xxi.com.tr
XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 117 < MART 2013 < CAMENZIND EVOLUTION < CM MİMARLIK < HABİF MİMARLIK < INGARDEN & EWY ARCHITECTS < LAGRANJA < PICH ARCHITECTS < YAP İSTANBUL FİNALİSTLERİ
Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 117 M A RT 2 0 13 1 1 ( KIB R IS 1 2 )
Geçirgen Ritim CM Mimarlık Tasarımı Doğuş Holding Yönetim Binası
YAP İstanbul
Nezih Kitabevi
FİNALİST PROJELER
HABİF MİMARLIK
CAMENZIND EVOLUTION
INGARDEN & EWY ARCHITECTS
YAZILARIYLA
GÜLSÜM BAYDAR KORHAN GÜMÜŞ LEVENT ŞENTÜRK OSMAN ŞİŞMAN
LAGRANJA
PICH ARCHITECTS
Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Depo Yayıncılık adına sahibi ve yayın yönetmeni Kuyaş Örs yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@depo.com.tr
Esneklikle değişime yetişmek
editör Beste Sabır beste@depo.com.tr sektör editörü Tuğba Demirci tugba@depo.com.tr yardımcı editör Pınar Soylu reklam müdürü Burcu Hinginar Akıncı burcu@depo.com.tr okuyucu ilişkileri sorumlusu Manolya Yenigün manolya@depo.com.tr kurumsal iletişim yönetmeni Mürüvvet Can muruvvet@depo.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu kapak fotoğrafı Doğuş Holding Yönetim Binası İstanbul, © Cemal Emden sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Depo Yayıncılık Hacı İzzet Paşa Sokak Rota 1 Apartmanı 12/2 34427 Gümüşsuyu İstanbul 0212 251 1811 xxi@depo.com.tr genel dağıtım DPP Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Depo
XXI’in bu yeni sayısında bir süredir derginin ana karakterini belirleyen dosyaya ne yazık ki yer veremedik ama sanılmasın ki artık yapmayacağız. Kısa sürede hazırlamak zorunda olduğumuz bu sayımız daha çok proje ağırlıklı oldu. Dergiyi hazırlarken çok sayıda projenin esnekliğe yaptığı vurgu dikkatimizi çekti. Krakow’daki Ingarden & Ewy Architects tasarımı Malopolska Sanat Bahçesi içinde yer alan ana salon, konferanslardan konserlere, tiyatro oyunlarından balolara dek farklı şekillerde kullanılabilecek şekilde tasarlanmış. Tavandaki aydınlatma ve ses sistemlerinin ana mekandan bağımsız olması sayesinde salon kolaylıkla dönüştürülebiliyor, esnek kurgusunun sunduğu çeşitli işlevlere ev sahipliği yapabiliyor.
Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz. facebook.com/xxidergisi twitter.com/xxi_dergisi
CM Mimarlık tasarımı Doğuş Holding Yönetim Binası ise bambaşka bir işleve sahip olmasına karşın açık ofis planlamasının esnekliğini tasarımın odak noktalarından biri olarak benimsiyor. Esnekliği geçicilik fikriyle bütünleştiren projede bu temayı destekler nitelikte sınırların bulanıklaştığı, geçirgen ve akışkan mekanlar üretilmesi olanaklı oluyor. Başmbaşka bir ölçekte, kamusal alanda kullanım için Lagranja
tarafından tasarlanan Abracadabra bank ise farklı bir esneklik sunuyor. 1,4 metreden 20 metreye dek farklı büyüklüklerde ve çeşitli formlarda bir araya getirilebilen modüler tasarım, değişken karakterlerdeki çok sayıda mekana kolaylıkla uyarlanabiliyor. Son yıllarda tasarım ve mimarlık ürünlerini anlatan metinlerde çok sıklıkla esneklik fikrine rastlamamız tesadüf olmasa gerek. Değişimin hızını göz önünde bulundurduğumuzda tasarımın ona ayak direyemeyeceğini hemen kavrarız. Bir kez temeli atıldıktan sonra mimari ürün, üretim bandına alındıktan sonra tasarım, statik ve sabit olarak algılanamaz artık. Esneklik, zamana uyum sağlama kabiliyeti kazanmaya çalışan, bu sayede orta ya da uzun vadelerde olacak değişimlere karşı tasarımın bütünlüğünü korumayı amaçlayan bir fikir, tasarımcıların değişimin hızına uyabilmek için başvurdukları bir yöntem. Bu değişimin hızı arttıkça esnekliğin de ötesinde ne gibi yeni kavramlarla karşılaşacağımız ise bir merak konusu.
XXI
güncel 6 güncel
10 soru işareti / korhan gümüş
Cansever Bugün Hayatta Olsaydı
26 dönme dolap / levent Şentürk
Wittgenstein’ın Viyana’daki Modernist Kalesi II
32 sapkın tasarım sözlükçesi / osman şişman
Etkileşim - Teknik Çizim - Türk Tasarımı - Tasarım Bilinci
38 eşik cinleri / gülsüm baydar
Mimarlıkta Kuram Üzerine
proje 40 geçirgen RİTİM Doğuş Holding Yönetim Binası geçicilik ve geçirgenlik gibi fikirler etrafında, mevcutta bulunan iki farklı yapıyı bir bütün olarak yeniden kurguluyor.
İçİndekİler
MART 2013 - XXI 2
46 kafes örgüyle kente uzanmak
Krakow’da tiyatro ile kütüphane işlevlerini barındıran Malopolska Sanat Bahçesi, kentin hareketli sokaklarından birine kafes örgüden çatısıyla uzanarak yoldan geçenleri içeri davet ediyor.
50 avlu dizisi
62 kamusal alanda yayılmak Mekanlar arası yapılanması ve sürdürülebilir yaklaşımıyla öne çıkan Reus Hastanesi, birbirini takip eden avlularıyla kullanıcılarına doğayla bütünleşik bir tedavi ortamı vaat ediyor.
54 balkonlardan taşan konsept
Üç farklı konut tipini kullanıcılara sunan K.I.S.S. Binası'nın cephe kurgusunu ve cepheden taşan balkonların formlarını bu tiplerin yapı içerisindeki konumları belirliyor.
Lagranja tarafından tasarlanan Abracadabra, kamusal alandaki işlevsel ihtiyaçlara cevap verirken diğer yandan ikonik bir rol üstlenmeyi amaçlıyor.
SEKTÖR 64 ürün 70 homojen aydınlatma
MART 2013 - XXI 4
İçİndekİler
Beylikdüzü Kültür Merkezi Tiyatro Salonu’nun aydınlatma tasarımını Tepta’dan Aslı Kenanoğlu ile projenin mimarı Eda Dedeoğlu birlikte anlatıyorlar.
58 vitrinden içeri doğru
Habif Mimarlık’ın tasarladığı Nezih Kitabevi, firmanın ürün çeşitliliğini vitrine yansıtırken iç mekandaysa her bölüme özel bir çözüm ortaya koyuyor. Proje tasarımcılarından Erhan Kılıç, tasarım ve üretim sürecine dair bilgi verdi.
72 banyo, mutfak ve seramik Referans dosyası
84 ajanda
Bien Çimstone Duravit Geberit Kalebodur Koramic Yapı Kimyasalları
Modern Türkiye'nin Osmanlı Mirasını Keşfi
MART 2013 - XXI 6
güncel
ARAŞTIRMACI, MİMAR VE RESTORATÖR ALİ SAİM ÜLGEN'İN TÜRKİYE KÜLTÜR MİRASINA DAİR OLUŞTURDUĞU KOLEKSİYON, 8 ŞUBAT-24 MART TARİHLERİ ARASINDA SALT GALATA AÇIK ARŞİV'DE YER ALACAK. arşivin önemini mimarlık tarihçisi ahmet ersoy kaleme aldı.
Arşİvİn nİTELİĞİ VE BELGELENME SÜRECİ Ahmet Ersoy Türkiye’de restorasyon alanının “kurucu” isimlerinden olan mimar Ali Saim Ülgen’in (1913-1963) kişisel koleksiyonu, eşi tarafından uzun yıllar titizlikle korunduktan sonra 2009 yılında ailesinin girişimiyle İstanbul’a getirildi. Prof. Dr. Günhan Danışman aracılığıyla koleksiyon, Mimarlık Vakfı bünyesinde korumaya alındı ve benim koordine ettiğim bir ekip tarafından bir sene kadar süren bir çalışma sonunda ilk keşfi ve genel tasnifi yapıldı. Kırk seneyi aşkın bir süredir dokunulmamış, düzeni ve bütünlüğü bozulmamış olan bu malzemeyi kutulardan çıkarırken duyduğumuz heyecan ve hayreti hala çok sarih olarak hatırlıyorum. Bizi ilk elde etkileyen Ülgen’in üretken, tutkulu ve mükemmeliyetçi kişiliğinin bu vesikalar yığınının bütününe nasıl kuvvetle sindiğini görmek, arşivin sahibiyle bu empatik bağı kurabilmek olmuştu. Şahsi mektuplardan düzenli okuma notlarına, opera ve müze biletlerinden havayolu şirketlerinin ikramı şeker ve kahve poşetlerine kadar özenle saklanmış binlerce yadigar, mimariye adanmış ve çoğu yollarda geçmiş kısa bir hayatla kişisel izleri üzerinden temas
kurabilmemizi sağladı. Arşivin çok etkileyici olan bir diğer boyutu da çeşitliliğiydi. Bir kısmı muhtemelen artık Vakıflar Arşivi’nde de bulunmayan yüzlerce pafta rölöve ve restitüsyon çizimi, çoğu Osmanlıca olan binlerce vesika (türlü kişisel ve kurumsal yazışmalar, akademik veya kişisel notlar, makale ve kitap taslakları, sahada yapılmış çizimler, krokiler ile kitabe, mezar taşı ve vakfiye transkripsiyonları) ve çok zengin bir fotoğraf koleksiyonu bu arşivin belli başlı parçalarını oluşturuyordu. Malzeme içeriklerinin çok genel olarak belirlendiği bu ilk keşif çalışmasından sonra arşiv 2012 yılında Mimarlık Vakfı ile işbirliğine giren Salt tarafından korumaya alındı ve araştırmacıların kullanımına sunulmak üzere detaylı bir tasnif sürecinden geçirilerek sayısal ortama aktarılmaya başlandı. Şu anda proje paftalarının tamamı ve fotoğraf koleksiyonunun büyük bir bölümü sayısallaştırılmış durumda. Tabii işin esas zorlu kısmına, yazılı malzemenin değerlendirilmesi ve detaylı tasnifi aşamasında geçilecek - burada binlerce, hatta küçük notları ve eskizleri düşünürsek belki onbinlerce münferit
vesikanın elden geçmesi gerekiyor. Ama bu süreç sona erdiğinde bir araştırmacı sistemde herhangi bir bina için arama yaptığında örneğin, o binayla ilgili çizim ve projelerden Vakıflar veya Anıtlar Kurulu’da yapılmış yazışmalara, rölöve krokileri ve saha notlarından makale taslakları ve fotoğraflara kadar uzanan geniş bir malzeme yelpazesi içinden farklı türde bilgilere ulaşıp onları bir araya getirebilecek. İleride bu tür kurumsal arşivlerin sanal ortamda birbirine eklemleneceğini de hayal ederseniz (Dumbarton Oaks ile Harvard Üniversitesi sistemlerinin birlikte çalışması gibi) bu tür girişimlerin araştırmacılar için nasıl ciddi bir potansiyel barındırdığı daha bariz anlaşılabilir. Arşİvİn Sergİye Dönüşmesİ Sürecİ ve Sergİnİn Gündemİ Salt Açık Arşiv’deki sergi Ali Saim Ülgen Arşivi’ni, bu zengin ve çok katmanlı malzemeyi şu anki durumuyla, yani düzenlenmemiş, tasnif edilmemiş, “ham” haliyle izleyiciye sunmayı hedefliyor. Yani aslında bu, doğası gereği ketum olmak durumunda olan bir sergi. Amacımız Ali Saim Ülgen malzemesi üzerinden kesin yargılarda bulunmak,
modern Türkiye’de mimarlık, kültürel miras ve koruma üzerine büyük çıkarsamalar yapmak değil - bunu yapmak için malzemeye tamamıyla hakim olmak, derinlemesine nüfuz edebilmek gerekirdi. Şu anda ise izleyiciye sadece süregiden, ucu açık bir keşif ve belgeleme sürecinin bir kesitini sunmak ve onlarla bu henüz “evcilleştirilmemiş” malzemenin bütünselliğini, işlenmemiş dokusunu, hatta karmaşasını paylaşmak istiyoruz. Tabii bunu tamamen tarafsız bir gözle, ya da rastlantısal, keyfi seçimler üzerinden yaptığımız söylenemez. Bu çok boyutlu malzemenin üzerinden geçerken, yani arşivin karmaşık dehlizlerinde dolanırken bariz şekilde öne çıktığını hissettiğimiz bazı temalar, kurgular ve projeler var. Serginin omurgasını oluşturan belli başlı kategoriler, arşiv malzemesinin içeriğine dair bu temel ve kuvvetli izlenimler üzerinden kurgulandı. Örneğin Mimar Sinan yapıları üzerine yapılmış çalışmalar ve arşivde bulunan bu konuda yazılmış kitap taslağı, yani Ülgen’in bitiremediği “hayat projesi,” mutlaka ayrıca ele alınması gereken bir konuydu. Sergi kategorileri bazen münferit bina grupları üzerinden şekillendi. Seyit Battal Gazi ve Hacı Bektaş Veli külliyeleri, örneğin, arşivin
karşı sayfada solda: Kubbenin üzerinde poz veren bir işçi ortada: Restorasyon sonrası Nuruosmaniye Cami sağda: Konya Aziziye Cami. Fotoğraf: Garabed K. Solakian bu sayfada solda: Taş ustası altta solda: Kündekari ustası altta: Topkapı Sarayı mutfakları rölövesi kesit krokisi. Çizim: Ali Saim Ülgen
güncel 7 XXI - MART 2013
farklı katmanlarında defaatle karşımıza çıkan yapılardı, o yüzden bunları da “Bektaşi Gülleri” başlığı altında ayrı olarak öne çıkarmaya karar verdik. Yine aynı şekilde Ülgen’in 1950’lerde Trablusgarp, Bağdat ve Kudüs gibi yurtdışı şehirlerinde yaptığı çalışmalar bu devirde eski Osmanlı coğrafyasına (en azından onun Demirperde dışında kalan, yani ulaşılabilen kısımlarına) dair oluşan resmi ilgiyi ve bağlantıları vurgulamak açısından bize önemli göründü; “Ortadoğu Masası” adını verdiğimiz kısım bu kaygılarla oluştu. Mezar taşları üzerine yapılmış çalışmalar Ülgen’in detaycı, sistemli ve girift belgeleme tekniklerini sergilemeleri açısından çok manidar örneklerdi. Fotoğraf koleksiyonu ise arşivin en zengin ve değerli unsurlarından biriydi kuşkusuz. Koleksiyonu sergi kurgusu içinde izleyiciye sunarken öncelikle belgeleme, indeksleme, eğitim, akademik araştırma gibi farklı amaçlarla kullanılan fotoğraflarda karşılaştığımız yoğun format çeşitliliğini vurgulamak istedik. İçerikler açısından da üç ayrı temayı öne çıkardık. Birincisi, çok aşikar olarak binalar ve şehirlerdi - burada hem Ülgen’in çektiği, hem de toplamış olduğu belgesel değeri çok yüksek olan
fotoğraflar var. İkinci olarak, Ali Saim Ülgen’in çok farklı dönemlerde çektiği fotoğraflarda tutarlı olarak, hep aynı dikkat ve titizlikle geleneksel sanatları icra eden ustaları, onların çalışma ortamlarını ve kullandıkları aletleri belgelemeye çalıştığını, yani kaybolan inşa zanaatının farklı veçheleriyle kaydını tutmaya çalıştığını gördük. “Ustalara Saygı” adlı bölümde biz de Ülgen’in bu konudaki tutkusunu ve kaygılarını öne çıkaran, dönemin ustalarını, işçilerini ve onların gündelik çalışma ortamlarını, yani şantiye ve işlikleri konu alan bir fotoğraf seçkisi oluşturduk. Bu geniş ve karmaşık fotoğraf koleksiyonunun çok genel bir kesitini aldığımızdaysa hayli belirgin ve bağlayıcı bir unsur olarak yol ve yolda olma durumunu yansıtan birçok fotoğraf ortaya çıktı - Anıtlar Şubesi ve Vakıflar’daki kariyerinin ciddi bir bölümünü sahada, belgeleme yolculuklarında geçiren birinin fotoğraflarında bu “yol yoğunluğunu” görmek çok doğal tabii. Biz de sergi alanının nihayetinde bulunan “Ali Saim Ülgen ile Yolda” adlı projeksiyonda çoğunlukla negatif rulolardan ulaştığımız yol fotoğraflarını ardışık şekilde, akışlarına fazla müdahale etmeden sıralayarak filmvari bir kurgu
oluşturmaya çalıştık. Bizim çok önem atfettiğimiz bir diğer konu ise Ali Saim Ülgen’in akademik kişiliğiydi. Arşivde ciddi bir bölümü yayınlanmamış olan çok sayıda makale, tebliğ, kitap taslağı ve ders notları var. “Tarih ve Kuram” başlıklı bölümde bu belgelerden bir kesit sunarken Ali Saim Ülgen’in başvuru kaynağı olarak kullandığı malzemelerden de (kitaplar, haritalar, resimler) bir seçki oluşturduk. Böylece1930’lardan 1960’lara kadar uzanan dönemde Türkiye’de mimarlık tarihi yazımı ile ulus-devletin kimlik kurguları, aidiyet ve bölgesellik şablonları arasındaki yakın ve karşılıklı ilişkiye dikkat çekmek istedik. Alİ Saİm Ülgen’İn Mİmarlık Tarİhçİsİ Olarak Rolü Ülgen Türkiye’de mimarlık tarihçisi kimliğiyle çok az tanınan bir kişi. Aslında Fatih dönemi İstanbul haritası veya Halim Baki Kunter’le yayınladıkları Fatih Camii kitabı, yazılı ve görsel birincil kaynakların etraflı şekilde kullanıldığı, referans niteliğinde ve kalıcı değeri olmuş önemli çalışmalar. Fakat bu titiz referans kaynaklarının aşikar değerlerinin ötesinde Ülgen’in yazdıklarıyla Türkiye’de mimarlık tarihi anlatılarının oluşumunda çok belirleyici,
paradigma değiştirici bir rolü olduğunu da söyleyemeyiz. Yayınlayamadığı Mimar Sinan monografisi metnini deşifre ettiğimizde, veya yine yayınlanmamış Mimariye Dair isimli geniş “estetik kuram” çalışmasını incelediğimizde belki Ülgen’in bu yöndeki potansiyeliyle ilgili daha detaylı sözler söyleme imkanımız olacak. Yine de bu arşivde korunmuş olan akademik içerikli belgelerden, içerisinde yorum ve hatırlatma notlarını, defalarca revize edilmiş metin taslaklarını, bibliyografik kayıtları, şematik diyagram ve çizimleri barındıran çok zengin kişisel malzemeden hareketle Türkiye’deki sanat ve mimarlık tarihi yazımında etkili olmuş ekol ve silsilelerin (Strzygowski mahreçli Alman formalizmi, Fransız rasyonalizmi esinli Celal Esad veya Albert Gabriel ekolleri gibi) nasıl girift şekillerde birbirine eklemlendiği hakkında önemli ipuçları edinebiliriz. Ali Saim Ülgen’in yazdıkları üzerinden, 1940’lar ve 50’lerin Türkiye’sindeki hakim tarih algıları ve yaklaşımlarının izini sürmek, “Türk mimarisi” veya “Türk sanatı” gibi kapsayıcı ve tekilleştirici milli anlatıların oluşum sürecine dair yeni bulgulara ulaşmak mümkün olacak.
Dönüşümün Dönüşümü KALEBODUR’LA MİMARLAR KONUŞUYOR ETKİNLİK DİZİSİNİN İKİNCİSİ 9 ŞUBAT’TA ARGOS IN CAPPADOCIA’DA GERÇEKLEŞTİ. NURİ ÇOLAKOĞLU MODERATÖRLÜĞÜNDE EMRE AROLAT, SUHA ÖZKAN, ERCAN İNAN, FARUK GÖKSU, ABDİ GÜZER VE ERBATUR ÇAVUŞOĞLU’NUN KONUŞMACI OLARAK KATILDIĞI ETKİNLİKTE KENTSEL DÖNÜŞÜM TARTIŞILDI.
MART 2013 - XXI 8
güncel
Konuşmada ilk söz alan Emre Arolat kentsel dönüşümün uzun zamandır var olduğunu fakat bununla yeni yüzleşildiğini söyledi. İstanbul Tasarım Bienali’nin küratörü olarak bienalin ana konularından birinin bu olabileceği fikriyle dönüşümü “musibet” olarak adlandırarak aynı isimli sergide özellikle büyük kentlerin dönüşümünü odağa alan bir “gösteri” planladıklarından bahsetti. Arolat, kentsel dönüşüm meselesinin bu dönüşüme konu olan büyük kentleri tüketen, yaşayan ve o kentlerden beslenen mimarlar ve tasarımcılar için çok çeşitli çaresizlikler içerdiğine ve bu çaresizliklerin ne olduğuyla ilgili konuşarak birtakım çözümler üretilebileceğine değindi. Suha Özkan Türkiye’deki kentsel dönüşüm sürecini özetleyerek sözlerine başladı. İstanbul’daki endüstri alanlarının kent dışına çıkarılmasının ve İstanbul’un tarih, kültür, turizm, bankacılık ve iş kenti olmasının gerekliliğine değindi. Kent kimliği kavramının önemini vurgulayan Özkan, İstanbul’u kendi kimliğini bulamamış bir kent olarak tanımladı. Kent kimliği yaratmak için yapılan girişimlerin karşısında rant kavramının olduğunu, kent toprağının rant sağlamadığında sahipsiz bırakıldığını, bunun için rant oluşturmak gerektiğini sözlerine ekledi. Ayrıca Maslak’ta gelişen
plansız yapılaşmanın Tarihi Yarımada üzerindeki baskıyı ortadan kaldırdığını da açıkladı. Abdi Güzer dönüşümü, süregelen değişimlerin bir yerde toplanıp radikal bir anlamsal fark oluşturduğu kırılma noktası olarak tanımladı. Bunun bazen dönemsel olarak kendiliğinden meydana geldiğini, bazen de günümüzdeki gibi yasal düzenlemelerle gerçekleştiğini söyledi. Türkiye’deki niteliksiz yapı stoğunun yenilenmesini hedeflemeyi kentsel dönüşümün naif yanı olarak tanımladı. Öte yandan “patlamış mısır planlaması” olarak adlandırdığı kestirilemeyen, bilime, planlamaya ve mimarlığa dayanmayan dinamiklerin kendi içindeki denge ve güçleriyle oluşan bir durumun yarattığı kentleşmenin de söz konusu olduğunu ekledi. Türkiye’nin kentsel dönüşümü dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir şekilde yaşadığını ve asıl altı çizilmesi gerekenin bu olduğunu söyledi. Kentsel dönüşümle sosyal ve ekonomik dönüşüm arasındaki ilişkinin Türkiye’de tamamen koparılmış olduğunu açıklayan Abdi Güzer, denetleyemediğimiz bir kentle karşı karşıya olduğumuzu ve elimizden kayıp gittiğini vurguladı. Kentsel dönüşümün sunulduğu kadar naif bir arka planının olmadığı konusunda kaygıları olduğunu da belirtti.
Erbatur Çavuşoğlu ise kentsel dönüşüm meselesinin arkaplanında, yaşam alanlarını sağlıklılaştırmanın ötesinde bir gündem olduğunu söyledi. Tarım, sanayi ve turizm anlamında çok verimli bir ülke olmayan Türkiye’nin elinde bir tek inşaat sektörü kaldığını ve sonuç olarak inşaat sektörünün Türkiye ekonomisinin motoru gibi gözüktüğünü ve buna bağlı olarak bir “inşaat tarikatı” oluştuğunu belirtti. Türkiye’yi kentsel dönüşüm yaşayan diğer ülkelerle karşılaştırdığında görülen iki özgünlüğü şu şekilde açıkladı: Birincisi büyüyen kentlerinin sorunlarıyla başa çıkmaya çalışırken bir yandan da mevcut yaşam alanları değişiyor, ikincisi ise bu mekanlarda üretilen zenginlik vergilendirilmiyor. Kent mekanından maddi kazanç sağlamanın kolay olduğu bu noktada herkesin kente bu gözle bakmasının asıl sorun olduğunun altını çizen Çavuşoğlu, toplumsal tahayyülün bozulması durumunun çok büyük problemler yarattığını vurguladı. Kentsel dönüşümle karşı karşıya olan mahallelerdeki gözlemlerini paylaştı ve kullanıcıların yaşadıkları mahallelerde kalmak istemelerine rağmen sahip oldukları konutlardan bir süre sonra maddiyata çevirme isteğiyle vazgeçtiklerini ifade etti. Faruk Göksu ise sözlerine kentlerimizin üçüncü kez dönüştüğünü ve dönüşümün
dönüşümünün konuşulduğunu açıklayarak başladı. Kentsel dönüşüm için yapılan birçok tanımdan en beğendiğini şu şekilde açıkladı: “Kentsel dönüşüm gayrimenkul geliştirme değildir, gayrimenkul geliştirme piyasa desteğiyle yapılır. Kentsel dönüşümde devlet desteğine ihtiyaç vardır. Sosyal ve ekonomik boyutlarını içeren eylemler bütünüdür.” Bu tanımla bakıldığında İstanbul’da dönüşüm adına gerçekleştirilen projelerin gayrimenkul geliştirme projeleri olduğunu söyledi. Türkiye’nin girdiği dönüşüm sürecinin iyi değerlendirilerek fırsata çevrilmesi gerektiğini, kentsel dönüşüm için strateji geliştirmenin ve tasarımın gücünü kullanmanın gerekliliğini vurguladı. Bu süreçte kimlik, koruma, kaynak, katılım ve kurgu kavramlarının önemine de değindi. Panelin ikinci oturumunda konuşmacılar kentsel dönüşüm kapsamında geçmişten günümüze Türkiye’de yapılan yanlış uygulamalardan bahsettiler ve bu konuda neler yapılabileceği sorusuna yanıt aradılar. Meseleye proje bazında değil, üst ölçekten bakmanın gerekliliği vurgulanırken, kentlerin yaşadığı bu dönüşüm sürecine tüm aktörlerin dahil olmasının önemi ve istihdam üzerinde duruldu.
Cansever Bugün Hayatta Olsaydı 23 Şubat 2009 tarihinde kaybettiğimiz Turgut Cansever hayatta olsaydı, bugün işimiz daha kolay olurdu. Bu hissiyatı sanırım çevremdeki birçok insan paylaşıyor. Niyetim onu göklere çıkarmak, övmek değil. Bir profesyonel olarak kişisel duruşunun herkes için önemli bir örnek oluşturduğunu söylemek istiyorum.
SORU İŞARETİ
İlk karşılaşmamız öğrenciyken Mimarlık Dergisi için yaptığımız bir söyleşide oldu: "Geleneksel denilen üretim biçiminde temsiller arasında bir hiyerarşi yok. Benzerlikler arasındaki ilişki dizisel üretimdeki gibi bir tekrar değil. Siz mimarlıkla geleneksel üretim arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?" anlamına gelebilecek bir soru sorduğumu hatırlıyorum. "Amos Rapoport’u okudun mu, onun gözlemlerine benziyor, bu söylediklerin" dedi. Mimarlık tarihi derslerinde karşılaştığımız gibi geleneksel mimarlığın bir biçim sorunsalı içinde farklılaşmadığını, başka bir düzen içinde yer aldığını söyledi. Bu konuyu önemsediğini anladım. Hayatımda ilk defa geleneksel ile modern arasındaki farklılığı felsefi düzeyde yorumlayan, kavrayan bir mimarla karşılaştığımı fark ettim. Rapoport'u okumamıştım, adını duymamıştım. Hemen kütüphaneleri taradım, İTÜ'de buldum. Bu sayede merak ettiğim bir konudaki en önemli kaynaklardan birine erişmiş oldum.
MART 2013 - XXI 10
Beni en çok etkileyen davranışı inatla, bildiği yolda, mimarlığın bir kamusal alanı olarak gördüğü mesleki toplantılara katılma azmiydi. Habitat 2 öncesindeki STK hazırlık toplantılarına katılma gayretini hatırlıyorum. Bir gün meslek odalarının düzenlediği bir toplantıya elinde kocaman bir kutuyla geldi. İçinde konuyla ilgili olarak hazırladığı bir kitap vardı. Kitapları izleyicilere dağıtmak istiyordu. Ancak meslek odalarının yöneticileri kendisine engel olmak istediler. "Yönetim kurullarının bu konuda bir kararı yok, dağıtamazsınız" dediler. Hayatımda iktidara karşı en keyif aldığım sivil itaatsizlik eylemini Cansever’le birlikte gerçekleştirdik. İkimiz birlikte kitapları büyük bir keyifle dağıtmaya başladık. Engellemeye çalışanların homurdanmalarına hiç aldırmadan bütün kitapları dağıttık. Daha sonra Açık Radyo'da defalarca birlikte program yaptık. Ne zaman kendisini radyoya çağırsam, beni bir kere olsun kırmadan davetimi kabul etti.
KORHAN GÜMÜŞ
serbestçe belirlenmesi ile, normal imar planında dahi imara kapalı olan yerler inşaata açılabildi. Cihangir’in en değerli yeri, Roma Bahçesi diye adlandırılan Topkapı Sarayı’na, Tarihi Yarımada’ya bakan, antrepoların üstündeki yeşil alan. Burası semtteki son nefes alınacak yer. Bu alanda çeşitli kalıntılar bulunur. Ancak mülkiyeti kamuya ait olduğu için bugüne kadar yapılaşmadan kalabilmiştir. Yoğun bir yapılaşmaya sahne olan semtte bu yeşil alanın, Beyoğlu'nda nadir nefes alınabilecek yerlerden biri olarak kalabilmesi kolay değil. Elbette ki bu alanın kamu mülkiyetinde olması ve yapılaşma dışı kalması zordu ve çeşitli işgal girişimlerine sahne oldu. Benim semtte oturduğum süre içinde tanık olduğum en az dört girişim oldu. 1990'lı yıllarda belediye kendi çalışanları için buraya lojman yapmak istedi. Semtlilerin karşı çıkması ile imar mevzuatına uygun olmayan bir girişim sonuçsuz kaldı. Arkasından tramvayların trafo binalarının buraya yerleştirilmesi gündeme geldi, o da savuşturuldu. Bu arada çok ilginç bir olay oldu, Beyoğlu Belediye Başkanı olan Kadir Topbaş o tarihlerde, Bilgi Üniversitesi'ndeki bir konferansta izleyicilerin talebi ile bu alana gidip fidan dikme eylemine katıldı. Ancak zaman geçti, bir gün elinde bir proje ile çıkageldi. Kendisi bir mimar olarak mezbelelik halindeki bu metruk alanı canlandıracak bir formül bulmuştu. Çözüm buraya sosyal tesis adı altında bir inşaat yapmaktı. Projeyi kendi bürosunda çizdirmişti ve doğal olarak kendi mimari tarzını ortaya koyuyordu, yani Yeni Osmanlıcı tarzda yapılmış T plana sahip bir yapıydı. İçinde Yarımada manzaralı bir restoran olacaktı, arkasında otopark. (Bu yapının bir benzerinin daha sonra Kasımpaşa İskelesi’nin yanına inşa edildiğini fark ettim.) Başkanın bu arzusuna itiraz etmek zordu. Projeyi kendisinin tasarladığını iddia ediyordu. Ne kadar itiraz etsek, direnmenin çok güç olacağı belliydi. "Proje halkla da paylaşıldı" diyerek toplantıdaki itirazlar geçiştirilecek ve inşaat uygulama safhasına girecekti.
Cansever’le son karşılaşmamız da gene hayırlara vesile oldu. Ancak bunu anlatmak için ayrıntılara girmem gerekiyor.
Son bir çare olarak aklıma o zaman Cihangir'de ofisi olan Turgut Cansever geldi. Başkan'a "İsterseniz bir de Cihangir'i iyi bilen bir kişiye, Turgut Cansever hocamıza soralım" dedim. (Cansever o sırada Büyükşehir Belediyesi'nin danışmanıydı ama bugün gördüğümüz tipteki mimarların tam zıddı bir ilişki içindeydi. Bu yüzden Büyükşehir Belediyesi yöneticileri bir taraftan hocaya saygı duyuyordu ama bir taraftan da onu pek karıştırmıyordu.) Topbaş'ın bu öneriye hayır demesi zordu. Özel kalemden telefon açıldı, birlikte ofisine gittik.
Cihangir'deki neredeyse bütün yeşil alanlar, bahçeler inşaatlarla örtülmüş durumda. Nedenini tahmin etmek zor değil. Beyoğlu sit alanı içinde olmasına rağmen, geçici yapılaşma koşullarının
Başkan ziyaretimizin nedenini açıkladı ve hemen elindeki rulo halindeki projeyi masanın üstüne açtı. Yüzünden iş başarmış bir insanın mutluluğu okunuyordu. Bu arada ben de Cansever'i iyi
SORU İŞARETİ
Ama sonra ne oldu? Bu defa da Mimar Sinan Üniversitesi'nin burada bir zamanlar olduğu fotoğraflarda, gravürlerde belgelenen yapıları hortlatmak istediği ortaya çıktı. Bu defa da bu girişime karşı mücadele verildi. Bugün yeni değiştirilerek yapılmaya çalışılan "İmalat-ı Harbiye" mektebi de bu girişimin bir örneği. Restorasyon adı altında yeşil alan imara açılmak isteniyor. Tophane'de Taksim Kışlası projesi müellifi tarafından dünyanın en ilginç "restorasyon" projesi yapılıyor. Bu projeye göre temelleri yolun altında kalan yapı, yeşil alana "transfer" ediliyor ve böylece "restorasyon" artık mevcut olmayan bir yapının bir imar hakkı olarak bir parka, hatta başka bir yapının üzerine "copy-paste" edilebildiği, bir imar hakkı olarak transferinin yapılmasına olanak sağlayan yeni bir anlam kazanıyor. Bu çalışmanın başka bir yaratıcı tarafı da elde edilecek imar hakkının "Mimar Sinan Araştırmaları Merkezi" olarak değerlendirilmesi. Bu uygulamanın Mimar Sinan'a atfedilmesi, aynı ismi taşıyan bir üniversite tarafından yapılması
(tıpkı Fındıklı Parkı'na yapılan rektörlük binası gibi) herhalde Türkiye'de mimarlık faaliyetinin kamu alanında kazandığı deneyim ve bilgi birikimi açısından önemli bir gösterge. Ne garip değil mi? Muhafazakar olduğu düşünüldüğü için Büyükşehir'in projesini onaylaması beklenen Cansever bu kamusal alan için bağımsız bir görüş sergileyebildi. Peki ya bugünün üniversite yönetimi?
11 XXI - MART 2013
tanıyordum. Gitmeden önce kendisini ziyaret etme ya da bilgi verme gereği duymamıştım. Eğilip bükülmeyeceğinden adım gibi emindim. Cansever Roma Bahçesi'nin içine yapılmak istenen sosyal tesisi görünce birden sertleşti. "Siz ne yapıyorsunuz, deli misiniz? Orası semtin tek yeşil alanı. Eğer sosyal tesis yapacaksanız bakın yanında, yakınında iki tane restorasyon bekleyen bina var. Bunlardan birini alın ve yapın dedi." Bu sözler üzerine Topbaş'ın yüzü asıldı. Konuşmaya bile gerek kalmadan projesini geri topladı ve bir daha bu konuyu açmadı. Proje bir daha gündeme gelmedi.
Tasarımda Yeni Lüks: Hafiflik ve Basitlik DURAVIT'İN YENİ ÜRÜN SERİLERİNİ SUNDUĞU, İKİ YILDA BİR DÜZENLENEN DURAVIT DESIGN DAYS, FİRMANIN ALMANYA HORNBERG'DEKİ MERKEZİNDE GERÇEKLEŞTİ. Tuğba Demirci Duravit Design Days, bu sene ISH Fuarı öncesi 62 ülkeden yaklaşık 1600 ziyaretçiyi ağırladı. Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Duravit CEO'su Frank Richter konuşmasına Duravit ekibine ve katılımcılara teşekkür ederek başladı. Bu sene tanıtımı yapılan ürünlerin ortak teması “temellere odaklanmak”tı. Seriler hakkında kısa bilgiler aktaran Frank Richter'in yanı sıra Duravit Uluslararası Satış Direktörü Albrecht von der Groeben ve Duravit Almanya Satış Direktörü René Müller ziyaretçilere yeni serilerin farklı yanlarından bahsetti. Bu yıl tanıtımı yapılan Sieger Design tasarımı Happy D.2, Matteo Thun ve Antonio Rodriguez tasarımı Durastyle, Duravit ile Sieger Design'ın birlikte yeniden yorumladıkları X-Large serileri dışında Philippe Starck tasarımı Starck 2'nun revize edilmiş versiyonunun da detayları aktarıldı.
MART 2013 - XXI 12
güncel
Ürün sunumları, her seri için özel olarak hazırlanan videolar, Alman beatbox
ekibinin kendi tarzlarında serileri yorumladıkları şarkılar ve gösterilerle daha da renklendi. Ürün tanıtımlarının ardından ziyaretçiler, etkinliğin düzenlendiği mekanda sergilenen ürünleri yakından inceleme fırsatı buldu. Türkiye'den gelen basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Sieger Design, tasarımda hafiflik ve basitliği “yeni lüks” olarak tanımladı. Toplumun ihtiyaçlarına yanıt verecek ürünleri nasıl ortaya çıkarabilecekleri konusunda çalıştıklarını ve bunu yaparken seyrettikleri bir filmin, yedikleri bir yemeğin ya da ekonomik kriz gibi tüm dünyayı etkileyen gelişmelerin kendilerini yönlendirdiğini belirtti. Malzemenin minimal kullanımına her zaman özen gösterdiklerini, üretim aşamasında az enerji tüketen ürünler tasarlamak için çalıştıklarını anlatan ekip, Duravit'in tasarruf konusunu ön planda tutan bir firma olduğunu, bunu da ürünlerinin dağıtımını tek bir merkezden yapmayarak kanıtladığını sözlerine ekledi.
Tatili Anlatan Objeler Vitra ve Türk Serbest Mimarlar Derneği işbirliğiyle gerçekleştirilen Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi'nin ikinci sergisi “Lütfen Rahatsız Etmeyin” 7 Nisan'a kadar İstanbul Modern'de görülebilir. Tatil kavramına odaklanan serginin küratörlüğünü Ertuğ Uçar yapıyor. Sergi alanında her sanatçı için özel olarak kurgulanan odalar “galeri içinde galeri” oluşturuyor. Metehan Özcan'ın fotoğrafları ve buluntu kartpostalları, Kerem Ozan Bayraktar’ın bilgisayar animasyonları, Nermin Er'in hareketli maketi, Burak Arıkan'ın ağ haritaları ve videoları ile Meriç Kara'nın objeleriyle bireylerin tatil mekanı algısını ortaya koyuyor. Sergi kapsamında “Fon Şehirler” başlığı altında yeni dönem Türk sinemasından örnekler, İstanbul Modern'in sinema salonunda izlenebiliyor.
Küratör Ertuğ Uçar serginin ismini herkesin bildiği, dünyanın her yerinde kabul görmüş kitlesel tatil kurgusunun en kült objelerinden biri olan, kapı kulbuna asılan iki yüzü de yazılı 20 cm'lik bir kartondan aldığını açıklıyor. Tatil kavramını “Bir yılın yüklendiği 15 gün, 350 günü silme gücünde 2 hafta.” olarak tanımlayan Uçar, turizm mekanlarının misafirler için hazırlanmış bir dizi özel sahneden ve hesaplanmış tecrübeden oluşmasının da sergi tasarımına yön veren kıvılcımı yaktığını söylüyor.
sıeger desıgn (chrıstıan&mıchael sıeger)
Kamusalda Denemeler
MART 2013 - XXI 14
güncel
MoMA THE PHILIP JOHNSON MİMARİ VE TASARIM KÜRATÖRÜ BARRY BERGDOLL VE MAXXI ARCHITETTURA KÜRATÖRÜ PIPPO CIORRA İLE MİMARLIK, KENT VE YAP DENEYİMLERİ ARAKESİTİNDE GÖRÜŞTÜK.
Beste Sabır: Müzeler şehircilik, mimarlık ve tasarım alanlarındaki acil çözüm gerektiren sorunlarla çok daha bütünleşik şekilde günden güne kamusalın bir parçası haline geliyor. Bu paralelde müzelerin misyonu da değişim içinde, toplum için yeni sorularla tartışma platformları oluşturma çabasındalar. Bu anlamda müzeniz kentle ve kamusalla nasıl bir ilişki kuruyor? Barry Bergdoll: Müzeler önceleri güzelliklerin sergilendiği birer estetik deneyim mekanlarıydı. Fakat çağdaş sanat günümüzde hayallere dalınarak seyredilip güzel olmaktan öte kışkırtıcı bir hal alıyor. Bence aynı şey mimaride de gerçekleşecek. Yani bir taraftan herkesin hoşuna gidecek mimarlık sergileri yapabiliriz, bu rol hala değişmedi ama buna ek olarak müzeleri tartışmaların meydana geldiği bir değiş-tokuş mekanı olarak
ele alabiliriz. 50 yıl önce müzeler sessiz olunması gereken, eserle baş başa kalabileceğiniz yerlerdi, bugün ise her an yeni bir müze açılıyor. Neden bu kadar çok insan müzeye gidiyor? Müzede yer alan birçok eser, internet aracılığıyla da görülüp ulaşılabilecek nitelikte. Bugün müzenin oynadığı rol ne? Sanırım günümüzde paylaşılan deneyimlere ve gerçekliğe karşı büyük bir açlık var. Müzeler kamusal yaşantının hala süregeldiği sayılı mekanlardan. Bir mimarlık küratörü olarak ana amaçlarımdan biri, kamuyu gözlemlemek ve ilgi duymalarını sağlayacak noktaları bulmak, aynı zamanda hangi mimarlığın onların günlük yaşamlarını etkileyeceği konusunda bilinç yaratmak. Çünkü sonuç olarak müzenin dışına çıktıklarında, orada kentsel hayata dair
yeni kararlar alınıyor, başka bir proje olageliyor. Bu paralelde yaşayanlar kentsel konularda birer aktör haline gelip mimari kararlar alabilen katılımcılar olabilir. Bence müzeler kentlerin kamusal kararlarının alınmasında ve bu bilincin yaratılması konusunda büyük etkiler yaratabilir. Pıppo Cıorra: Müzeler günümüzde çağdaş sosyal mekanı anlamamıza yarayan birer aygıt konumundalar. Onları sanat ve mimarlık arasındaki yumuşak bir sınır olarak da ele alabiliriz, günümüzde mimarlığın yerini sorgulamaya yardımcı oluyorlar. Müzelerin mimarisi onların kamusal misyonunu destekleyebileceği gibi zor ve ulaşılmaz bir hale de getirebilir. Bu anlamda baktığımızda MAXXI iki yönden ulaşıma açık ve büyük bir kamusal alana sahip, insanlar eve giderken de müzenin içinden geçerek
mekanı kullanabiliyor, fazlasıyla kamusal bir durum söz konusu. Bence bir müzenin her zaman ikili bir yaşamı olmalı. Kendi koleksiyonu ve sınırları olmasının yanında, kontrolsüz bir şekilde anlık gelişimlerle kente açılan bir yanı da mevcut MAXXI'nin. Bence kontrol edilmeyen bir alan, kamusalın asıl ruhuna uygun olan modeldir. Derrida ve Eisenman'ın belirttiği gibi: “Kente bir metin değil, sadece bir dipnot yazabiliriz.” Bu dipnotları mimari sergilerle netleştirmek çok önemli. Müze birçok sesin bir araya gelip değişimde bulunabildiği bir masa gibi. Toplumda bir tartışma ve soru işareti yaratmak adına müzeler önemli bir role ve güce sahip. Mimarlar günlük hayattan ve toplumdan soyutlanmış şekildeler. Bizim ilk amacımız ise, bu yalıtılmış durumu ortadan kaldırıp duvarları kırabilecek konular bulmak. bs: Bir mimarlık sergisinin hazırlık süreci nasıl ilerliyor? Onun diğer sergilerden temelde farklılaşan noktalarından bahsedebilir misiniz? bb: Aradaki en temel fark mimarlık sergisinde ortada eser olmaması. Bir şekilde onun temsili, fotoğrafları, maketlerı var ama eserin kendisi yok. Çünkü mimari nesneyi müzeye koymak imkansız, yani mimarlık sergisinin sonucu her zaman müzenin dışında. Geleneksel mimarlık sergisi, çizim, maket, fotoğraf gibi malzemeleri müzenin içinde sergiliyor. Bu bir yöntem ve yoğun bir bilgilendirme süreci içeriyor. Bence mimarlık sergilerinin en büyük zorluğu doğru yöntemlerle ana fikir ve temanın bulunması ve bahsedilecek mimarlık için sergi atmosferinin yaratılması, insanların deneyimlerinin tasarlanması, temanın bu deneyimin bir parçası olabilmesi. Yani mimarlık küratörleri her zaman "ne söylemek istiyorum, nasıl bir atmosfer yaratmaya çalışıyorum" sorularını soruyor olmalı. Bu yüzden en iyi sanat küratörleri, kamuya karşı neredeyse görünmez olanlar. Sergide genç bir sanatçının eserine bakarken, çok daha net bir şekilde düşünebiliyorsun. Ama mimarlık sergisinde her zaman bir şey
güncel 15 XXI - MART 2013
inşa edilmesi gerekiyor -ziyaretçilerin bu fikirleri ve mimarlık çevresini algılaması için. Yani mimarlık küratörlerinin tüm kişilikleriyle, baskın bir şekilde o sergide var olmaları gerekiyor.
olmalı müzelerin içinde, kusursuzluğu kabul etmeliyiz. Çünkü müzeler gerçek bir şehir organizması gibiler, içlerinde tıpkı şehirler gibi bazı kusurları barındırıyorlar.
pc: Nesne yerine temsilinin sergileniyor olma durumunu kırmak için sergiye ve müzeye bir şeyler ekliyoruz. İkinci olarak bence sofistike bir bakış açısı ve yaklaşımınızın olması gerekiyor -sergiyi herkese okunabilir ve ulaşılabilir kılmak için. Bir tasarım ve maket sergisinden ibaret olmak istemiyoruz, kullandığımız dilleri genişletmeye çalışıyoruz. Bu da kamusalla aramızda güzel bir heyecan yaratıyor. Sergiyi her zaman mekanı yeniden düşünerek yapmanız gerekiyor, konular da önemli tabi. Ayrıca monografik sergiler yapmamaya özen gösteriyorum. Sanat küratörleriyle aramızda büyük bir fark var: Küratör ve sanatçının çalışması arasında güçlü bir bağ var. Bizim malzemelerimizse onlara göre çok daha manipüle edilebilir: Kent üzerinde çalışabiliriz. Bu paralelde isimlere bağlı kalmaktan öte, projelere odaklanmaya çalışıyorum. Kolektif durumlar ve koşullar yaratmak çok önemli. Müzeler günümüzde kültür üretimini gerçekleştiren makinalar gibi. Sadece gösteren ve sergileyen bir makine değil, paylaşım için mekan açan yerler. Bence aynı zamanda kusursuzluk da
bs: Kamusal alan aynı zamanda yerin sosyo-ekonomik özelliklerini ortaya koyan bir sahne. Her ülke kendi gerçeklikleri, koşulları, geçmişi paralelinde kendi çözümünü yaratıyor. YAP (Young Architects Program - Genç Mimarlar Programı) da bu anlamda önemli bir oluşum. Diğer kurumlarla olan işbirliğinizden, müzenizin ve kentinizin YAP deneyiminden bahsedebilir misiniz? bb: Son dönemlerde bazı müzelerin küreselleşmesine alışkınız, bu fenomen bildiğimiz üzere birçok müzenin yan kollarını çoğaltmasına dayanıyor, kendi markalarını diğer ülkelere götürüyorlar. Bizim yapmaya çalıştığımız bunun tam olarak tersi. Program 15 yıl önce MoMA PS1’de başladığından beri ana amaç, mesleğe yeni adım atan genç mimarların kısa süreli de olsa, yapma sürecini açık bir alanda deneyimliyor olmasıydı. Eğitim sürecinde sadece kağıt üzerinde kalan fikrileri belki de ilk kez uygulayabiliyor olacaklardı. Alanda inşa edileceği için projenin yerele odaklanıyor oluşu da bir diğer konu. Yani YAP, mimari kültüre bağlı kalarak malzeme, mekan gibi konular paralelinde bir üretim sürecini
beraberinde getiriyor. Diğer müzelerle YAP işbirliği fikri oluşmaya başladığında amaç, bu programın aynısını diğer yerlere ihraç etmek değil, aksine diğer şehirlerde genç mimarların kendi kültürlerini geçici bir mimari ürünle ortaya çıkarmasını sağlayacak platformlar yaratmaktı. Aynı ilkeler etrafında çalışan müzeler arasında gevşek bir ağ yaratmayı hedefliyoruz esasında. Yani İstanbul Modern'deki YAP, MoMA'nın bir markası değil. Bu program aslında o mekandaki yerel konu başlığı ve gündemdeki sorunların, yerel mimarlar tarafından fotoğraflanması. Bunu glokal [global+lokal] bir program olarak adlandırıyorum: Global bir yayılmayla ama yere özgü sorunlarla ve durumlarla ilgilenen bir program. pc: Bence bir kentin gelişimi üstten gelen ya da dışarıdan gelen bir kararla gerçekleşemez, kökten gelen çözümler çok daha etkili. YAP bu anlamda önemli bir tohum, genç mimarlara insanlara kendilerini anlatmak için önemli bir şans veriyor, toplumda mimarlığın algılanışı, günlük hayatın içindeki mimarlık gibi konulara dair bir bilinç yaratıyor. Genç, yenilikçi gruplara fiziksel bir yaratma alanı açıyor kentin içinde. Bu paralelde diğer müzelerle yaptığımız işbirliği, dört şehir arasında kültürel bir diyaloğun oluşmasına sebep oluyor. Önemli olan bence hem uluslararası hem de yerel
konulardan birşeyler çıkarıp yorumlayabiliyor ve aynı zamanda günlük koşullara cevap veren olaylar yaratabiliyor olmak. MAXXI üç yıldır bu programın bir parçası, kentte çok büyük bir etki yarattı. Geçen yaz sergilenen kırmızı çiçekleri MAXXI'den çıkardığımızda, kentliler neden burada bırakmadınız diye tepki gösterdi. Programla birlikte kentte yaz boyunca kamusal bir eylem ortaya koyuluyor, bu açık bir iletişim hattı gibi. Genç mimarlar şehirle bu hat sayesinde bağlantı kuruyorlar. bs: MoMA, MAXXI ve İstanbul Modern geçtiğimiz haftalarda YAP 2013 kazananlarını ilan etti. Bu ağ paralelinde kazanan projeler nasıl bir etkileşim içinde olacak? bb: Tüm kazananlar ve aynı zamanda diğer finalistlerin çalışmaları, YAP'ın bütün şehirlerinde sergileniyor olacak. Böylelikle şehirler ve kültürler arası bir etkileşim yaratılacak. karşı sayfada YAP MoMA PS1 kazananı: CODA 'nın projesi Parti Duvarı. Yerleştirme esnek bir deneysel mekan kullanımına olanak tanıyor. bu sayfada en üstte solda ve sağda: CODA-Parti duvarı üstte solda ve sağda: YAP MAXXI kazananı: bam! bottega di architettura sostenibile'nin projesi He, MAXXI'nin beton cephesiyle ilişkili şekilde geniş kamusal alanda konumlanıyor.
Genç Mimarlık Programı'nın İstanbul’da İlk Projesi YAP İstanbul Modern: Yeni Mimarlık Programı’nın ilk geçici yapısı SO? Mimarlık ve Fikriyat’ın Göğe Bakma Durağı projesi oldu. Yapı, Haziran ayı başında İstanbul Modern’in bahçesinde uygulanacak ve 2013 yazı boyunca etkinlikler için kullanılacak. yansımaların içinde vakit geçirecekler. Avlunun zemini yeniden kullanılan malzemelerle üretilen değişken bir peyzajla şekillenecek ve durmaksızın kıpırdayan gölgeliklerle birlikte avluyu kent içinde bir durağa dönüştürecek: dinlenmek, toplanmak, oyun oynamak ya da gökyüzüne bakmak için bir durak. *Turgut Uyar, Dünyanın En Güzel Arabistanı
MART 2013 - XXI 16
güncel
Boğaz’ın görünmeyen sularında süzülerek İstanbul Modern’in avlusunu gölgelendiren Göğe Bakma Durağı* önerisi, yaz ayları boyunca yerleştiği mekanı şehre yansıtacak. Boğaz’dan ve kentin yüksek noktalarından da algılanabilecek bu kısa ömürlü ama canlı ek, avluyu silüetin bir parçası haline getirecek. Avluda bulunanlar, gündüzleri sallanan gölgelerin altında, hava karardığında ise değişen
kesit yapı türü: Kültürel, Sergi alan: 1.100 m2 yer: İstanbul işveren: YAP İstanbul Modern tip: Davetli Yarışma, 1. Ödül ekip: Sevince Bayrak, Oral Göktaş, Gerd Holgersson, Mahmut Özdericioğlu (video editing) danışman: Doç Dr. Emre Otay teşekkürler: Arzu Erdem
Seçici Kuruldan Görüşler
haliyle mimarlık: Yalın bir jestin mekanı bir
"... Öneri, İstanbul Modern’in avlusunda
ortama ve toplanma noktasına dönüştürmesi”
uygulanacak. SO? ekibinin getirdiği öneride,
Barry Bergdoll
sistemin gündüz çalışma prensibi
parçaların toplam işlevi enerjisini bulunduğu yerden yaratıcı bir şekilde alıyor..." Suha Özkan
"...Beş çok iyi ve birinci olmaya yakın duran en azından iki proje arasından SO? ekibinin asgari
"...Kazanan proje, şahane bir manzarası olan
yapım çabasıyla azaminin elde edilmesine yönelik
ama gümrük bölgesinin çitleriyle kıyı şeridinden
(bu, ‘sürdürülebilir’ bir sürdürülebilirlik örneğidir)
koparılmış bu alana denizin varlığını taşıma
ve hem kavramsal hem de işlevsel rolünü
arzusuna, yanıltıcı bir sadelik içinde yanıt
mükemmel biçimde üstlenen önerisi son derece
oluşturuyor.... İşte, olabileceği en muhteşem
ikna edici bir tavır sergiliyor..." Pippo Ciorra
sistemin gece çalışma prensibi
Denizin Sesini Karaya Taşımak YAP İstanbul finalistlerinden Seapeaker, akustik bir performans öneriyor. gerçekleşebileceği çok işlevli bir sahne yaratıyor.Seapeaker; analog ses güçlendirmesi, deniz suyu ile soğutma, doğal havalandırma, enerji verimli aydınlatma ve hurda kontraplak kullanımı gibi çevresel sürdürülebilirlik özelliklerine sahip. İmalatında yerel gemi üretim teknolojilerinden ve işgücünden yararlanması, bunun yanında İstanbul’un diğer dolgu alanları için de izlenebilecek bir mekansal strateji ortaya koyması Seapeaker’in sosyo-ekonomik ve kentsel ölçekteki hedefleri arasında.
MART 2013 - XXI 18
güncel
Seapeaker İstanbul’un seslerini duymanın yeni yolu. Şehrin, gündelik hayatta fark edilmeyen seslerini beklenmedik bir şekilde açığa çıkarıyor. Alanın üretken kapasitelerine göre temel akustik ilkelerle tasarlanan Seapeaker, altındaki denizin sesini güçlendirerek yüzeye taşıyor ve ses transferi yoluyla yeni bir bağlantı kuruyor. İstanbul Modern’in avlusuna diyagonal biçimde konumlanan Seapeaker mekanı yeniden organize ediyor, gölgeli alanlar ile farklı performans ve gösterilerin
strüktür şeması tasarım grubu: Evren Başbuğ, İnanç Eray, Meriç Kara, Engin Ayaz tasarım ekibi: Hüseyin Komşuoğlu, Eren Aksu, David Rossmann, Çağlar Gezen, Fırat Doğan, İbrahim Tosun, Ediz Altan, Cenk Sezgin danışman grubu: Mehmet Kütükçüoğlu, Doç. Dr. Güven İncirlioğlu, Chris Neighbour, Jolyon Smith, Doç. Dr. Arzu Gönenç Sorguç, Luca Dellatorre, Shane Myrbeck, Pelin Numan, Özgür İnam, İdil Erkol
tasarım sürecinden eskizler
Uçan Plastik Halı YAP İstanbul finalistlerinden Tearıng the Ground, Boğaz’daki çevre kirliliğini görünür kılmak adına geri dönüşümlü plastiklerden bir örtü öneriyor. “Tearing the Ground” Marmara Denizi’ndeki plastik atıkların geri dönüştürülerek kullanılması üzerine, uçan halı formuna çağdaş bir yorum olarak tasarlandı. Gündelik hayatın telaşı içinde birçok şeyi fark etmiyor ya da göz ardı ediyoruz. Görmek istemediklerimizi de halının altına süpürüyoruz. Marmara Denizi’ndeki plastik kirlenme de bunların en önemlisi ve bu kirlilik gün geçtikçe artıyor.
“Tearing the Ground” kullanıcılarıyla doğrudan etkileşime geçmek yerine Marmara Denizi ve Boğaz aracılığıyla iletişim sağlıyor. Kentliye şehirdeki tüketimin boyutlarını göstererek aslında bunun bir parçası olduğunu ve Boğaz'la daha çok etkileşime geçmesi gerekliliğini vurguluyor. Bunu vurgularken, deniz dalgalarının hareketlerini kablosuz veri transferi aracılığıyla aydınlatma elemanlarının hareketine dönüştürerek, denizle eş zamanlı gölgelerden oluşan bir dalgalanma yaratılıyor. Bunun yanı sıra, yerleştirmeye entegre edilmiş sistem sayesinde üretilen yoğun su buharı ile kullanıcıları kentten izole ediyor ve Boğaz'la baş başa bırakıyor.
MART 2013 - XXI 20
güncel
Tasarım ekibi, tam da bu noktada, yeri yırtıp yukarı kaldırarak bu sorunu gözler önüne seriyor. Halının altına süpürülmüş tüm bu atıklar, yerle birlikte havalanarak projenin ana parçalarını ve bütününü oluşturuyor. Bu bağlamda proje, denize atılan çöplerin ve kentin ürettiği atıkların bir
yansıması haline geliyor ve bu konudaki duyarlılığın artırılmasını hedefliyor.
proje ofisi: ONZ Architects tasarım ekibi: Onat Öktem, Zeynep Öktem, Gökhan Kınayoğlu, Refik Burak Atatür yardımcılar: Esat Can Meker – Besmir Kamberi teşekkürler: Hülya Ertaş, Peter Lewis
konsept şeması
strüktür şeması
Molozların İçinde YAP İstanbul finalistlerinden ım/Debrıs inşaat artığı molozlarla kurduğu yerleştirmeyle mevcut yapılı çevre üzerinden sürdürülebilirliği sorguluyor. En önemli sorumuz "Sürdürülebilirlik evrensel bir strateji ile dünyada temsil edilebilir mi?" Bizim buna cevabımız "Hayır!" İstanbul ve diğer tüm dünya kentleri kendi ölçek ve problemleri çerçevesinde, belki evrensel standartlarda ama yerel çözümler üretmek zorundalar.
MART 2013 - XXI 22
güncel
İstanbul ve beraberinde Türkiye ekonomisi inşaat ve arazi rantı ile döndürülen dev bir metropol olma yolunda. Hiçbir üst ölçek planı olmadan "büyük şehirlerin büyük projeleri olur" söylemi ile anısı ve geçmişi olmayan bir kent üretmek üzereyiz, belki kısmen ürettik. O halde yeşil çatılar, solar enerji, rüzgar tribüncükleri, havayı biraz temizleme gibi naif "green painting" hareketlerinin bu dev hamlelerin yanında hiçbir anlam ihtiva etmediğini anlamak da zor değil. Önermemiz bu çetrefilli durumun yansıması olacak bir mekan üretmek. Bu mekanın hammaddesi yine inşaatın kendisi olan, moloz. Hep yanında bucağında olduğumuz, uzaktan baktığımız, dışında olmaya alıştığımız molozun içinde olmak, inşaattan artan her şeyle tekrar bir mekan kurmak, ondan üretilen bir mekanda, onun
tasarım: Yalın Mimarlık tasarım ekibi: Ömer Selçuk Baz, Lebriz Atan, Ege Battal, Cihan Poçan, Ece Özdür, Şehri Kaygısız danışmanlar: Okan Bal, Deniz Ünsal
geldiği yeri izleyiciye tekrar keşfettirmek bu tasarımın temel amacı. Adam, sahil yolundan çıkıp antrepolar ve otoparkın içerisinden yapıya doğru ilerliyor. Güneş batmak üzere. Denizin kokusunu alıyor. İleride yığın halinde istiflenmiş silüeti görüyor. Pek bir şeye benzetemiyor. Etrafında ışıklar ve insanlar, biraz da dramatik bir müzik var, içerlerden bir yerlerden gelen. Yığın ona İstanbul’daki pervasız inşaat faaliyetini anımsatıyor. Belirsiz bir yerlerinden içine girip çıkan insanlar var. Bazıları tanıdık geliyor. Çıkanların yüz ifadeleri farklı farklı. "Hurda ve inşaat artıkları mı bunlar?" Merakla içeri dalıyor. Biraz karanlık bir odadan, çerçevelenmiş denize bakıp düşüncelere dalıyor. Çıkanlardan biri, sessizce "ucube" diye fısıldıyor yanındakine. IM/Debris (Ben Molozum) neler olup bittiğini ve neyin içinde olduğumuzu bilmek, bilmeyenlere tekrar hatırlatmak üzere tasarlandı. Kentte görüp de hoşunuza gitmeyen her şeyi, çöpün bizzat içinde size tekrar gösteren bir teşhir merkezi. Ve bunu itinalı bir kabalıkla yapıyor. Tabi görmek istemeyenler için daha neşeli hayatlar her zaman mümkün!
Deniz Nerede Bitiyor, Sanal Nerede? YAP İstanbul finalistlerinden Füz, deniz ile kara, fiziksel ile sanal arasındaki ilişkileri bulanıklaştıran bir yerleştirme. Füz (Haze) orada olduğunu çoktan unuttuğumuz bir kıyı durumunu, Tophane Sahili’ni, hiç beklemediğimiz farklı bir haliyle görünür kılan deneyimsel bir mimari yerleştirme. İstanbul Modern müzesi bahçesini deneysel sahneler bahçesine dönüştürürken denizle İstanbul’un mesafeli birlikteliği için alışılmadık bir mimari deneyim hazırlıyor. Tophane Rıhtımı boyunca İstanbul’a adeta duvar olan 1,5 km‘lik gümrük sınırı boyunca ilk defa deniz ve su ile iç içe olduğumuzu hissettiren çeşitli etkinliklere olanak sağlayan özgün bir mekan yaratıyor.
Platformlar, localar ve oturma birimleri ise yine İstanbul’da fazlasıyla etrafımızda gördüğümüz betonun bambaşka bir kullanımı olan ferro beton adında hafif modüllerden oluşuyor. Bu modüller yaz aylarının ardından başka sahillerde de karşımıza çıkıp farklı mekanları hareketlendirme niyetindeler.
MART 2013 - XXI 24
güncel
İstanbul’un en sıcak aylarında kendi serin mikro klimasını yaratırken bir taraftan da çeşitli platformlar ve etkinliklerle kendi dünyasını kuruyor. Üç farklı sahnesi ve bu sahneleri izlemek için birçok platform ve gölgeli locadan oluşan bu yerleştirmede herkesin sahne
alabileceği kadar yer var. Suyun içinde yüzen platformları andıran bu sisli mekanın sırrı ise 200 kadar sis püskürtücüsünden fışkıran su parçacıklarının oluşturduğu serin hava. Bu özelliği ile coğrafi olarak denizle bu kadar iç içe olan İstanbul’da dokunmaya korktuğumuz deniz suyunun farklı kullanımları için örnek olmayı umuyor. Neredeyse kara ve suyun arasındaki ayrımı bulanıklaştırdığı gibi kararan havanın ardından fiziksel ve sanal olanın arasındaki sınırların da eridiği sanal bir mimariye dönüşüyor mekan.
tasarım: Salon2 tasarım ekibi: Alper Derinbogaz, Melike Altınışık ve Refik Anadol işbirliğiyle görsel işitsel sanatçı: Ferdi Alıcı proje ekibi: Samim Magriso, Ahmet Ünveren, Aykut Özen, Gül Ertekin danışman: Güvenç Topcuoğlu (Buro Happold) mühendislik danışmanı: Alasdair Young, George Keliris, Rasti Bartek teşekkürler: Yasemin Keskin Enginöz, Banu Durmuşoğlu, Ceyhun Derinboğaz, Enise Burcu Karaçizmeli, Melih Altınışık, Salih Küçüktuna, Oğul Öztunç, Hülya Deniz, Wedream.co sponsorlar: Buro Happold, Çimsa
sahnelerin olası kullanımları
Wittgenstein’ın Viyana’daki Modernist Kalesi II -Cansu Civelek için"Düşünmede de bir sürme zamanı vardır, bir de hasat zamanı." Ludwig Wittgenstein, Yan Değiniler, 28. 1
Öteden beri bu tezle ilgili hissiyatım, yanlış zamanda yanlış işi yaptığıma dair içimde köklenen tarif edilmesi olanaksız can sıkıntısıydı. Çok kısa sürede tamamlamak zorunda kaldığım, şimdi gözüme bir keşmekeşten farksız görünen bu metnin üzerinde büyüteçle, günler ve geceler sürecek bir ameliyat gerçekleştirecek olsam, sonunda "hastayı" kaybetmeyi göze alır ve kadavra üzerinde rahat rahat incelemelerimi sürdürürdüm. Evi görmem, kullanım biçiminin ve gözden düşmüşlüğünün yarattığı hayal kırıklığını şimdilik bir yana koyacak olursam, konuyla yeniden hesaplaşmama sebep oldu. Tezden tam on yıl sonra [Şubat 2003–Şubat 2013], yeni bir okuma yapmanın zamanıdır.
Ludwig Wittgenstein, kendinden yaşça büyük kız kardeşlerinden biri olan Margaret StonboroughWittgenstein’ın çağrısı üzerine Viyana’ya gelmeye razı olur ve binanın projelendirilip inşa edilmesinde etkin rol oynamaya başlar. Bugün bana öyle geliyor ki, Wittgenstein burada bir editör gibi süreçlerin tümüne müdahale etmiştir. Yapının ilk tasarımında Paul Engelmann modernist ve tarihselci bir üslup benimserken, Wittgenstein katı görünen ironik bir sadecilikle yapının cephelerini bütün kültürel, sınıfsal kodlarından arındırmak için uğraşır. Elbette imkansız bir girişimdir bu; felsefede olumsallığa kapılıp gitmeyi reddetmek denli kökten bir tasarıyı mimarlık alanında başarmak söz konusu olamaz. Bununla beraber, bugünden bakıldığında, tasarımsallığının çok-boyutluluğu (Wittgenstein bu yapının kalorifer peteklerinden su tesisatına her şeyini tasarlamıştır) ve yalınlık iddiasının uygulamaya konuş tarzı ile, yapı mütevazi bir başyapıttır.
Tezim, bugün de pek itiraz etmeyeceğim şu sözlerle açılıyordu: "Her mimari tasarım sadece fiziksel olanaklarla değil, iktidar yapıları ve toplumsal işleyişlerle de bağlantılıdır. Zaten mimarlığın dünyayı değiştirme gücü de buradan gelir. Bu araştırma, mimar olmadığı halde, inşa ettiği tek bir konutla tasarım alanında kendine önemli bir yer açmış olan filozof Wittgenstein’ın Viyana’daki evini konu almaktadır." Tezin kurgusu dört unsur etrafında kurulmuştu. Bir kitap, bir kent, bir yapı ve bir coğrafya: Ludwig Wittgenstein’ın Tractatus Logico-Philosophicus’u, 20. yüzyıl başı Viyana’sı,
Mimarlık pratiğiyle felsefi pratik arasında Wittgenstein’ın bir koşutluk kurup kurmadığı bilinmez ama, onun varlığının ve çabasının, yapının mevcut haline ulaşmasında büyük rolünün olduğu ortadadır. Yapı bu bakımdan şanslı bir mimari işbirliğinin ürünüdür: Ablasının cömert sermayedarlığıyla, Wittgenstein’ın müdahalelerinin maddileşmesinin önü açılmış ve astronomik bir maliyete ulaşan inşaatın radikal derecede minimalist modernizmle bütünleşen prezisyonizmi hayat bulabilmiştir.
MART 2013 - XXI 26
dönme dolap
Yağmurlu bir günde, 8 Haziran 2011’de Wittgenstein Evi’ni ziyaret ettim. Bu ziyaret, hakkında Ludwig Wittgenstein’ın Felsefesi ile Mimari Tasarım Yaklaşımına Eleştirel Bir Bakış başlıklı yüksek lisans tezimi yazmamdan epey bir süre sonra gerçekleşti (sekiz buçuk yıl kadar).
levent Şentürk
Kundmanngasse ve erken 20. yüzyıl Avrupası. Sonra da bu unsurlar arasında ikili permutatif ilişkiler kurmayı hedeflemiştim: Kitap/kent, kitap/yapı, kitap/ coğrafya. Kent/yapı, kent/coğrafya, yapı/coğrafya. Bu denklemlerin özelleşmiş halleri şöyleydi: Tractatus’un yüzyıl başı Viyana’sıyla olan bağlantısı, Tractatus’un Kundmanngasse ile olan ilişkisi, Tractatus’un erken modern dönemdeki Avrupa avangardizmiyle paylaştığı değerler [?], Kundmanngasse’nin yüzyıl başı Viyana’sıyla olan gerilimli ilişkisi [?], yüzyıl başı Viyana’sının erken modernizmi yaşayan öncü Avrupa sanatıyla ilişkileri, Kundmanngasse’nin avangart Avrupa’yla taşıdığı söylem ortaklığı [?] gibi açılımlar, yarı yolda tozutacağımın işaretlerini veriyordu.
arka sayfada solda: Margaret-Stonborough Wittgenstein’ın portresi. Paul Engelmann’ın ilk eskizleri, 1926. Yapının inşaat halini gösteren fotoğraf (1928?) (Wijdeveld) sağda: Yapının kat planı, cepheleri, vaziyet planı ve kütle organizasyonu. (Wijdeveld)
bu sayfada solda: Köşe radyatör tasarımı ve kapılarla pencerelerin çelik detayları. Anahtarlara kadar tüm tasarımlar Ludwig Wittgenstein’a aittir. (Wijdeveld) altta: İç kapılardan ve pencerelerden çelik detayları
son sayfada Pencere önündeki ızgaranın hemen önüne gizlenmiş metal perde sistemi. Perde zeminden metal bir kol yardımıyla çıkartılıp kolayca hareket ettirilebilmektedir. Perde sisteminin bodrum katındaki duvara monte edilmiş karşı ağırlık düzeneğinin görünümü
birinci ve ikinci kat pencerelerinin oranlarını değiştirir. Duvarları ön plana çıkarır, pencereleri cephede birbirine yaklaştırırken duvarlardan uzaklaştırır. Parapetleri kısaltarak cephenin sürekliliğine katar. Üst katlarda pencereleri karesel hale getirir. Yağmur oluklarını ve saçakları kaldırır. Engelmann’ın zemin katı planını genişletir. Simetri ekseni üzerindeki girişi iyice sola çeker. Zemin katındaki program parçalarını klasik Pisagorcu oranlara uyacak biçimde yeniden ele alır ancak tüm yapıyı bu oranlara indirgemekten kaçınır. Buna göre planda giriş holü ve vestibülü 1/1, büyük salonu 1/2, kütüphaneyi 2/3, yaşamayı 3/4 ve kahvaltı salonunu 5/6 oranlarına taşır.2
elbette aynı şey değildir; dahası zaten Corbu için dünya öncelikle Wittgensteincı bir dünya değildir. Bu nedenle, yapılarının detayları inandırıcı olmasa da olur. Ludwig Wittgenstein da, Le Corbusier’nin peşinde olduğu otokratik hayallerden zerrece haz etmeyen (pozitivizmle ve Popper’la kavgası anımsanabilir) ve mimarlık mesleğine dair hırsları olmayan biridir. Le Corbusier’nin başardığının ötesinde, kusursuz yapısal detaylar tasarladığı Kundmanngasse’de, modern mimarlık ve bugün için önemli izler bıraktığı ise kesin.
Wittgenstein binanın projesini sıfırdan yaratmak zorunda kalmamıştır; dostu Paul Engelmann’ın eve dair mimari tasarımlarının, Wittgenstein’ın düşüncelerinin biley taşını oluşturduğu ortadadır. Engelmann, Frederich Von Hayek’e yazdığı bir mektupta, Wittgenstein’ın tasarım ve inşa sürecine katılışını şöyle anlatır: "Bayan Margaret’in isteklerini [Ludwig Wittgenstein’ın] benden çok daha iyi anladığını hissettim. Kendisi planların oluşturulmasına aktif olarak katıldı. Yine de bu ortak çalışmanın sonuçları yeterince tatmin edici değildi. Bu yüzden, Wittgenstein’a öğretmenliği bıraktığından dolayı derin bir ruhsal bunalım yaşadığı için, binanın planlarını yaparken ortak çalışmamızı önerdim; uzun bir tereddüdün ardından kabul etti. Bu çözümün iyi olduğu kanıtlandı; hem kendisi, hem de bina için iyi oldu. O andan itibaren gerçek mimar oydu, ben değil. Ve o bana katıldığında planlar hazır olmasına rağmen bu sonucu kendimin değil, onun başarısı olarak addediyorum." Wittgenstein’ın, uzun yıllar Loos’un yanında çalışmış Engelmann’ın tevazusunun da elvermesiyle, projesinde yaptığı başlıca değişiklikler şöyledir: Çatı katını kaldırır, ana cepheyi kısaltır, mahya yüksekliğini minimuma çekerek onu parapetin arkasında gizler ve kütlesel bir süreklilik sağlar. Güney terasına bakan cepheyi kısaltır, birinci kattaki pencereyi iptal eder, yerine bir bodrum penceresi koyar. Ana kütlenin de boyunu kısaltır ve girişe portal etkisi veren bir kitle ekler. Bu portal kütle, ana kütlenin öne çıkma jestini kendi ölçeğinde tekrar ederken arkasındaki cepheyi serbest bırakır. (Yapıyı ziyaret ettiğim gün aniden bastıran sağanağın etkisiyle, giriş kapısının üzerindeki bu küçük çıkıntının tavanı uzun uzun aktı.) Engelmann’ın tasarımında birbirinin aynı olan
Sadelik ve felsefi bir kesinlik için, matematiksel doğruluk ve düzeneksellik için, bütünüyle nötralize iç mekan detayları için, evsel her şeyden arındırılmış mekanistik bir evren kurgusu için bol sıfırlı bir yatırıma ihtiyaç duyulmuş olması, Wittgenstein’ın mimarlıktaki başarısının çelişik yüzünü oluşturuyor bugün. Evde mimari bakımdan ciddiye alınabilir bütün sonuçları elde edebilmek için, reddettiği bütün güç araçlarını seferber etmesi kaçınılmaz olmuştur. Ama Kundmanngasse’nin tek meşum boyutu bu değil, ki bu noktaya yazının sonunda geleceğim. Le Corbusier’nin “ev, içinde yaşamak için bir makinedir” savsözünün, 20. yüzyılın ilk otuz yılında bunca eksiksiz biçimde vücut bulduğu, Kundmanngasse’den başka bir örnek bulmak zordur. Le Corbusier’nin kendisi bile, Villa Savoye’da bant pencerelerini inşa edebilmek için kaba saba ahşap detaylar kullanmak zorunda kalırken, çağdaşı J. J. P. Oud’un 1930’da Rotterdam’da bir konut bloğunda kullandığı bant pencereler, Corbu’nün detaylarından çok daha yetkindi.3 Detay bilgisiyle resim bilgisi
Wittgenstein, yapının mekanik projesini de bizzat üstlenir: Elektrik ve boru tesisatlarını, kilitleri, sürgüleri, anahtarları, mandalları, ağır kapı ve pencereleri ispanyoletlerine kadar tasarlar, kapı ve pencereleri tek tek ele alırken prototiplerden yararlanır. Hiçbir örtücü plaka, süpürgelik ve eşik kullanmamaya çalışır. Bir mimar için önemsiz veya tasarım-dışı görülebilecek kimi ayrıntılara çok mesai vermiştir: Örneğin kapı tutamakları, ispanyoletler ve radyatörleri bir yıldan uzun sürede tasarlar. Yüz elli kilo ağırlığındaki kapıların bugün bile kolayca açılıp kapanmasını sağlayan bağlantılar yaratır. "(2.02:) Nesne yalındır. (2.021:) Nesneler dünyanın tözünü oluştururlar. Bu yüzden bileşik olamazlar. 2.026: Ancak nesneler varsa, dünyanın bir belirgin biçimi olabilir. (2.033:) Biçim, yapının olanağıdır. (2.12:) Tasarım, gerçekliğin bir taslağıdır. (2.14:) Tasarımı oluşturan, öğelerinin birbirleriyle belirli bir tarzda bağlantı içinde olmalarıdır. (2.15:) Tasarım öğelerinin birbirleriyle belirli bir tarzda bağlantı içinde olmaları, şeylerin öyle bir bağlantı içinde olduklarını ortaya koyar. (2.161:) Tasarım ile tasarımlananda özdeş bir şeyin bulunması gerekir, ki biri ötekinin tasarımı olabilsin. (2.182:) Her tasarım
27 XXI - MART 2013
Fotoğraflar: Levent Şentürk
dönme dolap
karşı sayfada solda: Yapının zemin kotunun kurgulanışı: Yapıya giriş, müştemilatla bağlantı, giriş terası ve arka cephesindeki kapı sağda: Giriş vestibülü, salondaki pencerelerden birinden bahçeye bakış, ana salonun genel görünümü (salonu bölen duvar kaldırılmış, gerçekte L biçiminde hiç mekan yok), holden görünüm
MART 2013 - XXI 28
dönme dolap
aynı zamanda mantıksaldır. (Buna karşılık, örneğin her tasarım uzamsal değildir.) (2.19:) Mantıksal tasarım dünyanın tasarımını kurabilir. (2.223:) Tasarımın doğru mu yanlış mı olduğunu bilmek için, onu gerçeklik ile karşılaştırmamız gerekir. (2.224:) Yalnızca tasarımın kendisinden, doğru mu yanlış mı olduğu bilinemez. (3:) Olguların mantıksal tasarımı, düşüncedir." Ludwig Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus 4 Tractatus Logico-Philosophicus, Ludwig Wittgenstein’ın sağlığında yayınladığı tek kitaptır ve Latince’de Mantıksal-Felsefi Risale’nin karşılığıdır. Tractatus’un yazılma amacı, felsefeyi tüm sözdesorunlardan arındırmaktı. Kitaba değinmemin nedeni, Wittgenstein evi hakkında yazanların birçoğunun, filozofun bu erken dönem eseriyle Kunddmanngasse’deki ev arasında felsefi koşutluklar kurmuş ve yapıyı Tractatus etrafında okumayı denemiş olmalarıdır. Yakın dostu ve Kundmanngasse’nin ilk mimarı olan Paul Engelmann’a göre Tractatus her şeyden önce, her türden rasyonel sisteme bir saldırıydı. Paul Engelmann, bir yerde şöyle der: “Pozitivistlerle inkar edilemeyecek denli büyük bir benzerliği vardı: Onların yaptığı gibi, hakkında konuşmanız ve suskun kalmanız gerekenlerle ilgili keskin bir ayrım yapar. Tek farkla ki, pozitivistlerin hakkında sessiz kalacakları bir şeyleri yoktur. ...Wittgenstein tutkuyla inanıyordu ki insanın yaşamında önemli olan her şey, söylenmeyendedir.”5 Wittgenstein, Tractatus’u oluşturacak ilk defterleri Birinci Dünya Savaşı sırasında cephede tutmaya başlamıştır. Cephe defterlerinden ilkini bir topçu bataryasına bağlı Goplana adlı bir sahil muhafaza gemisinde, 9 Ağustos 1914’de tutmaya başlamıştır.6 Savaş sırasında bir yandan Tolstoy ve İncil okumuş, bir yandan da defterlerine Schopenhauer, Weininger, Mauthner gibi düşünürlerden notlar düşmüştür.7 Defterlerinde, kişisel çıkmalar yazmak için, ‘z=a’, ‘y=b’ biçimindeki basit bir şifrelemeye sahip ve akıcı biçimde yazabildiği bir kodlama kullanmıştır. Wittgenstein, kitabını yayınlatmak için üç girişimde bulunmuştur: Önce, Kraus’un yayıncısı olan Jahoda ve Siegel’e, sonra Weininger’in yayıncısı Braumüeller’e ve son olarak fizikçi Frege’ye başvurur ve reddedilir. Savaşın başından 1919’a dek yazıştığı, yayıncısı W. Ficker’e yazdığı mektuplardan birinde, kitap yazmanın dünyadaki en önemli şey olmadığını, ancak yapıtının da önemsiz olmadığını ima
eder: "İnancım odur ki, böyle durumlarda şu oluyor: Bir kitap tümüyle namuslu bir şekilde yazılsa bile, bir bakıma değersizdir. Gerçekte kimse bir kitap yazmak zorunda değildir, çünkü dünya üzerinde yapacak bambaşka şeyler var. Öte yandan, şunu söyleyebilirim: Dallego ve Haecker’i yayınlıyorsanız, benim kitabımı da yayınlayabilirsiniz."8 Wittgenstein, Tractatus’u tamamladığında, felsefedeki işini de bitirmiş olduğunu düşünüyordu: "Donmuş kırağı üstünde, sürtünmenin olmadığı yerde öğüt vermiştik; yani koşullar belli anlamda ideal olduğunda, ama tam da bundan dolayı yürüyemiyoruz. Yürümek istiyoruz, öyleyse sürtünme gerek. Pürüzlü zemine dönelim!"9 Wittgenstein’ın gündelik dile dönüş kararı, Tractatus’un yapı sökümünü başlatmıştır. Wittgenstein, suskunluk dönemini geride bırakınca, Stegmüller’in adlandırmasıyla, birinci dönemi olan "Dilin Moziak Kuramı" evresini geride bırakarak, ikinci dönemi olan "Dilin Satranç Kuramı"na geçer: Ömer Naci Soykan’ın deyişiyle, dilsel işaretlerin mozaikteki sabitliğinden, sözlerin kullanımının satranç oyunundaki gibi kurallara uygun hareketlerine geçer.10 "Öyle bir duygumuz vardır ki, bütün olanaklı bilimsel sorular yanıtlandığında bile, yaşam sorunlarımıza daha hiç dokunulmamıştır." Ludwig Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus, 6.5211 Wijdeveld, yapının ilk eskizlerini Paul Engelmann’ın Nisan-Mayıs 1926’da çizdiğinden söz etmektedir. Eskizlerin çizilmesi sırasında Engelmann ile Margaret Viyana’da birlikte çalışmıştır. Engelmann’ın çizdiği ilk planlar, Margaret Stonborough-Wittgenstein’ın giriş katında yaşama düşüncesi etrafında şekillenmiştir. Bu katta bir resim (ya da çizim) odası, aynı zamanda informel bir mekan olan kütüphane, yemek odası ve kiler ile Margaret’in kendisi ve kocası için düşündüğü kişisel yaşam mekanları yer almaktaydı. Bunlara sonradan kahvaltı odası eklenmiştir. Evin işlev şeması, kamusalla özel yaşantının birlikteliğine dayandırılmıştır. Cemiyet yaşamını ziyaretçiler, konuklar, davetliler ile onlara hizmet edenlerin mekanlarının kesiştiği aralıklarda kurar. Evin daha görünür olan bu işleyişine hemen fark edilemeyen kişisel mekanlar eklenir. Engelmann’ın zemin katı, değişikliğe uğradığında şunları içerir hale gelmiştir: Salon, soyunma odası, yatak
odası, bir koridorla ulaşılan hizmetçi odası. İkinci bir koridor, salondan merdivenlere, buradan da bireysel mekanlara bağlanır. Zemin katına sonradan bir tuvalet, yemek odasının arkasında geniş bir kiler, bir servis girişi de eklenmiştir. Loos’un evlerini sahne olarak kurmasına benzer şekilde, Kundmanngasse’de de benzer bir sosyal ve sınıfsal kurgu mevcuttur: Yaşanan odalara salondan geçilerek ulaşılır, bir tür sahne arkasıdırlar. Bodrum katında mutfak, bulaşık ve kap kacak odası, hizmetçi odaları, banyo ve hizmetçi yemek odası yer alır. Üst katlarda toplam üç çocuk odası, bir mürebbiye odası, iki-üç konuk odası, altı hizmetçi odası ile banyo ve wc’ler bulunur. Bu fonksiyon şemasının işleyişinde düşey bağlantıyı sağlayan asansör, dönemin konut alışkanlıklarına tamamen yabancıdır: Çünkü asansörün aksamı açıktadır. Asansörün etrafındaki merdiven sürekli gün ışığı alır. Yapının boyutları Engelmann’ın tasarımında 23,65 x 17,20 m iken, Wittgenstein’ın tasarımında 24,935 x 18,72 m olarak değişmiş ve toplam alan itibariyle hemen hemen aynı kalmıştır. Wittgenstein, merdivenleri genişletirken terasları daraltmıştır. Yapının işlev şeması, dönemin üst sınıf ailelerine özgü saray yaşantısıyla işleyiş açısından benzeşir. Yaşantının kamusal-özel biçiminde ikili bir sahnelemeye konu olması bu açıdan tipiktir. "Mimarlık bir jesttir. İnsan bedeninin her işlevsel hareketi jest değildir. Her işlevsel bina da, aynı şekilde, mimarlık değildir." Ludwig Wittgenstein, 1942. Wijdeveld’in aktardığına göre, yapının üç yıl süren inşaatının ardından (1926-29), Margaret StonboroughWittgenstein burada ancak on sene ikamet edebilmiştir. 1938’deki Nazi işgalinin ardından evi terk ederek New York’a göç eder. Evi, aşçısı bayan Miili Vogl’a emanet ederek 1939’da evden ayrılır. Ev, Rus işgali sırasında
bugüne ulaşabilmiş durumda ve 85 yıldır ayakta. Yapı, içinde yeşerebilecek olası her tür yaşama karşı öylesine kayıtsız ki, belki -en azından zemin katını- olası en boş haliyle ziyarete açmak en iyisidir. Diğer yandan, Bulgaristan elçiliğinin buradaki "etkinlik"leri öylesine vasatın altında ve sergilenen "eser"ler öylesine acıklı ki, mekanın asaletiyle tam bir tezat oluşturmakla kalmayıp burayı daha da bezgin bir görünüme büründürüp kalitesizleştiriyor. Neredeyse bir kermes havasındaki "sergi"yi gezmenin kime ne ifade ettiğini anlamak mümkün görünmüyor.
askerlerce tahrip edilmiştir: Askerler, atlarını yemek odasına bağlar ve gizli dolapları süngülerler; ısıtma sistemi bozuk olduğundan, odalara sobalar kurup kömürlerini küvetlerde depolarlar.12 (Svankmajervari sahneleri andırıyor bunlar...) Thomas Stonborough, annesinin ölümünden itibaren yaşadığı Kundmanngasse’yi, 1971’de bir yatırımcıya satmaya karar verir. Bu yatırımcı İngiliz diplomat Franz Kaltein’dır. Yapı yıkılacak ve yerine bir otel inşa edilecektir.
Bernhard Leitner, The Wittgenstein House ile yapıya kitap ölçeğinde dikkat çeken ilk eleştirmendir aynı zamanda. 14 Leitner, olayı protesto eden mimarlar, sanat tarihçileri ve felsefecilerle bir ayaklanma başlatır ve yıkılmasının önüne geçer. İstimlakına saatler kala koruma kurulunun aldığı kararla Kundmanngasse anıt ilan edilirse de bahçesindeki asırlık ağaçlar kurtarılamaz. Leitner, çalışmalarını sürdürerek 1973’de kapsamlı bir doküman yayınlar. 1974’de arazi ikiye bölünür ve arazinin diğer yarısına bir ofis yapısı inşa edilir. Bunun yarattığı ilginin de etkisiyle, Viyana’daki Bulgaristan Elçiliği Kültür Enstitüsü 1975’te buraya taşınma kararı alır. "Benim tümcelerim şu yolla açıklayıcıdırlar ki, beni anlayan, sonunda bunların saçma olduklarını görür – onlarla –onlara tırmanarak –onların üstüne çıktığında. (Sanki üstüne tırmandıktan sonra merdiveni devirip atması gerekir.) Bu tümceleri aşması gerekir, o zaman dünyayı doğru görür." Ludwig Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus15 Yapı, kırk yıla yakın süredir Bulgaristan elçiliğine ev sahipliği yapmanın yorgunluğunu taşıyor. Yapıyı ziyaret etmek için kapıyı çaldığımda, binada yalnızca bir görevli vardı. Kırkına ancak ulaşan bu adam, kasvetli
bir devlet memuru bıkkınlığı içinde günlerini geçiren bir bekçinin aldırmazlığıyla karşıladı bizi. Cansu ve İlknur’la birlikte üst katları görmemize izin vermediyse de, Türk olduğumuzu söyleyince "komşu"nun bodrum kata inmesine izin verdi. Orada, karşı ağırlık sistemiyle oluşturulmuş, pencere önlerinde gizlendiği yuvalarından çıkarak, zeminden tavana dek yükseltilebilen metal "perde"lerin düzeneklerini fotoğraflama şansım oldu. Bu "perdeler" evle ilgili bütün izlenimlerimi altüst ederek, bir anda gotik bir korku öyküsünün içine fırlattı beni. On yıldır yapının bu özelliğini fark etmemiştim. Kuşkusuz, fark etmiş olsaydım, bu perdeler üzerine -de- yazabilir; belki dikkatimi bu noktaya yönlendirir, bambaşka bir teze de ulaşabilirdim.
1
1999, Çev. O. Aruoba, 6.45 Yayınları, İstanbul, s. 27.
2 Wijdeveld, P., (2000), Wittgenstein Architect, The Pepin Press, Singapur 3
Ford, E. R., (2003), The Details of Modern Architecture, Vol 1, MIT
Press, Massachusetts, London, ss. 242-3. Wittgenstein, L., (1996), Tractatus Logico Philosophicus, Çev: Aruoba,
4
O., Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, ss. 17-25. 5
Wijdeveld, P., (2000), Wittgenstein Architect, The Pepin Press, Singapur
6
Wittgenstein, L., (1996), Tractatus Logico Philosophicus, Çev: Aruoba,
O., Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, s. 173. 7
Janik, A.; Toulmin, S., (1973), Wittgenstein’s Vienna, Simon and
Schuster Press, New York. 8
A. e., s. 192.
9
Soykan, Ö. N., (1995), Felsefe ve Dil Wittgenstein Üzerine Bir
Araştırma, Kabalcı Yayınları, İstanbul, s. 55.
Bütün o modernlik, sadelik, prezisyon, mühendislik, detaycılık, gözümde bir anda silinerek yerle yeksan oldu dersem abartmış olurum belki, ama yapının yüksek duvarların üzerine konumlanıp kente tepeden bakışını gördükten hemen sonra bu meşum "düzenek"le karşılaşmak, bardağı taşırmıştı. Zemin katın salonu, metal bir kanca yardımıyla yerden çıkarılıp tavana doğru yükseltilen bu metal levhalarla bir anda mutlak yalıtılmış bir sığınağa dönüştürülebiliyordu. Her pencerenin önündeki ızgaranın arkasına başarıyla gizlenmiş bu raylı perdelerden vardı. Zaten kentten kopuk olan yapı, bu metal levhaların yukarıya doğru sürülmesiyle, ışık almamacasına içine kapanıyor, Poe’nun Uscher’ların Şatosu öyküsünü anımsatan bir havaya bürünüyordu. Bütün sadelik ve dilsizleştirilmiş mekansallık, aniden askeri bir havaya bürünüp sırrını açığa vurur gibiydi. Bundan daha eril, daha nefretengiz bir tasarım düşünülebilir miydi bilmem: Evsel ve "kadınsı" perdelerden kurtulmak için böyle cinsiyetçi bir tasarım yapılabildiğine inanamıyordum. Merak etmekten kendimi alamıyordum: Margaret-Stonborough Wittgenstein için bu perdeler ne ifade ediyordu? Bu nedenle aralarında kavgalar kopmuş muydu?
10
A. e., s. 40.
11
1996, Çev: O. Aruoba, Yapı Kredi Yayınları, 1996, İstanbul, s. 196.
12 Wijdeveld, P., (2000), Wittgenstein Architect, The Pepin Press, Singapur 13
Wijdeveld’e göre, Kundmanngasse’nin yenilenmesi sırasında, bir grup
mimarlık öğrencisi Thomas Sperling ve Prof. Ottokarl Uhl yönetiminde rölöveler almıştır. 1982 yılında Günter Gebauer, Rüdiger Ohme ve Lothar Rentschler’in yapı hakkında yazıları ve Loos monografisi, Wittgenstein’ın mimarlığına yönelik büyük bir ilgi yaratmıştır. 14
Leitner’in dokümantasyonunun içeriği: Hermans’ın çektiği fotoğraflar
(1967), Bundesdenkmalamt’ın dökümanter fotoğrafları (1969), Rudy Vrooman’ın izinsiz çektiği resimler (1975), 1976’da yapılan ankette çekilen resimler. Otto Kapfinger’in 1984’de yayınlanan broşürüne dek, Engelmann’ın eskizleri bilinmiyordu. 15
A. e., 6.54, s. 171.
Kaynakça: Janik, A.; Toulmin, S., (1973), Wittgenstein’s Vienna, Simon and Schuster Press, New York. Kraus, K., (1999), Deyişler ve Karşıdeyişler, Çev. Kızıltan, G. S., Telos Yayınları, İstanbul. Leitner, B., (1997), The Wittgenstein House, Princeton Univesity Press. Noll, J., (2002), Aşklar ve Çiftler: Ludwig Wittgenstein ve David Pinsent, Çev.: Dirim, A., İletişim Yayınları, İstanbul. Soykan, Ö. N., (1995), Felsefe ve Dil Wittgenstein Üzerine Bir Araştırma, Kabalcı Yayınları, İstanbul.
Bu tasarımın nedeni, ne yabancı gözlerden sakınmak olabilirdi, ne de soğuktan korunmak. Ola ki, çevrede ansızın başlayacak bir silahlı çatışmadan yara almadan kurtulmak hedeflenmişti: Ama bu, Viyana’dan çok Kudüs’teki bir generalin evine veya Orta Doğulu bir diktatörün sarayına uygun düşebilirdi ancak. Wittgenstein evi, Leitner ve arkadaşları sayesinde
Wijdeveld, P., (2000), Wittgenstein Architect, The Pepin Press, Singapur. Wittgenstein, L., (1996), Tractatus Logico- Philosophicus; Çev. Aruoba, O., Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. Wittgenstein, L., (1999), Yan Değiniler, Çev. Aruoba, O., Altıkırkbeş Yayın, İstanbul. Wittgenstein, L., (2007), Felsefi Soruşturmalar, Çev. Barışcan, H., Metis Yayınları, İstanbul.
29 XXI - MART 2013
O güne kadar, yapı hakkında pek de fazla yayın olmamıştır. Kundmanngasse hakkındaki ilk yayın (1951) Ludwig Hansel’in binadan övgüyle bahsettiği bir paragraftan ibarettir. 1964’de Kundmanngasse’nin, 1900’den Bugüne Viyana’nın Yapıları adlı bir kent kılavuzunda bahsi geçer. 1965’de Kundmanngasse’nin ilk fotoğrafları İtalyan dergisi Aut aut’ta çıkar. 1968’de de Willem Federik Hermans tarafından bunlar toplu olarak yayınlanır. Yapının planları, tamamlanmasından tam kırk yıl sonra 1969’da, Viyana’da çıkan Bau dergisinde yayınlanır.13
Wittgenstein evinin yaşamasının öneminin bugün dünyada birçok kişi farkında; yapı üzerine ardı ardına kitaplar yayınlanmaya devam ediyor. Ama bu haliyle, başta Ludwig Wittgenstein’ınkiler olmak üzere, birçok kişinin kemiklerini sızlattığı kesin.
dönme dolap
Kıyameti kopararak yapının kaderini değiştiren ve Kundmanngasse’nin uluslararası mimarlık dünyasında fark edilmesini sağlayan Bernard Leitner, olayın öncesinde Art Forum dergisinde (Şubat 1970) şunları yazmıştır: "Akademiler ve mimari bürolar, formal dogmalar ya da reçeteler bulamaz bu binada. Kopyalanacak detaylar bulmak için perdahlanmış köşelere ve şerit pencerelere beyhude bakacaklardır. Formüller ve klişelerden ziyade, bir felsefe. ...Bina, sınırların ötesine gitmenin bir örneği olduğundan, ‘profesyonel olmayan aşma’nın ne kadar zenginleştirici olabileceğini gösterdiğinden ve mesleğin üyelerince belirlenmiş sınırları sorguladığından dolayı önemlidir. Filozof Wittgenstein bir mimardı."
Urartuları Hatırlamak BAHADIR KUL ARCHITECTS TARAFINDAN Tasarlanan ve inşaatı devam eden VAN URARTU KÜLTÜR MERKEZİ, asırlar öncesinden kalma bir uygarlığı günümüze yansıtmayı hedefliyor. M.Ö. 8. yüzyıla kadar varlığını devam ettiren Urartular, günümüze kalan çivi yazılı stellerden anlaşıldığı üzere, kralların başkenti Tuşpa'da ve başka kentlerde kaleler, saraylar, su kanalları, barajlar yapmışlardır. Urartuların başkenti Van’da konumlanan ve inşaatı devam eden kültür merkezi, çevredeki peyzajı ve kaleyi binanın geniş cephesinin yüzeyine yansıtarak çevre psikolojisi ve insan algısı bakımından farklı bir söylem ortaya koymayı hedefliyor. Farklı sergi holleriyle ayrışan yapının iç mekanında bulunan 12 adet hol, farklı dönemleri ziyaretçilerle buluşturuyor. Sık sık dışarıya geçişler veren yapı, hem geçirgen hem de korunaklı bir sergileme mekanı ortaya koyuyor.
dönemsel bilgileri, yapı kültürleri ve yaşamları hakkında ön bilgi veriyor. Ayrıca bu bölümde, döşemeden duvarlara sıçrayan Urartu ve yakın çevresinin haritası üzerinde bulunan özellikli noktalar (Van Kalesi, Ayanis Kalesi, Anzaf Kalesi, Şamran Kanalı vb) mercek altına alınarak maket, fotoğraf gibi belgeler ve veriler paylaşılıyor. Bina içinde ayrıca Haldi Tapınak kabartması, sosyal yaşam, Ayanis Kilisesi, Hakkari stelleri, savaş simülasyon odası, çivi yazılı steller, takılar gibi bölümlerin konumlandırılacağı ve bu noktalarda ziyaretçilerin detaylı bir şekilde bilgilendirmesi planlanıyor.
MART 2013 - XXI 30
güncel
Kontrollü bir geçişin ardından girilen karşılama, bilgilendirme holü için bir geçiş ve hazırlık mekanı olarak tasarlandı. Bilgilendirme holü ziyaretçilere Urartuların konumu,
proje adı: Van Urartu Kültür Merkezi proje yeri: Van, Türkiye işveren: Van Valiliği proje tarihi: 2012-devam ediyor toplam inşaat alanı: 12.000 m2
görünüş
kesit
binanın konsept gelişim diagramı
Etkileşim - Teknik Çizim - Türk Tasarımı - Tasarım Bilinci
Sapkın Tasarım Sözlükçesİ
etkileşim Bizimle etkileşeceği iddiasında direten ürünlerce kuşatılmış durumdayız. Ekranına sevgiyle ve hayranlıkla dokunan parmakları asla geri çevirmeyen avuç içi bilgisayarlar, onların tepkilerini biçimlendirmemize dahi müsaade edecek denli geniş gönüllüler. Nesneleri çağırıyoruz, sarsıyoruz, onlara emirler yağdırıyoruz, kimi zamansa sarılıp teselli arıyoruz. Teknolojinin aleminden pazara taşınmış, efendilerine bir kez olsun terslik çıkarmayan bu sadık sömürge kahyaları, hayatımızı düzenliyorlar. Karmaşık yazılımlar ve narin teknolojik altyapı marifetiyle girişilmiş bu etkileşimin de bir sınırı var elbet: İçeride ne olup bittiğine dair bir gıdım merakımız olsa, pil değiştirmekten öte yapabileceğimiz bir şey olmadığını görüyoruz. Kazara düşüp parçalanırsa etkileşimli nesnemiz, ne ala: Sihrin dünyevi altyapısına, artık işlemeyecek olsa da, şahit olacağız en azından. Ama işler yolundayken hudut kapısı çok net: Kimi güvenlik mühürlerini profesyoneller dışındakiler parçalayamıyor. “Donanımdır, bulaşmamak lazım” deseniz, kimi yazılım güncellemeleri de kullanıcının iradesine bırakılmamış. Açık yazılım, zaten çölde vaha. Hasılı, etkileşiyoruz nesnelerle etkileşmesine, ama en etkileşici ürünler en az müdahaleye müsaade edenler, nedense.
MART 2013 - XXI 32
En etkileşimli nesne belki de baltadır.
Osman Şişman
teknik çizim Avrupa’daki pek çok tasarım okulunda kullanımı asgariye indirilse de yurdumuzda önemini koruyan bir temsil yöntemi, teknik çizim. Tasarım öğrencileri onu en ince ayrıntısına kadar bilmeli; zira yaptıkları işi üretim kompleksinin diline tercüme edebilecekleri tek kanal o gibi görünüyor. Tasarım eğitiminde branşlaşma ve ara eleman yetiştirilmesi gibi durumlar henüz ufukta görünmediğinden, teknik çizim başka birinin eline bırakılmayacak denli önemli. Teknik çizim olacak ki (hatta en baştan itibaren tasarım sürecine dahil olacak ki) bir nesnenin üretilebilip üretilemeyeceği, bağlantıların, ek yerlerinin vs mümkün olup olmayacağı bilinsin. Zira, render alınmış tertemiz imajlar kimi ayrıntıları, hataları, mantıksızlıkları gizleyebiliyor küçük müdahalelerle. Okulda ve sanayide stüdyo hocalarının, mühendislerin, işçilerin ve pek tabii ki makinelerin bu kadar sevdikleri teknik çizim, neden kullanıcının görüşüne sunulmuyor peki? Moleskine’in katkısıyla yayınlanan ve prömiyeri (!) Milano’da Salone del Mobile 2010’da yapılan Hand of Designer’da olduğu gibi, tasarımcının önüne geçilmez yaratıcılığının ürünü serseri eskizler kitaplaştırılıyor, çarşaf çarşaf yayınlanıyor da teknik çizim çok mu sıkıcı geliyor? Tasarım sürecinin ve teknolojik üstünlüğün pazarlanması sürecine katkı sunacağı düşünülüyorsa, teknik çizimleri reklamlarda bir kaç saniyeliğine görüyoruz -onları da anime ve estetize edilmiş halde. Karmaşık yazılımların ürünü üç boyutlu sanal modeller,
gerçek ürünün fotoğrafıymışçasına reklam görsellerinde arz-ı endam ediyorlar da teknik çizimin kabahati ne? Herhalde, aslında sımsıkı saklanması, örtülmesi gereken üretim anının pornografik fotoğraflarını veriyor olması. türk tasarımı Yurdumuzun nadide mobilya üreticilerinden biri seneler evvel bir televizyon reklamında izleyicilere en mahrem yerini, tasarım ofisini açıyordu. İtalyanca konuşan genç ve yakışıklı bir tasarımcı, geniş pencerelerden vuran ışığın oynaştığı devasa bir masada, dizüstü bilgisayarın başındaki -muhtemelen- Türk meslektaşına tatlı direktifler veriyordu. Mobilya üreticimizin adı da hayli İtalyan tınlıyordu –aslında hala öyle. Ne ki bir kaç ay sonra İtalya ile Türkiye arasında Apo krizi yaşanınca aynı güzide firmamız, çarşaf çarşaf reklam vermek zorunda kalmıştı, Türkiyeli bir firma olduklarını duyurmak için. Harun Kaygan’ın tespitiydi: “Türk tasarımı” -her ne demekse- başka ülkelerin tasarımına -yine, her ne demekse- benzeme, onlardan ödünç alma, kimi zaman kopyalama gibi pozitif ilişkilerle; korku, onaylanma isteği, kompleks gibi negatif hissiyatlar arasında kendini kuruyor gibi. En önemlisi de kapsayıcı bir pazar ismine olan ihtiyacı, milliyet kolaycılığıyla çözmeye yönelik ideolojik bir sürecin ürünü gibi görünüyor.
tasarım bilinci Münasip bir kurumda eğitimini tamamlayarak iş hayatına atılan ürün tasarımcısı, Avrupa ve Amerika'daki meslektaşlarının başarılarını Türkiye'de tekrarlayamıyor olmasının faturasını ya işverene ya tüketiciye çıkarır. Tasarıma yapacağı yatırımın firmasını nasıl kalkındıracağını bir türlü göremeyen KOBİ sahibi, tasarımcının gözünde uyanıklıktan, zevkten ve kültürden yoksun, makro-ekonomi ve güncel sanat konusunda eğitilmeye muhtaç bir taşra esnafıdır. Kullanıcının da daha matah olduğu söylenemez: Tasarımcı, kültürel farka, küresel ekonomik eşitsizliklere ve sınıf kavramına sağır, elitist bir tavırla, pazardaki Çin malı/markasız/ kopya ürünü alan bilinçsiz tüketiciye haddini bildirme zamanının geldiğine kanidir! Ürünleri nasıl ve neye göre değerlendireceğini, neyi satın alıp nasıl kullanacağını bilmekten aciz çevre-ülke üreticisi ve tüketicisi, Türkiye'de tasarımın muasır medeniyetler seviyesine çıkarılması şiarını takiben, tüm bunları -elbette- bilen tasarımcı tarafından terbiye edilmelidir: "Vatandaş, tasarım sat; tasarım al!"
Işığı ve Yeşili İçeri Almak APEKS MİMARLIK TARAFINDAN TASARLANAN İNCİ FLATOFİS PROJESİ, ışığın ve yeşilin çalışma alanlarına yayıldığı bir tasarımı hedefliyor. Mekanın fiziki olarak iki ayrı bölümden oluşuyor olması, tasarım ofisinin projeyi kurgularken tasarım, showroom, satış, yönetim ofisleriyle muhasebe, finans ve idari ofisleri iki ayrı bölümde tasarlamasına sebep olmuş. Farklı girişlere sahip olan bu iki bölüm, İnci markasıyla paralel özelliklerde genç, dinamik, tasarım yüzünü öne çıkaran, sıcak ve kullanışlı mekanlar yaratmak amacıyla tasarlanmış.
MART 2013 - XXI 34
güncel
İdari bölüm tasarlanırken çalışan kadroların tüm gün masa başında çalıştıkları düşünülerek onların motivasyonlarını üst seviyede tutacak renk, doku ve malzemeler kullanılmış. Özellikle zeminde kullanılan karo halıda ve cam ara bölmelerde canlı renkler kullanılırken, duvarlarda ve mobilyalarda da aynı uyumu gösteren renklerle desteklenmiş. Flatofis'in orta
havuz bölümüne bakan tasarım ve yönetim bölümlerinin planlanmasında, bu mekanların ışığı ve yeşili olabildiğince iç mekana taşıması hedeflenerek koridorlarda cam bölmelerin önünde bitkilendirme, girişteki toplantı mekanının duvarlarında ise peyzaj düzenlemeleri yapılmış. Ayrıca showroom ve yönetim bölümüne giden koridor üzerinde, firmanın kuruluşundan günümüze önemli tarihleri ve olayları gösteren bir tarih duvarı tasarlanmış.
proje adı: İnci Flatofis işveren: İnci Deri mimari tasarım: Apeks Mimarlık (Sadetttin Yüksel, Onur Uslu, Hümeyra Ergünen) proje uygulama: Apeks Mimarlık mekanik danışmanlık: Tekno Yapı elektrik danışmanlık: Artel Elektrik ahşap işleri: Ersa proje tarihi: Temmuz - Ağustos 2012 toplam inşaat alanı: 850 m2
Al - Götür - Oyna SAİT ALANYALI'NIN TASARIMI IVOKEY, TAŞLARI, ISTAKASI, SKOR CETVELI VE TAŞIMA ÇANTASIYLA BİR OKEY SETİNİ YENİDEN ELE ALARAK KULLANIMA SUNUYOR.
MART 2013 - XXI 36
güncel
Dünyada en yaygın olarak Türkiye'de oynanan okey, diğer ülkelerde benzer bir oyun olarak Rummikub adıyla biliniyor. Oyunu yeniden yorumlayan Sait Alanyalı tasarımı çok parçalı okey seti iVokey, özel bir ıstaka tasarımına sahip Normal ıstaka formundan kurtulup daha hafif, ince, aynı zamanda sağlam olması amaçlanan tasarım dört canlı rengi kullanıp içleri boş olan ıstakaları üstüste koyarak çok daha az yer kaplayan bir çözüm yaratıyor. Renklerle bir kontrast oluşturmak amacıyla taşlar siyah renkte kullanılıyor. Modern bir yazı
en üstte sağda: Okey setinin taşıma çantası içinde kapalı hali ortada solda: Çantanın açılış yönü ortada sağda: Istaka, taşlar, skor cetveli ve taşıma çantası üstte ve sağda: Bütün set elemanlarının taşıma çantası içinde görünümü
fontu ve iskambil sembolleriyle de okey taşlarındaki klasik yaklaşımdan kurtulmaya çalışılan tasarımda, taşların saklandığı deri iç çanta, taşları birkaç farklı şekilde daha hızlı toplamaya olanak sağlıyor. Tüm seti taşıyan deri dış çanta, hacmi en aza indirirken gizli mıknatıslarla açılıp kapanabiliyor. Bunlara ek olarak kağıt kullanımını azaltmak için her ıstakanın rengine göre göstergesi olan bir skor cetveli bulunan sette, bu sayede her oyunda kalem kağıt aranmasına gerek kalmıyor ve kağıt israfına son vermek hedefleniyor.
Mimarlıkta Kuram Üzerine 2001 yılında Perspecta dergisinde, Los Angeles’in ünlü mimarlık okulu SciArc’ın Metropoliten Araştırma ve Tasarım Programı başkanı Michael Speaks’in "Intelligence After Theory" başlıklı bir makalesi yayınlandı.1 Başlığı birebir Türkçe’ye çevirmek zor. Speaks, "intelligence" sözcüğünü hem zeka, hem de istihbarat anlamında kullanıyor çünkü. Yani başlığı hem "Kuramdan Sonra Zeka" hem de "Kuramdan Sonra İstihbarat" diye yorumlamak mümkün. Bu kelime oyunu iki önemli noktada makalenin içeriğini de belirliyor. İlki mimarlıkta kuramın sona erdiği savı; ikincisi ise zeka ve istihbarat kavramlarının iç içe geçerek birbirlerinin yerini alabilir hale gelmeleri. Mimarlıkta kuram devrinin sona erdiğini ve yeni bir paradigmanın egemenliğini ilan eden sadece Speaks değil. Robert Somol, Sarah Whiting, Stan Allen ve Sylvia Lavin gibi eleştirmenler de farklı tonlamalarla benzer bir durumu ifade ediyorlar.
MART 2013 - XXI 38
Eşİk cİnlerİ
Speaks’ın anlatısında bu yeni akım, Batı mimarlık düşüncesinin tarihinde kendinden önce egemen olan iki farklı paradigmaya işaret ediyor. Speaks, 20. yüzyılın başında felsefe çatısı altında bir araya gelen öncü akımların yüzyıl sonunda yerlerini kuramın öncülüğüne bıraktıklarını, 21. yüzyıl düşüncesinin ise zeka/istihbarat kavramlarıyla yön bulduğunu söylüyor. Bu farklı paradigmaların coğrafi dağılımı da ilginç. Geçen yüzyılın başında mimarlık dünyasının avangart çevreleri Batı Avrupa’da yoğunlaşırken, yüzyıl sonunda merkez Doğu Amerika’ya taşınıyor. Bu yeni çekirdeğin temelini gene Avrupa merkezli başlayan eleştirel düşünceler oluşturuyor: Lacancı psikanaliz, Althusserci Marksizm, Derridacı yapısöküm, Foucaultcu tarih anlayışı gibi. Bunların mimarlık dünyasındaki yankıları en belirgin biçimde Princeton ve MIT gibi önde gelen mimarlık okullarında ve Oppositions (1973-84) ve Assemblage (1986-2000) dergilerindeki yazılarda görülüyor. Farklı alanlardan gelen eleştirel kuramcıların düşünceleri bu dergilerin editörleri olan Peter Eisenman ve Michael Hays başta olmak üzere benzer düşünceleri taşıyan yazarlarla mimarlık alanına taşınıyor. Peki nedir göreli olarak yeni ortaya çıkan kuram karşıtı tavrın temeli? Kuramla söylem ne dereceye kadar eşdeğer kavramlardır? Kuramsız/söylemsiz bir mimarlık disiplini mümkün müdür? Bunlar kısa bir yazının konusu olamayacak denli karmaşık boyutlar içeren sorular ama tartışılması ve gündemde tutulması önemli; en azından benim gibi hala kendi kendini sorgulayan bir disiplinin varoluş koşullarını irdelemenin gerekliliğini savunanlar için. ELEŞTİRELLİĞİN BAĞLAMI
gülsüm baydar gulsum.baydar@ieu.edu.tr
Alt başlığı "Mimarlık ve Tasarım Kültürünün Eleştirel Dergisi" (A Critical Journal of Architecture and Design Culture) olan Assemblage 2000 yılında 41. sayısıyla yayınına son verirken, editör yazısında "eleştiri sonrası" bir mimarlık pratiğinin mümkün olup olmadığını sorguluyordu. Buradaki eleştiri kavramının en belirgin hedefi tüketim toplumunun hizmetindeki mimarlık
üretimiydi. Mimarlıkta bu tür bir eleştirinin başlangıcını ise daha yapısalcılık sonrası düşünceler mimarlığa girmeden önce, 1970’li yıllarda Marksist gelenekten mimarlığa bakan Manfredo Tafuri’de bulmak mümkündü. Tafuri, modern mimarlığın kapitalizmle işbirliğini eleştirirken, çağdaş mimarlık disiplininin açmazlarına işaret ediyordu. Ona göre mimarlık ya kapitalist mekanizmaların içinde eriyecek, ya da kendisini inzivaya çekecekti. Tafuri’nin düşüncesi, Georg Simmel’den Max Weber’e, Georg Lukacs’dan Walter Benjamin’e, Louis Althusser’den Roland Barthes’ın yapısalcılığına kadar uzanan esin kaynaklarından hareket ediyordu. Tafuri ile mimarlıkta "eleştirel düşünce" diye adlandırılan yapısalcı ve yapısalcılık sonrası kuramları gündeme getiren Oppositions ve Assemblage dergilerinin ortak yanı mimarlığa tarihsel üretim bağlamında bir dil olarak bakmalarıydı. 1960’lı ve 70’li yıllarda mimarlık alanına semiyolojinin girmesiyle mimarlık söylemine "anlam" ve "anlamın inkarı" gibi kavramlar egemen olmaya başladı. Örneğin Peter Eisenman 1976’da yayınladığı "İşlevsellik Sonrası" (Post-Functionalism) başlıklı makalesinde, formu alışılagelen estetik ya da işlevsel bağlamından ayırıp bir işaretleme sistemi olarak görmeyi savunuyordu.2 Bunu yaparken de Le Corbusier’in Domino Evini "mimarlık hakkında bir mimarlık" olarak model alıyordu.3 Böylece modernizmin insanmerkezci işlevsellik kavramından arınan mimarlık pratiğinin, mimarlığın eleştirisiyle örtüşeceğini ve işlevsel nesnenin yerini kuramsal nesnenin alacağını öngörüyordu. Eisenman, eleştirel mimarlık derken mimarlık disiplininin bizzat kendi varsayımlarının eleştirisini kastediyordu. Michael Hays için de mimarlık bir anlamlandırma ve yorumlama sürecini içermekteydi. "Kültürle Formun Arakesitinde Eleştirel Mimarlık" (Critical Architecture: Between Culture and Form) başlıklı makalesi bu bakış açısını çok iyi özetliyor.4 Hays bu yazısında eleştirel
karşı sayfada sağda üstte: Mies van der Rohe, Gökdelen projesi, 1922 sağda altta: Le Corbusier, Maison Dom-ino, 1914-15 bu sayfada en solda: LWPAC, School of Architecture, Universidad Santa Maria, Şili, 1999 solda: WW, IntraCenter, Kentucky
ELEŞTİRELLİĞİN SONU?
Speaks, "eleştiri sonrası" (post-critical) diye adlandırdığı yeni dönem mimarların pazar mekanizmalarının egemen olduğu günümüz dünyasını pek de sorgulamayan taze ve ideolojik olarak yumuşak bir tavır içinde oldukları savında. Bunlar için verili parametrelerin dışında yer alan, sonucu öngörülemeyen yenilikçi tasarım deneyleri öncellik taşıyor ve bilgi ancak kullanım değeri doğrultusunda değerlendiriliyor. Yeni mimarlık
Mimarlık alanına geri dönmek gerekirse, mimarlık disiplininin eylem, pratik ve inşa üzerine kurulduğunu yadsımak olanaksız olduğu kadar, bağlamsız ve söylemsiz bir mimarlık düşünmek de olanaksız. Kuramın sonunu ilan eden yazılar bile mimarlık söylemine katkıda bulunan; eleştirel kuramları eleştirirken ister istemez onlara atıf yapan yazılar. Somol ve Whiting’in söyledikleri gibi, bugünkü dünyada kapitalist sistemin gerçekliğini yadsıyan bir mimarlık düşlemek gerçekçi olmayabilir ama bunun pazar mekanizmalarına kayıtsız koşulsuz teslimiyet anlamına gelmesi de gerekmez. Adı eleştirel olsun ya da olmasın, mimarlık kuramı yapılı çevrenin bağlamıyla kurduğu tarihsel ilişkiyi; mimarlığın maddeselliğiyle bedenlerin, politikaların, ekonomilerin ve kültürlerin eklemleniş biçimlerini dile getiren; ve son kertede mimarlık pratiğinin etik temellerini sorgulayan kurgulara verilen isim değil midir? 1
Perspecta, 38, 2001, 103-106.
2
Oppositions, 6, 1976, 236-239.
3
Aspects of Modernism: Maison Dom-ino and the Self-Referential
Sign, Oppositions Reader, (New York: Princeton Architectural Press, 1998), pp. 189-198. 4
Perspecta, 21, 1984, 14-29.
5
Adını matematikçi Christian Andreas Doppler’dan alan bu kavram,
"Belirli bir kaynaktan çıkan sesin ya da elektromıknatıslı ışınımın yineleniminde, bu kaynak ile onu izleyen gözlemcinin birbirlerine göre deviniminden doğan değişme" anlamına geliyor. http://nedir. anlambilim.net/ Yoldan geçen hızlı bir aracın sesinin yaklaşırken tiz, uzaklaşırken kalın olarak algılanması en sık verilen örneklerden.
39 XXI - MART 2013
Eisenman-Hays çizgisi, mimarlıkta bir karşı koyuş ve var olan sistemleri olumsuzlama arayışı içerisinde. 1960’lı yıllardan geçen yüzyılın sonuna kadar Yale, Harvard ve Princeton gibi Amerika’nın doğu kıyısının önde gelen üniversitelerinde geliştirilen eleştirel mimarlık anlayışı, mimarlığı bir anlamlandırma sistemi olarak ele alıp, bu çerçevede anlam-yorumlama ve anlam-bozma pratikleri (Eisenman) ve söylemleri (Hays) üretiyorlar. Bunlara ilk karşı çıkışlar tam da yüzyıl dönümüne denk geliyor ve mimarlığın semiyoloji dışı bir tavır alması gereğini öneriyorlar. Yazının başında adı geçen Speaks, ister Tafuri’den ister Derrida’nın yapısökümünden kaynaklansın, eleştirel kuramlara dayanan bir mimarlığın kapitalizmin egemen olduğu bir dünyaya olumlayarak müdahale etmesinin olanaksızlığı üzerine kurulduğundan, sonu olmayan bir eleştiri ve karşı koyuştan öteye gidemediğini söylüyor.
Eisenman-Hays çizgisine kuram kavramını reddetmeden eleştiri getiren önemli bir ses Speaks’den bir yıl sonra geliyor. Gene Perspecta dergisinde Robert Somol ve Sarah Whiting tarafından "Doppler Etkisi ve Modernizmin Diğer Ruh Halleri Üzerine Notlar" (Notes around the Doppler Effect and Other Moods of Modernism) başlığıyla kaleme alınıyor.5 Anlam ve temsiliyet üzerine kurulu olan eleştirel kuramın mimarlık disiplinini erittiğini öne süren Somol ve Whiting, bunun yerine, yararcı, pragmatik, koşullara ve fiiliyata dayalı diye nitelendirdikleri "projektif kuram" (projective theory) kavramını öneriyorlar. Mimarlığın performatif bir pratik olarak geleceğe yönelik eylem yapma üzerine kurulması, ancak eylemin olası sonuçları ve yankıları üzerinde çok fazla gerilime girilmemesi gerektiğini savunuyorlar. WW Mimarlık ofisinin Kentucky’deki IntraCenter binası, formla programı çakıştırmayan, kullanıcılarına okunabilir ama her zaman değişen bir dizi mekansal ve kullanımsal olanakları sunması açısından böyle bir yaklaşıma örnek olarak veriliyor. Kendisini zorlamayan, rahat, sürprizlere açık, kullanıcılarını ve bağlamını değişken olarak kabullenen bir tavrı öngören yazı, projektif bir yaklaşımın pazar mekanizmalarına teslimiyet anlamına gelmediğini ancak çoklu ekonomileri, ekolojileri, haberleşme sistemlerini ve sosyal grupları ka’le alan bir tavır olduğunu söyleyerek son buluyor. Her ne kadar açıklamasız bırakılmış da olsa, Somol ve Whiting’in "pazar mekanizmalarına teslimiyet" olgusuna değinen saptamaları eleştirel geleneğin sessizce izlerini sürdürdüğünü göstermesi açısından kayda değer.
Mimarlık disiplini, edebiyat kuramlarından kaynaklanan eleştirel pratik kavramını sorgulamada yalnız değil. Terry Eagleton’un Kuramdan Sonra (After Theory, 2003) ve Michael Payne ve John Schad’ın derledikler Kuramdan Sonra Hayat (Life After Theory, 2003) başlıklı kitapları isimlerinden de anlaşılabileceği gibi eleştirel kuramların günümüzdeki geçerliklerini sorgulayan yapıtlar. 1970’lerin dünyasıyla, ikiz kulelere yapılan saldırıyla dönüşümü simgeselleştirilen bugünkü dünya arasındaki farklar, bu yazının kapsamının çok dışında. Kuram dediğimiz olguyu içinde yer aldığı bağlamdan kopuk düşünmek anlamlı değil. Gilles Deleuze’ün kuramı alet-edevat kutusuna benzetmesi, onun için "Kullanışlı olmalı. İşe yaramalı. Ama kendi adına değil. Eğer kimse kullanmazsa (…) kuram ya işe yaramıyordur, ya da o an doğru an değildir." demesi bu durumu güzel açıklıyor. Değişen dünya ortamını anlamada eleştirel kuramların yetersiz kalması ne bu kuramların her koşulda değerlerini yitirmeleri, ne de kuramın kendisinin son bulması anlamını taşıyor.
Eşİk cİnlerİ
mimarlığın egemen kültüre karşı koyan ancak bunu yaparken salt forma indirgenemeyen bir üretim içerdiğini öne sürüyor. Ona göre mimarlık ne egemen kültürün hizmetinde bir araç olmalı, ne de formun özerkliğine sığınmalı. Mimarlık ürünü aktif olarak dünyanın ve üretildiği kültürün içinde yer almalı; ona ilişkin bir duruş sergilemeli. Mies van der Rohe’nin erken yapılarını bu bağlamda tartışan Hays, bunların gerek biçimlenmeleri, gerek malzemeleri aracılığıyla sağladıkları deneyimlerle, içinde yer aldıkları metropoliten karmaşıklıkla eleştirel bir iletişim içinde olduklarını savunuyor.
pratikleri küreselleşen, doğruları her an değişebilen, zekanın hızla gelişen istihbarat teknolojilerini yönetme becerisiyle ölçüldüğü bir dünyada herhangi bir kuram ya da kavramla özdeşleşme gereğini duymuyorlar. Onlar için araştırma, pratikten önce gelen bir süreç değil; pratiğin kendisi araştırma niteliğinde. Bunu sağlayan da sayısal tasarım, üç boyutlu modelleme ve hızlı prototip üretme teknikleri sayesinde öngörülemeyen, her an değiştirilebilen tasarım çözümleri yaratma olanakları. LWPAC ofisinin Şili’de yaptıkları mimarlık okulunda farklı senaryoların gerçekleşebileceği akışkan mekan tasarımlarında olduğu gibi. Bu tür zeka/ istihbarat temelli pratiklerin hemen her yere ve her duruma adapte olabilecek kıvraklığa sahip olduklarını savunan Speaks mimarlığın artık üslup, biçim, politika ve moda akımlardan bağımsız, belki "söylem dışı" diye özetleyebileceğim bir alana kaydığını öne sürüyor.
yapı - ofİs - İstanbul MART 2013 - XXI 40
fotoğraflar: Cemal Emden
Geçirgen Ritim doğuş Holding yönetim binası geçicilik ve geçirgenlik gibi fikirler etrafında, mevcutta bulunan iki farklı yapıyı bir bütün olarak yeniden kurguluyor. Cem Sorguç
İstanbul Ayazağa Cendere mevkiinde mevcut bir betonarme yapı için geliştirilen bu renovasyon projesi, strüktürel müdahaleler dahil olmak üzere kontur gabarisi muhafaza edilerek kütlesel revizyon yapıldı; cephe ve işlevler yeniden ele alındı ve iç mekanı tasarlandı. Binanın yeniden kurulan işlev şemasında özellikle üzerinde durulan ve projeye yön veren konsept, açık plan ofis sistemi ile geçirgen işlevler ve sosyal paylaşımın mekan akışkanlığı üzerinden kurgulanmasıydı. Binanın bugün ve bir süre daha şehir merkezinden ve şehir sosyal mekanlarından uzak olması bu tür işlevlerin içeride yoğunlaşmasına neden oldu.
doğuş Holding yönetim binası
cm mimarlık
İki katlı bir yapı (B) ile buna bitişik beş katlı ikinci bir yapının (A) tek bir bina olarak ele alınmasıyla ilerleyen
tasarım fikrinden hareketle yüksek yapının ilk iki katı ile alçak yapının iç mekan ve bina kurgusu dahilinde bir bütün olarak davranması kararlaştırıldı. Dikeydeki iki ayrı yapının yatayda iki ayrı kütle olarak tersine kurgulanması yatay sirkülasyonu ve yatay geçirgenliği sağladı. İki farklı kota oturan yapı grubunun kot geçirgenliği, rampaların oluşturduğu iç sokaklar ile birbirine bağlandı. Bir yönetim genel merkezi olarak işlevlendirilmesi talep edilen yapının cephe verdiği Maslak Ayazağa Caddesi tarafından A ve B blokları eklemlediği noktadan geri çekilerek ana giriş verildi. Personel girişine öncelik veren bir diğer kapı ise yapının güneyinde yer alan otopark ve servis kısmından sağlandı. B blok, kapalı rekreasyon alanı olarak tasarlandı ve ara tabliye alınarak yüksekliği artırıldı. Kafeterya, kütüphane, dinlenme, kısa toplantı, yemek salonu, seminer salonu gibi işlevler bu alanda kurgulandı. Ana girişten açılan bu hacim, otopark ve A blok ofis binasına bağlanan sokakların da kesiştiği bir
yapı - ofİs - İstanbul 41 XXI - MART 2013
yapı - ofİs - İstanbul MART 2013 - XXI 42
giriş sayfasında Yapının dış mekandan algılanışı önceki sayfada üstte sağda: Projenin çevreyle ilişkisi altta sağda: Cephenin ritmik yapısı altta solda: Cephe detayı bu sayfada üstte: Cephenin ritmik yapısı en üstte sağda: Giriş lobisi üstte sağda: Ofisler ve sirkülasyon alanları ilişkisi karşı sayfada üstte sağda: İç bahçe ortada solda: Kırmızı ahşap kaplı salonun içi ortada sağda: Kırmızı ahşap kaplı salonun eskizi altta sağda: Salona giriş altta ve en altta solda: Açık plan ofis sistemi
artikülasyon. Kotlamalar ile iç mekan kullanım alanları tanımlandı, görsel genişlik ve kinetik esasa dayalı bir hacim yaratılmaya çalışıldı. Geçicilik ve geçirgenlik içermesi hedeflendi. Bir iç bahçenin de yer aldığı bu mekanda yüksek tavanlar ve metal yüzeyler koyulaştırılarak dışarıdan hemen nüfuz edilen bu hacimde iç mekana dahil olma hissini kuvvetlendiren görece loş ve bununla tanımlı tüm hacme hakim olmayan bir aydınlatma kurgulandı. B blokta bu ortak kullanım hacmi içerisinde yer alan kırmızı ahşap kaplı salon ayrı bir tektonik yapı olarak yer alıyor. Uyarıcı rengi ve masif kütlesi ile farklı mekanlardan görülmesi, yüzeylerinin koridor, sokak, yemek alanı mekanlarında da paylaşılması bir kerteriz (oryantasyon) oluşturuyor. Yapı güney batı tarafında dik, kayaç bir yamaca yaslanıyor. Yamaç ile arada kalan peyzaj B blok kotlamaları dahilinde bir terasa açılıyor. Revir,
kütüphane, seminer alanı gibi programlar bu sakin cenahta konumlanıyor. Yapının yönetim girişi A Blok kuzey-batı tarafından verildi ve giriş lobisiyle ofisler düşey sirkülasyona da bağlandı. Ofisler merkezi çekirdek tipolojisi dahilinde açık/kapalı karma sistem olarak bölündü. Ofis cephesinin trafiği ağır olan caddeye yakınlığı nedeniyle cephe iç cidarı bir miktar içeri çekilerek cephe panelleriyle perdelendi. A bloğun alt iki katı ile B blok mütemadi bir baza teşkil ederken bir yandan da A bloğun bu bazadan malzemesi, cephe karakteri ve rengiyle yapısal bir fuga oluşturarak kopması sağlandı. B blok teras çatısı binaya ait bir çatı parkı olarak projelendirildi, ofis katlarıyla ve B blok ortak alanıyla ilişkilendirildi. Yapının tüm çevre duvarları ve metal korkulukları, çevre ekipmanı, ofis çalışma grupları harici tüm mobilyaları, kapı, tavan, duvar panel gibi iç mekan yapı elemanları özel olarak tasarlanıp ve detaylandırıldı.
yapı - ofİs - İstanbul 43 XXI - MART 2013
proje adı: Doğuş Holding Headquarters proje yeri: Ayazağa / İstanbul / Turkey mimar: CM Mimarlık proje tasarım ekibi: Cem Sorguç, Tolga Yağlı, Gizem Candemir, Elvan Çakıt, Yıldız Arıcan, Deniz Gezgin, Amina Rezoug işveren: Doğuş Gayrimenkul Yatırım ve İşletme A.Ş. / Doğuş Holding proje süreci: Ekim 2011 - Kasım 2012 inşaat süreci: Kasım 2011 - Kasım 2012 arsa alanı: 7.270 m2 inşaat alanı: 13.790 m2 iç mekan tasarımı: CM Mimarlık inşaat mühendisi: MPİ Mühendislik Proje İnşaat Taahhüt elektrik mühendisi: Orient Research Mühendislik ve Danışmanlık makina mühendisi: Rota Mühendislik cephe danışmanı: CWG Consultancy peyzaj tasarımı: DDS - Dalokay Design Studio aydınlatma tasarımı: Nergiz Arifoğlu, Light Style yangın danışmanı: Elit Mühendislik yüklenici: Yeni Teknik Yapı
MART 2013 - XXI 44
yapı - ofİs - İstanbul
zemin kat planı
cem sorguç 1968 yılında Mardin’de doğdu. 1986 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümünde başladığı mimarlık eğitimini 1992 yılında tamamladı.1987-1992 yılları arası yarı zamanlı, 1992-2000 yılları arası ise tam zamanlı olarak proje ve şantiye mimarlığı yaptı. 2000 yılından beri kurucusu olduğu CM Mimarlık bünyesinde mimarlık yapıyor. Mimarlar Odası ve İstanbul Serbest Mimarlar Derneği (İSMD) üyesidir.
1.kat planı
görünüş
kesit
yapı - kültür merkezİ - krakow MART 2013 - XXI 46
fotoğraflar: Krzysztof Ingarden
Kafes Örgüyle Kente Uzanmak Krakow’da tiyatro ile kütüphane işlevlerini barındıran Małopolska Sanat Bahçesi, kentin hareketli sokaklarından birine kafes örgüden çatısıyla uzanarak yoldan geçenleri içeri davet ediyor. Krzysztof Ingarden
malopolska sanat bahçesi
ıngarden & ewy archıtects
Malopolska Sanat Bahçesi, kazandığımız bir yarışma projesiyle gerçekleştirildi. Program ve Krakow’da böylesi yeni bir kültürel kurum yaratma inisiyatifi 2004 yılında dönemin Juliusz Slowacki Tiyatrosu Direktörü Krzysztof Orzechowski ile Malopolska Voyvodası Mareşali Janusz Sepiol tarafından ortaya atılmıştı. Yapının konumlandığı alanın öğrenciler ve yerel topluluk için popüler bir sokak olan Karmelicka civarlarında olması tesadüf değil. Yapı, halk kütüphanesinin karşısındaki konumuyla kentin ana damarlarından birine dahil oluyor. Malopolska Sanat Bahçesi, Krakow’daki eski arka bahçelerle yıkık binalara yeni bir mekansal düzen getiriyor. Çıkış noktası, kullanıldığı son yıllarda Juliusz Slowacki Tiyatrosu’nun atölyeleri ve depolama alanlarını barındıran, 19. yüzyıldan kalma eski at
binme alanı içinde çok amaçlı bir salon yapmaktı. Yapı Juliusz Slowacki Tiyatrosu ile Malopolska Voyvodası Kütüphanesi’ni bir araya getiriyor. Szujskiego Sokağı’na bakan kanat modern sanat ve medya kütüphanesini barındırırken Rajska Sokağı’na bakan kısım çok işlevli bir etkinlik salonuyla tiyatro işlevini karşılıyor. Aynı zamanda küçük salon, konferans odası, konser salonu ya da davetler ve sergiler için etkinlik mekanı olarak kullanılabilen yeni salon, geriye çekilebilir sahneleriyle 300 kişilik gösterime olanak tanıyor. Gelişmiş sahne teknolojisi çelik tavan kirişlerine takılı asansörler ve vinçlerle tavanda kendini gösteriyor. Bu teknoloji tiyatro oyunları, konserler, film gösterimleri, sempozyumlar, konferanslar, müzayedeler, defileler ve daha birçok etkinliğin düzenlenebilmesini sağlıyor. Toplamda 4.300 metrekarelik mekanda, tiyatro salonunun yanı sıra, 98 kişilik sinema salonu, bir kafe ve sanatsal etkinliklerle eğitim faaliyetleri için kullanılabilen bir alan yer alıyor.
yapı - kültür merkezİ - krakow 47 XXI - MART 2013
Yapının gelecekteki kullanıcılarıyla etkileşimi üzerine odaklandık. Rajska Sokağı tarafından bahçenin üzerine doğru uzanan ve aslen çatı işlevi görmeyen sembolik, kafes örgülü örtünün tüm mekansal formu, sahnenin sokağa doğru taşırılmasını amaçlıyor. Bu şekilde yapı, formun yönlendirmesiyle yoldan geçenleri nazikçe dürtüyor ve düzenli bir şekilde dikilmiş bitkilerle dolu bir bahçenin ötesine geçen bir kültürel etkinliğin varlığı ilk bakışta göze çarpıyor. Yapının formunu mimesis ile soyutlama arasında bağlamsal bir oyun oynanarak şekillendirdik. Pratikte bu, yapının bağlamın simulakrı olduğu anlamına değil, civardaki yapıların çatı ve dokularının geometrisine ya da cephelerdeki soyut geometrik düzenlemelere referans vererek bağlamsal formlardan esinlenildiği anlamına geliyor. Yapı, komşu binalardaki çatı ve cephelerin düzenlemeleri ve çizgisel çözümlerine uyarak çevresiyle uyum sağlıyor.
giriş sayfasında Cephe ve iç bahçenin ilişkisi
MART 2013 - XXI 48
yapı - kültür merkezİ - krakow
önceki sayfada üstte solda: Çevre ilişkisi ve kafes örgü detayı üstte sağda: Cephe ve peyzaj detayı ortada solda: Kafes örgü ve malzemeyi anlatan bir kare ortada sağda: Cephenin ritmik yapısı altta: Aydınlatma ve iç mekanın cephe ile kurduğu, dışarıdan algılanan ilişki
bu sayfada altta: Eskiz çalışması altta ortada: Yer değiştirebilen koltuklardan oluşan çok amaçlı salon en altta: Salonun farklı bir oturuş planıyla kurgusu sağda: İç mekandan bir kare altta sağda: Gelişmiş tavan teknolojisi: Çelik tavan kirişlerine asansör ve vinçler takılabiliyor
yapı - kültür merkezİ - krakow
kesit bodrum kat planı
zemin kat planı
ıngarden & ewy archıtects Polonyalı mimarlık ofisi 1998’de Krzysztof Ingarden ve Jacek Ewy tarafından kuruldu. Her ikisi de 1983’te Politechnika Krakowska’dan mimar olarak mezun olan Ingarden ve Ewy, kültürel ve kamusal projeleriyle biliniyorlar. Aynı zamanda çeşitli üniversitelerde dersler de veren mimarlar, 2010’da Polonya’nın en önemli mimarlık ödüllerinden biri olan Polonya Mimarlar Odası Onur Ödülü’ne layık görüldüler.
1. kat planı
maket
49 XXI - MART 2013
proje adı: Malopolska Sanat Bahçesi proje yeri: Krakow, Polonya mimari tasarım: Ingarden & Ewy Architects tasarımcılar: Krzysztof Ingarden, Jacek Ewy mimari ekip: Piotr Urbanowicz, Sebastian Machaj, Agata Staniucha, Jakub Wagner, Piotr Hojda, Bartosz Haduch, Bogdan Blady, Maciej Szromik, Anna Kula, Sylwia Gowin, Marta Bralska, Piotr Kita, Krzysztof Stlpniak işbirliği: K3 Architekci (Piotr Chuchacz, Benedykt Bury, Rafal Chowaniec) iç mekan tasarımı: Ingarden & Ewy Architects ve Pracownia S.C.( Agnieszka Cwynar- laska, Marta Spodar) akustik danışman: Inter-Eko (Jan Adamczyk, Leslaw Stryczniewicz, Dorota Szalyga) iklimlendirme: TW Engineers (Tadeusz Wolek, Monika Pantol, Maria Eustachiewicz) elektrik tesisatı: ES-System (Jan Wachacki, Pawel Bugno, Bolena Paluchowska) altyapı: Altrans (Stanislaw Albricht, Ewa Dudek) peyzaj tasarımı: Land Arch (Karolina Bober, Malgorzata Tujko) yangın danışmanı: Janusz Siata işveren: Slowacki Tiyatrosu proje mühendisi: Lider: OTS-IP (Dom Inlynierski), PROMIS SA ana yüklenici: PBO Skobud arsa alanı: 1.579 m2 kullanılabilir zemin alanı: 4.330 m2 yarışma tarihi: 2005 tasarım süreci: 2005-2008 inşaat süreci: 2010-2012
yapı- hastane- tarragona MART 2013 - XXI 50
fotoğraflar: Adrià Goula
Avlu Dizisi MEKANLAR ARASI YAPILANMAsı VE SÜRDÜRÜLEBİLİR yaklaşımıyla öne çıkan REUS HASTANESİ, birbirini takip eden avlularıyla KULLANICILARINA DOĞAYLA BÜTÜNLEŞİK BİR TEDAVİ ORTAMI vaat ediyor.
Reus Hastanesi
pıch archıtects
Kamu ve özel sektör ortaklığında inşa edilen Reus Hastanesi, karma bir programa sahip. Gereksinimleri en verimli şekilde düzenlemek adına yapı tasarımında kamusal, medikal ve teknik ihtiyaçlar, bir hiyerarşi içinde ele alınarak çözülüyor. Hastanenin çekirdeğini oluşturan ve aynı zamanda servis alt sistemlerine de ulaşımı sağlayan 250 metre uzunluğundaki dolaşım aksı, binanın içindeki farklı kullanım alanları arasındaki ilişki ve bağlantıyı sağlıyor. Bu alanlar aynı zamanda güneye bakan ve iç-dış mekan arasında geçiş mekanı oluşturan bir cadde olarak tasarlandı. Optimum düzeyde ısı konforu, doğal ışık, havalandırma ve yalıtımla mekanın enerji ihtiyacı sıfıra indiriliyor. Sürdürülebilir tasarımın yardımıyla, tüm alanın mekanik iklimlendirme sistemine gerek duymaması
sayesinde yatırımcının maliyetlerden tasarruf etmesi sağlanıyor. Ofis ve laboratuvarların zemin, hasta odalarınınsa üst katlarda konumlandığı binada, tüm hasta odalarıyla bağlantısı olan iç avlu ve bahçeler sayesinde kullanıcılar doğayla bütünleşik bir ortamda tedavi görüyor. Ayrıca bu mekanlar gün ışığı ve doğal havalandırmayı da bina içinde mümkün kılıyor. Üst katlarda yer alan teras bahçeler ise, hastaların toprakla bağlarını güçlendirirken, zemin katta olma hissi yaratıyor. Havalandırma, yalıtım ve doğal iklimlendirme paralelinde detaylandırılan güney cephede, enerji üretebilen fotovoltaik paneller yer alıyor. Mimari ekiple birlikte mühendis, akademisyen ve uzmanlar işbirliğinde yenilikçi çözümlerin tasarlanıp geliştirildiği yapı, sürdürülebilir mimari anlayışı sebebiyle diğer hastanelere oranla yaklaşık olarak %35 oranında daha az enerji tüketiyor.
yap覺- hastane- tarragona 51 XXI - MART 2013
yapı- hastane- tarragona MART 2013 - XXI 52
giriş sayfasında Yapının çevreyle ilişkisi ve cephe hareketi önceki sayfada üstte: Cephe, malzeme ve çevre ilişkileri gösteren bir kare altta sağda ve solda: Yapının farklı işlevlere sahip iç mekanları ve bu paralelde farklılaşan cephe ve form
bu sayfada en üstte: Binanın çevre ilişkileri ortada solda: Bekleme alanları, koridor ve gün ışığı ilişkisi ortada sağda: Cephe, sirkülasyon ve gün ışığı ilişkisi üstte: Hasta odaları gün ışığı ve iç avlu ilişkisi sağda: Koridorların iç avlularla kurduğu ilişki
yapı- hastane- tarragona 53 XXI - MART 2013
zemin kat planı
görünüş
kesit proje adı: Reus Hastanesi işveren: Reus Belediyesi, Innova, Katalonya Hükümeti mimari tasarım: Pich Architects; Felipe PichAguilera Baurier, Mario Corea, Teresa Batlle Pagès, Luis Morán proje bitiş tarihi: 2010 proje yeri: Tarragona, İspanya bina inşaat alanı: 86.000 m2 otopark alanı: 17.000 m2
vaziyet planı
felıpe pıch-aguılera Felipe Pich Aguiera tarafından 1986 yılında kurulan Pich Architects, Avrupa, Güney Amerika ve Çin’de konut, hotel, hastane, ofis gibi çeşitli mimari projeler geliştirdi. Pich Architects, Barselona’nın yanı sıra İstanbul ve Çin’deki ofislerinde etkin olarak projeler geliştirilmekte. Felipe Pich Aguilera, mimarlığın yanı sıra Green Building Council İspanya’da sürdürülebilirlik adına birçok çalışmada bulundu, yerel sertifika sisteminin oluşmasında katkı sağladı. Şu anda kurulun başkanlığını sürdürmektedir.
Balkonlardan Taşan Konsept üç farklı konut tipini kullanıcılara sunan k.ı.s.s. binası'nın cephe kurgusunu ve cepheden taşan balkonların formlarını bu tiplerin yapı içerisindeki konumları belirliyor.
MART 2013 - XXI 54
yapı – konut – zürih
fotoğraflar: Peter Würmli
Zürih, Badenerstrasse'de konumlanan yapı içinde 46 birimlik konut alanını barındırarak ev sahibi ve kiracılara “klasik”, “endüstriyel” ve “funky” olmak üzere üç farklı tipte konut seçeneği sunuyor. Klasik tipteki dubleks konutlar, apartman tipolojilerinin karakteristik özelliklerini bir araya getiriyor. Yalın konseptli konutlar, banyodaki mazgal pencereler ve açık planlı yaşam alanlarının duvarlarına uygulanan grafiti desenleriyle, endüstriyel tipteki konutlar ise kullanılan brüt beton, paslanmaz çelik ve kontrplak panelleriyle konut birimlerine kendine has karakterler katıyor.
K.I.S.S. Binası
camenzınd evolutıon
Köşede konumlanan yapının arazi ile kurduğu ilişki, onu bağımsız bir heykel haline dönüştürüyor. Ticari birimler zemin katta konumlanırken, üst katlarda konut birimleri yer alıyor. Binanın birbirinden farklılaşan iki cephesinden kuzeydeki, parlak cephe deriyi
çağrıştırırken, hafif eğimli metal pencere doğramaları binanın kimliğini belirginleştiriyor. Pencere açılış yönleri ve tipleri, her plan tipi için ayrı olarak tasarlandı ve bu paralelde konut tipolojileri binanın dış cephesine yansıyor. Güney cephede konumlanan, renkli ve bireysel kullanıma imkan veren geniş pencereli balkonlar ve teraslar ise güneşe yönelir durumda. Hafif ve narin görünüşlü asma balkonlar, renkli güneş kırıcılarla ve konut tipolojisiyle bir bütün olacak şekilde tasarlandığından güney cephesini canlı ve dinamik bir kimlik kazandırıyor. Gün ışığı ile aydınlanan koridorlar, iki nötr renkli beton merdivene açılıyor. Baskın renklere sahip olan duvarlarsa, ardında yer alan konut tipolojisini yansıtarak herkesin karma konut tipolojisine sahip yapının çeşitliliğini deneyimlemesini sağlıyor. İç mekan tasarım konsepti, binanın ve kullanıcıların değişen ihtiyaçlarına cevap verip değişimlere uyum sağlayacak şekilde, esnek tasarlandı. Ayrıca, binanın yapısal konsepti, konutların ve ticari birimlerin bir bütün şeklinde yeniden düzenlenebilmesine olanak tanıyor.
yapı – konut – zürih 55 XXI - MART 2013
giriş sayfasında Yapının iki farklı cephesi ve çevre ile kurduğu ilişki
MART 2013 - XXI 56
yapı – konut – zürih
önceki sayfada üstte solda: Köşede konnumlanan yapının cephe hareketi, arazi ve çevreyle ilişkisi üstte sağda: İki farklı cephe ve dışarıdan algılanan konut tipleri altta solda: İç mekan düşey sirkülasyon detayı ortada sağda ve altta sağda: Cephe detayları en altta sağda: İç mekandaki koridor ve farklı konut tipi girişleri renklerle ayrışıyor
bu sayfada altta: Funky tipinkeki birimlerin iç mekanından bir kare ve mekanın dışarıyla ilişkisi en altta: Endüstriyel tipteki konut birimlerden bir örnek sağda: Dış cephenin hareketi ve doğramaların detayı altta ortada ve sağda: Funky tipi konut birimi altta sağda ve en altta sağda: Klasik tipolojideki konut birimlerinden kareler
yapı – konut – zürih
1. kat planı
tanya ruegg-basheva Royal College of Art, Mimarlık Bölümü mezunu olan Tanya, bir süre AMS Archstudio (Moskova) ve MMM Architects'te (Londra) görev aldıktan sonra 2000 yılında Camenzind Evolution'a katıldı. 2007 yılında ise ortak konumuna geldi.
57 XXI - MART 2013
2. kat planı
stefan camenzınd Winterthur Polytechnic ve University of North London Mimarlık Bölümü mezunu olan Stefan, bir süre Renzo Piano Building Workshop ve Nicholas Grimshaw & Partners ile çalıştıktan sonra, 1995 yılında Camenzind Evolution'u kurdu. Müşterilerin beklentilerini yaratıcı bir süreç içinde inceleyen ofis, yenilikçi tasarım çözümlerine odaklanıyor. proje adı: K.I.S.S Binası proje yeri: Zürih, İsviçre proje yönetim: Marco Noch mimari tasarım ekibi: Camenzind Evolution; Stefan Camenzind, Tanya Ruegg, Patrik Uihlein, Tanja Kinberger, Silke Ebner zemin kat daire alanı: 4.849 m2 proje bitiş tarihi: 2012
güney cephesi
kuzey cephesi
vaziyet planı
İç mekan - Kitabevİ - İstanbul MART 2013 - XXI 58
fotoğraflar: Gürkan Akay
Vitrinden İçeri Doğru HABİF MİMARLIK’IN TASARLADIĞI NEZİH KİTABEVİ, FİRMANIN ÜRÜN ÇEŞİTLİLİĞİNİ VİTRİNE YANSITIRKEN İÇ MEKANDAYSA HER BÖLÜME ÖZEL BİR ÇÖZÜM ORTAYA KOYUYOR. PROJE TASARIMCILARINDAN ERHAN KILIÇ, TASARIM VE ÜRETİM SÜRECİNE DAİR BİLGİ VERDİ. Beste Sabır
Nezih Kitabevi
habif mimarlık
beste sabır: Projenin ana konseptinin gelişmesinde rol alan faktörler neler oldu? Firmanın kurumsal yapısı ve mekan arasında nasıl bir bağ kurdunuz? erhan kılıç: Bu proje aynı zamanda firmanın yeni imajını temsil edeceği için seçilecek tasarım elemanları ve malzemeleri, sonraki mağazaların konseptini oluşturacaktı. Bu nedenle aynı zamanda bir kurumsal kimlik çalışması yaptık. Çok sayıda ürün çeşitliliği barındıran bir mekan olduğu için sergileme konusunda bir platform ortaya çıkarmaya çalıştık. Kasa bölümü, mağaza içi merdivenleri ve okuma köşesi gibi kilit noktalardaysa, daha güçlü ve öne çıkan tasarım detayları yarattık. Firmanın kurumsal renkleri de ana konseptin oluşmasında önemli bir rol oynadı. Farklı müşteri kitlelerinin aradıkları ürüne kolayca ulaşabileceği, alışveriş
yaparken bir yandan da keyifli vakit geçirebileceği bir mağaza konsepti yaratmayı amaçladık. bs: Mekan tasarımında önem verdiğiniz konulardan ve tasarım kriterlerinizden bahsedebilir misiniz? ek: En önemli konu, mekanın verimli şekilde kullanılmasıydı, boşa harcanacak alanımız yoktu ve sergilenmek istenen ürün kategorilerini en doğru şekilde müşteri ile buluşturmamız, ayrıca projeyi üç hafta gibi kısa bir sürede tamamlayıp teslim etmemiz gerekiyordu: Bu anlamda zaman bir diğer önemli kriterdi. Genel tasarım anlayışı olarak, malzemelerin işlenmemiş hallerini kullanarak bunları firmanın kurumsal renkleri olan sarı ve gri ile harmanlamayı ilke edindik. Dekorasyonda sıkça karşımıza çıkan farklı boyutlardaki çelik profiller, merdiven boşluğu boyunca düşeyde kullanılarak korkulukları, kitap katında ise yatayda kullanılarak kitap sergileme ve bölücü elemanları oluşturuyor. Mağaza rafları, düşey paneller ve merdivenlerde, boyasız masif ahşap
karşı sayfada solda: Kitabevinin iç mekanı dışarıya yansıtması sağda: İç mekanda farklı bölümlerin ayrışması ve kullanılan neon ışıklı bilgilendirme yazıları bu sayfada altta: İç mekana özel olarak tasarlanan sergileme birimleri ve hareketli mobilyalar en altta solda: Mekan içinde kullanılan aydınlatma ve hareketli mobilyalar en altta: Düşey sirkülasyon ve mekanda kullanılan malzeme detayları
İç mekan - Kitabevİ - İstanbul
proje adı: Nezih Kitabevi proje yeri: Nişantaşı, İstanbul işveren: Nezih Kitap Kırtasiye iç mimari tasarım-uygulama: Habif Mimarlık tasarım ekibi: Erhan Kılıç, Elifcan Tunç, Gülşen Ünal aydınlatma: Dark Aydınlatma mekanik proje: Şimşek Klima elektrik proje: Arslan Elektrik zemin: Forbo - Anıl Zemin hareketli mobilyalar: Üçge Mağaza Ekipmanları ahşap işleri: Modesan Ahşap proje başlangıç - bitiş tarihi: Ocak 2012 Şubat 2012 proje alanı: 420 m2
59 XXI - MART 2013
bu sayfada sağda: Farklı bölümler ve mekansal ayrışması altta: Mekana özel tasarlanan mobilyalar altta sağda: Kullanıcıların okumak için vakit geçirdiği alanlar ve farklı bölümlerin ayrışması
MART 2013 - XXI 60
İç mekan - Kitabevİ - İstanbul
arka sayfada üstte solda: Girişte kullanılan bilgilendirme elemanları ve hareketli mobilyalar üstte sağda: Tasarım detayı ortada sağda: Kullanıcıların kitap okuyup vakit geçirebileceği mekanlar
kullandık, bu şekilde genel dekorasyonda malzemenin doğal haliyle kullanım fikri güçlendi. Zeminde yüksek kalite linoleum malzeme kesintisiz olarak kullanılarak mağaza içindeki net alan algısını artırıyor ve homojen bir etki sağlıyor. Çocuk kitapları bölümü zemininde, aynı malzemenin üç farklı rengi karolaj şeklinde uygulanarak çocukların algısına hitap eden eğlenceli bir atmosfer yaratmayı amaçladık. Giriş katta yer alan kasa bankosuysa, hacimsel oyunlarla şekillenirken aydınlatma ve ürün sergileme işlevlerini içinde barındırıyor. bs: Tasarım, üretim ve uygulama süreci nasıl ilerledi? ek: Zamanımız çok dar olduğu için bu üç süreci birbirinden ayırmak oldukça zordu. Henüz tasarıma başlamadan önce işverenle birlikte yurtdışına geziler düzenleyerek, benzer konseptteki yabancı zincir mağazalar neler yapmışlar, müşteriye ürünleri nasıl sunmuşlar, hangi malzemeleri kullanmışlar bunları inceledik. Sonraki aşamada tasarım ve üretim, uygulamayla neredeyse eş zamanlı yürütüldü. Burada
önemli olan, analizleri ve ihtiyaçları en doğru ve hızlı şekilde yapıp uygulamada sorun yaşamamaktı. Titiz bir çalışma sonucu bunu başardığımızı düşünüyorum. bs: Mekanın vitrin tasarımı ve sokakla kurduğu ilişkiden bahsedebilir misiniz? ek: Firmanın ürün çeşitliliğinden dolayı çok sık yenilenen vitrin sergilemeleri söz konusu. Bu nedenle en önemli nokta, vitrin için kurgulayacağımız yapının mümkün olduğunca değişik ölçekli ve karakterdeki ürünlerin sergilenmesine izin vermesiydi. Oldukça sade bir arka plan oluşturarak, sokaktan geçen müşterinin algısını zorlaştırmayacak bir vitrin sergilemesi tasarladık. Sergilenen ürünler, duyurular ve yapılan promosyonlar doğrudan şekilde müşteriye ulaşsın istedik. Vitrinde yüksek kotta çok uzaktan bile algılanan neon yazılar kullanarak, mağazada hangi kategorilerde ürünlerin satıldığı bilgisini, yoldan geçenlere ulaştırmak istedik. Bu aynı zamanda vitrine, kendi içinde bir hareket ve estetik kattı ve
firmanın diğer mağazalarının da karakteristik vitrin elemanı oldu. bs: Mekan sirkülasyonu ve organizasyonundan bahsedebilir misiniz? Farklı işlevlerdeki bölümleri ayırırken mobilya tasarımı gibi konularda nasıl kararlar aldınız? ek: Mekanın yerleşim planı, mağaza içinde bulunan farklı kategorilerin hitap ettiği kitle, girişe yakınlıkuzaklık ilişkisi, sakinlik-hareketlilik, ulaşılabilirlik ve çocuk faktörü gibi farklı kriterler doğrultusunda oluştu. Mağaza üç kattan oluşuyor. Üst katta yer alan kültür kitapları bölümünde müşterilerin kitapları inceleyebileceği, hatta okuyabileceği bir dinlenme okuma köşesi tasarladık. Bu bölümde kullandığımız hareketli mobilyalar, tasarım diliyle ve mağazanın genel konseptiyle uyum sağladığını düşündüğümüz EscapeFromSofa tasarım ofisine ait. Ayrıca kırtasiye, kalemlik üniteleri, üst kattaki kitap sergileme orta üniteleri ve askıları gibi birtakım sabit üniteleri de mağazaya özel tasarladık.
İç mekan - Kitabevİ - İstanbul 61 XXI - MART 2013
zemin kat planı
1.kat planı
erhan kılıç 2004 yılında tamamladığı İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık bölümünün ardından, bir yıl Net Mimarlık'ta çalıştı. 2005-2006 yılları arasında Milano Domus Academy'de Interior and Living Design master programını tamamladı. Universiity of Wales'den denklik diploması aldı. 2010 yılına kadar Milano'da Pluarch ve Conteoggioni gibi uluslararası projelere imza atan ofislerde görev aldı. Ekim 2010'dan beri Habif Mimarlık'ta çalışmalarına devam ediyor.
Ürün tasarımı - bank MART 2013 - XXI 62
Kamusal Alanda Yayılmak LAGRANJA TARAFINDAN TASARLANAN ABRACADABRA, KAMUSAL ALANdaki İŞLEVSEL İHTİYAÇLARa CEVAP VERİRKEN DİĞER YANDAN İKONİK BİR ROL ÜSTLENMEYİ AMAÇLIYOR. Beste Sabır
Abracadabra Bank
lagranja
Ürünün ana konseptinden ve tasarım yaklaşımınızdan bahsedebilir misiniz? Çok sade elemanlardan oluşan Abracadabra'yı farklı şekil ve büyüklükte kombinasyonlar ortaya çıkarmak üzere kurguladık. Bize göre tasarım soyut durumların ötesinde, bütçe, işlev, teknoloji ve malzeme gibi konulara da odaklanıyor. Tasarımdaki kısıtlayıcı noktalar bize her zaman takip edilecek yollar sunarken yaratıcı bir sürece de altlık oluşturuyor. Kent heykeli olarak adlandırdığınız Abracadabra, bir mobilyanın işlevsel özelliklerini kamusal kullanıma sunuyor. Bu anlamda ürünü kamusal bir mobilyaya nasıl dönüştürdünüz? Boyutlarından dolayı ortaya çıkan eğlenceli şekiller ve renkler, klasik bir bankın ötesine geçiyor.
Ürünün kent içinde ikonik bir rol üstlenmesini amaçlıyoruz. Kamusal mekan kullanımına yönelik olduğu için çok daha dayanıklı olması gerekiyordu. Böylelikle doğal taş, demir, ahşap ve geri dönüştürülmüş alüminyum kullanmaya karar verdik. Farklı malzeme ve renkteki elemanların oluşturduğu kombinasyon sayesinde bankı sonsuz sayıda şekle sokmak mümkün. Lineer, çapraz ya da dal gibi kullanılabilen Abracadabra'nın boyutlarıysa, 140 cm ile 20 m arasında değişebiliyor. Malzeme, renk seçimi, üretim ne gibi fikirlerden yola çıkılarak yapıldı? Başlangıçta beton kullanmak istedik. Ama geliştirme süreci ve yaptığımız prototip çalışmalarının ardından durumun biraz daha karmaşık bir yapıya sahip olduğuna karar verdik ve taşı oyarak kullanmaya başladık. Bu seçim ekonomik olarak bir fark yaratmazken çok daha kaliteli bir ürün ortaya koymamıza olanak sağladı.
Ürün tasarımı - bank
lagranja 2002 yılında Gerard Sanmarti ve Gabriele Schiavon tarafından kurulan ofis, iç mekan ve ürün tasarımı alanında uzmanlaşıyor. Barselona, Hong Kong ve İstanbul'da tasarım ofisleri bulunan firma, Red Dot Award (2007), IDEA Award (2008), Silver Delta Award (2012) gibi ödüllere sahip. Gabriele ve Gerard aynı zamanda Istituto Universitario di Architettura di Venezia, Fabrica, ELISAVA ve IED Barselona'da misafir öğretim görevlisi olarak görev alıyorlar.
63 XXI - MART 2013
karşı sayfada Ürünün kamusal alanda kullanımı bu sayfada en üstte: Ürünün üç boyutlu çalışması ortada solda: Farklı bir açıdan ürün detayı ortada sağda: Yer döşemesi ve üründeki malzemelerin birlikteliği üstte solda: Ürünün üç boyutlu çalışması üstte: Eskiz çalışmaları
JACK Burghard Vogtherr tarafından tasarlanan Jack serisi çalışma koltuğunun yanı sıra toplantı ve bekleme salonu koltuklarını da içeriyor. Yenilikçi çizgileri ve konforlu deri döşemeleriyle öne çıkan seride, çalışma ve toplantı koltukları üç farklı sırt yüksekliği ile kullanıcıların rahatlığını
MART 2013 - XXI 64
YENİ - ÜRÜN
DOMAE Schneider Electric'in Domae serisi kaçak akım koruma röleleri (RCD), yaşanabilecek kaçak akım tehlikesine karşı tam koruma sağlıyor. ISO 9001/2000 sertifikalı küresel üretim ve Ar-Ge merkezlerine sahip Domae ailesinin tüm ürünleri, Avrupa standartlarına ve uluslararası standartlara uyumlu. Domae serisi RCD’lerin özellikle konutlar için
garantiliyor. Serinin bekleme koltuklarına, ayak uzatmak için Ottoman puf ilave edilebiliyor. 2013 If Ürün Tasarım Ödülü'ne sahip olan, aynı zamanda İsviçre Parlamentosu tarafından da tercih edilen Jack, doğal deri renk seçenekleri ve farklı ayak alternatifleriyle sunuluyor. www.tunaofis.com
TRIANON 2015 HannaHome’un temsilcisi olduğu Rasch, Trianon 2015 koleksiyonunu kullanıcıların beğenisine sunuyor. Koleksiyon, klasik dekorasyon stilinin ideal bir tamamlayıcısı niteliğinde. Damask desenlerin altın ve inci efektleriyle sunulduğu koleksiyonda aynı zamanda tek başına da kullanılabilen büyük ölçekli
bezemelerden oluşan, kumaş sonlandırma dokusuyla dikkat çeken çizgili kombin kağıtları da bulunuyor. Trianon 2015 koleksiyonunda yer alan duvar kağıtlarının renk paletinde ağırlıklı olarak teatral zengin kırmızı, siyah, yeşil, lacivert, mavi-gri, somon ve krem tonları yer alıyor. www.hannahome.com.tr
oluşturulmuş ürün yelpazesi sayesinde kablolama alışkanlıkları değiştirilmeden, elektrik dağıtım panoları IEC 60364 standartlarını karşılar hale getirilebiliyor. Domae serisinin modüler dağıtım kutuları ve şalt ürünleri kısa devre, aşırı yük veya arızalı cihazların neden olacağı elektrik kaynaklı şoklara ve yangın risklerine karşı %100 koruma sağlıyor. www.schneider-electric.com
VITOCLIMA 200-S DC Viessmann Vitoclima 200-S duvar tipi split klimalar, DC Inverter teknolojisiyle konforlu ve tasarruflu iklimlendirme sağlıyor. DC Inverter teknolojisi, kompresör devrini ayarlayarak klimanın ihtiyaca göre çalışmasını sağlıyor. Özel uzaktan kumanda sensörü bulunan Vitoclima 200-S, işletim sonrası fan çalıştırılarak
bakteri oluşumuna yol açabilecek nemin kurutulmasını sağlayan otomatik kendi kendini temizleme özelliğine de sahip. Vitoclima 200-S duvar tipi split klimaların, uyku halindeki metabolizma değişim hızına uyumlu şekilde set değerini artırıp (soğutma modunda) azalttığı (ısıtma modunda) uyku modu bulunuyor. www.viessmann.com.tr
SLIM
KIŞ BAHÇESİ
İngiliz moda tasarımcısı Paul Smith'in Maharam markası için tasarladığı Stripe isimli kumaş, Derin Design'ın Aziz Sarıyer tasarımı Slim kanepesinde kullanıldı. Farklı renklerdeki birbirine paralel çizgilerin bir araya gelmesinden oluşan Stripe kumaşın akıcı hatları ve fit formuyla ön plana çıkan Slim kanepeyle buluşması ortaya etkili bir kombinasyon çıkarıyor. Slim kanepe de Derin koleksiyonunun melez çizgisini taşıyan bir ürün. Karakteristik formundaki net duruşuyla evlerden ofislere kadar geniş bir kullanım alanına sahip olan Slim, Stripe kumaşın çizgileriyle birlikte maskülen ve modern bir görünüm sunan, mekanları kişiselleştirebilecek bir tasarım ürünü.
Albayrak, Ataköy Sheraton Otel’de uyguladığı Suntech sistemi ile dünyanın en uzun açılır-kapanır kış bahçesi projesine imza attı. Albayrak’ın sunduğu Suntech açılır-kapanır kış bahçesi sistemi 12 metre ileri açılımı ve kolonsuz kullanımı sayesinde geniş bir uygulama alanına sahip. Kötü hava koşullarında dahi uzun yıllar direnç gösteren sistem kar, yağmur ve güneş ışığına karşı dayanıklı olarak tasarlandı. Beaufort rüzgar skalası sayesinde 11 şiddetine (117 km/saat) dayanabilen Suntech sistemi, ray profilleri (110x160 mm) ve yan kanal tasarımı ile montaj kolaylığı sağlıyor. Uluslararası standartlarda üretilen Suntech sistemleri beş kıtada 60’tan fazla ülkeye ihraç ediliyor.
www.derindesign.com
www.albayraktente.com
MART 2013 - XXI 66
YENİ - ÜRÜN
EKOLOJİK EV Steelife’ın düşük enerji tüketimi ve düşük karbon salımı olan bir bina üretmek hedefiyle geliştirdiği Ekolojik Ev, enerji kayıplarını minimum seviyeye indiriyor. Ekolojik Ev, doğalgaz ya da başka bir enerjiye ihtiyaç duymuyor. Güneş enerjisinden en üst seviyede yararlanılan ve geri dönüşümlü malzemeden üretilen yapıda karbon salımı da en düşük seviyede. Yapının elektrik enerjisi ihtiyacı çatısına yerleştirilen 27 adet fotovoltaik panelle karşılanıyor.
Ekolojik Ev’de kullanılan dört termal panel sayesinde hem sıcak su üretimi yapılıyor hem de yerden ısıtmaya destek sağlanıyor. Ayrıca hava kaynaklı ısı pompasıyla da ısıtma ve soğutma gerçekleştiriliyor. Yapıdaki gri su arıtma sistemiyle arıtılan gri su bahçe sulamasında kullanılıyor, böylece %70’e varan su tasarrufu sağlanıyor. Ekolojik Ev’in tüm aydınlatmaları için LED aydınlatma armatürleri, lavabo ve duş armatürleri için ise tasarruflu ürünler tercih edildi. www.steelife-tr.com
SP-LINE Çinko, bakır ve titanyumdan oluşan %99,995 saflıkta bir çinko alaşımı olan RHEINZINK tasarıma özgü sunduğu pek çok farklı sistem ile hem geleneksel hem de modern mimari yapılara uygunluk gösteriyor. RHEINZINK’in sunduğu SP-Line, kanıtlanmış RHEINZINK cephe sistemlerini tamamlayan bir sistem olup yüksek kalitesiyle ahşap, taş ve sentetik yapı malzemelerine ekonomik bir alternatif sunuyor. Standart bir panelden ve fabrikada profillendirilmiş bağlantı elemanlarından oluşan sistem, cephe yapısına bağlı olarak çeşitli tasarımlara
olanak sağlıyor, hem yatay hem de dikey olarak monte edilebiliyor. Montaj sırasında paneller, birbiri üzerine yerleştiriliyor ve kendinden delici vidalar ile sabitleniyor. Sistemin gerçekleşmesi “ekle ve gizle” prensibine dayanıyor, her bir üst panelin eklenmesiyle alt sıradaki panele ait bağlantı elemanlarının gizlenmesini sağlıyor. Uzun kullanım ömrü, bakım gerektirmemesi, yanmazpaslanmaz oluşu, ısıya dayanıklılığı, estetik değerleri ve çevre dostu olması sebebiyle RHEINZINK geleceğin malzemesi olarak nitelendiriliyor. www.rheinzink.com.tr
AKADEMİK BİLİŞİM 2013’E SPONSOR OLDU
Autodesk, daha kaliteli tasarımların, daha kısa sürede ve daha az maliyetle gerçekleştirilmesini sağlayan Yapı Bilgi Sistemi (Building Information Modelling-BIM)’nin Türkiye’deki bilinirliğine katkı sağlamaya devam ediyor. Akdeniz Üniversitesi’nde düzenlenen “Akademik Bilişim 2013”
konferansına sponsor olan Autodesk, konferans kapsamında gerçekleşen “Sayısal Tasarıma BIM Yaklaşımı 2013” atölye çalışmaları ve İnşaat Bilişimi Paneli’nde; mimarlık, iç mimarlık ve çevre tasarımı, endüstriyel tasarım gibi bölümlerden kendini geliştirmek isteyen öğrencileri ve bu alanlarda çalışan tasarımcıları BIM içeriği ve teknikleri konusunda bilgilendirdi. www.autodesk.com.tr
VMZINC EN SÜRDÜRÜLEBİLİR MARKA SEÇİLDİ yapı ürünleri birimi, tüm dünyada bina giydirme işleri için titanyum çinko üreten VMZINC markasıyla tanınıyor. VMZINC farklı renklerde ve çok yönlü niteliğe sahip diğer malzemelerle kolaylıkla kombin edilebilen çatı ve cephe kaplama sistemleri için rulo, levha, boru ve aksesuar üretiyor. www.vmzinc.com.tr
ELBİ Elektrik'in Ukrayna ofisi, Ukrayna Ticaret Odası tarafından velinen “Yılın İhracatçısı” ödülünün sahibi oldu. Firma bu ödülü Ukrayna pazarına sunduğu ürünlerin yanı sıra ürün çeşitliliği, hizmet kalitesi ve Ukrayna ticaret kurallarına uygun çalışma prensibiyle almaya hak kazandı.
Rusya'da hizmete giren ofisiyle de yurtdışı yatırımlarını sürdüren ELBİ Elektrik, bölgelerin ihtiyaçlarını daha yakından analiz ederek yurtdışı pazarındaki gücünü artırıyor. Son üç yılda ürün gamını pazar ihtiyaçları ve beklentilerine göre yeniden şekillendiren firma, anahtar priz ürün grubunu beş ana seriden dokuz ana seriye çıkarttı. www.el-bi.com
FİLLİ BOYA’DAN INSTAGRAM YARIŞMASI Filli Boya’nın 11 Mart’a kadar sürecek olan Instagram kampanyası kapsamında kullanıcılar çektikleri fotoğrafları Instagram’da #hayatinrenkleri ve #filliboya etiketleriyle paylaşıyor. Filli Boya’nın Facebook sayfasından kayıt olan kullanıcıların katılabildiği yarışma sonunda fotoğraf sanatçıları Mustafa Seven ve Mehmet Kırali, Filli Boya
Kurumsal İletişim ve Halkla İlişkiler Müdürü Selda Uzun, Base İletişim Kurucu Ortağı Banu Erdi’den oluşan jüri, gelen fotoğraflar arasından değerlendirme kriterlerine göre kazanan altı kişiyi belirliyor. Kazananlardan biri iPhone 5 ve beş kişi ise Filli Boya’dan 7,5 litrelik AlpinaSilan boyanın sahibi oluyor. www.filliboya.com.tr
MART 2013 - XXI 68
FİRMA HABERLERİ
Global 100 dünya sürdürülebilirlik endeksinde Umicore, en sürdürülebilir şirket seçildi. Bu endeks, Kanada Toronto’da yerleşik bağımsız bir medya ve yatırım firması olan Corporate Knights tarafından her yıl yayınlanıyor. Güçlü ve geniş kapsamlı sürdürülebilirliği sayesinde Umicore, 2013 yılında 100 global şirket arasında en üst sıraya yerleşmeyi başardı. Umicore Group
YILIN İHRACATÇISI ÖDÜLÜNÜ ALMAYA HAK KAZANDI
KALE 7/24 İLE MEKANLARI KORUMAYA DEVAM EDİYOR
Çelik kapı ve kasa, yangın kapısı, elektronik kilit ve geçiş kontrol sistemleri, PVC ve alüminyum pencere aksesuarlarının yanı sıra sigortacılık alanında da faaliyet gösteren Kale, markaları arasına Kale 7/24'ü de ekledi. Kale 7/24; işyerleri ve konutlar başta olmak üzere, tüm mekanların güvenliğini sağlayacak alarm sistemiyle günün her saati, yılın her günü güvenli
yaşamın koruyucusu olmaya devam ediyor. “Güvenlik ve Ötesi” sloganıyla her mekanda “Tam Kapsam Güvenlik” amaçlayan Kale 7/24, montaj öncesi ücretsiz keşif ile her mekana uygun algılayıcı ve ekipmanların belirlenmesini sağlıyor. Ayrıca 7/24 hizmet veren profesyonel Alarm İzleme Merkezi, art niyetli girişimler başta olmak üzere, olası birçok olumsuz senaryoyu da zamanında fark edip uyararak mekanları korumaya devam ediyor. www.kalekilit.com.tr
“DÖNGÜSEL EKONOMİ 100” PROGRAMINA KATILIYOR
Tarkett, Ellen MacArthur Vakfı tarafından başlatılan “Döngüsel Ekonomi 100” programına katılan ilk şirketlerden biri oldu. Programın hedefi; malzemelerin döngüsel olarak yeniden kullanılması ve dünya kaynaklarının korunmasını amaçlayan döngüsel ekonominin gelişimini destekleyen 100 şirketten oluşan bir ağ oluşturmak. Tarkett Group CEO'su Michel Giannuzzi “Tarkett,
sürdürülebilirlik stratejisinin bir parçası olarak eko-yenilik konusuyla birkaç yıldır yakından ilgileniyor. Amacımız kullanım ömrü sonunda ya tekrar kendi üretimimizde ya da diğer sektörlerde yeniden kullanılabilecek ürünler geliştirmek. Bu programa dahil olarak en başarılı uygulamalar konusunda fikir alışverişi yapabilecek, sürdürülebilir ve sorumlu ekonomik model geliştirme yolunda ilerlemeye devam edeceğiz.” dedi. www.tarkett.com.tr
uygulama - aydınlatma - İstanbul MART 2013 - XXI 70
fotoğraflar: Seda Dedeoğlu
Homojen Aydınlatma Beylikdüzü Kültür Merkezi Tiyatro Salonu’nun aydınlatma tasarımını Tepta’dan Aslı Kenanoğlu ile projenin mimarı Eda Dedeoğlu birlikte anlatıyorlar. Aslı Kenanoğlu, Eda Dedeoğlu
Beylikdüzü Kültür Merkezi, son yıllarda hızla değişmekte olan ilçede sosyal ve kültürel etkinliklerin geliştirilmesi amaçlanarak, geçtiğimiz yıllarda inşa edilen, belediyeye ait bir yapı. Yapı, 24.000 m²’lik kapalı alan içerisinde eğitim birimleri, sinemalar, spor salonları, kütüphane gibi mekanları barındıran ana bina ve tiyatro salonunu kapsayan iki bloktan oluşuyor. Kaba inşaatı tamamlanmış bina iç mekan çözümlerindeki ve tesisatlarındaki eksiklikler nedeniyle kullanılmıyorken 2011 yılının ilk aylarında, bağış kapsamında, Dedeoğlu Mimarlık tarafından tiyatro salonunun tasarımının yeniden ele alınarak faaliyete geçirilmesi çalışmalarına başlandı.
Dedeoğlu Mimarlık salonun tasarımını ele alırken, mekanın estetik ve işlevsel olarak bütünlük sağlamasına öncelik verdi. Salon içerisinde kullanılan renklerde yumuşak tonlar tercih edilerek mekanda gözü yormayan bir etki yaratıldı. Aynı zamanda aydınlatmanın homojen olarak dağılımında seçilen renklerin katkısı olacağı düşünüldü. Salonun genel aydınlatmasının, yan duvarlar üzerinde aplikler ve hareketli ışık köprüsü kullanılarak homojen şekilde çözülebilmesi yönünde çalışmalar Tepta Aydınlatma ve Dedeoğlu Mimarlık işbirliği ile yürütüldü. Aydınlatmanın tavandan sağlanması yerine duvarları tercih etme nedenimiz, teknik müdahale ihtiyacı göz önünde bulundurulduğunda, mevcut statik durum nedeniyle, müdahalenin kolay ulaşılabilir noktalardan yapılabilmesine
imkan tanımaktı. Salonun iki yan duvarı arasındaki mesafenin geniş olması nedeniyle, yeterli aydınlatma seviyesine ulaşılmak istendiğinde, ışığın homojen dağılımını sağlamak zorlaşıyordu. Çalışmalar sonunda, Tepta Aydınlatma’nın önermiş olduğu, işlevselliğin yanında estetik kaygılara da cevap veren iGuzzini markasının Cestello modeli armatürlerle en uygun çözüme ulaşıldı. Armatürlerin hem ana gövdesinin, hem de kendi içerisindeki dört ampulünün farklı açılardaki hareketi, ışık dağılımı konusunda en etkin çözümü bize sundu; her birini farklı açılarla farklı noktalara yönlendirerek yaratmayı amaçladığımız homojen etki sağlandı. Basamaklarda ise estetik açıdan lineer görüntünün elde edilmesi için yerinde detaylar üretilerek, Tepta Aydınlatma tarafından farklı ölçülerde özel olarak imal edilen lineer LED’lerle istenen görüntü elde edildi.
uygulama - aydınlatma - İstanbul 71 XXI - mart 2013
yer: Beylikdüzü, İstanbul mimarlık ofisi: Dedeoğlu Mimarlık, Ferda Dedeoğlu Bozkurt (Y.Mimar) - Eda Dedeoğlu (Y.Mimar) aydınlatma: Tepta Aydınlatma, Raif Kural aydınlatma projesi: Tepta Aydınlatma aydınlatma’da kullanılan ürünler: Özel imalat lineer LED profiller – iGuzzini Cestello ray sistemi ve aplikler
mart 2013 - XXI 72
REFERANS PROJE - Banyo, mutfak ve seramİK
BİEN Türkiye ve ihracat yaptığı 55 ülkede tasarım ve seramik alanında başarılı bir ivme yakalayan Bien, Avrupa Birliği'nin uluslararası tasarım yarışmasında en çok derece yapan ülkelerin sıralandığı “Top 100 En İyi Tasarımcı Ülkeler” listesinde Türkiye'yi ikinci sıraya taşıyan üç tasarım ekibinden biri oldu. Bien’in yer ve duvar karosu koleksiyonlarından İnci, Elhamra ve Eramosa, seramik sağlık gereçleri ürünlerinden Lotus ve Fracture banyo takımları ile aldığı toplam beş ödülle 140 ülke arasında listenin üst sıralarında yer almayı başardı. İtalya’daki Como Kültür Departmanı Avrupa Tasarım Kuruluşları Bürosu tarafından düzenlenen A'Design Awards‘da başvurduğu beş tasarımıyla beş ödül birden alan Bien, aynı zamanda Elle Decor Dergisi editörleri tarafından Elle Decoration Uluslararası Tasarım Yarışması’nın (EDIDA) banyo kategorisinde ödüle layık görüldü. Ödüllü serilerden Fracture, seramiğe çağdaş sanat dokunuşları getirirken, Lotus ise kir tutmayan yapısı ve doğal formuyla banyo gereçleri tasarım alanına yeni bir boyut kazandırıyor. Bien, Aralık 2009’dan beri kullanmaya başladığı yer ve duvar karosu üretiminde dijital baskı sistemleriyle Türkiye’de dijital teknolojiyle üretilen duvar karolarının ilk üreticisi oldu. Ürün gamına her yıl 30 yeni tasarım ekleyen firma, yüksek kalitede, estetik, dayanıklı ve yenilikçi ürünlere imza atarak yer ve duvar karolarında 30x80 cm’den 40x60 cm’ye, 10x10cm’den 61x61 cm’ye kadar değişen çeşitli boyutlarda çoklu üretim yapabiliyor. www.bienseramik.com.tr • Ağaoğlu My World Europe • Antalya Havalimanı Dış Hatlar • Barut Sunwing Resort • Caratpark Konutları • Crown Palace Otel • Delphin Imperial Otel • Goldcity Turizm Merkezi • Golf Nobilis Tatil Köyü • Harrington Park Hotel • İz Tower • Pegasos Otel • Robinson Club Nobilis • Royal Elhamra Otel • Side Can Garden
ÇİMSTONE Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek kuvars esaslı kompoze taşı tüketiciyle buluşturan Çimstone, 2013 yılında farklı renk ve doku seçenekleriyle yeni ürünlerini kullanıcıların beğenisine sunuyor. Banko, tezgah, zemin, cephe gibi her tür yüzeyde kullanılabilen Çimstone, doğal taş dokularını kuvarsın sağlamlığıyla birleştiriyor.
mart 2013 - XXI 74
REFERANS PROJE - Banyo, mutfak ve seramİK
Gözeneksiz yüzeyi ve kompakt yapısı ile hijyen gerektiren yüzeylerde tercih edilen Çimstone, yapısını oluşturan yedi mohs sertlikteki kuvars minerali sayesinde yüksek çizilme ve aşınma dayanımı sağlıyor. Damar efektli ürünlerinde mermer dokusunu kuvarsın sağlamlığıyla işleyen Çimstone, düz siyah ve siyah içine metal efektli taşlarıyla da fark yaratıyor. Ayrıca krem, bej, vizon, kahve, gri tonlarında ve farklı dokulardaki ürünleriyle her türlü mobilyaya uygun renk alternatifleri sunuyor. Mutfak ve banyolardaki mikro gözeneklere ve kılcal çatlaklara sahip yüzey kaplama malzemeleri sıvıyı bünyesine emerek leke tutarken, bakterilerin yaşaması için de elverişli ortam yaratıyor. Bu nedenlerle ıslak mekanlar, yüzey kaplama malzemesi seçiminde farklı bir titizlik ve bilinç gerektiriyor. Kompakt yapısı sayesinde Çimstone, bakteri üremesine elverişli ortam yaratmayan bir yüzey kaplama malzemesi. TSE, NSF ve LGA sertifikalarıyla hijyenik yapısı onaylanan ve Türk standartlarına uygun üretim yapan firma, üzerinde yiyeceklerin güvenle hazırlanacağı, kolay temizlenen, özel bakım gerektirmeyen yüzeyler sunuyor. www.cimstone.com.tr • Atlantis City Konutları, Ankara • Beykoz Vadi Konakları, İstanbul • Çengelköy Mesa Konutları, İstanbul • Heybeli Konaklar, Bursa • Katal İnşaat Güneşli Evler, İzmir • Mavişehir Modern Konutları, İzmir • Mi’marin Mavişehir residence, İzmir • Mi’marin Paşa Limanı Evleri, İzmir • Perge Su ve Duru Konutları, Ankara • Rodosta Konakları, Tekirdağ • Royal Konakları, İstanbul • Saklıbahçe Evleri, İzmir • Saklıkent Evleri, İstanbul • Toskana Vadisi Evleri, İstanbul • Zorlu Center, Bursa
DURAVIT Uluslararası vitrifiye ve banyo mobilyaları markası olan Hornberg Almanya merkezli Duravit AG Philippe Starck, Sieger Design, EOOS, Phoenix Design, Frank Huster ve Christian Werner gibi uluslararası tasarımcılar tarafından tasarlanmış yenilikçi gelişmeler ve heyecan verici biçimlerle banyo sektörüne damgasını vurdu. Bugün Duravit artık şık tasarımcı ürünlerinin üreticisi olmanın çok ötesine geçerek eksiksiz bir zindelik deneyimi yaşatan banyo tedarikçisi haline geldi. Vitrifiye ürünleri, banyo mobilyası ve küvet+wellness alanıyla Duravit, artık banyo içinin bütün yelpazesini kapsıyor ve her yıl yeni projeler piyasaya sürüyor.
mart 2013 - XXI 76
REFERANS PROJE - Banyo, mutfak ve seramİK
www.duravit.com.tr • Akasya Alışveriş Merkezi • Ankara Marriot JW • Antalya Mardan Palace • Four Seasons Hotel Bosphorus • Hilton Bomonti • Hilton Double Tree • İstanbul Park Hyatt • İstinyepark Alışveriş Merkezi • Wyndham Kalamış Otel
GEBERIT Dünyada 6000 çalışanı ile 100 ülkede hizmet veren İsviçreli tesisat firması Geberit’in temeli 1874 yılında atıldı. Geberit tesisat teknolojisinde sekiz farklı ülkede iki ana ürün grubu üretimiyle Avrupa sıhhi tesisat sektörünün lideri konumunda. Dünyada ve Türkiye’de sıhhi tesisat ve borulama sistemleri alanlarında yeni trendleri belirleyen ve yaratıcı çözümler sunan Geberit; kaliteli, uzun ömürlü ve kolay kuruluma sahip tesisat malzemeleri üretiyor.
mart 2013 - XXI 78
REFERANS PROJE - Banyo, mutfak ve seramİK
Firmanın ürün grupları; gömme rezervuar, rezervuar iç takımları, süzgeçler, otomatik taharet sistemli klozet kapakları, genel mekanlar için fotoselli bataryalar ve deşarj sistemleri, sifonlar, sifonik çatı drenaj sistemleri, temiz su sistemleri (mepla/mapress), atık sular için HDPE boruları ve bağlantı parçalarından oluşuyor. www.geberit.com.tr • 16/9 İstanbul, İstanbul, 2012 • 7800 Otel Çeşme, İzmir, 2009 • Algida Fabrika Binası, Konya, 2012 • Ankara Lojistik Üssü, Ankara, 2011 • Best Mahal Otel, Nevşehir, 2012 • Bodrum Milas Havaalanı, Muğla, 2011 • Brandium AVM, İstanbul, 2012 • Forum Marmara AVM, İstanbul, 2011 • İkea, Ankara, 2011 • Next Level, Ankara, 2012 • Sapphire, İstanbul, 2011 • Trump Towers, İstanbul, 2011 • Zorlu Center, İstanbul, 2012
KALEBODUR
mart 2013 - XXI 80
REFERANS PROJE - Banyo, mutfak ve seramİK
Mimari teknik çözümleri ile mimarın yaratıcılığını körükleyen tercih... Türkiye’nin ilk yer karosunu üreten ve ürüne ismini vererek jenerik marka haline dönüşen Kalebodur, bugün inovatif ürünleri ve mimari projelerdeki teknik çözümleriyle tercih edilen bir marka. Sektöre inovatif ürünler sunmanın yanında tasarımın da çok değerli bir kavram olduğu bilinciyle genç tasarımcılardan Tamer Nakışçı, uluslararası tasarımcılardan Isao Hosoe gibi isimlerle çalışan Kalebodur, yarım asrı aşan yaşıyla Türk mimarisinin yanında olup, toplumu ve mimarlığı ilgilendiren değerlere sahip çıkma misyonu ile projeler üretiyor. Türkiye’nin ilk mimarlık dijital arşivi olan Arkiv’in on yıldır sponsoru olan Kalebodur, Dünya Mimarlık Kongresi’ne İstanbul’da ana sponsor olarak ev sahipliği yaptı.
Nef 04 apartments (tago mimarlık)
hilton garden ınn istanbul golden horn (tece mimarlık)
Kalebodur, Ar-Ge yatırımları ve çevre dostu ürünleriyle alanında dünya çapında ödüller almaya hak kazandı. Bunun yanı sıra Türkiye’nin en prestijli ödülü olarak bilinen Ulusal Mimarlık Ödülleri’ni, 2012 yılında almaya hak kazanan dört projede Kalebodur ürünleri kullanıldı. Ödül alan projeler; Bursa OİB Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi, TC Merkez Bankası Bursa Şubesi Hizmet Binası, Tekfen Kağıthane Ofispark, Vehbi Koç Vakfı Ford Otosan Kültür Merkezi. Ayrıca 2012 Arkiparc Gayrımenkul Ödülleri’nde altı projenin beşinde de Kalebodur ürünleri tercih edilmiştir. Ödül alan projeler; Hilton Garden Inn İstanbul Golden Horn, Mersin Marina, Nef 04 Apartments, Raif Dinçkök Kültür Merkezi, Tekfen Kağıthane Ofispark.
tc merkez bankası bursa şubesi hizmet binası (e. didem durakbaşa, ömer selçuk baz)
www.kale.com.tr • Bursa OİB Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi, Bursa • Hilton Garden Inn İstanbul Golden Horn, İstanbul • Mersin Marina, Mersin • Nef 04 Apartments, İstanbul • Raif Dinçkök Kültür Merkezi, Yalova • TC Merkez Bankası Bursa Şubesi Hizmet Binası, Bursa • Tekfen Kağıthane Ofispark, İstanbul • Vehbi Koç Vakfı Ford Otosan Kültür Merkezi, Kocaeli raif dinçkök kültür merkezi (emre arolat archıtects-eaa)
tekfen kağıthane ofispark (eaa)
KORAMIC YAPI KİMYASALLARI
mart 2013 - XXI 82
REFERANS PROJE - Banyo, mutfak ve seramİK
Türkiye'de 15. yılını kutlamaya hazırlanan %100 Belçika sermayeli Koramic Yapı Kimyasalları'nın Türk inşaat sektörüne kazandırdığı yeni markası Cermix, ağır iş kimyasalları sayılabilecek ürünlerin de dahil olduğu üç ana grupta toplam 75 farklı ürünle artık Türkiye'de de sektör profesyonellerinin hizmetine sunuluyor. Cermix'in epoksi ve poliüretan esaslı su izolasyon malzemeleri ve sistemleriyle su yalıtımında tam güvence sağlanıyor. Suyla temas eden her yüzey için çözümler üreten Cermix, açık teras ve balkonlardan yüzme havuzu ve su depolarına, banyo ve tuvalet gibi ıslak mekanlardan köprü platformları, sulama kanalları ve metal çatılara kadar uygulanabiliyor. Her yüzeyde su kaçaklarına kesin çözümler getiren marka, su yalıtımını kesin olarak sağlarken sıcak ve soğuk havaya karşı yüksek termal direnç oluşturuyor. Cermix; endüstriyel zemin kaplamalarında, fabrika üretim sahalarının kaplanmasında, kimyasallara dayanıklı kaplamalarda, otomotiv ve elektronik sanayide, gemi ve ahşap yat sanayisinde, tüm boru hatları kaplamalarında kullanılması gereken bir sistem olan epoksi esaslı ürünleriyle yapıların ömrünü uzatmayı garanti ediyor. Su yalıtımını üst seviyede gerçekleştiren Cermix poliüretan zemin kaplama ürünleri kolay uygulanma özelliğine sahip. Poliüretan zemin kaplama sistemleri konutlarda, alışveriş merkezlerinde, otoparklarda, hijyenik olması sebebiyle hastane ve havalimanlarında tercih ediliyor. www.cermix.com.tr • Akdeniz Olimpiyat Oyunları Şantiyeleri, Mersin • Aksu Evleri, Bursa • Doğuş Matbaa Binası, İstanbul • Durukan Şekerleme, Ankara • Dünya Gazetesi Yeni Merkez Binası, İstanbul • Erkan İnşaat, İstanbul • Gelibolu Konutları, Bursa • Konkur Asude Evleri, Mersin • Lidya Yapı Aktansu Evleri, İstanbul • Merinos Pazar Yeri Projesi, Bursa • Novada AVM ve Nikah Salonu, İstanbul • Olea 43, Bursa • Orion AVM, Tekirdağ • TBMM, Ankara • Tektaş İnşaat, Mersin
MART 2013 ajandası ... - 10 Mart
Sürreal Sayıklamalar
Sergide, İTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü'nden İrem Mollaahmetoğlu ve Ferhan Yürekli yürütücülüğündeki Mimari
Kulüp Külah, Karaköy, İstanbul www.facebook.com/ events/150643691760167
Proje 5/6 öğrencilerinden oluşan Sürreal Stüdyo, 2012-2013 Güz Dönemi deneylerini paylaşıyor.
11 - 15 Mart
Algı ve Yanılgı Atölye Çalışması
MSGSÜ, Fındıklı, İstanbul
www.msgsu.net
Cannes, Fransa
www.mipim.com
Frankfurt, Almanya
www.messefrankfurt.com
Köln, Almanya
www.interzum.com
Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi, Büyükçekmece, İstanbul
www.istanbulwindowfair.com
ürünlerini tanıtıyor.
Etkinlik, sektöre kolaylık ve yenilik getirecek proje fikirlerini bir
Yenişehir, Mersin
www.mobilyaarge.com
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Karaköy, İstanbul
www.mimarist.org
SALT Galata, Karaköy, İstanbul
www.saltonline.org
MSGSÜ Mimarlık Fakültesi, Luzern Üniversitesi, Dolmus Architekten ve Baraka Mimarlık katılımıyla çeşitli atölye çalışmaları düzenleniyor.
12 - 15 Mart
MIPIM 2013
Etkinlik, tüm dünyadaki uluslararası gayrimenkul sektörü aktörlerini bir araya getirmeyi amaçlıyor.
12 - 16 Mart
ISH Frankfurt 2013
Fuarda banyo, yapı sektörü, klima ve yenilenebilir enerji teknolojilerinde hizmet veren 2300 katılımcı yeni ürünlerini sergiliyor.
13 - 16 Mart
Interzum 2013
Mobilya üretimi ve ahşap işçiliği fuarı olan Interzum bu yıl malzeme ve doğa, işlev ve içerik, dokuma ve makine olmak üzere üç ana başlığa odaklanıyor.
13 - 16 Mart
İstanbul Pencere Fuarı 2013
22 Mart (son teslim) Mobilya Ar-Ge Proje Pazarı
Fuarda sektörün farklı alanlarında hizmet sunan firmalar yeni
araya getirerek fikir sahibi ve sanayiciyi buluşturmayı hedefliyor.
23 Mart
İstanbul'da Kutsal Yerin Sürekliliği: Kosmodion'dan Eyüp'e
İstanbul Araştırmaları seminer dizisine konuk olan Prof. Dr. Nuray Özaslan, Bizans'tan bu yana kutsal yer olarak süreklilik gösteren Eyüp'ün İstanbul'un kentsel kimliğindeki önemini anlatıyor.
MART 2013 - XXI 84
ajanda
… - 24 Mart
Modern Türkiye'nin Osmanlı Mirasını Keşfi: Ali Saim Ülgen Arşivi
Sergi, araştırmacı, mimar ve restoratör Ali Saim Ülgen’in dünyasından yola çıkarak 1960 Türkiye'sinde kültür varlıklarının durumu ve dönemin restorasyon çalışmaları hakkında bir kesit sunmayı amaçlıyor.
… - 6 Nisan
… - 7 Nisan
15 Nisan (son başvuru)
Gerçek Mekan ve Kavramsal Mekan Sergisi
Sergide, çağdaş Alman fotoğraf sanatının içinde yer alan üç
Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi Sunar: Lütfen Rahatsız Etmeyin
Vitra ve Türk Serbest Mimarlar Derneği işbirliğiyle
Green Housing for The Future
IFLA Europe, mimarlık ve peyzaj mimarlığı öğrencilerini gelecek
farklı pozisyonun irdeleniyor.
gerçekleştirilen Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi'nin ikincisi sergisi
Milli Reasürans Sanat Galerisi, www.millireasuranssanatgalerisi.com Şişli, İstanbul İstanbul Modern, Karaköy, İstanbul
vitracagdasmimarlikdizisi.net
Brüksel, Belçika
europe.iflaonline.org
Koleksiyon Tarabya Merkez, Sarıyer, İstanbul
www.koleksiyon.com.tr
Ertuğ Uçar küratörlüğünde gerçekleşiyor.
için yeşil ev tasarlamaları konusunda teşvik etmek amacıyla uluslararası bir yarışma düzenliyor.
… - 19 Nisan
Koleksiyon/İstanbulSMD Mimarları Ağırlıyor: CM Mimarlık
Koleksiyon ve İstanbul Serbest Mimarlar Derneği'nin ortak çalışması Koleksiyon/İstanbul SMD Mimarları Ağırlıyor, CM Mimarlık'ın konuk olacağı dokuzuncu sergiyle devam ediyor.