xxi.com.tr
SAYI 104 KASIM 2011 11 TL (KKTC 12 TL)
ÇİNİCİ MİMARLIK İBRAHİM EYÜP M ARTI D MİMARLIK MAD MAXTHREADS ARCHITECTURAL DESIGN MERİÇ KARA NAİL EGEMEN YERCE TAMER NAKIŞÇI
BU DERGİ İÇİN AĞAÇ KESİLMEDİ
EKOLOJİK TASARIM: DUYARLILIKTAN ZORUNLULUĞA Hayriye Eşbah, Gökhan Kodalak ve Mehmet Can Anbarlılar ekolojik tasarımın geçici bir heves olup olmadığını tartışıyor Banu Dökmecibaşı ile Selçuk Avcı da yazılarıyla katılıyor
yaz›larıyla KORHAN GÜMÜŞ OTTO VON BUSCH
XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 104 < KASIM 2011 < ÇİNİCİ MİMARLIK < EYÜP < KARA < M ARTI D MİMARLIK < MAD < MAXTHREADS < NAKIŞÇI < YERCE < EKOLOJİK TASARIM
Y‹RM‹B‹R M‹MARLIK TASARIM MEKAN
Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekân Depo Yayıncılık adına sahibi ve yayın yönetmeni Kuyaş Örs yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@depo.com.tr
EKOLOJİ İLE KENTLEŞME ÜST ÜSTE ÇAKIŞIRSA
endüstriyel tasarım editörü Elif Esmez elif@depo.com.tr sektör editörü Tuğba Demirci tugba@depo.com.tr editör Özge Gürbüz ozge@depo.com.tr reklam müdürü Burcu Hinginar Akıncı okuyucu ilişkileri sorumlusu Manolya Nurgün kurumsal iletişim yönetmeni Mürüvvet Can grafik tasarım Aslıhan Özgen sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin grafik asistanı Ali Çelik web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Depo Yayıncılık Hacı İzzet Paşa Sokak Rota 1 Apartmanı 12/2 34427 Gümüşsuyu İstanbul 0212 251 1811 xxi@depo.com.tr genel dağıtım DPP Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Depo Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.
XXI'in bu ayki sayısında yer alan “Ekolojik Tasarım: Duyarlılıktan Zorunluluğa” adlı çalışma bu alandaki paradigma kaymasına işaret ediyor. Türkiye'de de son yıllarda yeşil bina sertifikası almış yapılarla karşılaşmaya başladık. Pazarlamanın bunu bir araç olarak kullanmaya başlamasıyla birlikte ekoloji de popülerleşmeye başladı. Bu popülerleşmeyle birlikte gelen yeni durumun bir moda akım olarak unutulup gitme ihtimali de var, en nihayetinde pazarlama her gün kendine yeni başka araçlar ediniyor, ekolojiden sıkılıp da onu bir kenara bıraktığında ekolojik yapı üretimi de sonlanabilir. İşte bu nedenle ekoloji meselesine eleştirel bir çerçeve geliştirmek şart, ancak bu sayede ekolojik tasarımın içselleştirilmesi ve sürdürülebilmesi olanaklı. Bu yeni düşünme biçiminin geleceğin mimarlığını belirlemesini bekliyorsak onu piyasa mekanizmalarının pazarlama faaliyetlerine terk edemeyiz.
kentleşmenin iyice ivmeleneceği dönem olacağını hepimiz bugünden kestirebiliyoruz. Dolayısıyla ekolojik tasarımın içselleştirilmesiyle bu kentlerin dönüşebileceği yaşam alanları için çok yenilikçi fikirler üretmek olanaklı. Burada kastedilen yalnızca ormanların, yeşillerin bolca olduğu kentsel peyzajlar değil, insanlara sunulan gerek mimari gerekse kentleşme anlamında daha kaliteli yapılı çevreler. Kentleşmeyle ekolojinin üst üste çakışmasıyla ortaya çıkabilecek ortamları hayal etmek bile güzel. Düzeltme: XXI'in Ekim 2011'de yayınlanan 103. sayısında, sayfa 97'de yer alan Âli Doruk'un özgeçmişi yanlış basılmıştır. Düzeltir, özür dileriz. Âli Doruk: 1969 yılında İstanbul’da doğan Âli Doruk, Özel Kalamış Lisesi’ni bitirdikten sonra Bilkent Üniversitesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü’nde İç Mimarlık eğitimine başladı. 1990 yılında Harvard University G. School of Design’da Mimarlık programını tamamladıktan sonra, 1996 yılında Parson’s School of Design’ın İç Mimarlık Bölümü’nden (BFA) mezun oldu. Âli Doruk,
Kentleşmenin hızla arttığı bir dönemde doğadan, çevreden, ekolojiden söz etmek tuhaf görünüyor olsa da kentler ekolojik çevreler oluşturmak için en elverişli alanlar. Kentin sağladığı enerji yoğunluğunun avantajları bir yana, kirliliğin kontrol edilebilir bir büyüklük içinde gerçekleşmesinin sunduğu olumlu yönler de yok değil. 21. yüzyılın
Türkiye İç Mimarlar Odası üyeliği ve yedek üyeliği gibi görevlerde bulunuyor ve 1997 yılında kurduğu NET Mimarlık’ta iç mimari çalışmalarını sürdürüyor.
XXI
güncel 8 güncel
10 küçük müdahaleler / otto von busch
Alt Sınıflar Zanaat Yapabilir mi?
18 soru işaretleri / korhan gümüş
Yeni Alametler
34 EKOLOJİK TASARIM: DUYARLILIKTAN ZORUNLULUĞA
KASIM 2011 - XXI 2
İçİndekİler
Belli ki ekoloji ile ilgili davranışlarımızda bir paradigma kayması yaşıyoruz. Bu yeni durum içinde Türkiye'nin nasıl konumlanacağını tabi ki bu süreç içindeki aktörler belirleyecek. Gökhan Kodalak, Hayriye Eşbah ve Mehmet Can Anbarlılar ile bir masa etrafında toplanıp ekolojik tasarımın geleceğin kentlerini belirleyen bir parametre mi, yoksa geçici bir heves mi olduğunu konuştuk. Bu tartışmaya, Greenpeace'den Banu Dökmecibaşı'nın ve uzun yıllardır ekolojik yapılar tasarlayan mimar Selçuk Avcı'nın yazıları ile ekolojik tasarım üzerine yaptığımız anket de eşlik ediyor.
proje 44 BÜTÜNLEŞTİREN TASARIM
Sürdürülebilir kentsel planlama anlayışıyla şekillenen proje, doğal ve yapay alan kullanımları arasındaki ilişkiyi anlamlı hale getirip taşıyarak kentteki değişim sürecine dair görüntüleri de yansıtıyor.
48 KUM TEPESİ
İç Moğolistan’da Gobi Çölü’nün ortasında konumlanan Ordos Müzesi, bir kum tepesini andıran geometrisiyle mevcut kentsel gelişime karşıt bir fikir öneriyor.
56 AVLUYA SARILI EĞİTİM
68 HAM ÜRETİM
Çinici Mimarlık tarafından tasarlanan Astana'daki Haileybury Okulu'nda kentin bağlamsızlığına bir çözüm olarak içe dönük bir kurguyla avlulu bir tipoloji benimsenmiş.
Nail Egemen Yerce tarafından tasarlanan Orfis Showroom’u, markanın daha önceden üretim yeri olarak kullandığı bir mekanın mağazaya dönüştürmesiyle ortaya çıkmış.
62 KENDİ AYAKLARı ÜSTÜNDE
72 sADECE BİR “KLİK”
Zeytinalan'da aynı özellikleri farklı yorumlarla yoğurarak kişiselleştirilmiş mekanlar sunan Olive Park Evleri, topoğrafyaya uyum sağlayarak doğadan da yararlanıyor.
Klik firması için gerçekleştirilen Tamer Nakışçı tasarımı 1 ile Meriç Kara tasarımı Loom; kullanıcılara farklı fikir ve malzemeyle kurgulanmış, alışılagelmiş halı anlayışının dışında bir deneyim sunan iki yeni ürün. Her ikisi de bu alanda yaratıcı ve deneysel bir bakış açısına sahip çalışmaların olabileceği konusunda yol gösterici.
ürün 76 ürün haberleri 82 MUTFAKTA KEYİFLİ ZAMANLAR İçİndekİler
84 YÜKSEK YAŞAM 66 YENİDEN DOĞAN
KASIM 2011 - XXI 4
İntema Mutfak tarafından üretilen Solido serisi yalın ve düz hatlara sahip. Seriyle ilgili sorularımızı İntema Mutfak Pazarlama Yöneticisi Nilay Turan Gören yanıtladı.
İstanbul Beylerbeyi'nde yer alan eski bir konutun İbrahim Eyüp tarafından gerçekleştirilen yenileme projesiyle, yapının yaşam alanları yeniden boyutlandırılırken, çekirdek konumunun değiştirilmesiyle boğaz manzarasından en iyi şekilde faydalanması sağlandı.
İç aydınlatma tasarımı New Yorklu Fisher Marantz Stone tarafından yapılan, dünyanın en yüksek binası Burj Khalifa'da Philips Dynalite akıllı aydınlatma kontrol çözümleri kullanıldı.
86 ENERJİ EVİ
“Plus Energy House with Electromobility” projesi, giderek artan enerji ihtiyacı karşısında geleceğin konutlarının nasıl bir davranış sergileyeceğini göstermek üzere düşünülmüş konsept bir tasarım.
88 OTOMASYON SİSTEMLERİ REFERANS dosyası
96 Ajanda
Kale Endüstri Holding Modern Elektronik Schüco
L BİÇİMİNDE Kompleks Trabzon Gülbaharhatun Mahallesi'nde yer alan eski Tekel bina kompleksinin yeniden düzenlenerek kente kazandırılması amacıyla 2006 yılında Trabzon Belediyesi tarafından düzenlenen mimari proje yarışmasında birincilik ödülünü Ozan Öztepe ve ekibi kazandı. Tek kademeli olarak açılan yarışmada birinci seçilen proje, 2010 yılı Ekim ayında tamamlandı.
KASIM 2011 - XXI 8
güncel
Tarihi Tekel fabrikası, idari bina ve lojmanlardan oluşan komplekse yeni bir işlev kazandırarak alanın canlandırılmasını hedefleyen proje, aynı zamanda Trabzon kentinde ikinci bir merkez olarak düşünülen bu alana katkı sağlamayı da amaçlıyor. Bu doğrultuda üç önemli konu tasarımda yönlendirici oldu; çevresel veriler, yapı grubunun koruma ölçütleri ve Trabzon'a değer katacak çağdaş tasarım anlayışı. Projede yer alan alışveriş merkezi, tarihi Tekel binasının dış kabuğu korunarak iç mekanın yeniden tasarlanmasıyla elde edildi. Tarihi surların yanında konumlandırılan belediye hizmet binasının tasarımında ise çağdaş anlayışla tarihi değere saygının birleştirilmesi düşüncesinden yola çıkıldı. Tarihi surlara ve Tekel binasına gabari olarak uyan, malzeme ve doku
olarak da alana yakışan, aynı zamanda Trabzon'u temsil edecek niteliğiyle kente bir dinamik getirecek bir belediye hizmet binası tasarlandı. Yapıya tarihi sur kapısından girildiğinde meclis salonu şeffaf ve dikkat çeken kütlesel varlığıyla gelenleri karşılıyor. Aynı aks üzerinde geniş bir saçak yapıyı içine alıyor ve ince çelik kolonlarıyla zarif bir duruş sergiliyor. “L” şeklinde planlanan yapının diğer kolu surlara dönüyor yapının şeffaf camları surları yansıtıyor. Yapının “L” formu meclis salonu kütlesiyle son bulurken karşısında yer alan çok amaçlı salonun konumu doğal bir iç avlu yaratıyor. Saçak vurgusuyla başkanlık girişi öne çıkartılıyor ve bununla birlikte belediye çalışanlarına ayrılan bölüm Karadeniz ve Boztepe'nin manzarasına bakıyor. fotoğraflar: Ozan Öztepe
proje adı: Trabzon Belediyesi Hizmet Binası yeri: Atapark / Trabzon işveren: Trabzon Belediyesi ana yüklenici: Varlıbaş Holding mimarlık ofisi: MTF Proje Mimarlık tasarım ekibi: Ozan Öztepe, Derya Ekim Öztepe yardımcı mimarlar: Deniz Çubukçu, Betül Karanfil proje yöneticisi: Turgay Çepni statik proje: Feyzi Marzioğlu elektrik proje: Esan Mühendislik mekanik proje: Akım Mühendislik iç mekan tasarımı: MTF Proje peyzaj projesi: PTM yapım yılı: Ekim 2008 - Ekim 2010 arsa alanı: 6.000 m2 inşaat alanı: 25.000 m2
Alt sınıflar zanaat yapabilir mi? Ünlü bir makalede Hintli kuramcı Gayatri Chakravorty Spivak söz hakkı olmayan alt sınıflar, toplumun en dibindeki sosyal ve politik olarak bastırılmış özneler hakkında kuvvetli bir beyanda bulunmuştu. 1988'de yayınlanan ve “Alt sınıflar konuşabilir mi?” başlığını taşıyan bu makale, postkolonyal kuramın mihenk taşlarından biri haline geldi. Spivak'ın bu yazısı, Batının “öteki” (ki buradaki “öteki” Avrupalı olmayan öznelerdir) kuramını ve “öteki”ye bakış açısını bozmayı ve parçalarına ayırıp yeniden kurmayı önerir. Spivak'ın yönelttiği esas soru şudur: Kendi sesleri özellikle bastırılırken alt sınıfların gerçekliği adil bir şekilde tartışılabilir mi?
KÜÇÜK MÜDAHALELER
Spivak'ın metni yalnızca resmi simgesel sistemleri ve yalnızca metin ve dilden ibaret bir gerçekliği incelediği için eleştirildi. Dahası, alt sınıfların seslerinin bastırıldığını söylerken onların üretiyor olduğu diğer işaretleri deşifre etmeye yeltenmemişti bile. Bir akademisyenin bir metni gerçekliğin en iyi aynası olarak görmesi affedilebilir, ancak diğer insanların çoğunluğu için gerçeklik, birçok farklı biçimde kendini ortaya koyar.
KASIM 2011 - XXI 10
Spivak'ın beyanının çağrışımlarıyla son birkaç onyılda sosyal tasarımla ilgilenen tasarımcılar çoğunlukla yoksulların ya da alt sınıfların sesi olmaya çabaladılar, belki daha çok Brezilyalı eğitmen Paulo Freire'nin Ezilenlerin Pedagojisi kitabının etkisiyle. Bazen bu yaklaşım meyve verebilir ve tasarımcılar olarak bizler önceleri bastırılmış, susturulmuş ya da dile getirilmemiş konulara değinen projeler yapabiliriz. Sosyal yaralara sahip marjinal gruplar, tasarımcıların onları sosyal haritalara işaretlemesiyle görünür hale gelebilir ve böylelikle sorunları da görünür olur. Ortaklaşa tasarlanan bazı projelerde yerel bir ürün yaratıyor ve üretiyoruz ve de aramızdaki işbirliğinin öyküsüyle yaşadığımız muhteşem şeyleri anlatıyoruz. Yerel zanaatın satılması ve böylelikle paranın topluluğa geri dönmesi için yollar bulabiliriz. Böylesi küçük gelirlerle çocuklar okula gönderilebilir, sokaklar tadil edilebilir, bir park kurulabilir ya da tasarımımızla üzerine bastığımız konuya dair bir hayır işi yapılabilir. Tasarım dilsiz bir konuya ses verebilir; dahası alt sınıf kendisi konuşamıyor olsa dahi onun sesi projenin hikayesiyle birlikte duyurulabilir. Belki birileri karanlıktaki çığlıklarını duymuştur.
OTTO VON BUSCH TASARIMCI
Ama sorun hala ortada. O çığlık koca bir sessizlik okyanusu içinde kısa bir ses sadece. Diyelim ki bir anlığına bir ses çıkardık, peki sonrasında ne olacak? Bu meseleye Paulo Freire'nin perspektifinden yaklaşacak olursak: Alt sınıflar arasında konuşma ya da okuma-yazma eğitiminin verilmesine nasıl yardımcı olabiliriz? Bu aynı zamanda şu anlama da geliyor: Projelerimiz uzun süreler boyunca nasıl daha dürüst olabilir ve sosyal meselelere uzun soluklu bir
perspektifle yanıt verebilir? Öznelerin konuşmalarını istiyorsak onların kendileri namına konuşmalarına nasıl yardımcı olabiliriz? Eğer insanlara geçici olarak yardım edersek, biz onları bıraktıktan sonra daha fazla risk altında olmazlar mı? Yerel güç dengelerini altüst etmiş ve yardımcı olmak istediğimiz toplulukta düşmanlığı kışkırtmış olmayacak mıyız? Daha materyalist bir çerçeveden bakacak olursak ilk paralarını kazanmalarını sağladıktan sonra borca ya da ev kredilerine girmeyecekler mi? Yerel güruhun ilgisini çekmeyi başarabilecek miyiz? Tasarımcılar olarak arabuluculuk konularını yeniden ele almalıyız. Bunu yapmak için de “eylemin olduğu yerde”bulunmaktan vazgeçip geçici problem çözücülerdense uzun dönemli eğitmenlere nasıl dönüşebileceğimizi araştırmalıyız. Eğitim gerçekten de tasarımcıların meselesi mi? Hayır, bu şart değil; öncelikli olarak eğitmenlerin meselesi. Ama ciddi bir şekilde stratejik ve bütüncül bir yaklaşım geliştirebilirsek mesleğimizin uzun süreli uygulamaları konusunda daha dürüst olabilir miyiz? Daha iyi öğretmenler haline gelmemiz gerekecek mi? Son birkaç onyıl boyunca geliştirme çalışmalarının çoğunluğu ezilmişlerin sesini duyurmak ya da onlara hizmet sunmaktan yoksullara güç kazandırılması ve onların geliştirilmesine kaydı. Büyük projelerle olmayacak hayaller peşinden koşmaktansa tabandan, köklerden kurulan birlikte yaratım pratikleri, zenginlerin sofralarındaki kırıntıları yoksullara vermenin ötesine geçen geliştirme projeleri öne çıkmaya başladı. Bu meseleye tasarım topluluğundan gelen bir yaklaşım da sosyal inovasyon. Bu yaklaşımda tasarımcılar, topluluklar içindeki yerel zanaat ya da sosyal hizmetler kapsamında küçük işletmeler kurarak belirli sosyal grupların girişimlerini büyütmelerine yardımcı oluyorlar. Örneğin, sosyal inovasyonun güçlü savunucularından İtalyan tasarım kuramcısı Ezio Manzini bu yaklaşımı, bir topluluk içindeki mevcut değerlerin yaratıcı bir şekilde yeniden düzenlenmesi ve geliştirilmesiyle ortaya çıkan bir değiş tokuş süreci olarak tanımlıyor. Amaç, daha geniş sosyal mücadelelere ve değişikliklere yol açabilecek çözümlerin ve iletişim programlarının birlikte yaratılması. Tasarımcılar genellikle, yerel toplulukların fikirlerini ve zanaatlerini geliştirme ya da yeniden düzenleme rolüne soyunuyorlar, süreçleri başlatma ya da fikirlerini ve tasarımlarını dayatma rolüne değil. Motivasyonun ve ana değerlerin yerel topluluğun kendisinden gelmesi gerekiyor ki projeyi ve sonuçlarını sahiplensinler ve tasarımcılar orayı terk ettikten sonra dahi projeyi yürütebilecek becerilere ve hevese haiz olabilsinler. Ama yoksulların sahip oldukları değerler yeniden düzenlenirken sesleri çıkmayan topluluklarla yaşadığımıza benzer bir sorunla karşılaşıyoruz. Biz onların zanaatleri ya da fikirlerini geliştirirken onları kendi kendilerine güç kazandıkları o en kuvvetli deneyimden mahrum bırakmıyor muyuz? Arts & Crafts pratiğimizden gelme tasarım geleneğimizde, pratiğin özgünlüğünün ispatı olarak topluluğun fikirlerine değmememiz gerek. Bunun yerine basit
KÜÇÜK MÜDAHALELER
Biraz özeleştiri yapacak olursak, ötekilerin zanaatleri ve geleneklerini fazlasıyla romantikleştirmiyor ve bir yandan da gerçek tasarım işini kendimize saklamıyor muyuz? Otantikliklerini yüceltiyoruz ama bir yandan da fikirlerin ürünlere ya da kara dönüşmesi için gerekli disiplini, kontrolü ve bağlantıları kendimize saklıyoruz. Bu yolla, ikili oynuyoruz; hakiki zanaati ararken bize yabancı zanaatleri egzotikleştiriyoruz, diğer yandan da kendi pratiğimizde böyle bir şey olduğunu inkar ederek mesleğimizi sığlaştırıyoruz, bir yandan da ona güç katıyoruz. İlgi alanlarımızı ya da amaçlarımızı projelerle tanımlamıyoruz ama fedakar bir görünüme bürünüyoruz. Kendi yaratımlarının sahipliğini yitirmemeleri adına fikirlerimizi ezilmişlere dayatmaktan çekindiğimiz için onları tasarım sürecindeki en kıymetli deneyimden, yani kendi kendini geliştirme ve övgüyle söz edilme sayesinde güç kazanma süreciden mahrum bırakıyoruz. Bizim sosyal tasarıma katkımız belki de onların gönlünü çalacak gerçek bir zanaat ürünü ortaya koymakla gerçekleşecektir. Sosyal tasarım ve gelişimle haşır neşir olduğumuz sürece zanaat pratiğini sosyal inovasyonun bir parçası olarak ele almak dahil, tüm bakış açıları konusunda daha eleştirel olmak zorundayız. Eğer ezilmişler ve alt sınıflarla ilişkileneceksek, sözü edilmeyen kendi yöntemlerimizi ve bakış noktalarımızı da sorgulamalı ve nihayetinde de işbirliği yapıyor olduğumuz insanlara şu soruyu yöneltmeliyiz: Alt sınıflar zanaat yapabilir mi?
DEED (Development and Empowerment through Entrepreneurship and Design) Studio'nun Kolombiyalı zanaatçılarla birlikte gerçekleştirdiği projenin Parsons School of Design'daki sergisinden bir kare
11 XXI - KASIM 2011
bir şekilde pratiklerini geliştirmelerine yardım ederiz; sessiz bilgi birikimlerine tercüman olur, ayrı duran üretim, perakende, iş geliştirme, gelirin sürekliliğini sağlama becerilerini ve etkinliklerini birleştiririz. Ama bu süreç içindeki en kıymetli tasarım ve emek de bu geliştirme sürecinin kendisi değil mi? Eğer yoksulların güç kazanmalarını istiyorsak, burada geliştirilmesi gerekenin “özgün” fikirler ve tasarımlardansa peşine düşülmesi gereken güç olması gerekmez mi?
HAREKETLİ SABİTLER Ankara Galeri Nev'de 7 Ekim - 12 Kasım tarihleri arasında izlenebilecek olan Mehmet Koyunoğlu sergisi, sanatçının 10. ölüm yıldönümü anısına düzenlenen bir retrospektif. Ankara Galeri Nev 2011-2012 sezonunu Eylül 2001’de kaybettiğimiz Mehmet Koyunoğlu’nun 10. ölüm yıldönümü anısına düzenlediği sergiyle açtı. Sergide, Koyunoğlu ailesi tarafından korunan ve bazıları ilk kez sergilenecek olan desenler ile kayrak ve granit taşları üzerine yaptığı akrilik boyamalar yer alıyor. Sergi ayrıca Koyunoğlu’nun sanatının merkezinde yer alan gravürlere; renk denemeleri, ilk baskılar, basılmış eserler üzerinde el ile çalışmalar ve benzeri “belgesel” malzeme eşliğinde yer veriyor.
KASIM 2011 - XXI 12
güncel
İşlerini daha iyi anlamak adına Hüseyin B. Alptekin'in Mehmet Koyunoğlu'nun Galeri Nev'deki daha önceki bir sergisi kapsamında Kasım 1996'da Arredamento Dekorasyon'da kaleme aldığı, Detay Fetişisti Olarak Sanatçı yazısından bir kesit aktaracak olursak:
“Mehmet Koyunoğlu’nun resimlerinde hareket ve durağanlık üzerine kurulan çeşitlemeler vardır. Hareket, hız ve üst üste binmiş katmanlar taşıyan resimlerinde, sanatçının resmin içinde bir iç müdaheleye girme isteği teknik bir yetkinlikle niyet düzleminden çıkar. Sanatçı teknik ve spontan bir hızla açtığı iç perspektifte gezinirken resmin içine girme isteği, resmin içinden, hatta resmin arkasından bakma isteği gerçekleşir. Boyama tekniğinin dinamizmi resmin konusunda insanlar ve nesneler üzerine bakanı çok anlamlılığa açılan yanılsamalara ve farklı bakma biçimlerine götürür. Hareketli resimler döngüsel olmakla birlikte, resme bakan resme kendinden zaman kipleri atfedebilir. Oysa sanatçının durağan resimlerinde bir zamansızlık
hissine varılır; zaman ya asılı kalmıştır ya da sonsuz ve hep aynı yerde durur. Statik resimlerinin kimilerinde mekanik bir kinetiğin saklı durduğuna da tanıklık edebiliriz. Bu resimlerde kendinden devir daimle çalışan mekanik diyebileceğimiz düzenekler sonsuza kadar aynı hareketi yinelemeye mahkum edilmiş bir zamanda durur kalırlar. Bu hareket içinde bir hareketsizlik sekansıdır; aynı zamanda atalet içinde saklı hareketi resmeder. Bu aykırı kurguyu M. Koyunoğlu geometrisi görsel boyutlar kurarak sağlar.” Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitiren Mehmet Koyunoğlu, 1983 yılında Paris École Nationale des Beaux Arts’da Iscan atölyesine kabul edildi; aynı yıl Galerie Philippe Fregnac’ta ilk sergisini açtı. 1990-91
yılları arasında Belçika’daki Fondation René Carcan’da gravür eğitimi aldı. Aynı yıl Japonya’da düzenlenen Kanagava Bienali’ne davet edildi. 1992 yılında Paris Leblanc atölyesinde hazırladığı “Çiçeğin Tutkusu” başlıklı gravür dizisi Galeri Nev, Galerie Tete D’or (Brüksel) ve Galeri Artimex’te (Düsseldorf) sergilendi. 1996, 1997 ve 2000 yıllarında İstanbul ve Ankara Galeri Nev’de sergiler açtı. Akademi’deki öğrencilik yıllarında Hürriyet Gösteri dergisi için illüstrasyonlar çizen ve daha sonra bir şiir kitabı da desenleyen Mehmet Koyunoğlu, 2000 yılının yazında XXI Mimarlık Kültürü dergisi için desen ve grafik çalışmaları yapmaya başladı ve çok geçmeden yine aynı dergide, Hasan Kuruyazıcı’nın metinlerini yazdığı “Geçmiş, Bugün” adlı bölümün düzenli illüstratörü oldu.
KARAYOLUNDA YEŞİL BİNA Arkizon Mimarlık'ın Demirdöküm'ün Bozüyük tesisi için tasarladığı yapı, kesintisiz bir alan kullanımı sağlarken sürdürülebilirlik hedefleriyle de göze çarpıyor. Demirdöküm, yenilediği konseptini mağazalarında uyguladıktan sonra, Bilecik Bozüyük tesislerini yeni kimliklerine uygun bir biçimde düzenlemeyi hedefledi. Demirdöküm’ün Bilecik-Eskişehir Karayolu üzerinde bulunan Bozüyük tesislerinin yenileme projelerini ve bu arazi üzerinde yapılması planlanan bir showroom binasını içeren bu projenin konsepti ‘develop, dynamize, design’ (3D - geliştirme, dinamikleştirme, tasarlama).
KASIM 2011 - XXI 14
güncel
Projeye, tesisin Bilecik-Eskişehir Karayolu girişinin tasarımıyla başlandı ve bu tanımsız alan bir arayüz olarak ele alındı. Showroom binası ile bu alanı daha canlı kılan farklı işlevler bu arayüze yerleştirildi. Brüt alanı 1.150m2 olan proje, başta galeri olmak üzere, konferans alanı, fuaye ve kafe gibi işlevleri içinde barındırırken kesintisiz bir hareketle üçüncü boyutta dinamik mekanlar oluşturuyor. Sürdürülebilir mimarlık temasını da işleyen proje, gerek kullanılan malzemeleriyle, gerekse doğal havalandırma, yeşil çatı ve yağmur suyu toplama sistemi gibi tasarım kararlarıyla yeşil bir bina olmaya aday.
güncel
işlev şeması
en kesitler
vaziyet planı proje yeri: Bozüyük, Bilecik işveren: Demirdöküm tasarım ekibi: Emin Balkış, Elvan Çalışkan, Volkan Taşkın yardımcı mimar: Esma Çetin, Ahsen Gür, Ali Önalp mimarlık ofisi: arkiZON Mimarlık proje tipi: Diğer Ticaret Yapıları yapım türü: Betonarme, çelik engelli erişimine uygunluğu: Evet kapalı alan: 1.150 m2 proje tarihi: 2011-… yapım tarihi: Sürüyor
boy kesit
zemin kat planı
15 XXI - KASIM 2011
ekolojik sistem şeması
YENİ ALAMETLER Birkaç gün önce UNESCO Dünya Miras Komitesi toplantısında alınan karar doğrultusunda Haliç Metro Köprüsü'nün projesini denetlemekle görevlendirilen Ürdün'lü uzman Moawiyah İbrahim'in açıklaması basında yer aldı (Radikal, 14 Ekim). Bu UNESCO uzmanının belediye yetkilileri ve projeyi geliştiren mimarla yaptığı görüşmeler sonucunda yaptığı açıklama şöyle: "İstanbul'un trafik sorunu dikkate alındığında bu köprünün yapılması lazım. Köprüye karşı çıkmak doğru değil. Yaşanan gelişmeler sonucunda şu anda köprünün tarihi çevreye verdiği zarar en aza indirilmiş durumda..." Dikkatinizi çekmek isterim: UNESCO uzmanı köprünün yapılmasının gerekli olduğunu söylüyor. Demek ki hala "buraya köprü möprü olmaz, yüz milyonlarca lira harcanan metro tünellerini tavuk kümesi, soğuk hava deposu falan yapalım, çok daha mantıklı olur" diyen birtakım sivri akıllılar var. Bunlar o kadar etkili ve yetkili yerlerdeler ki onlar yüzünden yaklaşık on yıldır köprü yapılamıyor. (Bu arada kurul kararı olmadan vatandaşın evine bir çivi bile çakamadığı bir SİT alanında proje onayı olmadan kilometrelerce tünellerin nasıl kazıldığı benim için özel bir merak konusu.)
KASIM 2011 - XXI 18
SORU İŞARETİ
UNESCO tarafından görevlendirilen yetkili bir uzmanın bu önemli bilgiyi İstanbullularla paylaşması son derece önemli. Ama bu projenin kendisinden öğrendiğimiz çok önemli bir bilgi daha var: Mimarlığın çevreye verdiği zararlı etkiler nasıl azaltılır, hatta nasıl en aza indirilir? Bu süreçte yetkililerle görüşülmüş, köprüyü tasarlayan ekiple çeşitli fasılalar halinde çeşitli toplantılar yapılmış ve sonuçta köprünün çevreye olan zararlı etkileri azaltılmış... İşte bu uzmanın görevinin bu boyutu İstanbul'da en çok eksikliği duyulan bir şey olmalı. Bu her şeyden daha önemli. Çünkü İstanbul'da çok şükür binlerce zayıflama uzmanı, diyetisyen, pratisyen, detoksçu falan var ama ne yazık ki mimarlığın zararlı etkilerini azaltacak uzman yok. Bu konunun üzerinde ehemmiyetle durulması ve mimarlık fakültelerinde mutlaka "mimarlığın zararlı etkilerini azaltmak" için yeni bir anabilim dalı ya da branşı oluşturulması gerekli. Mimarlık eğitiminde bu bilim dalının olmaması nedeniyle İstanbul ne hale geldi. Nitekim "iyi olacak hastanın doktor ayağına gelir” misali, mimarlığın bu boyutu üzerinde ihtisas sahibi bir kişinin İstanbul'a gelmesi ve projenin çevreye olan zararlı etkilerini en aza indirmesi çok sevindirici. ***
KORHAN GÜMÜŞ
İkinci konu şu Divan Oteli hakkındaki tartışma. Cüneyt Özdemir 16 Ekim tarihli Radikal'de büyük bir hayal kırıklığına uğradığını söyledi. Koç Grubu oteli yenilerken bir Türk mimara başvurmak yerine gitmiş bir Fransız mimarı (Thierry Despont) tercih etmiş. Yazıda yer alan sözler şöyle: "Sonuç tek kelime ile felaket! Hatırlarsanız The Marmara tarihi kafesini yenilemeye kalktığında yine oryantalist bir mimara teslim etmiş, sonra kafe öyle bir batmıştı ki... Turist gibi bir şehre gelip, o şehirdeki zamanın ruhunu algılamadan
yapılan binalardan kimseye hayır gelmediği ortada. Türk sermayesinin dışarıdan ithal mimar arayacağına, kendisini Türk mimarlara emanet etmesinin zamanı geldi de geçiyor bile...." Bu iki örnekten (The Marmara, Divan) Özdemir'in çıkardığı sonuca göre bu kentte proje yapan yabancı mimarlar oryantalist. Ama Özdemir yerli mimarlar konusunda çok iyimser. Ona göre (çok şükür) Türk mimarlar arasında oryantalizmden muzdarip olanlar yok. Gene de benim içimde kuşkular var: Peki yarışma sonucu yapılan İMÇ'yi yıkıp yerine o uyduruk Osmanlı konaklarını yapmak isteyenler, o kazuletten de beter Demirören binasını tasarlayanlar, Sütlüce'deki mezbahayı yıkıp bizim paramızla o uyduruk kongre merkezini yapanlar hep yabancı mimarlar mıydı? Yoksa Tarihi Yarımada planlarında "burada çağdaş mimarlık olamaz" diyenler, sokaklarında dolaşan şerbetçileri hayal edenler Paris Belediyesi'nin mimarları mıydı? *** Gelelim üçüncü konuya: Son olarak 17 Ekim tarihli Taraf'ın ön sayfasında manşet olan İstanbul'un silueti ile ilgili tartışmadan, "İstanbul Sahipsiz Değil" hareketinden söz etmek istiyorum. Hani şu Zeytinburnu'ndaki gökdelen inşaatlarına karşı İstanbul'un silueti tartışmasını başlatan inisiyatiften. "Başbakan'ın başmimarı o gökdelene karşı" başlığı ile yer alan haber yeni bir gelişmenin de öncüsü gibi gözüküyor. "İstanbul Sahipsiz Değil" adı altında örgütlenen birtakım duyarlı kişiler "İnsafa Çağrı" başlığı altında bir bildiri hazırlamışlar. Gazeteye göre bu bildirinin imzacıları arasında "Başbakan Erdoğan'ın Başmimarı" diye bilinen AKP genel merkez binasının, İstanbul'daki İDO iskelelerinin de mimarı olan Hilmi Şenalp ve Dışişleri Bakanı'nın eşi Sare Davutoğlu da varmış. İçlerinde tahmin edilebileceği gibi bugünkü iktidara yakın olan kişiler var ama yönetimi eleştirmekten sakınmıyorlar. Tıpkı rahmetli Turgut Cansever gibi zihinleri ve fikirleri açık, söylediklerini geniş bir düşünce imbiğinden damıtarak söylüyorlar. Bu hareket acaba geçmişteki sol harekette olduğu gibi sermaye odaklı dönüşümün aktörleri olan star mimarlara karşı yeni bir meslekçi elitist refleksten mi besleniyor, yoksa söyledikleri gibi daha mı kapsayıcı? Bunu zaman içinde göreceğiz. Dikkat ederseniz şimdilik Zeytinburnu'ndaki Mensucat Santral arazisinin TMSF'ye devredilmesinden sonra bir özel kuruluşa satılmasını, satın alan yatırımcı tarafından imar planın yapılmasını sorun eden, mimarlığın yatırım odaklı bir işlev görmesine bir itiraz yok. Tartışmalar ne zaman başlıyor? Diğer örneklerde de olduğu gibi proje tamamlandıktan, inşaat yükseldikten sonra! Peki bu bilgisayar destekli tasarım çağında hiç mi proje modellemesi yapılmadı ve bu yüksek yapıların İstanbul'un siluetine gireceği fark edilmedi? Ama gene de bu inisiyatifin başlattığı tartışma önemli. Belki ileride kent odaklı bir politikanın geliştirilmesi için de bu duyarlılık daha yapısal konulara el atabilir. Büyük ihtimalle yeni bir İstanbul duyarlılığının doğuşuna tanık oluyoruz. Bu duyarlılık "Yeni Osmanlıcı" tınılar içeren bir söyleme sahip olsa da sanki daha bir kent odaklı. Şimdi iktidarı ve muhalefeti ile İstanbul'un sahipleri değişiyor. Bu gelişme de belki bunun bir işareti olmalı.
BEHRUZ ÇİNİCİ'YE VEDA Türkiye ve yurtdışında birçok önemli projeye imza atan mimar Behruz Çinici 18 Ekim Salı günü hayatını kaybetti. Birçok önemli yapısıyla Türkiye mimarlık tarihinde yer edinen Behruz Çinici, 79 yaşındaydı.
1932 yılında İstanbul'da doğan Behruz Çinici, 1954 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nden mezun oldu. 1954-1961 yılları arasında aynı fakültenin Şehircilik Kürsüsü'nde asistan ve İTÜ Maçka Teknik Okulları'nda öğretim görevlisi olarak çalıştı. İlk atölyesini 1954 yılında Ayhan Tayman'la birlikte İstanbul'da kurdu. 1956'da Enver Tokay, Hayati
Tabanlıoğlu ve Ayhan Tayman ile beraber katıldığı Erzurum Atatürk Üniversitesi Kampüsü Planlama Yarışması'nda birincilik ödülünü kazandı. 1957'de Ayhan Tayman ile Ankara Petrol Ofisi Yönetim Binası, 1958 yılında Enver Tokay ve Teoman Doruk ile Ankara Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ve 1959 yılında İstanbul Eminönü Çarşı Merkezi ve Ofis Kompleksi yarışmalarında birincilik ödülünü kazandı. Bu projelerden DSİ Genel Müdürlüğü yapısı dışında tümü uygulandı. 1960 yılında Altuğ Çinici'yle çalışmaya başlayan Behruz Çinici, 1961 yılında ODTÜ Kampüsü yarışmasını kazanmalarının ardından 1962'de atölyesini Ankara'ya taşıdı. Bu tarihten sonra 1980'e kadar ODTÜ Kampüsü yapılarını tasarladı. Ayrıca katıldığı çeşitli yarışmalardan 23'ünde, yedisi
birincilik olmak üzere çeşitli ödüller kazandı. Aynı yıllarda gerçekleştirdiği çok sayıda proje arasında Ankara Fen Lisesi Kompleksi (1963-1965), Burhaniye Artur Sitesi (1969), 3000 konutluk Çorum Binevler Sitesi (1971), Ankara İran Elçiliği İlkokul Binası (1975-1976), Güllük Tatil Köyü (1977), Doğan Tekeli ve Sami Sisa ile birlikte Sefer Ağa sanayi çarşısı (1976-1980) ve TBMM Halkla İlişkiler Binası ile Milletvekili Sitesi (1978-1980) yer alıyor. Aynı yıllarda Can Çinici'yle, Meclis Camisi olarak bilinen TBMM Meydan - İbadet - Kitaplık Kompleksi'ni tasarladı. 1980'li yıllarda Ankara'daki atölyesinin yanı sıra İstanbul'da da bir atölye kuran Behruz Çinici, çalışmalarını ağırlıklı olarak burada sürdürdü. İstanbul'da imza attığı pek çok bireysel yapının dışında önemli projeleri arasında; 1987 yılında ikincilik ödülü kazandığı Taksim Meydanı Uluslararası Yarışması ve aynı yıllarda gerçekleştirilen Naciye Sultan Sitesi, Soyak Sitesi ve Salacak'ta bir restorasyon projesi sayılabilir. Yurt dışında da çeşitli projeler gerçekleştiren Çinici'nin Libya ve Suudi Arabistan'da uyguladığı tatil köyleri, toplu konut siteleri, otel ve saray projeleri bulunuyor. Behruz
KASIM 2011 - XXI 20
güncel
TUNCER ÇAKMAKLI KOLEKSİYON FORUM'DA İstanbul Serbest Mimarlar Derneği (İSMD) ve Koleksiyon Mobilya'nın ortaklaşa düzenlediği sergi kapsamında birçok ödül kazanmış olan Tuncer Çakmaklı'nın işlerine yer veriliyor. Koleksiyon Mobilya, İSMD işbirliği ile mimarları ağırlamaya devam ediyor. İlk olarak Erginoğlu&Çalışlar sergisinin gerçekleştirildiği seri kapsamında bu kez Tuncer Çakmaklı, çalışmalarıyla Koleksiyon Forum’un konuğu oldu. Türk mimarisinin deneyimli isimlerinden Tuncer Çakmaklı, ulusal ve uluslararası alanda gerçekleştirdiği 35 projesini bu sergi kapsamında paylaşıyor. Katıldığı yarışmalar ve geliştirdiği projelerle kazandığı ödüller arasında, Tarabya'da yer alan Almanya Büyükelçiliği Yazlık Rezidansı ile Ligna Plus Dünya Ahşap Ödülü ve Bursa Sebze ve Meyve Hali projesiyle Avrupa Yapısal Çelik Ödülü bulunuyor. 13 Ekim Perşembe günü açılışı gerçekleşen sergi iki ay boyunca Koleksiyon Forum’da ziyaret edilebilir.
Çinici, tasarım ağırlıklı mimarlık çalışmalarının dışında özellikle Türkiye'de mimarlığa yönelik yasal ve yönetsel çerçevelerin oluşmasına yaptığı katkılarıyla da ön plana çıktı. 1964-1966 yılları arasında İmar İskan Bakanlığı Şehir Planlama Komitesi üyeliği, 1972-1974 yılları arasında da Turizm Bankası'nda müşavir mimarlık yapan Behruz Çinici, 1977'de TBMM Vakfı sanatçı üyeliğine, 1980'de merkezi Paris'te bulunan UIA Kentsel ve Kırsal Düzenleme çalışma grubu üyeliğine, 1982'de Uluslararası Hadara Derneği şeref üyeliğine ve YÖK Sitesi müşavir mimarlığına atandı. Kendisine devlet tarafından Büyükelçilik ünvanı verilen Behruz Çinici, 1993'te T.C. Başbakanlık Şehircilik Mimarlık Başdanışmanlığı'na atandı. 1981 yılında Fransız Mimarlar Odası tarafından Sir Robert Matthew Ödülü'ne, aynı yıl ODTÜ tarafından Pritzker ve ülke içinde ise Atatürk Ödülü'ne aday gösterildi. 1984 yılında Simavi Ödülü'nü, 1986 yılında T.C. İş Bankası Kent ve Mimarlık Ödülü'nü, 1991 yılında Türkiye Prefabrik Birliği Ödülü'nü, 1995 yılındaysa Can Çinici'yle birlikte TBMM Camisi ile Ağa Han Mimarlık Ödülü'nü aldı.
ENDÜSTRİYEL YALINLIK Yamazaki Mazak, Türkiye'deki ilk merkezini Team Fores / Fores Mimarlık tasarımıyla hayata geçirdi. Ortaya çıkan ekonomik ve çözüm odaklı projenin tasarım sürecinde Japon alışkanlıklarının bıraktığı belirgin izler görülebiliyor. Köklü bir CNC makine üreticisi olan ve yönetim merkezi Japonya’da bulunan Yamazaki Mazak, Türkiye'deki ilk satış-pazarlama ve teknik merkezlerini, bu projeyle, İstanbul Kartal’da E-5 Karayolu kenarında konumlandırdı. Serter Karataban tarafından tasarlanan ofis projesi yaklaşık 1.200 m2 kapalı alana sahip. Yapı, zemin katta 3,75 metre yüksekliğinde bir showroom ve üç katta konumlanan ofislerden oluşuyor. Bodrum kat ise tamamen, teknik ve teshin hacimlerine ayrılmış.
KASIM 2011 - XXI 22
güncel
Team Fores/Fores Mimarlık, Yamazaki Mazak ofis projesinin tasarım sürecinde Japon kültürüne tanık olurken uluslararası bir firmada
geleneksel değerlerin yoğun bir şekilde korunuyor olmasına alışma ve farklı bir kültürü anlama şansına sahip oldu. Bu, Team Fores/Fores Mimarlık ekibine de öğretici bir deneyim kazandırdı. Yamazaki Mazak firma yöneticilerinin, proje tasarımı için sadece ihtiyaçlarını anlatmaları yeterli oldu. Çabuk sonuca giden, son derece ekonomik ancak firmanın büyüklüğünün algılanmasına engel olmayacak bir mimari proje talep edildi. Fonksiyona ve iş akışına doğru odaklanmak, proje tasarımı için yeterli oldu. Proje tasarımının ana fikrinde firmanın büyüklüğü ve önemini, Japon sadelik
anlayışı ve endüstriyel sürecin varlığıyla bütünleştirmeye çalışmak yatıyordu. Bu anlayışla dört-beş ay gibi kısa bir sürede ekonomik bir bina projesi tamamlanarak hizmete açıldı. Bina bulunduğu kot itibariyle ön cephesinden güzel bir deniz manzarasına hakim olduğu için tüm ofis cam giydirme cephe, diğer kapalı alanlar ise düşey yönlü sinüs oluklu alüminyum levhayla kaplandı. Böylece düşük kottaki E-5 Karayolu'ndan binanın daha yüksek ve heybetli görünmesi amaçlandı. Kuzey ve güney yönlü olarak kurulan bina, iç bölmelerin de cam yapılması ile günün her saati ve her mevsim kontrollü olarak güneş ışığından ve rüzgârdan
faydalanıyor. Kolay kullanım, ulaşılabilirlik ile doğru akış ve teknik hacimlerin kurgu önceliği projede dikkat edilen hususlar oldu. Yamazaki Mazak Ofis Projesi'nde dikkat edilen detaylardan biri de dünya devi bir CNC makine üreticisine yakışır binayı, hesaplı bir biçimde ortaya çıkarma zorunluluğuydu. İsrafa ciddi bir direnç gösteren Japon kültürüne uygun olarak, kullanılan her bir vidanın ne mantıkla kullanılacağı açıklanmalıydı. Brutalist showroom yaklaşımının gelenekselci Mazak yöneticilerine anlatılması ve yöneticilerin ikna edilmesi de proje içerisinde yaşanılan bir süreçti.
güncel 23 XXI - KASIM 2011
zemin katı planı
1. kat planı
2. kat planı
SANAL MÜZE Mart 2011 tarihinde ETMK tarafından İstanbul Kalkınma Ajansı’na yapılan “Endüstriyel Tasarım Sektörünün Global Rekabet Gücünün Artırılması: Endüstriyel Tasarım Tanıtım Ajansı ve Sanal Müze Projesi” kabul edildi ve 12 ay devam edecek sanal müze projesinin süreci başladı. Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu (ETMK), Türk endüstriyel tasarım alanındaki ürün, hizmet ve gelişmeleri küresel ölçekte tanıtma ve daha etkin şekilde pazarlama ile Türkiye'de ürün tasarımı belleğini oluşturacak sürdürülebilir bir yapı kurulması yönünde çalışmalar yapılması gerekliliği üzerinde duruyor. ETMK bu düşüncelerden hareketle, Türkiye’de özgün ürün tasarımı konusunda geçmişten günümüze gerçekleşen üretim ve tasarım süreçlerinin kaydını tutmak, üretici ve tasarımcılara dair nesne ve arşiv malzemesini bir araya getirmek amacıyla kurguladığı Sanal Endüstriyel Tasarım Müzesi'ni (ETSM), orta vadede kurulması hedeflenen müzeye bir hazırlık niteliğinde, internet üzerinden ziyaret
edilecek sanal bir müze platformu olarak düşünüyor. Günümüzde birçok müze koleksiyonu sanal müzelerde sergileniyor, çağdaş müzeciliğin araştırma, eğitim ve iletişime dair tüm işlevleri daha geniş kitlelere ulaşabilmek amacıyla sanal ortama taşınıyor. ETSM de bu yöndeki gelişmelere paralel olarak Türk endüstriyel tasarımını küresel ortamda görünür kılmak üzere projelendirilecek bir çalışma olmayı hedefliyor. Özünde bir belgeleme ve arşiv çalışması olan ETSM çalışmaları kapsamında, konuyla ilgili dağınık halde bulunan nesneleri tespit etme, belgeleme, kayıt altına alma; bunlarla ilgili diğer bilgi ve belgeleri bir araya toplama ve sunma işlemi sırasında müze kuruluş aşamalarında uygulanan bilimsel yollar takip
STUDIO NAKIŞÇI AÇILDI
KASIM 2011 - XXI 24
güncel
Tamer ve Ahmet Nakışçı ortaklığında açılan Studio/Nakışçı, tasarım ve tekniğin bir araya geldiği üretimlere öncelik veriyor. Endüstriyel tasarımcı Tamer Nakışçı’nın çalışmalarını yürüttüğü Studio/Nakışçı, 29 Eylül akşamı İstanbul Tasarım Haftası kapsamında düzenlenen bir etkinlikle kapılarını açtı. Tamer Nakışçı insan, mekan ve nesne arasındaki duygusal ve fiziksel etkileşimleri sorgulayan çalışmalarında form, teknoloji, duygu ve malzemeyi bir araya getiriyor. Stüdyonun diğer ortağı Ahmet Nakışçı ise teknik yetenekleri ve üretimdeki profesyonel deneyimleriyle üretime katkıda bulunuyor. Bu ikilinin bir arada buluştuğu dinamik oluşum, güçlü bir ekiple tasarım ve yaratıcılığın farklı alanlarında sınırları zorlamaya hazırlanıyor. İçlerinde Red Dot ve iF Ürün Tasarımı Ödülü’nün de yer aldığı çok sayıda ödüle sahip Tamer Nakışçı, bu yeni stüdyosunda da ürün tasarımından konsept tasarıma, interaktif yerleştirmeden iç mekan tasarımına dek çeşitli alanlarda projeler üretmeye devam ediyor.
edilecek. Müzelerin en önemli işlevlerinden biri olan bir coğrafyayı ya da bir konuyu bilinir kılmaları düşünüldüğünde ETSM, uluslararası pazarda Türkiye tasarımının varlığını destekleyerek İstanbul’un bir tasarım merkezi olarak bilinirliğini güçlendirmeyi hedefliyor. İstanbul Kalkınma Ajansı’nın (İSTKA) Kar Amacı Gütmeyen Kurumlara Yönelik Yaratıcı Endüstrilerin Geliştirilmesi Mali Destek Programı’na Mart 2011 tarihinde ETMK tarafından
yapılan “Endüstriyel Tasarım Sektörünün Global Rekabet Gücünün Artırılması: Endüstriyel Tasarım Tanıtım Ajansı ve Sanal Müze Projesi” başvuru kabul edilerek 12 ay devam edecek proje süreci Temmuz 2011 tarihinde başladı. ETSM’nin içerik ve koleksiyon politikasını belirlemek amacıyla ilk olarak 14-15 Ekim tarihlerinde iki gün süren bir “Arama Konferansı” toplantısı gerçekleştirildi. www.etsm.org.tr
OFİSLERE YENİ SİSTEM Y. Mimar Mert Çoban tarafından tasarlanan Ofisistem, çalışma alanı olarak düzenlenecek mekanlarda duvar, tavan, mobilya, aydınlatma ve elektrik, telefon, data kablolarının dolaşımı ile ilgili elemanları bir araya getiren toplu bir çözüm sunuyor.
KASIM 2011 - XXI 26
güncel
Sistem kurulumunun ilk aşamasında alüminyum profillerden oluşan taşıyıcı duvar, ara bölme ve tavan konstrüksiyonları kuruluyor, mekanın mevcut duvar ve tavan yüzeylerinden bağımsız olarak konumlandırılıyor. Konstrüksiyonu oluşturan alüminyum profiller üzerinde kablo gruplarının dolaşımı için projeye göre belirlenmiş noktalarda hazırlanmış tesisat boşlukları bulunuyor. Duvar konstrüksiyonu alüminyum profil dikmeler ile bu dikmelere yatayda bağlanan alüminyum profil kayıtlardan oluşuyor. Belirlenen aks aralıklarında kurulan duvar konstrüksiyonları üst bitiş kotunda alüminyum profillerden oluşan çerçeve sistem tavan konstrüksiyonu ile birbirlerine bağlanıyor. Duvar dışında kalan ve ara bölme olarak kullanılacak bölümlerde ise gereken yüksekliğe göre alüminyum profillerle kurulan ara bölme konstrüksiyonları yer alıyor. Tüm yapı tamamlandıktan sonra kablo gruplarının mekanın ana kaynağından yola çıkılarak konstrüksiyonu oluşturan yatay ve düşey profillerin içinden gerekli noktalara dağılımı gerçekleştiriliyor. Konstrüksiyon içinde projeye göre belirlenmiş olan yerlere polikarbonat, akrilik levha, pleksiglas, suntalam, mdflam malzemelerden oluşan duvar ve ara bölme elemanlarının montajı yapılıyor, tavan konstrüksiyonu arasına polikarbonat levhalar yerleştiriliyor. Yatay ve düşey yüzeylerde bu tür malzemelerin kullanılması ile sistemde hafiflik elde ediliyor, tüm mekan içinde doğal ve yapay ışık dağılımına katkı sağlanıyor, görüntü geçirgenliği kontrol edilebiliyor, ayrıca görsel efekt ve renk gibi konularda seçenekler çoğalıyor. Malzemelerin ilgili yüzeylere alüminyum bastırma çıtaları ve alüminyum köşebentler kullanılarak uygulanması sonucunda sistemin duvar ve tavan elemanları tamamlanmış oluyor. Önceden belirlenen noktalara ulaştırılan kablo gruplarının taşıyıcı sistem üzerinde yer alan grup priz ve
anahtarlara bağlantısı yapılıyor. Çalışma ve dolaşım alanlarının aydınlatılmasında, tavan konstrüksiyonu ile bağlantılı olarak, sarkıt ya da sıva üzeri aydınlatma elemanları kullanılıyor. Özel tasarım ofis mobilyaları tek kişilik ve çoklu çalışma alanları ile toplantı mekanlarının oluşturulmasında esneklik sağlıyor. Çalışma ve toplantı masaları paslanmaz çelik ayaklar ile suntalam ya da mdflam tabladan oluşuyor. Dolaplar suntalam veya mdflam gövdeden meydana geliyor, masif ahşap kayıtlar ve yine masif ahşap kulplarla tamamlanıyor. Zemin ile ilişki dolaba göre tekerlek ya da baza ile kuruluyor. Çeşitli yükseklikteki alçak dolaplar bir araya getirilerek yüksek dolap grupları oluşturuluyor. Dolaplar arasında yatay ve düşeyde derz etkisi yaratan ayraçlar kullanılıyor, böylece grup içindeki her dolap kendisini ifade edebiliyor. Ayrıca büyük dolap yüzeylerinin mekan içinde sebep olabileceği sağır duvar etkisinin de önüne geçilmiş oluyor. Ofisistem’i oluşturan tüm elemanlar beraberinde çeşitli renk, doku ve alternatifli malzeme seçeneklerini de kullanıcının seçimine sunuyor. Ayrıca sistem, mekan içinde daha önce kullanılan malzemelerle bütünleşmeye de olanak tanıyor. Ofisistem, kendi içinde bir duvartavan sistemi oluşturduğundan ayrıca duvar-tavan kurulumu ve bu yüzeylerde yer alan ince yapı elemanlarına da ihtiyaç duyulmuyor. Havalandırma sistemi ile uyum sağlanıyor. Kablo gruplarının ulaşımı döşeme ve mekanı çevreleyen duvarlardan bağımsız olarak yapıldığından mevcut döşeme ve duvarlarda tadilat yapılmasına gerek kalmıyor. Sistemin sökülüp takılabilme ve yeni modüller eklenebilme özelliği, yer değiştiren ofisler için büyük bir avantaj sağlıyor.
EL YAPIMI İLE DİJİTAL ARASINDA Geçtiğimiz ay gerçekleştirilen İstanbul Tasarım Haftası'nda bir konuşma yapmak üzere İstanbul'a gelen Amanda Levete ile mimari tasarım sürecine ve disiplinlerarası çalışmalara yaklaşımı üzerine konuştuk.
KASIM 2011 - XXI 28
güncel
Hülya Ertaş: Dijital ile gerçek dünya arasındaki gerilim sizin işlerinizde olumlu bir itkiye dönüşmüş gibi. Bunu nasıl başarıyorsunuz? Amanda Levete: Bunu dijital olanla el yapımı arasında bir gerilim olarak adlandırmayı tercih ederim. El yapımı derken hem fiziksel maketleri hem de eskizleri kastediyorum. Bence bir tasarımcı ve mimar olarak her ikisinin de değerini bilmemiz çok önemli. Ancak bu ikisi bir araya geldiğinde sıradışı bir ürün elde edebiliyorsunuz. Zihinle el arasındaki bağ çok doğrudan ve sezgisel. Dijital ise geometriyi manipüle etmek ve karmaşık formları anlamak için olağanüstü bir özgürlük ve inanılmaz bir fırsat sunuyor. Ama dijital eğer el yapımıyla beslenmezse, her zaman için otomatik olarak yapılmış işlere kayma tehlikesi var ki kimilerinin projelerinde buna rastlayabiliyoruz. Benim için asıl ilginç olan bu iki aracın yan yana kullanılması, bu nedenle de her ne kadar akıllı ve
yetenekli olurlarsa olsun ofisteki tüm çalışanlar fiziksel maketlerle de çalışıyor. Maketler yapıyoruz çünkü bilgisayarda gördüğünüz bir imajın sizi baştan çıkarması çok kolay. Üç boyutlu olarak sofistike bir proje tasarlayabilirsiniz ama bir sorun olduğunu ekranda görür görmez açıyı değiştirip onu yok sayabilirsiniz. Oysa her ne kadar ham olursa olsun elinizde bir maket varsa sorunları hemen fark edersiniz ve ondan kaçışınız yoktur çünkü açıyı değiştirmekle o sorundan kurtulamazsınız. he: Dijital ortamdaki esas tuzak ölçeğin kaybedilmesi diye düşünüyorum. al: Evet, ölçeği kaybediyorsunuz ve dahası tasarlıyor olduğunuz kişilerle olan bağınızı da kaybediyorsunuz. Çünkü dijital ortamda çok yoğun bir şekilde ekrana bakarak çalıştığınızda o modele bir insan koymak aklınıza gelmiyor, bu insan yalnızca ölçeği vermekle kalmıyor aynı zamanda kimin
için o tasarımı yapıyor olduğunuzu da size hatırlatıyor. Mimarlık, soyut bir oyun ya da sanal bir iş değil; zamanla, politikayla, kentleşmeyle çok yakından ilişkili bir meslek. Ölçeği ancak diğer nesnelerle olan bağlantısı sayesinde algılayabilirsiniz, dijital ortamda bu mümkün olmuyor. he: Kod yazan bir ofis misiniz? al: Evet, program yazan çalışanlarımız var. Bir grup farklı proje için yazılım geliştiriyoruz, böylelikle hızlıca deney yapabiliyor ya da çeşitli opsiyonları test edebiliyoruz. Örneğin şu an üzerinde çalışıyor olduğumuz bir master plan var ve oradaki bina yönelimlerini optimize edebilmek, enerji tasarrufu yapmak, maksimum gün ışığı almak gibi pasif enerji sistemlerine başvurabilmek için bir yazılım kullanıyoruz. Çünkü bir master plan yerleşimini belirleyen çok sayıda bilgi katmanı, karmaşık veri var. Bu yazılımların, kodların büyüsüne
kapılmak çok kolay ama bizim için bunlar sadece araç, tıpkı kalem gibi. Projenin ardındaki fikir, konsept olmaksızın bu araçların bir anlamı yok. Bence fikir bir projenin yaratılışıdır, tüm öğeleri bir arada tutan o fikirdir. Kod yazmakta, bilgisayarda yeni geometriler geliştirmekte ne kadar usta olursan ol, eğer o fikre sahip değilsen, elinde hiçbir şey yoktur. he: Farklı ölçeklerde projeler üretiyorsunuz. Ölçekler arası bu geçişten ne öğreniyorsunuz? al: Örneğin, bir mobilya tasarımı üzerinde çalışırken geometriyi manipüle etmek çok daha hızlı ve kolay ve dahası yapım denetimi, yangın kaçışı gibi konularla sınırlandırılmıyorsunuz. Dahası küçük ölçekli bir şey üzerinde çalışıyorken onunla çok daha doğrudan bir ilişki kuruyorsunuz çünkü en nihayetinde onu ancak tek bir kişi yapabiliyor. Köşeyi nasıl bitirmeniz gerektiğini, hafif görünmesi için ne
karşı sayfada altta solda: Around the Corner East masa; fotoğraf: Mike Goldwater altta sağda: Drift oturma birimi; fotoğraf: AL_A en altta solda: Around the Corner West oturma birimi; fotoğraf: Mike Goldwater en altta sağda: Around the Corner North konsol; fotoğraf: Mike Goldwater
bu sayfada altta: RIBA'nın açtığı elektrik direği yarışması için önerilen proje; © AL_A altta ortada ve solda ortada: Victoria & Albert Müzesi sergi rotası projesi; © AL_A en alt sırada: Bangkok Başkonsolosluğu; © AL_A
29 XXI - KASIM 2011
he: Siz de zamanında merhum Jan Kaplicky ile birlikte yürütüyor olduğunuz Future Systems olarak kağıt mimarlıklar tasarlayan bir ekiptiniz. Sonra öyle bir noktaya gelindi ki yapılar üretmeye başladınız, tıpkı diğer ütopik mimarlar gibi. Sizce bu neden kaynaklanıyor olabilir? Yapım teknolojilerindeki bir ilerlemeden mi,
yoksa kağıt mimarların sektörü bu yönde zorlamasından mı? al: Yıllar önce, 1989'da Future Systems'e katıldığımda Jan neredeyse hiçbir şey inşa etmemişti. Benim hedefim ise her zaman için bir şeyler inşa etmek olmuştur. Future Systems olarak sayıları çok olmasa da önemli projeler ürettik. Ama şimdiki ofisim AL_A'de inşa etmekle ilgileniyoruz. Tabi bir yandan inşa edilmemiş yarışma projelerimizle de gurur duyuyorum, onları kaybetmiş olmamız oradaki fikirleri değersizleştirmiyor. Jan'dan ayrılmaya başladığım nokta şuydu, onun için ideoloji ve biçim arayışı (form-making) çok belirleyiciydi. Bense bu fikirden kopmak istedim, daha dışsal etkenlerle proje belirlensin istedim. Zaha Hadid, Daniel Libeskind, Bernard Tschumi gibi önceleri kağıt mimarlığı yaparak bilinen isimler daha fazla inşa etmeye başladı. Bence sahip olduğunuz yoğun yaratıcılığı belirli bir yöne odaklayabilirseniz, mimarlık endüstrisi üzerinde çok büyük etkiler yaratabilirsiniz.
güncel
kadar keskin hatlara sahip olması gerektiğini hep yapılırken görüyorsunuz. Bir fikri en aşırı noktasına dek zorlamak ve bunu yaparken de bir soruna anlamlı bir yanıt sunuyor olmak ilgimi çekiyor. O çözüm arayışında elde ettiklerinizi daha sonra bir mimari projede kullanabiliyorsunuz. Bir bankı tasarlarken öğrendikleriniz bir kule tasarlarken işinize yarayabiliyor. Diğer yandan da büyük ölçekli bir problemi çözmek için küçük ölçeğe başvurabiliyorsunuz. Tıpkı bizim Selfridges projemizde tüm cepheye kapladığımız küçük diskler gibi. Ölçekler arası bu geçişi çok seviyorum.
LEZZETLİ EV Eathouse, Atelier GRAS! ve De Stuurlui Stedenbouw tarafından dış cephesi ve çatısında bitki yetiştirilebilen bir ev olarak tasarlanmış. meyve, sebze ve çiçekler yetiştiriliyor. Bu kasa sistemi sayesinde ziyaretçiler tüm bitkilere erişebilme imkanı buluyor. Tamamı bir bahçe özelliğinde olan Eathouse, bir sonraki mevsimde de canlılığını koruyabilmesi için yeniden kullanılabilen malzemelerden üretilmiş.
KASIM 2011 - XXI 30
güncel
Hollandalı mimarlık firmaları Atelier GRAS! ve De Stuurlui Stedenbouw tarafından tasarlanan Eathouse, ziyaretçilerine yeşil bir bahçe içindeki küçük bir ev üzerinde çeşitli bitkiler sunuyor. Bir iskele sistemi üzerine plastik kasalar sıralanarak oluşturulan evin dış cephesinde ve çatısında
proje adı: Eathouse proje konumu: Appeltern, Hollanda mimari proje: Marijke Bruinsma (De Stuurlui stedenbouw), Marjan van Capelle, Arjen de Groot (Atelier GRAS!) bitiş tarihi: 2010 alan: 100 m2
KARA KEÇİ Los Angeles’ta bulunan Espresso Republic kahve dükkanı için kurumsal kimlik ve ambalaj tasarımları ile dükkanın kendi kahve markası Black Goat’ın ambalaj çalışmaları Salih Küçükağa tarafından gerçekleştirildi. esinlenerek yola çıktığımız Black Goat markasında, geleneksel Ortadoğu çizgilerini yeni tarz hip-retro stili ile bir arada kullandık. Türkiye'den öğelere de yer verdiğimiz tasarımda, ambalajın arka planında kullandığımız ve marka kimliğinin bir parçası olarak belirlediğimiz deseni Galata Köprüsü'nün kenar işlemelerinden esinlendik. Black Goat kahve ambalajları Türk kahvesi ve Klasik Espresso olarak iki çeşitte kullanıcılara sunuluyor.
KASIM 2011 - XXI 32
güncel
Salih Küçükağa Kurumsal kimlik ve ambalaj tasarımlarını gerçekleştirdiğimiz Espresso Republic, Los Angeles'ta yeni açılan bir kahve dükkanı. Özel Japon dripp kahvesinden, geleneksel türde hazırlanarak gelen Türk kahvesine kadar çok farklı lezzetlerde organik kahve üreten firma, kendi markası Black Goat ile bu lezzetleri kullanıcılarına sunuyor. Kahve çekirdeğini keşfeden Etiyopyalı mistik çoban Kaldi'nin ünlü keçisinden
salih küçükağa 30 yaşındaki grafik tasarımcı Küçükağa, Üsküdar'daki tasarım ofisinde farklı sektörlerden yerli ve yabancı firmalar için kimlik geliştirme, ambalaj tasarımı ve grafik tasarım alanlarında hizmet veriyor.
EKOLOJİK TASARIM: DUYARLILIKTAN ZORUNLULUĞA
kasım 2011 - XXI 34
EKOLOJİK TASARIM
Yeşil binalar, çevreye daha az karbon salan araçlar, geri dönüştürülmüş kağıtlar, doğada eriyebilen plastikler... Belli ki ekoloji ile ilgili davranışlarımızda bir paradigma kayması yaşıyoruz. Bu yeni durum içinde Türkiye'nin nasıl konumlanacağını tabi ki bu süreç içindeki aktörler belirleyecek. Yapılar, kirliliğin neredeyse yarısından sorumlu olduğuna göre mimarlar da topun ağzında. Bir yandan bu yeni dönemde nasıl konumlanacaklarını, yatırımcılarla nasıl ilişkileneceklerini araştırırken diğer yandan da ekolojik tasarım konusundaki bilgi birikimlerini artırmanın yollarını arıyorlar. Bu paradigma kaymasının, piyasa mekanizmalarıyla hareketlendiği bir gerçek, hal böyle olunca da insan bunun geçici bir heves olmasından şüphe duyuyor. Biz de mimar Gökhan Kodalak, İTÜ Peyzaj Mimarlığı Bölümü'nden Hayriye Eşbah ve LEED AP mimar Mehmet Can Anbarlılar ile bir masa etrafında bir araya gelerek ekolojik tasarımın geleceğin kentlerini belirleyen bir parametre mi, yoksa geçici bir heves mi olduğunu konuştuk. Bu tartışmaya, Greenpeace'den Banu Dökmecibaşı'nın ve uzun yıllardır ekolojik yapılar tasarlayan mimar Selçuk Avcı'nın yazıları ile ekolojik tasarım üzerine yaptığımız anket de eşlik ediyor. Fikirlerini paylaşan uzmanlara ve anket katılımcılarına teşekkür ederiz. Hazırlayan: Hülya Ertaş
Fotoğraflar: Fatma Çilo
ediyor. Sevindirici tarafı şu ki uzun zamandır tasarımla bağlantılı bazı disiplinlerde, kuruluşundan itibaren mesleğin teorilerinde olan birtakım gerçekler, artık şimdi mimarlar ya da formasyonunda daha sonra bu tip konularla ilgilenmiş tasarımcılar arasında da geçerliliğini kanıtladı. Bu dil birliğimizin, fikir birliğimizin olması açısından sağlıklı bir gidiş. Ama tabi Türkiye’de yapılan projelerin çoğu görsele dayalı olduğu için ortaya çıkan kaygılara ben de katılıyorum. Bu, ekolojik tasarımın yaygınlaşmaması ya da dünyayla entegre olmasına rağmen aynı içtenlikle ve samimiyetle devam etmemesi önündeki engellerden biri. Oysa bir taraftan ekolojik estetik de var. Türkiye’deki halkın ya da tasarımcının bu zamana kadar almış olduğu eğitimle ya da görmüş olduğu örneklerle zihninde oluşmuş olan estetikle ekolojik estetik uyuşmayabiliyor. Bu noktada da kişi onu dışlayabiliyor ya da güzel bulmadığı için hiç yer vermemeye başlıyor. Yaşam tarzımızın ekolojikleşmesinden çokça bahsediliyor, o konuda belli bir noktaya gelindi ama diğer yandan algılarımızın, görgümüzün, zevklerimizin de ekolojikleşmesi gerekiyor ki ekolojik tasarım piyasa tarafından talep edilsin.
“Ekolojik sistemlerin büyük ölçekli faydasından ziyade, mimarlar daha çok bina ölçeğinde konuya yaklaşmaya alışmışlar.”
Hülya Ertaş: Daha radikal ya da sadece piyasa mekanizması içinden Peyzaj mimarlığı açısından, örneğin değil de başka perspektiflerden bakan Amerika’da her bir bölgede yetişen eleştirel önerilerin Türkiye'de henüz bitkilerin çok büyük kıymeti vardır. Kimse oluşmadığını hissediyorum. Oysa dışarıdan getirip oraya bir şey dikemez; böylesi radikal önerilerle, mevcudun oraya uygun olmayan, oranın ekolojisinde mehmet can anbarlılar karşıtlarıyla ekoloji meselesi daha olmayan çirkin bir şey olarak algılanır. dengeli bir şekilde tartışılabilir. Bu, çok önemlidir onlar için çünkü zevk Mehmet Can Anbarlılar: Bir bakıma ona göre gelişmiştir. Oysa Türkiye’de doğru. Verdiğim danışmanlık hizmetleri sırasında sıklıkla duyduğum söz, öyle bir değer yargımız yok. İstanbul’da hangi bitkinin olması gerektiği ya da yapılarını zaten yeşil yaptıkları. İnsanlar buna inanıyorlar, bir kısmı haklı da bunun Adana’dakinden farkının ne olması gerektiğini düşünemiyoruz. O olabilir. Ama ona inanınca başka ne yapmaları gerektiği konusunda hiçbir çaba yüzden standart bir şekilde her ilde aynısı yapılıyor. Bu durum pazarı da sarf etmiyorlar. Mimarlardan, bu piyasa içinde en aktivist olabilecek meslek şekillendirdiği için aslında tasarımcıya da çok fazla seçenek bırakmıyor. Yine de sahiplerinden bahsediyorum bu arada. Ekolojik sistemlerin büyük ölçekli en azından bunların gerekliliği konuşuluyor, bu konulara kafa yoruluyor olması faydasından ziyade, mimarlar daha çok bina ölçeğinde konuya yaklaşmaya açısından gidişatın iyi olduğu görüşündeyim. Ama hızımız yeterli mi, dünyanın alışmışlar. Yani bir binanın ne kadar enerji harcadığı akıllarından en son geçen gidişatına göre, küreselleşme küresel ısınma vs boyutlarının hızında ürün şey. Mimarların yapılarıyla ilişkisi iyi detay çözme düzeyinde kalmış. Yapılarda yetiştirebilecek miyiz? O açıdan çekincelerim var. insan hayatını ve yaşantısını sadece görsel anlamda iyileştirmek dert ediniliyor, konforun bile her zaman dikkate alındığını düşünmüyorum. Şu an Türkiye’deki Gökhan Kodalak: Küresel ve Türkiye arasındaki ilişkiye bakacak olursak her spekülatif yapılara bakacak olursanız ilk görünen ve pazarlanan görseller. ikisinde ortak bir şekilde nostaljik ekoloji olarak tanımlanan tehlikeli bir durum Ortada hiçbir şey yokken, siz o daireyi görseline bakarak satın alıyorsunuz. var. Daha çok 20. yüzyıl mimarlığından aşina olduğumuz ama kökleri Dolayısıyla Türkiye’de çok gelişmiş bir mimari görsel kültürü var bugün çünkü geleneksel evreden çıkan doğa ana kavramı evrenin bütünlüklü bir yapıda bütün ekonomi onun üzerinden dönüyor. Dolayısıyla insanlar ev alacakken olduğunu varsayar. Yeşile olan özlem sadece fizik üzerine değil, biraz da sadece o görselliği dikkate aldığı için ne kadar elektrik faturası ödeyeceğini metafizik üzerine. Şu anda banliyöde yaşayan insanları, şehir dışında uydu sorgulamıyor. kentlerde yaşayan burjuvaziyi, her şeyin yeşile dönmesini isteyenleri görüyoruz. Her tarafın yeşil olduğu, binaların üzerinin bile topoğrafik olarak yeşille Hayriye Eşbah: Ben ekolojik tasarımın bir heves olmadığını düşünüyorum. Bu kaplandığı, yeşil dışında bir şeyin olmadığı mimari görseller, büyük bir özlemin artık bir gereklilik, doğa bunu diretiyor ve ilgili her disiplin de bu gerçeği kabul temsili. Yeşile olan özlemin bu popüler yüzü piyasa tarafından da sömürülüyor.
35 XXI - kasım 2011
Hülya Ertaş: Bugünlerde çok konuşulan ekolojik mimarlık ve tasarımın geçici bir heves mi, yoksa şimdiden sonraki üretimleri belirleyen bir ana akım haline mi geleceğini konuşacağız. Bu aslında küresel bir soru. Dolayısıyla kendi bağlamımız olan Türkiye'nin o küresel çerçeve içindeki konumunu, benzerlik ve farklılıklarını konuşarak başlamak uygun olur diye düşündüm. Mehmet Can Anbarlılar: Bence Türkiye’deki durum dünyadaki durumdan pek farklı değil. Burada her konuda olduğu gibi bunda da geri kalmama çabası var. Türkiye dünyadan bu konuda ne çok geri ne de çok ileri. Bu konunun popülerleşmesiyle beraber eleştirel bir görüş gelişmeye başlıyor. Dolayısıyla biz kendi konumumuzu belirlerken üzerine düşünülecek sorunlar olduğunun farkındayız. Ekolojik mimarlığın popülerleşmesi, ticarileşmesi bir yandan da iyi; çünkü bu işe inanlar olarak bizler bu durumu kullanarak ekolojik mimarlığın yaygınlaşmasına katkıda bulunabiliriz. Heves olsa da olmasa da bu yararlı bir durum. Hevesse bu heyecanla mümkün olduğu kadar ilerlemeliyiz, heves değilse de zaten ne ala. Dolayısıyla her halükarda muhteşem bir durum.
EKOLOJİK TASARIM
mehmet can anbarlılar, mimar, leed ap
kasım 2011 - XXI 36
EKOLOJİK TASARIM
hayriye eşbah, itü peyzaj mimarlığı bölümü, doç. dr.
Türkiye’de buna çok da aşinayız aslında. İstanbul için de hep başvurulan söylemlerden biri “Buralar hep yeşildi, eskiden ne güzeldi.” söylemidir. Hemen nostaljiye kaçılır. Bunun çok tehlikeli bir damar olduğunu düşünüyorum. Bunun yeşili geri getirmenin yanında tinsel bir dışavurumu da var aslında. Doğaya dönüş, kuantum felsefesi, diğer taraftan Mevlana, öbür yandan Zen döngüleri, Feng Shui gibi yaklaşımlara olan ilgi son zamanlarda artıyor. Tinsel referanslarla konuya yaklaşmak kitleler için afyon olma potansiyeli taşıyor. Oysa şu anda dünya üzerindeki nüfusun %50'sinden fazlası kentlerde yaşıyor. Kentle birlikte yeşili bir araya getirmenin yollarını düşünmemiz lazım.
sunabilirsiniz. Oysa bunun pratik yönüyle ortaya koyulması daha faydalı olacaktır. Nasıl araba alırken ne kadar benzin tükettiğine bakıyorlarsa ev alırken de ne kadar doğalgaz faturası ödeyeceklerini sorgulamalılar.
Hülya Ertaş: Bu atılımı beklememiz gereken, bu konuda daha fazla duyarlı olması gereken mimar mı, yoksa yatırımcı mı? Bu sorumluluk sadece yatırımcıya yüklendiği zaman ekolojik mimarlık gerçekten ana akım bir yaklaşıma dönüşebilir mi? Mehmet Can Anbarlılar: Hem mimarın hem de yatırımcının bu konuda duyarlı olması lazım ki iyi bir proje ortaya çıksın. Mimarın görevi söyleneni yapmak, biz kiralanan profesyonelleriz. Ama siz ekolojik tasarım konusunda iyi olunca sizin müşterileriniz de bunu talep edecek kişiler oluyor. Düşük enerji harcayan, yapısal ve yapısal olmayan çevreye etkisi az olan binaların tasarımı yavaş yavaş hayriye eşbah konvansiyonel yasaların içine girmeye başlıyor. Bu konunun yavaş yavaş popülerleşmesinin en büyük avantajı bu. Bu konular yeşil mimarlığın alt parçası değil, normal mimarlığın bir parçası oluyor.
Hayriye Eşbah: Aslında bu dengede bütün ağırlığın mimarda olmasını da pek kabul edemiyorum. Çünkü ağırlık bir yere kaydığında daha büyük resmi pek algılayamıyoruz. Mimar kendine düşeni en iyi şekilde yerine getirmeye çalışıyor. Oysa binanın yer seçimi, zonlamalar,dolayısıyla şehir plancılarının yaptığı çalışmaların da etkisi var. Çok sayıdaki kararın sonunda o proje mimarın önüne geliyor. Son aktörün mimar olması da bütün yükü onun üzerine bindiriyor. Mimara gelmeden önce çevreyle ilgili diğer disiplinler de aynı hassasiyeti gösterse ekoloji konusu asıl o zaman yaygınlaşacak. Mesele sadece yatırımcı ya da mimarın yaklaşımıyla çözülemez, çok aktörlü olarak sürecin irdelenmesi lazım. Bu süreç içinde herkes konumunu bilip ilişkilerini sağlıklı kurarsa her aktör bundan olumlu yönde etkilenir. Pazarlama, yatırımcının yaklaşımı, müşteri profili, arsa planı, peyzaj planı vs çok etkili son ürünün niteliklerinin belirlenmesinde. Ayrıca planlama araçlarıyla yatırımcıyı dizginleyebiliyorsunuz da. Herkesin sorumluluk hissetmesi gereken bir süreç. Dolayısıyla bütün stresi tek disipline, mimarlığa yıkmak sağlıklı değil. Son ürün tabii ki mimarın elinden çıktığından ona da ayrıca bir hassasiyet düşüyor.
Hülya Ertaş: Evet, ama ekolojik bir bina pazarlanıyor olduğunda sadece çevreci olduğu söyleniyor, enerji tasarrufu gibi konuların sözü edilmiyor. Mehmet Can Anbarlılar: Bu ilginç aslında, belki pazarlamacıların eksiği. Çünkü insanları bu yolla çok daha rahat ikna edebilirler. Bu bilinçlenme meselesi.
“Kentler daha çok mekanik üretimlerin yapılması gereken yerler olarak algılanmıştı ama şimdi görülüyor ki doğanın tekrar kente entegre edilmesi insanın yaşam kalitesini artırıyor.”
Parayı veren yatırımcı, bir mimar yapmasa başka birini bulacaktır. Mimar olarak “karşı çıkalım, dünyayı değiştirelim” demek iyi niyetlilik olur. Bunu isteyen yatırımcıların da bu kapasitede mimarlar bulması gerekiyor. Yatırımcılar yeşil binaları talep etmeli, mimarlar da bu servisi sağlayabilecek kalitede olmalı. Dolayısıyla sorumluluk herkesin. Sonuçta tüm yapılı çevre faaliyeti iki şekilde ilerliyor: devlet ve özel sektör. Devlet, özel sektöre göre uzun vadede ülkenin menfaatini korumak zorunda olan bir kurum olduğu için daha ikna edilebilir ve görevi itibariyle uzlaşılabilir bir işveren. Tabii ki devlet yavaş yavaş yönetmelikleri değiştirerek bunu yapmalı. Bence Türkiye’deki en büyük şansımız enerji fakiri bir ülke olmamıza rağmen çok yüksek enerji masraflarımız olması. Bu aslında bir dezavantajken bu konuda ilerlemek için onu bir avantaja dönüştürebiliriz. Bu muhteşem bir fırsat çünkü özel sektöre bu konuyla ilgili motivasyon veriyorsunuz: İnsanlar daha az enerji harcayan yerlerde yaşamalı çünkü daha ucuz. Dolayısıyla yeşil binanın ne olup olmadığı da konuşulmalı çünkü bu farklı algılanabilir bir şey. Sokaktaki insana üzeri yeşil kaplı binayı da ekolojik olarak
Mehmet Can Anbarlılar: Entegre tasarım gittikçe daha çok yaygınlaşıyor. Bu süreç mal sahibi ve bütün tasarımcıların daha bina yapılmadan önce yapılıp yapılmaması konusunda karar vermeleriyle başlıyor. Bu yapıya ihtiyaç olup olmadığını, onun için en iyi yerin neresi olacağını konuşuyorsunuz. Bu, konvansiyonel inşaat sektöründe olmayan bir yöntem. Ondan sonra mimar daha çizik atmadan, binanın nasıl çözümlenebileceğine dair kriterler belirleniyor. Bu mimarın egosunu dizginlemesi gereken bir süreç çünkü makine mühendisi, peyzaj mimarı gibi farklı disiplinlerden uzmanlar da bu sürece dahil. Usta mimar değil, takım içinde tasarım yapan mimar görevini diğer disiplinlerle birlikte dostane bir şekilde yaptığında birçok iş daha pratik çözülüyor.
EKOLOJİK TASARIM ANKETİ
ekolojik bir yapı/ürün tasarlamak ilginizi çekiyor mu?
Sonuçta görünen o ki, mimarlar ve tasarımcılar ekolojik tasarım konusunda meraklı, ekolojik tasarımı kendi mesleki pratiklerinin içine dahil etme konusunda da heyecanlı. Bu durumun kısa ve uzun vadede Türkiye'deki yapı üreticilerini ve yatırımcıları nasıl harekete geçireceğiniyse bekleyip göreceğiz.
ekolojik olarak sunulan yapıların/ürünlerin gerçekten çevreci olduğuna inanıyor musunuz?
%18 Evet
%1 Hayır
%9 Hayır
%9 Bir fikrim yok
%73 Bazıları için evet
işvereninizi ekolojik bir yapı/ürün yapma konusunda ikna etmenin mesleki sorumluluğunuz dahilinde olduğunu düşünüyor musunuz?
ekoloji konusunun mimarlık ve tasarım alanlarındaki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
%2 Kriz dönemine özel bir durum olduğunu ve geçici olduğunu düşünüyorum. %27 Toplam üretim içinde düşük oranlarla ekolojik projelerin üretilmeye devam edeceğini düşünüyorum. .
%83 Evet %2 Hayır
%68 Geleceğin mimarisinin ve tasarımının ekoloji çerçevesinde şekilleneceğini düşünüyorum.
%15 Belki %3 Bir etkisi olduğunu düşünmüyorum.
ekolojik bir yapı/ürün tasarlamakla ilgileniyorum, çünkü (birden fazla yanıt verilebilir)
357 Yaşam kalitesini artırdığını düşünüyorum. Bunu bir görev ve sorumluluk olarak görüyorum. Piyasada rekabet edebilmek istiyorum. İlgimi çekmiyor.
62 39 0
37 XXI - KASIM 2011
%90 Evet
EKOLOJİK TASARIM
Toplamda 450 kişinin yanıtladığı ankete katılanların çoğunluğunu mimarlar (%59) oluşturuyor. Diğer disiplinlerden şehir plancılarının oranı %6, peyzaj mimarlarının %5, iç mimarların %7 ve ürün tasarımcılarınınsa %6. %60'ının kadın olduğu katılımcıların üçte biri bir ofiste çalışmakta, yaklaşık üçte biri ofis sahibi ya da yönetici, geri kalansa öğrenci. 254 kişinin İstanbul'dan, 59 kişinin Ankara'dan, 38 kişininse İzmir'den ankete katıldığını biliyoruz. Katılımcıların büyük bir çoğunluğu ekolojik yapı/ürün tasarlanmakla ilgileniyor ve bunu mesleki sorumluluklarının bir parçası olarak görüyor. Bu yöndeki yanıtlarda katılımcının ofis sahibi, çalışan ya da öğrenci olması verilen yanıtların oranında bir değişikliğe yol açmıyor, bu da demek oluyor ki bu konudaki genel eğilim mesleğin farklı kademelerinde görev yapanlar tarafından paylaşılıyor. Ortaya çıkan dramatik sonuçlardan biriyse ekolojik olarak
sunulan yapı ya da ürünlere güvenin tam olmayışı: Katılımcıların %73'ü bu şekilde takdim edilen ürünlerin sadece bazılarının gerçekten çevreci olduğunu düşünüyor. Çalışma kapsamında ekolojik tasarımın geleceğin mimarlığını belirleyeceğini düşünenler çoğunluktayken (%68), önemli bir kesim de (%27) bunun toplam üretim içinde azınlık olarak süreceğini düşünüyor. Ekolojik tasarımla ilgisinin nedeni olarak daha iyi yaşam kalitesini (357) ve mesleki sorumluluğu (357) imleyen katılımcılar çoğunlukta; çoklu yanıt verilebilen bu soruda 62 kişi bu konuya ilgisinin ana motivasyonu olarak piyasada rekabet edebilmeyi belirtti.
gökhan kodalak, mimar
KASIM 2011 - XXI 38
EKOLOJİK TASARIM
Gökhan Kodalak: Ben bu olaya iki açıdan bakıyorum; ilki piyasanın ekoloji meselesini nasıl sömürdüğüyle ilgili, ikincisiyse işin analitik olarak enerji tasarrufu ve ekolojik duyarlılıkla nasıl ele alındığı. Bu ikisi tabi hemen birbirinin içine giren, kolaylıkla ayrılamayacak yaklaşımlar. Yine de piyasa ekolojisini biraz eleştirmek, üzerine gitmek, ürünleri meşru kılmak adına yeşili pazarlamanın neden tehlikeli olduğunu açmak lazım. Bazı büyük şirketler, kendilerini ekolojik meselelere duyarlı, enerji tasarrufuna odaklı etik kapitalistler olarak sunuyorlar. Tabi ki enerji tasarrufuna ve ekolojiye katkı sağlayabilirler; sorun bunu kullanmaları değil, işin içinde bir ikiyüzlülük olması. Mesela bu şirketlerin bir kısmı Dubai’deki inşaatın büyük bir yüzdesine sahip. Bir yandan sürdürülebilirlikten bahsediyorlar ama Dubai’de bu işin devam etmesinin sürdürülebilir olmayacağı daha baştan belli. Sosyal sorumluluğu bir meta haline getirmiş oluyorlar. “Şu an oturduğum ev %30 enerji tasarrufu sağlıyor.” deyip bunun üzerine düşünmüyorsanız o da tehlikeli. Çevre sorunlarının yalnızca sizin enerji tasarruflu bir evde oturmanızla çözülemeyeceği belli ama siz bunu yaparak içinizi rahatlatıyor ve bu konuyu bir daha düşünmüyorsunuz. Tıpkı cep telefonundan kısa mesajla Afrika'daki insanlara para yardımı yapmak gibi, önceliğiniz kendi vicdanınızı rahatlatmak, sorunu çözmek değil.
dolaşması o sistemi ayakta tutar. Vücudumuzdaki bir damar tıkansa, tüm sistem etkilenir, kentte de öyle. Sistemi canlı tutmak için üretimin orada olması önemli. Eskiden kentler kendi gıdasını, her şeyini üreten bir sistemken endüstri devrimiyle beraber tarımsal üretim kentin dışında yapılmaya başlandı. Kentler daha çok mekanik üretimlerin yapılması gereken yerler olarak algılanmıştı ama şimdi görülüyor ki doğanın tekrar kente entegre edilmesi insanın yaşam kalitesini artırıyor. Dolayısıyla doğadaki işlerin kent içinde sürekliliğinin sağlanması, gerek tarımsal üretimin, ormanların, yeşil alanların oluşturulması, gerekse dere yataklarının yapılaşmaya açılmaması gibi ana kararların alınması gerekiyor. Hülya Ertaş: Küreselleşmekten geriye dönmek gibi. Hayriye Eşbah: Öyle değil, aslında insanların ihtiyaçlarını ve önceliklerini yeniden ele almalarından söz ediyorum. Sizin önceliğiniz fabrikalarsa ve istedikleri gibi üretim yapmalarına karşı çıkmayacaksanız böyle devam edebilirsiniz. Ya da yaşadığımız yerlerin beton yığını olması, hiç arada yeşil olmaması, ekolojik sürecin devam etmediği mahallelerin oluşması sorun değilse de devam edebilirsiniz. Ama bunun insanlara bir faydası olmadığı açık artık. Bugün geldiğimiz nokta doğal sürecin önünü kesmemizle bağlantılı bir sonuç. Ve biz o sonuca katlandığımız için artık diyoruz ki “Ben böyle yaşamaya devam edemem, şimdi böyleyse kim bilir ileride ne olacak.” Artık insanlar gökhan kodalak hayatlarında bunun etkilerini görerek bu durumu anladıkları için bir geri dönüş değil, uyanma olarak düşünüyorum bu dönemi.
“Neoliberal kapitalizm diyor ki: “Ekoloji gelecekse onu da biz getiririz.”
1944 yılında Ankara valisi Nevzat Tandoğan'ın kült bir lafı vardı “Komünizm gelecekse onu da biz getiririz.” diye. Bana öyle geliyor ki neoliberal kapitalizm de bize aynı şeyi söylüyor: “Ekoloji gelecekse onu da biz getiririz. Kimse bunu düşünmesin, bu demokratik olarak tartışılmasın, tartışılacaksa onu da biz yaparız. Biz ekoloji konusunu satıp üzerinden para kazanacağız, siz de alıp kendinizi mutlu hissedeceksiniz.” Örneğin Brad Pitt, Foster gibi yıldız mimarların yanında eğitim alarak amatör mimarlık yapmaya başladı. Televizyondaki sürdürülebilir tasarım programını o sunuyor, 2009'da Amerika'daki yeşil ev projeleri hakkında sunum yapmak üzere mimarları temsile Beyaz Saray'a çıkıyor. Bir yandan da Dubai'de ekolojik bir kule tasarlıyor ve onu hem eğlence sektöründeki rolünün hem de sosyal sorumluluk hassasiyetinin ifadesi olarak sunuyor. Sevgilisi Angelina Jolie'nin Afrika'daki çocukları evlat edinmesi, onlara yardım etmesi gibi faaliyetleri de düşündüğümüzde ortaya çevresel duyarlılık ve sosyal sorumluluk bilinci yüksek bir çift tablosu çıkıyor. Ancak bu çiftin aynı zamanda Dubai'deki Dünya Adaları'ndan birinde oturduğunu düşünürseniz işin içinde bir maske olduğunu fark edersiniz. Hülya Ertaş: Son yıllarda kentleşmenin ekolojik çözümler için daha elverişli olduğu sıklıkla dile getiriliyor. Mevcut kent için nasıl bir ekolojik sistem düşünmek gerek? Yemyeşil bir kent mi, makine gibi iyi işleyen bir kent mi ya da gittikçe yoğunlaşan bir kent mi? Hayriye Eşbah: Ekolojik süreçlerin, işlevlerin sürekliliği aslında bir kenti yaşanabilir yapar. Enerjilerin, malzemelerin, insanların bir sistem içerisinde
Zamanında yapılan ve sürdürülebilir olmayan bazı işlerin etkilerinin çok net hissedildiği bir dönemdeyiz. Bunun çözümü Orta Çağ'a dönmek değil, kentsel alanda olması gereken işlevleri kente geri kazandırmak. Dikey çiftlikler, çatı bahçeleri gibi bazı çözümlerin modern çağdaki insanın yaşam tarzına nasıl entegre edilebileceği araştırılabilir. Kentsel tarımın şehri besleyip besleyemeyeceği bir yana, kent genelinde dışa bağımlılığı azaltacağı kesin. Kentsel tarıma sadece estetik ya da ekolojik boyutla bakmamak gerek, bunun bir de sosyal boyutu var. Bugün tarım birçok kişinin kent şartlarında ayakta durabilmesine fayda sağlayabilir. Bu ihtiyaçları günümüz yaşantısına en çağdaş yaklaşımlarla, en son tasarım ve teknolojilerle uyarlamalıyız. Teknolojinin çok hızlı ilerliyor olması sayesinde bu uyarlama işi tasarımcıya düşüyor. İnsan eskiden doğaya karşı çok güçsüzdü, doğa neyi diretiyorsa onu yapabiliyordunuz. Şimdiyse yapılabilecekler tasarımcıya da bağlı. Mehmet Can Anbarlılar: Elbetteki kentin yoğunluğunun ekoloji açısından muhteşem bir avantajı var, onu kullanmak önemli. Kentsel tarımla ilgili ben geçenlerde Defne Koryürek'in ilginç bir konuşmasında bulundum. Dört kişilik bir aile için yaklaşık iki dönüm arazi gerektiğini söyledi. Kentte yapacağınız tarım sizi
Sürdürülebİlİrlİk: Nasıl mümkün? Selçuk Avcı, Mimar
Bir meslek olarak, yaratma sürecimizde sürdürülebilirliği uygularken 3E olarak adlandırdığımız ve sürdürülebilir sonuçlara varmamızı sağlayan üç temel olgu üzerinden gideriz: etik, ekolojik ve ekonomik. Etik değerler topluma, diğer insanlara, kültürlere, etik tüketim ve farklı yaşam şekillerine karşı ilişkimizi belirler. Bu, "Genius Loci" ya da bir "yer"in karakteristiklerine olan tepkimizdir. Bu tanıma göre tüm hareketlerimiz etik ya da diğer bir deyişle bulunduğumuz topluma, kültüre ve yere duyarlı olmalı. Ekoloji, üzerinde bulunduğumuz dünya, bizi destekleyen organizma ve bu organizmanın bizi desteklemeye devam etmesi için yaptığımız eylemlerle ilgilidir. Dünyayla kurduğumuz simbiyotik ilişki, yaptığımız her hareketle desteklenmeli ve ileriye götürülmeli. Dolayısıyla dünyanın kaynakları, doğaya yaptıklarımızdan önemli bir şekilde etkilenir. Bu nedenle de tasarım yaparken temel amacımız olumsuz etkimizi azaltmak olmalı. Ekonomi, eşitlik, yatırımlarımız ve çevrede oluşturduğumuz yapıların geçerliliğiyle ilgilidir. “Kazan-kazan” yaklaşımıyla hareket etmez, birinin kazanması için bir başkasının kaybetmesi gerektiğine inanırsak her zaman zarar meydana gelir. Bu, kendi doğası itibariyle, hepimiz aynı kapalı sistemde yaşadığımızdan ötürü, en nihayetinde hepimizin zararına olur. Kararlarımız uzun vadede geçerli olmalı ve sonraki nesilleri destekleyecek kadar uzun ömürlü yatırımlar yapmalıyız. Hepimiz, birer birey olarak özgünüz. Aynı şekilde her bina da yeri, bulunduğu coğrafya ya da iklim itibariyle farklıdır ve bu özelliklere uyumlu olmalıdır. 3E prensiplerinin uygulanması bu faklılıklara uzun vadede saygı duyulmasını sağlar. Bina tasarımındaki temel eko-sürdürülebilirlik konuları her projede ilk olarak şu şekilde ifade edilebilir: • Düşük CO2 emisyon hedefleri • Düşük karbon enerji kaynaklarının uygulanması • Alan içerisinde enerjinin toplanması ve üretilmesi • Minimum enerji tüketimi için tasarlamak • Klima kullanımının minimumda olmasını hedeflemek • Minimum elektrik tüketimi için tasarlamak
Sürdürülebilir bir bina tasarımına ulaşabilmek için, çok disiplinli, entegre ve işbirliği temelinde kurulan bir modele ihtiyaç var; zira tek bir kişi bütün bilgileri tek başına yönetemez. Bu model, proje sürecinde farklı denemelere dönüşerek yalnız mühendislik ekibini değil, aynı zamanda üreticileri, satıcıları, müteahhitleri ve işvereni de dahil eder. Dahası, tasarım ekibinin birbiriyle temas halinde olması, dolaysıyla inovasyonu ve sınırları zorlamasına teşvik etmesi için tasarım sürecine yeterince zaman verilmeli. Tasarım ve inşaat süreci Türkiye’de maalesef buna izin vermiyor. Dahası çoğu Türk işverenin yaklaşımı, genelde yeni bir fikri uygulamadan önce başka yerde uygulanmış halini görmesini istemek oluyor. Başka bir deyişle, Türkiye’de risk almak pek mümkün olmuyor. Türk inşaat sektörünü Avrupa ya da Anglo-Amerikan sektöründen ayırt eden şey, inovatif keşifler bulma becerisidir. Risk almadan ve inovasyonlara imza atmadan, yeni teknoloji ve yöntemler oluşamaz. Bu inovasyon da yalnızca işveren buna izin verirse gerçekleşebilir. Bilinen bir sözdür: "İyi müşteriler, iyi binalar yaratır." Kararlardaki riski azaltmak için özellikle mesleğin normlarının dışına çıkan, sınırlarımızı zorlayan fikirlerimizi simüle edebilen teknoloji ve bilgisayar programları kullanmalıyız. Bilgisayar analizleri çoğu zaman risksiz bir şekilde yeni bir fikrin uygulanabilir olduğunu kanıtlar. Böylece, müşteri kararlar almakta zorlanmadan ileriye doğru adımlar atma kararı alabilir. “Yalnız fazla ileriye gitmeyi göze alanlar ne kadar ileriye gidebileceklerini öğrenebilirler.” T. S. Eliot
39 XXI - KASIM 2011
Sürdürülebilirlik konusundaki en resmi açıklama, Birleşmiş Milletlerin Brundtland Komisyonu tarafından, 20 Mart 1987 tarihinde şu şekilde açıklanmıştır: “Sürdürülebilir yapılaşma, günümüzün ihtiyaçlarını karşılarken, sonraki nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılamanın önüne geçmeyeceğini sağlayan yapılaşmadır.”
Buna daha hızlı ulaşmak İçİn Türkiye’de neyin değişmesi gerekiyor? Sürdürülebilir binaların yaratılması için, sürdürülebilirliği çevreleyen konular karışık olduğundan, entegre ve çok disiplinli bir tasarım süreci her projenin başından itibaren uygulanmalıdır. Mühendislik takımının seçilmesi bunun başarısında önemli bir noktadır. Bu süreci genelde mimarlar yönettiğinden, mimarları bir açıdan birer orkestra şefi olarak da görebiliriz: Birçok farklı enstrümanı yöneterek ahenkli bir bütün oluşturan birey gibidir.
EKOLOJİK TASARIM
Son onyıldır dünya, ekolojiye karşı çok farklı bakış açılarının gelip geçtiğini gördü. Karbon odaklı üretim süreçlerinin yok edilmesi ve enerji tüketiminin azaltılmasıyla ilgili büyük adımlar atıldı. “Sürdürülebilirlik” kavramının anlaşılmasının ve kabul edilmesinin çapı genişledi. Bu değişim, tasarımcılar, yatırımcılar ve işverenlerin binalarla ilgili düşüncelerine yeni bir yön ve dürtü oluşturmuş durumda. Bu düşünce şekli Türkiye’de de daha çok ilgi görmeye başladı. Giderek artan bir şekilde sürdürülebilirliğin -inşaat sektörü dışındaki sektörlerde detüm fikirlerimizin temelini oluşturması gerektiğini anlamaya başladık. Ancak, inşaat sürecinde mimar ve mühendislerin kararlarının dünyanın CO2 emisyonunun %50'sine sebep olduğunu düşünürsek, genel mesleki anlamda bu konuda bir harekete geçmemiz şart. Sürdürülebilirlik kavramı, dün “hayatta kalmak” fikrini yansıtırken günümüzde bambaşka bir ifade olarak şekillenmiş durumda.
• Doğal ışığı bina içerisinde maksimize etmek • Bina içinde yaratılan sıcaklığın geri dönüşümünü sağlamak • Geri dönüşümlü olmayan malzemelerin kullanılmaması • Malzemelerin sürdürülebilir kaynaklardan alınması • Sentetik malzemeler karşısında doğal malzemeler kullanmak • İnşaat sürecinde atıklarının minimuma indirilmesi • CFC, HCFC ve ozon aşınımına sebep olan malzemelerin kullanılmaması • Solvent bazlı uygulama sistemleri kullanmamak • Yapı malzemelerinin üretimi ya da atığı sonucunda meydana gelen çevresel zarara karşı duyarlı olmak Yukarıdaki prensipler, her proje farklı olduğundan tüm projelerde tümden uygulanamayabilir ancak eko-duyarlı tasarımın temelini oluşturur.
Amerika'da Yeşil Binaların Gelişimi • 20. yüzyıl öncesi - Tasarımdan inşaata ve yaşam döngüsü işlevlerine dek binalar konusunda bütüncül bilgi birikimine sahip yapı ustaları - mimarlar vardı. Enerji yapaylaşmamış olduğundan mevcut koşullardan mümkün olduğunca yararlanmak adına onlar ısıtma, soğutma ve aydınlatma için pasif tasarım ve basit mekanik sistemlere başvuruyorlardı. • 1930'lar - Yeni inşa teknolojileri kentsel peyzajı dönüştürmeye başladı. Klimaların, düşük Watt'lı florasan aydınlatmaların, yapısal çeliğin ve yansıtıcı camın gelişimiyle ve ucuz fosil yakıtlar sayesinde ancak devasa ısıtma-soğutma sistemleriyle iklimlendirilebilen çelik-cam yapılar üretilmeye başlandı.
beslemeyecek ama sizin farkındalığınızı artıracaktır. Siz gıda nasıl üretiliyor bilen biriyseniz, alacağınız ürünlerin, yapacağınız harcamaların da kıymetini bilirsiniz, almanız gerekenden fazla sebze, meyve alıp evinizde çürütmezsiniz artık. Şu anki anlayışımıza göre yemek marketten alınır, topraktan çıkan değil, para karşılığı alınan bir şeydir. Dolayısıyla çok benzer bir şekilde yeşil binaların şu an tuhaf bir şekilde sembolü olmuş rüzgar güllerinin, güneş enerjisi panellerinin enerji miktarları pek iyi yerlerde olmasa da bu, böylesi sistemlerin terk edilmesi gerektiğini göstermez. Olası her teknolojiye başvurmalıyız ki gelecekte olabilecek çözümlere yaklaşabilelim.
Bunun sonucu olarak mimarlar iklimsel meseleleri ve onların yapılar ve kullanıcılar üzerindeki etkilerini yok sayan bir tavır geliştirdiler. Diğer yandan da sektörün gittikçe karmaşıklaşan yapısı nedeniyle meslek içinde uzmanlaşmalar baş göstermeye ve yapı ustası-mimar kavramı kaybedilmeye başladı. Bu uzmanlaşmalar nedeniyle meslek insanları arasındaki iletişimde kopukluklar yaşandı ve binanın parçaları tasarlanırken sistemin bütünü göz ardı edildi. • 1970'ler - Küçük bir grup mimar, çevreci ve ekolojist; Victor Olgyay, Ralph Knowles ve Rachel Carson'ın çalışmalarından etkilenerek onların önerdiği gibi yapı inşa edilip edilemeyeceğini araştırmaya başladı. • 1973 - Enerji Krizi'ne çözüm olarak Amerika Mimarlar Odası (AIA) bir enerji görev grubu oluşturdu, bu grup sonrasında AIA Enerji Komitesi'ne dönüştü. • 1977 - Enerji kullanımını ve tasarrufunu sağlamak için Enerji Daire Başkanlığı kuruldu • 1977 - Güneş Enerjisi Araştırma Enstitüsü (Golden, Kolorado) kuruldu, sonrasında bu enstitü Ulusal Yenilenebilir Enerji Laboratuarı adını aldı. • 1980 - İnşaat sektöründeki büyük ticari kurumlar tarafından Sürdürülebilir Binalar Endüstri Konseyi (SBIC) kuruldu. • 1987 - Birleşmiş Milletler Çevre ve Gelişim Dünya Komisyonu “sürdürülebilir gelişim” teriminin ilk tanımını yaptı: “bugünün ihtiyaçlarını karşılarken gelecek nesillerin de ihtiyaçlarını karşılayabileceklerini göz önünde bulunduran gelişim” • 1989 - AIA Enerji Komitesi, AIA Çevre Komitesi'ne (COTE) dönüştürüldü. • 1990 - Austin Yeşil Bina Programı başladı. • 1992 - AIA Çevresel Kaynak Rehberi -yaşam döngüsü analizi tabanlı ilk yapı ürünleri kataloğuyayınlandı. Bu rehber çok sayıda yapı malzemesi üreticisini ürünlerini daha çevreci üretme konusunda teşvik etti. • 1992 - Rio de Janerio'daki Birleşmiş Milletler Çevre ve Gelişim Konferansı ya da diğer adıyla Dünya Zirvesi düzenlendi. Zirvede en innovatif hükümet çevre programlarına verilen on ödülden biri Austin
EKOLOJİK TASARIM
Yeşil Bina Programı'na verildi. • 1993 - AIA'nın önerisiyle Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA) Dünya Mimarlar Kongresi'nin teması
“Zamanında yapılan ve sürdürülebilir olmayan bazı işlerin etkilerinin çok net hissedildiği bir dönemdeyiz. Bunun çözümü Orta Çağ'a dönmek değil, kentsel alanda olması gereken işlevleri kente geri kazandırmak.” hayriye eşbah
sürdürülebilirlik olarak seçildi. • 1993 - Başkan Clinton Beyaz Saray'ın enerji verimliliği ve atık azaltımı konularında model oluşturması adına çevreci bir şekilde yenileneceğini ilan etti. Bunun ardından Pentagon, Amerika Enerji Daire Başkanlığı Merkezi, gibi kurumlar da yapılarını yeniledi. • 1993 - Amerika Yeşil Bina Konseyi kuruldu. • 1994 - Kolorado'daki Boulder kenti Yeşil Noktalar Programı'nı başlattı.
Aslında çok heyecan verici, tasarım camiası için heyecan verici bir hareketlenmenin olduğu, yaratıcılığı tetikleyen, aynı zamanda da sorumluluk gerektiren bir dönemdeyiz. Olumsuz düşünüp hiçbir şey yapmamak yerine tasarımcı olarak bunu pozitife nasıl çevirebileceğimize inovatif şekilde yaklaşmak gerek.
• 1995 - Yapılı Yeşil Kolorado Programı, Denver'da başlatıldı. • 1997 - Donanma, çevrimiçi bir kaynak olan Bütüncül Yapı Tasarımı Rehberi'nin geliştirilmesi için
KASIM 2011 - XXI 40
Hayriye Eşbah: Kentsel tarım sadece bir örnek; onun dışında mesela suyu yönetmeyle ilgili yapılacak şeyler de var. Türkiye'de yağmur suları kanalizasyonlara gidiyor. Oysa yağmur suyunu binalara entegre sistemlerle sarnıç gibi yerlerde depolayıp bahçe sulamasında ya da binanın başka ihtiyaçlarında kullanmak olabilecek en çevreci yöntemlerden. Bunlar hiç düşünülmüyor, halbuki bütün kentin suyunu topladığınızda gerçekten fazla bir miktar elde edersiniz. Doğada belirli yerlerde sulak alanlar oluşuyor, orada su deşarj ediliyor, bir şekilde arınıyor, oradan minik bir dereyle başka bir yere gidiyor, yani su dolanıyor. Ama kentlerimizde biz suyu dolandıramıyoruz, buna yönelik tasarımlar geliştirilmeli. Mimari ve planlamayla doğanın yükünü hafifleterek kentlerimizi daha yaşanılabilir hale getirmeliyiz. Bunların konuşulması ve politikalarının geliştirilmesi lazım. Türkiye'nin ne yağmur yönetimi ne kentsel tarım ne de ormanların yok edilmemesi üzerine hiçbir politikası yok.
çalışmalara başladı. • 1998 - Yeşil Bina Hedefi toplantısında, 14 ulustan katılan temsilciler bölgesel ve ulusal çevresel, ekonomik ve sosyal eşitlik koşullarına göre uluslararası bir değerlendirme sistemi oluşturmayı hedeflediler. • 1998 - Arizona'daki Scottsdale Belediyesi, A'dan Z'ye Sürdürülebilir Yapı Programı'nı devreye soktu. • 1998 - AIA Çevre Komitesi, en yeşil 10 binayı seçerek sürdürülebilir yapılara dikkat çekti. • 1998 - Başkan Clinton toplamda üç tane yayınlanacak olan “yapıların yeşil üretilmesi” hakkındaki idari emirlerden ilkini yayınladı. • 1999 - 12852 Sayısı İdari Emir'le Sürdürülebilir Gelişim Başkanlık Konseyi'nin 140 maddelik eylem planı yayınlandı. • 2000 - Mart'ta LEED sertifikasyon sistemi işlemeye başladı. • 2000 - ... - Gittikçe artan sayıda belediye ve şirket, yeşil binalar için standartların belirlenmesini talep etmeye başladı.
Gökhan Kodalak: Açıkçası burada mimarların rolünü bazen çok küçümsüyoruz, bazen de naif bir şekilde bütün dünyayı kurtaracaklarını düşünüyoruz. Rem Koolhaas’ın araştırma ofisi AMO’nun yayınladığı Avrupa Birliği 2050 Yol Haritası adlı kitapçıkta Avrupa Birliği’ndeki binalar üzerine bir araştırma var. O araştırmaya göre binalar genel enerji tüketiminin %40’ından ve karbon emiliminin %36’sından sorumlu. Bu da demek ki, binalar, yani aslında mimarlığın fiziksel anlamda ürettiği şeyler, kirliliğin üçte birinden fazlasının kaynağı. Bu konuya analitik olarak yaklaşan küresel ölçekte Kyoto Protokolü, Kopenhag Kriterleri gibi anlaşmalar, Greenpeace gibi örgütlenmeler; kıtasal ölçekte enerji gridleri denemeleri ve mesleki ölçekte LEED gibi sertifikasyon çalışmaları var. İşin analitik altlığını kurmaya, kurallarını belirlemeye çalışan gruplar var. Ama işin kuramsal olarak radikal tarafını düşünen, bunun üzerine spekülasyon yapan, ekolojiyi başka türlü düşünenlerin çok sayıda olduğunu düşünmüyorum ve bu çok büyük bir eksiklik. Benim bu anlamda ortaya atabileceğim naif bir fikrim var.
Kaynak: Sarah Reinhart, Green Building...A Walk Through Timeline http://activerain.com/blogsview/341806/green-building-a-walk-through-timeline)
Sanki bir tarafta insan üretimi, bir tarafta da doğanın üretimi varmış ve bunlar birbirlerinin karşısındalarmış gibi düşünüyoruz; farkında olarak ya da olmayarak bir ikilik üretiyoruz aslında. Bir tarafta fabrikalar ve beton, diğer tarafta yeşil ve su var ve bunlar birbirine o kadar ters ki. Deleuze üzerinden buna yaklaşacak olursak, onun “üreten ürün” kavramına başvuracak olursak, diyor ki: Doğanın
üretimi, insanın üretimi ve endüstriyel üretim, hepsi aslında aynı şeydir, sonuçta hepsi üretimdir. Bu fikirden yola çıkarak kentsel mekan için sayısız fikir üretilebilir. Mekansal anlamda insani ve endüstriyel üretimin yeşille nasıl üst üste getirilebileceğine dair verilebilecek örneklerden biri New York’taki High Line. Eskiden kalmış endüstriyel bir artifaktın, şehrin ortasında uçarak giden tren raylarının yeşil alanlarla, peyzajla kente geri kazandırıldığı bu projede ekoloji ile endüstri üst üste biniyor ve kamusal bir alan yaratılıyor. Dolayısıyla piyasanın tuzağına da tam anlamıyla düşmüyor. Piyasadan firmalar tabi ki yer alıyor ama bu projenin ekoloji meselesini sadece sömürmek üzere yapılmadığı, kamu yararını göz ettiği aşikar.
Hayriye Eşbah: Çok doğru, son zamanlarda sıkça sözü edilen peyzaj şehirciliğinin (landscape urbanism) söylemleri de buna dayanıyor. Olay burada fırsatları değerlendirmek, endüstriyel mirassa onu değerlendirelim, balkonsa onu. Kente o gözle bakarsanız o kadar çok fırsat var ki ve bunlar hepimizin tipik uygulama alanlarımızın çok dışında olan yerler. Bu fırsatları değerlendirirken insanların sosyal birlikteliklerini sağlamak da çok önemli. Ekoloji canlının ve cansızların birbirleriyle etkileşimi olduğuna göre insanın insanla, insanın hayvanla, hayvanın bitkiyle vs etkileşimleri bozulmayacak şekilde çözümler üretmeli ve kenti de bunun için bir fırsatlar denizi olarak düşünmeliyiz. Hülya Ertaş: Kent içindeki yapı stoğuna neredeyse hiçbir şey yapmıyoruz ama yeni yapılan yapılar çevreci inşa ediliyor. Neden mevcut yapı stoğu ekolojik olarak iyileştirilmiyor? Mehmet Can Anbarlılar: LEED’de iki ana standart var; biri yeni yapılar, diğeriyse ana tadilatlar üzerine. Ana tadilatlar standardına göre çatınızı, doğramalarınızı ve su harcayan vitrifiyelerinizi yenilerseniz, onları çöpe atsanız dahi, iyi bir puan alırsınız. Bir diğer önemli kalem, sizin enerji harcayan sistemlerinizi yeniden ele almanız. Eğer bunları yapıyorsanız ana tadilat kapsamına giriyor. Bunlar pratik olarak neden yapılmıyor diye sorarsanız, bunun nedeni bence insanların yeni fetişi. Diğer yandan da pratik açıdan bir binayı yıkıp yeniden yapmak çok daha ucuz. Bilhassa Türkiye’de işgücü çok ucuz. Ben de bir mimar olarak biliyorum ki siz
Ben bu tartışmaya sanırım eski bir endüstri ürünleri tasarımcısı -ya da mimar olmadığım için o gözle değil- ve çevre mücadelesi içinden gelen biri olarak katıldığımdan, belirlenen altbaşlıklara birebir uymadan cevaplar verebileceğim. Ekolojik mimarlık meselesinden önce aslında insanlığın genel anlamda ekoloji kavramına ne kadar samimi yaklaştığına bakmak gerektiğini düşünüyorum. Ekolojik bakış ve son yüzyılda buna dayalı yaklaşımlar, insanoğlunun doğal dengeye verdiği tahribatın bedelini ödemek için mi, yoksa gerçekten dünya üzerindeki her tür yaşam formuna bir saygı mı yoksa kendi türünün devamlılığını garantilemek için kaçınılmaz olarak kendi yarattığı yaşam biçimini değiştirme yolunda girişimler mi? Bu gözle bakıldığında tartışmanın tüm alt başlıklarında farklı cevaplar bulunabilir. Bu nedenle de ben “ekolojik mimarlık ya da tasarım”ı, insanın 20. ve 21. yüzyılda çizdiği yaşam formatının gidişatındaki sakatlıkları görmeye başlayan ve bunu kendi varlığına “en az tehdit” oluşturacak biçime sokmaya çalışan bir akım olarak görüyorum. Bu anlamda aslında konuyu gerçekten “ekoloji” açısından ele alarak mimarlık ve tasarım alanlarında da doğru yaklaşımlar geliştirilmesine yardımcı olanlar olduğu gibi, konuyu popülerlik ya da geçici heves olarak görenler de mevcut. Bu nedenle ekolojik mimarlığın da gidişatı hakkında genelleme yapmak doğru olmayabilir. Ancak gerçek olan şu, ne yazık ki pek çok alanda olduğu gibi tasarım ve mimarlık alanlarında da konunun özü ve ana çıkış noktası bir yerden sonra unutulmaya başlanıyor ve detayların, mesleki gösterişin ve tabi ki ekonominin elinde kaybolup gidiyor. Yani aslında sürdürülebilir yaşam kavramının insan varlığının yaşamı içinde her alana yerleştirmek ve yine her alanda (özelilkle de yatırımlar anlamında) bu özden yola çıkmak gerekirken adeta sondan başa gidiliyor ve yatırımın “ne kadar çevreci, ne kadar eko” olduğu düşünülüyor. Oysa “her yatırım” yaratılan yeni bir form ise, bu formun “sürdürülebilir yaşam”ın özünden yola çıkması gerekir. Konuya bu gözle bakınca da, bugünün küresel sorunları içinde kaybolmadan, yaşamın varlığını devam ettirmeye dayalı “tasarım” sürecine girilmesi zorunlu hale geliyor. Yatırımcı, daha “farklı” daha “özgün” ya da daha “lüks” yapılar için ekolojiyi kullandığında ve mimar ile tasarımcıyı da buna alet ettiğinde (ya da onlar kendilerini alet ettiklerinde) zaten kaçınılmaz olarak konunun özünden sapıldığı için ortaya çıkan yapı ekolojik olmayacak; ekolojik bazı özelliklere sahip ama amaca hizmet etmeyen yatırımlar olacak ve olmaya da devam edecek. Bu yaklaşım ancak mevcut yapılarda ya da yerleşkelerde amaca yönelik düzenlemeler yapıldığında anlamlı olabilir, çünkü bu, varolanın geleceğe dönük sürdürülebilir hale gelmesini sağlar. Ekolojik mimarlık ve tasarım, geleceğin tasarım parametlerinden biri olmak zorunda. Türkiye'de bu durum, henüz sadece yeni bir akımı öğrenme ya da uygulama hevesi düzeyinde olabilir. Hatta kişisel görüşüm henüz tasarım alanında heves bile olabilecek düzeyde değil. Bunun başlıca nedenlerinden biri ekoloji konusunda ilgili eğitim birimlerinde bile son derece yüzeysel bir yaklaşım sergilenmekteyken mimarlık gibi bunun yansılamalarının olması gereken alanlarda kökten bir yaklaşım izlenmesi mümkün değil. O nedenle ekoloji gittikçe bir üst sınıf hevesi haline gelmeye, daha da kötüsü bu şekilde algılanmaya başlandı. Bu da her alanda kendini göstererek tamamen özünden ve hedefinden sapmasına neden oluyor. Mimarlık alanındaki gelişmeler konusunda bilgi sahibi olmamakla birlikte endüstriyel taasarım anlamında dünyada bu kavramın bir trend olarak ilerlemesi ve Türkiye'nin bu konuda çok geride kalmasını da, bu anlayışa bağlıyorum. Aslında belirttiğim gibi ekolojik yaklaşım bir trend ya da yakalanması gereken bir gelişme olarak değil, yaşamın devamlılılığı için özünün kavranması ve aynen takip edilmesi gereken bir kavram olarak görülmeli.
41 XXI - kasım 2011
Farklı nitelikteki mekanların melezlenerek nasıl bir araya getirilebileceğini ve herkesin çarpıştığı kentsel bir mekana nasıl dönüştürülebileceğini araştırmak önemli, yoksa ekoloji meselesini kentin kendi içine kapanması için bir araç olarak görmek değil. Yedinci katta balkonunuzda tarım ürünü yetiştirdiğiniz için tarımsal ürünlerin dünya içindeki ağıyla olan ilişkinizi keserek süpermarkete gitmediğiniz bir senaryoda siz aslında insanlarla karşılaştığınız sistemden de ayrılmış oluyorsunuz. Gidilecek yön pek orası değil, küreselleşme sürecini daha da harlamak, bunu yaparken de ekolojiyi melezleyerek kentsel ölçekte çok değerli yerlerin olduğunu bilmek.
Banu Dökmecibaşı, Greenpeace
EKOLOJİK TASARIM
Türkiye’de bunun gibi, en azından İstanbul’dan bizim bildiğimiz örnekler neler olabilir diye düşünürsek mesela Hasanpaşa Gazhanesi çok elverişli bir mekan böylesi bir kurgu için. İnanılmaz bir mekan, havada asılı kalmış gibi görünen endüstriyel mekanların içine doğru giren yeşilleri görüyorsunuz. Bana öyle geliyor ki, yeşil ve endüstriyi zıt taraflar gibi ele almaktansa bu ikisinin birlikteliğiyle kentin atıl mekanlarını değerlendirmek, yapay bir ekoloji üretmek olası. Tam da doğanın tersinden söz ediyorum aslında, insan üretimi bir şeyden ama onun aynı zamanda doğayla iç içe girmesinden bahsediyorum. Bunun bir başka örneği doğru düzgün kullanılmayan Haliç Tersaneleri olabilir. Bu mekanların oradaki vinçlerle, antrepolarla, kendine has estetiğe sahip endüstriyel artifaktlarla, kendi ekolojisiyle yeniden ele alınması, ve asıl önemlisi bu alanların kamusal kullanımlara açılması önemli. Kentlerin ekolojisi üzerine konuşuyorsak gecekondular önemli öğeler. Sizin sulak alanlar diye bahsettiğiniz alanlar bu gecekondular olabilir. Gecekonduları yeniden düşünmek lazım ama bunu sterilleştirmek, bu alanları yok etmek ya da soylulaştırmak gibi yöntemlere başvurmadan yapmak lazım. Gecekondularla nasıl ilişki kurulabileceğini, bu ekolojinin nasıl değerlendirilebileceğini araştırırsanız onların kendilerine özgü niteliklerini de keşfedebilirsiniz. Gecekonduların da endemik bitkiler, yaşayan değerler olarak ele almak lazım.
ÖZÜ KAVRAMAK
sadece bu verilerle zaten Türkiye’deki birçok projeyi belirli bir ortalamanın üzerine çıkarmış oluyorsunuz.
yeni bir proje yapmak istiyorsanız yıkıp yeniden yapmak en temizi. Bunu tavsiye ettiğim için söylemiyorum ama böyle bir gerçek var. Eski binayı önce yapısal olarak güçlendirmeniz gerekiyor, bu sefer çok daha geniş bir strüktür alanı ortaya çıkıyor, metrekareniz düşüyor. Bütün tesisatları değiştirmeniz gerekiyor, şaftlar yeterince büyük olmayabiliyor. Bunlar gibi birçok pratik nedenden ötürü zorluk çıkıyor. Elbette kentler de yaşayan organizmalar ve ben mimarlığa tarihe olan ilgimden ötürü girmiş biri olarak kontrollü bir çözümün geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sırf eski olduğu için her yapıyı korumamızın bir anlamı yok ama değeri olan eski bir yapının tadil edilmesi daha pahalı olacağı için yıkılması da doğru değil. Dolayısıyla bu konuda denge en doğru yol.
Hayriye Eşbah: Özellikle İstanbul hiç durmadan yağ lekesi gibi büyüyor, kent çeperlerinde uydu kentler ortaya çıkmaya başlıyor. Bu tip gelişimler tabi ki doğayla temasımızın azalmasına neden oluyor. Özellikle Portland’ı çok seviyorum, kentsel gelişme sınırları gibi eşikler belirlenerek o eşiğin dışına çıkılmasına izin verilmiyor çünkü oradaki fiziksel alanın o kadarını kaldırdığı iddia ediliyor. Türkiye’de böyle bir durum yok, sürekli büyük kentlere göç var ve gelenler kentin dış alanlarına yerleşiyor. Kentsel gelişme sınırı gibi eşiklerden burada hiç söz edilmiyor. Bunlar, üst ölçeklerde düşünülmesi gereken meseleler. Nüfustaki eşik ve sınırlar nedir? İstanbul’un kuzey ormanlarının etrafındaki yapılaşmaya baktığınızda oradaki ormanla gittikçe zıtlaşan bir yapılaşmaya dönüştüğünü görüyorsunuz. Ormanın kendisinin bir strüktürü vardır, bunun yanına biraz daha düşük yoğunluklu bir konut projesi koyduğunuzda eğer bu noktada peyzaj mimarı çok hassassa ve o alanda ormandaki türlerden projesinde kullanabiliyorsa ya da tasarımında geçirimsiz yüzeylere daha az yer verebiliyorsa, proje çok daha uyumlu olur. Ama bu ormanın dibine çok yüksek yapılar koyduğunuz zaman ormandaki strüktürü sürdürmemiş olursunuz. Ormanlar mutlak koruma alanları, ne kadar korunduğunu bir kenara bırakırsak, onun dışında kentle bağlandığı noktalarda tampon bölge kurmak gibi bir anlayış yok, kent gelip ormanın sınırına bütün yoğunluğuyla dayanabiliyor. Kentsel açıdan bu tampon bölgelerin geliştirilmesi, sınırlayıcı bir çözüm üretilmesi, yeşil bantlar ya da ekolojik ağlar gibi anlayışların burada planlama pratiğine girmesi ve sınırlamayı yönlendirici araçlar olarak dahil olması gerekiyor.
KASIM 2011 - XXI 42
EKOLOJİK TASARIM
“Kentin yoğunluğunun ekoloji açısından muhteşem bir avantajı var, onu kullanmak önemli.” mehmet can anbarlılar
Hülya Ertaş: Peki, çevreye etkisi açısından yıkıp yeniden yapmak nasıl bir çözüm? Mehmet Can Anbarlılar: Bu, çok tartışılan bir konu açıkçası. Buna spesifik bina ölçeğinde çok daha rahatlıkla yanıt verilebilir. Bir haftada bir binayı yıkabiliyorsunuz, binanın artıklarıyla ne yapılacağı önemli. Türkiye’deki hurdacılık sektörü muhteşem. Siz bir binayı yıkacaksanız önce hurdacıları çağırıyorsunuz. Doğramaları, vitrifiyeleri vs onlar alıyor. Geri kalan ahşaplar ya yakılıyor ya yonga levhaya gönderiliyor. Betonarmenin çöpe gittiğini düşünebilirsiniz ama Türkiye’de betonu kırıp agrega ya da yapı dolgusu olarak satan bir sektör var. Ülkemizin sıkıntılı geçmişinden kalma bir geri dönüşüm kültürü olduğundan konvansiyonel bir apartman binasını yıkıp yeniden yapmak çok daha pratik.
Hülya Ertaş: Kentsel altyapı açısından çok sorunlu bir bölgede inşa edilen bir yapının LEED sertifikası alması mümkün mü? Mehmet Can Anbarlılar: LEED sertifikasında size hiç negatif puan verilmez, hep pozitif puan verilir. Türkiye’de birçok projenin kolaylıkla LEED alabilmesinin nedeni, kentlerin özellikle de İstanbul’un yoğun olması. Çünkü biraz önce bahsettiğimiz gibi siz ne kadar yoğun bir yerleşim kurgularsanız, kirlilik üretiyorsanız bile onu çok sınırlı bir alanda üretiyor olursunuz. Bir diğer nedense toplu ulaşım. Çünkü birincisi binayı ısıtmak için ikincisi olarak da ulaşım için çok enerji harcıyorsunuz. Toplu taşımanın üzerindeyseniz artı puan alıyorsunuz. Bizim için bu çok normal geliyor ama bu sistemlerin genelde toplu taşıma olmayan ülkelerde geliştirildiğini düşünürseniz, LEED sonuç olarak mısır tarlasına ofis yapılmasın diye üretilmiş bir sistem. Çünkü Amerika’daki spekülatif ofis üretimi öyle gelişiyor. Bizim yerli sistemlerimizi üretmemizin gerekliliği buradan geliyor. Örneğin bir proje için LEED’in kriterlerine göre yerel yönetmeliğin önerdiğinin üzerinde araç için otopark yapılmaması gerekiyor. Yönetmeliklerde özellikle konut projelerinde daire başına bir araçlık otopark önerilir ama lüks konutlara baktığınız zaman daire başına üç araçlık otoparklar görürsünüz. Eğer bir yapı LEED almak istiyorsa o sayıyı kısıtlamak zorunda. Aynı şekilde otoparkta düşük emisyonlu araçlar için özel park yerleri ya da elektrik şarjörleri koymak durumunda. Birçok puanlama sistemi size ceza vermiyor, yaptığınız avantajları toplamaya çalışıyor. En önemlisi ise; bir binanın nerede, etrafının ne kadar yoğun ve ne kadar toplu ulaşıma elverişli olduğu. Siz
Hülya Ertaş: Böylesi kentsel ana kararlar pasif iklimlendirme sistemlerinin geliştirilebilmesi için çok önemli. Mehmet Can Anbarlılar: Kesinlikle. Sadece pasif iklimlendirme için değil, aktif iklimlendirme kullanıyorsanız da ne kadar doğal koşullardan faydalanırsanız o kadar iyi. Mevcut kent dokusunda onu yapmanız çok sorunlu ama yeni yapılan yerleşimlerde bunu yapmıyorsanız geçmiş olsun. Artık elimizde öyle bir teknoloji var ki sadece pasif iklimlendirmeyle sınırlı kalmak zorunda değiliz. Evet, en uygun ve düşük fiyatlı çözümler bunlar ama onlar dışında biz yine de yapabiliriz. Hülya Ertaş: Yapı enerji sistemlerinin tesisat gibi bir şeye dönüşeceğini düşünüyor musunuz? Nasıl zamanında yapıların içine su tesisatı, ardından elektrik tesisatı eklemlenmeye başladıysa şimdi de ekolojik yapısal sistemlerin eklemlenmeye başlayacağını öngörüyor musunuz? Mehmet Can Anbarlılar: Evet. Biz su sorunlu bir ülkeyiz. Suyumuzu ta Istıranca Dağları'ndan alıyoruz. Sonra onu klozete basıyorsunuz ve o su denizin ortasına gidiyor. Yani ta Istırancalardan Marmara'nın ortasına suyu klozete basmak için taşıyorsunuz. Bir yandan da sel sorunumuz var. Burada tuhaf bir durum yaşanıyor. Keşke o basit sarnıç sistemleri çok daha pratikleşebilse. Her binada şu an paranoyak olduğumuz için kocaman sığınak alanları var, siz o sığınak alanlarını sarnıç yapsanız zaten birçok kentin sel sorunu hallolacak. Birçok yeni binada biz bunu doğrudan istemesek de halihazırda gri-su projelerinin olduğunu, bunun en azından fizibilite çalışmasının yapıldığını mutlulukla görüyorum. Şu an klimalar tesisat gibi. Yeni yapılan birçok bina klimasıyla beraber yapılıyor. Bu yaşam kalitesi açısından muhteşem. Türkiye'nin şöyle bir avantajı var, bu sistemlere geç girdiği için konvansiyonel sistemlerden daha iyileriyle başlamış durumda. Mesela Amerika’daki birçok klima bütün havayı iklimlendirerek devreye sokuyor. Bizse temiz havayı hala pencereden alıp sadece soğuk havayı içeri sokan daha Asya kökenli teknolojileri kullanıyoruz. Bunların enerji verimlilikleri inanılmaz farklı. Geç gelişmenin öyle bir avantajı da var, biz iyi bir noktadan başlıyoruz. Aynı projeyi siz Amerika'da yapsanız kocaman hava kanalları gerekecekti, Türkiye'de sadece temiz hava sağladığınız sürece klima koyarak çözümleyebiliyorsunuz.
yarışma - kentsel tasarım - kaohsiung KASIM 2011 - XXI 44
BÜTÜNLEŞTİREN TASARIM Sürdürülebilir kentsel planlama anlayışıyla şekillenen proje, doğal ve yapay alan kullanımları arasındaki ilişkiyi anlamlı hale getirip taşıyarak kentteki değişim sürecine dair görüntüleri de yansıtıyor. Maxthreads Architectural Design
kaohsiung liman garı kentsel tasarım projesi
maxthreads archıtectural desıgn
Kaohsiung'un mevcut kent planı grid planlamanın belirlediği bir sisteme sahip, yol sisteminin ve blok halindeki yeşil alanların bağlandığı ağlarla meydana geliyor. Trenyolu, Wan Shu Dağı'nı dışarıda bırakarak Kaohsiung kentinin görünmez sınırını çiziyor. Öneri, tarihi tren yolu örüntüsünün planlamanın başlangıç noktası olarak alınmasını hedefledi. Alanın içinden bir yaprak şeklinde geçen kanallar kentsel planlama sisteminin tipik özelliklerini taşıyor. Aynı zamanda da sürdürülebilir kentsel planlamanın zorunlu yanlarına örnek teşkil ediyor. Bu plan, kompakt kent formu içerisinde yaşam, çalışma ve rekreasyon gibi işlevlerle bütünleştirilmiş karma kullanım alanlarını içeriyor ve kentsel alanla doğal alan arasındaki dengeyi tamamlıyor.
Ayrıca bu gelişim, yeni kentin binalarıyla ve eski kentin Yen Chan bölgesi arasındaki kültürel ve biyolojik uyum doğrultusunda şekillendi. Master plan önerisinin temel ilkesi, sosyal ve çevresel sorumluluk için topluluğa ve ortak bağlılığa güç katabilmekti. Proje, aynı zamanda bir dizi kentsel tasarım alanı ve onlara entegre park öneriyor. Burada izlenen strateji, Wan Shu Dağı'ndan gelen biyolojik çeşitlilikle topluluk arasındaki sınırları eritmek üzerine kurulu. Bu aynı zamanda Kaohsiung'in endüstriyel kentten çağdaş bir kent görüntüsüne doğru giden tarihi dönüşümünü de yansıtıyor.
max yang Maxthreads Architectural Design'ın takım lideri Max Yang; Kingston Üniversitesi , Royal College Of Art ve Architectural Association'da mimarlık eğitimi aldıktan sonra, şehircilik üzerine yaptığı yüksek lisansının ardından Edinburgh Üniversitesi'nde doktorasını tamamladı. Rafael Vinoly, Zaha Hadid ve Foster and Partners'la çalıştığı ve birçok ödülüne hak kazandı.
yarışma - kentsel tasarım - kaohsiung
45 XXI - KASIM 2011
demiryolu koruma alanı ve kültürel alan
enerji çatısı
yaya yolları ve ağ sirkülasyonu
ticari alan
kamusal alanlar ve kentsel parklar
örülen kentsel sistem Liman Bölgesi
Wan Shu Dağı
Liman Bölgesi Eski Yen Chan Kenti
Bina yükseklik sınırı: Silüet sınırı
1. Evre Alandaki altyapı sirkülasyonu, hızlı toplu ulaşım noktasını ve yakın ana yolları birbirine bağlıyor.
2. Evre Projenin temel elementleri sirkülasyon omurgası boyunca inşa edildi.
KASIM 2011 - XXI 46
yarışma - kentsel tasarım - kaohsiung
Bina yükseklik sınırı: Silüet sınırı
biyolojik çeşitliliğin devamı
3. Evre Gelişmiş altyapı boyunca sıralanan topluluk programı ve kişisel hızlı ulaşım
1. ticari alan 2. demiryolu müze alanı 3. açıkhava performans alanı 4. kentsel tarım alanı 5. güneş enerjisi toplama alanı
6. kültürel alan 7. yağmur suyu toplama havuzu 8. ekolojik park 9. hızlı toplu ulaşım noktası 10. halk pazarı
4. Evre Tüm alan yoğunluk, sürdürülebilirlik ve canlı bir toplum yaratarak mevcut kentsel sistemin üzerine örülerek gelişti
yapı - müze - ordos KASIM 2011 - XXI 48
KUM TEPESİ İç Moğolistan’da Gobi Çölü’nün ortasında konumlanan Ordos Müzesi, bir kum tepesini andıran geometrisiyle mevcut kentsel gelişime karşıt bir fikir öneriyor. MAD
Ordos Müzesi, İç Moğolistan’da altı yıl öncesinde sadece çöl olan yeni Ordos kentinde konumlanıyor. Müze, kendi yerel geleneklerini yeni kentsel bağlam içinde yeniden yorumlamaya çalışan bir topluluk için kesişme alanı olarak kurgulandı. Altı yıl önce proje İç Moğolistan’ın yabani çölünde ilk gündeme geldiğinde Ordos yerel hükümeti bizi henüz inşa edilmemiş bir metropol için bir müze tasarlamakla görevlendirdi. Planlanan kentin çevresindeki dokuyla zıtlığı göz önünde bulundurularak Ordos için yapılacak müzenin yerel kültürün geleceğin kent vizyonuyla karşılaşmasından doğan çok sayıdaki çelişkiyle başa çıkması hedeflendi.
ordos Müzesi
mad
Buckminster Fuller’ın “Manhattan Kubbesi” projesinden esinlenerek bölgenin kültürel tarihini
koruyacak ve dışarıdaki yeni kentin rasyonelliğini çürütecek futuristik bir kabuk tasarladık. Kavisli bir cepheyle çevrelenmiş müze, yakın dönemdeki çölü hatırlatan eğimli bir tepenin üzerine oturuyor. Bu tepe, yerel halk ve çocuklar için şimdilerde bir toplanma mekanı olarak işlev görüyor. Atriuma girildiğindeyse daha parlak ve karmaşık bir dünya önünüze seriliyor. Kanyonu andıran bir koridor, doğu ve batı girişlerini birbirine bağlayarak mekanın dışarıdaki kentsel alanın bir uzantısı olarak işlev görmesini sağlıyor. Ziyaretçiler müze içerisinde sanki gelecekteymişçesine, bir yandan da ezelden beri varolan Gobi Çölü’nün içindeymişçesine geziniyorlar. Müzenin tamamlanmasıyla, sınır tanımayan bir inşaat sürecine girmiş olan kente bir duraklama anı sunuluyor. Geçmişle güncelin bir araya geldiği bu yaşayan mekanda, bu genç topluma yeni bir ruh kazandırılarak insanların sanatla ve birbirleriyle karşılaşmaları sağlanıyor.
yap覺 - m羹ze - ordos
49 XXI - KASIM 2011
yapı - müze - ordos KASIM 2011 - XXI 50
giriş sayfasında: Genel görünüm önceki sayfada: Dış mekandan görünümler bu sayfada: İç mekandan görünümler, zemin bağlantıları
KASIM 2011 - XXI 52
yapı - müze - ordos
harici panjur sistemi
üstte: Karmaşık iç atriumdan görünüm üstte sağda: Proje alanından görünümler sağda: Maket
bileşenler
cephe kesidi
cephe kesidi detayı
mad MAD geleceğe dönük ortamlar için doğunun doğaya yaklaşımını güncel bir yorumla ele alan futuristik mimari projeler geliştirir. Konut komplekslerinden ofislere, müzelerden kültür merkezlerine dek MAD’in tüm projeleri bir topluluk hissi ve doğaya yönelim önererek insanların kendi mekansal deneyimlerini üretmelerini hedefler. 2004’te Ma Yansong tarafından kurulan ofis, Kanada, Toronto’da 2011 sonunda tamamlanacak iki konut kulesi tasarımı için 2006’da görevledirildiğinde uluslararası tanınırlığa sahip oldu. MAD’in devam diğer projeleri arasında Çin Ahşap Heykel Müzesi, Harbin Kültür Adası ve Huangdu Sanat Evi yer alıyor.
vaziyet planı 2. kat planı
KASIM 2011 - XXI 54
yapı - müze - ordos
cephe sistemi perspektifi
kesitler mimari tasarım: MAD (Ma Yansong, Yosuke Hayano, Dang Qun) tasarım ekibi: Shang Li, Andrew C. Bryant, Howard Jiho Kim, Matthias Helmreich, Linda Stannieder, Zheng Tao, Qin Lichao, Sun Jieming, Yin Zhao, Du Zhijian, Yuan Zhongwei, Yuan Ta, Xie Xinyu, Liu Weiwei, Felipe Escudero, Sophia Tang, Diego Perez, Art terry, Jtravis B Russett, Dustin Harris mühendislik: Çin İnşaat Enstiüsü (BIAD) makine mühendisliği: Shanxi Mimari Tasarım ve Araştırma Enstitüsü
cephe danışmanı: SuP Ingenieure, Zhuhai King Cam Mühendisliği, Melendez & Dickinson Mimarlar ana yüklenici: Huhehaote İnşaat diğer danışmanlar: Pekin Yutong Shengshi Aydınlatma Danışmanlığı, Shanghai Yihe Dekorasyon Malzemeleri, Zhejiang Jinggong Çelik Yapı tasarım başlangıcı: 2005 inşaatın bitişi: 2011 arsa alanı: 27.760 m2 yapı yüksekliği: 40 m
5. kat planı
yapı - okul - astana KASIM 2011 - XXI 56
fotoğraflar: Cemal Emden
AVLUYA SARILI EĞİTİM Çinici Mimarlık tarafından tasarlanan Astana'daki Haileybury Okulu'nda kentin bağlamsızlığına bir çözüm olarak içe dönük bir kurguyla avlulu bir tipoloji benimsenmiş. Hülya Ertaş
Haıleybury Astana Okulu
çinici mimarlık
he: Astana neredeyse sıfırdan var edilmiş bir kent. Bu durum -bağlamın zayıf olması, hiçbir yerde olma hissitasarım sürecini nasıl etkiledi? Can Çinici: Binanın inşa edildiği arazi bile işin başında bize verilen arazi değildi, kesin proje öncesi Essil Nehri kenarında bir bölgede salındı durdu arazimiz. Epeyce sonraları proje ve genel yaklaşım bütün taraflarca kabul edildikten sonra nihai arazimize kavuştuğumuzu söyleyebilirim. Böylece eski Sovyet Rusya coğrafyasında işlerin kendine özgü seyrini de ilk kez deneyimlemiş olduk. Yeni Astana, “grid” ile “barok” aks sistemlerinin karışımından oluşan araç trafiği üzerine kurulmuş bir kurguya sahip, sokaklarda kendiliğinden dolaşan yayalara rastlamak pek mümkün olamıyor. Yol
kenarlarında ancak belirli zamanlarda araçlardan inen binenlere ya da karşıdan karşıya geçenlere rastlamak mümkün. Binalarla yolların karşılıklı birbirlerini belirlediği bir “doku”dan bahsetmek mümkün değil burada, yolların çevrelediği adalar ve içlerinde yüzen birtakım irice yapılar var. Bu yapıların çoğu “postmodern” bir zevkle inşa edilmiş, genellikle zemin ilişkileri gelişigüzel, özensiz. Bazıları büyük batılı mimarlık ofisleri tarafından inşa edilmiş, ortalama bir kaliteye sahip ancak hemen hemen hepsi üzerinde yer aldığı arsa ile problem yaşayan yapılar. Binalar arsalarına tutunamayınca “ölçeksiz” oluveriyorlar birdenbire. Haileybury Astana okulu için Essil Nehri kıyısına yakın, kentin gelişme alanı içinde gösterilen ancak yolu olmayan ve hala kırsal düzenini sürdüren 12 hektarlık büyük bir arazi üzerinde karar kılındı. Böylesi gevşek bir bağlamda içe dönerek kendi içinde mekansal yoğunlaşmayı sağlayan bir ana fikir üzerinden gitmek zaten sürecin başlangıcından beri bize daha yakın
karşı sayfada Okulun dışarıdan görünümü bu sayfada Ana giriş
yapı - okul - astana 57 XXI - KASIM 2011
geliyordu. Okul programındaki irili ufaklı, çok çeşitli mekansal gereksinimlerin oluşturduğu karmaşıklık da ayrı bir zorluk olarak ortaya çıkınca, tasarım stratejisi olarak “basit ve kapsayıcı bir bütün” üzerinde çalışmaya başladık; Böylelikle “büyük avlu” ve “iki katlı çeper blok” fikri ortaya çıkmış oldu. Sonuçta Astana gibi aşırı düzlüğün hakim olduğu uçsuz bucaksız bir kentte tasarladığımız, iki kat yüksekliği geçmeyen yapının, kendine özgü genişliği ve yataylığı ile arketipik bir niteliğe sahip olduğunu söyleyebilirim. Sınıflar çeper bloklarda, diğer büyük bloklar (iki adet spor salonu, çok amaçlı performans salonu ve büyük toplantı salonu) ise avlu içinde planlandılar. he: Bu yapı, Haileybury Okullar zincirinin bir halkası. Önceki okullarla bir mimari dil birliği oluşturmanız beklendi mi, dahası siz kendinize bu yönde bir görev biçtiniz mi? cç: Hayır, bu yönde özel bir istek olmadı bizden. Ancak söyle bir gelişme oldu: Projemiz belirli bir sürecin sonunda büyük avlulu kurguya kendiliğinden kavuştu.
İlk sunuşumuz esnasında Hertford’taki esas Haileybury Okulu’na bakmamış ve onu incelememiştik. Sunuştan sonra fark ettik ki bu okul da hemen hemen aynı ölçülerde bir avluya sahip. Sonrasında tabii bu orijinal kampüsü inceledik; yeltendiğiniz yaklaşımın uzun süredir ayakta duran bir versiyonunu görmüş ve eleştiri fırsatı yakalamış olmak bizim açımızdan sürece çok katkı sağladı.
Astana’da da büyük avlulu bir yapı tipine varmanın bizim açımızdan bir tesadüf, kastedilmemiş bir durum olduğunu söyleyebilirim. Neredeyse “Aklın yolu birdir.” deyişini haklı çıkaran bir nitelikte oldu bu gelişme. Demek ki 200 yıl aralıkla da olsa “sınıflar düzeni”, “aidiyet” ve “disiplin” konularında -sert bir iklim ve gevşek bağlamın da etkisiyle- benzer sonuca varılabiliyormuş.
Hertfort’taki orijinal yapının, 200 yıl önce Londra’daki East Indian Company’de görevlendirilmek üzere eğitilecek memurları yetiştirmek için yapılmış olduğunu öğrendik, başlangıçta yarı ofis yarı okul bir niteliğe sahipmiş. Zaman içinde Haileybury Okulu, bu yapı içinde kurulmuş ve gelişmiş ancak avlu çeperinde yer alan yapıların inceliği dolayısıyla son yıllarda kapasite sorunları yaşamış ve sonunda etrafına saçılmış bir sürü ek sınıf, laboratuvar ve spor yapılarıyla epeyce kalabalık bir kampüs halini almış. Yapı bugün güncel temel eğitimin gereklerine uyma telaşıyla epeyce hoyratça kullanılan bir yer.
he: Bu yapı, kaç yaş grubuna hitap ediyor? Öğrenciler için nasıl bir kullanım senaryosu öngördünüz? cç: Yapı programı İngiliz eğitim sisteminin temeli olan ana devrelere (Key Stage) göre oluşturuldu. Dört ana devre var: pre-school (3-5 yaş), infant school / KS1 (5-7 yaş), junior school / KS2 (7-11 yaş) senior school / KS3, KS4, KS5 (11-18 yaş). Epeyce kompleks, çok birimli bir ihtiyaç programı söz konusuydu. Bu dört bölümün kendi özel sınıf ve laboratuvar gereksinimleri olduğu gibi, bütün bölümlerin ortak olarak kullanabilecekleri spor, drama
yapı - okul - astana KASIM 2011 - XXI 58
ve müzik eğitimleri için özelleşmiş mekan ihtiyaçları, kütüphane ve yemek salonu bina programında yer alıyordu. Astana’da bizim tasarladığımız yapıda bu dört bölüm merkezi bir avlu etrafında kendine yer buluyor. Özel araç parkları tarafından beslenen üç ana giriş kapısı var. Sınıflar ve laboratuvarlar avlu dış cephesinden ışık alıyorlar. Avlu iç çeperineyse teneffüs alanları ve daha kapasiteli büyük mekanlara (spor salonları, toplantı salonları) giriş veren fuaye ve geçiş mekanları bakıyor. Avlu iç çeperine paralel olarak tasarlanan atriumlu iç mekanlar dizisinin yapının en bariz özelliği olduğunu söyleyebiliriz. Burası aynı zamanda kışın sert ve soğuk iklim koşullarında işlev görebilecek bir iç-teneffüs mekanı olarak da düşünüldü. Avlu iç çeperi boyunca iki ve üç katlı olarak karşımıza çıkan bu atriumların yapının en “kamusal nitelikli” yerleri olduğunu söylemek mümkün. Büyük avlulu eğitim kısmı inşaatı birinci etap olarak şu anda bitmiş durumda. İkinci etapta yurtlar ve
büyük spor sahası, üçüncü etapta da öğretmen lojmanlarının inşası planlanıyor. he: İklimsel koşullar malzeme seçiminde (özellikle cephelerde) nasıl bir rol oynadı? cç: İklim sert olunca (kışları -50 , yazları + 40) bina cidarlarında katmanlaşma kaçınılmaz oluyor ve bu katmanlar epeyce kalınlaşıyor. Yapıda genel olarak 30 cm kalınlığındaki duvardan sonra 12 cm'lik ısı yalıtımı katmanı düşünüldü. Cephelerde Astana’nın sert-kumlu rüzgarına dayanabilmesi için ve aşırı ısılara mukavemeti açısından Almanya’da özel olarak üretilen 11x39 cm boyutlarında bir kaplama tuğlası kullanıldı. Isı yalıtımından sonra tuğlalar yapıştırıcı kimyasallarla lif-katkılı ince beton panellerin üzerine yapıştırılarak uygulandı. Yapının geneline de her bir üç tuğlanın yan yana gelmesiyle oluşan 120 cm'lik yapı modülleri hakim oldu. he: Bu zor şartlar için nasıl bir mekanik sistem çözümü öngördünüz? cç: İklimsel koşullar bizi, yüklü mekanik tesisatı
gereksinimlerine karşılık veren ve aynı zamanda da programın karmaşıklığını çözümleyen “jenerik bir kesit” geliştirmeye yöneltti. Bu jenerik kesitin en belirgin özelliği avlu içine doğru tek eğimli ve saçaksız olarak tasarlanan çatı kısmı. Böylelikle birikmesi muhtemel karı, rezistanslarla ısıtılan büyük bir çatı deresine bağlamak ve sarkıtları önlemek hedeflendi. Başlangıçta “soğuk çatı” olarak planlanan bu çatı kısmı, işverenin ısı emniyetini artırması üzerine konvansiyonel bir “teknik kat” özelliğine kavuştu. Buradan temiz hava veriş ve emiş kanallarına ilave olarak fan-coil ana hatları da geçmekte. Söz konusu bu çatı profili genelde iki kat, okul öncesi kısmında tek kat, senyör okulunda ise üç kat üzerine yerleşmekte. Zemin ve birinci katlarda da şişkin kesit profilleri göze çarpar. Bunun başlıca sebebi -50 derecelere varan aşırı soğuk sebebiyle doğal havalandırmanın imkansızlığı ve zorunlu temiz hava atış ve egzoz kanallarına tavanlarda yer açma gerekliliğiydi.
yapı - okul - astana 59 XXI - KASIM 2011
karşı sayfada Avlunun içinden görünümler bu sayfada Avlu içinde çeşitli toplanma ve oyun alanları ve spor salonunun kütlesi arka sayfada solda en üstte: Zemin katta atriumun avluyla bağlantısı solda üstte: Atriuma birinci kattan bakış solda ortada: Spor salonu solda altta: Konferans salonu sağda: İç teneffüs mekanı olarak da işlev gören atriuma bakış
KASIM 2011 - XXI 60
yap覺 - okul - astana
yapı - okul - astana 61 XXI - KASIM 2011
zemin kat planı
kesitler
A Pre-school B Key Stage 1 C Key Stage 2 D Senior School
1. kat planı
can çinici 1962'de doğdu. ODTÜ (1989) ve Londra Architectural Association'da (1991) eğitim gördü. Katıldığı ulusal ve uluslararası yarışmalarda pek çok ödül kazandı. 1994’de Isparta Forum ve Rekreasyon Merkezi Önerisi ile proje dalında 4. Ulusal Mimarlık Ödülü'nü, 1995’de TBMM Cami ile Uluslararası Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü (B. Çinici ile beraber), 1999’da Tepe Mimarlık Vakfı Ödülü’nü aldı. 1995'ten beri atölye yürütücüsü ve jüri üyesi olarak ODTÜ, YTÜ ve Bilgi Üniversitesi’nde görev aldı. Birçok sergi, TV ve radyo programına katıldı. Halen Çinici Mimarlık bünyesinde çalışmalarını sürdürüyor.
proje adı: Haileybury Astana yer: Astana, Kazakistan işveren: Capital Partners mimari ofis: Çinici Mimarlık mimari ekip: Can Çinici, Cem Katkat, Göksenin Ekiyorum, Selim Koytak, Tim Kovats proje yönetimi: Mert Göktürk, Birkan Küçük statik: Fonksiyon Mühendislik / Atilla Çaydamlı mekanik: Okutan Mühendislik / Mehmet Okutan elektrik: Aykar Mühendislik / Mehmet Karadurak altyapı: Diyap Proje / Cumhur Zibel peyzaj: DS Mimarlık akustik: Sey Mühendislik / Yıldız Sey inşaat alanı: 20.500 m2 (1. Etap) müteahhit firma: Atastroy yapım türü: Betonarme + çelik yapı proje tarihi: 2009 - 2010 inşaat tarihi: 2010 - 2011 (1. etap)
vaziyet planı
yapı - konut - İzmİr KASIM 2011 - XXI 62
fotoğraflar: Cemal Emden
kendİ ayakları Üstünde Zeytinalan'da aynı özellikleri farklı yorumlarla yoğurarak kişiselleştirilmiş mekanlar sunan Olive Park Evleri, topoğrafyaya uyum sağlayarak doğadan da yararlanıyor. M artı D Mimarlık
Olıve Park Evleri
m artı d mimarlık
Olive Park Evleri doğa içinde, konfor standardı yüksek, kişiselleştirilmiş mekan kurguları ve alternatif yaşam alanları ile kullanıcıya özel yeni bir yaşam biçimini sunma amacına cevap arayan yaklaşım ile kurgulanmış bir konut sitesi. Site, Zeytinalan’da çam ve zeytin ağaçlarıyla çevrelenmiş, denize hakim 75 dönümlük bir vadide konumlanan 30 farklı evden oluşuyor. Her biri, yaklaşık 2.500 m2 bahçe içinde ve 300 ile 450 m2 arasında değişen kullanım alanına sahip evler, arazinin değişken eğime sahip topografyasının sağladığı olanakla farklı konumlarda çeşitli manzaralara açılıyor. Evlerin konumlandığı özel mülkiyet alanının büyüklüğü her evin müstakil olma algısını güçlendirirken kullanılan mimari dil birliği aidiyet duygusunu artırıyor. Proje üç temel hedef doğrultusunda şekillendi; Bir arada ama bağımsız yaşamak: Arazinin %7 yoğunluklu imar durumu, düşük yoğunluklu bir yapılaşma oluşumunda önemli bir kriter. Düşük
yoğunluklu yapılaşma da “bir arada ama bağımsız yaşamak” vurgusunu getiriyor. Bu doğrultuda parseller belli ama sınırları geçirgen bitkilerle çevrelendi. Sosyalleşme alanları, spor ve çocuk oyun alanları, yürüyüş yolları, sohbet terasları oluşturuldu. Aynı yere ait / aynı kimliğe sahip ama farklı olmak: Tasarım yaklaşımında, farklı plan kurgularına sahip evleri aynı yere ait kılan dil birliği kütlelerde benzer geometrilerin farklı kompozisyonları, yapı elemanlarında benzer formların tekrarı ve yüzey dokularında benzer cephe kaplama malzemelerinin kullanımında arandı. Dikdörtgen prizma birimler ile yatayda ya da düşeyde, yan yana getirilerek L, U formlu şemalar kurgulandı. Kiremit örtülü kırma çatılar, yuvarlak kolonların cepheye ritmik yansıması, geniş boşluklar ve cephelere takılan ahşap teraslar ortak dili oluşturmak için kullanıldı. Benzer birimlerle kurgulanan formlar aynı malzemelerle kaplandı. Cepheler beyaz mozaik sıva ile kaplanarak taraklandı. Aynı yere ait, aynı kimliğe sahip ama farklı olduğunun vurgusu aynı malzemenin farklı uygulanması ile gerçekleştirildi. Kumtaşı özelliğinde işlenmesi kolay
karşı sayfada Evlerin topoğrafyada dağılımı bu sayfada Evlerden görünümler
yapı - konut - İzmİr
sonraki sayfada en üstte: Ece Evi üstte: Deniz Kızı Evi ortada solda ve en allta: Bahçe ve garajlardan görünümler ortada sağda: Ece Evi
63 XXI - KASIM 2011
bir malzeme olan temel kazılarından çıkarılan arazi taşı, evlerin cephe kaplamasında, bazı iç mekan duvar yüzeylerinde ve istinat duvarlarında kullanıldı. Taşlar bazı evlerde kesilip silinerek ankrajlı monte edildi. Bazı evlerde ise el aletleri ile biçimlendirilerek harçla yapıştırıldı. Konumlanırken, biçimlenirken arazinin verdiklerini ve birbirini önemsemek: Mevcut bitki örtüsünü korumak tasarım kararıydı. Varolan bir zeytin ya da çam ağacının çevresinde evi kurmak, ağaçların eteğine yaslanmak gibi. Evlerin birbirlerini önemsemesini sağlamak isteği, kimi düz kimi dik olan değişken arazi topoğrafyası içinde farklı kotlara sahip evler kurgulanmasına neden oldu. Olive Park’ta her ev konumundan dolayı aldığı bir ad ile kimliklendirildi. Evlerin bahçelerinde yine arazi taşından yontulmuş, sanatçının eve özgü yorumladığı heykeller yerleştirildi. Bu özellikleri ile evlerin kullanıcıya özel olma durumunu ve seçkin bir mekanda da oraya ait olarak yaşama biçimini sunmak amaçlandı.
Ece Evi Ece Evi arazinin üst kotlarına yerleştirilmiş evlerden biri. Ev hem site hem de hakim manzaraya yönelmiş bir konumda. Deniz manzarasının evin her mekanından algılanması kriteri plan şemasını belirledi. Dikdörtgen prizmalar ile U formundaki plan şemasında mekanlar organize edildi. İki katlı olarak tasarlanan kütleye ana giriş üst kottan alındı. Alt katta mekanların bahçe ile iç içe bir yaşantı kurması istendi. İçe ait bir dış mekan olarak kurgulanan orta avlu havuz ile zenginleştirildi. Doğanın ve manzaranın evin her mekanında algılanabilmesi için cephelerde geniş cam yüzeyler bırakıldı. Deniz Kızı Evi Eğimli arazinin üst kotlarına yerleştirilmiş olan Denizkızı Evi’nin ait olduğu parsel üzerinde yer alan çam ağacı evin konumlanmasında ve mekan organizasyonunda etkili oldu. Çam ağacını merkezine alarak L şemada kurgulanan plan iki katlı olarak tasarlandı. Her iki kotta da yatma mekanlarının yanı sıra kurgulanan yaşama mekanları doğal eleman olan çam ağacına ve deniz manzarasına yönlendirildi. Alt kot, evi saran havuzun yer aldığı terasa açılan yaşama ve yatma mekanlarıyla dış mekanla bağını kuruyor. Geniş cam yüzeylerin oluşturduğu cephede dolu yüzeyler, araziden çıkarılan taşın kesilerek
KASIM 2011 - XXI 64
yapı - konut - İzmİr
işlenmesiylede edilen malzeme ile kaplandı.
proje adı: mimari tasarım: M artı D Mimarlık / Metin Kılıç, Dürrin Süer proje ekibi: Okan Taşkıra, İbrahim Deniz, Fahriye Altınel, Banu Olcay işveren: TRE Investment / TRE II yüklenici: M artı D Mimarlık statik proje: Tamer Paker mekanik tesisat projesi: Metin Keskiner elektrik tesisat projesi: Serdar Özdemir proje süresi: Ocak - Haziran 2005 yapım süresi: Haziran 2005 - Şubat 2007
deniz kızı evi kesitleri
yapı - konut - İzmİr 65 XXI - KASIM 2011
deniz kızı evi zemin kat planı
deniz kızı evi 1. kat planı
ece evi kesitleri yerleşim şeması
ece evi modülü
ece evi zemin kat planı
ece evi 1. kat planı
deniz kızı evi modülü
yenİleme - konut - İstanbul KASIM 2011 - XXI 66
YENİDEN DOĞAN İstanbul Beylerbeyi'nde yer alan eski bir konutun İbrahim Eyüp tarafından gerçekleştirilen yenileme projesiyle, yapının yaşam alanları yeniden boyutlandırılırken, çekirdek konumunun değiştirilmesiyle boğaz manzarasından en iyi şekilde faydalanması sağlandı. İbrahim Eyüp
İstanbul Boğazı'nı seyreden bir konumda neredeyse yıkılacak durumda olan bir evi yıkmadan yeniden düzenlemek bizim için oldukça zor bir konuydu çünkü ev çok problemli bir bölgedeydi. Çevresindeki bozuk yapılaşma ve dönüşüm, dış etkenler, özellikle çeşitli kurumların kanunları ve yönetmelikleri, iki ay gibi kısa bir zamanda bitirilecek olması, maddi kısıtlılıklar gibi sorunlar önemli kriterlerdi. Mimarinin dışındaki sorunlar bizim için ayrıca başka bir tasarım girdisini oluşturdu. Tamamen belirlenen kurallara uyarak günümüz işlevlerini karşılayacak, çevresindeki bozuk yapılaşmaya karşı dönüşümüyle basit ve sakinliğiyle orada duracak bir yapı ortaya çıkarmak bizim ilk önceliğimiz oldu. Konuya ilk önce mevcut halinin işlevinin sorgulamakla başladık. İlk halinde yapıya yol cephesinden giriliyordu, çekirdek de batı cephesinde bulunuyordu. Bu yüzden yapı boğaz manzarasına kapalıydı. Zemin katta bir mutfak ve dört oda bulunuyordu, yaşama mekanı ise 20m2'ydi. birinci katta ise bir mutfak ve dört oda yer alıyordu. Odaların dış mekanla hiçbir ilişkisi bulunmuyordu ve boyutları işlevlerini
karşılamayacak durumdaydı. Çatı ise hiçbir yalıtımı olmayan ve plastiklerle kaplanmış bir kırma çatıydı. Cephesi ve çatısıyla yapının ilk hali hem kendisiyle hem de çevresiyle bozuk bir ilişki kuruyordu. İlk aşamada girişi ve merdiven çekirdeğini doğu cephesine alarak tüm yapıyı boğaza doğru açtık. Zemin katta ön cepheye bakan odaları birleştirerek daha kullanışlı bir yaşama mekanı elde ettik. Doğramaları yere kadar indirerek tüm mekanların bahçe ile ilişki kurmasını sağladık. Üst katta sadece yatak odaları oluşturduk. Tüm mekanları boğaz manzarası olan tarafa yönlendirdik, önlerine taktığımız teraslar ile de dış mekanla ilişki kurmasını sağladık. Mevcut çatıyı tamamen kaldırarak ahşap kaplı teras bir çatı haline dönüştürdük. Merdiven kovasını cam bir küple çatıya kadar çıkartarak burayı da kullanıma açtık. Böylece komşu yapıların önünü kesmeyen ve daha yukarıdan bakıldığında sadece ahşap bir yol gibi gözüken sakin bir düzleme kavuştuk. Bahçesinde yaptığımız çeşitli duvarlarla daha düzenli ve belirli dış mekanlar elde ettik. Bu düzlemlerle oluşturduğumuz dış mekan, yapıyla bir bütünlük oluşturarak iç içe geçtiler. Dış etkenlerin belirlediği kurallara tamamen uyarak basit, sade, sakin ve yeşil çevreye uyumlu bir yapı ortaya çıkarmaya çalıştık. Meydana gelen yapı bu sayede çevresindeki bozuk yapılaşmadan sıyrılabildi.
proje yeri: Beylerbeyi - Üsküdar, İstanbul yapım türü: Betonarme mimari tasarım: İbrahim Eyüp yapısal güçlendirme: Batu Tarman yapımcı: Tarman İnşaat yapım yılı: 2011 inşaat alanı: 225 m2
yenİleme - konut - İstanbul
yeni yapının planları
yapının eski görünümü
yapının yeni görünümü
67 XXI - KASIM 2011
eski yapının planları
İç mekan - mağaza - İZMİR KASIM 2011 - XXI 68
fotoğraflar: Emin Emrah Yerce
HAM ÜRETİM Nail Egemen Yerce tarafından tasarlanan Orfis Showroom’u, markanın daha önceden üretim yeri olarak kullandığı bir mekanın mağazaya dönüştürmesiyle ortaya çıkmış. Elif Esmez
Orfis Showroom
yerce mimarlık
ee: Firmanın daha önce üretim yeri olarak kullandığı mekanın bir mağazaya dönüştürülmesi sürecinde öncelikle nasıl bir çalışma yapmak gerekiyordu? nail egemen yerce: Projeye başlarken öncelikle firmanın isteklerini ve hayallerini dinledik. Bunların, mevcut mekanla ilişkini değerlendirdik. Mevcut yer, üretim tezgahlarının olduğu ve bölücülerin olmadığı total olarak kullanılan bir alandı. Üretim yeri olması nedeniyle daha brütal bir yapıda her şey olması gerektiği gibiydi. Bu da aslında mekanı daha samimi yapıyordu. Mekan ile ilgili ilk gözlemlerimiz bu yöndeyken daha küresel bir bakış açısıyla da günümüzdeki ofis mekanlarını ve mobilyalarını incelemeye başladık. Günümüz ofislerinde, hız, verim, takım çalışması ve yaratıcı çalışma gibi kavramlar iş yaşamına yön verirken hem
mekanlarda hem mobilyalarda kendini gösteriyor. Ofislerin, hiyerarşik ve tekil çalışma düzenlerinden daha bütüncül ve takım çalışmasına uygun farklı birimlerin bir araya gelebildiği düzenlere doğru evrildiği görülüyor. Bunun yanı sıra ofislerde geçirilen zamanların artması, sosyal alanların ve rahatlama alanlarının varlığını da gerekli kılıyor. ee: Buradan yola çıkacak olursak firmanın ürünlerini sergileyebilmesi için nasıl bir mekana ihtiyacı vardı? ney: Mevcut yer, alan açısından tüm ihtiyaçları karşılayacak düzeydeydi. Ancak biz bu mekanı dışarıdaki peyzajla bütünleştirmek istiyorduk. Bu nokta aslında projenin devamı olan yeni gerçekleşen projemizin etabı oldu. Mekanın bütünlüğünü çok parçalamak istemiyorduk. Çünkü mekanın sistematik kurgusu, derinlikle birlikte daha görünür durumdaydı. Ancak bir taraftan da mobilyalara ölçek verecek mekan elemanlarıyla ayrı birimlere ihtiyaç vardı. Yani bir taraftan bölmek
İç mekan - mağaza - İZMİR
69 XXI - KASIM 2011
giriş sayfasında Ziyaretçilerin karşılandığı ana girişten mekana genel bir bakış önceki sayfada altta solda: Firmanın yeni ürünlerinin sergilendiği platform altta sağda: Mekandaki ürünlerin sergilendiği kısımda ürün algısını çoğaltmak için düşünülen delikli tavan yapısı.
KASIM 2011 - XXI 70
İç mekan - mağaza - İZMİR
bu sayfada sağda: Mekanın girişinden platforma kadar devam eden orta aks. altta: Giriş bölümü altta sağda: Platformdan mekanın geneline bir bakış
ama bir taraftan bütünlüğü ya da derinliği kaybetmemek uğraşılarımızdan biri oldu. Bu, bir yönüyle de biraz önce bahsettiğim günümüz ofis mekanlarına referans verebilecekti. ee: Firma ihtiyaçları doğrultusunda mekan kurgusunu nasıl oluşturuldu? ney: Mekan, giriş yönünde üç akstan meydana geliyor. Giriş, orta akstan devam ederken bir meydana çıkıyor. Bu meydan, tasarımın başında sosyal ve ticari ilişkilerin gerçekleşeceği alan olarak düşünülmüşken sonradan firmanın yeni ürünlerini sergileyeceği bir platforma dönüştü. Buna ek olarak şeffaf bir satış ofisi tasarlandı. Mekanda girişten itibaren; satış ofisi, toplantı masası ve çalışma istasyonları için kullanılan daha büyük birimler yer alırken mekanın sonuna doğru ise daha küçük birimlerde yönetici odaları mobilyaları sergileniyor. Bu konumlanma, mekan derinliğini çok kaybetmeden ayrı birimler oluşturma fırsatı sağladı. Buna ek olarak yapının teknik alt yapısı da görünür
şekilde bırakılarak mekanın eski halindeki üretim alanına gönderme yapıyor. Bu durumu mobilyaların sergilendiği ayrı birimlerde mobilya algısı için daha nötr bir ortam yaratmak amacıyla delikli tavan yapısıyla örttük. Bu düzenli mekan yapısı, orta aksın sonlandığı platformla birlikte, form, kullanım ve malzeme çeşitliliği kazandı. Orta aksta devam eden zemindeki adım taşları da bu platforma bağlanıyor. ee: Bu kurgu içerisinde firmanın var olan ürün ve ürün grupları nasıl sergileniyor? ney: Mobilyaları mekan içerisinde ayrı ayrı birimlerde sergiledik. Mobilyalar tasarımlarına göre bir araya gelip bir grup olabilecek diğer seçeneklerine yakın bir şekilde kurgulandı. Böylece gelen kullanıcı, değerlendirmesini daha rahat yapabiliyor. Bir de tek ürünler var. Onlar ise mekana girdiğimiz ve ilerlediğimiz orta aksın kenarlarında yer alıyorlar. Yine bir araya gelebileceği ürün grubuna yakın olmak üzere konumlanıyor. Burada ürünlerin sergilenmesinin yanı sıra
mekanda yer alacak aksesuarların seçilmesi ve yerleştirilmesi de üzerinde çalıştığımız diğer bir konu oldu. ee: Kullanılan malzemeler, renkler ve mekanın genel aydınlatması neye göre şekillendi? ney: Gelen kullanıcının ilgisini farklı renk ve malzemelerdeki ürünlerin üzerinde toplamak adına mekanın, malzeme ve renk açısından daha sakin olmasını tercih ettik. Ama bu arada sakinliğin içine heyecan ve zenginlik katacağını düşündüğümüz form, malzeme ve rengi de aklımızdan çıkarmadık. Bu anlamda firmanın yeni ürünlerini sergilediği platform, bu durumun vücut bulmuş hali oldu. Dokulu sıvaların da duvarlara aydınlatmayla birlikte verdiği etki mekana katmak istediğimiz bir başka çeşitlilik oldu. Aydınlatma tasarımı da mobilya üzerine ve biraz önce bahsettiğim platform ve dokulu duvarlara vurgu yaparken genel aydınlatma loş ve mekanın derinliğini algılatmak üzere kurgulandı.
proje adı: Orfis Showroom işveren: Orfis Orçelik Büro Mobilyaları yer: İzmir, Pınarbaşı mimari tasarım: YERce Mimarlık, Nail Egemen Yerce aydınlatma tasarımı: YERce Mimarlık, Nail Egemen Yerce yapım: Pimtaş elektrik: Koza Elektrik mekanik: Ekinoks
kesit
üç boyutlu perspektif çizimi
mekanın önceki hali
inşaat aşamasından bir görünüm
71 XXI - KASIM 2011
plan
İç mekan - mağaza - İZMİR
nail egemen yerce 1978’de doğdu. 1997’de Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Bölümü’ne girdi. 1998-2003 yılları arasında Y. Mimar-Ressam Nafi Çil mimarlık bürosunda çalışmaya başladı. 2003’te İstanbul Teknik Üniversitesi Mimari Tasarım Bölümü’nde yüksek lisansa başladı. 2005-2006 yılları arası İtalya’da L’Universita Politecnico di Bari’de endüstriyel tasarım dersleri aldı, projeler hazırladı ve okul sergilerine katıldı. Halen İstanbul ve İzmir şehirlerinde yaşayan Yerce, mimarlık, endüstriyel tasarım ve resim alanlarındaki çalışmalarını iki şehirde sürdürüyor.
ürün tasarımı - halı KASIM 2011 - XXI 72
SADECE BİR “KLİK” Klik firması için gerçekleştirilen Tamer Nakışçı tasarımı 1 ile Meriç Kara tasarımı Loom; kullanıcılara farklı fikir ve malzemeyle kurgulanmış, alışılagelmiş halı anlayışının dışında bir deneyim sunan iki yeni ürün. Her ikisi de bu alanda yaratıcı ve deneysel bir bakış açısına sahip çalışmaların olabileceği konusunda yol gösterici. Elif Esmez
1 ve Loom
tamer nakışçı, meriç kara
ee: Öncelikle Klik markasının hikayesi nasıl başladı? Bir tasarımcı olarak ürün tasarlamanın ötesinde burada yeni bir markanın tasarlanmasından bahsediyoruz. Tamer Nakışçı: Klik markasının bundan yaklaşık üç-dört yıl önce halı sektöründe faaliyet gösteren orta ölçekli bir firma olan Carpetus'un benimle iletişime geçmesiyle başlayan bir hikayesi var. Firmanın kurucularından Nazif Kıymaz'ın yeniliklere karşı olan heyecanı ve enerjisiyle birlikte uzunca bir süre atölye ortamında farklı malzeme ve teknolojiler üzerinde oynadık ve yeni fikirler denedik. Bu süreç, bir tasarımcı olarak halı sektörünü yakından tanıyarak eksik noktaları fark etmem adına oldukça değerli oldu. Henüz birlikte ne yapacağımızı tam olarak şekillendirmemişken birlikte geçirdiğimiz bu dönem, daha sonraları kurgulayacağımız bu yeni
oluşum için sağlam bir temel oluşturdu. Böylece Carpetus markasının sahip olduğu pazar ve üretim yöntemlerinin biraz dışına çıkarak, yeni ve bağımsız bir marka yaratma kararı aldık. Bu noktadan sonra onların üretim ve pazarlama tecrübesiyle benim tasarım vizyonum bir araya geldi ve yeni ürün tasarımları üzerinde çalışmaya başladık. Diğer yandan da ekibimle birlikte Klik markasını şekillendirme sürecine girdik. Markanın adının bulunmasıyla başlayan ve kurumsal kimlik tasarımından internet sitesine kadar uzanan geniş bir çalışma gerçekleştirdik. ee: Peki Klik ismi nereden geliyor? tn: Firmanın ismi, tariflemek istediğimiz dünyaya tam oturuyordu. "Klik" diye. “İşte budur” dediğimiz fikirleri hayata geçireceğimiz bu markanın ismi de tam böyle olmalıydı. Klik bizim için bir isimden çok bir duyguyu, hatta sesi temsil ediyor diyebilirim. İsmi bulduğumuzda Hollandalı tasarımcı bir arkadaşımla Londra'daydık. Parmağımızı aynı anda şıklattığımızı hatırlıyorum. “Things that just klik” dedik ve bize o hareketi yaptıran her fikre açık bir marka olsun istedik.
ürün tasarımı - halı 73 XXI - KASIM 2011
ee: Bu yeni firmanın halı sektöründe kendini konumlandırırken belirlediği hedefler doğrultusunda yapmak istediklerinden biraz bahseder misin? tn: Klik ile hedefimiz halı kavramını, zemin ve yüzeylerle olan ilişkimizi sorgulamak; kalıplaşmış kuralları yeniden yazmak. Halı sektörüne baktığımızda, üretim yöntemleri ve estetik arayışlar arasında kalmış, kendini tekrar eden bir dünya ile karşılaşıyoruz. Dünya üzerinde gerçek anlamda inovatif ürünler üreten marka sayısı yok denecek kadar az. Bu firmalar da, geniş ölçekli ticari bir düzenin parçası olduklarından dolayı, konuya yine de yeteri kadar cesur yaklaşamıyorlar. Biz ise bu düzeni henüz kurmakta olduğumuzdan dolayı, deneysel ve yaratıcı bir bakış açısı kurgulayabiliyoruz. Elbette, bir adım atmadan önce konuyu birçok farklı açıdan değerlendiriyoruz; ancak aklımıza gelen sıradışı fikirler bizi ürkütmüyor. Tam tersine bizi daha akılcı çözümler bulmaya, tasarımın daha derin katmanlarına inmeye zorluyor. Ürünlerimiz bugüne kadar yurtdışında birçok önemli fuar ve
sergide yer aldı ve firmanın temsilcileri aracılığıyla da birçok ülkeye ulaşıyor. Hatta bir tasarımımız için Japonya'da patent bile aldık. ee: Bu yeni deneyimin uzantısını en yeni iki ürün olan 1 ve Loom’da görebiliyoruz. tn: 1, iki katmanın birleşmesiyle ortaya çıkan bir illüzyon. Ancak üst üste geldiklerinde bir yüzeye ve geometriye sahip oluyorlar ve aslında “1” oluyorlar. Bu tasarımı aynı zamanda geleneksel halı saçaklarının bir yorumu olarak da okumak olanaklı. Meriç Kara’nın tasarımı Loom ise halı dokumanın özünden yola çıkarak, desen yaratma yöntemini yeniden yorumluyor. Halı üzerinde oluşan desenler de istenildiginde değiştirilebiliyor. ee: Kullandığınız malzemenin de burada önemli olduğunu düşünüyorum. Malzemenin tasarımla olan ilişkisi ve sonrasında ise üretimle olan ilişkisine değinebilir misin? tn: Tasarımlarda genellikle %100 yün keçe kullanıyoruz. Aslında bu malzemeyle çalışmak
alışılagelmiş halı üretim yöntemlerine oldukça uzak. Fakat sahip olduğu özellikler sayesinde, başka malzemeler ile kolayca bir araya gelerek hızlı ve pratik bir şekilde ürüne dönüştürülebiliyor. Ancak biz bir tek malzeme ile kendimizi kısıtlamıyoruz, sürekli olarak farklı malzeme ve teknolojilerle yeni şeyler deniyoruz; bu anlamda Carpetus da firma olarak oldukça önemli bir rol üstleniyor. ee: Meriç Kara ile bu projede nasıl bir araya geldiniz? tn: Klik, bütün bunlar bir yana; bize tasarım yaparken gerçekten eğlenebileceğimiz bir alan sunuyor. Öncülüğünü yaptığım bu markanın yeni bir sürece girdiği bu aşamada, bu dünyayı Studio/Nakışçı çatısı altında farklı perspektiflere açmaya karar verdik. Elbette bu noktada Meriç’ten daha iyi bir oyun arkadaşı olamazdı. İstanbul tasarım Haftası öncesinde birlikte bazı yeni ürün ve fikirler üzerinde çalıştık. Bizim için oldukça üretken bir süreç oldu. Bu doğrultuda heyecan verici projelerimiz devam edecek. Umarız üretici ve tasarımcılar arası işbirliği açısından da Klik yenilikçi bir model ve örnek bir marka olarak yoluna devam eder.
giriş sayfasında solda: Meriç Kara tasarımı Loom sağda: Tamer Nakışçı tasarımı 1 önceki sayfada üstte solda ve sağda: 1 tasarımından ayrıntılar altta solda ve sağda: Loom'dan görünümler bu sayfada solda altta ve en altta: 1'in birleşme noktaları altta: Firma için tasarlanan logo en altta: İlk olarak İstanbul Tasarım Haftası'nda sergilenen %100 yün keçeden üretilen 1 ve Loom.
KASIM 2011 - XXI 74
ürün tasarımı - halı
tamer nakışçı Disiplinlerarası tasarımcı Nakışçı, kariyerine 2004 yılında Fiat Advanced Design Concept Lab – Milano'da başladı, 2005 yılında “888” adlı tasarımı ile ilk uluslararası ödülü olan Nokia Benelux Design Awards'u kazandı. 2009 yılında Avrupa Birliği tarafından Avrupa'nın 100 yaratıcı genç yeteneğinden biri olarak gösterilen Tamer Nakışçı, dünya çapında birçok konferans ve uluslararası etkinlikte yer aldı. Istanbul'da kurduğu Studio/ Nakışçı çatısı altında yaratıcılığın farklı alanlarında projeler gerçekleştiriyor. Tasarımları başta Red Dot ve IF olmak üzere birçok uluslararası ödüle layık görüldü ve dünyanın birçok noktasında sergilendi.
1'in üç boyutlu çizimi
meriç kara 1977'de İzmir'de doğdu. 2001 yılında ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü'nden mezun olduktan sonra 2002'de Milano'da Domus Academy'de yüksek dereceyle yüksek lisansını tamamladı. 2003'te Benetton'un Italya'daki Iletişim ve Araştırma merkezi Fabrica'ya girmeye hak kazandı ve tasarım departmanında yer aldı. Bu süreçte Jaime Hayon ve Aldo Cibic gibi tasarımcılarla bir arada çalıştı. 2007'de Phaidon Press tarafından "& fork" kitabında en ilginç 100 genç tasarımcıdan biri olarak gösterildi. Serbest çalışmalarına 2006'da yerleştiği İstanbul'da devam ediyor.
loom'un üç boyutlu çizimi
NOVELLA CORIAN Viko Artline'ın Novella Corian serisi, ince ve keskin hatlarıyla duvarlara şıklık katarken bir dekorasyon öğesi olarak yaşam alanlarında da yerlerini alıyor. Novella Corian serisi şeffaflığın ve duruluğun bulunduğu mekanlara
parlaklık katıyor, mermer görünümüyle bulunduğu mekanın havasını değiştiriyor. Viko Artline Novella Corian serisi dusk, aurora, sand stone ve blackquartz renk seçenekleriyle iç mekanlara doğanın sıcaklığını taşıyor. www.viko.com.tr
LEDWAY Amerika'nın en iyi LED üreticilerinden olan BetaLED’in yol aydınlatma ürünü olan Ledway, duvara ya da direğe monte edilebilecek şekilde üretildi. Modüler bir sistem olan ürün, 20'den 120'ye kadar LED kullanılarak farklı şekillerde uygulanabiliyor, istenilen aydınlık seviyesine göre aynı kasayla farklı çözümler sunabiliyor. CREE marka LED'lerin kullanıldığı Ledway, IP 66 koruma standardına sahip. Hem ürün ömrü ve kalitesi hem de beş yıl ışık ve sürücü, 10 yıl kasa garantisiyle benzer ürünlere göre üstünlük gösteren Ledway, ALE Teknoloji ile Türkiye'de de kullanıcılarına sunuluyor. www.lightmaster.com.tr
KASIM 2011 - XXI 76
YENİ - ÜRÜN
RETRO Tuna Ev'in sunduğu Retro serisi, 19501960'lı yılların sadeliği ve cesaretiyle birlikte, dönemin kült tasarımının izlerini yeni sezon çalışmalarına taşıyor. Yoğun olarak klasik bir tarzın modern renkler ve dokularla yorumlanmasıyla ortaya çıkan Retro serisi, yaşam alanlarının her zaman kişilikli ve yeni kalan parçalarını oluşturuyor. Tuna Ev'in Retro, Ritim ve Metropolis adlarıyla oluşturduğu üç ana stil koleksiyonundan kullanıcıların farklı kumaş, ahşap ve lake seçeneklerinden kendilerine uygun olanları seçerek oluşturdukları kombinasyonlar Tuna Ev tarafından özel tasarımlara dönüştürülüyor. www.tunaev.com
GÖMME REZERVUAR Creavit'in sunduğu gömme rezervuar grubu, duvar içine gömülen yapısı sayesinde dış yüzeyde ince bir form yakalarken ürün, banyolara yer kazandıran estetik bir görünüm de sağlıyor. Sessiz doldurma işlevinin yanı sıra, üç ve altı litrelik iki farklı su boşaltım fonksiyonu su tasarrufuna yardımcı oluyor. Vida kullanmadan takılabilen panel bağlantı şablonu ürüne montaj ve kullanım kolaylığı kazandırıyor. Sular kesildiğinde rezervuar içindeki suyun şebekeye geri dönmemesi de ürünün bir diğer özelliği. www.creavit.com.tr
ONCE UPON A TILE Interfaceflor tarafından tasarlanan Once Upon A Tile serisi Türkiye'de satışa sunuldu. Yeni serinin görselliğinde geniş ölçüde Grimm Kardeşler ve Stanley Kubrick'ten etkilenildi. Üretiminin tamamını %100 geri dönüşümlü çevreci ürünlere dönüştürmeyi hedefleyen markanın yeni serisinde Kırmızı Başlıklı Kız, Rapunzel, Sindirella, Hansel ve Gratel gibi masal kahramanlarının desenleri bulunuyor. www.interfaceflor.com
VARIO SOĞUTUCU 400
KASIM 2011 - XXI 78
YENİ - ÜRÜN
Gaggenau'nun sunduğu Vario soğutucu 400 serisinde, hassas gıda maddelerinin tazeliğini korumak ve şarapları, taze ya da dondurulmuş ürünleri saklamak için uygun koşullar yaratmak üzere tasarlanan buzdolapları, dondurucular, buzdolabı-dondurucu kombinasyonları ve şarap iklimlendirme dolapları yer alıyor. İçleri tamamen paslanmaz çelik kaplı cihazların yan ışık elemanları ve tavan
spotları sayesinde geniş bir aydınlatma sağlanıyor. Sertleştirilmiş emniyetli cam raflar manuel ya da otomatik olarak ayarlanabiliyor, çekmece gözleri tamamen genişletilebiliyor. Serideki tüm cihazlar gıda maddeleri üzerinde zararlı buz oluşumunu önleyen no-frost teknolojisine sahip. www.gaggenau.com
LUCE Hotpoint-Ariston'un adını ışıktan alan yeni Luce serisinde ocak, fırın, davlumbaz, kahve makinesi, şarap soğutucu ve bulaşık makinesi bulunuyor. Yüksek performansın işlevsel tasarımla birleştirildiği ürünler kullanım kolaylığı sunarken aynı zamanda enerji tasarrufu sağlıyor. Luce serisinde yer alan fırınların “high definition” teknolojisi sayesinde her seviyedeki pişirim aynı sonucu veriyor. Fırınların içini aydınlatan LED ışıklar yemeklerin dışarıdan rahatça görülmesini sağlıyor. Seride gazlı ve indüksiyonlu olmak üzere iki farklı fırın bulunurken vakumlu ya da filtreli olarak ikiye ayrılan Luce davlumbazlar model ve tercihe bağlı olarak düşük tüketimli parlak halojen veya LED lambalara sahip. www.hotpoint-ariston.com.tr
SCHINDLER MİMARLIK YARIŞMASI'NA KAYITLAR BAŞLADI İki yılda bir düzenlenen ve Avrupa'nın seçkin üniversitelerinin katıldığı Schindler Mimarlık Yarışması'nın bu seneki ev sahibi İsviçre'nin başkenti Bern. Yarışmanın ana teması ise etraflılık ve tüm vatandaşların engelsiz hareket edebilmesiyle ilgili bir
tasarım felsefesi olan “Herkes için Erişim”. Avrupa'daki bir üniversitede veya mimarlık okulunda lisans eğitimlerinin son sınıfında okuyan ya da master eğitimi almakta olan mimarlık öğrencilerine açık olan yarışmaya www.schindleraward. com adresinden online başvuru yapılabiliyor. Yarışma için son başvuru tarihi ise 30 Nisan 2012. www.schindler.com
AKG GAZBETON BOMONTİ EXTENSA PROJESİ’NDE
KASIM 2011 - XXI 80
FİRMA HABERLERİ
Şişli Bomonti'de hayata geçirilen Extensa Apartmanı Projesi'nde AKG Gazbeton ürünleri tercih edildi. Bu projede, yangın güvenliği ve ısı yalıtımını birlikte arayanların seçimi olan AKG Gazbeton ürün yelpazesinden hafif asmolen ürün grubu kullanıldı. Pratik, ergonomik ve yanmaz AKG Gazbeton
hafif asmolen ürünleri, mineral bazlı gözenekli yapısıyla dış mekan ve katlar arasındaki ısı ve ses yalıtımını artırarak konforlu bir yaşam alanı sağlıyor. AKG Gazbeton'un son dönemde gerçekleştirdiği Ar-Ge çalışmalarıyla ağırlığı önemli düzeyde azaltılan yeni hafif asmolen, pürüzlü yapısıyla sıva tutunma sorununu da ortadan kaldırıyor. www.akg-gazbeton.com
VİTRA YEŞİL İŞ KONFERANSI'NA SPONSOR OLDU
Vitra, İstanbul Swissotel'de 3.'sü düzenlenen Yeşil İş Konferansı'na sponsor oldu. Düşük karbon ekonomisine geçiş sürecinde iş dünyasındaki son gelişmelerin, proje ve ürünlerin paylaşıldığı konferansta, sürdürülebilir bir geleceğin ancak çevre ve iklim değişikliği konusunda atılacak
adımlarla sağlanacağı vurgulandı. Çevreci faaliyetleriyle dikkat çeken Vitra, etkinlikte katılımcılara Eczacıbaşı Yapı Ürünleri Grubu markalarının üretim, tasarım ve yönetim felsefesini ifade eden “Blue Life” konseptiyle ilgili bilgi verdi. Konferansta Vitra'nın sektöründe ilk ve tek marka olarak sahip olduğu Eko-Etiket ve FSC sertifikaları hakkında da açıklama yapıldı. www.vitra.com.tr
HAFELE YENİ ÜRÜNLERİNİ TEKNOLOJİYLE BULUŞTURUYOR
Hafele, birbirinden farklı çözümlerle tüm yaşam alanlarını akıllı mekanlara dönüştüren en yeni ürünlerini teknolojiyle buluşturdu. Hafele'nin tüm katalogları iPad'de görüntülenebiliyor, kullanıcıların ihtiyaç duyacağı ürün ve stok bilgileri, güncel kampanyalar ve sipariş takibi bir kullanıcı kodu
ve şifreyle Hafele web sitesinden izlenebiliyor. www.hafeleevim.com adresinden ürünlerin 3D uygulamaları, güncel fiyat ve stok bilgilerine erişilebiliyor. Yapılar, yaratıcı yüzler, mobilyada farklı tarzlar ve eğilimler Hafele'nin mimarlık platformu www. hafelegateway.com'da buluşuyor; Gateway'de yer alan haberler Facebook ve Twiter sayfalarında takip edilebiliyor. www.hafele.com.tr
YTONG BİLECİK FABRİKASINDA KAPASİTE ARTIRIYOR
Kuruluşundan bu yana kapasitesini 130.000 m3'ten 300.000 m3'e kadar artıran Bilecik'teki Ytong fabrikasında üretim kapasitesini 340.000 m3'e çıkaracak olan 6. otoklav için temel atma töreni gerçekleştirildi. Bilecik
Ytong fabrikasının kısa vadede yıllık 400.000 m3, ardından kademeli kapasite artışlarıyla yıllık 800.000 m3 üretim hacmine ulaşması ve bu sayede dünyanın en büyük Ytong fabrikası olması hedefleniyor. Sektörün lideri konumundaki Türk Ytong bu yatırımla toplam üretim kapasitesini yıllık 1.5 milyon m3'ün üzerine çıkarmayı amaçlıyor. www.ytong.com.tr
ASPEN TEPE PRIME AVENUE'DA
Ürünleriyle birçok önemli projenin iç mimarisine katkı sağlayan Aspen, Ankara'nın çehresini değiştirmeye hazırlanan Tepe Prime Avenue projesinde de yerini aldı. Başkent'in ortak buluşma noktası olması hedeflenen Tepe Prime Avenue, pek çok seçkin firmanın ofisine
de ev sahipliği yapacak. Modern ofis ortamları yaratma konusunda uzman olan Aspen, projede bölme duvarları ve asma tavan sistemleriyle yer aldı. Aspen'in şeffaf Diversa ve Sinova bölme duvarlarıyla ferah ve zarif bir havaya kavuşan ofis katında yine Aspen'in Integra metal asma tavan sistemi kullanıldı. www.aspen.com.tr
FİLLİ BOYA KARBON AYAK İZİNİ SIFIRLIYOR Filli Boya Yalıtım Grubu öncülüğünde küresel iklim değişikliğine, sürdürülebilir bir hayat için ısı yalıtımının önemine dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak amacıyla düzenlenen “Yarına Borcumuz Var” projesi Filli Boya'nın Facebook sayfasında hayata geçti. Filli Boya Yalıtım Grubu, 4 Kasım
2011 tarihine kadar devam edecek olan projeyle katılımcıların karbon ayak izini hesaplayarak projeye destek veren ilk 3000 kişi adına myclimate Türkiye portföyünde yer alan Çanakkale Gelibolu ve İzmir Çeşme rüzgar enerji santrallerine bağış yapıyor, katılımcıların evsel enerji kullanımından kaynaklanan bir haftalık ortalama karbon ayak izini sıfırlıyor. www.filliboya.com.tr
DAIKIN TÜRKİYE'DE
Airfel'i satın alarak Türk iklimlendirme sektörüne büyük yatırım yapan Daikin çalışmalarını, hedeflerini ve planlarını düzenlediği bir basın toplantısıyla açıkladı. Toplantıda konuşan Daikin Türkiye CEO'su Hasan Önder, satın alma sonucu Daikin Türkiye'nin Türkiye'de ısıtma-soğutma alanında en geniş ürün
gamına sahip marka haline geldiğini aktarırken “Bu satın alma ile Daikin sadece Türkiye pazarını değil, farklı pazarları da hedefliyor. Bu doğrultuda 2015 yılına kadar inventer split klima, fancoil ve klima santralleri fabrikaları yeni yatırımlarla büyüyecek” diye konuştu. Daikin'in ısıtma sektöründe güçleneceğini vurgulayan Önder, Daikin'in dünyayı Türkiye üzerinden ısıtacağını da söyledi. www.daikin.com.tr
SÖYLEŞİ - YENİ ÜRÜN KASIM 2011 - XXI 82
MUTFAKTA KEYİFLİ ZAMANLAR İntema Mutfak tarafından üretilen Solido serisi yalın ve düz hatlara sahip. Seriyle ilgili sorularımızı İntema Mutfak Pazarlama Yöneticisi Nilay Turan Gören yanıtladı. Tuğba Demirci
td: Solido Serisi piyasadaki nasıl bir boşluğu doldurmak için tasarlandı? Nilay Turan Gören: Solido’yu tasarlarken amacımız “mutfakta geçirilen keyifli ve mutlu zaman” trendinin bir yansıması olarak rahat, özgür ve mutlu bir mutfak yaratmaktı. Yalın ve düz hatlarıyla modern, genç, şehirli ve konforlu bir seri tasarlamaya çalıştık. Ayrıca, son yıllarda mutfaklarda parlak yüzeylere karşı artan bir ilgi söz konusu. Parlak akrilik Solido serimizin beyaz, krem ve
siyah renk seçenekleri bu ilgiyi karşılar nitelikte. Siyah akrilik renk seçeneği sadece İntema Mutfak’ta bulunuyor. Akrilik malzeme lakeye göre daha zor çiziliyor ve fiyat avantajı olduğu için Solido’yu bir adım öne taşıyor. Akrilik homojen bir malzemedir; yüzeyde oluşan ve derin olmayan izler cila işlemi yapılarak giderilebildiği için de kullanım kolaylığı sunuyor. td: Serinin tasarımı kullanıcı profiline göre nasıl şekillendi? ntg: Solido serisinin kullanıcı profili olarak şehirde yaşayan ve çalışan genç kitleyi hedefledik. Solido, stil sahibi bir sadeliğe sahip. Modaya yakın duran zarif hatlarıyla da fark yaratıyor ve
hedeflediğimiz şehirli genç kitlenin dikkatini çekiyor. Bir mutfaktan beklenen temel özelliklerin hepsini barındıran Solido, tüm bunlara ek olarak, mutfakta geçirilen zamanı keyfe dönüştürüyor ve heyecan uyandırıyor. Solido’nun nötr tonlarını zengin renk seçenekleri sunan parlak lakelerle birleştirerek mutfakta retro esintiler yakalanması mümkün. Doğallıktan vazgeçmeyenler için zengin ahşap seçenekleri de tercih edilebiliyor. Tasarımımızla tüm bu özelliklerinin ve farklarının bütününde, hedeflediğimiz kullanıcı profilini yakalamaya çalıştık.
uygulama - OTOMASYON SİSTEMİ - dubaİ KASIM 2011 - XXI 84
YÜKSEK YAŞAM İç aydınlatma tasarımı New Yorklu Fisher Marantz Stone tarafından yapılan, dünyanın en yüksek binası Burj Khalifa'da Philips Dynalite akıllı aydınlatma kontrol çözümleri kullanıldı. Emre Toparlar
Kontrol sisteminin projelendirilmesi, tasarımı, testi, devreye alınması gibi mühendislik işleri Philips Dynalite sistem çözüm ortağı Tectronics tarafından sağlanan Burj Khalifa’daki misafir odaları, konutlar ve ofisler aynı sistem omurgasına sahip aydınlatma ve otomasyon sistemi tarafından kontrol ediliyor. Her süitte yer alan Dynalite çok amaçlı kontrolörünün bina genelindeki toplam sayısı 7.000’i buluyor. Kontrolörlerin her biri, farklı aydınlatma senaryolarını, yükselen/alçalan kenar (leading/trailing edge) dimmerlerini, balast ve röle kontrolünü aynı cihazda sağlayabiliyor. Kontrolörler süitlerdeki küçük bir dolabın içerisine saklanabilecek kadar az yer kaplıyor. Süitteki otomasyon senaryoları, sayıları 10’u bulan Philips Dynalite Revolution Series 2 anahtar panelleri ile yapılıyor. Bina genelinde 14.000’i aşkın sayıda kullanılan bu
paneller birbirleriyle haberleşebildiği gibi, iletişim kesildiğinde bile Philips Dynalite’ın geliştirilmiş haberleşme protokolü DyNet sayesinde otomasyon sisteminin işlevi merkezden bağımsız devam edebiliyor. DyNet üzerinden paneller, çok amaçlı kontrolörler ve AMX ses/görüntü sistemleri aynı sistemin organları gibi çalışabiliyor. Bina genelindeki toplam 13 adet DyNet sinyal tekrar edici ile bütün aydınlatma sistemi Philips Dynalite DLight III sunucusu üzerinden izlenebiliyor. Yazılım sayesinde, ışık kaynaklarının kontrolü, izlemesi, enerji tüketimi ve arıza bilgileri takip edilerek zaman programları ayarlanabiliyor. Philips Dynalite’ın ayrıştırılmış akıllı sistem altyapısı, odalarda oluşabilecek beklenmedik sorunlarda bile sistemin birbirinden bağımsız çalışmasını devam ettiriyor. Gün boyunca uygun ışık seviyesinin sürekli ayarlanması ve sadece kullanıcının ihtiyaç duyduğu anda yeterli ışığı alması, aydınlatma tasarımcısının aradığı “akıllı” kriterini yerine getiriyor. Bunların her biri olabildiğince sade bir şekilde, birkaç tuş ile ayarlanabiliyor.
Burj Khalifa projesinde iki aşamalı montaj işçiliği, şantiye tozla kaplıyken kutuların odalara monte edilmesiyle başladı. Projenin mekanik ve elektrik işçiliği tamamlanıp odalar temizlendikten sonra toz geçirmez kontrol panolarının içindeki kontrol cihazlarının kablolaması tamamlandı. Haberleşme altyapısını oluşturan Cat5 kablosunun uçlarının açılması sırasındaki işçiliği en aza indirmek için vidalı klamensler yerine RJ12 (telefon) soketi kullanıldı. Böylelikle montaj işlemi sadece uçların soketlere takılması ile gerçekleştirilmiş oldu. Bunlara ek olarak Philips Dynalite, 800’ü aşan röle kontrolörüyle harici mekanların, balo odası, toplantı odaları, lobi ve restoran gibi genel alanların aydınlatma kontrolünü sağlandı. Montaj sonrasında sistemin genel kontrolü, testi ve devreye alınması Philips Dynalite’ın süpervizörlüğünde tamamlandı. Tasarımcı Marantz’ın da altını çizdiği Philips Dynalite anahtar katkısı, ayrıştırılmış akıllı sistem altyapısının, tasarımcının belirlediği gelişmiş işlevselliği gerçekleştirebilmesi oldu.
PROJE - KONUT KASIM 2011 - XXI 86
görseller: © Werner Sobek
ENERJİ EVİ “Plus Energy House with Electromobility” projesi, giderek artan enerji ihtiyacı karşısında geleceğin konutlarının nasıl bir davranış sergileyeceğini göstermek üzere düşünülmüş konsept bir tasarım. ILEK
Stuttgard Üniversitesi Hafif Strüktür ve Konsept Tasarım Enstitüsü (The Institute for Lightweight Structures and Conceptual Design – ILEK), “Plus Energy House with Electromobility” tasarımıyla Birleşik Alman Ulaşım, Yapı ve Kentsel Gelişim Bakanlığı (German Federal Ministry of Transport, Building, and Urban Development – BMVBS) tarafından düzenlenen mimari planlama yarışmasında birincilik ödülünü kazandı. Profesör Werner Sobek yönetiminde geliştirilen proje, yeni elektrikli araçlarla yapılaşmış çevre arasındaki enerji akış potansiyelini etkin bir şekilde gösteriyor.
Proje, mimari olarak temel teknik yapının içinde bulunduğu sistemi anlaşılır bir şekilde sunmak için camla kaplı bir sergileme alanında düzenlendi. Tasarım yalnızca enerji üreten geleceğin konutlarının (kullanıcıların elektrikli aletlerini çalıştırmaya yeterli olacak kadar) elverişliliğini örneklendirmekle kalmıyor, ayrıca bu yapıların nasıl tasarlanıp inşa edileceğini ve kullanım ömürleri son bulduğunda geri dönüşümlerinin nasıl olacağını da gösteriyor. Disiplinlerarası tasarım ekibi tarafından benimsenen bütünsel planlama yaklaşımı, sürdürülebilir tasarım konseptini farklı bir kademeye taşıyarak, bu alandaki önceki projeleri geride bırakıyor. Cam bir vitrin içinde yer alan “enerji çekirdeği”, kullanıcıların hareketli ve durağan mekanları arasında hem mimari bir arayüz hem de bir yapı sistemi olarak
işlevlendiriliyor. Bahçeden bakıldığında özel yaşam alanlarıyla iki katlı kompakt bir yapı gözlemlenirken, caddeye bakan taraftaki şeffaf yapısı, ziyaretçilerinin, içindeki elektrikli aletler ve dinamik görüntüleme sistemiyle ev hakkında gerçek zamanlı bilgi sağlamalarına imkan tanıyor. Konsept tasarımın hazırlanmasında odaklanılan yenilik, enerji akışı ve depolanmasıyla projenin mimari katmanlarının tasarımında hayat buluyor. İç mekanlardaki opak ve camla döşenmiş alanların düzenlenmesi, enerji kaybını en aza indirecek ve gün ışığından mümkün olduğunca fazla yarar sağlayacak şekilde tasarlandı. Fotovoltaik ve solar termal sistemlerin yapıyla ilişkilenmesi, enerjinin verimli kullanımıyla evin ihtiyacı olandan fazla enerji üretimine olanak sunuyor. Bu enerji fazlası, kamusal elektrik sistemini
tasarım aşaması
PROJE - KONUT
montaj aşaması
87 XXI - KASIM 2011
etkileşim şeması
çalışma tekniği şeması
besleyerek yenilenebilir enerji stoğuna katkıda bulunuyor. Yerleşim planının esnekliği sayesinde proje geniş ölçüde kentsel ve kırsal alanlardaki koşullara, aynı zamanda kullanıcıların değişen ihtiyaçlarına uyum sağlıyor. Elektrikli araçların enerji ihtiyacı ve şehirlerdeki dağınık altyapı, geleceğin yaşam alanları ve mobil tasarımların birlikte gelişmesine neden oluyor. Bu eğilim, ILEK tarafından geliştirilen projede hem mimari açıdan hem de enerji döngüsü ve özellikle kullanıcı düzeyinde inceleniyor. Bu fikirleri ziyaretçilere anlatabilmek ve proje hakkında eş zamanlı bilgi aktarılmasını sağlamak amacıyla dinamik bir sergi konsepti oluşturuldu. Ana fikre odaklanıldığında Plus Energy House projesi, tasarım ve işlev olarak geleceğin yeni konutlarının bir örneğini sunuyor.
mimari ve ana planlama: Stuttgart Üniversitesi Hafif Strüktürler ve Konsept Tasarım EnstitüsüILEK (Prof. Dr. Dr. E.h. Werner Sobek, Michael Herrmann, Christian Bergmann, Thorsten Klaus) danışmanlar: Stuttgart Üniversitesi Yapı Enerji Sistemleri Enstitüsü - IGE (Prof. Dr. Michael Schmidt, Jörg Arold), Stuttgart Üniversitesi Yapı Fiziği Anabilim Dalı ( Prof. Dr. Klaus Sedlbauer, Jan Paul Lindner), Stuttgart Üniversitesi İnsan Faktörü ve Teknoloji Yönetimi Enstitüsü – IAT (Prof. Dr. Dr. E.h. Dieter Spath, Florian Rothfuss, Florian Klausmann, Steffen Braun) işbirliği yapan planlama ofisleri: Werner Sobek Stuttgart (Petra Michaely, Christian Duder, Agatha Toth, Benjamin Springer), WS GreenTechnologies (Dr. Heide Schuster, Viola Kosseda, Jürgen Schroth)
0- Giriş 1- Bilgi ekranı 2- Ev idaresi 3- Batarya 4- Havalandırma aygıtı 5- Isı toplayıcı 6- Dolap 7- Sıcak su deposu 8- Sıcaklık pompası 9- Borular 10- Şarj ünitesi 11- Merdiven 12- Kabin 13- Solar termal toplayıcı
KALE ENDÜSTRİ HOLDİNG
KASIM 2011 - XXI 88
REFERANS PROJE - otomasyon sİSTEMLERİ
1953 yılında temelleri atılan Kale Kilit, 1979'da gelişimine devam ederek 1988 yılında tüm şirketlerini holding çatısı altında toplayarak yatırımlarıyla büyümeye devam ediyor. Kale Endüstri Holding bünyesinde bulunan Kale Kilit, kendi sektöründe ülkemizin lider firması, dünya kilit piyasasında saygın bir marka. Kale Endüstri Holding olarak tüm ürün gruplarıyla komple güvenlik çözümleri sunan bir yapılanmaya doğru önemli adımlar atıyor. Kale Endüstri Holding çatısı altında bulunan şirketler; çelik kapı kilidi, silindir, daire kilidi, oto emniyeti, aksesuar ürünleri üreticisi Kale Kilit ve Kalıp Sanayi A.Ş., kartlı kilit, elektronik kilit, kasa, cam kapı aksesuarı, kapı hidroliği, asma kilit üretim ve dağıtımı yapan Kale Kilit Dış Ticaret A.Ş., çelik kapı, çelik kasa, emanet kasası, yangın kapısı, data kasası, toplu konut proje kapıları üreticisi Kale Çelik Eşya San. A.Ş., PVC ve alüminyum kapı ve pencere sistemleri üretici ve dağıtıcısı Kale Kapı Pencere Sistemleri Pazarlama ve Ticaret A.Ş., inşaat sektöründe farklı projeler üreten Kale İnşaat San. ve Tic. A.Ş., gayrimenkul hizmetleri sunan Kale Yapı ve Ticaret A.Ş., sigorta hizmetlerinde uzman Kale Sigorta Acenteliği A.Ş.’dir. www.kaleendustriholding.com.tr
KASIM 2011 - XXI 90
REFERANS PROJE - otomasyon SİSTEMLERİ
KALE ENDÜSTRİ HOLDİNG • Fatih Koleji, İstanbul, 2011 • Hırka-i Şerif Camii (muhafaza odası), İstanbul, 2011 • Divan Park Hotel, Erbil, 2010 • Gül İnşaat - Vista Residence, İstanbul, 2010 • Hacettepe Üniversitesi Atatepe Öğrenci Yurdu, Ankara, 2010 • Sports International Bilkent, Ankara, 2010 • S.S. İdareciler İzmir Arsa ve Konut Yapı Kooperatifi, İzmir, 2010 • Kempinski Babamdar Hotel, Azerbaycan, 2009 • Özel İstanbul Amerikan Robert Koleji, İstanbul, 2009 • Radison SAS, Çeşme, 2009 • The Ritz Carlton - The Laveda SPA, İstanbul, 2009 • Wow İstanbul Hotels & Convention Center, İstanbul, 2009 • Dora Park Evleri, İstanbul, 2008 • Otium Eco Club Side, Antalya, 2008 • Güral Sapanca Welness Park Otel, Sapanca, 2007
MODERN ELEKTRONİK
REFERANS PROJE - otomasyon SİSTEMLERİ
25 yıldır Türk tüketicisine seçkin elektronik markalarıyla hizmet veren Modern Elektronik, kapı görüntüleme ve güvenlik sistemlerinin markası Siedle'ın 2005 yılından bu yana temsilciliğini üstleniyor. IF, red dot ve Good Design gibi dünya çapında sayısız tasarım ödülü kazanmış Siedle sistemleri; teknoloji, güvenlik ve kullanım kolaylığını estetik tasarımlarında buluşturuyor. Siedle'ın site güvenliği; parmak izi kullanılarak üst yönetim ofis erişimi, bina içi ve dışı iletişim, video ve görüntü kaydıyla giriş kontrolü ve yönlendirme gibi özellikleri sebebiyle seçkin konut ve ofis projelerinde tercih ediliyor. Firmanın modüler ve kişiselleştirilebilen tasarım anlayışı sayesinde, ürünler projelerin ihtiyaçlarına göre şekillendirilerek yapılara entegre ediliyor. Ayrıca kullanılan malzemelerin kalitesi ve zamana meydan okuyan tasarımları sayesinde, Siedle mimari projelerin yıllarca yeni kalmasına yardımcı oluyor. www.modern.com.tr • Armaggan, Bosch Ofis, Bursa • Güvercinlik Hava Üssü, Ankara • İngiltere Konsolosluğu, Ankara • İsviçre Konsolosuğu, Ankara • Kayseri Hava Üssü, Kayseri • Maya Residence, İstanbul • Media Markt Ofis, Eskişehir • Medina Turgul DDB, İstanbul • midek / mingü, İstanbul • Mustafa Öney Ofisi, İstanbul • Niveco Armona Denizcilik, İstanbul • Orva İlaç Ofis, İzmir • Pelican Hill Evleri, İstanbul (en üstte solda)
KASIM 2011 - XXI 92
• Savoy Ulus Konutları, İstanbul
KASIM 2011 - XXI 94
REFERANS PROJE - otomasyon SİSTEMLERİ
SCHÜCO 1951 yılında Almanya'da kurulan sistem firması Schüco; pencere, kapı, cephe, kış bahçesi ve güneş enerjisi teknolojisi lider üreticisi, inşaat ve renovasyon pazarının tüm alanlarında ise anahtar oyuncu konumunda. Türkiye'de 1999 yılında temsilcilik ofisi kurulan Schüco Türkiye'nin şirketleşmesi 2001 yılında gerçekleşti. Schüco Türkiye'nin satış ve pazarlama faaliyetleri arasında; alüminyum ve PVC doğramalar, alüminyum kış bahçesi, güneş kırıcı ve cephe sistemleri, alüminyum villa kapıları ve güneş enerjisi sistemleri bulunuyor. Schüco sistemleriyle çalışan, alanında uzmanlaşmış uygulamacılar, yapıların mimari özellikleri ve uygulama imkanlarını göz önünde bulundururken bireysel talepleri de değerlendirerek, istenilen kış bahçelerini hazırlıyorlar. Dizayn çeşitliliği ve montaj hızı bir arada sunulurken Schüco sistemleri sayesinde biçim ve boyut konusunda tasarımcıya birçok seçenek sunuluyor. Genel merkezi İstanbul'da yer alan Schüco Türkiye'nin Çatalca Serbest Bölge'de ve Haramidere'de lojistik merkezleri, İzmir ve Ankara'da büroları, Bakü'de de Türkiye'ye bağlı olarak faaliyet gösteren bir bürosu bulunuyor. www.schueco.com.tr • JTI, Almaata • Pelikan Hill şahıs evi, İstanbul
KASIM Ajandası 1 Kasım
İnşaat ve Mimaride İleri Teknoloji Semineri
Dassault Systemes firmasının uzmanları ile Gehry Technologies'den uzmanlarla yapılacak seminer uygulamalar
İstanbul Kongre Merkezi, Harbiye, İstanbul
www.infotron.com.tr/AEC
Amsterdam, Hollanda
www.skor.nl
Mimarlar Odası Antalya Şubesi, Antalya
www.antmimod.org.tr
Mimarlarodası Bursa Şubesi, Nilüfer, Bursa
tokiyarisma@bursamimar.org.tr
Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi, Karaköy, İstanbul
www.mimarist.org
Yıldız Teknik Üniversitesi, Beşiktaş, İstanbul
spoist@spoist.org
Hong Kong
urban-age.net
Cannes, Fransa
www.mipim.com/en/mapic
eşliğinde gerçekleşiyor.
4 - 5 Kasım
Social Housing - Housing the Social Sempozyumu
Sempozyum, azalan sosyal konut uygulamalarıyla toplumun konut sahibi olması konusundaki geniş bir kavramsal çerçeve arasındaki ilişkiyi vurguluyor.
5 Kasım (son başvuru)
11. Batı Akdeniz Mimarlık Sergisi ve Ödülleri
Etkinlik, mimarlık mesleğinin tanıtılması, tartışılması ve belgelenmesiyle bölge halkının koruma/kullanma bilincinin yaygınlaşmasını sağlamayı amaçlıyor.
10 Kasım (son başvuru)
“TOKİ'nin Bursa Kentine Tokadı” Fotoğraf Yarışması
Yarışma, TOKİ yapılarının Bursa kent yaşamına getirdiği olumsuzlukların fotoğraf sanatçılarının gözünden belgelenmesi ve fotoğraf sanatına katkı sağlamasını amaçlanıyor.
... - 13 Kasım
“Türkiye Modern Mimarlığı 1908 - 2008” Sergisi
Sergi ziyaretçilerine, Türkiye'nin siyasi ve ekonomik değişim sürecine paralel olarak mimarlığın bu süreçteki gelişimini izleme olanağı sunuyor.
14 - 16 Kasım
16 - 17 Kasım
16 - 18 Kasım
7. Türkiye Şehircilik Kongresi Herkes için Kent, Herkes için Planlama: Akıllıca, Adaletle, Yeniden
Belirlenen üst başlığın objektif bir bakış açısıyla tartışıldığı bir
Urban Age Konferansı 2011: Kentsel Yoğunluk, Sağlık ve Refah
10.'su düzenlenen konferans çerçevesinde kentlerdeki
MAPIC 2011
Etkinlik, gayrimenkul firmaları, geliştiriciler ve danışmanlarla
ortam yaratmayı hedefleyen kongrede, başta şehir plancıları olmak üzere, kentsel sorunlar üzerine düşünen uzmanlar bildirilerini sunuyor.
yapılaşmış çevrenin tasarımı, sağlık ve refah konuları arasındaki ilişki irdeleniyor.
gayrimenkul sektörünün önde gelenlerini uluslararası bir platformda buluşturuyor.
alldesignistanbul.com
KASIM 2011 - XXI 96
ajanda
17 - 19 Kasım
alldesign İstanbul
alldesign İstanbul 2011, Murat Günak, Gilles Ste-Croix dışında, alanlarında önemli işlere imza atan bir çok ünlü tasarımcıyı bir
Haliç Kongre Merkezi, İstanbul
araya getiriyor.
18 - 20 Kasım
Değiş Tokuş Sergisi
Sergide, resimden heykele, özgün baskıdan seramiğe,
Adasanat, Beyoğlu, İstanbul
degistokussergi@gmail.com
City Hotel, Çankaya, Ankara
info@cedbik.org
Yapı Endüstri Merkezi, Fulya, İstanbul
mimarideisik.eventbrite.com
Şişli Belediyesi, Şişli, İstanbul
yarismaraportorluk@sislibelediyesi. com
Doğu Marmara Kalkınma Ajansı, Kocaeli
info@marka.org.tr
Yapı Endüstri Merkezi, Fulya, İstanbul
www.yemetkinlik.com
fotoğraftan illüstrasyona kadar birçok ürün yer alıyor.
18 - 20 Kasım
ÇEDBİK BREEAM Eğitimi
İngilizce olarak düzenlenen eğitime, yapı sektöründe çevre dostu yeşil bina tasarımı ve inşaatıyla ilgilenen tüm profesyoneller katılabiliyor.
22 Kasım
Mimaride Işık - Vol 1: Hani Rashid & Brian Stacy
Philips sponsorluğunda düzenlenen seminere, Abu Dhabi'deki YAS Hotel'in mimari ve aydınlatma tasarımı ilişkisini konuşmak üzere projenin mimarı Hani Rashid ve aydınlatma tasarımcılarından biri olan Brian Stacy konuk oluyor.
22 Kasım (son başvuru)
25 Kasım (son başvuru)
Şişli Belediye Başkanlığı Halide Edip Adıvar Kültür Merkezi Mimari Proje Yarışması
Tek aşamalı olarak yapılacak yarışmayla tasarlanacak kültür
Doğu Marmara İlleri Logo ve Slogan Yarışması
Seçilecek 15 çalışmanın ödüllendirileceği yarışma, Kocaeli,
merkezinin ilçenin kent kimliğinin gelişmesine katkıda bulunması hedefleniyor.
Sakarya, Bolu, Düzce ve Yalova illerinin her biri için logo ve slogan üretilmesini amaçlıyor.
29 Kasım
Farshid Moussavi Konfernası: “Biçim ve Bezeme”
Mimar Farshid Moussavi konferansta "The Function of Ornament" ve "The Function of Form" adlı iki kitabına dayanarak görüşlerini tartışıyor.