcılar olarak güç kazanımı ve sosyal adalet için tasarım yapmaya çalışıyorsak sosyal ilişkilerde tasarımcılara yönelik bağımlılığı daha fazla artırmamak için neler yapabileceğimizi daha iyi kestirebilmeliyiz. Ayrıca güç kazanımını, yeni bir oyunlaştırma rekabetine dahil etmekten kaçınmalıyız. Bunların yerine üzerinde durmamız gereken sorular var. Güce meydan okuyan sistemsel becerileri ve sosyal değerleri nasıl üretebilir, sosyal ödül sistemlerini belirleyen platformları nasıl kurabiliriz? Sadece herkese açık olan değil, aynı zamanda herkes tarafından kontrol edilebilen gerçek ortak platformları nasıl tasarlayabiliriz?
KÜÇÜK MÜDAHALELER
örneklerinden biri. Dikkatsizce kullanıldığında mikrokrediler pazar değerleri ve mali minnettarlık için platformlara bağımlılık üretebilir ve bu da sistemin kullanıcılarını daha büyük bankaların çıkarlarına göre yönettikleri bir oyunun derinliklerine çekebilir. Mikrokrediyle gelişmiş makineler alırsam aynı zamanda bunların servisine, yedek parçalarına ve tabi ki tasarımcılarına bağımlı hale gelebilirim. Yoksullar için güç kazanım aracı olarak reklamı yapılan mikrokrediler yine de kapitalizmin kendi kuralları içinde oynanan bir oyun. O da büyük balıkların insanların kredilerini en nihayetinde sürdürülebilir bir şekilde kullanılabilmeleri için daha fazla para yatırdıkları makineler almak için kullandığı bir oyun.
Eğitimde Gerçekçi Hayaller HAYALLERDEN GERÇEKLER SERGISI İSTANBUL MODERN’IN ARDINDAN 15 EKIM’DE ANKARA TSMD MIMARLIK MERKEZI’NDE AÇILDI. 30 KASIM’A DEK SÜRECEK OLAN SERGI HAKKINDA KÜRATÖRÜ ŞEBNEM YALINAY ÇINICI ILE BIR SÖYLEŞI YAPTIK.
bu sayfada Kara Tahta ve karşısındaki işlerle ilişkisi
KASIM 2014 - XXI 18
GÜNCEL
karşı sayfada üstte solda: Geçici Kütüphane üstte sağda: Kara yazı tahtası altta solda: Bulmaca altta sağda: Kolektif Okul
Hülya Ertaş: Bu, Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi’nin üçüncü sergisi ve eğitim yapılarına odaklanan bir kitapla birlikte gündeme geldi. Siz eğitim konusuna nasıl yaklaştınız? Şebnem Yalınay Çinici: Serginin kurgusundaki ana noktalardan ilki eğitimin herkesi ilgilendiren bir konu olmasından çıktı. Otele gitmeyebilirsin, hastaneye ancak hasta olunca gidersin ama mutlaka eğitimin içinden geçersin, hatta hem kendin hem de çocukların geçer. Dolayısıyla hepimizin düşündüğü, sorguladığı bir konudur eğitim. Onun nasıl daha iyi olabileceği sorusuyla yola çıkarak bu problemle biraz hayal kurmaya çalıştım ben de. Herkesi düşünmeye teşvik edecek, hayal kurma konusunda da cesaretlendirecek bir sergiyi nasıl ortaya koyabileceğimizi araştırdık. Hayal kurup gerçek hale getirmeye çalışalım gibi bir derdimiz olmadı. Hayaller hep gerçek dediğimiz şeyin içinden çıkıyor. Hayallerin gerçekle bir ilişkisi olduğunda gerçekleşme olasılıkları her zaman çok yüksek. Bence bu sayede birtakım gerçekler de
değişmeye başlıyor. Hayallerden Gerçekler adı da buradan çıktı. Eğitim konusunu bir mimar perspektifiyle ele almaktan ziyade kamuya açılan bir soru haline getirmek istedik. Onun için mesela medya teknolojileri serginin çok önemsediğimiz bir paçası oldu. İnteraktif olması, dijital malzemeleri kullanmak, onların sunduğu çokluğu ifade etmek bu açıdan önemliydi. Ayrıca serginin kurgusunda yapılan işleri parça parça, yan yana gelmiş gibi koymayı değil de herkesin yaptığı işin katman katman, üst üste yerleştirildiği, hepsi bir araya geldiği zaman daha büyük bir bütün olarak ortaya çıktığı bir senaryo öngördük. Öte yandan eğitim problemi de ancak holistik bir hareketle, herkesin bulunduğu noktadan onu sorgulayıp yakın çevresinde bir şeyleri değiştirmeye çalışması ile iyileştirilebileceği ortada. Biz de bu sergiyi kalabalık bir ekiple gerçekleştirdik.
he: Bu, birlikte üretimin en net yansıdığı Kara Tahta’dan başlayalım öyleyse. şyç: Kara Tahta, öğrencilerin okullarda ne kadar mutlu olduklarını, orada olmayı ne kadar istediklerini araştırıyor. Buradan yola çıkılarak gerçekten içinde olunmak istenecek mekanlara dair bir adımı veya düşünceyi nasıl oluşturabileceğimizi inceliyor. Her işin birbirini destekleyeceği şekilde sergiyi bir süreklilik olarak kurguladık. Ve bunun içinde yer alan parçalardan bir tanesi olarak Kara Tahta, Aslı Kıyak İngin, Avşar Gürpınar, Benay Gürsoy, Deniz Tekkul, Elif Erdoğan, Gençer Yurttaş, İdil Erkol, İdil Karababa, Sevgi Ortaç, Tansel Atasagun, Yücel Tunca’dan oluşan geniş bir ekiple hayata geçirildi. Kara Tahta var olan durumu, bir günü resmederken, öbür işler de ondan çıkan düşünceler, kavramlar, hayallere yönelik çalışmalar olarak var oluyor. Eğitimi daha geniş kapsamlı olarak ele alıp sadece okullarda değil, aynı zamanda atölyelerde de vakit geçiren ve yaşları 9’dan 18’e kadar değişen çocuklarla yaklaşık iki ay boyunca fotoğraf atölyeleri düzenlendi. Çocukların her birinden bir günlerini fotoğraflamalarını istedik. Saat
kaçta kalkıyorlar, kahvaltı mı ediyorlar, çantalarını alıp, fırlayıp çıkıyorlar mı? Arabayla mı gidiyorlar, yürüyorlar mı, anneleri mi bırakıyor? Ne kadar ağırlıkta bir çanta taşıyorlar? Okula ilk girdiklerinde tören mi yapıyorlar, nasıl bir mekana giriyorlar? Okul ya da atölye diye girdikleri yerler, nasıl yerler? Ve çocuk bunları nasıl görüyor ve nasıl fotoğraflıyor? Devlet okulu, bir tane özel okul ve bir lise olmak üzere 18 okuldan ve Şişhane ve Kapalıçarşı’daki atölyelerden çocuklar katıldılar, onların da adlarını, fotoğraflarıyla birlikte panoya yerleştirdik. Çünkü eğitim aslen kişi için oluşturulmuş bir şey. Ondaki potansiyeli, yeteneği açığa çıkarmak, belki hayatında bir kanal açmak için ortaya çıkarılmış bir şey. Her kişi çok değerli ve çok özel. Tek tek her birinin katkısının bu kadar ayrıntılı ifade edilmesinin arkasında yatan da eğitimde tekil kişilerin değerli olduğu düşüncesi. Çocukların dünyası, ışıklı çizgiler halinde okulda geçirdikleri zaman, teneffüsler vs, okuldan çıkıp eve varmalarına dek bu duvar boyunca görülüyor. Buradan belirli yatay geçişlerle serginin karşı duvarındaki işlerle Kara Tahta ilişkileniyor. Mesela
GÜNCEL
sergi küratörü: Şebnem Yalınay Çinici sergi koordinatörü: Pelin Derviş sergi ekibi: Alexis Şanal, Alper Derinboğaz, Aslı Kıyak İngin, Avşar Gürpınar, Bager Akbay, Benay Gürsoy Toykoç, Candaş Şişman, Deniz Tekkul, Elif Erdoğan, Fulya Özsel Akipek, Gençer Yurttaş, İdil Erkol, İdil Üçer Karababa, Osman Koç, Refik Anadol, Salih Küçüktuna, Sevgi Ortaç, Tansel Atasagun, Tuğrul Yazar, Yücel Tunca grafik tasarım: Aslı Altay, Future Anecdotes Istanbul sergi tasarımı: Şebnem Yalınay Çinici teknolojik çözümler: Filika sergi uygulama koordinasyonu: Pattu ışık ağları kurulumu: Hasan Tahsin Yılmaz sergi içi grafik tasarım: Deniz Tekkul
19 XXI - KASIM 2014
Kara Tahta’daki çocuklara karşılık gelen, yani kişinin değerli olduğunu vurguladığımız yüzey, Tansel Atasagun’un Bulmaca adlı işiyle karşı karşıya duruyor. Bizim atölye yaptığımız 49 çocuğun 36’sıyla röportajlar yaparak onlara okulun nasıl bir yer olmasını istediklerini sorduk. Orada 36 kişiyi aynı anda bir videoda görüyoruz, bir tane ses duyuyoruz ve onun hangi karedeki kişiye ait olduğunu eşleştirmeye çalışıyoruz. Onun yanındaki Fulya Özsel Akipek ile Tuğrul Yazar’ın Hayat Bilgisi adlı işindeyse bu söylenenler deşifre edildi ve interaktif bir duvara dönüştürüldü. Yaklaştığın zaman seni algılıyor ve çizgiler yazılara dönüşerek okunur olmaya başlıyor. he: Onun arkasındaysa fotoğraf karelerinden oluşan bir pano var. şyç: Finlandiya Mimarlık Müzesi’nde 2011’de yer alan Dünyanın En İyi Okulu sergisinde yer alan okulların hepsini gezme fırsatım oldu. O panoda da benim o okullardan çektiğim fotoğraflardan bir mozaik. Aslen en iyi okul diye bir şey yok, eğitim her zaman düşünmeye tartışmaya
ve geliştirmeye açık bir konu. Öte yandan bunların birçoğunda çocukların sınıfları yok, derslerin sınıfları var. Çocuklar okul içinde geziyorlar, okul dediğimiz yer aslında çocuğun kamusal alanı. Oraya gidip diğer çocuklarla bir araya geliyor ve iyi vakit geçiriyor. Ve eğitim süreleri en çok dört ya da beş saat. Dahası bizdeki formel, daha çok akademik kitleye yönlenmiş olan müfredat anlayışından çok daha farklı atölyeler var okullarda. Metal, ahşap, elektronik, dikiş nakış, yemek pişirme atölyeleri vs var ve standart müfredatın parçaları. Geri Kara Tahta’ya döndüğümüzdeyse gerçek ders kitaplarının ne kadar ağırlıkta bir çantaya çocuğu mecbur kıldığını görüyoruz. Sonra Okuduğumuzu Anladık Mı? adlı işte Avşar Gürpınar ile İdil Erkol ders kitaplarından birtakım parçalar çıkartıp arka arkaya okudular. Video, bir süre sonra söylenenlerin ne kadar hissizleştiğini ve karşısındakine ulaşmadığını, tümünün birbirine karışıp, bir anlam ifade etmeyen bir hal aldığını eleştirel bir şekilde gösteriyor.
Aslı Kıyak İngin ve Sevgi Ortaç, Kapalıçarşı ve diğer atölyelerdeki çocuklarla vakit geçirdiler ve Usta Bunu Ben Yapabilir Miyim? adlı bir video ürettiler. Ustalarla ve çıraklarla yaptıkları röportajları birtakım grafiklerle deşifre ettiler. Bir şeyi yaparak, malzemeyle uğraşarak öğrenmek, zamanla ve deneyimle beraber gelişmek ve bunu bir hayat tecrübesine dönüştürmek nasıl bir eğitim? Video bu soruya odaklanıyor. Kara Tahta’nın sonunda yaşam boyu eğitimi, kendini geliştirmeye devam etme ve sahip olduğun becerileri, potansiyelleri açığa çıkarmaya devam etmeyi vurgulamak adına kişilerin okuldan sonra geçirdiği zamanı ele aldık. Hobileri, yapmaktan zevk aldığı şeyler, burada görselleştiriliyor ve çizgilerle ardındaki Geçici Kütüphane’ye bağlanıyor. Kara Tahta’nın bitişinde tam karşısına gelen yerde Alper Derinboğaz ile Refik Anadol’un çalışması Kolektif Okul yer alıyor. Bu da şimdilerde gündemde olan Yapıcı Hareket’i (Maker Movement),
yani kişilerin bir araya gelip bir ağ dahilinde iş yapma ve birbirlerinden öğrenmelerini bir okul olarak hayal ediyor. Onun nasıl modellenebileceğini araştırırken de içinde dolaşılabilir bir sanal gerçeklik ürettiler. En son sergideki tüm çalışmaların birleştiği noktadaysa iki iş var. Biri Geçici Kütüphane, diğeri de yazı tahtamız. Alexis Şanal ile Salih Küçüktuna'nın Geçici Kütüphane işi, bilgiye artık çok farklı şekillerde erişilebildiği gerçeğinin en somut mekansal referansı. Bilgiyle ilişkiyi çok farklı biçimlerlen kurarak çok farklı yapılarda hem kendimizi hem bilgiyle olan ilişkimizi kurabiliyoruz. Burada da dört-beş tane standart parça var ve onlarla bambaşka yapılanmalar oluşturulabiliyor. Hatta içinde serbest parçalar da var ki içinde dolaşanlar alıp farklı şekillerde bir araya getirebilsin. Bunlar dokunulabilir ellenebilir parçalar, sergiyi gezenler kendi mekanlarını yaratabiliyorlar. En sondaki kara yazı tahtasıysa her gelenin düşüncesini yazdığı, varsa sorusunu sorduğu bir serbest kürsü.
KASIM 2014 - XXI 20
FOTO-ALTI
İçinde Yaşam Olan
Le Corbusier’nin tasarladığı bir binanın içindeki koltukta popo izleri. Yaşamın ifadesi. Bu modernizm dehasının tüm yapıları artık müzeye dönüştürülmüştür kesin, diye düşünürken Atelier Ozenfant’ın hala yaşam dolu havası. Sahte reklam çekimleri için mutfak tezgahı üzerine koyulan elmalara da benzemiyor üstelik. Dondurulmuş bir yaşanmışlık da okunmuyor bu kareden. Cemal’den öğreniyorum ki bina hala kullanılıyor. Kenarı kıvrılmış halısıyla, sehpa üzerine yığılmış ıvır zıvırıyla, pencere önüne dizili çerçevesiz fotoğraflarıyla ama en çok da koltuk üzerindeki popo iziyle yaşıyor bu ev. fotoğraf: Cemal Emden yazı: Hülya Ertaş
İzmirli Tasarım Dehası: Issigonis
şasili otomobillerin devri sona eriyordu. Çok sayıda üretebilmek ve ucuzlatabilmek için tümüyle preslenmiş çelikten, monokok gövdeli otomobiller tasarlamak gerekiyordu. 2. Dünya Savaşı sonrasında otomobil satışları giderek arttı. Gelişen çelik sanayii ile birlikte otomobil ülkeler arasında önemli rekabet konusu halini aldı. Bu arada Morris ile Austin birleşmiş, kuruluş BMC (British Motor Company) adını almıştı. Issigonis’in kendi ekibiyle tasarladığı Morris Minor bir anda İngiltere'de en çok tercih edilen model oldu. Birçok ülkede (Avusturalya, Hindistan) üretilmeye başlandı. Bu başarıdan alınan cesaretle Issigonis ve arkadaşları çok daha radikal bir proje üzerinde çalışmaya başladılar. BMC içinde yenilikçi deneyler üzerinde çalışan bir ekip oluştu.
en üstte: Tasarımcısı olduğu Mini arabasıyla birlikte Aşec Issigonis üstte: Issigonis ailesinin fabrikası
Modern yüzyıla damgasını vurmuş olan tasarım dehası Issigonis’in İzmirli bir Rum olduğunu ise çok az kişi biliyor. Dedesi ve babası Osmanlı döneminde İzmir’de dev bir sanayi kurmuş mühendislerdi. 19. yüzyılda Ege bölgesinde gelişen en büyük sanayi kolunun, zeytinyağı fabrikalarının makinelerini üretiyorlardı. Bugün hala onların ürettikleri yağ preslerine Ege adalarında, kıyılarında rastlamak mümkün. Savaş birçokları gibi onlar için de bir yıkım oldu. Ailesiyle İzmir’i terk ettiğinde 12 yaşındaydı*. Önce Malta adasına yerleştiler. Beş parasız kalmışlardı. Babası kısa bir süre sonra, genç yaşta hayattan ayrıldı. Aile zorluklarla boğuşuyordu. 1925 yılında Issigonis okumak için Londra’ya gitti. İzmir’den gelen bu çocuk, girdiği zorlu sınavda şaşırtıcı çizim, tasarım kabiliyeti ile öne çıktı. Bunda hiç şüphesiz mühendis dedesinden, babasından gelen göreneklerin rolü olmalıydı.
KASIM 2014 - XXI 22
SORU İŞARETİ
Modern çağın en özgün otomobil tasarımcılarından biri, Alec Issigonis (1906-1988) dünyanın en çok satan otomobillerinden Austin Mini'nin yaratıcısı olarak tanınır. Issigonis, Mini dışında Morris Minor, Austin 1100 gibi daha birçok popüler otomobilin de tasarımcısıdır. Bunlar Süveyş Krizi sonrasında Avrupa’da başlayan az tüketen, küçük motorlu, ekonomik halk otomobilleri akımının öncüleridir.
Issigonis bu aile geleneğini sürdürdü. Mühendislik okudu, tasarım alanında kısa zamanda kariyer yaptı. Daha çok spor ve lüks otomobiller üreten Alvis fabrikalarında iş buldu. Orada birtakım yenilikler yaparken daha çok küçük otomobiller üreten Morris’ten süspansiyon sistemleri mühendisi olarak teklif aldı (1936). Morris için bağımsız bir süspansiyon sistemi geliştirdi. Savaş yıllarında askeri amfibik araçlar tasarladı.
KORHAN GÜMÜŞ
İngiliz otomotiv sanayiinde el yapımı, çelik ve ahşap karkas üzerine giydirilen kaportalara sahip,
Sorunu zor yoldan çözmeyi deniyorlardı. O tarihlerde motorlar ve vites kutuları ya öne ya arkaya yerleştiriliyordu. Önden çekişli otomobiller için durum daha da karmaşıktı. Motorların vites kutusunun önünde veya arkasında yer alması kullanım, aktarma sorunları yanında -ekonomik olması gereken- otomobillerde yer kaybına yol açıyordu. Issigonis ve arkadaşları bu iki önemli sorunu radikal bir yöntemle çözmeye karar verdiler. Motoru boylamasına değil, enine yerleştirerek. Böylece motor neredeyse dörtte biri kadar bir yer kaplıyor ve yanında yer alan vites kutusundan doğrudan tekerleklere aktarılıyordu. (Bugün neredeyse bütün önden çekişli otomobillerde motorlar enlemesine yerleştiriyor.) Sıvı dolgulu "hidrolastik" süspansiyon ise çok konforlu olmasa da hem az yer kaplıyor, hem de amortisör gibi sallantı söndürme görevini yerine getiriyordu. İlk birkaç yıl bazı ufak tefek sorunlar yaşansa da, kısa sürede bunlar kolayca aşıldı. Bu küçük otomobilin dört tekerlekteki bağımsız süspansiyonları ve kaportasının alçak olması, diğerlerine göre daha iyi bir yol tutuş sağlıyordu. Mini bir anda Avrupa’nın en çok satan otomobili haline geldi. Mini yalnızca ekonomik, yenilikçi, kullanışlı bir otomobil değildi, artık bir moda ikonu haline gelmişti. Kullanıcıları arasında Beatles topluluğu ve aktörler Peter Sellers, Dudley Moore, Steve Mc Queen gibi ünlüler bulunuyordu. Rolls Royce, Bentley, Jaguar gibi lüks otomobillere rağbet eden zenginler tarafından dahi kullanılır olmuştu. Bir süre sonra Mini’nin pikap sürümleri de dahil olmak üzere sayısız varyasyonları geliştirildi: Safari tipi “Mini Moke”, itfaiye ve posta idaresi tarafından kullanılan “Mini Traveller”, arka kapılı “Mini Countryman” ve nihayet efsane “Cooper” modifikasyonlu versiyonu.... Güçlü bir motora sahip olan bu model bu küçük otomobili bir anda ralli yarış otomobilleri kategorisine dahil etti. 1960’lı yılların ortasında ünlü Monte Carlo rallisinde arka arkaya şampiyon oldu. (Bugün bile hala Mini derken yanına “Cooper” eklenmesinin nedeni zannedersem motorunun farklı olmasından dolayı değil, rallilerdeki tanınırlığından dolayıdır.) 1959-2000 yılları arasında beş milyondan fazla üretilen bu otomobille çok yakın bir ilgisi olmasa da, gene aynı konsepti BMW firması çeşitli versiyonları ile 2003 yılından beri başarıyla sürdürüyor. *Issıgonis'le tanışma fırsatı bulmuş bir arkadaşım kendisiyle Türkçe konuştuğunu söyledi.
Mikro Kamusal Alanları Anlamak
KASIM 2014 - XXI 24
GÜNCEL
ATELIER BOW-WOW’UN KURUCULARINDAN YOSHIHARU TSUKAMOTO İLE 2. TASARIM BİENALİ KAPSAMINDA DÜZENLEDİKLERİ KAMUSAL ÇİZİM ATÖLYESİ ÜZERINDEN, KAMUSAL ALANIN BUGÜNÜ VE İNSAN DAVRANIŞLARI ÜZERİNE ETKISI HAKKINDA BIR SÖYLEŞI GERÇEKLEŞTİRDİK.
Güzin Öztok: Atelier Bow-Wow kamusal alan ve insanların kamusal alandaki davranışlarına yoğunlaşmış bir ekip. Bugünün kalabalık şehirlerinde kamusal alanı genel olarak nasıl tarif ediyorsunuz? Yoshıharu Tsukamoto: Kamusal alanı tanımlamak oldukça zor ama bir mimarın bakış açısıyla düşünürsem okul, kütüphane, müze, alışveriş merkezi gibi kurumlaşmış mekanların arasında kalan yerler kamusal mekandır diyebilirim. Bugün zaten yeterince kurumlaşmış tesis mevcut ve insanlar da bu yapılı çevrenin oluşturduğu programa göre davranıyorlar; yani nasıl davranmaları gerektiğini biliyorlar. Özellikle Japonya’da modern ve kamusal yapılar sadece yüz yıllık bir geçmişe sahip. Japonların geçirdiği modernizasyon sürecinin bir parçası olarak bu yapılar inşa edildi ve zannediyorum ilk başta halk bu değişimi çok benimsedi. Edo döneminde halk kütüphanesi yoktu örneğin. Bu nedenle insanlara kütüphane yapısı sunulduğunda herkes çok heyecanlanmış olmalı. Bu, aynı şekilde okul, müze vb yapılar için de geçerli. Öte yandan bu
yapılar sosyal sistemin bir parçası oldu, insanları demokratik bir toplumun ya da ulus devletin bir üyesi olmak üzere eğitti. Bir yönden iyiydi ama öte yandan insanlar bir şekilde yeniden yaratılmış ya da üretilmiş oldu. Sanırım bugün bu kurumlaşmış yapı çerçevesi biraz eskide kaldı. Sanki bir şeyler sürekli tekrar ediyor. Her şey dün gibi, çok fazla rutin ve tekrarlı. Bu durum bugünün kullanıcısının ihtiyaçlarına uymuyor. Bence bugün kamusal alan, bahsettiğim yapılı düzenin ürettiği davranışlarla kategorize edilemeyen insanların ihtiyaçlarını karşılayan bir yer. Atölyede Galata Köprüsü’nü çalışıyoruz. Haliç’in iki yakasını birbirine bağlıyor ve aynı zamanda balık tutmak için bir yer sunuyor. Balık tutmak için insanlar toplanınca da su, simit, meyve satıcıları gelmeye başlıyor. Üstelik köprü, manzarası nedeniyle turistleri ve pek çok kişiyi kendine çekiyor. Bu durumda köprü, başlangıçtaki birleştirme özelliğinin ötesine geçiyor. Bence bugün Galata Köprüsü’nün nitelikli bir kamusal alan olmasının nedeni kurumlaşmış yapıların ürettiği davranışlardan özel bir
şeyler alması. Galata Köprüsü’nde balık tutacak yerlerin olması çok önemli çünkü insanlar orada saatlerce vakit geçirebiliyorlar. Örneğin mimarlar, bu tip araçları keşfedemese ama yine de insanların uzun zaman geçireceği geçici yapılar tasarlasa da iyi sonuçlar alınabilir. Atelier Bow-Wow olarak bu tür denemeleri yapıyoruz. Mobil yapılar, mobilyalar ya da küçük yapılar gibi kurumlaşmamış örnekler üzerine çalışıyoruz. gö: Yapılı çevre, davranışlarımız üzerinde belirleyici olabiliyor ama aynı zamanda biz de yapılı çevreyi şekillendiriyoruz. Galata Köprüsü kurumlaşmış örneklerden mi? yt: Köprünün kendisi oldukça kurumlaşmış durumda. Köprülerin çoğu yalnızca araç trafiği için vardır, başka bir etkinlik olmaz. Ama Galata Köprüsü’ndeki çok işlevlilik beklenmedik bir şekilde başlamış aslında. Galata Köprüsü’nin tarihini öğrendim, bugünkü köprü beşinci kuşak. 1994 yılında inşa edilmiş. Dördüncü kuşak köprü ahşapmış ve
hem köprü hem iskeleymiş, yani alçak tarafları iskele olarak kullanılan bir köprüymüş. Ayrıca dükkanları ve depoları varmış. İskele olarak çalışması adına köprünün alçak kısımları daha genişmiş, bu da balık tutmayı zorlaştırdığı için bu köprüde balıkçılar da yokmuş. Beşinci kuşak köprü yapıldığında duyduğum kadarıyla alt kısımlardaki restoranlar yokmuş, onlar 2003’te entegre edilmiş. Fakat bu sefer köprünün alt ve üst kotları aynı genişlikte olduğundan balıkçılar doğrudan üst kottan balık tutabiliyor. Ayrıca artık iskele işlevi olmadığından köprü çevresinde tekneler de yok. Balık tutmak için uygun mekanın olması, balık tutma davranışını da tesadüfen ortaya çıkarmış. Bunun gibi davranışlarımızı şekillendiren rastlantısal şeyler konusunda meraklıyım, bu durum oldukça kamusal. Geleceğin tam olarak nasıl olacağını bilmemekle beraber, bunun gibi çeşitli koşulların birleşmesiyle oluşan ve insanların içinde yaşadığı karmaşık koşullar üzerine çalışabiliriz. Böyle bir sistemde davranış her zaman
GÜNCEL 25 XXI - KASIM 2014
şehirde oluşur. Mimarlar bu çeşit davranışlar üzerinde daha hassas olabilir. Mimar, tasarımcı ya da mühendis olarak temas etmek, tamamlayıcı olmak ya da fiziksel çevreyi tanımlamaya dahil olmak gibi bazı fırsatlara sahibiz. Eğer insan davranışı üzerine belirli düşünce ve değerlendirmelerimiz olursa, daha heyecan verici şeyler üretebilir ve insanlara böyle bir hediye sunabiliriz. gö: Anlattıklarınız “mikro kamusal alan” çalışmanızın bir parçası mı? yt: Mikro kamusal alan, kamusal alana duyduğumuz ilgi üzerine başladığımız bir çalışma, ama daha küçük ölçeklere bakıyoruz. gö: Balık tutma araçları bahsettiğiniz küçük ölçeğin içinde mi mesela? yt: Evet, mikro kamusal alanın bir parçası. Uluslararası bir bienale davetliydik, küratör bize “pet architecture*” gibi bir şey yapın diyordu. Pet Architecture, Tokyo’da gördüğümüz son derece küçük yapılar hakkında yayınladığımız bir kitap. Kitapta insanların
kendi mekanlarını nasıl ürettiklerini ve orada nasıl çalıştıklarını anlattık. Şehirde bu örnekleri araştırmak çok heyecan vericiydi. İnsanların kendi hayal gücü ve üretimiyle, nesneler ve mimarlıkla nasıl başa çıktığını görmek güzeldi. Öte yandan sanatçı değiliz ve sanat nesnesi üretemeyiz. Bu yüzden küratöre mobil yapı, mobilya ya da küçük yapı gibi araçlarla kamusal alan üretmek istediğimizi söyledik. Kendi kamusal alanlarını oluşturmaları için insanları bir araya getirip cesaretlendirdiğimiz bir tür sosyal deneydi. gö: Bu, mimarsız mimarlığa benziyor. yt: Evet, işin ruhu ona benziyor. Bir mimar olarak mimarsız bir şeyi tasarlamak imkansız hayallerimden biri. Öte yandan burada önemli olan şu ki ne zaman mikro kamusal alan çalışması denesek, insanlar için tamamen yeni ya da tuhaf olan bir şey yapmadık. Öncelikle insan davranışlarını araştırıyoruz ve bu davranışı üreten mekanizmayı anlıyoruz. Ardından bu mekanizmaya ufak müdahalelerde bulunuyoruz, biraz değiştiriyoruz. Ama hala anlaşılır bir şey
olarak kalıyor. İnsanlar o şeyi merak ediyorlar çünkü biraz sıradışı olduğunu kavrıyorlar. O yüzden kamusal alanı tekrar üretmek adına yapıyı faydalı hale getirme fırsatına sahip oluyorlar. gö: Kentsel haklama (urban hacking) ya da kamusal yerleştirme örnekleri yapılıyor. Mesela metro istasyonunun merdivenlerinde ses üreten bir yerleştirme olduğunda insanların merdiven kullanımı değişebiliyor. Bu gibi örnekler mimarlığın iyi tarafını gösteriyor ya da mikro kamusal alana için bir örnek teşkil ediyor olabilir mi? yt: Bence bu tip örnekler oldukça sanata yakın, mimarlık üretimi içine yerleştiremiyorum. gö: Ama davranışları değiştirebiliyor. yt: Evet, ama uzun sürmüyor bence. Fikir ilginç ama aslen ses üretmek için hiçbir neden yok. O örnekte amaç sanat üretmek, bu yüzden herhangi bir şeye hizmet etmek için üretilmemiş. Mimarlıkta her zaman amaç vardır. Bu, oldukça ilginç bence, mimarlık bir amaca sahip ama sanat öyle değil.
gö: Mimarlığın bir amaca sahip olmadığı durumlar da olabilir. yt: Bu durumda sadece bir nesne olur. gö: Mimarlığın amaç yüklü tanımından çok emin değilim ben. yt: Toplumda mimarlık için pek çok amaç var. Öte yandan pek çoğu hayalgücüne sahip değil. Örneğin bir köyde ya da şehirde inşa edilecek ilk kütüphane önce ancak hayal edilen bir şey. Bu yüzden insanlara kitap sağlamak için inşa edilen ilk kütüphane çok güçlü bir amaca sahip. Ama bugün kütüphane yapısına çok alışkınız ve tasarlanan pek çok kütüphane modern kütüphane formatını tekrar ediyor. Bu yüzden insanlara hayal gibi gelmiyor. Amaç, yeniden tanımlanabilir. Bence bu ne tasarladığına bağlı ve mimarlık, amacı yeniden düşündürebilir. gö: Kamusal alanı katılımcı süreçlerle tasarlamak hakkında ne düşünüyorsunuz? İnsanları bir araya getirmek kolay mı, halkla birlikte bu süreci devam ettirmek, birlikte karar vermek mümkün mü?
tarafından sevilecek, uzun yıllar işleyebilecektir, iyi bir şekilde değerlendirilecek ve insanları mutlu edecektir. Bu oldukça önemli. gö: Katılımcı tasarım Türkiye’de de tartışılan önemli bir konu. Düzenlediğiniz atölyeyi de merak ediyorum, Galata Köprüsü’nden bahsettiniz. Neden orada çalışmayı seçtiniz? yt: 2008 ya da 2009’da İstanbul Bienali için geldiğimizde Galata Köprüsü’nden birkaç kez geçtik ve balıkçılardan çok etkilendik. Ayrıca alt katında restoranların olması da çok önemliydi. Oldukça melez bir mekan. Kamusal çizim konusuna geri dönersek kamusal alana her zaman ilgi duyduğumuz için Berlin'deki bir sergide buna dair bir çalışmamızın yer almasını istedik. Bir istasyonun önündeki park ve meydanda çalışma şansımız oldu. Aklımıza o alanda pek çok katılımcıyla birlikte büyük bir çizim yapma fikri geldi ve dedik ki kamusal alanı üreten insanlar ve davranışlarıdır. Her şeye hükmeden bir diktatör olamayacağı için aslında insanlar birbirini tanır, birlikte yaşar, kendi alanını tanımlar ve diğerlerinin bu alana ne kadar dahil olacağına karar verir. Bence kaliteli bir kamusal alan böyledir. Çizimde de bu koşulları sağlamaya çalıştık bu yüzden herkesi davet ettik. Bir kişi sadece arabaları çizdi, bir kişi sadece insanları çizdi, bir kişi sadece ağaçları… Tabi şehirde birbiriyle çatışan öğeler mevcut ve bu çatışmalar çizime ilginç detaylar kattı. Bu kamusal çizimden üç tane yaptık
KASIM 2014 - XXI 26
GÜNCEL
yt: Savaştan 60-70 yıl sonra demokratik sistemi deneyimleyen bir şehirde bunun oldukça zor ama yapılması gerekli bir süreç olduğunu görüyorum. Japonya’da bunun oldukça önemli olduğunu düşünüyorum, çünkü çoğu kamusal tesis 20. yüzyılda inşa edildi ve inşaat savaş sonrası Japon ekonomisinin ilerletici gücü olarak görüldü. Böylece çok sayıda kamusal mekan üretildi. Toyo Ito'nun kuşağı mesela Japon hükümetiyle kamusal alan tasarlamak üzere anlaşmıştı. Fakat durum 1990’ların sonunda değişti. Ekonomik çöküntünün ardından kamusal tesislere ihtiyaç olmasa da ekonomiyi yeniden güçlendirmek adına hükümet bu yapılar için yatırımda bulundu. Şu anda ise tüm bu kamusal tesislerin sürdürülmesi için gelir vergisi kesintileri ile yüzleşiyoruz. Çünkü nüfus olarak küçülüyoruz ve çalışan nüfus ciddi bir şekilde azalıyor. Bu nedenle kamusal bir mekan yapılacağı zaman gerçekten neye ihtiyacın olduğunu insanlarla, kentlilerle tartışmak çok önemli. Bazı insanlar hiçbir şeye ihtiyacımız olmadığını çünkü pek çok şeye sahip olduğumuzu söylüyor. Yatırımın kamusal binalar yerine eğitim ya da sosyal refah gibi alanlarda yapılması gerektiğini düşünüyor. Bu tartışmalar sürekli tekrarlanıyor, o nedenle insanları kamusal mekan tasarım süreci için bir araya getirmek oldukça önemli. Bu tartışma kamusal bir yapı için iyi bir gerekçe ortaya koyabilirse, yani bu yapı sadece ekonomiyi desteklemek adına değil de güçlü bir gerekçeyle önerilirse, daha çok kişi
giriş sayfasında ve önceki sayfada Atelier Bow-Wow'un 2. İstanbul Tasarım Bienali kapsamında Taşkışla'da yaptığı atölyeden kareler; fotoğraflar: Kim Hyunsoo bu sayfada üstte: Mayashita park çizimi üstte sağda: Guggenheim Lab çizimi sağda: Kitamoto çizimi
ve yöntem bizi tatmin etti oldukça. Ama bu yöntemi ilk kez denediğimiz zaman aslında bambaşka bir süreçti. Tohoku'da gerçekleşen bir tsunami sonrası yeniden inşa için öneri olarak denemiştik. Gerçekleşen yıkım sonrasında bölgeye gitmek imkansızdı. Biz de gidemediğimiz için çok üzülüyorduk ve bir şeyler yapmak istiyorduk. Daha sonra birkaç öğrencime sadece bir görüntü olarak orayı nasıl yeniden inşa edeceğimizi çizmelerini istedim. Sadece çizime odaklandık ve sakinleşmeye çalıştık. gö: İyileşme süreciymiş. yt: Evet, bizim için de iyileşme süreci oldu. Tokyo'da olmamıza rağmen biz de sarsıldık ve çok üzüldük. Tsunaminin olduğu bölgede elektrik olmadığı için biz de bilgisayar kullanmamaya karar verdik, sadece kalem kullanacağız dedik. Bir hafta boyunca çizdik. Yeniden inşa etmeye bir davet gibiydi ama aynı zamanda felaketi unutmamamızı sağlayacaktı. Öte yandan 800 yıldır ayakta kalan yapıların yanında modern mimarlığın başarısız olduğunu da görmüştük. O zaman bu tarihi yapılara bakıp onlardan bir şeyler öğrenebiliriz, dedik. Tsunamiden sağ çıkan eski yapılardaki gibi bir platformu konutlar ve kamusal alan gibi pek çok katmanla kurguladık ve bu katmanları birbirine üzerinde alışveriş gibi işlevlerin olduğu köprülerle bağladık. Yani sadece el çizimiyle anlattık ve çok başarılı oldu. Bizim için birlikte çizimin başlangıcıydı. Çoğu zaman fotoğraflarına bakıp çizdik,
eğer gidebilme şansımız varsa da ziyaret edip gözlemledik. gö: Bunun nasıl temsil edildiği de önem kazanıyor sanırım, temsil bazen fazlasıyla eleştirel de olabiliyor. yt: Kamusal çizim atölyesinde örneğin temsil kağıda sabitlenmiş bir görüntü değil. Tabi ki binaları, ağaçları, insanları çizdik ama aynı zamanda ilişkileri de gösterdik. İçeriğe uygun olan bir süreçle bütünleştirdik. Bu kamusal çizimi tek başıma yapsaydım muhtemelen oldukça benzer bir şey ortaya çıkacaktı ama birlikte çizdiğimizde o görüntünün arkasında bir hikaye de oluşuyor. Sanırım mimarlıkta temsilin buna benzer bir şekilde katmanlaşması çok önemli. Yani görsel bir imge olmasının yanında bir süreci temsil eden bir iş. gö: İlk birlikte çizim atölyesi için iyileşme süreci gibiydi dediniz. Galata Köprüsü çizimindeki duygunuz nedir? yt: Tutkuyla yapılan bir araştırma gibi. İncelediğin alanda daha fazla şey görmeye başladığında ona daha fazla yaklaştığın bir süreç oluyor. İzliyorsun ve araştırıyorsun. İncelerken aldığın bu bilgiyi kağıda sabitlediğinde araştırdığın konuya güç kazandırıyorsun bence. Yani Galata Köprüsü'nü çizdiğimizde ona güç veriyoruz gibi. Mimarlıkta temsil böyle bir şey bana kalırsa. * “Pet Architecture” Atelier Bow-Wow'un artık kentsel alanlarda sıkışmış, küçük yapılar için kullandığı bir terim. Küçük yapıları belgeleyerek Pet Architecture Guide Book ve Made in Tokyo kitaplarını yayınladılar.
Kazım Taşkent Şeker Fabrikası
fotoğraflar: Levent Şentürk
KASIM 2014 - XXI 28
DÖNME DOLAP
Eskişehir Kazım Taşkent Şeker Fabrikası, yaşayan bir endüstri müzesi gibi. Açılışından bir gün evvel, 4 Aralık 1933 günü Mustafa Kemal, Eskişehir’e gelip sayfa kenarları altın yaldızlı, beyaz deri ciltli, büyük ebatlı kare defterin ilk iki sayfasına, siyah mürekkepli dolmakalemle fabrikanın açılışı için bir metin kaleme almış. Metnin sonunda, sayfanın boş bölümünde, açıkta iki imza ve bir tarih dikkat çeker: Kazım Taşkent ve İsmet İnönü, 5 Aralık 1933. Açılış günü Mustafa Kemal, Hatay’a hareket ettiği için, Taşkent ve İnönü, açılışta bulunmuş ve vekaletlerini belgelemiştir. Defterin büyük bölümü boştur: Sonraki on yıllar boyunca, fabrikayı ziyaret eden devlet erkanından kimseler veya uluslararası figürler, Türkiye’de cumhuriyet modernleşmesinin simge mekanlarından birine dair kısa ziyaret metinleri yazmıştır.
LEVENT ŞENTÜRK
Eskişehir’in kentsel belleğinde, şeker fabrikasının derin kökleri vardır. Sadece “muasırlaşma”nın somut endüstriyel imgelerinden biri olmasından değil; belki bu imgeden de fazla, fabrikanın çevresinde yaratılan yaşam kültürünün yansıdığı mekanlardan dolayı. Başlangıçta dört bin dönümden fazla büyüklükte arazilere yayılan fabrika, şeker üretimiyle ilgili bütün tesislerden başka, lojmanlar, yurt, sosyal tesis, hayvan çiftliği, spor alanlarından oluşan geniş bir yaşam çevresine sahipti. Fabrikanın en önemli özelliği, şeker üretim tesisinde yer alan makina fabrikasıdır. 2000’lerde ancak bin dönümden biraz fazla araziye sahip olacak şekilde dörtte biri boyutuna gerilemiştir. Bütün o alanlar, şimdi kentin başka işlevlere sahip parçalarına dönmüş durumdadır: Doğusunda şehirlerarası ve yerel otogar,
kuzeydoğusunda yeni belirmiş TOKİ toplu konut alanı, güneydoğusunda büyük bir rekreasyon alanına dönüşmüş olan ve Porsuk nehriyle bütünleşen Kentpark ve son olarak, bu alanın hemen batısında, lojman alanına komşu yeni lüks konut alanı. Kentin mahalleleri, fabrikanın hemen batısında başlar. Fabrika, Bursa-Ankara çevreyolunu kesen cadde boyunca, yatay bir süreklilik oluşturacak biçimde, doğrusal bir yayılım gösterir; üretimin tarımsal hammaddeden kristal şekere uzanan yatay mantığı, yapı kümelerinin vaziyet planındaki yayılımını da tanımlamış durumdadır. Fabrikanın bu batı-doğu yönlü yayılımı, yenilenmiş olan İstanbul/Ankara demiryolu hattıyla paralellik gösterir. Hızlı trenle Ankara yönüne doğru kentten çıkarken, Askeri Havaalanı’ndan hemen önce, şeker fabrikasının uzaklardaki puslu endüstriyel silüeti, sağlam bir jenerik oluşturur. Bacalardan, pancarın ilk işlendiği yere aktarıldığı büyük bir rampadan, metal kaplı veya tuğla ile çelik konstrüksiyonun bileşimi olan bu yarı düşsel arka alan, yolcunun imgelemini biteviye kamçılayan bir güce sahip. Ama elbette o trenler sadece “zararsız” distopik düşler kuran hayalcileri değil, fabrikanın yerle yeksan edileceği günü hesaplayan ve parsadan nemalanma hayalleri kuran zararlıları da taşır. Fabrikanın yitip gitmiş çiftliğinde büyükbaş hayvanların yanı sıra domuz da yetiştirildiğini bugün hatırlayan herhalde kimse kalmamıştır. Ama çocukluğu burada geçenler, her gün çiftlikten gelen taze sütü ve çiftlik üretimi yoğurdun tadını anımsarlar. Fabrika kadar geniş bir alana yayılan ve caddenin karşı tarafındaki, güney
DÖNME DOLAP 29 XXI - KASIM 2014
kesimindeki alan, bugün kentin en yoğun yeşil alanıdır. 1940’lardan beri burada büyüyen çam ağaçlarının oluşturduğu kesif koruluğun çeperine yayılmış olan, çoğu müstakil veya iki katlı apartmanlardan oluşan yüz kadar konut, Eskişehir’in hala en nitelikli yaşam çevresini tanımlamayı sürdürmektedir. Eskişehir’de son yirmi yılda sayısız yeni rezidans ve villa alanı yaratılmış olmasına rağmen, ne kadar lüks olursa olsun hiçbiri şeker fabrikasının kentsel yaşam kalitesine yaklaşamaz bile. Bu lojman alanı, on yıllardır kentin en huzurlu yerleşimi olmakla kalmaz, daimi sıcak sudan kişisel sebze bahçelerine, konut mimarisinin tevazuundan arazi kullanımına dek eşsizdir ve 1930’larda fabrikayla beraber burayı inşa eden Alman mimarlar tarafından, belli ki, kentin geleceği için bir model olması ülküsüne uygun biçimde tasarlanmıştır. Almanya’da Ruhr bölgesindeki mümbit bir koruluğa veya Berlin kent merkezindeki Tiergarten’ın küçük bir bölgesine benzeyen yeşil alanı, buraya gelen herkesi şaşkınlığa uğratır: Zaman içinde ağaçlar öylesine büyümüştür ki, lojmanlarda yaşayanlar, ağaç gölgelerinin kesafetinden dolayı gece gündüz ışıklarını yakmak zorunda olmaktan şikayet eder olmuşlardır. Cumhuriyet’in sınai üretim ve yaşam çevreleri, milli ilerleme ülküsüyle, ulusalcı/sosyalist yaşam biçiminin alaşımlarıdır Türkiye’nin çeşitli yerlerinde: İster Batman’da olsun, ister Eskişehir’de, sanayi tesisi ile çevresindeki lojmanların ve sosyal yapıların tanımlı, güvenli, bakımlı, devlet güvenceli hallerinin, homojen fiziksel çevrelerinin, ülkedeki ekonomik ve siyasal kırılmalardan asgari oranda etkilendikleri izlenimini
doğurduğu, zamanın donduğu izlenimini veren bir ortama sahip oldukları; bir tür Avrupa simülasyonu yarattıkları çok kez dile getirilmiştir –yeni bir olgu değildir bu. 1980’lerden sonra bu tür devlet tesislerinde de dramatik değişimler yaşandığı da keza ilk defa dile getiriliyor olmasa gerek. Gelgelelim, 2000’li yılların üçüncü on yılında, bu kentsel çevreleri nasıl bir geleceğin/sonun beklediği üzerine, post-apokaliptik senaryolardan başka pek bir varsayım kalmamış gibi görünüyor. 1930’ların başlarında, kentin epeyce dışında kalan; bugünse iyiden iyiye merkezi bir konumda bulunan şeker fabrikasını bekleyen gelecek, Türkiye’de hepimizin iyi bildiği neo-liberal inşaatçılık ekonomisinin kepçe-greyder-moloz kamyonu kakofonisi ve toz-dumanı tarafından kuşatılmış durumda. Yerel seçim haritalarında AKP’lileşmemiş bir ada olarak görülen “kurtarılmış” Eskişehir’in, neo-liberallikle kentsel imtihanının not listesi, halk belleğinin duvarına asıldığında, sınavlardan nasıl bir bir çaktığı da görülür: Daha düne kadar kentin “ücra” ormanlık sınırını tanımlayan Bademlik tepesinde, şimdi beş yıldızlı bir otel zincirinin cepheleri ahşapla kaplı dev cüsseli binası, derin bir ironiyi kentlinin gözüne sokmaktadır adeta: Yapının içine kondurulduğu orman arazisinin açılması için yapılan ağaç kıyımı, sanki hiç olmamış gibidir. Dahası bu kıyım, Gezi olayları ile aynı zamanda yaşanırken, Eskişehirliler Gezi parkındaki çınarlar için yürüyüp, Bademlik’teki badem ağaçları için susmuşlardır. Otelin mimarisinin müthiş estetiğinin müjdeciliğini, Türkiye’nin “saygın” mimarlık dergileri
üstlenmişti; daha “dün” diyebileceğimiz kadar yakın bir zamanda: Buralarda söz konusu “çevreci” yapı, adeta Tolkien’in fantastik romanlarından fırlamış, uçsuz bucaksız bir Hobbit ormanının ortasındaymış gibi, gerçek bağlamından tümüyle uzak bir biçimde sergileniyordu. Bundan altı-yedi yıl kadar önce ise, tesisin reklamı Eskişehir’de yapılırken, yerel yönetim halka yönelik termal bir tesis vaadini her yanda, billboardlarda gururla dağıtmıştı. Görünen o ki, ne adını şehrin hakim tepesine gururla yazdırmak için İstanbul’dan dev vinç getirten yeni sahipler, ne de otel sayesinde yeni ve yüksek güvenlikli konağına kavuşan yerel yönetim, bu “kötü günleri” anımsamak istemektedir şimdilerde. Bademlik’in termal suya dayanan, havuzlu, çay bahçeli “halk tipi” belleği, neoliberalizmle yerelliğin başarılı işbirliği sayesinde “tatlı bir anı” oldu. Kılıçoğlu sinemasının akıbeti konusuna bu yazıda dönecek değilim: Bu derginin bir önceki sayısında, sinemanın yıkılışını konu alan yazımı hatırlatmakla yetineceğim. Buna kent merkezinde yer alan iki AVM’nin arazilerinin elde edilme yöntemlerinin sıradan meşumluğunu ekleyerek, kırık notları açıklamaya devam edebilirim: İlki, eski bir Un Fabrikası’ydı ve 1999 yılındaki istimlakı sırasında çıkan “esrarengiz” bir yangınla küle döndürülmeden önce, içi eşsiz biçimde ahşapla kaplı, hibrit bir betonarme yapıydı. Bu yapıyı çok değil, yıkılışının üzerinden çeyrek asır sonra, 2020’lerde hayal edecek olanlar, kent merkezinde o günlerde artık körelmiş bulunan bir AVM uğruna elden kolayca çıkarılmış eşsiz ve mütevazi bir endüstriyel
DÖNME DOLAP KASIM 2014 - XXI 30
mirasın, ne tür bir kentsel işlev kazanabileceği üzerine hayal kuramıyor olmanın acısını yaşayacaklar ne yazık ki. Kimi acılar, henüz kentlerimizde yaşanmaya başlayamadı bile. Diğer AVM’ye gelince, üzerine inşa edildiği ülkenin ilk kiremit fabrikalarından biri, belleklerden silinmekle kalmadı. Kentin görsel belleğinin kurucu unsurları arasında yer alan endüstriyel bacalar önce yıkıldı, sayıları azaltıldı; sonra seçilenlerin yerleri değiştirilerek yeniden inşa edildi ve gerçeklik algısı bütünüyle, hem de derin bir sarkazmla çarpıtıldı. Yerleri değiştirildi çünkü başka türlü, buraya bu cüssede bir AVM sığdırılamazdı. Bacalar arazinin kenarlarına kaydırılıverdi! Yapının yıkımından elde edilen tuğlalar, yeni binaların cephelerini süslemek için “değerlendirildi”; bütün bu “yaratıcı” faaliyetler konusunda kentlinin herhangi bir duyarlık geliştirdiğine rastlanmış değil. Buranın hemen yanındaki tahıl silosunun benzer bir “yaratıcılık”la otele dönüştürdüğü de hatırlatılmalı burada. “Kurtarılmış” Eskişehir’deki neo-liberal kentsel gezimizin olası yeni duraklarını tahmin etmek zor değil: TCDD’nin fabrika alanı, Vişnelik’teki DSİ ve Askeri Hastane arazileri, kente “kazandırılma” arefesinde bulunan stadyum alanı, bunlardan birkaçı. Şeker Fabrikası’nın lojman alanı ile fabrikasının bulunduğu arazinin, neo-liberallikle imtihanın kırık notlarından birine dönüşmemesi için ne gerekir? Şeker fabrikasının dönüşmüş sanayi alanlarından ayrılan bir yanı vardır, o da fabrikanın üretimini sürdürüyor olmasıdır. Ne Santral İstanbul, ne Ruhr’daki Landschaftspark gibi, metruk bir yerken ayağa kalkmış bir endüstriyel müzedir burası; çünkü gerçekte “yaşayan bir müze” durumundadır. Eskişehir’de yaşayıp da, şeker pancarının yüksek sıcaklıkta işlenmeye başlamasıyla açığa çıkan o kesif,
tatlımsı, fermente kokuyu duymayan yoktur. Tıpkı kentin üzerinden göğü ve kulak zarlarını yırtarak geçen savaş uçaklarının şok edici korkunç sesini duymayan olmadığı gibi. (Elbette koku ve kulak duyusunu yitirmiş insanları tenzih ederek, alışkanlıkla kuruyorum bu cümleleri...) Kimi kere, dayanılmaz yoğunluğa erişir pancar-şeker ifrazatı; kışın ilerleyen zamanlarında, pusun çöktüğü ağır ve ayaz havalarda, bazı mahallelerde insanın burun direği kırılayazar. Kentin yakın çevresindeki on binlerce dönüm araziden sökülüp getirilmiş, yüzlerce ve yüzlerce kamyon dolusu pancar, yirminci yüzyılın başlarından kalma o esrarengiz öğütücü tarafından yıkanır, kıyılır, kireç sütüyle çökeltilir, pişirilir, arıtılır ve binlerce ton şekere dönüştürülür. Bu dört aylık kampanya süresinin sonunda fabrika yeniden sessizleşir ve homurtularından, her yanından fışkıran beyaz bulutlarından, kokularından eser kalmaz. Şeker fabrikalarını bekleyen kapıdaki özelleştirmelerden sonra fabrika durursa neler olabilir? Kentin çehresini bütünüyle değiştirecek ne gibi gelişmeler bekliyor bu alanı? Arazinin konut rantına heba edilmesi nasıl engellenebilir? Antalya’da Dokuma Fabrikası’nın veya Almanya’da Landschaftspark’ın neo-liberalizme karşı mücadelelerle yıkımdan ve hafızalardan silinmekten kurtarılabildiği gerçeğini daima akılda tutmak lazım. Şeker fabrikasını kentsel ve akademik gündemimizde bulundurmak önem taşıyor. Alanın, mevcut şeker üretimi süreçlerini dışlamayan, donuk bir müzecilik ve endüstri fetişizmine bel bağlamayan, mevcut işleyişiyle bağdaşabilecek, kentlinin erişimini mümkün kılan, toptancı ve ortadan kaldırıcı olmayan, homojenize edici büyük temalara bağlanmayan yeni fikirlere ihtiyacı var. Şeker fabrikası, kentin hem genç üniversite öğrencisi nüfusu için, hem de Şeker fabrikasıyla bağı güçlü Eskişehirli nüfusu için vazgeçilmez bir bellek değeri ve potansiyeli var. Geniş açık alanların kentle bağlantısı etüt
edilerek, yaya ve bisiklet ile dolaşılabilecek daha majör bir batı-doğu parkuru içinde bir parantez biçiminde ele alınarak, bu büyük arazi gözden geçirilebilir. Özellikle de kuzey kesimindeki büyük boşlukların plantasyonu ve peyzaj kurgusu ile alternatif bir yaklaşım kurulabilir. Güney kesimindeki mümbit koruluğun halka açılması için ısrar etmek gibi pragmatist tavırlar yerine, kuzey yarısının nasıl ele alınabileceği üzerinde durulmalıdır. Belleğin sadece görsel değil, diğer duyularla ve üretimle bağını ele almak için, şeker fabrikası kadar elverişli bir yer daha yoktur. Görsel sanatlar, iletişim sanatları, sahne sanatları kurumları; yeni medya alanlarının temsilcileri, kentsel dernekler, sanat kolektifleri, hak örgütleri, otonom öğrenci grupları, yenilikçi enstitüler, kütüphaneler, uluslararası entelektüel kuruluşlar, üniversiteye bağlı kurumlar, sınai örgütlenmeler, makina teknolojisi ile ilgili çeşitli kültürel kurumlar, yayıncılar, sanat galerileri, çağdaş sanat kurumları, sanayi mirasıyla ilgili uluslararası kurumların temsilcileri, şekerle ilgili özel koleksiyoncular veya kamu koleksiyoncuları; yanı sıra restoranlar, şeker kültürü ve gastronomisi ile ilgili özel ya da üniversiter örgütlenmeler, ilk akla gelebilecek, Kazım Taşkent Şeker Fabrikası alanında kentliyle faal olan üretimin ilişkisini kurabilecek yeni mekan ortakları olabilir. İşçi örgütlenmeleri arasında, üretim kültürüne dair entelektüel gruplar, endüstriyel mekan konusunda deneyim kazanmış sanatçılar da bir şeker fabrikası kampüsünde kendilerine yer bulabilir. Ayrıca, şenlik, festival, konser, bienal gibi kent halkını alana çekebilecek süreli organizasyonlar da hayal edilebilir. Doğa sporlarına; bisiklet, motosiklet şenliklerine mekan sağlanabilir. Bilim veya teknik müze türü yeni ek yapılarla, çalışan fabrikayı yedeğine alarak etkisini güçlendiren, her yaştan kentliye pedagojik ve kültürel katkı sağlayan daha majör programlar da düşünülebilir. 1933’ten bu yana insanları, emekçileri ve ailelerini konu alan, sosyal yaşamı merkeze koyan bir müze de düşünülebilir. Şekere karşı sorumlu annelerin ve babaların çıktığı haçlı seferinde, çarmıha gerilen, Şeker Fabrikası’nın uğuldayan, kaynayan, buharlar ve kokular püskürten, nemli, sıcak ve metal/tuğla bileşimi gövdesi olmamalı. Şeker ortalama insanın zihninde obeziteye yol açan bir düşmana dönüştürülmeden önce, tarımsal-endüstriyel üretimin nesnesi etrafında kurulmuş ülküsel bir kent hayatı da demekti. Aynı nedenle şeker üretimi ulusal hedeflerden biri haline gelmiştir. Bu asal gıdanın ulusal egemenlikle, ekonomiye muktedir olmakla ve biyo-politikayla bağı apayrı, tarihsel derinlikleri olan bir konudur. Fabrika alanındaki alkol binası, Eskişehir için gerçek bir mimari mücevher sayılabilir. Yapıların çevresinden, boru ağlarından, zeminden, en beklenmedik yerlerden çıkan su buharı, bir başına mekansal bir değer ve unsur olarak yeniden kurgulanabilir. Koku ise, kentte algılandığından çok farklıdır: Neredeyse bisküvi veya kek kokusuna benzer bir koku duyulur. Kentlerde görselliğin tahakkümüne adanmamış, başka duyusallıkları harekete geçiren binalara gelecekte çok daha fazla ihtiyaç duyulacağı ortada. Şeker fabrikası çıkarcı neoliberal fantezilere değil, işte o geleceğe aittir.
PEYZAJ TASARIMI – KAYKAY PARKI – DANİMARKA KASIM 2014 - XXI 32
fotoğraflar: © EFFEKT
Monokrom Liman Parkı KAYKAY+PARK KONSEPTİNİ TASARLAYAN EFFEKT, ÇOK İŞLEVLİ BİR KENT PARKI TİPOLOJİSİNDE FARKLI KULLANICI GRUPLARINI BİR ARAYA GETİRİYOR. 2013 baharında şehrin limanındaki boş endüstriyel alanı eğlence ve dinlenme alanına çevirmek isteyen bir grup vatandaşın Lemvig Belediyesi ile görüşmesi sonucu yeni bir park fikri ortaya çıktı. Yerel halkın isteklerine cevap vermek adına farklı grupların temsilcileriyle birlikte çalışarak içinde kaykay parkı olan eğlenceli bir kent parkı tasarladık. Böylece Lemvig’de kaykaycılar için odak noktası haline gelen yeni bir sosyal mekan da oluşturduk.
LEMVIG KAYKAY PARKI
effekt
Parkın konumu için Lemvig Limanı ve çevresini ilginç bulduk. Liman boyunca devam eden sahilin kullanımı giderek azaldığı ve denizcilik faaliyetlerinden arta kalan nesnelerin olduğu bir alana dönüştüğü için limanın parkla yeniden
kullanımı önem kazandı. Kaykay Park projesini her yaştan ve ilgi alanından insanı cezbedecek bir sosyal toplanma alanı olarak düşündük ve parkın limanı kamusal bir merkez olarak işaretleyen bir katalizör olabileceğine kanaat getirdik. Böylece limanı şehrin önemli eğlence merkezlerinden biri olarak yeniden tanıttık. GRI PARK TIPOLOJISI En başından beri projenin yerel balıkçılık endüstrisinin ekonomik sıkıntıya girmesiyle oluşan gri, siyah, hafif boyalı ve pas rengi yüzeylere sahip yapılı çevreden farklılaşacak bir sıra unsura ihtiyacı olacağını biliyorduk. Kaykay parkının tipolojisini düşündüğümüzde -ki buna tek işlevli gri bir peyzaj da diyebiliriz, birçok sosyal kullanıma ve eğlence faaliyetine ev sahipliği edecek melez bir platform tasarladık. Birçok kentsel faaliyet gibi kaykay da aslında sokaklara özgü bir aktivite. Popülerliği arttıkça
bu sayfada solda: Kaykay parkı ve yeşil alan solda altta: Kaykay parkı altta: Çocuk oyun alanı en altta: Kaykay parkına genel bakış
ve ticarete döküldükçe kaykay sporu ve kültürü bunun gibi gri parklarda hayat bulmaya başladı. Bu yüzden de aslen beslendiği, ilham aldığı ve adeta meydan okuduğu şehirden koptu. Kaykay kültürünü tekrar şehrin kalbine taşıyarak ve çeşitli eğlence aktiviteleriyle birleştirerek kaykaycıların ve diğer kişilerin mecvut limandan daha çok yararlanacaklarını düşündük. Ayrıca birçok potansiyeli olan terk edilmiş bir alana da hayat verdik. Lemvig Kaykay Parkı’nın uygulanması Danimarka Mimarlık Merkezi, Danimarka Yayıncılık Kurumu, Danimarka Kültür ve Spor Tesisleri Vakfı, Danimarka Sanat Vakfı ve COWI’nin katkılarıyla Byg-Dep-Op (İnşa Et!) adlı bir kamusal alan programı çerçevesinde yapıldı. 2013 yazında dört aylık bir Tasarla-İnşa Et projesi olarak yürütüldü. Yapım süreci de belgesel şeklinde yayınlandı.
33 XXI - KASIM 2014
arka sayfada üstte: Kaykay parkı topoğrafyası altta: Parka tepeden bakış
PEYZAJ TASARIMI – KAYKAY PARKI – DANİMARKA
giriş sayfasında Parka genel bakış
effekt Kopenhag'da kurulmuş Danimarkalı bir mimarlık ve şehir planlama ofisidir. 2007'de kurulan ofisin şu anda Tue Hesselberg Foged ve Sinus Lynge adında iki ortağı ve yirmibeş çalışanı bulunuyor.
PEYZAJ TASARIMI – KAYKAY PARKI – DANİMARKA
müşteri: Lemvig Belediyesi, Realdania, Lokale og Anlægsfonden mimar: Effekt danışman: Glifberg + Lykke genel müteahhit: Søren V. Jensen paten parkı müteahhiti: Beaver Concrete konum: Lemvig, Danimarka alan: 2200 m2 yıl: 2013
KASIM 2014 - XXI 34
vaziyet planı
kaykay - yeşil alan diagramı
işlev diagramı
YAPI - ÜNIVERSİTE KAMPÜSÜ – İSTANBUL KASIM 2014 - XXI 36
fotoğraflar: Cemal Emden, Koleksiyon Mimarlık Arşivi
Neta Kampüs KREATIF MIMARLIK TASARIMI PIRI REIS ÜNIVERSITESI, DENIZCILIĞIN KENDINE HAS KOŞULLARINI VE ÖZELLIKLERINI KARADA KONUMLANAN BIR YAPIYA NASIL AKTARILABILECEĞINI ARAŞTIRIYOR. "OLMASI GEREKTIĞI GIBI" YAKLAŞIMIYLA TASARLANAN KAMPÜSÜ, KREATIF MIMARLIK’TAN AYDAN VOLKAN ILE KONUŞTUK. Hülya Ertaş
PIRI REIS ÜNIVERSITESI
kreatif mimarlık
he: Piri Reis Üniversitesi bir denizcilik okulu. Denizciliğin kendine has koşullarını bu proje kapsamında nasıl ele aldınız? Aydan Volkan: İşverenimiz Türk Deniz Eğitim Vakfı, yeşil kampüs özelliğinde bir denizcilik üniversitesi yapmak istiyordu. Yaklaşık 20-25 kişiden oluşan TÜDEV mütevelli heyeti, bakıldığında yapının denizcilik üniversitesi olduğunun anlaşılmasını istedi. Biz de bu isteği, kampüsün içinde gezdiğiniz zaman tersanelerden, gemilerin içinden bazı hislerin bulunması şeklinde yorumladık. Gemi ve tersane üretiminde her şey önceden hesaplanır, ben de bu kez
elime kalem almadan her şeyi bilmek istedim. Bütün verilerin ilk aşamada ortaya çıktığı, ihtiyaca cevap veren bütüncül bir yaklaşımla projeyi tasarladık. Nasıl ki gerek gemilerin yapımı esnasında gerekse su üzerinde geçirdikleri süreçte her şey netse ve hiçbir fazla öğe kendine bu sistem içinde yer bulamıyorsa biz de projeyi bu doğrultuda çalışmak istedik. "Olması gerektiği gibi" olarak tanımladığımız bu yaklaşım, bizim de içini doldurmaktan keyif alacağımız bir tanım haline geldi. Mühendisler, danışmanlar, mimarlar ve işverenle birlikte çalıştığımız üç aylık süreçte çeşitli ana kararları aldık. Bu kararlardan biri de hangi yeşil bina sertifikasını alacağımızdı. Maliyet ve geri dönüşüm hesaplarını göz önünde bulundurarak BREEAM Çok İyi'yi hedeflediklerini belirttiler. Aslen bunlar denizcilere çok uzak gelen meseleler değil. Bizim yapı sektöründe sürdürülebilir ve yeşil olarak bildiğimiz teknolojiler
YAPI - ÜNIVERSİTE KAMPÜSÜ – İSTANBUL 37 XXI - KASIM 2014
giriş sayfasında Öğrencilerin sosyal mekanlarını barındıran C Blok önceki sayfada üstte: Denize yatay uzanan bloklarla dik kesen D Bloklarının ilişkisi altta: C Blok ve etrafındaki kamusal alan
KASIM 2014 - XXI 38
YAPI - ÜNIVERSİTE KAMPÜSÜ – İSTANBUL
bu sayfada altta: Eğitim birimlerini barındıran A Blok sağda: Manzaraya hakim konumlanan ve öğrencilerin sosyal mekanlarını barındıran C Blok
gemi üzerindeki olmazsa olmazlar. Çünkü bir gemi altı ay su üstünde gidiyor; tatlı suyu denizden elde ediyor, enerjisini de kendisi üretmek zorunda. O nedenle yeşil kampüs için yapılan bütün elektronik ve mekanik aksamlar aynı zamanda öğrencilerin laboratuvarı olarak kullanılıyor. Örneğin mühendislik fakültesinde trijenerasyon sisteminin bakımı, bakım ekibi ile birlikte dördüncü sınıf öğrencileri tarafından sağlanıyor. Enerji merkezi tesisin elektriğini üretirken, ısıtma ve soğutmayı da sağlıyor ve bir yandan da mühendislik fakültesindeki öğrenciler için bir laboratuvar oluyor. he: Bu "olması gerektiği gibi" yaklaşımınız binanın genel kurgusuna ve detaylarına nasıl aktarıldı? av: "Olması gerektiği gibi" kavramı bizi daha brutal bir yapıya götürdü. Çünkü gemide ve tersanede ne kaplama ne de süsleme olur, her şey en doğal halindedir. Tabi öte yandan ahşap asma tavanlar gibi
bazı öğeler süsleme elemanları olarak yorumlanabilir, bizim içinse ana konu orada bir tavan yapma zorunluluğumuz olmasıydı. Çevreci bir bina yaptığımız için FSC özelliğindeki ahşap panel malzemeleri kullandık. Zaten ne kadar doğal malzemeler kullanılırsa yapı o kadar hava alıyor. Ben 15-20 yıldır yelken yapıyorum. Bu proje üzerinde düşünürken de aklıma denizcilikte kullanılan bir komut olan "neta" geldi. Hava koşulları değişiyorsa ya da başka birtakım sıkıntılar varsa kaptan birdenbire geminin neta edilmesini isteyebilir. Bu teknenin her kısmının düzenli ve emniyetli olması gerektiğine işaret eder. Kaptan neta dediği zaman herkes görev yerine gider, kontrolündeki her şeyi en işlevsel duruma getirir. Bunu düşünürken işverenimizin de bir neta kampüs istiyor olabileceğini düşündük. Onlar da bunu teyit edince, bu doğrultuda ihtiyaç programında işlevlerin ve aralarındaki ilişkilerin net bir şekilde
ortaya koyulmasını amaçladık. İdari bloksa idari blok, eğitim bloğuysa eğitim bloğu olarak hizmet vermeliydi yapılar. Öte yandan brutal yapı anlayışıyla gemicilikteki neta olgusu da denklik gösterdi. Az önce sözünü ettiğim tersane ve gemiden aktarılmış hisler sadece formla değil, yerleşimle de alakalı olarak kuruldu. Gemilerde bütün strüktür bir ana omurga üzerine kurulur. Bu kampüsün de bir ana omurgası var, karadan girdiğin andan denize ininceye kadar bir ana omurga etrafına sarılı mekanları deneyimliyorsun. Bu ana omurga aynı zamanda da kuzey-güney, aksında olduğu için meydanda ve sokakta iyi bir hava dolaşımı sağlıyor. Bütün kampüs projesi esnasında en çok uğraştığım şey, ana omurgadaki üçüncü boyutun nasıl yakalanacağıydı. Modernizmin bazen insan ölçeğinde olmayan bulvarlar, yollar açma tehlikesi olduğu için bunu biraz dert edindim. Her şeyi çok rasyonelleştirme ve
YAPI - ÜNIVERSİTE KAMPÜSÜ – İSTANBUL 39 XXI - KASIM 2014
disiplin etme durumundan sakınmayı önemsediğim için ana bulvar benim için çok mühimdi. Tek şansım arazinin eğimli olmasıydı. Bulvardan meydana inerken her durulan yer/an için farklı bir perspektif tasarladık. Ucunda denizi görüyorsun ama yolda bir sürü hikaye oluyor ve mekanın kendisi de bunların görünür kılınması için aracılık ediyor. Projede bazı yapılar arasında içeriden geçişler olsa da toprağın üzerinde yapıların hepsi münferit olarak yerleştirildi. Kampüs içinde hareket etmek için bir binadan çıkıp öteki binaya geçmelisin. Bu sayede açık alanların kamusal niteliklerini güçlendirebileceğimizi düşündük. Esasen artık insanın barınacağı mekan sadece kapalı mekan olamaz diye düşünüyoruz. Öte yandan her yerde kablosuz internet var ve bugün tek bir mekana bağımlı değiliz, içerde ve dışarda çalışmak mümkün. Bu da kampüsü canlandırabilecek bir etmen olarak tasarıma dahil edildi.
he: Eğimle birlikte denize varan bir kurgusu var okulun. Üniversitedeki yaşam senaryosunu anlatabilir misin? av: Üniversite 28 dönümlük bir arazide konumlanıyor. TÜDEV’in bu civarda parça parça almış olduğu arsalarla birlikte çalışacak bir üniversite sistemin ilk aşaması aslında. Bütün tek bir kampüsten ziyade ilçeye yayılmış bir kampüs planlandı. Bu ilk arsada da bir tarafımızda İTÜ Denizcilik Fakültesi, diğer tarafımızda konut bölgesi var. Sahildekiler villa gibi alçak, yukarıdakiler dörtbeş katlı apartmanlar halinde görece yüksek yapılar. İlk analiz çalışmaları esnasında bir tekneyle çıkıp yapıların denizden nasıl gözükmelerini istediğimize baktık. Mesela İTÜ’nün dolgu alanı üzerinde yelken formundaki yüksek binanın bence Tuzla siluetine kötü bir etkisi var. Biz de dolgu alanı kullanıyoruz, orayı 25 yıllığına deniz kıyısı eğitimleri için Büyükşehir Belediyesi’nden kiraladık ve arazimizin
bu dolgu alana yakın beş dönümünü ağaçlandırılacak alan olarak ilan ettik. Bunu da Tuzla Belediyesi’ne bildirdik. Tuzla Belediyesi de bize mahallenin diğer tarafında yaşayanlara Tuzla sahilinde bir uçtan bir uca kadar yürünebileceği sözünü verdiğini söyledi. Biz de yayaların yürüyebileceği bir aksı ayırdık, orada oturma alanları da düzenledik. Birilerinin orada yürümesinin bizim için hiç bir sakıncası yok. Sadece bir güvenlik çiti koymak zorundayız ki sahilde yürüyen halkın sahildeki eğitim alanına geçmesi kaynaklı olası güvenlik sıkıntıları için. Güvenlik çiti, görsel olarak hiçbir şeyi kesecek bir durumda da değil. Kampüs içindeki yaşam senaryosuna gelecek olursak, ana omurga etrafında kurguladığımız sokak fikri, kuzey güney ekseninde ve rüzgar açısından çok işe yarıyor. Çünkü rüzgar gelip de binaların arasında dolaşabiliyor. Binaları mesela denize dik durumda
önceki sayfada Blokların birbirleriyle ilişkileri ve sundukları malzeme bütünlüğü bu sayfada sağda: Oditoryum altta: Kütüphane altta sağda: Sirkülasyon alanı
KASIM 2014 - XXI 40
YAPI - ÜNIVERSİTE KAMPÜSÜ – İSTANBUL
karşı sayfada Ortak atriyuma bakan sirkülasyon alanı
koysaydık, meydanları açık lodostan koruyamayacaktık ve dolayısıyla meydanları hiç kimse kullanamayacaktı. Bizim iki kapsamımız vardı. Biri, toprağın üzerinde gün ışığına ve havaya ihtiyacımız olan işlevler biri de 750 kişilik konferans salonu ya da 400 metrekarelik simülasyon odası gibi gün ışığına hiç ihtiyacımız olmayanlar. Arazinin bir ucundan diğerine 17 metrelik kot farkı olması da bu mekanların yerin altına yerleştirilebilmesi için harika bir fırsat sundu. Kampüste ilk karşımıza çıkan yapı olan A Blok eğitime ayrılmış halde, onun önündeki meydansa aynı zamanda konferans salonu ve fuayesinin çatısı. Ondan sonra karşılaştığımız B Blok idari kısım ve onun önündeki meydanın altı da kapalı spor salonu. Denize yatay konumlanan en yakın bina da C Blok. Projenin ilk gününden beri hep en iyi mekanlar öğrencilerindir, demiştim. Öğrenciler varsa üniversite var, öğrenciler yoksa üniversite diye bir şey de yok. O nedenle manzaraya
hakim olan bu sosyal bloğun en üst katında kütüphane var. Onun altında bir pasaj içinde dükkanlar ve kafeler var. Bahçe katında da yemekhanesi var. Omurganın karşı aksında da üç tane bloğumuz var: D1, D2, D3. D1 ve D2’de sınıflar ve laboratuvarlar konumlanırken denize yakın olan D3’te de eğitim havuzu yer alıyor. he: Malzeme seçimlerinde nasıl bir yol izlediniz? av: Denizcilik kanunları, ülkeler üstü olarak oluşturulur, ülkelerin kara sınırlarının belli bir mesafesinin ötesinde denizler üzerinde bir hakkı yoktur. Denizlere dair kanunu da The Loyd ve benzeri kurumlar yapıyor ve 2000'lerin başında dünyadaki hemen hemen bütün ülkelerin imzaladığı bu kanuna göre gemilerin yapımında kullanılan sacların içinde cıva olmamalı. Bu tabi ki gemilerin maliyetini normal saca göre değiştirdiğinden Türkiye ve Çin gibi üretici ülkeler imzalamamış. Biz
malzeme olarak Corten’i içinde cıva bulundurmama özelliğinden ötürü bu noktada keşfettik, Sonrasında Corten hakkında bulduğumuz bir doktora tezinden de öğrendik ki içinde cıva olmadığında Corten sac panel ultraviyole ışığı özellikle sıcak mevsimlerde emiyor ve bu sayede içerdeki mekanik soğutma yüklerini çok azaltıyor. Yani bu cephedeki paneller bir süsleme paneli değil, iç mekanlar için hazırlanmış enerji modeli soğutma yükünü %25 azaltıyor. Kullandığımız her şeyin mutlaka bir işlevsel karşılığının olmasını istedik. Öte yandan gemilerde her yer ahşap, çünkü statik elektriği alıyor. O nedenle binalar arası geçişlerde kullanılan ve kampüsün kamusal mekanlarını tarifleyen yerlerin zeminlerini ahşap olarak seçtik. Bu büyük bir karardı, ama bu kez de bir sorumlu orman bulmamız gerekiyordu ki maalesef Türkiye’de yok. Dış mekan zemininde kullanılabilen, gerçekten
YAPI - ÜNIVERSİTE KAMPÜSÜ – İSTANBUL
sürdürülebilir ve hiçbir bakıma ihtiyacı olmayan dünyada iki ağaç var. Biri tik, diğeri ipe. Bu ikisi de Güney Amerika ağaçları. Tik çok maliyetli olduğu için onu kullanmaya hiç niyetimiz olmadı. İpenin sertlik derecesi onunla aynı ve ucuz olduğu için gemilerde de artık ipe kullanılıyor. Ben malzemeyi ilk Dominique Perrault’nun Nationale Bibliotheque’inde görmüştüm. Bence cesur bir hareketti. Brezilya’dan gelen ahşap için sertifika sisteminin gereklilikleri dolayısıyla birtakım standart belgelerinin ve sorumlu ormana, hatta malzemeyi işleyen fabrikanın da sürdürülebilir olduğuna dair belgelerin ibra edilmesi gerekiyordu. Bütün ağır koşulların hepsi harfiyen yapıldı. Yeşil bina sertifikası bize yeni bir şey söylemiyor. Unuttuğumuz şeyleri hatırlatıyor. Mimarlıkta da öyle bence. İyi bir mimarlık ürünü, mimarlığın temel ilkelerine uygunsa zaten yeşil bir binadır. Rüzgara, gün ışığına, yapı bileşenlerine hassas yaklaşıyor,
bütün izolasyon detaylarını iyi çözüyor, mekanikelektrik sistemlerine uygun hacimler yaratıyorsan zaten o iyi bir mimarlıktır. he: Evet ama belki bu sertifika süreci, mimarın normalde tek başına geçirdiği birtakım aşamaları diğer paydaşlarla, projenin içindeki insanlarla birlikte geçirmesi ve paylaşması için iyi bir araç olabilir. av: Bu süreç sadece bizim değil, mühendislerin de çok işine yaradı. Mühendisliğin temel ilkesi ekonomik olmak, ekonomik bir teknoloji yaratmaktır ve bu demek değildir ki en ucuza mal edilecek. Bazı sistemlerin yatırım maliyetleri yüksek olsa da işletirken ekonomik olduklarını mühendisler bilseler de bunu işverenlere anlatmakta çok zorluk çekerlerdi. Şimdiyse yeşil bina sertifikası bunda bir kolaylık sağladı. Çünkü bizimki gibi bilinçli işverenler dışında bunu sadece bir pazarlama enstrümanı olarak kullananlar bile bu tip nitelikleri kabul ediyor.
Yine de yeşil bina sertifikaları esasen bir konudaki bir boşluğu doldurmak üzerine girdiler. Dünyadaki müthiş nüfus artışı ve kapitalizmin getirdiği müthiş tüketim artık kontrol edilemez durumda ve bundan geri döndürmek de zor. Mevcut koşullar içinde daha duyarlı yapılar fikriyle gündeme geldi sertifikalar da. Belki de bu nedenle benim en çok eksik bulduğum nokta, tüm bu sertifikaların tamamen kurumlara oynaması. Sertifika süreçlerinde rol alanlar bina yatırımcılarıyla görüşerek onları ikna etmeye çalışıyorlar ama hala sokaktaki insanlarla bir iletişimleri yok. En büyük handikapları da bu. Kurumlara gidip yeşil binalar yapmaktansa o binalarda yaşayacakları bilinçlendirip onların böyle bir talebi yaratmasını sağlamaları gerek. Sürdürülebilirliği yaşayanların talebi sonucunda hayata geçirmediğiniz sürece, sadece moda olarak algılanmaya mahkum.
41 XXI - KASIM 2014
proje adı: Piri Reis Üniversitesi Ana Kampüs proje yeri: Tuzla, İstanbul işveren: Piri Reis Üniversitesi projelendirme süreci: 2008 - 2010 inşaat süreci: 2011 - 2014 mimari: Kreatif Mimarlık tasarım ekibi: Aydan Volkan, Selim Cengiç, Ayşegül Kapısız, Onur Arat, Nihat Kalfazade statik: YBT Yapısal Tasarım - Yusuf Tımbır mekanik: GN Proje - Gürkan Görgün elektrik: HB Teknik - Hüseyin Gülsoy altyapı: Proses Mühendislik - Fazıl Üç peyzaj: AN Peyzaj Tasarım - Arzu Nuhoğlu yeşil bina danışmanı: TURKECO - Duygu Erten yangın danışmanı: Etik Mühendislik Abdurahman Kılıç akustik danışman: Duyal Karagözoğlu çok amaçlı salon akustik danışman: Türker Talayman aydınlatma danışmanı: ZKLD - Zeki Kadirbeyoğlu proje yönetimi: Alev Akın, Aydan Volkan, Gül Erkmen, Erbuğ Bengüler, Hasan Basri Tuğrul, Erhan Ilıcalı, Korkmaz Akgül, Hakan Koyuncu, Orhan Polat, Gamze İyigün yüklenici: Sera Yapı
± 0.00 kotu planı
aydan volkan 1969'da İstanbul'da doğdu. 1992'de İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü'nü bitirdi. 1995 yılına kadar Ertem Ertunga Mimarlık'ta çalıştı. 1996 yılından beri Kreatif Mimarlık'ta çalışmalarını sürdürmekte olan Volkan aynı zamanda İstanbul Serbest Mimarlar Derneği yönetim kurulu üyesi.
vaziyet planı
KASIM 2014 - XXI 42
YAPI - ÜNIVERSİTE KAMPÜSÜ – İSTANBUL
selim cengiç 1971 yılında İstanbul'da doğdu. 1989 yılında Nişantaşı Anadolu Lisesi'ni, 1994'de İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü'nü bitirdi. Eğitimi süresince Tabanlıoğlu Mimarlık, Arolat Mimarlık, Tekno İnşaat ve Ertem Ertunga Mimarlık'ta çalıştı. 1995 yılından beri çalışmalarını kurucusu olduğu Kreatif Mimarlık'ta sürdürürüyor.
kesit
YAPI – PEDİATRİ MERKEZİ – SUDAN KASIM 2014 - XXI 44
fotoğraflar: Raul Pantaleo, Massimo Grimaldi
Dolu ve Boşun Hiyerarşik Düzeni PORT SUDAN ÇOCUK SAĞLIĞI MERKEZİ, ZORLU IKLIMI KOŞULLARINA UYGUN ARA MEKANLARIYLA ÇÖL ÜZERINDE LINEER BIR ŞEKILDE UZANIYOR. MAXXI (Roma Yirmi Birinci Yüzyıl Müzesi) tarafından bütçenin %92’sinin karşılanmasıyla inşa edilen çocuk sağlığı merkezi, Port Sudan’ın gelişimi açısından büyük önem taşıyor.
PORT SUDAN ÇOCUK SAĞLIĞI MERKEZI
tamassocıatı
Klinik, Port Sudan’ın çeperinde yer alıyor ve şehrin denizle olan tek bağlantısının buradaki liman ile sağlanıyor olması bölgenin önemini artırıyor. Son on yıllık bir süreçte bölgenin nüfusu göç nedeniyle 30,000’den 500,000’e ulaşınca liman bölgesi büyümeye başladı. Klinik binası ise genişleyen şehrin kuzeybatısında, kerpiçten yapılmış kulübe ve evlerin olduğu, gelir düzeyi düşük bir bölgede yer alıyor. Çocuk sağlığı merkezini Arap evlerinin yerleşim kurallarından beslenen oldukça basit bir bina olarak tasarladık fakat güneşe maruz kalan alanları küçülterek geniş mekanlar oluşturduk. Tasarım, dolu ve boşun hiyerarşik düzeninin
bütün bir binaya yansıtılmasıyla ortaya çıktı. Tek katlı bina 780 m2 alana sahip ve 14 adet yatılı hasta yatağı, 4 adet yoğun bakım yatağı, 3 adet gündüz hasta bakım kliniği, eczane ve tanısal servis merkezi barındırıyor. Kliniğin girişinde bekleme salonuna hükmeden, dış bahçeye doğru devamlılık gösteren bir ağaç bulunuyor. Mekanı canlandırmak için binanın giriş kısmında yer alan meydan-bahçe olarak tarif ettiğimiz oluşum, yetişkinler için bir etkinlik alanı gibi. Bahçenin güney bölümündeki kamusal parkta ise oyun bahçesi ve küçük bir spor alanı mevcut. Yeşilin gerçek sosyal katalizör olarak kullanıldığı bu meydan, bir çeşit tedavi bahçesi olarak adlandırılabilir. İç mekanda kadınların sokağı kendileri görünmeden izleyebilecekleri tipik ahşap kepenklerden kullandık. Sudan Limanı’nda yıllık sıcaklık genelde 50°C’ye ulaşıyor ve nem de %5-10 arasında oluyor. Doğrudan gelen güneş radyasyonundan korunmak için hastanenin iç mekanlarında sınırlı açıklıklar tasarladık ve doğal fiber
Bu projede havanın dağılımındaki verimlilik ve akışkanların dinamiği üzerinde çalıştık. Sahra Çölü’nün alt kısımlarındaki iklim bölgelerinde sadece teknolojinin değil, aynı zamanda düşük giderli sistemlerin ve aşırı bir sadeliğin kullanılması gerekiyor. Soğutma sistemlerinin kullanımını azalttık ve bu durum kliniğin gelecekteki bakımına ve yönetimine katkıda bulundu. Sağlık ve çevreyi bir araya getirmek, çevresel hakları olan ve ilerleyen bir kültür barındırmak, enerjisi ve doğal kaynakları sömürülen milletlere bir gelecek sağlayacaktır diye düşünüyoruz.
45 XXI - KASIM 2014
panellerle perdeleme gerçekleştirdik. Doğal ve yapay olanaklarla havalandırmayı sağladık. Örgü bambu koruyucularla yürüyüş yollarını ve bekleme alanlarını örttük. Hava akımını kontrol altına almak için “badgir” denilen geleneksel İran doğal havalandırma sistemlerinden esinlenen doğal arıtma sistemini kullandık. Bu sistem ile birlikte endüstriyel ve mekanik bir soğutma sistemi olan su soğutucusunu da kullandık.
YAPI – PEDİATRİ MERKEZİ – SUDAN
müşteri: Emergency Ngo tasarım ekibi: Massimo Lepore, Raul Pantaleo, Simone Sfriso, Laura Candelpergher, Enrico Vianello proje koordiantörü: Pietro Parrino program koordinatörü: Rossella Miccio, Pietro Parrino mekanik mühendisliği: Marco Paissan, Climosfera strüktürel mühendislik: Francesco Steffinlongo, INGECO arazi mühendisliği: Roberto Crestan inşaat firması: Autocostruzione yüzey alanı: 780 m2 toplam alan: 5000 m2 proje başlangıç-bitiş: Haziran 2011 - Mayıs 2012
YAPI – PEDİATRİ MERKEZİ – SUDAN KASIM 2014 - XXI 46
giriş sayfasında Çocuk sağlığı merkezine genel bakış
önceki sayfada üstte: Yapının doğayla ilişkisi ortada solda: Üstü örtülü dış mekan bekleme yeri ortada sağda: Oturma yeri ve giriş altta: Yapının girişi bu sayfada en üstte: Çocuk sağlığı merkezi koridoru en üstte sağda: Ağaçlı bekleme salonu üstte: Oturma ve bekleme yerleri üstte sağda: Bekleme salonu ve danışma sağda: Oyun parkı karşı sayfada altta: Bahçeye genel bakış
plan
47 XXI - KASIM 2014
görünüş
YAPI – PEDİATRİ MERKEZİ – SUDAN
tamassocıatı Tamassociati Tasarım Stüdyosu sürdürülebilir mimarlık, kentsel planlama, peyzaj mimarisi, katılımcı süreçler, grafik tasarım ve sosyal iletişim alanlarında aktif olarak çalışan bir mimarlık bürosu. Venedik asıllı İtalyan ofis 1996'da kuruldu. Afrika’da yaptıkları sağlık işleri önemli projeleri arasında. Aga Khan Award for Architecture 2013, Curry Stone Design Prize 2013, G.lus Gold Medal 2013, Architecture for Emergency Onur Ödülü 2012, Italian Architecture Prize Altın Madalya, Best Green Awards 2010, Middle East Architect Awards 2010 gibi ödüllere sahipler.
YAPI - KONUT - İZMİR
İmbata Göre Biçimlenen VARYANT KARŞIYAKA VE VARYANT PLUS KONUT PROJELERİNDE ENERJİ VERİMLİLİĞİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK KONULARI ÇALIŞILIRKEN BÜYÜK BİNA BLOKLARININ TEKİL YAPISI ARAZİDEKİ KADEMELENDİRME VE CEPHEDE DOLULUK - BOŞLUK ORANLARI İLE AŞILMIŞ.
KASIM 2014 - XXI 48
Adnan Kazmaoğlu
VARYANT KARŞIYAKA - VARYANT PLUS
adnan kazmaoğlu mimarlık araştırma merkezi
VARYANT KARŞIYAKA Yerleşmenin arsası ortalama deniz seviyesinden 85 m kotlarında ve önünde başka yapılaşma olmadığı için zeminden itibaren kapsamlı bir panoramik deniz ve kent manzarasına sahip. Birimlerin tümünün bu manzaradan faydalanmasını istedik. Bina blokları bir duvar oluşturmayacak şekilde, imbat rüzgarlarına geçit bırakan havadar aralıklar oluşturuyor. Bu durum, hem arka yerleşmelerin hava dolaşımına imkan veriyor hem de komşu binalara bakış aralıkları sağlıyor. Blokları arsanın doğudan batıya doğru düşen kotlarına uyarak kademeli olarak yerleştirdik. Farklı yüksekliklerdeki bloklar inişli çıkışlı, kademeli bir kütle kompozisyonu oluşturuyor. Doğuya, güneye ve batıya açılan, kuzey cephesinde servislerin yer aldığı blok tiplerini şekillendirerek binaların manzara, güneş ve doğal havalandırma imkanlarını artıran düzenlemeler yaptık. Binaların, otoyoldan, denizden ve çeper yerleşmelerden kente pozitif katkı yapması, İzmir Çevreyolu’nda
yerleşmenin görsel bir kavşak noktası, bir röper olması istendi. Sonuç olarak tasarımın bütününde blokların bir duvar oluşturmaması, arazi yapısına uyum, farklı yükseklikte bloklarla hareketli bir kompozisyon sağlamak gibi temel prensiplerimiz oldu. Yerleşmenin tümünde küresel ısınmaya duyarlı ve İzmir iklimine uygun olmak için beyaz ve açık renkler tercih ettik. Cephe, ısı yalıtım katmanı olan kaliteli seramik ile kaplandı. Özellikle yüksek yapılarda eskimeyen, kendi kendini temizleyen malzeme kullanmak gerektiği için bu çapta bir bina kompleksini tamamen seramik kaplamak muhtemelen İzmir'de bir ilktir. Ana çatkıyı, plan ve yükseklik varyasyonları da olan beş blok tipi ile kurduk. Plan düzenlemelerinde salon, mutfak ve ebeveyn yatak odalarının tümünü güneye, deniz manzarasına bakacak şekilde yerleştirdik. Bina güney cephesi boyunca koyduğumuz fransız balkonlar ve 2,40 m genişliğinde korunaklı balkonlar tüm cephe sathında güneş kırıcı olarak da işlev görüyor. Kattan kata 3,25 m yükseklik olması daire içinde ferah mekanlar sağladı. Binada 2+1’den, 4+1’e daire tipleri tasarladık ve bahçe zemininde yer alanları bahçe dairesi olarak düzenledik. Açık ve yeraltı
karşı sayfada Varyant Karşıyaka ve Varyant Plus projelerinin bir arada görünümü bu sayfada Varyant Karşıyaka’dan görünümler ve proje gelişim diyagramı arka sayfada Varyant Plus projesinden görünümler
YAPI - KONUT - İZMİR 49 XXI - KASIM 2014
KASIM 2014 - XXI 50
YAPI - KONUT - İZMİR
adnan kazmaoğlu 1948’de Manisa doğdu. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarlık Bölümü’nden 1975 yılında mezun oldu. 1982-1987 yılları arasında serbest mimar olarak otel, turizm kompleksi ve villa-konut yerleşimi projeleri yaptı. 1988’den 2000 yılına kadar Mutlu Çilingiroğlu’yla birlikte kurdukları MİAR Mimarlık şirketinde konut yerleşmeleri, alışveriş merkezleri, ofis binaları, otel ve turizm tesisleri tasarladı. 2000 yılından beri de kurduğu Adnan Kazmaoğlu Mimarlık Araştırma Merkezi’nde mimarlık ve kentsel tasarım çalışmalarını sürdürüyor.
otoparklarında araç ve yaya alanını ayırdık. Ağırlıklı olarak endemik bitkilerle şekillendirilen peyzaj, spor ve rekreasyon alanları, yerleşmenin tabanında manzaraya yönelik çevreyle bütünleşen bir yaşam alanı oluşturdu. Uzunlamasına iki ucu arasında 15 m kot farkı olan araziyi setleyip kademelendirdik. Set altında sosyal tesis, kapalı otopark alanları, teknik alanlar yer alırken set üstlerinde açık yüzme havuzu, süs havuzları, güneşlenme terasları, ahşap deck platformlar, yeşil alanlar, çocuk oyun alanları ve açık otoparkların yer aldığı bir çevre düzeni mevcut. Arazinin bütün çeperini dolaşan rekreatif yaya yolları açık alan düzenlemeleri arasında alternatif yürüyüş ve koşu parkurları oluşturuyor. Otoparklara yaya dolaşım alanı zedelenmeden giriliyor. Açık ve yeraltı otoparkları ile site içi otopark ihtiyacı tümüyle karşılandı. Binalara zemin giriş kapılarının dışında otoparklardan da doğrudan giriş yapılabiliyor. VARYANT PLUS Varyant Karşıyaka projesinin yanındaki arsada yer alan Varyant Plus, körfez manzarasına yönelen, büyük kütleli ve geçirgen, rüzgarı, güneşi ve görüşü tamamen kapatmayan bir yapı kompleksi. Bu projede çevresel ölçeklendirmelere rağmen masif ve
net geometrisiyle ikonikleşen bir görsellik üzerine çalıştık. Monoblok kütlelerde boşluk doluluk dengelerini kurarak hafifleme ve geçirgenlik sağladık. Kütle yüzeylerinde de daire çeşitlerinin organizasyonuna bağlı olarak açıklık ve şeffaflıklarla geometrik ve karmaşık bir cephe dokusu kurguladık. Kademelendirme ile ana yatay kütleyi tabana bağladık. Kütle içindeki devasa arka deliklerin tabanını kat bahçesi olarak tasarladık. Düşey kütle, yatay kütle ile kapsamlı ve kademeli bir dış mekan tanımlıyor. Bu yüksek kütle üzerinde de kat bahçesi niteliğinde boşluklarla kütlenin masifliğini kırdık ve cephe organizasyonunu rasyonel geometri içinde karmaşıklaştırarak yatay blokla özdeşlik sağladık. Peyzaj dokusu içindeki sert zemine, su elemanlarına ve bitki tarhlarına binalardan bakıldığında bir süpergrafik gibi görünmesini istedik. Bloklarda 1+1, 2+1, dubleks, 3+1, 4+1, 5+1 daireler, tabanda ise teras evler, bahçeli evler olarak villa niteliğinde daireler mevcut. Sosyal tesis mekanlarında kapalı havuz, spor merkezi, squash, kapalı tenis kortu, toplantı salonu, lobi-lounge yer alıyor. Açık yüzme havuzu, çocuk oyun alanları, kademeli seyir ve gezi terasları sosyal tesisin devamı olan aktivite ve rekreasyon alanları içinde.
Binaların strüktür kurgusunu, konvansiyonel kolon-kiriş düzeni yerine temiz açıklıklar, esneklik ve net alanlar oluşturan mantar döşeme sistemi kullanarak çözdük. Yatay blokta alışılmış konstrüksiyon düzenini zorlamadan bir mega-strüktür tasarladık. Ağırlıklı olarak güney ve güney-batıya yönelmiş yapılarda güneş panelleri, foto voltaik paneller çatının bütününe yerleştirildi. Sıcak su, ısıtma, ortak alanların ve açık alanların aydınlatılmasında gerçek anlamda güneş enerjisini böylece sisteme dahil ediyor. VRV sistemler, ısı pompaları, döşemeden ısıtma ve güneş enerji sistemleri ile hibrid, ekolojik bir tesisat yapısı kurguladık. Akıllı kontrol sistemleri ile enerji tüketimi indirgendi. Yağmur suyunu toplamak, gri suyu dönüştürüp ayrı sistemde kullanmak, çöpleri ayrıştırıp dönüşüme sunmak, organik çöplerden kompost üreterek büyük peyzaj alanına gübre elde etmek için düzenekler kurmak projenin ekonomik ve ekolojik hedeflerini oluşturuyor. Enerji tasarrufunun alt yapısı olarak bina cephelerinde ısı ve su yalıtımı yapan özel sıva kullandık. Sıvanın üzeri beyaz seramik kaplandığı için ısı yalıtımı sağlanıyor ve küresel ısınmaya karşı yansıtıcı yüzeyler elde ediliyor. Bu sürdürülebilirlik nitelikleri dolayısıyla Varyant markası Varyant Plus Eco olarak devam ettirildi.
proje adı: Varyant Karşıyaka proje konumu: Mavişehir, Karşıyaka, İzmir tasarım tarihi: 2011 arsa alanı: 16.731 m2 inşaat alanı: 36.000 m2 mimari tasarım: Adnan Kazmaoğlu, Onur Dayıoğlu
proje ekibi: Onur Dayıoğlu, Bengü Akarca, Müşerref Behen, Semiha Kavas, Turgay Yaz peyzaj tasarımı: S. Ata Turak statik projesi: Azmi Kumova işveren: Kum-Ko Yapı
proje adı: Varyant Plus proje konumu: Mavişehir, Karşıyaka, İzmir tasarım tarihi: 2014 arsa alanı: 22.187 m2 inşaat alanı: 60.260 m2 mimari tasarım: Adnan Kazmaoğlu
proje ekibi: Onur Dayıoğlu, Buğra Tığ, Nermin Teker, Beril Demirer peyzaj tasarımı: Ata Turak, Peyzaj Mimarı statik projesi: Say Yapı Teknolojileri, İrfan Saydar işveren: Kum-Ko Yapı
YAPI - KONUT - İZMİR
varyant plus 95.00 kotu planı
varyant karşıyaka 81.30 kotu planı
varyant plus 109.00 kotu planı
varyant karşıyaka 88.05 kotu planı
varyant plus 122.00 kotu planı
varyant karşıyaka vaziyet planı
varyant plus vaziyet planı
51 XXI - KASIM 2014
varyant karşıyaka 76.95 kotu planı
İÇ MEKAN - KAFE - İSTANBUL KASIM 2014 - XXI 52
fotoğraflar: Esin Barutçu
Üçüncü Dalga Kahve Dükkanı KERİM KÜRKÇÜ’NÜN TASARLADIĞI ŞARKÜTERİ KAFE MANUEL, CİHANGİR’DE UZUN İNCE BİR EKMEK FIRINININ DÖNÜŞTÜRÜLMESİYLE TASARLANMIŞ. MANUEL, EL YORDAMI, ESKİLİK VE HAFIZA ÜZERİNE BİR MEKAN. Kerim Kürkçü
MANUEL DELI & COFFEE
kerim kürkçü
Her şey vitrininde kahve olan bir “deli” yaratmak fikrinden başladı. İşveren Altan Kelleci ve ortağı Ozan İlhan ile Manuel Deli & Coffee'nin kurumsal kimlik, grafik ve hatta kendi kahve harmanları için gerçekleştirilen kahve tadımına (cupping) kadar birlikte çalıştık. Hem şarküteri hem de kahve bölümünde birçok şeyin elle yapılmasına ithafen marka ismi “Manuel” olarak belirlendikten sonra Altan Bey, projenin çıkış noktası olarak Londra ve New York'tan dünyaya yayılan üçüncü dalga kahve akımını gösterdi. Ana hedef, mekanın önce yerleştiği sokak, daha sonra büyüyerek civarı ve mahallesi ile ilişki içinde olmasıydı. Bu ilişki organik olabildiği kadar inorganik ve hatta hafızayla da ilişkili
olmalıydı. Manuel’in, açıldığı anda bile sanki yıllardır oradaymış, mahallelinin kullanımındaymış gibi hissedilmesi yani bir miktar eskimiş algılanması gerekiyordu. İşin zor kısmı da buradaydı; bir mimar tarafından tasarlanmış olmasına rağmen sanki yıllar içinde el yordamıyla (manuel) oluşturulmuş hissi yaratmak. Bu nedenle Cihangir Caddesi’nde yer alan mekanın bir önceki işlevi olan ekmek fırınından kalan mermer duvarlarını olduğu gibi koruyarak hafızayı güçlendirmeye yarayacak detayları ortaya çıkardık. Ayrıca antika ve bit pazarlarından farklı dönemlere ait dekoratif nesneler seçtik, yurtiçi ve yurtdışından zanaatkarların tasarım ürünlerini toparladık. Hem bu nesnelerin yardımıyla hem de iç mekan uygulamasında bilinçli olarak gerçekleştirilen çeşitli hatalarla yıllara yayılmış bir tasarım süreci algısı ve henüz bitmemiş, “daha üzerine eklenebilecekler var” hissi veren bir tasarım altlığı oluşturmuş olduk.
İÇ MEKAN - KAFE - İSTANBUL 53 XXI - KASIM 2014
Bir şarküterinin vitrini olarak kahveyi kullanmak fikrinden yola çıkarak oluşturulan yerleşim planı, mekanın boyu eninden çok daha fazla olduğu için bir istasyon bar olarak şekillendi. Misafirleri önce kahve konseptiyle karşılaşıyor, daha sonra şarküteri bölümüne geçiş sağlanıyor. Mekanın çeperlerini bir yeşil ekran (green screen) olarak ele alıp üzerine eklenecek tüm işlevleri altyapılarıyla göstermeye çalıştık. Böylece belirli bir inşaat hiyerarşisi gütmeden katman katman eklemlenmiş bir bütün hissi yaratabildik. Bunun uzantısı olarak elektrik ve mekanik projeye ait elemanlar saklanmadan gözler önüne serilirken aydınlatma armatürleri de bu elemanlara eklemlendi. Tavanda belirli noktalardan çıkarak ışınsal olarak dağılan kablolar, ihtiyaç duyulan yerlerden sarkıtılabiliyor. Manuel’in kurumsal kimlik çalışmalarında belirlediğimiz hakim renklerinden yola çıkarak aydınlatma armatürleri ve elektrik prizlerine giden kablo renklerini birbirinden
ayrıştırdık. Kesme metal ışıklı harfler ve neon yazılar gibi güncel akımlarla geçmişten gelen bazı klişeleri birlikte kullandık. Aynı şekilde yumuşak yüzeylerde zikzak motifli ya da kadife kumaş kullanılıp, sert yüzeylerde doğrusal çizgilerden oluşan ahşap elemanlar kullandık. İç mekanın hareketli mobilyaları ise mekana özel tasarlandı. Giriş önünde duran üçüncü dalga kahvecilerin olmazsa olmazı bank ve masaları İstanbul’un hamallarından esinlenerek tasarladık. Hamalların bedenleri, metal ayaklarla taşıdıkları yükler ise ahşapla vurgulandı. Duvarda sabit durmak yerine bar ve masa üzerine tavandan sarkan sarı kablolu elektrik prizleri, günümüzün vazgeçilmezleri olan telefon şarj aletini ve telefonunu yanından ayırmayan müdavimler için düşünülmüş detaylardan biri.
İÇ MEKAN - KAFE - İSTANBUL KASIM 2014 - XXI 54
kerim kürkçü 2005 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü'nden mezun oldu. 2005-2007 yılları arasında YTÜ Sanat ve Tasarım Yüksek Lisans programına katıldı. 2010 yılında İTÜ Mimarlık Tarihi Yüksek Lisans Programı'nı tamamladı. 2012-2013 yıları arasında kurucu ortağı olduğu, Türkiye’nin ilk tasarım ve mekan kültürü tablet dergisi olan MANO MAG’de yazı işleri müdürü olarak görev aldı. 2005'ten bu yana Biber Mimarlık ekibiyle de çalışıyor. 2013 yılında kendi atölyesi Kikaku-Ke’yi kurdu.
FORBO FLOORING ZEMİN SİSTEMLERİ TÜRKİYE'DE
KASIM 2014 - XXI 56
SEKTÖR HABERLERİ
İsviçre merkezli 150 yıllık Forbo Grubu bünyesinde bulunan dünyanın lider yüksek kalite ticari ve konut zemin sistemleri çözüm üreticisi Forbo Flooring artık Türkiye'de. Odak noktasında başta çevre duyarlılığı, fonksiyonellik ve tasarım olan Forbo Flooring, ürün gamındaki çeşitliliği ile uygulama alanlarında yaratıcı çözümleri artık Türkiye'de buluşturuyor.
Üretimini başta İngiltere, Fransa ve Hollanda olmak üzere, Orta Avrupa'daki 12 farklı tesisinde EN standartlarında üreten Forbo Flooring; koleksiyonlarından her birini esnek ve dayanıklı yapısı ile zemin kaplamalarında yüksek teknoloji ile Türkiye'de sunuyor. www.forbo-flooring.com
GROHE SPA® F-DIGITAL DELUXE Bluetooth teknolojisi ile donatılan Grohe SPA® F-digital Deluxe koleksiyonu, modern banyolarda en son teknolojiye sahip duş ve spa deneyimini sunuyor. Güncelleme sayesinde Grohe SPA® uygulamasını çalıştıran geniş yelpazeye yayılmış iOS veya Android tabanlı mobil cihazlar artık koleksiyonun ışık, ses ve buhar modüllerini kontrol etmekte kullanılabiliyor. Yeni Bluetooth işlevini kullanmaya yönelik teknik gereksinimler, Bluetooth ünitesi, 2.0 Bluetooth Baz Ünite Kutusu ve Grohe SPA® uygulamasını çalıştıran bir Bluetooth
özellikli cihazdan oluşuyor. Bir reset düğmesi ve durum göstergesi bulunan duvara monte Bluetooth ünitesi, kablosuz Bluetooth bağlantısının kopması halinde bir güvenli kapatma düğmesine de sahip. Cihazın 10 metre sinyal çekme mesafesi bulunuyor. 2.0 Bluetooth Baz Ünite Kutusu tüm işlevleri bir araya getiriyor. Güç kaynağı ve veri iletişimi için de bağlantılar sunan kontrol ünitesi duşa istenen tüm uygulamaların yerleştirilmesine imkan veriyor. www.grohe.com
SHAKE SHACK RESTORANLARINDA VM MARKASI VMZINC® cephe panelleri çeşitli sistem ve doğal yüzeyleri bir araya getiriyor. Patina doğal dokusu sayesinde iç ortama renk veren, sıcak ve dekoratif kaplamalar yapılabiliyor. İşlenmesi ve uygulanması kolay titanyum alaşımlı çinko levhalar mimarın isteğine göre sınırsız çizgilendirilebiliyor. İstanbul'da da
mağaza zincirlerini oluşturmaya başlayan Shaya Grup ve Shake Shack mağazaları, Beyoğlu Tünel, İstinye Park, Akasya Acıbadem ve Levent Kanyon restoranlarında da her biri ayrı renk VMZINC oluklu panelleri tercih etti. www.vmzinc.com.tr
GLASSBOX SEREL'in teknolojik tasarımı Glassbox, standart rezervuarlardan farklı olarak hem asma hem de yere oturan tek klozet modelleriyle uyumlu. Glassbox yalnızca 12 cm'lik ince yapısı ile kullanıcısına ferah bir banyo sunuyor. SEREL, hem yeni yapılarda hem de yenilenecek banyolarda mevcut yapıya zarar vermeden, hızlı ve kolay montajı yapılabilen ürünüyle çözüm sağlıyor. Özel temperli camı sayesinde banyolara güvenle uygulanan Glassbox, siyah ve beyaz renk seçenekleri ve minimalist tasarımıyla dikkat çekiyor. Tüm
ürünlerinde tasarrufu ön planda tutan SEREL, üstten basmalı ve çift kademeli özelliği sayesinde üç ve altı litre su tüketimi ile Avrupa Standartlarına uyumlu ürününü kullanıcısına sunuyor ve su tasarrufunu destekliyor. Tasarım ve üretim süreçlerinde insan ve çevre sağlığını en temel ilke edinen SEREL, Glassbox ile tasarruf sağlayan çevreyle dost teknolojisi sayesinde doğaya, kullanıcıya ve yapıya dost özellikleriyle çağdaş bir ürün olarak öne çıkıyor. www.eca.com.tr
ANTIQUE WOOD
SEKTÖR HABERLERİ
Kalebodur, Antique Wood serisi ile ahşabın doğal görünüm ve dokusunu seramiğe yansıtıyor. Antique Wood, titizlikle hazırlanmış ve fırçalanmış ahşap dokulu yüzeyi, özenle seçilmiş üç rengiyle kusursuz doğal görünüm sağlıyor ve yıllar sonra bile görünümünü ve dayanıklılığını kaybetmiyor. Seri 30x120, 20x120, 12x120 cm boyutları ve üç farklı rengiyle zengin görünüm çeşitliliği sağlıyor. Doğal ahşabın renk ve dokusunu hissettiren Antique Wood serisi, ahşabın sahip olamayacağı daynıklılığı seramiğin uzun ömürlü yapısıyla yaşam alanlarına taşıyor. Kolay temizlenebilen bir yapıya sahip olan seri, şık ve modern çözümler arayan tüketici ve profesyonellere hitap ediyor.
AUTODESK SPARK, OTOMOBİL YARATIM SÜRECİNDE KULLANILACAK Autodesk, üç boyutlu baskı sürecini sadeleşiren ve daha güvenilir kılan yeni yazılım platformu “Spark”ı pazara sürme planlarını duyurmuştu. Autodesk, baskı üzerinde daha fazla kontrol imkanı sunan bu yeni yazılım platformuyla dünyanın en inovatif markalarından Local Motors ile işbirliği yaptığını açıkladı. Yazılım, Local Motors’un halihazırda üzerinde çalıştığı dünyanın ilk üç boyutlu otomobili Strati’nin yaratım sürecinde kullanılacak. ORNL ve Cincinnati Incorporated, 1,9 x 3,9 metre boyutlarında bir lazer kesiciyi özel
donanım ekleyerek büyük bir üç boyutlu yazıcı haline getirmiş ve bileşimli yığma yazıcısına benzer bir Geniş Alan Masaüstü Üretim (BAAM) makinesi üretmişti. Spark, üç boyutlu baskıların görselleştirme ve optimizasyonunu kolaylaştırmak için otomobilin dijital tasarım verilerini üç boyutlu yazıcıya iletecek. Otomobil üreticileri bu sayede ekstra zaman veya araç maliyeti yapmadan tasarımlarını değiştirebilecek ya da yeni bir tasarım yaratabilcekler. www.autodesk.com.tr
GLOSSMAX HIGH GLOSS Kastamonu Entegre, Glossmax High Gloss levha ürünü ile mutfak, banyo, ev, ofis ve her türlü dekorasyon işleri için modern, zarif ve ayna parlaklığında mobilya kombinasyonları yaratıyor. İleri teknolojiyle çeşitli endüstriyel süreçlerden geçen melamin kaplı MDF veya yonga levhanın tek yüzeyine tutkal ve UV lak uygulamasının ardından elde edilen levha, dekoratif parlak yüzeyli ahşap panel özelliği taşıyor. Glossmax parlak levhanın üretiminde melamin yüzeye üst seviyede bir tutunum sağlayan sıcak kaplama (hot coating),
PUR (poliüretan) tutkal kaplama malzemenin yüzeyine uygulanıyor. Poliüretan tutkalın kimyasal kürlenmesinden sonra çizilme, sarsıntı ve aşınmaya karşı direnci olan çok sert bir yüzey elde ediliyor. Bu işlemin ardından uygulanan UV ışınlarıyla sertleşen üst tabaka, parlaklığı en üst seviyeye çıkartıyor. Glossmax parlak levha ürünleri, ahşap doğallığını yansıtma özelliği ve farklı renk seçenekleriyle, uygulandığı mekanı ayna parlaklığı ile zenginleştirme imkanı sunuyor. www.kastamonuentegre.com.tr
57 XXI - KASIM 2014
www.kale.com.tr
ARCITECH Hettich, ArciTech ve yeni frenli bas/aç işlevi ile mekanik bas/aç mekanizmasını Silent System fren sisteminin konforu ile birleştiren bir çekmece sistemi sunuyor. Frenli bas/aç, bugüne kadar sadece elektromekanik sistemleri ile mümkün olanı mekanik olarak gerçekleştiriyor. Mekanizmayı çalıştırmak için hafifçe bastırmak yeterli. Kendiliğinden açılma mesafesinin büyüklüğü sayesinde ek müdahaleye gerek kalmıyor. Kapatma hareketiyle birlikte mekanizma, çekmece yumuşak ve frenli bir şekilde kapanmadan önce otomatik olarak yeniden kurulur. ArciTech serisi
çekmeceler, çalışma konforu ve sağlamlığı ile ön plana çıkıyor. Actro çekmece kızağı, prizma prensibi sayesinde kolay ve eşit bir çalışma hareketini mümkün kılıyor. Serideki ürünler 40, 60 ve 80 kg olmak üzere farklı taşıma kapasitelerine sahip. Tek platform temelinde düzenlenmiş geniş ürün grubu gümüş, beyaz, antrasit ve paslanmaz çeliğin yanı sıra şampanya kasa rengini de kapsıyor. Seri, iki değişik kasa yüksekliği ve altı arka panel yüksekliğine sahip. www.hettich.com
KULELİ ASKERİ LİSESİ'NDE KALE MANTOLAMA SİSTEMİ KULLANILDI
KASIM 2014 - XXI 58
SEKTÖR HABERLERİ
İstanbul Boğazı’nda Çengelköy ve Vaniköy arasında bulunan Kuleli Askeri Lisesi’nin yalıtım projesini üstlenen Kalekim, ek binalar ve dersliklerin bulunduğu cepheye, Kale Mantolama sistemini uyguladı. Kalekim’in alanında uzman ustaları tarafından 2,5 ayda tamamlanan ek binaların yalıtımı için, toplam 6 bin 800 metrekarelik alan taşyünü ısı yalıtım levhası ile kaplandı. Kale Mantolama sistemini 10 yıl ürün, 2 yıl uygulama garantisi ile sunan Kalekim, yalıtım sistemini uyguladığı her türlü yapı gibi Kuleli Askeri Lisesi’nde de, yıllık yüzde 50’ye varan enerji tasarrufu sağlayan bir uygulamaya imza attı. Kuleli Askeri Lisesi’nin yalıtım projesini, tarihi binanın dokusuna uygun bir şekilde ve
BAUMIT ZEMİN ÜRÜNLERİ Baumit'in sunduğu E225 ve E160 zemin şapları, iç ve dış mekanlarda kullanılabiliyor. C20-F5 sınıfı bir ürün olan E225, yüzer, kayar ve melez şap uygulamalarında ve herhangi bir katkı maddesi ilavesine gerek kalmaksızın uygulanabiliyor. E160 ise C16-F4 sınıfı bir malzeme. Makine ile uygulanabilen her iki ürün de yerden ısıtmalı döşemeler ve ıslak hacimler için uygun. Baumit’in iç mekan zeminlerinde kullanılmak üzere geliştirdiği ürünü kendinden yayılan zemin şapı Nivello Quatro halı, seramik veya parke gibi malzemeler için daha dayanıklı ve estetik bir şekilde döşemelere zemin hazırlıyor. Baumit’in kullanıma hazır
beton ürünleri Beton B20 ve Beton B30 ise sadece ev değil, bahçe uygulamalarında da kullanılabiliyor. Yüksek mukavemetli ve dona karşı dayanıklı olmalarından dolayı hem küçük hem de büyük alanlarda tercih edilebiliyor. Özellikle beton santrallerinin girmesinin sıkıntılı olduğu alanlarda, alışveriş, iş merkezi ya da konut projelerinde sıklıkla kullanılıyor. Her pakette standart kalitede ürün sunması, hazır ambalajlı olması sebebi ile kolay taşınması sayesinde kullanıcıların hayatını kolaylaştırıyor. www.baumit.com.tr
özenle tamamladıklarını belirten Kalekim Genel Müdür Altuğ Akbaş; ısı yalıtımında, sistemin bütün olarak performansına önem verdiklerini vurguladı. Kale Mantolama sisteminin kalitesi ile standartların üzerine çıktıklarını ve ısı yalıtımının ancak kaliteli malzemelerle sağlandığını belirten Altuğ Akbaş, “Binalarımızı her türlü iklim şartlarında koruyarak enerji tasarrufu sağlayan ısı yalıtımı, ancak Avrupa standartlarına uygun malzemelerle gerçekleştirilebiliyor. Yalıtım sistemi, sağlanan tasarrufla birkaç yılda maliyetini karşılayıp, binanın ömrü boyunca tasarruf sağlamaya devam ediyor” dedi. www.kalekim.com.tr
iPAD’DEYİZ
XXI’in tüm içeriğine, hatta daha çok görsele ve videoya interaktif bir şekilde ve kolay kullanımla Apple Store’dan erişebilirsiniz.
Üstelik ücretsiz!
CULINART
MP MOMENTUM
KASIM 2014 - XXI 60
SEKTÖR HABERLERİ
Fantasia Seramik, Amerikalı olimpik yüzücü Michael Phelps’in imzasını taşıyan son teknoloji yüzülebilir spa havuzu MP Momentum’u yenilenen showroomunda kullanıcıların beğenisine sunuyor. Amerikalı Master Spas firması tarafından geliştirilen MP Momentum, kullanıcılarına ev ortamında suda egzersiz yapma deneyimi yaşatıyor. Yüzmenin enerji veren faydalarının, spanın ve antrenman yapma olanağının tek bir üründe birleştirildiği bu yenilik, kendi kategorisinde tasarım ve işlevsellik açısından dikkat çekiyor. MP Momentum kullanıcıları için Master Spas tarafından geliştirilen ve MP Momentum ile çalışacak şekilde tasarlanan SwimNumber (SNAPP) uygulaması ise kullanıcıların fitness hedeflerine ulaşmasına yardımcı olacak ve süreçlerini izleyecek özellikte bir teknoloji. Kullanımı kolay, ihtiyaca göre ayarlanabilen ve dalga itiş sistemini kontrol edebilen SwimNumber, kullanıcı yüzerken veya
egzersiz yaparken zaman ayarlı düzenlemelerle yüksek hızlı eğitim koşullarından, yavaş ve sakinleştirici hızlara kadar su akıntısını ayarlayabiliyor. Kullanıcılarının egzersizlerine bağlı olarak kişisel direnç seviyelerini seçebildikleri uygulamada, suyun hızı 0-100 birim arasında değiştirilebiliyor. Wave Propulsion (dalga itiş) teknolojisi ile pürüzsüz ve geniş bir akım sağlayan MP Momentum, çift sıcaklık özelliği ve gürültü azaltma sistemine de sahip. Sterling Gümüş Mermer ve Sierra dış yüzey seçeneklerinin bulunduğu ürün, Portabello, Maun ve Espresso etek modelleriyle de dekoratif seçimler sunuyor. Premium seçeneklerinde AquaVibe ses sistemi, Dalga XP, Afterglow jet paketi, çelik çerçeve, sualtı kamerası ve egzersiz ekipman seçenekleri bulunan MP Momentum, 587 cm x 239 cm x 130 cm boyutlarında.
Miele’nin yeni ocak ve fırın serisi CulinArt, 25 program ve nem ilaveli pişirme seçeneği içeriyor. Fırındaki yenilikçi yöntem olan nem ilaveli pişirme tekniği ile istenen pişirme sonuçlarına kolayca ulaşılabiliyor. Tüm CulinArt fırınlar temel donanımında bulunan büyük pişirme haznesi, 76 litre iç hacim ile beş adet raf, FlexiClip raylar, EasyControl cihaz kullanımı ve indirilebilir çevirme düğmeleri, 30°C'den 300°C'ye kadar elektronik ısı ayarı, zaman göstergesi, başlatma/durdurma programı ve önerilen derece göstergesi sayesinde çalıştırma gibi özellikleri bulunuyor. Ayrıca turbo plus, alt-üst ısı,
www.fantasiaseramik.com
TO THE POINT Kullanıcılarına teknolojik ve işlevsel mutfak deneyimi yaşatan Silverline Ankastre, tek dokunuş ile aktif pişirme alanına odaklanabilen ilk davlumbaz To the Point'i mutfaklara taşıyor. To the Point davlumbaz, hangi ocak gözü kullanılıyorsa o gözün üzerindeki havalandırma paneline dokunulunca açılan panel ile aktif pişirme alanına odaklanıyor. Sadece pişirme alanına odaklanan çekiş sistemi ile harcadığı enerjiyi minimuma indirerek maksimum performans gösteren ürün, kontrol paneli olmayan dokunmatik ekranıyla da şık ve işlevsel bir çözüm sunuyor. Kullanılmadığı zamanlarda ön filtre ve çekiş alanlarını gizleyen hareketli paneller, temizlenmesi kolay ve yalın formuyla modern ve ikonik bir görünüm yaratıyor. www.silverline.com
gril, turbo gril, intensif fırınlama, çözme, üst kızartma-pişirme ve kızartma otomatiği gibi birçok özellik içeriyor. Fırın ve ocaklarda PerfectClean ve Pirozil programı da yer alıyor. Fırın iç hacmi, fırın tepsilerini ve tüm aksesuarlarını koruyor. PerfectClean temizlemeyi kolaylaştırıyor. Fırınlama sonrasında kalan artıklar su, bulaşık deterjanı ve bez ile kolaylıkla temizlenebiliyor. Piroliz programı sayesinde, fırın iç hacmine sıçrayan yağlar yüksek ısı ile külleşiyor ve daha rahat bir temizleme olanağı sunuyor. www.miele.com.tr
UYGULAMA – AYDINLATMA – ÇANAKKALE KASIM 2014 - XXI 62
Geçmişi Aydınlatmak ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ ANITI, ÇANAKKALE SAVAŞI'NIN BAŞLAMASININ 100. YILINDA PHILIPS TARAFINDAN AYDINLATILDI. ÇALIŞMADA, 16,7 MİLYON RENK ELDE EDİLEBİLEN LED IŞIK KULLANILDI. Abidenin 40 metrelik dört ayağının her bir yüzü RGB LED ışık kaynaklı Color Reach Powercore LED projektörlerle aydınlatıld. Anıtın dört bir yönündeki solda kalan ayaklara Türk bayrağı, sağdaki ayaklara ise Mustafa Kemal Atatürk'ün resimleri ProFlood Gobo ile yansıtıldı. Dört ayağın üstünü kapatan mozaik Türk bayrağı ise beyaz ışık veren Deco Flood projektörlerle vurgulandı. Tören alanından abideye giden sağlı sollu yürüyüş yolunun kenarlarında
bulunan ağaçlar Color Burst Powercore armatürlerle aydınlatıldı. Böylece ağaçlar gece daha dikkat çekici bir hal alırken aynı zamanda karanlıkta yürüyen yayalara rehberlik edilmesi sağlandı. Aydınlatma sayesinde abide ile tören alanı arasında da bir bağ kuruldu. Yaralı Asker ve Mustafa Kemal Çanakkale’de Anıtı doğal beyaz LED ışık kaynağına sahip eW Compact Reach Powercore armatürlerle dört bir yönden, 45 metre uzunluğunda Çanakkale Savaşları'nda kahramanlık olaylarını anlatan rölyef ise karşıdan belli aralıklarla eW Blast Powercore armatürlerle aydınlatıldı. Koyu renge sahip oldukları için akşam saatlerinde neredeyse görünmez olan bu eserler
yeni aydınlatma projesi ile etkili bir şekilde vurgulanarak ortaya çıkarıldı. Şehit Kabirleri arasında yükselen ve kubbeli bir yapıya sahip Türk Bahçesi’nin ortasında bulunan cam miğferin içine geniş açılı RGB Color Blast Powercore yerleştirilerek renk değiştiren ışıklı bir küre haline getirildi. Işıklı miğfer ile Çanakkale Şavaşları’nda ölen şehitlerin ruhlarının sembolize edilmesi amaçlandı. işveren: Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Park Müdürlüğü konum: Eceabat, Çanakkale pls armatürler: Color Reach Powercore, Color Blast Powercore, Color Burst Powercore, eW Blast Powercore, eW Compact Reach Powercore, Deco Flood, ProFlood armatür kontrol sistemi: PHAROS-TPC aydınlatma efekti: Yüzey aydınlatma, vurgu aydınlatma, dekoratif peyzaj aydınlatması proje desteği/proje partneri: Türk Philips
UYGULAMA – İKLİMLENDİRME – İSTANBUL KASIM 2014 - XXI 64
Optimum Sistem Çözümleri ÇAMLICA MESA PROJESİNDE BOSCH TERMOTEKNIK ÜRÜNLERİ TERCİH EDİLDİ. UYGULAMAYI BOSCH TERMOTEKNİK ISITMA VE KLİMA ANADOLU KURUMSAL SATIŞ MÜDÜRÜ KEMAL GÖKAY ANLATTI. Kemal Gökay
Bosch Termoteknik, 37 yıllık tesisat, proje ve uygulama deneyimi ile birçok prestijli projeye imzasını atıyor. Geniş ürün yelpazesi ile yüksek kaliteli ve profesyonel mühendislik desteğini buluşturarak ısıtmadan, soğutma ve havalandırma ürünlerine kadar tam bir sistem çözümü sunuyor. Çamlıca'da inşa edilen Mesa Konut projesinde de Bosch Termoteknik bünyesinde bulunan Buderus GB162 Duvar Tipi Yoğuşmalı Kazan Kaskad Sistem, Buderus Logalux Duoclean Boyler ve LG Multi V IV VRF sistemleri tercih edildi. Mesa Mesken tarafından üretilen projede soğutma sistemi için 1098 HP LG Multi V IV VRF dış ünite, 791 adet iç ünite bulunurken, ısıtma sistemi için iki adedi bloklar altında olmak üzere toplam 65 adet GB162/80 Duvar Tipi Yoğuşmalı Kazan kullanılıyor. Sıcak su sistemi için ise beş adet Buderus duoClean Logalux SU500 ve 15 adet Buderus DuoClean Logalux SU750 boyler tercih ediliyor.
Her dairede KNX otomasyon sistemi kullanılırken, LG PQCSZ250S0 AC EZ Merkezi Kumanda sistemine bağlayıp dairelerde akıllı sistem ile soğutma sisteminin çalıştırılması planlanıyor. Isıtma sistemlerinde kullanıcılarına her türlü çözümü sunan Buderus’un teknolojisi, kazandan güneş kolektörüne, boylerden radyatöre ve aksesuarlara kadar her ürünü kapsıyor. Akıllı ve kalıcı kontrol sistemleri ile bütünsel bir kullanım konseptine sahip olması, ekonomik ve çevre dostu bir ısınma şeklini mümkün kılıyor. Tüm ısıtma ürünlerinin birbirine uyumu, planlama ve montajı da kolaylaştırıyor. Logamax Plus GB162’nin özel olarak tasarlanan alüminyum eşanjörü, ALU Plus teknolojisi ile üretildi. Bu, ideal bir akış ve yüzey teknolojisini mükemmel şekilde bir araya getiren bir yenilik anlamına gelir. Benzersiz kaskad tasarımı, kullanıcılara daha yüksek bir kapasite sunar. Buderus duoCLEAN Hijyenik Boylerlerin iç yüzeyi 870 - 900°C sıcaklıkta termoglasur adı verilen cam katkılı bir alaşımla kaplanır. Bu kaplama, boyler icinde depo edilen kullanma
suyunun hijyenik olarak korunmasını sağlar. Termoglasur kaplama ile oluşan pürüzsüz yüzey hem hijyenik özelliktedir, hem de korozyona ve kireç birikimine engel olur. Buderus duoCLEAN Hijyenik Boyler etrafında 80 mm’ye kadar poliüretan izolasyon vardır. 120-400 L aralığındaki kapasiteler fabrika montajlı sert köpük izolasyon ile gelirken, 500-1000 L aralığındaki kapasitelerde ise yumuşak köpük izolasyon kullanılmaktadır. Bundan dolayı termos özelliği taşır. Isıtılan su çok uzun süre sıcak kalır. Kazanın devreye girme sayısı ve süresi azaltılarak çok daha az yakıt harcanır. Ayrıca Logamatic Panel, boylerdeki su istenilen sıcaklığa gelmeden, hesapladığı süre kadar önceden brülörü durdurarak kazandaki ısının tamamına yakınının boylere transfer edilmesini sağlar, kazanda atık ısı bırakmaz. LG VRF sistemlerinde kullanılan tümü inverter kompresörler, inverter kondenser fan motorları, aşırı soğutma devresi ve yüksek basınçlı yağ geri dönüşü sistemleri ile toplam verim artırıldı. Uzun borulama mesafeleri ve iç-dış ünite kot farkları sayesinde optimum sistem çözümü sağlandı.
KASIM 2014 - XXI 66
REFERANS PROJE - ASMA TAVAN VE BÖLME PANEL
ASPEN 1989 yılından beri modern mimarinin gereklilikleri olan malzeme ve uygulama yöntemlerini sunan Aspen Yapı ve Zemin, başarılı uygulamalarıyla sektördeki uzman marka konumunu güçlendiriyor. “Mekanı oluşturan tüm boyutlara en kaliteli çözümleri sunma” felsefesinin arkasında duran, bu sayede tavan ve zemin ürünleriyle mekanın alt ve üst yapılarını biçimlendirirken estetik ve işlevselliğin ön planda olduğu bölme duvar sistemleriyle, yapılardaki yaşam kalitesini en üst düzeye çıkarıyor. Firmanın, asma tavan, bölme duvar ve zemin sistemleri olarak üç başlık altında toplanan ürünleri her türden ihtiyaç ve beklentiye cevap vermeyi amaçlıyor. Dünya yapı sektörünün dev markalarıyla yapmış olduğu temsilcilik anlaşmalarından beslenen bu ürün yelpazesi, müşterilere yüzlerce farklı kombinasyon oluşturma olanağı sunuyor. Aspen Yapı ve Zemin Sistemleri'nin ilke olarak benimsediği kalite, istikrar, teknoloji ve yenilik anlayışı, hedef kitlelerin zihninde konumlanmasında etkili rol oynuyor. www.aspen.com.tr • Adnan Menderes Havalimanı Dış Hatlar Terminal Binası, İzmir • Ankara Metrosu, Ankara • Bayegan Plaza, Pendik • Cumhurbaşkanlığı Binası, Ankara • Denizbank Genel Müdürlük/Torun Tower, İstanbul • Devlet Hastanesi, Çerkezköy • Et Entegre Tesisleri, Erzurum • Go Meso Restoran İstinyepark, İstanbul • Google Ofis/Tekfen Tower, İstanbul • Halkbankası Şekerpınar Veri Merkezi, Kocaeli • İçdaş Plaza Mahmutbey, İstanbul • İl Özel İdaresi Binası, Giresun • Kolin İnşaat, Ankara • Kuveyttürk, İstanbul • Yıldızlar Holding, Ankara
kuveyttürk istanbul
kolin inşaat ankara
yıldızlar holding ankara
DURLUM durlum grubu asma tavan, aydınlatma ve gün ışığı sistemlerinin üretiminde uzmanlaşmış uluslararası çalışan bir aile şirketidir. 1967 yılında kurulan şirket, bugüne kadar mimarların, tasarımcıların ve inşaat firmalarının başarılı bir çözüm ortağı oldu.
KASIM 2014 - XXI 68
• REFERANS PROJE - ASMA TAVAN VE BÖLME PANEL
Yılların tecrübesi ve deneyimleri sayesinde bireysel ve modern mimari ihtiyaç ve taleplere kompleks sistemleri ile çözüm üretebiliyor. Yenilikçi ve çevresel bir şirket olan durlum, aynı zamanda kalite ve çevre yönetim sistemi ISO 9001:2008 ve ISO 14001:2004 sertifikalarına sahiptir ve her zaman en son teknolojiler ile çalışır. Ayrıca uzun yıllardan bu yana iç ve dış mekanlarda LED sistemleri ve gün ışığı sistemleri alanında da faaliyet gösteriyor. Havaalanları, alışveriş merkezleri, tren ve metro istasyonları dışında kamu alanları için üretilen proje çözümlerinin yanı sıra asma tavan ve aydınlatma çözümlerini aynı zamanda ofis binaları, müzeler, okullar, üniversiteler, hastaneler, oteller, konular ve özel villalar için de sunuyor. Firmanın estetik ve işlevsel yetkinliği de aynı ağırlıkta önem taşıyor.
28 may metro statıon
weınhold-bau (fotoğraf: felıx meyer)
novartıs moskau (fotoğraf: sergey ananyev)
roche dıagnostıcs [schweız] ag (fotoğraf: raıner keser)
bıldungsstätte berufsgenossenschaft (fotoğraf: julıa schambeck)
Geniş yelpazedeki ürünleri yüksek kalitede metal, petek, expanded, klima tavanlar ve ada tavanlardan oluşuyor ve ışıklı tavnlar, aydınlatma, ışık ve gün ışığı sistemleri ile kendini tamamlıyor. www.durlum.com.tr • Aksigorta Buyaka, İstanbul, 2014 • Coca Cola Buyaka, İstanbul, 2014 • Floreasca Park, Bukarest/Romanya, 2014 • Gürallar Lapishan, İstanbul, 2014 • LAV Showroom, İstanbul, 2014 • Marriot Hotel Taksim, İstanbul, 2014 • Protel Genel Merkez, İstanbul, 2014 • Zürih Sigorta, İstanbul, 2014 • 28 May Metro Station, Bakü/ Azerbaycan, 2013 • Haydar Aliyev Center, Qax, Bakü/ Azerbaycan, 2013 • Milli Konservatuar Üniversitesi, Bakü/ Azerbaycan, 2013 • Piri Reis Üniversitesi Tuzla, İstanbul, 2013 • Wirtschaftsuniversität Wien, Viyana/ Avusturya, 2013 • Giant's Causeway Visitor Centre, Antrim/İngiltere, 2012 • Changi Havaalanı-Terminal 3, Singapur, 2007
gıant's causeway vısıtor centre (fotoğraf: hufton + crow)
EPART Ofis, okul, hastane, otel gibi projelerde en verimli ve amaca uygun seçenekli sistem ürünleri ve danışmanlık hizmeti ile EPART kullanıcılarının çözüm ortağı oluyor. Oluşturulan çalışma alanlarının kurumsal kimliği yansıtmalarının yanı sıra görsel derinlik, şeffaflık, ses yalıtımı, verimlilik, rahatlık ve kolaylıkla sökülüp takılabilme avantajı sağlaması projelere hız kazandırıyor. Estetik ve işlevsel çözümleri bünyesinde barındıran EPART demontable camlı ve ahşap bölücü duvarlar, mekanlara vizyon sağlayarak değer katıyor.
KASIM 2014 - XXI 70
• REFERANS PROJE - ASMA TAVAN VE BÖLME PANEL
Ürün çeşitliliği ve tasarımlara özel sistem çözümleri üreten EPART, hareket kabiliyetini artırmakla birlikte uluslararası çözümler üreterek sürekli gelişimi ve iyileştirmeyi hedef edinmiştir. www.epart.com.tr • Aunde, İstanbul • Bener Hukuk Bürosu, İstanbul • Danone Genel Müdürlük, İstanbul • Glass Galary, Azerbaycan • Hilti Genel Müdürlük, İstanbul • Kazakistan Mega Cinema, Almata • Medipol Hastaneleri Hizmet Binaları, İstanbul • Ofis Teknik, İstanbul • Robert Koleji, İstanbul • Robotek A.Ş., İstanbul • Romatem, İstanbul • Selçuklu Holding, İstanbul • Şişli Terakki Vakfı Tuzla Tepeören Kampüsü, İstanbul • Toshiba A.Ş, İstanbul • Zeytinburnu Belediyesi, İstanbul
şişli terakki vakfı tuzla tepeören kampüsü
vıp lego istanbul park
NEVRA YAPI Nevra Yapı, faaliyet hayatına Çolakoğlu Yapı Malzemeleri olarak 1965 yılında başlamış olan NevGroup şirketlerinin, sektörün gelecekteki yönünü belirleyen ürünleri, Türk ve dünya pazarına tanıtma amacıyla 2011 yılında kurulmuş olan uluslararası satış ve pazarlama koludur.
KASIM 2014 - XXI 72
• REFERANS PROJE - ASMA TAVAN VE BÖLME PANEL
Mimari gereksinimlerin değişmesi, yapı ve yaşam kalitesine verilen önemin artması ile yalıtım inşaat sektöründe en önemli kriterlerden biri haline geldi. Grup şirketlerinden, NevPanel tarafından üretilen ve Nevra Yapı tarafından satış faaliyetleri yürütülen DragonBoardTürkiye® magnezyum oksit esaslı yapı levhaları yalıtım gereksinimlerine tek panel ile cevap vererek yenilikçi ve innovatif çözüm önerileri sunar. DragonBoardTürkiye® ABD patentli yalıtım panelleri A1 sınıfı yanmaz özelliğe sahip olmasının yanı sıra, ısı ve ses yalıtımı sağlayan, tamamen ekolojik, su ve nemden etkilenmeyen özellikleri ile birlikte; uygulamalarda yapı alanlarının birim metrekaresine düşen kullanım alanını ve yapım hızını artırır, maliyeti düşürür. Kolay montaj özelliği, hafifliği, dayanıklılığı ve işlenilebilir yapısı ile uygulama esnasında kolaylık sağlar, bina yükünü azaltır ve yeşil bina kriterlerine uygunluğu ile sürdürülebilir bir geleceğe katkı sağlar. www.nevrayapi.com • By Otell, İstanbul • Çolakoglu Tekstil A.Ş., Kütahya • Flame Towers, Bakü • Holiday Inn Otel / Asal Grup, Ankara • Marmara Park, İstanbul • Merter Polis Evi, İstanbul • NewYakacık, İstanbul • Radisson Blue, Kayseri • Rönesans A.Ş., Türkmenistan • Siirt Devlet Hastanesi, Siirt • TAV Yeşilköy Hangar, İstanbul • Torium AVM, İstanbul • Trump Towers, İstanbul • Vertai Otel, Antalya
NURUS Nitelikli tasarımları ile yurtiçi ve yurtdışında birçok özel projeye imza atan lider mobilya üreticilerinden Nurus, yeni ve yenilenen tasarımlarını dünyanın en prestijli uluslararası ofis yönetim ve tasarım fuarlarından olan Orgatec 2014'te ilk kez tanıttı.
KASIM 2014 - XXI 74
• REFERANS PROJE - ASMA TAVAN VE BÖLME PANEL
Nurus, Orgatec 2014 fuarından ziyaretçilerini 9. salonda yer alan 621 metrekarelik standında ağırladı. Nurus'un fuara özel olarak hazırlattığı stant alanı, ziyaretçilere sunduğu farklı çalışma alanlarının deneyimlenebileceği ayrıcalıklı konsepti ile fark yarattı ve büyük ilgi gördü. Bu özel stant alanında ziyaretçilere ofis koltukları özel bölümünden yönetici alanına, ofislerde ortak alanlardan bireysel çalışma alanına yönelik birçok çözüm bir arada sunuldu. Nurus'un yeni ve yenilenen pek çok ürününün ilk kez sergilendiği fuarda, bireysel çalışma alanlarından resmi olmayan ekip toplantılarına zengin bir çözüm sunan Isola panel sistemi de ilgi gören tasarımlar arasında yer aldı. İki farklı yüksekliğe sahip Isola, tekil çalışma masalarını farklı aksesuarları ile zenginleştirirken işlevsel çözümler sunuyor. Açık ofislerde konumlanırken kendi mahremiyetini oluşturan toplantı düzenine imkan sağlıyor. Isola Media Wall, ortak alan mobilyalarının tam karşısına yerleşerek yenilikçi bir sunum alanı oluşturulmasına yardımcı oluyor. Farklı bağlantı prizleri öneren Nuruslinks ise, elektronik cihazlarla iletişimi kuvvetlendirmeye hazırlanıyor. Nurus bekleme alanı mobilyalarından Stone ile oldukça uyumlu halde kullanılabilen Media Wall, ekip çalışmalarını verimli kılmayı hedefliyor. Zengin ürün ailesi ve özgün ürünleri ile Nurus, küçük alanlardan dev toplantı salonlarına, yaşam alanlarının bütünsel değerlendirilmesine yardımcı yeni panel sistemi, yeni çalışma koltukları ve ortak alan mobilyalarının yanında yönetici alanına getirdiği tanım ile liderliğini koruyor. www.nurus.com
TRIMLINE INTERIORS
KASIM 2014 - XXI 76
• REFERANS PROJE - ASMA TAVAN VE BÖLME PANEL
1997 yılında mimarlık hizmetleri amacıyla kurulan ve TRIMline markası altında modüler bölme duvar sistemleri üretimine odaklanan şirket, ürün geliştirme, tasarım, üretim ve montaj ile hizmet vermeye başladı. Ahşap üretim tesisi yatırımıyla beraber özel kurumsal projeler, akustik malzeme çözümleri ve ofis mobilyaları konusunda sektördeki lider kuruluşlar arasında yerini aldı. TRIMline interiors, yurtiçi ve yurtdışında önemli projelerde yer almakta, geniş ve modern ürün skalasıyla özgür, yaratıcı ve fonksiyonel mekanlar oluşturulmasına yardımcı olmaktadır. Eğitim kurumları, havalimanları, genel müdürlükler, alışveriş merkezleri, otel gibi seçkin projelerde çözümler sunmakta, Türkiye’nin önemli mimar ve tasarımcıları tarafından çözüm ortağı olarak tercih edilmektedir.
bp genel müdürlük
türkiye müteahhitler birliği genel merkezi
Kullanıcılara sunulan TRIMline Omega, TRIMline SNAP, Straehle 2000/2300/3400, Sistem T, TRIMline Akustik, T.H.E DOOR Kapı, TRIMline Hareketli Bölme Duvar Sistemleri ile oluşturulan klasik ve ekonomik duvarlar, strüktürel yapışma camlı bölme sistemleri, düşey profilsiz tek ve çift camlı bölme duvarlar, akustik ahşap asma tavan sistemleri, duvar kaplamaları ve hareketli kayar katlanır bölme duvar sistemleriyle mekanlarda sonsuz tasarım seçenekleri oluşturulmaktadır.
b/s/h buyaka ofisleri
taegutec genel müdürlük
www.trimline.com.tr • Apple Türkiye Ofisi • BP Genel Müdürlük • Denizbank Genel Müdürlük • Ernst & Young İstanbul ve Bakü Ofisleri • Ebay & Gitti Gidiyor • Eczacıbaşı Holding İdari Ofisleri Kanyon • Gürcistan Batum Adalet Sarayı • Katar İslamik Çalışmalar Fakültesi Doha, Katar • Medine Uluslararası Havaalanı • Mercedes Benz Türk Genel Müdürlük • Piri Reis Üniversitesi Tuzla Kampüs Binası • Sahibinden.Com Ofisleri • TaeguTec Genel Müdürlük • Türkiye Müteahhitler Birliği Genel Merkezi • Zorlu Holding
vdf - volkswagen doğuş finans
tadım gıda a.ş. gebze genel müdürlük
trımlıne showroom
KASIM AJANDASI 1 Kasım - 14 Aralık
2. İstanbul Tasarım Bienali
“Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil” başlığı altında düzenlenen bienal sergiler, film gösterimleri, geziler, paneller ve söyleşiler
Özel Galata Rum İlköğretim Okulu, Galata, İstanbul
tasarimbienali.iksv.org
Studio-X, Beyoğlu, İstanbul
studio-xistanbul.org
Yıldız Teknik Üniversitesi, Beşiktaş, İstanbul
yildizsanat.org
Özyeğin Üniversitesi, Çekmeköy, İstanbul
ozyegin.edu.tr
kargArt, Kadıköy, İstanbul
www.kargart.org
eşliğinde gerçekleştirilecek.
1 Kasım - 12 Aralık
Air Manifest: Los Angeles, 1955, 1965
İstanbul Tasarım Bienali’ne paralel olarak The International House of Architecture tarafından tasarlanan sergi “Hava Şehirciliği” kavramından yola çıkıyor.
4 - 7 Kasım
Sanatı Yönetmek: Uluslararası Sanat Sempozyumu
Yıldız Teknik Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi tarafından düzenlenen sempozyum “ Sanatı Yönetmek” başlığı altında sanatçı-sanat eseri-sanatsever ilişkilerini ele alıyor.
4 - 6 Kasım
Pikseli Pasla: Bir Katılımcı Tasarım Deneyi
Özyeğin Üniversitesi, Mimarlık ve Tasarım Fakültesi tarafından düzenlenen atölye çalışmalarında katılımcı tasarım süreçleri deneyimleniyor ve sonuçları tartışılıyor.
5 Kasım - 7 Ocak
Kamusal Sanat Atölyesi
Toplam 10 hafta süren atölyelerde mekan-iktidar, iktidarsanatçı, sanatçı-sanat nesnesi ve sanat nesnesi-izleyici üzerinden kamusallık ve kamusal alan inceleniyor.
6 Kasım - 8 Aralık
Solid Air
Defne Koz ve İstanbul’74 işbirliğiyle oluşturulan “oneoffinfitinity” markasının ilk koleksiyonunun sergisi.
6 -8 Kasım
Kentlerin Geleceği Kolokyumu
8 Kasım Dünya Şehircilik Günü kapsamında 38.si düzenlenen kolokyumda kentsel, kırsal mekanlar ve planlama masaya
İstanbul’74 Galatasaray Galeri, istanbul74.com Beyoğlu, İstanbul İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla Kampüsü, İstanbul
itutaskisla.com
İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla Kampüsü, İstanbul
www.eurau.org
Yapı Endüstri Merkezi, Fulya, İstanbul
www.yem.net
Four Seasons Hotel Bosphorus, Beşiktaş, İstanbul
arkimeet.com
Swissotel Büyük Efes, Alsancak, İzmir
solartr.org.tr
Mimarlar Odası İzmir Şubesi, Alsancak, İzmir
embarqturkiye-yasanabilirsehirler.org
Yapı Endüstri Merkezi, Fulya, İstanbul
www.yem.net
İstanbul Modern, Karaköy, İstanbul
istanbulmodern.org
Rönesans Holding Kısıklı Şubesi, Üsküdar, İstanbul
www.ronesans.com/yarisma/
yatırılıyor.
12- 14 Kasım
7. EURAU 2014 Konferansı: “Kompozit Kentler”
European Symposium on Research in Architecture and Urban Design tarafından organize edilen konferansta Caroline Bos, Eric Owen Moss, Murat Güvenç, Murat Tabanlıoğlu, Nuran Zeren Gülersoy ve Wolf D. Prix konuşmacı.
18 Kasım
“Tabuları Yıkmak” söyleşisi
Türkiye’nin ilk mimarlık tarihçilerinden Prof. Dr. Doğan Kuban
KASIM 2014 - XXI 78
AJANDA
ile dinleyicilerin katılımıyla dinamik bir platform oluşturulması hedefleniyor.
19 - 20 Kasım
ARKİMEET 2014
Bu yıl Arkimeet’te küreselleşme, sosyal medya gibi konularla ulusal ve uluslararası birçok konuşmacı eşliğinde paneller ve konferanslar düzenleniyor.
19 - 21 Kasım
SOLARTR 2014
Güneş enerjisi teknolojileri, PV enerji sistemleri gibi konuların konuşulacağı konferanslar İzmir’de düzenleniyor.
20 Kasım
2. Yaşanabilir Şehirler Sempozyumu
EMBARQ Türkiye ve İzmir Kalkınma Ajansı işbirliğiyle düzenlenen sempozyumunun konusu Bisikletli ve Yürünebilir Şehirler.
25 Kasım
Konut Konferansı 2014: Önemli Olan Büyüklük mü?
Massimilliano Fuksas, Charles Renfro ve Urban Think Tank kurucularından Alfredo Brillembourg’un katılacağı konferansta Türkiye’deki konut sektörü konuşulacak.
27 Kasım
13 Şubat (son teslim)
Müzeler Konuşuyor: Konuğumuz Amerika
New Museum’dan Karen Wong ile Julia Kaganskiy, Ideas City
Sürdürülebilir Geleceği Tasarla: Üniversitelerarası Proje Yarışması
Rönesans Holding tarafından düzenlenen yarışmaya
ve New Inc. girişimlerini anlatıyor.
Türkiye'deki üniversitelerin 3. ve 4. sınıf mimarlık ve mühendislik fakültesi öğrencileri ekipler halinde katılabiliyor.