XXI Mayis 2013

Page 1

xxi.com.tr

Bir Kalkınma Modeli Olarak Kentsel Dönüşüm Yeni çıkan kentsel dönüşüm yasasının olası etkilerini Adnan Kazmaoğlu, Cem İlhan, Faruk Göksu, Hüseyin Kaptan ve Murat Cemal Yalçıntan ile birlikte tartıştık.

Mimar Semih Rüstem İş Merkezi

Kahve Fincanı Seti

MARS-MİMARLAR

OYA AKMAN

BURO HAPPOLD

MEYDAN MİMARLIK

YAZILARIYLA

XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 119 < MAYIS 2013 < BURO HAPPOLD < MARS-MİMARLAR < MEYDAN MİMARLIK < OYA AKMAN < PAKER MİMARLIK + GKV ARCHITECTS < YERCE MİMARLIK < KENTSEL DÖNÜŞÜM

Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 119 M AYI S 2 0 13 1 1 ( KIB R IS 1 2 )

PAKER MİMARLIK + GKV ARCHITECTS

AYKUT KÖKSAL GÜLSÜM BAYDAR KORHAN GÜMÜŞ LEVENT ŞENTÜRK OSMAN ŞİŞMAN

YERCE MİMARLIK



Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Depo Yayıncılık adına sahibi ve yayın yönetmeni Kuyaş Örs yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@depo.com.tr

Türkiye tarzı kentsel dönüşüm

editör Beste Sabır beste@depo.com.tr sektör editörü Tuğba Demirci tugba@depo.com.tr reklam müdürü Burcu Hinginar Akıncı burcu@depo.com.tr okuyucu ilişkileri sorumlusu Manolya Yenigün manolya@depo.com.tr kurumsal iletişim yönetmeni Mürüvvet Can muruvvet@depo.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Depo Yayıncılık Hacı İzzet Paşa Sokak Rota 1 Apartmanı 12/2 34427 Gümüşsuyu İstanbul 0212 251 1811 xxi@depo.com.tr genel dağıtım DPP Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Depo Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.

facebook.com/xxidergisi twitter.com/xxi_dergisi

Kentsel dönüşüm denildiğinde biz mimarların aklına öncelikle Avrupa’da pek çok örneğini bildiğimiz yaşam alanlarının sağlıklılaştırılması esasına dayalı, kamusal alanların çoğaltılmasına yönelik, genel anlamda kentsel yaşam kalitesini artırmayı hedefleyen bir yaklaşım gelir. Bunun örneklerini gördükçe gerek İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerde gerekse Anadolu’daki diğer küçük kentlerde ne kadar heyecan verici uygulamaların gerçekleştirilebileceğini düşünür, hemen hayaller kurmaya başlarız. Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun geçtiğimiz yıl Mayıs sonunda Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Her ne kadar adı öyle olmasa da deprem riskine odaklanarak kentlerin yeniden inşa edilmesini önerdiği için kentsel dönüşüm yasası olarak anılıyor. Bu dönüşüm yasası, örnek bildiğimiz kentsel dönüşümlerin aksine bizlere hayal kurdurmuyor. Heyecanlandırmıyor. Endişelendiriyor. Deprem riskini azaltmaya yönelik bu yıkım ve yeniden yapım süreci, gündelik politikaların hızlı manevralarından biri olarak uygulamaya konulursa sonucun ne olacağını kestirmek pek de

zor değil çünkü benzerini TOKİ eliyle son on yılda yapılan toplu konutlarda gördük zaten. Hızla inşaata soyunmak ve bunun için gerekli tüm yasal altyapıyı hazırlamak, yazının başında tariflenen türden bir kentsel dönüşümü başlatmak için yeterli bir motivasyon değil, olamaz da. Bu sayıda dosya konusu olarak yeni yasayla belirlenen kentsel dönüşümü anlamayı ve onu avantaja çevirmenin yöntemlerini konuşmayı hedefledik. Salt Galata’da Adnan Kazmaoğlu, Cem İlhan, Faruk Göksu, Hüseyin Kaptan ve Murat Cemal Yalçıntan ile bir araya gelerek sürecin izleyeceği olası yolları değerlendirdik. Her ne kadar Türkiye bağlamında kentsel dönüşümün nasıl olması gerektiğini tartışmaya varamamış olsak da şu anki durumu ve yakın vadedeki olası senaryoları ortaya koyduk. Ve bugüne dek çok çeşitli platformda ele alınmış bu kentsel dönüşüm konusundaki tartışmalara bir katkısı olması ümidiyle de siz okurlara sunuyoruz.

XXI


güncel

DOSYA

6 güncel

30 Kentsel Afet Riski

Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun yürürlüğe gireli bir yıl oldu. Henüz tamamlanmış bir uygulaması bulunmayan bu yasayla nelerin değişeceğine yönelik konuşmak için Salt Galata’da Adnan Kazmaoğlu, Cem İlhan, Faruk Göksu, Hüseyin Kaptan ve Murat Cemal Yalçıntan ile bir araya geldik.

proje 40 İki Villa İki Blok 1930'lu yıllarda yıllarda Adana kentsel yaşamının ve mimari görünümlerin bir vitrini olan İstasyon Caddesi üzerinde konumlanan Mars-Mimarlar tarafından geçmişin izi sürülerek tasarlanmış.

mayıs 2013 - XXI 2

İçİndekİler

44 Malzeme Çeşitliliğiyle Ev Hissi

10 soru işareti / korhan gümüş

Kamusal Alanı Onaran Delikler

18 defter / aykut köksal

Ya Taksim, Ya Ölüm!

24 dönme dolap / levent şentürk

Kopenhag’ın "Kurtarılmış Bölge"si: Christiania’yı Yakmalı Mı?

28 eşik cinleri / gülsüm baydar

Öteki Zamanlar Öteki Mekanlar

34 & The Mansion'da restoran ve toplantı mekanları, malzeme farklılıklarıyla öne çıkıyor.



48 Geçişli Mekan

60 Kullanış Detayları Meydan Mimarlık tasarımı proje, kullanıcının estetik ve işlevsel ihtiyaçlarını karşılarken mekanın değerini ve potansiyelini ortaya çıkarıyor.

Oya Akman'ın Beymen için tasarladığı kahve fincanı seti, tabağın açısı, kulbu gibi detaylara odaklanarak ergonomik bir kullanım ortaya koyuyor.

SEKTÖR 62 firma haberleri 52 Mekanın Referansı

66 Korunaklı Açık Alanlar

Yataş'ın yeni mağazalarının konsept projelerinden esinlenerek Yerce Mimarlık tarafından tasarlanan fuar standı, her mobilyanın gereksinim duyduğu sergileme alanına kavuşmasını amaçlıyor.

Albayrak tarafından Ataköy Sheraton Otel'de uygulanan Suntech sistemi, dünyanın en uzun açılır-kapanır kış bahçesi olma özelliği taşıyor.

70 Yeşil Modüler

Çin’in üçüncü büyük kenti Guangzhou’daki CIFF Ofis Fuarı, 27-30 Mart tarihleri arasında gerçekleştirildi.

72 Tonların Yansıması

mayıs 2013 - XXI 4

İçİndekİler

Tasarımı Swanke Hayden Connell Architects, iç mekan tasarımı ise Arketipo Design tarafından gerçekleştirilen Bomonti Modern Palas'ta Jotun Boya ürünleri tercih edildi.

56 İkonik Işık

İstanbullight Uluslararası Aydınlatma Teknolojileri Fuarı kapsamında İstanbul'da bulunan Buro Happold Aydınlatma Tasarım Grubu Başkanı Richard Cameron ile One Angel Square projesi üzerine görüştük.

76 referans proje – çatı ve cephe

102 ajanda

ACO Baumit BTM Çuhadaroğlu Fibrobeton Kalebodur Koramic Yapı Kimyasalları Mitsubishi Plastics Euro Asia Nevra Yapı RHEINZINK Schüco Vitra VMZINC



Göbeklitepe İçin Gölge İPEK YÜREKLİ, ARDA İNCEOĞLU, SUNA BİRSEN OTAY VE EKİBİ TARAFINDAN GÖBEKLİTEPE KAZI ALANI İÇİN TASARLANAN, DAI'NİN DÜZENLEDİĞİ YARIŞMADA İKİNCİLİK ÖDÜLÜ ALAN ÖRTÜ SİSTEMİNİN TASARIM SÜRECİ VE PROJE ALANINI İPEK YÜREKLİ ANLATTI.

İnsanlık tarihini

MAYIS 2013 - XXI 6

güncel

değiştiren yer: Göbeklitepe

İpek Yürekli* 1995’den beri Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından kazılan Göbeklitepe, cevaplarını bilmesek de ortaya koyduğu şaşırtıcı sorular ile insanlık tarihi ile ilgili bildiğimiz temel yargıları kökünden sarsıyor. Bu açıdan, cevabını uzun yıllar bulmayı beklemediğimiz ama görkemi ile yine de etkilendiğimiz devasa bir bilmeceden farksız. Göbeklitepe Urfa’nın 15 kilometre kadar kuzeydoğusunda yer alan yapay bir tepe. Cevapsız sorulardan birisi de bu yapaylık ile ilgili. Zaman içinde bir höyük gibi katman katman dolarak tepe yükselmiş. Bu katmanlaşma bir tasarım sonucu, alttaki katmanlar dolgu malzemeleri ile (çakıl, toprak, yer yer hayvan ve insan kemikleri) bilinçli olarak doldurulmuşlar. Alanın neden tekrar tekrar doldurulduğu henüz bilinmiyor. Kazıyı dairesel düzenli ‘alanların’ çeperinde ve ortasında yer alan T biçimli dikitler domine ediyor. Dikitler üzerinde ise hayvan kabartmaları (hepsi etobur) ve stilize insan kolları – elleri var. Nasıl bir sembolizm dünyasının parçaları olduğu da belirsiz. Tahminler vahşi hayvanların

kontrol alınması ve Ata kültü ile ilgili olma ihtimalleri üzerinde duruyor. Şu ana kadar bu alanlardan beş tanesi ortaya çıkarılmış durumda. Kazı ilerledikçe çok sayıda yeni alanın bulunması bekleniyor. Göbeklitepe ile ilgili neredeyse kesin olan tek olgu bu çarpıcı yapıların içinde yerleşim olmadığı. Kazı başkanı Klaus Schmidt (Schmidt, 2010) alanın belli sembolik ritüeller için kuşaklar boyunca sürekli yenilenerek kullanıldığını öngörüyor. Göbeklitepe ile ilgili en çarpıcı olgu ise yaş: En eski katmanlar günümüzden 10.000 – 11.000 yıl öncesine tarihleniyorlar. Bu tarih, dünyanın geri kalanında insanlar avcılık ve toplayıcılık yaparken, Mezopotamya’da tarımın, hayvanların evcilleştirilmesinin ve sürekli yerleşimlerin başlamak üzere olduğu bir döneme denk geliyor. Dolayısı ile; Göbeklitepe kentlerin önce geldiği ve kültürün kentleri takip ettiği inancını yerle bir edecek veriler içeriyor. Burası toplulukların periyodik olarak birkaç bin yıl boyunca bir araya gelip törenler yaptığı kutsal bir alan. T biçimli dikitlerin boyutları da oldukça görkemli, daha eski olanlar yedi metreyi bulurken yeni katmanlardaki dikitlerin boyu dört metreye kadar düşüyor. Büyük dikitlerin

ağırlıkları ise 50 tonu bulabiliyor. Bu devasa ölçekteki yapısal organizasyonun henüz yerleşik düzene geçmemiş küçük topluluklar tarafından nasıl örgütlendiği ve teknolojisinin geliştirildiği, bulmacanın paçalarından bir diğerini oluşturuyor.

ettiğini görmek çok etkileyici, tepenin üzerindeki ağaç üzerinde dikkatlice iliştirilmiş rengarenk kumaş parçaları bugün dahi mevcut. Çok farklı dileklerin talep edildiği bir nokta olarak yerin ruhundan kaynaklanan kutsallık sürüyor.

Doğanın yapısı

Yarışma

Yumuşak eğimli sırtlar ile birbirine bağlanan çıplak platolar, Göbeklitepe'nin alçak profili ile kesintiye uğrar. Çevresinden 20 metre kadar yükselen tepe, doğanın sonsuz sürekliliğinde küçük olsa da etkili bir nirengi noktası oluşturur. Baskın renk ve doku, yer yer kayalık yer yer kumlu zeminin farklı tonlarda birbirine geçen sıcak toprak tonlarından oluşur. Tarih boyunca ‘doğu’ ile ‘batı’nın sınırı kabul edilmiş Fırat Nehri'nin doğusundaki bu noktada konumun sade görkemi, ölçekten ve bütünlükten kaynaklanır, 'yerin ruhu' çok yoğun olarak hissedilir. Göbeklitepe zaman ve yer katmanlarının iç içe geçtiği ve insanın içine işlediği bir yerdir. Kazıyla ortaya çıkan yeni katmanlar insanın binlerce yıl öncesinden doğaya dokunuşunu gösterir. Yerin kutsallığının -bugüne kadar biçim değiştirse de- devam

2011 yılında Göbeklitepe kazısını yürüten Alman Arkeoloji Enstitüsü, kazı alanının çalışmalara zarar vermeden gezilebilmesi ve alanın yağmurdan güneşten korunabilmesi için bir örtü ve gezi güzergahı yapılması gerektiğine karar verdi. Bu projeyi gerçekleştirmek için davetli bir yarışma düzenlendi. Alanda yer alan geçici örtünün yerine yapılacak yeni örtü sisteminin tasarımında uygulanacak olan kurallar ve tasarımın karşılayacağı gereklilikler çok detaylı olarak gruplara sunuldu. Yakın gelecekte UNESCO’nun Dünya mirası listesine1 girmeyi bekleyen Göbeklitepe kazı alanında tasarımın karşılaması gereken işlevler kadar bütün olarak çevreye yaklaşımının hassasiyeti ve tasarımın sembolik değerine özellikle vurgu yapılıyordu. İnsan yapımı nesnelerin ve doğanın görkemli birlikteliğini koruyacak


güncel

karşı sayfada Tasarımın alanda konumlanışı

tasarımın ‘arazi sanatı' (land-art) niteliğinde yer ile kuvvetli ve organik bir ilişki içinde olması gerekliliği özellikle vurgulanıyordu. Tasarımın bütçesinin çok sıkı bir şekilde kontrol edilmek zorunda olması da yarışmanın önemli niteliklerinden birisiydi. Yarışma jürisi Alman arkeolog, mimar ve inşaat mühendislerinden oluşuyordu ve sonucunda, dört Alman mimari grup ile yarışan ekibimiz ikinci seçildi.2

göre belirlenmiş yalnızca belirtilen noktalarda yere basmasına izin vermesi oldu. Bu noktaların artırılması yada kaydırılması söz konusu değildi. Taşıyıcı sistemin yalnızca örtüyü değil, gezi platformlarını da taşıması gerektiği düşünüldüğünde problem daha da karmaşık duruma geliyordu. DAI tarafından bildirilen tasarımın karşılaması gerekli şartlar şöyle sıralanmıştı:

Tasarım hedefleri

a: Kazının merkezinde olan T biçimli dikitlerin ve çevrelerindeki dairesel duvarların özellikle yağmur ve karın oluşturduğu erozyon etkisine karşı korunması gerekliliği. b: Yalnızca işaretlenmiş alanlarda taşıyıcı sistemin ayaklarına izin verilmesi. c: Tasarlanacak olan yürüyüş yolları kazı alanının farklı noktalarının iyi bir şekilde izlenmesine izin verilmesi. Aynı zamanda, yürüyüş yolları ziyaretçilerin kazı alanındaki nesnelere dokunmasını engelleyecek uzaklıkta da olmaması. Yürüyüş yolları için ayrıca bir taşıyıcı sistem kullanılamaması. Rota belirlenmemiş olsa da, giriş ve çıkışı aynı noktada başlayıp biten döngüsel bir yol olması gerekliliği.

Göbeklitepe’de kazı 10 metreye 10 metre kareler şeklinde organize ediliyor. Kare çukurların arasında ulaşımın sağlanması için bir metre genişliğinde yürüyüş yolları bırakılıyor. Bu yollar zamanla kaldırılıyor ve kompleksin mekansal bütünlüğünün algılanması mümkün oluyor. Yakın zamana kadar kazıyı kısmen korumakta olan geçici örtüler işlevlerini yerini getirmelerine rağmen tasarımlarının niteliksizliği nedeniyle tamamen kaldırılmak üzereler. Tasarımın en zorlayıcı unsuru, oldukça büyük bir alanı kaplaması beklenen (yaklaşık 2500 m2) örtünün taşıyıcı sistem ile ilişkisiz, kazının durumuna

d: Taşıyıcı sistemin düşey taşıyıcılarının en az sayıda olması zorunluluğu. Taşıyıcı sistemin görsel olarak da buluntular ile yarışmayacak nitelikte olması. e: T biçimli dikitlerin üzerindeki kabartmaların algılanabilmesi için doğal ve yapay ışığın kazı alanı içinde eşit bir şekilde dağıtılması. f: Taşıyıcı sitem tasarımında alanın depremselliğinin göz önünde bulundurulması. g: Tasarımın kendisinde ve üretilmesi sırasında ağır ekipmanların kazı alanını ve buluntuları korumak adına kullanılamaması. h: Tasarımın tamamının gerektiğinde kolayca sökülebilir ve uzaklaştırılabilir nitelikte olması. i: Sürdürülebilirlik prensipleri kullanılan malzemelerde ve tasarımın kullanımı sırasındaki bakımı açılarından göz önünde tutulması. j: Örtü üzerine gelecek olan tüm yağmur suyunun güneye doğru yönlendirilerek uzaklaştırılması. DAI’nin çok detaylı olarak hazırladığı bu şartnamenin yanında, değerlendirme kriterleri de şöyle sıralanıyordu:

Tasarım:

a: Alanın ve buluntuların kültürel ve tarihi anlamlarını yansıtması. b: Peyzaj içinde yer alış biçimi: Yerin vurgulanması, ‘niyet ağacı’ ile ilişki. c: Örtünün altındaki mekanın niteliği – örtünün altındaki herşey ile ilişkisi. d: Yapının tasarım bütünlüğü ve fizikselliği – kazı alanı ve buluntular ile kurulan görsel ilişki. İşlev:

a: Yağmur ve kardan koruma – suyun uzaklaştırılması. b: Kazı alanının ve dikitlerin aydınlatılması. c: Ziyaretçiler ve arkeologların sirkülasyonu. Gerçekleştirilebilme: a: Yapım ve bakım süreçlerinin ekonomikliği. Bu listenin herhangi bir öncelik yada tercih sırası olmadığı özellikle vurgulanmıştı. Arkeolojik alanın karakteri

Arkeolojik katmanlar, üst üste yerleşen taş daireler, tepenin zaman içinde oluşması, tepeyi delen devasa nesneler. Göbeklitepe’deki görkemli çevre ve dramatik nesnelerin sakin ancak aynı

7 XXI - MAYIS 2013

bu sayfada üstte solda: Yapısal detaylar ve örtünün altındaki dolaşım alanı üstte: Örtünün yapısal katmanları en solda: Örtü-gölge ilişkisi solda: Yaya dolaşımı ve kazı alanı örtüsü


konsept gelişim diagramı

kesit

MAYIS 2013 - XXI 8

güncel

vaziyet planı

zamanda yabancılaştıran bir etkisi vardır. Bu tuhaf ve aynı zamanda şiirsel çevreye mevcut karakteri zedelemeden bir nesne eklenmesi bekleniyordu. Tasarımın özünde peyzajın yumuşak eğrisel dalgalanması ve arkeolojik katmanların üst üste binişini yansıtılmayı amaçladık. Tasarım konsepti

Bazı yapılar gölgeleriyle tanımlanır. Gölge yapıdan bağımsız, güçlü bir varlık olarak mekana karakterini verir. Sarı sıcak altındaki Göbeklitepe kazısının üzerindeki örtü tasarımı da bunu hedefliyor: Yapının kazı alanından, topraktan ve daha çok da kendi gölgesinden kopması. Örtü bulunduğu uçsuz bucaksız topoğrafyanın yumuşak eğimli sürekliliği içinde süzülüyor. Tasarım hedefleri

Örtü uzaktan peyzajın parçası olarak algılanır; alana yaklaştıkça örtü arazi sanatı (land-art) niteliği kazanır, çevre içinde bir nesne olarak algılanmaya başlar. Arkeolojik alanın önemini vurgular ve geri çekilmeye başlar. Altına girdiğiniz anda yüksekte yüzmekte olan örtü buharlaşır ve

ziyaretçi arkeolojik alandaki nesnelerin arkeolojik alan içindeki konumları ve kendi aralarındaki ilişkiler ile baş başa kalır. Tasarım detayları

Örtü, kazı alanını ve içindeki nesneleri üst üste bindirilmiş katmanlı bir sistem ile ‘örter’ ve korur. Bir anlamda, kazı alanının katmanlı yapısı başka bir boyutta yansıtılır. İki katman üzerinde yer alan membranlar kaydırılarak konumlanmaktadır. Bu kaydırma doğal ışığın ve doğal havalandırmanın kontrol edilebilmesini ve yönlendirilmesini sağlar. Doğal ışık doğrudan alana giremez, ancak kaydırılan membranlardan yansıtılan ışıktan sınırsızca faydalanılır. Her biri farklı profilde tasarlanan çelik makaslar üzerlerindeki membran bantları ile kuzey – güney yönünde yer alırlar. İki katmanlı makas tasarımı ve örtü membranlarının makasın üzerinde ve altında atlayarak yer alması sayesinde doğal havalandırma kontrol edilir. Örtünün süreksizliği sayesinde sıcak havanın örtü altında sıkışması engellenir ve hava hareketlerinin oluşması desteklenir.

Örtüyü oluşturan membran bantlarının kuzey – güney yönlenmesi alanda baskın olan batı rüzgarının konstrüksiyon içinden rahatça geçmesini sağlar. Aynı zamanda, güneye doğru olan eğim sayesinde yağmur suları toplanarak giriş rampasının altından uzaklaştırılır. Çelik tüplerden oluşan düşey taşıyıcılar taşıyıcı makaslara doğru dallanarak uzanır. Dallanan biçimsel vurgu düşey taşıyıcıların etkisinin azaltılmasının ötesinde, izin verilen düşey taşıyıcı konumlarının tesadüfiliği ile düzenli bir aks sistemi takip eden makasların bir araya gelmesinin pratik bir yolu olarak seçildi. Çelik konstrüksiyonlu yürüyüş yolu da aynı düşey taşıyıcılara konsol olarak eklenir. Yürüyüş yolunun genişliği izlenmesi gereken nesnelerin konumuna bağlı olarak genişleyip daralır. Yürüyüş yolunu altında, ziyaretçilerin ışık kaynağını göremeyecekleri şekilde aydınlatma sistemi tasarlandı. Aynı zamanda örtüyü alttan aydınlatarak homojen bir ışık etkisi yaratıp geceleri örtünün zeminden kopma hissini destekledik. Taşıyıcı sistem izin verilen noktalara oturan 13 düşey taşıyıcı ve 14

makastan oluşuyor. Makasların profilleri geçilen açıklığa göre biçimleniyor. Düşey taşıyıcılara izin verilen noktaların tesadüfiliği nedeniyle, geçilen açıklıklar da tesadüfü olarak büyüyüp küçülüyor. Bu farklılıkları karşılayabilmek için değişken bir makas sistemi oluşturduk. Makaslar arasındaki açıklıklar ise eşit. Toplam olarak 53 metreye 47 metrelik bir alan örtülmüş durumda. Taşıyıcı sistemin düşey taşıyıcılarını minimize ederek geniş açıklıklar geçildiği halde yakından ve uzaktan hafiflik etkisi yansıtmaya çalıştık. Bulunulan yerin mekansal ve zamansal sonsuzluğu içinde tasarım, bugün yapılmış bir dokunuş olmaktan öteye geçmiyor.

* Doç. Dr. İTÜ Mimarlık Fakültesi 1

UNESCO World Heritage Site

2

Yarışma ekibi: İpek Yürekli, Arda İnceoğlu, Suna

Birsen Otay. Yardımcılar: Eylem Yılmaz, Gürkan Okta Kaynak: Schmidt, K (2010) Göbekli Tepe – The Stone Age Sanctuaries. New results of ongoing excavations with a special focus on sculptures and high reliefs. Documenta Praehistorica XXXVII; 239 - 256



Kamusal Alanı Onaran Delikler Kağıthane’nin sırtlarında, katı atık toplama işiyle geçimini sağlayan Roman vatandaşların bulunduğu bir yerleşim alanında, belediye otoyol bağlantısına bitişik bir yerleşim alanını yıkmış, bir bölümüne halı saha yaptırmıştı. Gidecek yerleri olmayan mahalleli öylece ortada kalmıştı. Yıkıntıların içinde yaşıyorlardı. Mahalleye gittiğimde karanlık çökmüştü. Bir tarafta karanlıkta sessizce bekleyen yoksul insanlar, diğer tarafta onlardan habersiz maç yapanların çığlıkları... Sessizlik içinde onların heyecanlı bağırışları yankılanıyordu. Romanlar, çoluk çocuk naylonlardan yaptıkları derme çatma çadırlarda barınmaya çalışıyorlardı. Elektrik, su, tuvalet yoktu. Biraz ileride halısahayı gündüz gibi aydınlatan ışık göz alıyordu. Belediyenin yaptırdığı spor tesisinin yanında tuvaletler, sıcak su ve duş mevcuttu.

SORU İŞARETİ

Diyeceksiniz ki belediye insanların evlerini yıkmış ama hiç olmazsa spor sahası yaptırmış. Kamusal alanlara da ihtiyaç var. Mahalledeki gençlerin ve çocukların belediye tarafından yaptırılan bu spor tesisinden yararlanabildiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Görünürde bir yasak olmamasına rağmen -doğal olarak- bu alan mahallenin gençlerine açık değildi. Saat ücretiyle kiralanan bu kamusal alanı yalnızca son model arabalarıyla yukarıdaki sitelerden, plazalardan gelenler kullanabiliyordu. Çünkü işletmesi gene belediyenin bir şirketine ait olan bu spor tesislerinin amacı -doğal olarak- kar etmek. Yani para kazanmak.

MAYIS 2013 - XXI 10

Belediye mahalleyle sınırı çizebilmek için diğer semtlerde yapmadığı bir şey yapmış, yüksek tellerin dışında, bir ikinci dikenli tel sistemi kurmuştu. Bu da yeterli olmamıştı. Yoksul mahallelinin zengin çocuklarını izlemesi bir rahatsızlık yaratmıştı. Zenginler maç yaparken yoksulların kendilerini seyretmesini, heyecanlarını paylaşmasını istemiyorlardı. Bu nedenle kısa zaman sonra tesisin tasarımına ek yapılmış, saha insan boyunu aşan betonarme bir duvarla çevrelenmişti. Dikenli tellerin ve içerideki yüksek çitin mekana erişimi yeterince engellediğini düşünürseniz, duvarların amacının yalnızca sporcuların yoksullar tarafından görülmesini engellemek olduğu anlaşılıyordu. Buradaki duvarın amacının ise insanlar arasında iletişim kurulmasını engellemek, ayırmak, hatta dışlamak olduğu görülüyordu. İlişkiyi kesmek, koparmak, sosyalleşmenin önüne geçmek üzere tasarlanmışlardı. Duvarların içinde oturacak banklar mevcuttu. Bilmiyorum Moda, Caddebostan, Etiler, Levent gibi semtlerde genellikle yeşil alanların içinde yer aldığını, çitlerin yalnızca top kaçmasın diye koyulduğunu söylemeye gerek var mı? Tuhaflık şurada ki, bu örnekte bizzat o mahallede yaşayanlar yabancı olarak ötekileştirilmişlerdi.

KORHAN GÜMÜŞ

Size belki şaşırtıcı gelebilir ama mahalledeki Roman vatandaşlar bu durumdan pek rahatsız olmuşa benzemiyorlardı. Bu alanı kullanmayı akıllarının

ucundan bile geçirmiyorlardı. Tesisin kendileri için yapılmadığını, onu kullanamayacaklarını biliyorlardı. Mahalleye gelenleri de kabullenmişlerdi. Yalnızca burada kalamayacaklarını anladıkları için biraz düşünceli gözüküyorlardı. Gene de bu tesis mahalleli için karanlık, sefil yaşantılarına renk katan bir değişiklik gibiydi. Bu yüzden mahallelinin semtlerine spor yapmak için gelen bu zenginlere karşı bir husumeti yoktu. Belki de yalnızca yanı başlarında gerçekleşen bu pırıltılı dünyayı izlemek istiyorlardı. Büyüklerle sohbet ederken çocuklar elimden tuttular ve muzip bir şekilde gülümseyerek beni halı sahanın yanındaki betonarme duvarın yanına götürdüler. Büyük bir iş başarmış insanların mutluluğu içinde bana buldukları formülü gösterdiler. Uğraşıp duvarda içeriyi dikizleyebilecekleri bir dolu delik açmışlardı. Karanlıkta başını duvara dayamış bir dizi çocuk vardı ve içerideki maçı böyle gizlice izlemekten daha çok keyif alıyorlardı. Zenginler onları fark etmeden gösteriyi izleyebiliyorlardı. Çocuklar engeli eğlenceli bir panoptikona çevirmeyi başarmışlardı. Bu örneği niye anlattım? Bugünlerde yeni bir uygulama daha başlamak üzere. İstanbul’da Sulukule, Selamsız gibi Romanların yaşadığı bir mahalle olarak tanınan Hacıhüsrev’de kentsel dönüşüm yapılacakmış. Basında sürekli polis baskınları ile “kriminalize” edilen bu mahalle “afet riski taşıyan alan” ilan edilmiş. Semtte OsmanlıSelçuklu mimarisi tarzında evler yapılacakmış. Çevre Şehircilik Bakanı’nın yaptığı açıklamaya göre evlerin üzerinde, Topkapı Sarayı’nın içinde yer alan sivri kule gibi çatılar ve geniş saçaklar bulunacakmış. Mimari tasarımına özen gösterilecekmiş. Amaç önce adı değiştirilen semtin (bugün adının “İstiklal” olduğunu kim biliyor?) imajının tamamen değiştirilmesi. Semtin sakinleri ise -doğal olarak- burada yaşamayı hak etmeyen, bu semte sonradan yerleşmiş Romanlar. Bu nedenle bu yeni tasarım konseptine göre inşa edilecek evlerin bölgede yaşayan insanlar için yapıldığını düşünmek herhalde abes olur. Görünürde bir nefret suçu yok. Karşımızda “yoksullar düşmanımızdır” diyen zalim yöneticiler bulunmuyor. Kendi fantezi dünyaları içinde çözüm arıyorlar. Karşımızda piyasa koşullarına göre gerçekleşen bir kentsel dönüşüm uygulaması var. Siyasetin mayası hala anlatılardan oluşuyor ve (anlatılarla kamusal işleyişin ilişkisini kurmamak) sorunu yalnızca anlatılar, simgeler olarak okumak, kitleleri savunmasız bırakan büyük bir felaket.



Geçmişe Yakın Durmak MANÇO MİMARLIK VE DENİZ TATLIDEDE İŞBİRLİĞİYLE GERÇEKLEŞEN CAMİ TASARIMI, İSLAM DİNİNDEKİ BİÇİMSEL TARİFLERİ OLMAYAN MORFOLOJİK KALIPLARDAN BAĞIMSIZ KALMAYA ÇALIŞARAK KLASİK OSMANLI ÜSLUBUNDAN FARKLI VE ÇAĞDAŞ BİR YAKLAŞIM İZLİYOR.

MAYIS 2013 - XXI 12

güncel

proje adı: Halide Edip Adıvar Külliyesi Yarışma Projesi işveren: Şişli Belediyesi proje yeri: Şisli, İstanbul mimari tasarım: Manço Mimarlık; Ali Manço, Zühtü Usta, Deniz Tatlıdede tasarım ekibi: Zeynep Erdinç, Yağmur Akyüz proje tarihi: 2012 proje alanı: 5.500 m2

Birçok farklı işlevi içinde barındıran külliyeler, batılı anlamdaki toplanma yerlerinin bulunmadığı Osmanlı kentlerinde, toplumsal hayatın en önemli ortak mekanlarından biri olagelmiştir. Buna karşılık içe dönük klasik Osmanlı külliyesi, çevresindeki kentsel doku ile bir ilişki kurmaz. Yarışma çerçevesinde, güncel bir yaklaşımla ele aldığımız çağdaş külliyenin ise, gündelik yaşamdan soyutlanmadan çevresi ile bütünleşmesi, içerdiği kapalı, yarı açık ve açık alanlarının semt sakinlerince sürekli kullanılabilen nitelikte olmasını amaçladık. Yerleşim planında, mihrap duvarından daha ileride namaz kılınmamasına uygun olarak camiyi, arsanın sınırına çekerek ibadet edilebilecek açık alanı

olabildiğince büyük tuttuk. Cami dışındaki mahalleri ise, ilişki kurulması istenmeyen Piyalepaşa Bulvarı’na sırtı dönük, kullanıcıları Halide Edip Adıvar Caddesi’nden içine çeken bir avlu oluşturacak biçimde konumlandırdık. Ayrıca bulvardan avluyu ayıran yerleşim ile otoyol uğultusunun kesilmesini amaçladık. Avluya birincil yaya girişi, caminin kuzey yönünden sağlanırken en yoğun kullanılacak olan lokal/okuma salonu, kitap satış, yardımlaşma sandığı, erkek abdesthane ve tuvaletler bu giriş boyunca sıralanıyor. Eğitimle ilgili mekanları, önündeki yeşil alan ile avludan kısmen ayrılacak biçimde ayrı bir kütlede ele aldık ve benzer biçimde, kadın abdesthane ile mutfak ve gasilhaneyi de ayrık yapılarda çözdük. Belli bir mahremiyet sağlamak

adına lojmanları arsanın kuzey yönündeki bitişik nizam yapılaşma boyunca bir üst katta çözerek girişlerini de Halide Edip Adıvar Caddesi’nden sağladık. Bahçecik Sokak’tan ve Piyalepaşa Bulvarı’nın karşı tarafından üst geçidi kullanarak gelecek cemaati göz önüne alarak Bahçecik Sokak ile Halide Edip Adıvar Caddesi arasında, yaya bağlantısını sağlayan geniş bir merdiven ve asansör yerleştirdik. Toplu ibadette, kıble yönünde sıralanma kuralına uygun olarak İslam mimarisinin az sayıdaki değişmezlerinden biri olan “dikdörtgen plan” ve klasik Osmanlı camilerindeki “tek büyük iç hacim” ilkelerine bağlı kaldık ancak farklı bir biçim arayışı doğrultusunda,

günümüzde geniş açıklık geçmenin çok değişik çözümlerinin olduğunu göz önüne alarak kubbeyi tercih etmedik. Cami içinde ve dışındaki safların sürekliliğini ve caminin en önemli öğesi olan mihrap duvarını vurgulamak için caminin yan duvarlarını, ince bir saydam cam bant ile zeminden ve mihrap duvarından kopararak caminin “kıbleye dönük bir duvar ve saflar üzerinde bir örtü” biçiminde tanımlanabilecek temel işlevinin yansıtılmasını amaçladık. Kadın namazgahını, cami girişinin üzerini örtecek bir çıkma yapacak biçimde üst katta konumlandırdık. Aynı şekilde lojman katı da avluya doğru çıkarak altındaki cepheye gelen sert güneş ışınlarını keserek gölgeli bir yarı açık alan oluşturuyor. Bu etki diğer kütlelerde ise cephelerle


kesit

güncel

maket

bütünleşen saçaklar ile oluşturuldu. İslam mimarisinin en önemli simgesel öğesi olan minareyi, cami kütlesinin yalınlığını bozmamak için bağımsız bir yapı olarak tasarladık. Mihrap duvarının arkasında bir havuz oluşturularak, Kuran-ı Kerim’de “yaşamın kaynağı” olarak belirtilen suyun simgeselliğini vurgularken ayrıca su yüzeyinde mihrap duvarının yansımasını sağladık. Caminin gerek mimari tasarımı, gerekse yapım tekniği açısından günümüzü yansıtmasını amaçladık. Bu doğrultuda çelik bir taşıyıcı sistemin cam, yalıtım katmanları ve prefabrik cephe kaplaması ile çevrelenmesini, bodrum katlar ve diğer binaların ise betonarme karkas olmasını önerdik. Klasik Osmanlı

vaziyet planı

eskizler; ali manço, zühtü usta

camilerindeki kubbe, yarım kubbe, kemer gibi taşıyıcı elemanların iç mimariyi biçimlendirişine benzer olarak, çelik strüktürün iç ve dış cephelerde geometrik bir örüntü oluşturmasını amaçladık. Gerek Türk insanının yüzyıllardır kullanageldiği Osmanlı tarzı camilerde alışmış olduğu ortalama aydınlık düzeyi, gerekse de aşırı ışığın ibadete odaklanmayı zorlaştırması nedeniyle cephede geniş saydam yüzeyleri tercih etmedik, yaratılan ışık bandı ile mihrap duvarının üstten ve yanlardan sızan ışık ile aydınlanmasını amaçladık. Dış ve iç cephelerde, modül boyutu taşıyıcı sisteme göre belirlenmiş eşkenar üçgenlerden bir karolaj oluşturarak, İslam sanatındaki geometrik bezemelerin sadeleştirilmiş

bir yeniden yorumunu yapmaya çalıştık. İç mekanın bu üçgenlerde açılan deliklerden doğal ışık almasını amaçladık. Arkasındaki mekanlara uyumlu olarak yerleştirilmiş olan cephedeki deliklerin gelenekselden farklı ve rastlantısal bir etki yaratması amaçlanırken cami iç duvarlarında da bu dokuyu sürdürdük. Bakım gerektirmeyen ve çok uzun ömre sahip olan fiber çimento panellerden oluşan katman ile diğer yapıların da cephe ve çatıları sarıldı. Benzer dokudaki beton plak zemin kaplamaları ile ise mekanları saran kesintisiz bir düzlem etkisini amaçladık. Çim bantların avludaki sert zeminlerde saf doğrultusunda, açık alandaysa daha düzenli şekilde yerleşmesini sağladık. Cami içindeki halı zeminde de aynı çizgileri

sürdürülerek iç ve dış mekan bütünlüğünü vurgulamaya çalıştık. Cami iç mekanında sabit bir iç hava kalitesinin yakalanabilmesi için, üflemeleri zeminden çalışan yapay iklimlendirme sistemini tercih ettik ve havalandırma sisteminin hava kaynaklı ısı pompası ile desteklenmesini önerdik. Cami dışındaki binalarda yapay iklimlendirmeye ek olarak, uygun mevsimlerde açılır pencereler ve tavan pervaneleri ile çapraz havalandırma sağlanabileceğini düşündük. Yağmur suyu ve gri su geri kullanım sistemleri, tasarruflu armatürler ile su tüketiminin azaltılmasını amaçladık. Dış ve iç aydınlatmada kullanılan LED armatürler, hareket algılayıcıları gibi yöntemlerle yapıların enerji gereksinimini daha da düşürdük.

13 XXI - MAYIS 2013

iç mekan perspektifi


Stilizasyon - Ambalaj Tasarımı Tasarım Merkezi

MAYIS 2013 - XXI 14

Sapkın Tasarım Sözlükçesİ

Francis Picabia'nın Mahcine Turnez Vite tablosu, 1916-18

Osman Şişman

stilizasyon Göstergebilimin bize gösterdiği belki de en önemli şey, herhangi bir gösterenin düz anlamına erişmemizin imkansızlığıdır. Bir göstergesel sistemi okumaya, hep yan anlamlardan başlarız. Yan anlamların soyulmasıyla ulaşılabilecek, çekirdekte bizi bekleyen mutlak bir düz anlam mevcut değildir. Aynı biçimde, stilize olmayan bir tasarımı aramaya başlarsak avucumuzu yalarız, zira çeşitli anlamlandırmalardan münezzeh, herkese aynı eylemi ilham edecek bir nesne var olamaz. Stilize olmayan tasarım, demek ki yoktur. ambalaj tasarımı Şehrimizde Tarım Fuarı (hem de üçüncüsü) açıldığını duyunca, halis tereyağı, hormonsuz domates, eski tulum, birkaç GDO’suz tohum buluruz diye gittiğimiz organizasyonun, Tarım Teknolojileri Fuarı’nın kısaltması olduğunu anlayıverdik, mekana girince. Şehirlilerin her fırsatta, nereden biliyorlarsa, dile getirdikleri “ülkemizde tarım bitti, abi; bitirdiler” tespitine inat; çevre köy ve kasabalardan çiftçilerin doluştuğu geniş mekanda ithal ve yerli imalat kaba kalıp pulluklar, çivit mavisi su motorları, içeri nasıl sokulduğu meçhul türbe yeşili şeker pancarı sökme makineleri, vernikli ahşap saplarıyla aşı bıçakları, kapkara damla sulama borusu yumakları arz-ı endam ediyorlardı. İlgi müthiş. Her bir pavyonda kocaman makinelerin üzerine hangi köyden kim tarafından satın alındıkları yazılmış. Husqvarna’nın, Stihl’in, New Holland’ın yanında yurdumuzun gururu Erkunt ve Pehlivan. Çiftçi gerçi her bir cıvatasında “Cermanya” damgası basılı olanlara hasta. Gerisine güven pek yüksek değil. “Sağlamlıktan, işlevsellikten, bir de -arayüz kavrayışımız (d)evrim geçirdiğinden bu yana tasarım gündeminden düşmüş- ürün anlambiliminden, azıcık da ergonomiden başka tasarlanacak ne var, iş makinelerinde?” demeyin! Maşallah, her traktör bir yarış arabası aerodinamiğinde; her biçerdöver bir gökdelen mimarisi haşmetinde! Dahası, hayli “erkek” isimler konmuş tarım robotları, bir “trans” manevrayla gerdeğe hazır gelinler gibi tüllere, kırmızı kuşaklara sarılmış; küçük toprak ağalarının onları teslim alacağı vakti heyecanla bekliyorlar. Bir ambalaj daha dikkatimizi çekti: Bitkilerin performansını artırma iddiasındaki ürünler, tıpkı otomobillerin motor performansını artırma iddiasındaki kimyasallar gibi, hatta tıpkı insan performansını artırma iddiasındaki vitamin ve mineral kompleksleri gibi yaldızlımsı gri plastikten kavanozlara konmuş, aynı tarz patlamaya hazır grafiklerle paketlenmişler. Ne de olsa hızın ve rekabetin çağındayız nicedir. Elbet traktörler hız sınırını zorlayacak, elbet gübreler cinsel performansa referans verecek, ve elbet tasarım her şeye burnunu sokacak.

tasarım merkezi Düz anlamı malum: Tasarım öğrencisinin ve yeni mezununun ucuz -hatta beleş- emeği üzerinden KOBİ’lerin palazlanmasına ortak olmak üzere inşa edilmiş bir toptancı esnaf düzeneği. Çoğunlukla bizzat akademisyenlerce işletiliyor olması etik bir sorun olarak gündemimize giremiyor elbet; zira “üniversitesanayi işbirliği” diye anılan “meleksi” bir sürecin dokunulmazlığıyla korunuyor. “Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner” diyelim. Tasarımı her tür üretim mekanizmasının merkezine, “olmazsa olmaz” kaydıyla yerleştirmek, rekabetçi kapitalizmi ekonomi tarihinin sorgulanmaz zirvesi ilan eden zihniyetin ürünü. Halbuki biraz tevazu sahibi olsalar ve “tasarım, iyi üretimin mütemmim cüzüdür” deseler, belki tartışabileceğiz iki satır. Öğrencilikten meslek erbaplığına giden yolda tasarımın hiç de merkezi bir eylem olmadığını burnu sürtüle sürtüle idrak etse de kişi, işinin ehemmiyeti sorulduğunda mangalda kül bırakmamaya meyyal. Olsun. Böyle bir meslek ideolojisi olmasaydı, Marx’ı “yanlış bilinç” bahsinde haklı kılan yeni kanıtların sayısı azalmış olurdu. Sakallı amcanın kimi fikirlerinin hala geçerli ve ter-ü taze olması hoşnutluk verici. Tasarımın -ve üretimin- boş merkezinden ziyade yoğun ağsı çeperinin ehemmiyetine göz atılsa, kendini beğenmişlikten dayanışmaya geçilebilir mi? Zor. “Tasarım demokrasisi” teriminden camianın anladığı, en üstte tasarımcının, onun altında tasarımcının el emeği göz nuru biricik (unique) ürününün, biraz aşağıda mühendis ve pazarlamacıların, daha altta patronun, sonra işçinin, onun altında üretim araçlarının, ardından engelli-yaşlı-çocuk vs. kullanıcıların filan geldiği bir kast sistemi hala. İşçileri yaka renginden ötürü yabancılayan, proje süreçlerinde sırtlarını yasladıkları dijital baskıcılara teşekküre gönül indirmeyen, işyerinde 3B angaryaları yıktıkları modellemeci meslektaşlarını tasarımcıdan saymayan; kendilerinden muhtemelen daha akıllı ve yaratıcı hızlı prototipleme cihazlarını ve modelleme programlarını -sırf onlar “özne” olmadıkları için- adamdan saymayan tasarımcılar: Merhum Ulus Baker, “Nedir Video?”daki kısacık cümlesinde hem sizin hikayenizi anlatıyor hem de bir demokrasi dersi veriyor: “‘Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır’ deriz de ‘her yoğurdun bir yiğide farklı yeniş biçimleri vardır’ demeyiz… Bu temel (ve belki de çoğu zaman sorunlu) ‘öznellik’ yanılsamalarından biridir.”



Kesitlerden Mekana İnanç Eray Archıtects tasarımı Nar, dijital tasarım teknolojilerinden yararlanarak programa göre şekillenen kesitlerle hayata geçiriliyor. Nar, Bilkom'un dijital hayat stili sunan, mobilite odaklı ürün portföyünün tanıtıldığı “Dijital Yaşam Alanı”. Gelişmiş hesaplamalı tasarım ve dijital imalat teknolojilerinin kullanıldığı ürünlerin yetkili dağıtıcısı olan bir firmanın kendini ifade ettiği bir mekanın tasarımında temel fikir, kurum kimliğini ve marka bilinirliğini oluşturan konseptlerin en iyi biçimde ifade edilmesiydi.

MAYIS 2013 - XXI 16

güncel

Bu amaçla Nar, tedarikçi - iş ortağı tüketici ağının ortasında duran bir firma için ağ strüktürünün küme / sürü davranışları konseptleriyle yeniden yorumlandığı bir mekan olarak önerildi. Nar, konumlandığı yerde kendi mekanını oluşturuyor. Dijital tasarım teknolojilerinin olanaklarından yararlanılarak, programa göre biçimlendirilen kesitlerin yan yana sıralanmasıyla üç boyutlu, sürekli bir yüzey oluşturuldu. Hem bir konsept mağaza projesine altlık oluşturması hem de dijital yaşam alanı için minimum gereklilikleri yerine getirmesi planlanan tasarım, sergilenebilecek tüm ürünlerin ünitelerle entegre çalışmasında esneklik sağladı. Bu yaklaşım, gemi üretim süreçlerinde kullanılan 3B yazılımların kullanılması ile kompleks yüzeylerin mağaza mekanlarında ne kadar verimli olacağının test edilmesine imkan veriyor. Tasarım dilinin temel avantajı, sergilenen her ürün için ergonomik gereklilikleri karşılarken, marka için görsel bir bütünlük oluşturması. Üç ana parçadan oluşan masa ve yine üç parçadan oluşan raf ünitelerinin tasarımında her üniteyi oluşturan elemanlar kurdukları işlevsel ve strüktürel ilişkilerle kurarak birbirlerini var ediyor. Malzeme kullanımındaki yalınlık, pleksiglas raflardan elektrik kablolarının entegrasyonuna kadar titiz bir şekilde detaylarda da sürdürüldü, poliüretan mat cila ile bitirildi.

proje adı: Nar, Bilkom Dijital Yaşam Alanı program: Ürün Teşhir Masası ve Duvar Ünitesi işveren: Bilkom mimari tasarım: İnanç Eray, İnanç Eray Architects proje ekibi: İnanç Eray, Çağlar Gezen, Caner Aşkın, Faruk Al



Ya Taksim, Ya Ölüm! Hayır hayır, konumuz Kıbrıs değil, İstanbul’un modernleşmesini simgeleyen meydan, yani Taksim Meydanı. Ama başlığın taşıdığı keskin çatışma durumu, Taksim Meydanı tartışmalarında da görülüyor. Taraflar her türden uzlaşmayı, tartışmayı bir yana koyarak kendi düşüncelerini dayatmanın peşindeler. Bu uzlaşmazlık, sonunda erki elinde tutan gücün buyurgan uygulamasını getirecek, bu da Taksim’in yitimi olacak. Peki, ilke olarak tüm aktörlerin görüşlerini dikkate alan bir “reel politik” geliştirilebilir mi? Başka bir deyişle, mutlak doğrunun peşinde olmayan, yerel yönetimin, STK’ların, koruma kurullarının, akademyanın “Taksim” tasavvurlarını anlamaya çalışan yeni bir yaklaşım ortaya konabilir mi? Bir düş gibi görünse de denemekte yarar var, öyleyse deneyelim.

MAYIS 2013 - XXI 18

defter

Önce ulaşımdan başlamak gerek, çünkü bu konuda fiili bir durumla karşı karşıyayız: Cumhuriyet Caddesi’ni Tarlabaşı Bulvarı’na bağlayacak tünel inşaatı bitmek üzere. Bu tünelle birlikte Talimhane, Gezi, Cumhuriyet Anıtı’nın konumlandığı alan ve meydanın bir bölümü tümüyle taşıt ulaşımından arındırılarak bütünleşik bir “yaya alanı”na dönüşecek. Hiç kuşkusuz daha bu noktada Taksim Meydanı’nın büyük bir yara aldığı ortada: Taksim Meydanı’nın doğurucu öğelerinden biri olan, üstelik ana ekseninin üzerinde anıtın konumlandığı Cumhuriyet Caddesi’nin meydanla ilişkisi tamamen kopacak. Aslında anıtın Cumhuriyet Caddesi ile eksenel bütünlüğü son düzenlemelerle okunaksız hale gelmişti, ama yeni bir meydan düzenlemesiyle bu ilişki yeniden kurulabilirdi, şimdi bu tümüyle olanaksız. Ancak, bu olumsuzluğa karşın, yerel yönetimin ulaşımı yeraltına alma kararı bu noktada duracaksa, yine de bir “uzlaşma” oluşturulabilir. Yerel yönetimin ilk başta sunduğu, meydanın bütününü ulaşım araçlarından soyutlayan, “sözdeyayalaştırma” ile mekânı insansızlaştıran proje yerine, taşıtların Sıraselviler, Gümüşsuyu ve Mete caddelerinden girerek bütünleşik yaya alanını çevreleyen bir yolla meydana katılmalarına olanak verecek yeni bir proje bu uzlaşma noktasını oluşturabilir. Böylece bir yandan yerel yönetimin asıl amacı olan “Talimhane-Gezi-Meydan” bütünleşik yaya alanı oluşturulmuş olur, öte yandan, Taksim’in, kenti kent yapan tüm öğeleriyle canlılığı bir ölçüde olsun korunur.

Aykut Köksal

Çözüm bekleyen asıl uzlaşmazlık konusu ise “Taksim Kışlası-Gezi” tartışmasında düğümleniyor. Bir yanda Taksim Kışlası’nın yeniden inşasını dayatan yerel yönetim (ve geride talebin gerçek sahibi olan merkezi yönetim) var, öte yanda Gezi’yi mutlak bir koruma nesnesi olarak gören ve bugünkü haliyle korunmasını isteyen STK’lar ve –önemli bir kesimiyle- akademya. Koruma kurulunun bu bağlamda aldığı kararlar ise açıklıktan epey uzak, en azından anlamlandırılmayı bekliyor; tabii bu belirsizlik durumu yeni yorumlara da kapı

açıyor. Kısacası, “Gezi sorunu” tartışmaların odak noktasında duruyor. Bu sorun bağlamında da aynı soruyu yineleyebiliriz: Aktörlerden hiçbirini dışlamayan ve söz konusu yaklaşımların tümünü içselleştiren, çözüme odaklanmış bir proje geliştirilebilir mi? Önce, Gezi’nin ortaya çıkışındaki işlevine ve anlamına bakalım. 1940’ta, Prost Vadisi ile Taksim Cumhuriyet Meydanı’nın eklemlenme noktasında yer alan Taksim Kışlası yıkıldı ve yerini bir promenade (gezi) alanına bıraktı. Bu düzenleme özellikle vadiye bir giriş kapısı oluşturmak için gerçekleştirilmişti. Prost’un 1939 tarihli projesi, Gezi’yi yapılaşmaya kapatmıyor, hem konut, ticaret ve kültür işlevlerine yer veriyor, hem de katı eksenel bir düzenlemeyle, meydana açılan, yükseltilmiş anıtsal bir giriş oluşturuyordu. Prost’un ilk projesi birkaç değişiklik ve ekle uygulandı: Gezi, yapılaşmanın yer almadığı bir park alanı olarak düzenlendi, yükseltilmiş anıtsal giriş ise (hiçbir zaman dikilemeyecek) İnönü heykeli ile anlamlandırıldı. Bu anlamlandırma bütüne de yansıyacak, Gezi’nin adı “İnönü Gezisi” olacaktı. Dönemin “buyurgan” mimari dili ise, bu anlamın mekândaki karşılığıydı. Bugün artık ne Gezi’nin başlangıçtaki işlevinden söz etmek olası, ne de anlamından. Prost Vadisi yapılaşmalarla bugüne dek adım adım yok edildi, Gezi ise vadiyle ilişkisi kopmuş, meydana bitişik bir parka dönüştü. Son günlerde Asker Ocağı Caddesi üzerindeki zarif köprünün yıkılışı bu kopuşun simgesi gibi. Yok olan sadece başlangıçtaki işlev de olmadı; Gezi’ye yüklenen ve anıtsal giriş platformunda somutlaşan –adının da gösterdiğianlam daha 1950’de, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle ortadan kalkmıştı. İnönü heykelini taşıyacak kaidenin (depodan taşınan heykelle birlikte), 1982’de, Maçka’ya, İnönü Evi’nin yanındaki parka yerleştirilmesi bu anlam yitiminin geç bir tescili oldu. Bugün, merdivenlerle çıkılan yükseltilmiş anıtsal giriş, parkla meydanı birbirinden koparan bir engele dönüşmüş durumda. Kısacası, döneminin mimari özelliklerini yansıtmasına ve bu niteliğiyle kent belleğinin bir parçası olmasına karşın, Gezi’nin mutlak ve “değiştirilemez” bir koruma nesnesi olarak görülmesi, hem yaşamın kendisiyle çelişiyor, hem de yerel yönetimle konuyu tartışmaya kesin bir engel oluşturuyor. Yerel yönetimin yeniden inşa etmek istediği Taksim Kışlası’nı ise özellikle koruma kurulu kararları bağlamında ele almak gerek. Taksim Kışlası’nı “bir kültür varlığı” olarak tescil eden kurul kararı 9 Şubat 2011 tarihli. İlginç olan, koruma kurulunun, yapıyı hem “yerinde mevcut olmayan Taksim Kışlası” olarak tanımlaması, hem de korunması gerekli “bir kültür varlığı” olarak. Burada en azından bir mantık hatası olduğu açık. Koruma kurulu aynı kararda, kışlanın “ne şekilde ihya edileceği ile ilgili olarak restitüsyon ve rekonstrüksiyon [sic] projelerinin” sunulmasını istiyor. Kurul bir yandan, hiç tartışmaya gerek görmeden bir koruma biçimi


solda: “İnönü Gezisi”nin anıtsal girişi, 1940’lar. İnönü heykelinin kaidesi yerleştirilmiş, heykelin kendisi ise depoya kaldırılmış. Kaynak: Cumhuriyet Devrinde İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1949, s.62. altta: Prost’un 1939 tarihli Gezi tasarısının aksonometrik çizimi: “Kışla alanlarının düzenlenmesinin şematik görünüşü”. Kaynak: İmparatorluk Başkentinden Cumhuriyet’in Modern Kentine: Prost’un İstanbul Planlaması (1936-1951), İstanbul Araştırmaları Katalogları 7, İstanbul, 2010, s.377.

defter

Önce, rökonstrüksiyonu koruma bağlamında tartışmak gerek. Mevcut olmayan bir yapının rökonstrüksiyonu için olmazsa olmaz iki koşul zorunlu: Yeniden inşayı meşru kılacak bir neden ve yeniden inşa edilecek yapıya ilişkin eksiksiz belgeleme. Taksim Kışlası bu iki koşulu da doğrulamıyor. Kışlaya ilişkin eldeki belgeler birkaç fotoğraf ve haritalar üzerindeki bir lekeden ibaret; bunlarla bir rökonstrüksiyon değil, olsa olsa temsili bir “dekor” yapılabilir. Nitekim koruma kurulu, 11 Aralık 2012’de, yerel yönetimin kurula sunduğu rökonstrüksiyon projesini “bilgi ve belge” eksikliğini gerekçe göstererek geri çeviriyor. Hiç kuşkusuz, kurul üyeleri kışlayı tescil ederken de yapıya ilişkin “bilgi ve belge” eksikliğini biliyorlardı. Yani koruma ilkeleri çerçevesinde rökonstrüksiyonun olanaksızlığı baştan belliydi. Öyleyse tescil kararı, zorunlu bir rökonstrüksiyon kararı olarak okunmayabilir mi? Yeniden inşa edilecek kışlanın meydanın bugünkü mekânsal yapısıyla yaratacağı çelişki ise ayrı bir konu. Bilindiği gibi, Taksim Kışlası’nın anıtsal girişinin de yer aldığı ana cephesi Cumhuriyet Caddesi’ne -o dönemdeki adıyla Pangaltı Caddesi’ne- bakıyordu. Bugün Cumhuriyet Caddesi adını taşıyan yol, 18. yüzyıldan beri doğurucu ve yapı kurucu eksendi, üstelik bu yapı kuruculuk İstanbul’un modernleşme sürecinde de belirleyici olacak, merkez bu eksen üzerinden kuzeye doğru tırmanacaktı. Bugünkü Taksim Meydanı, yıkım sonrasında ortaya çıktı; böylece 1930’larda arka planda kalan ve ahırların yer aldığı alan, meydanın ağırlık noktası haline geldi, Cumhuriyet Caddesi ve onun ekseninde yer alan anıt da geri plana itildi.

19 XXI - MAYIS 2013

olarak rökonstrüksiyonu onaylıyor, bir yandan da rökonstrüksiyonun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine projeyi gördükten sonra karar vereceğini –örtük olarak- belirtiyor.

Kışla özgün yerleşimiyle yeniden inşa edilecekse, ana cephe geri planda kalan –artık cadde niteliğini de yitiren- alana bakacak, eskiden ahırlara bakan yan cephe ise kışlanın meydana bakan ana yüzü olacak.1 Sonuç olarak, bir rökonstrüksiyonun, daha doğrusu sözde-rökonstrüksiyonun, hangi sorunlara gebe olduğu açıkça görülüyor. İşte bu durum – belki sorunun çözümünü de getirecek- yeni bir yoruma kapı açabilir. Bu yeni yorum önerisini şöyle özetleyebiliriz: Kışlanın, koruma kurulu kararıyla koruma planına işlenen lekesi, bir rökonstrüksiyon temsili olarak değil, Gezi’nin yeniden planlanmasında dikkate alınması gereken bir “iz” olarak değerlendirilebilir. Başka bir deyişle, değişim dinamiklerini yadsımayan çağdaş bir korumacılık anlayışıyla, bugün artık mevcut olmayan Taksim Kışlası, bellekteki iziyle mekânın bugününe taşınabilir, tabii bugünün mimari diliyle, bugünün bilgi üretimiyle. Bu “iz”in yorumu her türden soyutlamaya da açık olacaktır; “iz” mekândaki ifadesini bir parkın peyzaj düzenindeki lekede de bulabilir, bir yapının izdüşümünde de.2 Bunu belirleyecek olan ise öncelikle Gezi alanının yeni programı olacak, bu da tüm aktörlerin katıldığı bir çalışmayla tanımlanacaktır. Gezi’nin yeni bir anlayışla ele alınması, Taksim Meydanı’nın da yeniden düşünülmesine olanak sağlayabilir. Günümüzde sadece bir ulaşım kavşağı görünümündeki Taksim’in, meydan karakterini kazanması için mekânı tanımlayan arayüzlerin yeniden değerlendirilmesi zorunlu. Yeni bir bakış, Gezi/Meydan arayüzünü de bu bağlamda yeniden ele almaya olanak verecektir. Taksim Meydanı’nın, yaratıcılığa da kapı açan özgür bir yaklaşımla ele alınması için geç değil. Sadece biraz sağduyu gerek, hepsi bu.

1 Ahırlar yıkıldıktan bir süre sonra, kışlanın ana yapısının da yıkılmasına karar verilmesinde bu da rol oynamış olabilir. 2 Kentsel mekândaki sürekliliği “iz” üzerinden yorumlayan bu yaklaşıma örnek olarak, 1989 sonrasında Berlin’de, Potsdam ve Leipzig meydanlarının planlanması gösterilebilir. Potsdam ve Leipzig meydanlarının bellekteki izler üzerinden planlanmasını koruma bağlamında ele alan bir yorum için bkz. Aykut Köksal, “Yitik Kentin Peşinde”, Anlamın Sınırı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2009, ss.103-121.


Hesaplamalı Tasarım KESİŞEN YOLLAR BAŞLIKLI KONFERANS, HESAPLAMALI TASARIM TEORİSİ, UYGULAMA VE METODLARINA ODAKLANAN MİMARLARI BİR ARAYA GETİRDİ. Günümüzde hesaplamalı tasarım, özellikle Türkiye gibi Batılı olmayan ortamlarda biçimin yapılanması için kullanılıyor, bu durum ise mimarlık ve tasarım üretim süreçlerini dönüştürüyor. Hesaplamalı tasarım yazılımındaki gelişmeler paralelinde Türkiye'deki mimar ve tasarımcılar da artık form üretmek için bu metoda başvuruyorlar.

Katılımcılar; Carlos Pérez Albà, Luis Fraguada, Sigrid Brell-Çokcan, Durmuş Dilekci, Elif Erdine, Gökhan Karakuş, Nilüfer Kozikoğlu, Salih Küçüktuna, gelişmiş Türkiye ve dünyada mimarlık alanındaki hesaplamalı tasarım metodarı ile ilgili bireysel perspektiflerini ve deneyimlerini sundu, ardından Türkiye’de son 10 yılda gelişmiş hesaplamalı tasarım perspektifleri üzerine yoğunlaşan panelde, Türkiye’de bu konuda aktif mimar ve tasarımcılar hesaplamalı tasarım ve kullanımı üzerine düşüncelerini ve deneyimlerini dinleyicilere aktardı.

MAYIS 2013 - XXI 20

güncel

Bu paralelde etkinlik konuşmacıları ve panelistler hesaplamalı tasarım yöntemleri, bu yöntemlerin tasarım ve mimaride uygulanması ile farklı kültürlerdeki kullanımları gibi konulara odaklandı. Türkiye gibi endüstriyel ve geleneksel yapım sistemlerinin birbiriyle iç içe olduğu bir ülkede hesaplamalı tasarım metodları nasıl uygulanır? Tasarımcılar hesaplamalı tasarımı tasarım stüdyolarında ve buna bağlı yapım alanlarında nasıl kullanıyor? Tasarımları üretim aşamasına geldiğinde ne tür pratik sorunlar ile karşılaşıyorlar? Hesaplamalı tasarım yazılımları, üretim atölyesi yazılımları

ve BIM (Building Information Modeling) gibi mühendislik yazılımları ile ne gibi bir arayüzde buluşuyor? Tasarımdan üretim sürecine aktarılan verinin doğası nedir? Türkiye'deki hesaplamalı tasarımın kullanımı, bu metodun küresel düzeydeki gelişimi ve yeri ile nasıl karşılaştırılır? Bahsedilen sorular paralelinde gelişen etkinliğin devamının gelmesi amaçlanıyor.

nilüfer kozikoğlu'nun sunumundan

luıs fraguada'nın sunumundan

durmuş dilekci'nin sunumundan



Era Sergisi Ankara'da “BİR VİZYONUN PEŞİNDE: ERA MİMARLIK'IN 40 YILI” SERGİSİ, 7-26 MAYIS TARİHLERİ ARASINDA ANKARA CERMODERN'DE GERÇEKLEŞİYOR. Kuruluşunun 40. yılını kutlayan ERA Mimarlık, deneyimlerini mimarlık, mühendislik ve tasarım dünyasının yakın geçmişine ışık tutan bir sergiyle Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tophane-i Amire Tek Kubbe Salonu’nda 16-30 Ocak tarihleri arasında paylaşmıştı. Bu kez Ankara Cermodern’de yer alan sergi, ofisin bugüne kadar gerçekleştirdiği projeler üzerinden Türkiye mimarlık ortamının değişimini de gözler önüne seriyor. Geçtiğimiz 40 yıl içinde mimarlık üretim tekniklerinde büyük bir dönüşüm geçiren dünyada ve Türkiye’de mimari tasarım sürecindeki çizim ve ifade tekniklerinden iş yapma

biçimlerine, yapı malzemelerinden inşaat tekniklerine dek birçok alanda yaşanan değişimler, mimarlık dünyasının yanı sıra herkesin ilgisini çekecek şekilde sunuluyor. Sergi, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde ERA tarafından gerçekleştirilen projeler ışığında kentlerin de nasıl bir dönüşüm geçirdiğini aktarıyor. Aralarında Shenyang Starmall Plaza inşaat aşamasında olan Ayazağa Kültür Merkezi, Garanti Bankası Teknoloji Kampüsü gibi projeler de bulunan sergi aracılığıyla ERA’nın üzerinde çalıştığı yapılar ve işbirliği yaptıkları çeşitli aktörlerin görüşlerine de yer vererek, mimarlığın yaşamla temas ettiği noktalar da sergiye taşınıyor.

MAYIS 2013 - XXI 22

güncel

Çizgi Üzerine ISTYPE - İSTANBUL TİPOGRAFİ SEMİNERLERİ'NİN ÜÇÜNCÜSÜ PARALELİNDE GERÇEKLEŞECEK OLAN ATÖLYE ÇALIŞMALARI VE KONFERANS İÇİN KAYITLAR BAŞLADI. Türkiye’de tipografik okuryazarlığı teşvik etmek amacıyla düzenlenen ISType - İstanbul Tipografi Seminerleri’nin üçüncüsü 13–16 Haziran tarihleri arasında Sabancı Üniversitesi Karaköy İletişim Merkezi (Minerva Han) ve Salt Galata’da düzenleniyor. 'Çizgi' (stroke) temasıyla gerçekleşecek etkinlik kapsamında konferanslar ve atölye çalışmaları yer alıyor. ISType, öğrencileri, akademisyenleri ve profesyonelleri bir araya getirerek, tipografinin geçmişi, bugünü ve geleceğine dair bilginin aktarım, paylaşım ve üretimini amaçlıyor. Tipografiye ilgi duyan herkesin bu alanın önde gelen isimleriyle buluşabildiği etkinliğin bir diğer amacı da ileride yapılacak bilimsel araştırmalara ortam hazırlamak. Açılış konuşmacısı Tipografik Stilin Temel

Unsurları'nın (The Elements of Typographic Style) yazarı Robert Bringhurst. Diğer konuşmacılar ise MyFonts’un danışmanlarından yazar ve tasarımcı Jan Middendorp; deneysel Beowolf fontunun ortak tasarımcısı ve LetTeRror'un kurucularından Erik van Blokland; süper font ailesi Thesis’in tasarımcısı ve FontFabrik’in yöneticisi Luc(as) De Groot; Linotype’ın tipografi yönetmeni ve Adobe için de pek çok font üretmiş olan Akira Kobayashi, “Bedeni, Toplumu, Kainatı Yazmak: İslam, Cinsiyet ve Kültür Üzerine”nin yazarı akademisyen İrvin Cemil Schick; Arapça font üretimi konusunda uzman Mirjam Somers; FontFeed’in editörü Yves Peters ve tasarımcı eğitmen Rainer Scheichelbauer. Atölye çalışmalarını ise Savaş Çevik, Massimo Polello, Rainer Scheichelbauer ve Erik van Blokland gerçekleştiriyor.

Sürekli bir yenilik arayışıyla kendisini hep daha ileri bir noktaya taşımayı amaçlayan ERA, sergi aracılığıyla mimarlığın yalnızca mimarın kendi erki dahilinde gerçekleştirdiği bir

meslek olmanın ötesinde tüm aktörleriyle hayat bulan, sosyal ve toplumsal boyutuyla yaşamın kendisine dair bir gerçeklik olduğunu iletiyor.



Fotoğraflar: Levent Şentürk

Kopenhag’ın "Kurtarılmış Bölge"si: Christiania’yı Yakmalı Mı?

-Dorte Palm Restlov için-

MAYIS 2013 - XXI 24

dönme dolap

Gittiği her ecnebi kentte, kendini hemen yayalaştırılmış turistik merkezdeki kapalı alışveriş diyarlarına atıp, dünyanın her yerindeki benzer ürün raflarında aynı olan kremlerin ve parfümlerin, giysilerin ve ayakkabıların önünde dikilmeye can atan, ortalama bönlükte gezmenlerden değiliz biz: Bu yüzden, hot dog’umu büker bükmez, kendimizi İlknur’la beraber Kopenhag’ın (København) adalarından birinin sınırında konumlanan Christiania’ya atmak için, bu merak uyandıran aykırı ülkeye doğru taban tepmeyi yeğledik; yakın bir arkadaşımızın "Gez dünyayı, gör Christiania’yı" yollu tavsiyesine uyarak. Kılavuzumuz söz konusu iri, simsiyah gönüllü, bütün gözleri parlak, gamlı ve geveze, kalemnaz kuzgun idi. Kopenhag’ın turistik vasatlık bulvarından merkezkaç kuvvetiyle ecnebileşmek zor değil neyse ki; bir rıhtımdan tabana kuvvet, bir köprüye ulaştıktan sonra, menzile -kahve içimini müteakip- son bir deparlık yol kalır. Ülkenin kırk yıldır süren mücadelesi, mevcut merkez sağ hükümetin yaptırımlarına rağmen sürüyor. Hükümet, 15 yıldır komünün otonom biçimde büyümesine koyduğu imar yasağı ile engel olmaya çalışıyor. Amaç direnişi kırmak, özel mülk sahipliğini ve kapitalist yaşam tarzını dayatmak.

levent Şentürk

Christiania’ya ulaşmanın iki yolu var. İlki, en bilineni: Kopenhag’ın yapı bloklarının arasından; spiral kuleli, barok Vor Frelsers kilisesinin işaret ettiği konumu izleyerek. Afrika sanatını andıran ahşap heykel-sütunların ayakta tuttuğu mütevazı bir takın üzerinde, başka bir "devlet"in topraklarına adım attığınız ilan edilir.

Nazilerin infaz edildiği eski ve terk edilmiş bir askeri arazi, 1971 yılında bir grup kentli tarafından çocuk oyun alanı olarak kullanılmak için işgal edilmeye başlar. Gerisi gelir: Christiania 1989’da kendi topraklarına ve yasasına sahip özerk bir mikro ülkeye dönüşür. Sokak sanatının, marihuana ve haşhaşın, müziğin ve arzunun sembolü olmuş bu benzersiz coğrafya, kırk yılı aşkın süredir birçok baskıya ve sindirme girişimine sahne olmuş. Bunlardan belki en çarpıcısı, 2004 yılında polisin düzenlediği kapsamlı operasyonla uyuşturucu satıcılarının ve silahlı çetelerin dağıtılıp tutuklandığı olaylar. Ancak kısa süre sonra, Kopenhag’da uyuşturucu etkinliği ve buna bağlı şiddet olayları patlama yaparak beş katına çıkar. Serbestçe satılan narkotiklerden gönlünce nasiplenen ve geldiği yere dönmeye karar verip yeniden Kopenhag’a yönelen gezmen, aynı kapıdan hiçbir polis veya güvenlik kontrolü olmadan elini kolunu sallayarak çıkarken kafasını kaldırırsa, takın arka yüzünde o meşhur, kara mizahi sloganla karşılaşır: “Now You Are Entering the EU.” Kırk yıldır bu hayalle yanıp tutuşan bir ülkenin vatandaşını, sloganın mecazi anlamının hediye ettiği giriş kadar bahtiyar edecek bir şey olamazdı herhalde. Gelgelelim bir Christiania’lı için EU, özlenen para birimine mensup muhasır medeniyetin topraklarını değil, gerçek dünyayı, yani kapitalizmi, mülkiyetçi ve ceberut düzeni, tüketim rejiminin sağ politikalarla birleştiğinde ürettiği polis devletini temsil ediyor: "Daha iyi bir dünya" değil; o "daha iyi dünya" hayalinden kaçarak kurdukları "esas iyi dünya" Christiania. Bu giriş, fotoğraf çekmenin (hem) yasak (hem de gayri ahlaki) olduğu, epi topu iki sokaklık meşum yüzü Christiania’nın. Tekinsiz hipster manzaralarının salaşlığı ve dumanlı zevkusefanın bildik sahneleri


Christiania’nın binaları ve oradaki mekan üretimi, bir yanıyla bütünüyle kendine özgü. Yapıların benzerlerine lüks baskılı, "bireysel acayibat mimarisi" örneklerinin sergilendiği kitaplarda rastlanabilir pekala. Bir farkla ki: Bu tür, "kendi dünyalarını yaratmış uçuk insanların, uçuk kaçık yaşam çevreleri" türünden "insanat bahçegahı" imalı pahalı kitaplar, okurun bir tür kibirli orta sınıf belgeseli havasında, bu sirk insanlarını mimlemesini sağlar. Bu tür gözbağcı kitaplarda örnekler daima tekildir ve (b)okur, her seferinde "gülgeç"lik bir istisna ile karşılaştığı duygusunu korur.1 Christiania’daysa, yapıların neredeyse tamamı serbestçe, özgürce, yani anarşik biçimde üretildiği için, anti-kapitalist bir kentsel süreçten de bahsedilebilir. Yapıların tek tek seyirlik veya albenili bir yanı yok; cepheleri rengarenk bezeyen yazılamalar sayılmazsa. Daha çok ehlikeyif, eklemli, zamanla evrilmiş bir gecekondu mantığından bahsedilebilir burada. Bu keyfiyet, kimi kere, Kopenhag’ın ya da Danimarka’nın

Sözgelimi ülkenin güney ucuna yakın bir kent olan Vordingborg, küçük ana-adanın son kıyısı ve daha kırsal/ tarımsal bir çevrede konumlanır. Vordingborg’un tarihi kent merkezindeki konutlar, sözünü ettiğim yerelliğin tipik örneklerini sergiler. Bu konutlar, büyük oranda müstakil, kare benzeri bir plan üzerine oturan, yüksek kırma çatılarının altında ilave yarım kata sahip dubleksler; cephelerinde tuğlanın hakim olduğu, cephe bezemeleri de çoğunlukla tuğla olan, gayet yüksek yapı kalitesine (en azından restorasyon kalitesine) sahip yapılar. Kent merkezindeki bu binaların ahşap ya da tuğla eklentileri nadiren göze çarpıyor ve ana kütleye eklentiler minör boyutta kalıyor. Sıvalı yapılar elbette var ama alttaki tuğla dokusunun sıvada rölyef gibi okunaklı olması, sözünden çıkılmayan bir babaya itaat edercesine, estetik bir tercih olarak hem iç mekanlarda hem de cephelerde varlığını hissettiriyor. Kent merkezinin dışında, çiftliklere ve daha kırsal mahallere doğru yapı çeşitliliği ve boyutlanışı doğal olarak artıyor; bununla beraber, hakim geleneksel tını değişmiyor. Modern yapılar bile, bu yerelliği mimari bakımdan temel alıp çeşitlemenin ötesine geçmiyor ve radikal bir görsellik iddiasına hiç mi hiç girişmiyor. Christiania’daki yerelliğe gelince: Kıta Avrupası’na yabancı değil. Kimi kere bu yerellik, minyatürleştirilip karikatürize de ediliyor. Bazen başka kiçleştirmelerle bireysel ritüellerin estetik çevreleri üretiliyor. Christiania’daki mimarinin belli bir biçeminden söz etmek, işi abartmak olur. Christiania’nın sokaklarını, gezme mesaileri dolana dek işgal eden, benim de dahil olduğum turist güruhu çekildikçe ve esas işgalciler ortaya döküldükçe, manzara bütün bütüne değişiyor olsa gerek. Christiania’da kulübeden hallice evler yok sadece; işgal edilmiş birçok büyük bloklar da var. Nüfusu bine yaklaşan ve büyüklüğü otuz beş dönümü geçmeyen Christiania’da sinema, konferans salonu, bisiklet üreticisi, caz kulübü, hediyelik eşya dükkanı, yerel radyo ve televizyon istasyonları, büfe, manav, organik meyvesebze pazarı, vejetaryen restoranı, demirci, bir pub, büyük bir rock müziği kulübü, açık hava müzik kulübü ve kafesi, bir opera, marangoz, bir başka restoran, fırın,

döviz bürosu, büyük bir konser ve toplanma salonu ve bir yapı-market var. Kısacası, burası basit bir gecekondular ve keşler topluluğuna indirgenemeyecek karmaşıklıkta, entelektüel bir yerleşke. Komünitenin yaşam biçimini ele veren toplanma mekanları göze çarpıyor. Bunlardan biri, çeperlerine salaş barlarla lokantaların dizildiği, konserler için ayrılmış meydan. Diğeri, onun hemen arkasında konumlanan, Christiania’lıların evsel ihtiyaçlarının büyük bölümünü karşılayan büyük dükkan. Burası, eskiciyle yapı-market arası bir yer. Ahşap makas çatılı, tuğla duvar örgülü, iki buçuk kat yüksekliğinde bir 19. yüzyıl ardiyesi. Ahşap asma katın altında her türlü tesisat ve yapı malzemesi temin edilebiliyor. Üst kat evsel kullanıma yönelik ikinci el eşya pazarı görünümünde. Biz buranın gıcırdayan ahşap asma katında dolaşırken beliren, 50’lerinde olduğunu tahmin ettiğim deri ceketli, uzun boylu bir kardeşimiz, kapının önündeki forkliftte dizili halde bekleyen azman bir likit gaz tüpünü, altı aylık bebeğini kucaklar gibi omzuna bindirip, hiçbir şey olmamış gibi, geldiği yöne doğru yürüdü. Christiania’nın, içindeki haşerelerle yakıldığını hayal edenler olabilir. Christiania’yı yakmalı mı? Sorunun Türkiye versiyonunun cevabı belli: Madımak’ı yakanlar büyük olasılıkla Christiania’nın küllerini bile her yıl yeniden ve yeniden yakma törenleri yapmak isteyebilirdi. Kopenhag versiyonundaki cevap ise o kadar yalınkat değil: Danimarkalıların önemli bir bölümü, bu mikrop yuvasını, bu fuhuş ve uyuşturucu batağını, çetelerle suçluların yatağı olmuş bu başına buyruk mezbeleliğin kapatılmasını canı gönülden arzu ediyor olabilir. Gelgelelim, Kopenhag’da yaşayıp da kalbinin bir parçasıyla Christianialı olduğunu hissedenlerin yanı sıra Christianialılar da varlık mücadelelerini sürdürüyor. "Nefsinin ecnebisi" aylaklar kadar aşıklar, ipini koparmış serseriler kadar turistler, her şeyden ikrah getirmişler kadar eşcinseller ve aktivistler, kendini bile iplemeyen umutsuzlar kadar müzisyenler; kalbi kırıklar kadar aileler, gönlü genişler kadar politikacılar, ezeli derbederler ve iflah olmazlar kadar çevreciler Christiania’nın yaşamasını istiyor. Daha geniş bilgi için bkz: http://en.wikipedia.org/wiki/Freetown_ Christiania 1 Ey okur, önüne bir ‘b’ eklettirmeden kaybol.

25 XXI - MAYIS 2013

Christiania’ya arka yoldan, bir köprüyü geçince beliren geniş arazinin içinden, toprak yoldan yürüyerek ya da bisikletle gelinebiliyor; araç yolu yok. Alanın bir tarafı göl, öteki tarafı dere; bu iki suyun arasında uzanan dar, şevli, ağaçlı parkurdan yürünüyor. 17. yüzyıla ait askeri savunma alanını tanımlayan geniş bir su engelinin çizdiği kavis üzerine eşit aralıklarla inşa edilmiş geometrik yarımadalar, doğal bir habitat oluşturuyor bugün. Kıyısında Christiania’nın yalıyla gecekondu arası yapıları uzanıyor. Şevin diğer yüzünde, daha yakında, dereye bitişen komün binaları sıralanıyor, yerleşimin merkezine geçit veren ahşap köprüye yaklaştıkça: Konteyner, gecekondu, kır evi, müştemilat bileşimi, otonom yapılardan oluşan, sıra sıra evler ve bahçeleri görülüyor. Mevcut hükümet, Christiania’yı gayri-meşrulaştırma stratejisinin bir parçası olarak birçok yapıyı yıktırmış; yenilerinin yapımını ise yasaklamış durumda.

da dahil olduğu daha geniş bir Kuzey Avrupa yerel mimarlığının biçim dünyasını tekrar etmeye dayanır.

dönme dolap

arasında bulur turistler kendini. Bu, kısa bir ziyaret için gelenler veya dumanlı materyallerle arası iyi olanlar için daha "işlevsel" bir giriş kuşkusuz. Bizim gibi ödlek romantikler içinse, diğer yol daha sevimli ve pastoral olmakla beraber, aslında her iki yol da turistik. Kopenhag gibi orta büyüklükte bir Avrupa metropolünün orta yerinde marjda olmayı bundan daha iyi tanımlayan bir yer daha yok.


Hafif ve Dinamik ALPER GÜNDÜZ TARAFINDAN TASARLANAN 'V', INTERNATIONAL DESIGN AWARD 2012'DE ÜRÜN TASARIMI, İÇ MEKAN MOBİLYALARI KATEGORİSİNDE BİRİNCİ ÖDÜLÜ ALDI. Bekleme odaları ve salonlar için tasarlanan 'V', hem ofiste hem de evde kullanılabiliyor. Deri döşeme, kontraplak ve paslanmaz ayaklardan oluşan bank, enkesitinde ortadan uçlara doğru incelerek hafifliyor ve böylelikle zarif ve dinamik bir heykel ortaya çıkıyor. Ürün, adını bu hafifletme dinamiğinin heykelleşmesinden alıyor.

Mimarlık Eğitiminde Deneysellik ve Eleştiri OULIPO'NUN EDEBİYATTAKİ DENEYSEL ÜRETİMLERİNİN MİMARLIK ALANINDA ARAŞTIRILMASI FİKRİNDEN YOLA ÇIKAN KİTAP, LEVENT ŞENTÜRK'ÜN YÜRÜTÜCÜLÜĞÜNÜ YAPTIĞI MİMARİ PROJE STÜDYO ÜRETİMLERİNİN BİR ÇIKTISI.

MAYIS 2013 - XXI 26

güncel

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Mimarlık bölümünde 2002 yılından beri Levent Şentürk tarafından sürdürülmekte olan bir mimari proje/ stüdyo dersi olan Potansiyel Mimarlık İşliği (Pomi), yüzden fazla öğrencinin on yıllık üretiminin derlendiği bir sonuç ürünü olarak okuyucuyla buluşuyor.

Çalışmaların kronolojik olarak sıralandığı kitaptan bazı projeler: Artık ayakta olmadıkları için belgesel niteliği kazanmış olan ‘İzmit’te Bir Koloni: Balıkçı Barınakları’ kitabın ilk bölümünü oluşturuyor. ‘Kullan-at Mimarlık’ atölyenin çöp plastik pet şişelerle yaptığı yapı fragmanı örneklerini değerlendiriyor. ‘Modulor’ ise Le

Grafik Tasarım Günleri MİMAR SİNAN GÜZEL SANATLAR ÜNİVERSİTESİ, GRAFİK TASARIM BÖLÜMÜ TARAFINDAN DÜZENLENEN GRAFİST 17, 6-11 MAYIS ARASINDA GERÇEKLEŞİYOR. Grafist 17: 17. Uluslararası İstanbul Grafik Tasarım Günleri, sergi, seminer ve atölye çalışmalarından oluşuyor. Etkinliğe bu yıl Hollanda’dan Richard Niessen ve Esther De Vries, Çek Cumhuriyeti’nden Filip Blazek, Danimarka’dan Finn Nygaard, Portekiz’den Helena Braga Barbosa ve Türkiye’den Ayşe Karamustafa katılıyor. Atölye çalışmaları, seminerler ve sunumlar, 6-11 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşirken, etkinliğin sergiler dizisi ise Mayıs ayı boyunca izlenebilecek. Detaylı bilgi için: www.grafist.org

Corbusier’nin Modulor ölçeğini, Marsilya’daki Unité de Habitation yapısının 1/50 maketi üzerinden eleştiren ve Pomi’nin Bilsar’daki ilk sergisiyle sonuçlanan üçüncü bölüm. ‘Kaçan Duvar’, stüdyonun üç bin tuğla kullanarak yaptığı dış mekan animasyon filmi sürecini ve konvansiyonel mimarlığın eleştirisini içeriyor. ‘Nezih Bir Mimarlığa Doğru’ bölümü, grubun Eskişehir’deki kiç mimarlıktan yola çıkarak hazırladığı, alaycı bir kent ilüstrasyonları kataloğu. Bir tasarım stüdyosunun on yıllık

serüvenini iki dilde anlatan kitap, ‘Deneysellik Üzerine Bir Manifesto?’ başlıklı epilogla kapanıyor. Pomi

Potansiyel Mimarlık İşliği - Bir Tasarım Stüdyosunun Onyılı (2002-2012) Studio for Potential Architecture – A Decade of a Design Studio Codex Mimarlık Kitaplığı Atölye Dizisi 1, Esogü Mimarlık Bölümü Yayını, 2012 Kapak tasarımı: Koray Danışan İngilizce çeviriler: Osman Şişman, Başak Güçyeter



Öteki Zamanlar Öteki Mekanlar

Eşİk cİnlerİ

Gündelik mekanların tanımlı ve tanıdık kullanımları çoğu kez mekan olgusunun karmaşık çok boyutluluğunu algılamayı engelliyor. Alışık olduğumuz mekanlarda alışık olduğumuz davranış biçimlerini yineler ve gözlemlerken, öğretilmiş ve öğrenilmiş düşünsel, duygusal ve bedensel kalıpların dışına çıkmak kolay olmayabiliyor. Mekan dediğimiz olgunun dört duvardan ibaret olmaktan başka öznelerle, nesnelerin maddeselliğine de indirgenemeyeceğini; anılarla, duygularla, imgelemlerle ve psişik mekanizmalarla beslenerek varlık kazandığını unutabiliyoruz. Ancak herhangi bir mekanın bu çok boyutlu algısında, öngörülmesi olanaksız sayıda bileşen olduğu kadar mekan tasarımcılarının da payı olduğunu hatırlamak gerek. Bu bağlamda, çağdaş sanatın en güçlü mekansal ifade biçimlerinden olan yerleştirmelerin mekanın karmaşık bileşenlerini ve bunların ilişkilerini fark ettirmeleri açısından çok değerli olduklarını düşünüyorum.

MAYIS 2013 - XXI 28

18 Ocak - 31 Mart 2013 tarihlerinde Lizbon’da Gulbenkian Müzesi'nin bir yan kuruluşu olan Modern Sanat Merkezi'nde sergilenen bir yerleştirme, tam da böyle bir bakış açısından dikkat çekici. Afgan sanatçı Lida Abdul tarafından tasarlanan 2013 tarihli çalışma Time, Love and the Workings of Anti-Love (Zaman, Sevgi Ve Sevgisizliğin İşleri) başlığını taşıyor. Ödüllü bir prodüktör ve film yapımcısı olan Damon Lee tarafından seslendirilen eser, 541 adet 3,7x2,6 cm boyutlarında siyah/beyaz fotoğraf ve kullanılmış, eski model bir fotoğraf makinesinden oluşuyor. Lida Abdul, eserleri uluslararası sergi ve bienallerde yer almış bir video ve performans sanatçısı. İşlerinin konusu Afganistan’ın yirmi yıldan fazladır süregiden politik karmaşasının gündelik hayat üzerindeki izleri.

gülsüm baydar gulsum.baydar@ieu.edu.tr

Modern Sanat Merkezi’nin beyaz duvarlarla çevrili geniş dikdörtgen salonunda ilk algılanan ortadaki boşluğun büyüklüğü. Girer girmez tok ama yumuşak bir erkek sesiyle belirsiz bir kaynaktan aralıklı olarak

yayılan kelimelerin anlamını, iki dizi halinde duvarları göz hizasında çevreleyen 541 fotoğrafın içeriğini ve bunların girişten uzağa konumlanmış asırlık fotoğraf makinesiyle olan ilişkisini algılamak zor. Ancak boşluğun göreli büyüklüğü, kelimelerin kararlı tonu ve fotoğrafların duvar yüzeylerinin büyüklüğüyle tezat oluşturan küçücük boyutları, etkileyici bir güçle izleyiciyi kendine çekiyor. Duvara yaklaşıldığında fotoğrafların her birinin muhtemelen ortadaki derme çatma fotoğraf makinesiyle çekilmiş siyah beyaz bir vesikalık olduğu belirginleşiyor. Makinenin eskiliği ve pozlama süresinin uzunluğu fotoğrafların bulanıklığına, gülümsemeyi bile çoktan unutmuş yüzlerdeki ifadelerin tedirginliğine yansıyor. Mekana yayılan sözcükler ise şöyle sıralanıyor: Bir keresinde yarım gününü bir merceğin ardında gizlenerek ya da başının üstünde kirli bir bez parçasıyla geçiriyorsun Bir keresinde onyıllardır ölümün yanı başında uyuyan bir adamın yüzüne bakıyorsun Bir keresinde gülmek için hiçbir nedeni olmayan çocukların yüzünü görüyorsun Bir keresinde etrafta hiç kimse yokken günler boyu boşluğun fotoğrafını çekiyorsun Bir keresinde kendinle kamera arasındaki incecik karanlığa sığınmışken kendini daha güvende hissediyorsun Bir keresinde kafesteki kuşların resmini çekiyorsun Bir keresinde unutmanı sağlamak için gözlerini yakan çöl rüzgarlarının lütfu sayesinde körleşiyorsun Bir keresinde ikinci kez evlenmek istediği için kendisini daha genç göstermeni isteyen çok çocuklu bir kadını dinliyorsun Bir keresinde fotoğrafını çektiğin insanlara habire onları tanıyıp tanımadığını soruyorsun Bir keresinde kameranın karşısında çocuk gibi ağlamaya başlayan bir adamın yüzünü örttüğünü görüyorsun Bir keresinde çocuk askerlerin toz, gözyaşı ve dumanla karışmış yaralı ve yıkanmamış yüzlerini görüyorsun Bir keresinde burkalarının ardında gizlenmiş yüzlerce kadını fotoğraflıyorsun Bir keresinde hangisinin halen hayatta hangisinin hayalet olduğunu merak ederek teslim alınmamış fotoğraflara bakıyorsun Bir keresinde seni fotoğraflayacak birini arıyorsun Bir keresinde rüyaların yabancı yüzlerle doluyor Sonra yaşamak, ölmek, rüya görmek ya da sevmek farksız kalıyor Sonra hasret fazla aldığında seni öldürecek bir şarap oluyor Sonra gün bitiminde korku yanı başında oturuyor Ve gördüklerinin ve hayal ettiklerinin ve hala deneyimlenecek olanların öykülerini paylaşıyorsun1 Bu dizelerle bütünleştiğinde, sıradan nesnelerin sıradışı yerleşiminden oluşan yapıtta, el yapımı ahşap çerçeveli boyası dökülmüş fotoğraf makinesi bir sunak, makinenin yan yüzeyinde sergilenen çeşitli boyutlardaki vesikalık fotoğraflar birer adak, ortamı


karşı sayfada üstte: Lida Abdul, Time, Love and the Workings of Anti-Love, Yerleştirme, Modern Sanat Müzesi, Lizbon, Portekiz, 2013. Sergi afişi. altta: Lida Abdul, yerleştirme. Fotoğraf: Gülsüm Baydar

Her şeyden önce ortamı dolduran sesin kararlı, dingin ve duraksamalı tonuyla beslenen metnin içeriği, kameranın gerisindeki öznenin ortak olduğu acılar karşısındaki çaresizliğini vurguluyor. Müşterilerine nasıl oturmaları, nasıl bakmaları, başlarını ne yöne çevirmeleri gerektiğini söyleyen iktidar sahibi fotoğrafçının yerini, onlardaki zorlu yaşam izlerini kaydeden sessiz bir şahit alıyor. Yerleştirmenin bir kadın sanatçıya ait olmasına rağmen metnin bir erkek sesi tarafından okunması ise bu özneyi çoğullaştırıp kolektif bir birey haline getiriyor. Abdul “Afganistan fiziksel olarak yıkıldı, evet, ama yaşamı sürdürmek için gereken esneklik dinmeden sürüyor. Dil ve ev kavramları ve öteki algısı o kadar radikal biçimde değişiyor ki geride kalanlar ve mülteciler yaşadıkları konusunda konuşmayı çoğu kez reddediyorlar. Hepimiz bu sessizliğin tarihini biliyoruz” diyor.2 Farklı cinsiyetlerde, farklı yaşlarda 541 yüzün tanımlaması zor ifadeleri izleyiciye odaklanırken (ve dolayısıyla izleyiciyle fotoğrafçının bakışlarını çakıştırırken), sergiyi gezenler için herhangi bir sanat eserinin karşısında takınabilecekleri yargılayıcı konumu korumak olanaksız hale geliyor.

konumlanan izleyici, başka coğrafyalarda yaşanan başka zamanların sesleriyle ve yüzleriyle karşılaşmanın etkisiyle, bastığı zeminin tedirgin edici kayganlığını hissediyor. Fotoğrafları çekenin bedensiz sesiyle, fotoğraftakilerin sessiz imgeleriyle, izleyicilerin ise hareketli bedenleriyle yer aldıkları bu düzenekte, metni okuyan sesin, fotoğraflardaki yüzlerin ve izleyicilerin farklı dünyaların özneleri olduğu gerçeği hiçbir zaman silinmiyor. Bunu mümkün kılan yerleştirmede yer alan her bir özne ya da nesnenin tamamlanmamışlığının korunması. Abdul’un yerleştirmesinin mekan tasarımcıları için esin kaynağı olacak en önemli unsurunun da sahte bir tamamlanmışlık iddiası taşımaması olduğunu düşünüyorum. Abdul ne Afganistan’ın kültürel coğrafyasını ne politik karmaşasını ne de bireylerin özgül öykülerini bire bir aktarma iddiasında. Tam tersine, tasarım disiplinlerinin mükemmellik arayışında tümüyle bilinebilir ve tanımlanabilir olduğu varsayılan özneler, nesneler ve mekanlarla ancak parçacıllıkları, bitmemişlikleri ve temsiliyetleri yoluyla tanışabileceğimizi; üstelik böyle bir tanışmanın ne kadar daha gerçek olabileceğini göstermesi açısından alabildiğine güçlü, etkileyici ve esinlendirici. 1

Sergi girişinde izleyiciye sunulan metinden çeviren; Gülsüm Baydar.

2

www.lidaabdul.com/statement.htm

3

Roland Barthes, Camera Lucida: Reflections on Photography,

Richard Howard, trans. (New York: Hill and Wang, 1982), 10-11.

Kültür kuramcısı Roland Barthes, bir yazısında fotoğrafın özneyi bir imgeye indirgediğini, dolayısıyla bedeni öldürdüğünü öne sürüyor.3 Abdul’un yerleştirmesinde yer alan fotoğraflar güçlerini tam da bu niteliklerinden alıyorlar. Bu siyah beyaz fotoğraflar, ait oldukları bedenlerin temsiliyetleri değil, tam da bu bedenlerin yok oluşlarının ifadeleri çünkü. 541 çift göz kendisine bakarken izleyicinin bu yokluğu duyumsamaması olanaksız hale geliyor. Abdul’un yerleştirmesi izleyicisini ne pasif bir gözlemci konumuna indirgiyor ne de fotoğrafı çeken ya da fotoğrafı çekilenlerle özdeşleşmesine izin veriyor. Mekanı güçlü kılan da hem onu oluşturan özneler arasındaki mesafeyi hem de birisi olmadan diğerinin de var olamayacağını fark ettirmesi. Bir batı metropolünde, dijital dünyanın sağladığı tüm olanakları sunan bir modern sanat müzesinde

29 XXI - MAYIS 2013

dolduran ses ise bir ilahi niteliğine bürünüyor. Abdul’un kurgusunda fotoğrafı çekenle fotoğrafı çekilen ve sergiyi gezenle sergilenen arasındaki alışılageldik iktidar ilişkisi darmadağın oluyor. Nedir bu güçlü iletişim ağını mümkün kılan?

Eşİk cİnlerİ

bu sayfada Lida Abdul, yerleştirmeden ayrıntılar. Fotoğraflar: Gülsüm Baydar


Bir Kalkınma Modeli Olarak Kentsel Dönüşüm

fotoğraflar: Emre Kapçak

MAYIS 2013 - XXI 30

kentsel dönüşüm

Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun yürürlüğe gireli bir yıl oldu. Peki mimarlar ve plancılar bu yasa kapsamında sözü edilen kentsel dönüşümün neresinde durabilir ve onu avantaja çevirecek yöntemler geliştirebilir? XXI’in bu ayki dosya toplantısı için bir araya gelirken hepimizin aklındaki ana soru buydu. Ancak dönüşüm süreçlerindeki belirsizlik, ne olacağına dair farklı senaryolar üzerine uzun seanslar yapmamızı zorunlu kıldı. Konuştukça fark ettik ki tasarımın kentsel dönüşümde ana etkenlerden biri olabilmesi için öncelikle ardındaki motivasyonun ona uygun olması gerekti. Kentsel dönüşümün kentlilerin daha kaliteli yaşam alanlarına sahip olmaları amacıyla mı, yoksa inşaat sektörüne dayalı ekonomiyi geliştirmeye yönelik olarak mı gündeme getirildi? Bugünkü uygulama girişimleri çerçevesinden bakınca durumun ikincisi olduğu aşikar. Hal böyleyken bu yasayla nelerin değişeceğini konuşmak için Salt Galata’da Adnan Kazmaoğlu, Cem İlhan, Faruk Göksu, Hüseyin Kaptan ve Murat Cemal Yalçıntan ile bir araya geldik. Bize kapılarını açan Salt’a ve konuşmacılara teşekkürlerimizle. Bu kadar çok sorunun yanıtını veremediysek bunun nedenini toplantı süresinin azlığında değil, yasa sonrasında başlayan süreçteki belirsizliklerde aramanız ricasıyla. Hazırlayan: Hülya Ertaş


Faruk Göksu: 6306 sayılı yasanın kapsama alanı afet riskli yapıların dönüşümü olarak belirtilmesine rağmen, yasa kentlerin bütününün dönüşümünü amaçlıyor. Bunu yasada tanımlanan üç alandan anlıyoruz. Birincisi riskli binalar; yasa parsel bazında riskli binaların tespit edilerek yıkılmasını öngörüyor. İkincisi riskli alanlar; parselden alan bazına geçerek ölçek değiştiriyor. Üçüncüsü ise rezerv alanlar. Bu noktada işin şekli değişiyor. Yani bir yerler boşaltılarak orada yaşayanlar başka yerlere transfer edilecek. Bu kapsamda da ilk icraat oldu: İstanbul’a iki tane yeni kent kuruluyor ki bunlardan biri rezerv alan ilan edildi zaten. Yeni İstanbul olarak tariflenen yer kuzeybatı-güney yönünde Karadeniz ile Küçükçekmece arasında 40 bin hektarlık bir rezerv alan. Bu alanda üçüncü havaalanının, yeni yerleşimler ile Küçükçekmece etrafındaki dönüşümün gerçekleştirilmesi öngörülüyor. Demek ki yasanın kapsama alanı o kadar geniş ki sadece afet riskiyle tanımlanamaz. Bunun adı kentsel dönüşüm. Bu yasayla Türkiye kentleri üçüncü dönüşüm sürecine giriyor. Birinci süreç 1960-80 arasında apartmanlaşma ve gecekondulaşma tipolojisinin ortaya çıktığı 40-50 yıllık süreç. İkinci süreç 1980 sonrasındaki gecekondu dönüşüm süreci. Bu süreç de bir yasayla başlamıştı, tıpkı bu afet yasası gibi. 2981 sayılı yasa gecekonduları apartmanlaşmaya ve düzensiz yapılaşmaya dönüştürmüştü. Şimdi bugünkü yasa, bir öncekinin ortaya çıkardığı yapı stokundan afet riskli olanlarını dönüştürmek adına ortaya çıktı. Bu noktada, "Deprem riski olmasa bu kentleri dönüştürmeyecek miyiz?" sorusu gündeme geliyor. Orada da yaşam kalitesi riski konuya giriyor. Bu riski azaltmaya yönelik yasada bir düzenleme yok. Diğer dönüşüm süreçleriyle arasındaki en önemli fark da burada yatıyor. 2981 sayılı yasaya göre ikinci temel fark 2/3 kuralı. Riskli bina tespitinde hiçbir şekilde çoğunluk aranmıyor. Bir mülk sahibi binada riski tespit ettirdiğinde üç ay içinde yıkılması zorunluluğu getiriyor. Yaşam açısından bakıldığında bu yanlış değilmiş gibi görünüyor fakat bina yıkıldıktan sonra burada ister parsel, ister ada bazında proje geliştirmeniz için yasa 2/3 çoğunluğu yeterli görüyor. Bunun olumlu ve olumsuz yönleri var. Örneğin yasa süreci hızlandırıyor ama en büyük tehlike tasarımın es geçilmesinde. Bu yaşam alanlarının yeniden tasarımı nasıl olacak? Yapımcı aktörler değişiyor. İki dönüşüm sürecinde de aktörler çoğunlukla bizim yapsatçı dediğimiz, parsel bazındaki yatırımcılardı. Bu profilde değişiklikler olacak. Bu yasayla en önemli aktör ister Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ister TOKİ deyin devlet. Devlet eskiden bu kadar baskın değildi, şimdiyse yeni şehirleri, büyük projeleri yapmak için yapımcı sıfatına soyundu. Ben bir de bu süreçte yeni bir aktörün ortaya çıkacağını düşünüyorum: küçük girişimci. Yapsatçılardan farklı olarak birkaç parseli, adayı örgütleme, finansmanını bulma kapasitesine sahip girişimciler ortaya çıkacak. Artık bankalar kamu ya da bakanlık destekli %4

sübvansiyonlu kredi veriyorlar. Bu da yıkıp yapma sürecindeki gelişimi hızlandıracak çok önemli bir etken. Bu yeni süreçte yapsatçıların benimsediği kat karşılığı hasılat paylaşımı gibi süreçlerin işleyeceğine inanmıyorum. Yıkıp yapmaya yönelik kredi alarak taahhüt işine doğru yeni bir pazar açılacağını zannediyorum. Hüseyin Kaptan: Bence Türkiye’nin planlama uygulama tarihinde, 1960’lardan sonra iki büyük kırılma var. Biri 2981 sayılı yasa, diğeri de yeni çıkan dönüşüm yasası. Bunların birbirine çok benzeyen tarafları da var, farklı tarafları da. 2981 sayılı yasa kentlerimizin gerçek zeminini oluşturdu. 1984’te Turgut Özal zamanında çıktı. O zamanki sorunlar endüstri alanları çevresinde ya da hazine mülkü alanlarında gecekondu mahallelerinin oluşması, tarım topraklarının hisseli ifraz dokusunda bölünmesi, ülkenin kıyısallaşması vs gibi konulardı. Bu sorunların bir fenomen olarak, bir yağ lekesi gibi kent dokularında yaygın biçimde yer etmesi, yasadışı mülkiyet ve imar planlarıyla olan çelişkilerle sonuçlandı. O zamanki devlet yönetimi gözünü kararttı, tüm yasadışı mülkiyet bölünmelerini ve işgalleri yasallaştırılarak, planlarda disipline edilmesini hedefledi. En önemli özelliği, yerin altına ya da üstüne bakmamış, ayakta duran binaların temeline bakmamış olması. Makro ölçek planları, projeksiyonları ve de temel işlevleri göz ardı ederek beş kata kadar yapı yapılmasını yasallaştırdı. İstanbul’un 1980’de onaylı nazım planı beş milyon hedef nüfusu öngörüyordu. Oysa bu yasanın önerdiği örüntünün ortaya koyduğu kapasite nüfus 15 milyondu. Bu yasayla donatı standartları, makro ölçek kararlar kenara atıldı. Tohumlar 1980’lerde atıldı, ürün 2000’lerde böyle oldu. Şimdi, bugün karşımızdaki yasa ikinci büyük olaydır. Ona benzeyen çok tarafı var; orman, askeri alan, sit alanı, tarım alanı, kıyı çizgisini vb önemsemiyor. Çağdaş mekan üretimindeki temel faktör olan donatı standartlarından vazgeçiyor. Birinci yasa kentleri ince ince bölüyordu, ikinci yasa bölünmüş mülkiyeti bütünleşmeye zorluyor. Yasa şunu ortaya koyuyor: Konu insan canı ise gerisi teferruattır. İMP’deki görevlerim nedeniyle 2004’ten 2008’e kadar bu yasayla iç içe yaşadım. Pilot bölge olarak belirlediğimiz Zeytinburnu’nun nasıl bir örnek olduğunu iyi anlamak gerek. Mütevazı gecekondu alanları, 2981 sayılı imar ıslah yasasına istinaden işgalcilerine satılıp imar hakkı verilmiş. Vatandaş bunu kat karşılığına çevirip yedi-sekiz katlı binalara ulaşmış, ikinci bir yasadışı aşama. Pilot bölge uygulaması kapsamında dört üniversite tarafından yapıların depremsellik performansları ölçüldü, mikro bölgeleme dediğimiz yeraltı çalışmaları yapıldı. Sonuç: Depremsellik performansının ortaya koyduğu koşullar bağlamında incelenen alanın, neredeyse bütünüyle yıkılıp yenilenmesi gerekiyordu. Esasen yaşayan adalar aşırı yoğunluktaydı. Bu sahne çok ciddi bir sorumluluk bindiriyor kamuya. Koşullara uygun bir dönüşüm modeli üzerine çalıştık. Ada bazında yıkılıp yeniden yapılanma sürecinde değer esaslı eşitlik aranacaktı. Katılım değeri ve bölüşüm değeri eşit olacaktı. Ada genelinde yaşayan yoğunluk korunacak, maliklere daha küçük ancak daha değerli mülk verilecek, artan inşaat alanıyla kaynak yaratılacaktı.

31 XXI - MAYIS 2013

Hülya Ertaş: Kentsel dönüşümü genel çerçeve dahilinde değil, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile birlikte gündemimize giren kentsel dönüşümü konuşuyor olacağız. Bu yasayla ne değişti? Zaten sürekli yıkıp yeniden yapma üzerine kurulu kentleşme geleneğimize ne gibi farklılıklar getirecek bu yasa? Bu kanunun kentleşmede yaratacağı dramatik değişimler hangi noktalarda?

soldan sağa: adnan kazmaoğlu, faruk göksu, hüseyin kaptan

kentsel dönüşüm

soldan sağa: murat cemal yalçıntan, cem ilhan, hülya ertaş


Katılım değeri ile üleşim değerinin eşit olması gibi bir hedefimiz vardı... Toplumda benimsenmedi, yönetim çekince koydu. Meclis komisyonlarının kabul etmesine rağmen parlamentoda takıldı. Ancak en önemli maddesini, yani katılım ve üleşim değeri eşitliğini tanımlayan maddesini kaldırarak, belediyeler yasasına koydular. Bu konu belediyeler yasasına uzlaşma konulu olarak geçti ve yeni maceralar başladı. En son uzlaşma yöntemiyle yapılan çalışma Fikirtepe'dir.

MAYIS 2013 - XXI 32

kentsel dönüşüm

Yeni dönüşüm yasası zorunlu olarak yıkımı getiriyor ki bu belediyeler yasasında olmayan çok ciddi bir karar. Vatandaşın ötenazi hakkını engelliyor. Eğer hakikaten binanın yıkılması gerekiyorsa, kişilerin başvurusuyla ya da belediye, bakanlığın kararıyla belgeleri de uygunsa bir zaman sürecinde bina yıkılıyor. Devlet bu araştırmaları yapmıyor. Kişileri, akredite ettiği bürolara yönlendiriyor. Vatandaş rant beklentisi içindeyken gereğinde zorunlu yıkımla pazarlık hakkını elinden alabiliyor. Henüz böyle bir olay göremedik. En önemli konulardan bir diğeriyse yasanın arkasında bir finansmanın olmaması. Vatandaşı kat karşılığı sistemine, rant artışından yeniden yapılanmaya itiyor bu yasa. İlk olarak Bursa’da bir bölge dönüşüm alanı olarak Bakanlar Kurulu’nda onaylandı. O projenin müellifi oldum. Belediyenin önerisi, kat karşılığı sisteminde insanlara evlerini daha küçük boyutlarda verilmesi. Bakanlığın sisteme onayı var. Uygulamada sınırlı bir değer artışı söz konusu. Ama insanlara böyle bir değer artışı yetmiyor. Yani şapkadan kuş çıkarmak yetmiyor, birlikte tavşan da çıkarmak lazım. Bunu yapamadığınız takdirde gözü yaşlı bir yoksul kesim oluyor karşınızda. Donatı standartları, makro ölçek plan kararları olmadan olmuyor. Çok önemli bir deneyim yaşayıp sonuçlarını göreceğiz. Cem İlhan: Çok girift bir konu. Benden önceki iki konuşmacının söylediklerinde de çelişkiler var gibi geldi bana. Finansmanı yok diyorsunuz ama %4 gibi bir kamu desteği öngörülüyor banka kredilerinde. Faruk Bey yeni girişimcilerin ortaya çıkacağını düşünüyor ama o da projeksiyon gibi, daha ne olacağı tam belli değil. Niyetler var, ama süreç belirsiz. Ben bu yasayla birlikte niyetlerden birinin, enformel konut piyasasını küresel piyasanın içine katmak olduğunu düşünüyorum. Bu kayıt dışı kalmış sektörü dünya piyasalarıyla bütünleştirip neoliberal tanım içindeki sisteme entegre etmek gibi hedefler var. 2001’deki krizden sonra piyasanın buna yani popülist yaklaşımla , aflarla vs göz yumulagelinen üretime tahammülü olmadığı ortaya çıktı, iktidar da bunun önünü iyice açarak, tüm hukuksal altyapısını oluşturarak rolleri netleştiren bir tutum sergiliyor. Dönüşümün iki farklı kanaldan gittiğini gözlemliyorum kendi adıma. Birincisi, gerçekten dönüşmesi niyet edilen, zamanında göz yumulmuş alanlar. İhsan Bilgin’in deyimiyle bu bedelsiz bir şekilde modernleşmiş olmamızdan kaynaklanıyor, sanayileşme sırasında arsa üretmeyerek, konut yapmayarak, kenti tamamen kendi haline bıraktığımız uzun bir dönemden geçtik. O bedeli ödemeksizin bu noktaya geliyoruz ve şimdi de ödemeyecekmişiz gibi bir tablo var, neden? Bugün dönüşüm alanı ilan edilen yerler çok da kolay

dönüşemeyecekmiş gibi geliyor bana. Biri Okmeydanı, diğeri Sütlüce Örnektepe Mahallesi. Son dönemde Sultanbeyli’de de başka boyutta bir dönüşüm planlanıyor. Bunlar sorunlu alanlar. Fakat yasa, asıl odaklanması gereken bu alanları dönüştürmeye niyetlenmişken, planlanlı ama stoku eskimiş alanlara yönelmişe benziyor. Bu ikinci türden alanlarda, Kadıköy gibi rant değerinin yüksek olduğu yerlerde bu yasa bir hareketi tetiklemiş görünüyor. Serbest girişimci aslında uğraşması gereken bölgeleri bırakıp yatırımını en kolay geri kazanabileceği yerlere yöneltiyor. Serbest girişimci açısından bu çok doğal bir motivasyon tabi ama kural koyucu olan devlet de şu an bunun karşılığında hiçbir şey yapmıyor. Yaşadığımız deneyimler üzerinden mimarlığın pratik tarafında hangi aktörlerle karşılaştığımızdan bahsetmek istiyorum. Okmeydanı’ndaki pilot bölgede iki-üç aylık bir çalışma yaptık. Kamu projenin tasarım finansmanını bile üstlenmiyor. Bizi alanın yatırımına niyetlenmiş şirketle yalnız bıraktı. Siz yatırımcıyla baş başa kaldığınızda onun kendi tarafında sadece ne alıp ne verdiğini, sadece ne kadar zamanda ne kadar kar ettiğini hesapladığını görüyorsunuz. Hak sahiplerinin yani bölgedeki kişilerin talepleri de hiçbir şekilde sahip olduğu daire büyüklüklerinin altına inmemek olunca iş iyice karmaşıklaşıyor. Kimse küçülmek istemiyor, herhangi bir taraf da o bedeli ödemeye hazır değil. Yatırımcı açısından da bu işi kolaylaştırmak adına bir çıkar yol göremiyorum. Kural koyucu dediğimiz yerel yönetim ya da yasa çıkaran merkezi yönetim, KDV indirimiyle teşvikler yapıyor vs ama çok yeterli değil. Yatırımcı, bu iş bizi kurtarmıyor dedi ve proje şu anda bildiğim kadarıyla durdu; ortaya bir şey çıkamıyor. Bunun nedeni bedelin hiçbir aktör tarafından ödenmesinin kabul edilmemesi. Planlı eskimiş alanlar dediğimiz, yatırımın geri dönüşü çok daha hızlı ve fazla olan arsaların değerlendiği bölgelerde ise niyetin yap-sata gitmemek olduğunu söylemiş olmanıza karşın bugün konuşulanlar hala "%30’un altı kurtarmıyor" boyutunda. Parsellerin ya da adaların birleşmesi fikrine henüz varılamadı. Orda ışık var bence, oraya gitmek lazım. Ancak mevcut durumda üç-beş parseli bile örgütleyemez durumdayız. Kadıköy’de bunun olabilmesinin nedeni ailelerin küçülmüş olması, çekirdek aile bile değil yaşayanların birçoğu. Hadi küçülelim diyebilen daireler bir apartmanda 2/3'e ulaşınca hemen müteahhitle anlaşılıyor ve hızlı bir şekilde süreç başlıyor. Niyetlenen bu muydu? O fersah fersah alanlar ataleti üzerinden atamazken, planlı yapılaşmış ama konut stoku eskimiş alanlar sanki istenmeyen şekilde dönüşmeye başladı. Adnan Kazmaoğlu: Kentsel dönüşümün başlamasının arka planında ne var? Tamamen inşaat sektörü yoluyla ekonomik durumu sürdürmeyi hedefleyen bir iktidar var. Çünkü iktidarın siyaseten de ayakta durma enstrümanı inşaat sektörü. İktidarın tercihi böyle bir şeydi ve belirli bir noktaya kadar bu temel kararını çok rahat uyguladı. Ama kararın sürdürülebilirliği için inşaat kapasitesinin durmadan artması gerekiyor, bunun için de bizlerin de uygulamaların içinde bulunduğumuz tüm çeper arsalar inşa edildi, satıldı. Ve bu işin sürmesi için kent merkezlerinde, aktif alanlarda yeni "arsaların" elde edilmesi gerek, kavramsal olarak baktığımız


Fikirtepe'de verilen 4,14 emsal insanları çıldırttı. Orada çalışan büyük gruplardan birkaç proje teklifi aldık ama insanlarla anlaşamadılar. Orada sunulmuş olan rant esasında paylaşımcı bir rant değil. İster GYO, ister belediye ya da TOKİ olsun, kamusal alanlarla paylaşılmış bir rantı, alan rantını ya da maddi rantı kente paylaştırarak dönüşüm yaptığın zaman bir anlam taşıyor bütününde. O olmayınca, küçük ölçekte sadece maddiyat üzerinden şekillenen dönüşümü harekete geçirmekte de büyük sıkıntılar doğuyor. Devletin finansman desteğiyle, bankaların kredisiyle bu ölçekte bir işin olması mümkün değil. Tek yol özel sektörü harekete geçirerek kamuyla beraber bu planı yaparak olayı şekillendirmek. Fakat bunu o kadar kaba hattıyla yapıyorlar ki, sonuç sadece birtakım binaların yıkılıp yapılıp sağlıklılaştırılması oluyor. Ve bunun adı kentsel dönüşüm değil, gayrimenkul geliştirmedir. Muhakkak kentsel planlamayla verilmiş olan emsal ve rant artışı kentliler tarafından paylaşılmalı, en azından belirli bir oranda. Bu Türkiye'de hiçbir zaman olmadı. O zaman bir bölgeye belirli bir rantı verdiğinizde onun karşılığında kamu için donatı alanları, geliştirilmiş kamusal kullanımlar, hatta belediyenin maddi bir rant elde etmesini temin eden mekanizmalar bile kurulabilir. Bu herkesin kazandığı bir düzen çerçevesinde oluşturulursa daha sağlıklı yürüyebilir. Herkes birbirini dengeler hale gelebilir. Ama iş sadece bir müteahhit grupla, arsa sahipleri arasında bir paylaşıma dönüştüğü zaman ilerlemek çok zor. Ve bunun adı da kentsel dönüşüm olmuyor, risk altındaki binaların sağlıklılaştrılması da olmuyor. İş tamamen gayrimenkul geliştirmeye dönüşüyor. Şimdi bizim ofisimiz Nişantaş’ında, Doğan Tekeli-Sami Sisa grubunun yaptığı Yapı Kredi Vakıf Binası’nda. Bize de böyle bir müracaat oldu. Binayı dönüştürmek istiyorlar; birine pazarlamışlar, bir senedir binanın yarısı boşaltıldı. Hiçbir şey söylemiyorlar kiracılara. Bir ara binanın sağlamlığını kontrol ettirdiler. Betonları delemediler bile, bina sağlam çıktı ama verilen rapor çürük. Hüseyin Kaptan: Her bina için onu alabiliyorlar, deprem yönetmeliğine uymadığı için veriliyor o belge.

Adnan Kazmaoğlu: Bina sağlam olmasına rağmen alabiliyorsun. Bu çerçeveden de bakınca gayrimenkul geliştirme ile kentsel dönüşümün ayrımını iyi koymak önemli. Berraklaştırılmasını sağlamak lazım. Kentsel dönüşümün esas niyeti kentin sağlıklı gelişmesi, yeni merkezlerin elde edilmesi, kentsel alanların oluşturulup donatıların zenginleştirilmesi ve bunların yanı sıra rantın artması olmalı. Rant artışı gerçekleşmeden dönüşümün finanse edilmesi mümkün değil. Bu realiteyi hepimizin görmesi gerek. Kamu adına da kentliler adına da rantı ve kenti kullanım rantını doğru dağıtmanın dengesini kurabilirsek bu iş raya oturabilir. İşin zor kısmı burada diye düşünüyorum. Murat Cemal Yalçıntan: Ben söylenenlere genel olarak katılıyorum. Benim genel sorunum dönüşümle değil, dönüşümün sahipleriyle, dönüşümü yönetenlerle ilgili. Dönüşümü yönetenler işi belirsizliğe bıraktıkları için ortada bir güven sorunu var. Rant güven sorununun en önemli belirtisi olarak ortaya çıkıyor. Rant yüzyıllardır var ama Türkiye’de olumsuz bir kavram olarak kullanılması 1980 sonrasında ekonomimizin dizginsiz bir şekilde liberalleşmesiyle başlıyor. Dönüşümün ekonomik bir motivasyon sonucu gerçekleştiği çok açık zaten. Yasanın tamamını okuduysanız, genel anlamda afetle ilgili hiçbir saptama yok, afet depreme indirgenmiş durumda. Mesela iklim değişikliği gibi bir sorunumuz da var ama buna yönelik hiçbir şey yok. Diğer yandan, yalnızca bu yasanın üzerinden konuşmayı da çok anlamlı bulmuyorum, bunları bir yasalar dizisi gibi düşünmek lazım. Örneğin, bundan önce TOKİ’nin önünü açan düzenlemeler yapıldı ve TOKİ esasında kentsel büyümede/dönüşümde tetikleyicilik yapmaya başladı. O bir kez bir alanda yatırım yapınca devamının geleceği ümit ediliyor muhtemelen. Ve TOKİ bütün bu yetkileri son on senelik dönemde üstünde toplamış olduğu için örneğin Ağaoğlu da 1453 gibi bir projeyi yapabilir hale geliyor. Geçenlerde Ağaoğlu’nun Suudi bir yatırımcıya 1453 projesinden 500’e yakın konutu birden sattığı haberi çıktı medyada. Yani yabancıya mülk satışı kanununu da kentsel büyüme süreçleri dışında bırakamazsınız. Bir dizi yasal düzenlemeyle ekonomiyi büyütmek için inşaat sektörü destekleniyor, bu anlamda konuşmacıların yaptığı tespitler çok yerinde. Burada şu soruyu hepimizin ısrarla sorması gerekiyor: Bu süreç ne kadar daha sürebilir? İnşaat arz-talep üzerinden ilerleyen bir mekanizmaysa bu talebi daha ne kadar sürdürebileceğiz? Dünya piyasalarını işin içine katsak bile bunun bir sonu olmalı. İspanya ya da Amerika’da yaşanan gayrimenkule dayalı ekonomik krizlerin burada da yaşanması an meselesi diye düşünüyorum bir süredir. Kriz geldi dediğim her seferinde yeni bir yasal düzenlemeyle krizin geciktirildiğini görüyorum; bu da aslında daha büyük bir krizin beklentisi içine sokuyor beni. Umarım yanılıyorumdur. İnşaat sektörü ekonomide cankurtaran olarak sarılabileceğimiz bir sektör ve dünyanın bütün coğrafyalarında sağ sol çeşitli hükümetler bu simide sarılmak durumunda kalırlar zaman zaman ama belli bir süre yapabilirsiniz bunu. Biz on senedir inşaata bağlamış durumdayız ekonomik büyümeyi. AKP 2002’de iktidara gelir gelmez duble yollarla başladı. Sonra TOKİ üzerinden konut inşaatı ile devam etti, şimdi afet yasasıyla özel sektörün önü tamamen açılmış durumda.

33 XXI - MAYIS 2013

zaman. Bunun önde görünen maskesi, ya da iyi niyetli tarafı deprem riskine maruz bölgelerin sağlıklılaştırılması. Zaten bunun adı kentsel dönüşüm değil, yapıların sağlıklılaştırılması olmalıydı. Kentsel dönüşüm bir kentin yaşanabilir tüm donatılara sahip olarak dönüşümü anlamını taşıyor kısaca ve kabaca. Aktörlere bakınca bu işi şu anda sürdürenler, birincisi müteahhitler, ikincisi onların daha büyüğü olan GYO’lar, üçüncüsü belediyeler, dördüncüsüyse TOKİ ve devlet. Ama halkın kendisi aktif aktör olarak işin içinde değil, pasif aktör olarak var. Bunun dönüşüm adını alması için, kente ve kentliliğe yarayan bir biçimde şekillenmesi için halk aktörünün sadece ranta yönelik değil, aktiviteye yönelik biçimde de süreçte yer alması gerekiyor. Ama bir realite de var. Kentlerin gelişiminde ve dönüşümünde, şimdiye kadar birkaç kişiyi bir araya getirip yeniden yapılandırmanın sağlanmasının Türkiye'de çok az örneği var. Şimdi bunun zorlanarak yapılmasının yolu açıldı bir anlamda. Böylesi bir zorlama da daima iyi sonuç vermiyor. Belirli bir noktadan sonra muazzam bir rant kavgası başlıyor.

kentsel dönüşüm

“Bugün artık dönüşümden söz edeceksek, bir kentsel vizyon kurgusunu yeniden oluşturmamız lazım. Dünya tematik kentleri, yeni yüzyıl kentlerini, kentsel rönesansı konuşuyor. Biz proje bazında düşünüyoruz hala; bununla bir şey yaratamayız.” Faruk Göksu


“Bu dönüşüm arz-talep piyasasına sunulmamalı, insan hayatı söz konusuysa devletin öncelikli görevi depremsellik performanslarını ortaya koymaktır. Bunları kamu üstlenmeli, devletin devlet olmasının temel nedeni budur.” Hüseyin Kaptan

MAYIS 2013 - XXI 34

kentsel dönüşüm

Zorunlu dönüşüm dönemine girdik bu yasayla, riskli yapı kategorisine girdiysek yıkıp yenilememek gibi bir şansımız yok. Yani inşaatçı oraya girecek, o ev yıkılacak, yenisi yapılacak. Bir yandan da bir yıkım sektörü yaratılıyor ki tahminen önümüzdeki beş sene boyunca çok ciddi bir sektör haline gelecek. Piyasadaki uygulamalara baktığımızda iki uç görüyoruz aslında: Örnekleyecek olursak, bir yanda Fikirtepe, diğer yanda Ayazma var. Fikirtepe’de dört küsur emsal vererek, rantı fazlasıyla artırıp insanları birbirini vurur hale getiriyorsunuz. Paydaşların anlaşmazlıklar yüzünden birbirlerini vurdukları haberlere çıktı. Senelerdir aynı mahallede birlikte yemek yiyen, içen, dostluk eden insanların geldiği durumu düşünün. Bir tarafta da Ayazma gibi bir örnek var ki insanları zorla yerlerinden ediyor, borçlandırarak ücra bir toplu konut bölgesine yolluyor ve araziyi yüklenici bir firmaya veriyorsunuz. İşi olmayan insanları TOKİ'ye 50 bin lira borçlandırdılar. İşi olanlar, gittikleri yerlerin merkeze uzak olmasından ötürü işlerini kaybettiler. Kiracıların durumu daha da vahim. Hak sahibi olabilmeniz için mülk sahibi olmanız gerekiyor. Adalet mülkün temeli düsturuna uygun çalışılıyor! Bu arada yine geçen hafta çıkan bir habere göre yüklenici firma mahallenin mezarlığını mezar sahiplerine haber vermeksizin taşımış! Bu iki uç da desteklenebilecek dönüşüm örnekleri değil. Değeri artırarak rant üzerinden bir dönüşüm kurma düşüncesi, rantın dağıtımı adil bile olsa, desteklenmemeli düşüncesindeyim. Rant üzerinden sınıf atlayan kesimlerin zamana yenik düştüğü ve ellerine geçen parayı hızla erittikleri bilinen bir durum. İstanbul kentleşmesinde apartmanlaşan gecekondular sürecinde bunu yaşamadık mı? insanların sınıf atlayacaklarsa bunu çalışarak emek ederek gerçekleştirmeleri hem daha adil hem de sürdürülebilir bir ekonomiye karşılık gelir; isteniyor ise kalkınmanın gereği de budur. Genelde ben dönüşüme konu mahallelerde yaşayanlar tarafında olarak bilinen biriyim. Bir Umut Derneği'nden arkadaşlarımla birlikte, yıllardır, dernekler ve kooperatifler üzerinden örgütlenen mahallelere gönüllü danışmanlık verir, planları okumalarına, itiraz ve dava açma süreçlerine destek olurum. Ama ilk konuşmamıza "Sizin yanınızda oluruz ama buradan rant elde etme niyetinizi kenara bırakın" diye başlarız. Onlar da bizim desteğimizi istiyorlarsa karşımızda bir daha hiçbir zaman rant meselesine giremezler. Zaten dernekler ve kooperatifler üzerinden örgütlenmeleri de kendi aralarında bir topluluk hukuku oluşturur ve hiç kimse aleni olarak rant peşine düşer bir pozisyon alamaz. Bu önemlidir ve genel kanaatin aksine, rant peşinde koşan gecekonducularla değil mahallelerinde kurdukları sosyo-ekonomik ilişkileri iyileştirerek, çevreci ve adil değerler üzerinden dönüşümü kabul eden ve kaldırabileceği yükü de sırtına almaktan çekinmeyen, ama bu yetmeyeceğinden sosyal devletin sübvansiyonundan da medet uman bir toplulukla karşılaşırsınız… Tartışma konumuz olan bugünkü sıkıntılı durumdan ne gibi fırsatlar çıkarabileceğimize geçmek istiyorum. Mimar piyasa tarafından sıkıştırılıyor, bu net. Yatırımcısı arsasından en yüksek karı elde edeceği fikri dayatıyor ve buna uygun tasarımı çıkarmasını bekliyor mimardan; mimar da biraz da çaresiz, isteneni karşılayacak bir tasarıma yöneliyor. Tek parsel ölçeğinde düşündüğümüzde silüet,

estetik vs tartışmalar yapılıp geçilebilir belki fakat mahallelere döndüğümüzde, etkiler bu tip kaygıların ötesinde insanların yaşamlarına dokunur hale gele geliyor. Geliştirilen tasarım gelecekte nasıl bir yaşam sürüleceğini öngördüğünden ve mimar mahalle ile genellikle bir ilişki kurmadığından, öngörülen sahanın gerçeklerine uymuyor. Sarıyer'in sırtlarını düşünün örneğin, orada yapabileceğiniz lüks villa siteleriyle şu an buralarda yaşayan insanların ilişkisini ya da o bölgede kuracağınız iş alanlarıyla burada yaşayan insanların iktisadi özelliklerini düşünün. Burada ne yaşayabilirler ne de çalışabilirler artık… Varolan ile yapılan birbirine uyumsuz, böyle olunca varolanın rezerv alana taşınması ihtiyacı oluşmaya başlıyor. Tabi insanlar da mahallelerini bırakıp gitmek istemiyor. Bu kez devlet ve toplum arasında gerilimli bir süreç başlıyor. Bizim senelerdir dönüşüme konu olan mahallelerde çalışa çalışa çıkardığımız yöntem şu: Önce dernekleşme yoluna gidiyoruz. Derneklerde insanlar bireysel karar almaktan ziyade, bir topluluk halinde meseleleri tartışarak karar vermeye alışıyorlar. Bu tartışmalar bazı mahallelerde olgunlaştı, mesela Sarıyer’de şu anda 27 tane mahalle derneği ve sekiz kooperatif var. Bu mahalle örgütlülükleri rantlarını nasıl artırabileceklerine yönelik savlarda bulunmazlar. Derler ki "Biz birlikte yaşamayı seviyoruz, yaşama biçimimiz de şöyle. Bize uygun bir şey yapıyorsanız, neden olmasın…" Kendi gelir durumlarını ortaya koyup katkıda bulunup bulunamayacaklarını açıklarlar. Aralarında tartışarak, çeşitli bilgilerle donanarak bu noktaya gelmişlerdir. Oradaki sakinlerle tek tek gidip görüşüp de birilerini ayartırsanız, durum tabi başka bir şeye dönüşür ki bu da çok yaşadığımız bir olay dönüşüm mahallelerinde. Yatırımcılar gelip üç kişiyi ayartırlar, diğerleri de fırsatı kaçırmayayım diye düşünmeye başlarsa süreç başka bir şeye dönüşür tabi. Cem İlhan: Konum olarak hangi bölgelerde çalışıyorsunuz? Belli ki oldukça bilinçli, birlikte yaşama kültürü oluşmuş bir durum var. Murat Cemal Yalçıntan: Sarıyer'deki bütün gecekondu mahallelerinde, K. Çekmece'de, Maltepe'de, talep eden ve temsili ve kapsayıcı bir şekilde örgütlenmeyi vaat eden bütün mahallelere elimizden gelen desteği veriyoruz. Adnan Kazmaoğlu: Peki sonuç alabildiniz mi bu çalışmalardan? Murat Cemal Yalçıntan: Bizim sonuç alabilmek gibi bir beklentimiz yok çünkü herhangi bir yetkimiz ve bu yönde bir talebimiz yok. Dernekler, kooperatifler girişimlerini sürdürür ve hedeflediklerini elde etmeye çalışırlar. Benim açımdan toplulukların bir araya gelerek nasıl bir yaşam sürmek istediklerini tartışması ve bu tartışmayı mekana tercüme etmesi yeter derecede sonuçtur. Dileyen siyasi erk bu noktadan müthiş sonuçlar çıkarabilir. Ama dönüşüm meselesinde çözüme yönelik, mahallelerle birlikte geliştirdiğimiz yöntemi anlatacağım. Mahalle dernekleri nihayetinde söz üreten, siyaset üreten, biraz baskı kuran araçlar ama uygulamaya dair yapabilecekleri sınırlı. Onlarla birlikte çözüme yönelik ne yapabiliriz diye tartışmaya başladık. Kooperatifler kurmaya başladık mahallelerde. Mesela Büyükşehir Belediyesi'nin bir arazisi var ve üzerinde 100 küsur hane var. Bu 100 küsur hane bir kooperatif oluşturuyor ve Büyükşehir Belediyesi'nden araziyi talep ediyor. Gecekondu bunlar neticede, ya tapuları yok ya tapu tahsisleri var. Siyasi iktidar bu 100 küsur kişiyi temsilen bu kooperatifle buranın gelecekte ne olacağına dair kararı paylaşmayı vaat ettiğinde, buna yönelik bir anlaşma yaptığında bir süreç başlıyor. Arazinin devri bunu sağlıyor aslına bakarsanız, yani insanları karar sürecinin içine alıyorsunuz. Bunu sağladığınızda insanların güven sorununda ciddi bir eşik aşıyorsunuz. Şu anda çok ciddi bir güven sorunu var. Mahalle sakinleri senelerdir dernekler üzerinden bir siyasal alan yarattıkları ve geleceklerine dair konuştukları için artık nasıl bir yaşam istedikleri, bu yaşam alanında nasıl bir tasarıma ihtiyaç duydukları hakkında fikirleri var. Buraya birisi gelse ve konuşmaya başlasa çok da yadırgamazsınız söyleyeceklerini, neredeyse bir uzman gibi konuşur hale gelmiştir bir kısmı. Onlarla geleceğe dair neler yapılacağını konuşma şansı varken, onları tamamen işin dışında bırakıp bu alanlara yeni projeler geliştirdiğimiz zaman ortaya çok ciddi bir toplumsal kriz riski de çıkar. Ekonomik kriz riskini sizler de zaten tespit etmiştiniz ama bir de toplumsal kriz riski var. Biliyorsunuz Derbent de


kentsel dönüşüm

Şunun kabulü çok önemli: İstanbul, İstanbul olduysa bu insanlarla oldu. Gecekondu denen, bedelsiz bir şekilde gerçekleşmiş olan şey İstanbul'u bir sanayi azmanına dönüştürdü, İstanbul'u büyük bir şehir haline getirdi ve güçlendirdi. Bugün İstanbul dünyada söz sahibi bir şehir haline geldiyse, bu insanların emeğiyle geldi. Dolayısıyla bu insanlara "Siz buralara haksız bir şekilde geldiniz, işgal ettiniz, bu arazilere de kondunuz, artık size ihtiyacımız yok. Sizi rezerv alanlarımıza doğru alalım ya da diğer sanayi şehirlerine gidin." deme hakkımız olmadığını, dersek de bunun ciddi bir vefasızlık olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu insanlarla birlikte çalışıyorum. 10 gün kadar önce Sarıyer mahalle dernekleri platformunun bir toplantısını yaptık Beşiktaş’ta Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde. O salon tıklım tıklımdı, insanlar dışarı taşıyorlardı. Gülsuyu’nda çalışırken mahallenin nüfusu 40 bin civarındaydı ve çalışmalardan tamamı haberdardı. Her sokaktan temsilci vardı çalışmalar boyunca. Mahallelerin böyle bir kapasiteleri var. Mimari tasarım ve planlama bu kapasiteyi kullansa hem kendisine başka bir varoluş alanı yaratır hem de yarattığı kamusal alanlar üzerinden kentin, metropolün, hatta ülkenin demokratikleşmesine katkıda bulunur. Bizzat insanları planlama ve tasarımda karar sürecinin içerisine alıyorsunuz, insanlar geleceklerine dair bir şeyler düşünmeye, karar almaya başlıyorlar. İlla ki apartman bloklarında yaşama fikrinden çıkmaya başlıyorlar, başka bir yaşam biçimi olabilir diyorlar ve planlamayı ve tasarımı bu yaşam biçimine doğru dönüştürüyorlar. Yani işi tersine çeviriyorlar; bugün planlar ve tasarım insanların yaşam alanlarını dönüştürürken, bu kez insanlar planlama ve tasarımı dönüştürüyorlar. Böyle bir kapasite oluştu ve siyasal erkle birlikte profesyonellerin ilgisini bekliyor… Ben bugün yaşanan süreci yeni bir modernleşme hamlesi olarak da görüyorum. "TOKİ blokları gibi bir kent kurgusunun dışında yaşama alternatifimiz var mı?" sorusu kimsenin aklına gelmiyormuş gibi bir durum var. Profesyonel bu kabule ve hamleye bir şekilde biat etmiş halde devam ediyor çünkü iş, bu bağlamda tanımlanıyor. Profesyonel olarak bu pastadan pay almak durumunda ayakta kalabilmek için. Tabi bu durum giderek kimliksizleşen kentleri oluşturan kopya projeleri beraberinde getiriyor. Muhtemelen tasarımcı da mutsuz bu sıkışmışlıktan ama kafasını kaldırıp mahallelerde kendisini bekleyen kapasiteye de bir türlü yönelmiyor. Bir konuyu daha gündeme getirmek isterim. Bizim bu derneklerden ikisiyle birlikte Sulukule ve Gülsuyu'nda katılımcı deneyimlerimiz oldu, arkasında siyasal bir erk

olmadığı için uygulanma şansı olmayan işlerdi ama özellikle Sulukule’de tasarım aşamasını tamamladık. Bu deneyimde çok kritik iki nokta dikkatimi çekti. Ben tasarımcı ya da mimar değilim, siyasi alanın örgütlenmesini, mahallenin ekonomik sosyal gerçekliklerini tespit etmeyi ve ona yönelik makro bazı kararları geliştirmeyi becerebilirim ama ötesine geçemem, dolayısıyla dışarıdan bir değerlendirme yapıyorum. Sulukule’nin gelecekte nasıl bir yer olacağına dair uzmanlar ve halktan oluşan ve günlerce devam eden 50 kişilik bir tartışma üzerinden tasarım kriterleri belirlendi. Mimar, tasarımcı arkadaşlar bu katılımcı süreçte sıkıntılar yaşadılar. Tasarım kriterlerini oluşturup mimar arkadaşların önüne koyduğumuz zaman yadırgadılar ve bunun üzerine çalışmakta çok güçlük çektiler. Çok sıkışmış hissettiler kendilerini, yaratıcılıklarının bir şekilde engellendiği hissine kapıldılar. Buradaki sosyo-ekonomik gerçekliğe uygun tasarımı bir türlü kuramıyorlardı. Aslına bakarsanız mimarinin, tasarımın ilerlemesi açısından böylesi sınırlayıcı kriterlerin verilerin ciddi olanaklar sunduğunu düşünüyorum. Mahalleyi üzerinde insan yaşamayan düz bir alan olarak yeniden yaratmakla, bütün sosyo-ekonomik gerçekliği içerisinde dönüştürmek arasında çok ciddi fark var ve benim prim vereceğim tasarım/mimarlık tabi ki ikincisi… Kısaca özetleyecek olursam, dönüşüm süreçlerinin, çok daha geniş kapsamlı ekonomik ve sosyal gerçeklikler dahilinde kurulması, bunun dernekler vs üzerinden siyasal alana taşınması, kamusal alanın bu şekilde kurgulanması lazım. Buradan çıkacak kararlar çerçevesinde de mimarlığın ve tasarımın bir şekilde kendine yeni yönler bulması mümkün. Çeşitli deneyimler oluşuyor şehrin içerisinde, bu süreçleri desteklemenin örnekleri artırabileceğini düşünüyorum. Ancak örnekleri artırmanın iktidarı ikna edeceğini düşünmüyorum iktidarın motivasyonu ekonomik büyüme olduğundan. Yine de, siyasal alanda buna karşı gücün artacağını, kuvvetleneceğini, iktidarın da nihayetinde geri adım atmak zorunda kalacağını düşünüyorum. Umarım bu hal ülke bir ekonomik krize girmeden önce oluşur. Bizim konuyla alakalı meslek insanları olarak, bu muhalif siyasal alanın oluşmasına destek vermek dışında bir şansımız olmadığını düşünüyorum. Yani herhangi bir şekilde, bu piyasanın içerisinde dönüşüme dair herhangi bir iş yapmak, fikirlerinizden, ideallerinizden çok ciddi anlamda sapmak demek benim için. Onun için de senelerdir belediyelerden ve özel firmalardan çeşitli dönüşüm planı ve projelerine danışmanlık teklifi gelmiş olmasına karşın hiçbiriyle çalışmadım. Çünkü içerisine girdiğiniz anda bu sistemin esiri haline geliyorsunuz. Yeni bir şeyler yapmanın yolunun o siyasal alanı güçlendirmekte olduğunu, başka türlü de yeni bir şey yapamayacağımızı, ancak çok küçük iyileştirmelerle kopyaları üretmeye devam edeceğimizi düşünüyorum. Adnan Kazmaoğlu: Bu tavrın da yanlış, hiçbir şeye çözüm üretmemek anlamına geliyor. Çünkü metropolde öylesine hızlı bir hareket var ki toplumsal, ekonomik ve fiziki olarak. Bir yerde damarınız kesilmiş kan fışkırıyor, "kanınızı artırmak için demir hapı alsanız çok iyi olur, 15 gün kullanın" demek, bir çözüm değil bu noktada. Esasında özellikle metropollerde daha radikal olarak, siyasalların sahip olduğu pragmatizmle bakmak lazım bazı konulara.

35 XXI - MAYIS 2013

Armutlu da riskli alan ilan edildi. İkisi de Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü'ne yürüdüler. Bakan, Derbent’e gitmek zorunda kaldı sonunda. Kriz orada devam ediyor. İnsanlar devletle, belediyeyle, uzmanlarla, profesyonellerle bir şekilde karşı karşıya kalıyor. Bunun aşılmasının birinci koşulu bu insanların masaya oturtulması. Masaya oturtulmasının mekanizmaları da dernekler, kooperatifler vs yoluyla kurulmuş durumda.


“Yeni yasayla birlikte niyetlerden birinin, enformel konut piyasasını küresel piyasanın içine katmak olduğunu düşünüyorum. Kayıt dışı kalmış sektörü dünya piyasalarıyla bütünleştirip neoliberal sisteme entegre etmek gibi hedefler var.” Cem İlhan

MAYIS 2013 - XXI 36

kentsel dönüşüm

Faruk Göksu: Murat’ın tespitleri doğru. Siyasilerden kentsel dönüşümü kimi kullanıyor, kimi kullanmıyor. Kullananın seçim kaybettiği, kullanmayanın seçim kazandığı bir döneme geldik. Şimdi birinin kalkıp da kral çıplak demesi lazım. Kim suçlu yaratılan riskli yerleşmelerden. Hak sahipleri, mülk sahipleri de suçlu, politikacılar da; biz uzmanlar da suçluyuz. Öyle bir noktaya geldik ki kentler kapasitesini doldurdu, ben biraz stratejik yaklaşıyorum konuya. Artık kentlerin -gerek İstanbul’un gerekse Anadolu kentlerinin- kapasitesini imar anlamında, yoğunluk anlamında biraz daha arttırmanız mümkün değil; gemi batıyor. İş artık öyle bir noktaya geldi ki herkesin elini taşın altına koyması gerek. Bu sürece gelene dek kimin haklı kimin haksız olduğunu bulmaya çalışmakla bir yol kat edemeyiz. Şimdi yeni dönüşümden söz ediyoruz. Siz hiç gördünüz mü 50 yılda üç kez yıkılıp yapılan bir Avrupa kenti? Olacak şey değil. Yeni dönüşüm sürecinde yeni kavramlar ne olmalı, diye bakmakta fayda var. Biz üç tane kavramın üzerine odaklandık yıllardır. Birincisi dönüşümün parsel ya da proje bazında değil de daha geniş bir vizyonla yapılması gerektiği. Bugün artık dönüşümden söz edeceksek, bir kentsel vizyon kurgusunu yeniden oluşturmamız lazım. Dünya tematik kentleri, yeni yüzyıl kentlerini, kentsel rönesansı konuşuyor. Biz proje bazında düşünüyoruz hala; bununla bir şey yaratamayız. Bundan önceki iki süreçte tasarımcı giremedi bu alanlara. Çünkü mimarlar ve plancılar hep yapı bazında, proje bazında çalıştılar, böyle bir deneyimleri yok. Şimdiyse başka bir dönem çünkü ölçek büyüdü. Okmeydanı’nda bir kentsel dönüşüm söz konusu olacaksa herkes hüner göstermek zorunda orada. Müteahhit o kapasitesi dolmuş yerde yeniden dönüşüm yapabilmenin kabiliyetini gösterecek, finansçı da. Tasarımcı da hünerini gösterecek ve yoğunluk tasarımcısı olmaya başlayacak. Bizim bildiğimiz klasik paylaşımla, ya da Hüseyin Hoca’nın dediği değer odaklı paylaşımla bu alanları çözmemiz mümkün değil. Çünkü beklentiler çok yüksek. Onun için birisi diyecek ki kral çıplak. Artık bilimsel proje yönetimine doğru gitmemiz lazım. Şu anda kamu otoritesi parsel bazında yıkıp yapmada inşaat emsalini artırmıyorum, emsal artışını ada bazında veriyorum diyebiliyor mu? Bakın, bu çok radikal bir karardır. Önemli sorunları çözer çünkü iyi tasarım ada bazında çıkar. Belirli bir ölçekten bahsediyorum; örneğin 300-400 metrekarelik parselde ne kadar iyi mimar olsanız da bir tasarım ortaya koyabilir misiniz? İkinci odağımız stratejik tasarım. Artık tasarımcıların tek başlarına temel ilkelere karar vermemeleri lazım. Tasarımcıyla o projeden etkilenen insanların oturup tartışabileceği ortamları yaratmamız lazım. Parsel bazında mülk sahibi ile müteahhitle anlaşıyordu, müteahhit tasarımcıya gitmiyordu, kolunun altına projeyi alıp belediyeye gidiyordu. Şimdi Okmeydanı’nda tasarımcıya ihtiyaç var, onun için sizleri çağırıyor belediye başkanı. Diyor ki "2,70’lik emsali 3’e çıkardım, hatta biraz daha artacak. Sen mimar olarak hünerini göster de burada çok devasa yapılar çıkmasın ama bu emsali de idare et." Burada hüner göstermek o kadar da kolay değil. Kimse şu soruları sormuyor: Afet riskinden söz ediyorsunuz ama deprem olduğunda bu yerlerde bir toplanma alanı olmayacak mı? Nüfus başına kaç kişinin nerede toplanacağını hesaplayıp açık alan yaratmayacak mıyız? Tahliye koridorları yaratmayacak mıyız? Bu kavramların yasada olması lazım, yani yolların genişlemesi lazım. Bana göre yeni dönüşüm sürecinin açık

alan yaratma stratejisine dayanması lazım. Biz Kentsel Strateji olarak 3 Ada 1 Ada adlı bir destek platformu olarak çalışmalar yaptık. İstanbul’un çeşitli yerlerinde yerli ve yabancı 250 gönüllüyle çalıştık ve iyi tepkiler de aldık. Orada şunu gördük: Adaları birleştirdiğimizde ortaya çıkan yapı tipolojisi ne bizim sosyal yaşamımıza ne de alışageldiğimiz yapı tipolojisine uygun, süper bloklar falan çıkmaya başladı. Ve dedik ki 4 ya da 5 emsalli apartmanlar daha iyi. Hiç olmazsa algılanabilir, iki-üç metre de olsa sokaktan çekme mesafesi var. Adalar birleştirilince kentsel doku değişmeye başladı. Mimarlar da durup ne yaptıklarını sorgulamaya giriştiler. Karşılıklı görüşmelerle olayı değiştirmeye başladık ama kapasite o kadar fazlaydı ki kalem atan mimarlar vardı. Bu ölçekten çıkıp mahalleleri dönüştürmeye başladık biz de. Mahalle bazına çıktığımızda ne yaratırız? Mahalle 3D (Damar, Düğüm, Doku) girişimini başlattık. Bütün bunlardan çıkan sonuç şu ki işimiz çok zor. İster tasarımcı, ister ekonomist olarak alışageldiğimiz yöntemlerle bu dönüşüm sürecini yönetemeyiz. Bizim doğruları söyleyerek, kapasiteleri yeniden hesaplayarak ve kamusal alanları yeniden nasıl yaratacağımızı bilerek işin içerisine girmemizde yarar var. Üçüncü odağımız da uzlaşma yöntemi. O da kolay değil. Ben beş binin üzerinde insanla bir araya geldim bugüne kadar. Hiç değişmeyen laf: “İrtifa kaç? Yüzde kaç veriyorsun?”. O nedenle beklenti yönetimi çok önemli. Murat Cemal Yalçıntan: Beş bin kişiyle ayrı ayrı yüzleşmeyin, onları temsil eden bir tane kooperatifle ya da dernekle yüzleşin. Bu şekilde topluluk hukuku ile karşılaşırsınız ve irtifa kaç sorusunun ayıp sayıldığı bir müzakere başlatırsınız. Diğer yandan beş bin kişiyi tek tek ikna edemezsiniz; oysa 5000 kişiyi temsil etme yetkisine sahip kooperatif yönetimiyle konuşmak başka bir şeydir, üyesini ikna etmek de ona düşer. Kooperatif sizinle daha farklı bir pazarlık yürütür. Kuruluşuna destek olduğumuz kooperatiflerin tamamen farklı bir tüzüğü var. Eski çürümüş kooperatif modeli ile ilişkilendirmeyin. Faruk Göksu: Biliyorum. Bir tane çözüm yok örgütlenmeyle ilgili. 20 yıllık süreç içinde karşılaştığım herkesin beklentileri şöyle: 100 metrekare dairem var, bu projeden sonra iki ya da üç daire nasıl alırım? Şimdi o beklenti biraz düştü, bire bir nasıl alabileceklerini araştırıyorlar. O nedenle yeni süreçte tasarımcının bu alanlara girmesini sağlayacak mekanizmaları geliştirmemiz lazım. Yeni dönemde hiç olmazsa mahalle tasarımcılarının bu alana girmesi, yüz yüze konuşması gerekir. O nedenle 2013 yılını Stratejik Tasarım yılı ilan ettik. Kağıthane'de Tasarımhane oluşturduk, Kartal'da mahalle çalıştayları düzenliyoruz, Kadıköy'de ise Tasarım Atölyesi Kadıköy'ü kurduk. Yani, dönüşüm sürecinde tasarımın gücünü göstermek ve kimlik, estetik kavramlarını yeniden gündeme almak istiyoruz. Hüseyin Kaptan: Benim meslek hayatımda tecrübem şu: Konuyu yaşayan insanlara da emanet edeceksin. Adnan Kazmaoğlu hatırlar, 1977’de İstanbul paramparça hisseli ifrazlarla bölünürken ben üniversitede Yerleşke Bilimleri Enstitüsü’nün genel sekreteriydim. Ahmet Menderes ile aramız çok iyiydi. Bir belediye başkanı bir plan yapmaya kalkıyordu, üç seçim dönemi ömrünü tüketiyordu. Herkes ipin ucunu bırakmış durumdaydı. İsteyen istediği yeri parselliyordu, hiçbir denetim yoktu.


Hülya Ertaş: Şu anki durumu avantaja çevirecek neler yapılabilir? Elimizdeki yasayı baz alarak düşünmek zorunda değiliz ama bu süreçteki aktörleri mi yeniden düşünmek lazım? Kamusal alanın yaratılmasına yönelik çözümler üretilebilir mi? Dahası ada bazında birleşmeler söz konusu olduğu zaman kentsel dokudaki değişiklikler ve kent belleği gibi konular nasıl ele alınacak? Faruk Göksu: Bir önceki dönüşümde 2981 sayılı yasayla gecekondu alanlarındaki yaşam koşullarının çok kötü olması sebep gösterilerek, en basit anlamıyla herkese dört kat imar hakkı verildi ve kentsel donatı da aranmadı. Herkes memnundu. Şimdiyse bu alanları dönüştürüyoruz. Bu alanları dönüştürmek, bu alanlardaki riskli binaları dönüştürmek için pazarlıklar yapılıyor. Burada bir yanlış var. Önceki dönüşüm süreçlerinde kentsel arsanın kullanımı için kapasite vardı. Şimdi kentsel arsanın yeniden kullanımının nasıl sağlanacağına yönelik bir kavga var. Kadıköy ya da Bakırköy gibi daha az sorunlu yerlere yöneliyorlar öncelikle çünkü yasayla o yerler piyasa koşullarında dönüştürülebilir halde. Zeytinburnu ya da Bağcılar gibi daha sorunlu yerlerse piyasa koşullarında sırasını bekleyecek ya da kamu projeler geliştirecek, yeni şehirler yapacak. Diyelim ki Zeytinburnu’nu dönüştürmeye karar verdi kamu. Orada yaşayanlara "Evinin bugünkü değeri 100 lira, ben burada değeri 200 lira olan bir proje geliştireceğim. Aradaki farkı veriyorsan 100 metrekarelik evinin tam karşılığı büyüklükte bir ev alırsın, veremiyorsan 50 metrekarelik bir ev alırsın." diyecek. Kamu anlaşmaları yapıp, bir kısmı kalmayı bir kısmı gitmeyi tercih edecek. Kamu o alanları bugünkü yoğunluğu artıracaksa, sorun var demektir. İşte o zaman bunun adı haksız rekabet olur, kentsel dönüşüm değil. Eğer kamu yıktığı binaların bir kısmını açık alan yaparsa ancak kentsel dönüşüm konuşulur. Ama bunun yerine değerli yerlerdeki değer odaklı paylaşımla kapasite daha da artacak, çünkü kamunun hem gücü hem de plan

yetkisi var. Diğer yandan da kamu kendine kentin en iyi alanlarında yeni kentsel arsalar yaratacak ve insanların bir kısmını buralara transfer edecek. Adnan Kazmaoğlu: En büyük kayıp makro planın, 1/100 binlik nazım imar planının etkisinin yok edilmiş olması. Hem yetkili çevreler, hem de maalesef akademik çevreler ve Mimarlar Odası gibi sivil toplum kuruluşları böyle bir planın, İstanbul’un denetiminin dokümanının ortadan kalkmasına farklı gerekçelerle sebep oldular. Elbette o doküman belirli oranda yanlışlıklar da içerir ki zaten bir planın sonuna kadar doğru ve değişmez olması mümkün değil; plan yaşayan bir şeydir. Ama üzerinde tartışılacak bir belgeydi ve onun üstünden her şeyin denetimini paralel olarak yapmak mümkündü. Şimdi bize iş konusu olarak da geliyor, çevremizden de görüyoruz ki herkes istediği yerde istediği emsali alıp mahalle arasında gökdelen yapabiliyor. Böyle bir ortam içinde kentsel dönüşümü frenlemek mümkün değil. Eğer bir firma Göztepe’nin ortasında 55-60 katlı bir bina yapabiliyorsa Fikirtepe’dekiler de onu istiyorlar çünkü görüyorlar ki alınabiliyor o emsal. Dolayısıyla naif yöntemlerle bu metropolde kentsel dönüşüme çözüm üretmek mümkün değil. Belki radikal değil ama rasyonel bağlamda pragmatik müdahalelerin nasıl olabileceğini bulmamız gerek. Kentsel rantın belediyeler, dernekler aracılığıyla, akademik ve profesyonel kavramlar çerçevesinde kamusal alanlara doğru yönlendirilebilmesi lazım. O müdahalelerle anca bir noktaya doğru kontrol edilebilir, onun dışında kendi kendine giden bir süreç var. Yaklaşık 30 senedir bu meselelerin içindeyiz ve deneyimlerimizden biliyoruz ki istendiği kadar saha çalışması yapılsın, bir yönlendirme ya da denetim olmadığı sürece bu işleri vahşice yapan müteahhitlerle en ufak parsele gecekondu bazında sahip olan insanın zihniyeti arasında bir fark yok. Herkes kentten pay alma peşinde. O nedenle bu payı doğru paylaştırmanın yöntemini geliştirmemiz lazım. Tek çıkar yol bu. O paylaşmanın ana motivasyonuysa kar değil, kamusal alan, iyi yaşam koşulları ve sağlıklı binalar olmalı. Bu işlerin tetikleyicisi ve yapıcısı olan yapım firmaları da bu bünyenin içindeki reel aktörler. Onları göz ardı ederek ilerlemek mümkün değil. Ama kontrolsüzce davranmalarına engel olacak mekanizmaları geliştirmemiz lazım. İmar rantının bir bölümünün kentsel dönüşümün finansmanını sağlamak üzere kamusallaştırılması lazım. Faruk Göksu: Bıraktığın yerden ben de somut önerilerimi söyleyeyim. Madem imar hakları bu kadar önemli ve eşitsizce dağıtılıyor; bana göre imar hakları satılmalı ve menkul kıymete dönüştürülmeli. Eğer satılamıyorsa da, bundan sonra kentlerde artan her bir metrekare imar hakkının karşılığı kamusal alan elde edilmeli. Biz bir bonus sistemi geliştirdik. Parselleri birleştirirsen imar hakkın biraz artacak çünkü parsel bazında imar hakkı artmamalı, ada bazında artmalı. Çekme mesafelerini bedelsiz olarak yola terk edersen biraz daha artmalı. Açık alan yaratıyorsan biraz daha artmalı, kapalı otopark yapıyorsan biraz daha. Tony Blair, 90’ların sonundaki seçim kampanyasında üç tane söz vermişti. Birincisi kentsel dönüşüm birimi kuracağını söylemişti ve kurdu, başına da bir milletvekili yani siyasi irade getirdi. İkincisi kentsel dönüşüm fonu kuracağını söylemişti, onu da kurdu. Üçüncüsü ve en önemlisi bu fonu üçe ayıracağını, 1/3’ünü belediyelere, 1/3’ünü özel sektöre, 1/3’ünü de sivil

37 XXI - MAYIS 2013

"Yeni bir sistem kuralım planlamada. Merkezi yönetim adına ve yerel adına kimler varsa, makro ölçek ve parsel ölçeğinde kararları birlikte alalım" dedik. Bunu Ahmet Menderes örgütledi. Bütün Ankara’da devleti temsil eden kurumlar ve yerel aktörler bir masanın etrafında toplandı. İlk önce belediye meclislerinde başladı ve halka açıldı. Halkı çok saf, hiçbir şeyi anlamıyor gibi görmemek lazım. İstanbul’da Tuzla, Soğanlı, Darıca ve Gebze belediyeleri, düğün salonlarında, ardından yetmeyince kapalı spor salonlarında toplantılar yaptılar. Aleni olmak müthiş bir güç. O zaman halka sorduğumuz sualler çok basitti: Gidelim su havzalarını yağmalayalım, kıyıları istila edelim mi? Ormanları keselim, tarım alanlarını iskana açalım mı? En küçük parsel ölçeğinden makro ölçek karalarına kadar plan tartışılabildi, orada verilen cevapların bütünü planı oluşturdu En ciddi kararlar alınabildi ve belediyeler de çok mutluydu. Başka 18 belediye de bu süreci izliyordu. Halka bu aleniyeti verdiğinde, aleni ve sırsız olan her şeyde, insiyatifi mükemmeldir. Ama bunu vermediğinde halkı doğrudan doğruya talana ve yağmaya itersin. Nitekim arkasından, bu planların onaylanma sürecinde askeri darbe oldu, yüz belediye başkanı hapse girdi. Yeniden bütün dosyalar sümen altına girdi, aleniyet bitti, yağmaya devam edildi. Burada da böyle. Toplumu ranta sevk ediyorlar. Halk bir avanta yarışına sistematik olarak itiliyor. Bu memlekette kimse kimsenin hakkını yemiyor. Zengin de ranttan payını alıyor, en yoksul da, orta gelirli de. Burası geniş bir rant alanı.

kentsel dönüşüm

“Herkes kentten pay alma peşinde. Bu payı doğru paylaştırmanın yöntemini geliştirmemiz lazım. O paylaşmanın ana motivasyonuysa kar değil, kamusal alan, iyi yaşam koşulları ve sağlıklı binalar olmalı.” Adnan Kazmaoğlu


MAYIS 2013 - XXI 38

kentsel dönüşüm

örgütlere tahsis edeceğini söylemişti. Ve bunu da gerçekleştirdi. İşte paranın gücü. Bu üç grup da bu fondan pay almak için sürekli projeler üretmeye başladı. Buradan hareketle ben de toplu konut fonu yerine artık kentsel dönüşüm fonu kurulması gerektiğini ve bu fonun da mutlaka satılan ya da artırılan imar haklarından belli bir pay alınarak desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. O zaman, sivil toplum örgütleri tepki koyduğunda üretici bir tavra bürünür, özel sektör de masaya oturduğunda o işi almak istiyorsa anlaşmaya yanaşır. Yani bir uzlaşma kültürünü gerçekleştirecek bir mekanizmanın olması lazım. Burada müthiş bir rakamdan bahsediyoruz ve bugünkü durumda imar hakları kapalı kapılar ardında dağıtılıyor. Kentleri artık kentsel ölçekte yapısal olarak dönüştürme sürecinde birtakım stratejik planların yapılması lazım, bunu Londra’da da New York’ta da yapıyorlar. Değer haritası, yoğunluk haritası, yoksulluk haritası, yoksunluk haritası, İstanbul’un silüeti önemli olduğu için bir silüet haritası gibi stratejik haritaların yapılması lazım. Planlamadaki eski analizlerin yerine bunlar yapıldığında nerenin dönüşüm, nerenin gelişme alanı olduğu konusunda bilimsel kararlar alabiliriz. Bugün nasıl karar veriyoruz, örneğin Sulukule’nin, Tarlabaşı'nın dönüşmesi gerektiğine? Belediye başkanı ya da Ankara karar veriyor. Olmaz, bu haritaları çakıştırdığında dönüşüm alanlarını nasıl tespit edeceğimiz konusundaki temel kriterleri ortaya koyabiliriz. Olimpiyatlara hazırlanırken Londra nasıl karar verdi? Bu haritaları çakıştırdı ve yoksulluğun en fazla, kentsel rantın en düşük olduğu alan olarak Londra’nın kuzeydoğusunu seçti. Ve orada birtakım dönüşüm projeleri başlattı. Genel üst bakış gerekli, alttan bakışla, küçük projelerle bir yere varamayız. Bunlar olacak, yetkin varsa, gücün varsa bunları durduracaksın. Yetkin yoksa bu tür stratejilerle genel bir çağrı yapacaksın. Bir yandan da bütün bunlar planlama yaklaşımının sancıları; onu da değiştirmemiz lazım. Klasik imar planı dışında daha farklı yaklaşımları içeren yöntemlerin geliştirilmesi lazım. Üniversitelerin de işin içine girmesi lazım. Üniversiteler seyirci olmamalı. İleriye yönelik birtakım adımlar gerek. Tabi ki sosyal araştırmalar çok önemli. Onlar olsun ama eğer planlama söz konusuysa birilerinin de bu gerçekleri görüp birtakım önerilerde bulunmasında yarar var. Bence geç değil, yine de kaldığımız yerden bir şekilde geleceği kurgulayacak işler yapmamız mümkün. Umutsuz değiliz. Kentlerimizi yeniden kimlik, koruma, kapasite, kaynak, katılım ve kurgu yani 6K temel stratejileri ile yeniden ele almalıyız. Bunun içinde planlama yaklaşımımız değişmeli, katılımcı, yenilikçi, eşitlikçi yaklaşımlar ortaya koymalıyız. Bu nedenle Yerel Girişime DESTEK Platformunu kurduk. Yaklaşık 250 gönüllü mahalle tasarımcısı ile 3ada1ada, Mahalle ve Kent programını başlattık. Amacımız, strateji ve tasarım birlikteliği planlama ve tasarım ilkelerinin ortaya konularak, dönüşüm senaryolarının yazılması. Hüseyin Kaptan: Bence bu yasanın en olumlu tarafı, 2981 sayılı yasadan farklı olarak herkesin büyük üretime ortak edilmesi. 2981’in mülkiyetleri ince ince bölmüş olduğu duruma karşılık, yeni yasa onları bütünleştiriyor. Kişinin bağımsız, kaçak yapılaşma şansını ortadan kaldırarak bugün yaşadığımız fenomenin sonunu getiriyor. Yani

herkesin kendi parselindeki çılgın özgürlüğü bitiyor. Bunu olumlu görüyorum. Ancak en önemli hususlardan biri kamunun bu dönüşümü arz-talep piyasasına sunmuş olması. Bu arz-talep piyasasına sunulmamalı, insan hayatı söz konusuysa devletin öncelikli görevi depremsellik performanslarını ortaya koymaktır. Bu İstanbul’da dahi tam olarak yapılmamıştır, tamamlanmamıştır. Bunları kamu üstlenmeli, devletin devlet olmasının temel nedeni budur. İnsan hayatı söz konusu olduğunda, hele de 1999 depreminden sonra bu hizmeti şahısların isteğine bırakamazsınız. Özellikle mikro bölgelemede, devletin sorumluluğundadır Burada doğal olarak başrol siyasettedir. Bizim gibi teknisyenlerin böyle bir sistem içinde etkinliği sınırlıdır. Siyaseten konuşacak olursak terazinin bir kefesinde can var, bir kefesinde rant yaratılması. Burada muhakkak ki can ve yaşamın sürekliliği galip gelmelidir. Onun için böyle bir tercih yapma sürecinde eğer gerçekten katılım değeri ile bölüşüm değeri eşitliği ilkesi korunursa, İstanbul’un bugünkü yoğunluğuyla bu işin çözülebileceğine inanıyorum. Yaptığımız birçok projede değer eşitliğine inanmayan bir toplulukla karşılaştık. Siyaset bu konuyu aşmalıdır. Faruk Göksu: Tarlabaşı’nda altı ay boyunca uzlaşma yönetimi uyguladık. O paylaşım değeri konusunda bazı sorunlarla karşılaştım. 100 metrekarelik bir evi varsa, proje sonrası ona 40-45 metrekarelik bir ev önerildiğinde bugünkü değeri 100 liraysa proje sonrası konutun değeri 200-250 lira arası oluyordu, hesaplar onu gösteriyordu. Mal sahibi eğer orada oturmuyorsa bunu kabul ediyordu. Çünkü otoparklı, donatılı bir alan öneriliyordu. Ama orada yaşayan, örneğin İstiklal Caddesi’nde kestane satan adam buna karşı çıkıyordu. Evin değeri isterse 500 milyar olsun, o zaten 100 metrekarede 10 kişi oturuyor. "Benim İstiklal Caddesi’ne yürüme mesafem bir dakika, sen kötü de olsa aynı büyüklükte evi bana Dolapdere’de al, ben kabul ederim" diyordu. Bu önemli bir referans. Diyor ki yürüme mesafemi bir dakikadan yarım saate çıkarabilirim ama Küçükçekmece’ye gidip işimi kaybedemem ya da onun ulaşım bedelini ödeyemem. Bu paylaşım yöntemi her yere uymaz. Bu Kadıköy’e ya da Bakırköy’e uyar çünkü bire beş veriyor. Ama Zeytinburnu’na uymaz. Tabi ki değer odaklı olması lazım ama değer odaklı olabilecek yer var, olamayacak yer var Cem İlhan: İmar hakkının satılması kavramını ilginç buldum. Zaten bütün mantığın ve motivasyonun bunlar üzerinden yürütüldüğü bir çağda yaşıyoruz. Devletin, özel sektörün ve STK’ların bir arada olduğu Blair politikalarından söz ettik. Yoğunluk, yoksunluk gibi stratejik haritalar da çok önemli. Ancak bir tarafta da 1/100 binlik planı bir kerede kenara atan bir bakış var. Devlet erkinde bu farkındalığı yaratacak karşılaşmaları sağlayabiliyor muyuz? Öncelikle en azından İstanbul için bu aymazlığı durduracak, 1/100 bin'lik planı kenara atmadan tekrar bu değerlerle bir araya getirecek yolları kurabiliyor muyuz? Bu işin bir tarafı, diğer tarafı da mahalle bazında farklılık yaratmak. Bu nasıl yaratılabilir? Bu gidişattan ne çıkacağını birebir göstererek. Ben bunun en etkili ve ikna edici yol olduğunu düşünüyorum. Mülk sahiplerine müteahhitlerle parsel bazında anlaştıklarında nasıl bir şeyin ortaya çıkacağını, nasıl bir yaşantının onları beklediğini çok ciddi bir şekilde göstermek gerekiyor. Belli bir emsal eşiği aşıldıktan sonra yaşam formatının tekleştiğini, 3 emsalde ortada bahçe falan kalmadığını, onun ancak TOKİ bloğunun şık halini yapmaya olanak verdiğini


Dernek fikrini de önemli buldum. O derneğin içeriğinin ve tüzüğünün de az önce sözü edilen stratejik haritalarla belirlenmesi gerek. Sarıyer’de başka bir dernek oluşumu bu, Caddebostan’da başka. Sosyal yapıya göre farklılaşan yaklaşımlar olmalı. Bunlar üzerine çalışmak gerek, orada da tabi akademi devreye girmeli. Adnan Kazmaoğlu: Modellerin değişmesi lazım esasında, kent merkezindeki model başka, çeperdeki başka olmalı. Faruk Göksu: İmar hakkı yetmiyorsa mal sahibinin onu transfer edeceği bir sistem kurulmalı. Örneğin, İstanbul'da bazı proje alanları için yüksek emsal veriliyor. Bu eşitsizlik yaratıyor. Bazı değerli ve kapasitesi olan alanlara yüksek emsal verebilirsiniz ancak, bu emsalin bir bölümünün satın alma yöntemi ile artırılmasını sağlamalısınız. Örneğin, emsal artırımı talebinde bulunan yatırımcı, yakın çevrenin imar hakkını satın alabilirdi. Ve bu sayede ya oradaki riskli yapı yıkılıp aynen yeniden yapılırdı ya da yerine yeşil alan yapılarak onun karşılığı olan değerini alınırdı. İmar transferi zaten dünyanın her yerinde uygulanan bir sistem. Bizim de buna geçmemiz lazım. Belli yerleri yoğunlaştıracağız, bu kaçınılmaz. Ama, bazı yerlerde yoğunlukları düşüreceğiz yada açık alan, kamusal mekan yaratacağız. O nedenle, imar hakları transferi önemli bir yöntem. Adnan Kazmaoğlu: Adil bir çözüm üretmek çok zorlaşıyor. Oysa bir plan çerçevesinde hareket edilse bir şekilde yine de bir düzene girecek olan bir çerçeveyi hep beraber reddediyoruz. Sonra da başı boş, dizginleri boşalmış bir durum çıkıyor karşımıza. Ondan sonra onu nasıl denetleyebiliriz? Mümkün değil şu anda. Murat Cemal Yalçıntan: Benim yaklaşımımı naif buldunuz ama ben de sizlerin söylediklerinizi naif buluyorum. Söylediğiniz her şeyi destekleyebilirim. Önerdiğiniz her şey gayet makul. Bizim mesleki pratiğimizde dünyanın çeşitli coğrafyalarında uygulanan ve kısmen başarılı olmuş çözümler bunlar. Sertifika gibi konularda konut hakkı konusuna dikkat etmek lazım tabi. O devreye girdiğinde insanların tüm hakları ellerinden gidebiliyor. Yoksullar kadar orta sınıflar için de yıkıcı olabilir bu sertifikalar piyasaya düşerse. Genel olarak uygulamaya yönelik bütün önerileriniz tartışılabilir, masaya konulabilir öneriler. Ama en baştaki tespitler, yani aslında bu işin ekonomik motivasyonu ve ekonomik büyümeyle ilişkisi siyasi iradenin bu çözümleri aslında bildiğini ve tercih etmediğini gösteriyor. Dolayısıyla bizim uzmanlık alanımızdaki bu

doğrular da bana çok naif geliyor. Onun için diyorum ki siyasal alanı güçlendirmek şart. Bugün Emek Sineması’nın, Taksim mücadelesinin, mahallelerdeki derneklerin gerçekleştirmeye çalıştığı budur. Bu kente sahip çıkacak bir siyasi güç oluşmalı. Bu aynı zamanda siyasetçilere de bu kentte yaşayan insanlardan oy aldıklarını hatırlatacak bir güç olmalı, yani toplumsal tabanı ve meşruiyeti olmalı. Hüseyin Kaptan’ın yaptığı 1/100 binlik planın ortadan kaldırıldığından, Mimarlar Odası vs’nin karşı çıktığından bahsettiniz. Ama Hoca da bu planı sahiplenmemizi sağlamadı. 100 kişiyle bir ofiste plan yaparak proje üretilen bir dönemin kapandığının altını çizmek istiyorum. Planlama dediğiniz şey siyasi bir alandır, bunu kabul etmemiz gerekiyor. Bu planı benimsemiş, uymaya ve taşımaya niyetli bir toplumsal meşruiyet alanı oluşmadıkça yapılan iş olağanüstü iyi bir iş de olsa hiçbir anlamı yok, çünkü plan uygulanamıyor. 2009 yılında onaylanan bir plandan bahsediyoruz İstanbul gibi bir şehir için, bununla ilgili paylaşımları yapacağınız bir internet sitesi hazırlamaz mısınız? Açıklık budur, siz ne çalıştığınızı insanlarla paylaşacaksınız ki insanlar o planı benimseyecekler. Hüseyin Kaptan: İMP kurulurken ben önce mimarlar odası ve şehir plancıları odasını ziyaret ettim. Onlara İMP’de mekan ve bilgisayar vermeyi, tüm toplantılara girmelerini önerdim. Deneyimli üniversite öğretim üyeleri, planlamaya konu olan ana sektörleri yönetiyorlardı. Genç akademisyenler onların yardımcısıydı. Herkes kendi uzmanlık alanında özgür çalıştı.. Hiçbir hocanın İMP’de barınamadığını duydunuz mu? Şeffaf olmanın üzerinde bir güç yoktur planlamada. Kapalı odada plan yapılır mı? Planlamada şeffaflık da katılım da esastır. Ben de onun gerçekleşmesi için elimden gelen her şeyi yaptım. Açık olmadığımıza yönelik eleştirini kabul etmiyorum. Murat Cemal Yalçıntan: Siyasal alanda, kamusal ortamda tartışılan ve tartışmaların sürece yansıdığı bir plan hazırlansaydı sahiplenirdi insanlar. Meslek odaları kendi meslektaşları orada çalışırken neden karşı çıksın sizlere? Kendi varoluşlarıyla çelişirler öyle bir şey yaptıklarında. Üçüncü köprü eklenip de sizin yaptığınız plan kadük hale getirildiğinde insanlar planınızı savundular mı, bir araya gelip merkezi müdahaleyi protesto ettiler mi? Toplumsal meşruiyeti yüksek bir planı insanlar sahiplenirlerdi iddiasındayım. Hüseyin Kaptan: İşte yanıldığın esas nokta burası. Ben 45 yaşında belediyecilik okudum. Yerel yönetimlerin ne demek olduğunu biliyorum, Marmara Bölgesi’nde yüz belediyenin de danışmanlığını yaptım. Merkezi yönetim bir havaalanının konumunu ya da bir otoyol güzergahını saklıyorsa ne yapabilirsin? Seçilmiş insanların kararlarını nasıl yok sayabilirsin? Murat Cemal Yalçıntan: Tam da bunu anlatmaya çalışıyorum aslında. Seçilmişlerin kontrolünü profesyoneller yapamaz. Ama yapabileceğimiz çok önemli bir şey var; o da seçilmişlerin kontrolünü yapabilecek olan sivil toplumun güçlenmesine bir şekilde destek olmak. Tasarım ve planlama bunun için çok önemli fırsatlar sunuyor.

39 XXI - MAYIS 2013

göstermek gerekiyor. Yoğunluk mimarlığından yaratıcı şeyler çıkarmanın bir sınırı var, emsal 2,5 ya da 3’leri bulduğu zaman bile bu sınır aşılıyor. Biz TOKİ ile iki sene önce Kayabaşı yarışmasının ardından yaptığımız görüşmelerde masadan 1,7 emsal nedeniyle kalkmıştık, gerçi başka nedenler de vardı tabii. Biz o emsalle çalışırken bir noktada kendimizi sorgulamaya başlamıştık, şimdi onu arar hale geldik. O eşikleri göstermek gerekiyor, o da bir ikna biçimi. Bunu görselleştirme bilgisine, planlayıp anlatma donanımına sahip kişiler olarak biz profesyonellerin mahalle bazında bir farkındalık yaratması mümkün.

kentsel dönüşüm

“Dönüşüm süreçlerinin, çok daha geniş kapsamlı ekonomik ve sosyal gerçeklikler dahilinde kurulması, bunun dernekler vs üzerinden siyasal alana taşınması, kamusal alanın bu şekilde kurgulanması lazım.” Murat Cemal Yalçıntan


Yapı - İş Merkezİ - Adana MAYIS 2013 - XXI 40

fotoğraflar: Cemal Emden

İki Villa İki Blok 1930'LU YILLARDA ADANA KENTSEL YAŞAMININ VE MİMARİ GÖRÜNÜMLERİN BİR VİTRİNİ OLAN İSTASYON CADDESİ ÜZERİNDE KONUMLANAN PROJE MARS-MİMARLAR TARAFINDAN GEÇMİŞİN İZİ SÜRÜLEREK TASARLAnMIŞ.

Mimar Semih Rüstem İş Merkezi

mars-mimarlar

Mimar Semih Rüstem İş Merkezi, adını proje arsasında bulunan iki yapıdan alıyor: 1930’lu yılların başında iki bitişik parsel üzerinde inşa edilmiş olan iki villa. Yapıların tasarımcısı ise aynı kişi: Mimar Semih Rüstem Temel. Villa parsellerinin arkasında genişçe bahçeler bulunur. 1930’lu yıllarda Adana, Seyhan kıyısındaki tarihi merkezden ve çarşı bölgesinden kuzeye, tren garına doğru gelişim göstermiş, İstasyon Caddesi ise bu gelişmenin taşıyıcı eksenini oluşturuyor. Dönemin önemli ailelerinin evleri ile kimi kamu yapıları bu cadde üzerinde yer alıyor. Mimar Semih Rüstem tasarımı iki ev de, biraz daha güneydeki Seyfi Arkan tasarımı olan Halkevi binası da bu cadde üzerinde inşa edilmiş. Sonradan adı Atatürk Caddesi olarak değiştirilecek olan İstasyon Caddesi ve çevresi, kentin o yıllarda modern Adana yaşamını ve Erken Cumhuriyet modernizminin Adana’daki mimari

görünümlerini yansıtan vitrinidir. 1960’lı yıllardan sonra bu görünüm değişerek, 1930’lu ve daha eski yılların yapılarının çoğu yıkılacak, çok katlı yapılaşma yaygınlaşacaktır. İki villa bu kentsel gelişim süreci içinde el değiştirmiş, özensiz eklerle özgünlüğünü yitirmiş, özellikle Sait Bey evi, 1998 depreminde hasar görmüş ve terk edilmiş. Bu süreci değiştiren gelişme, her iki villanın da 2004 tarihinde Erken Cumhuriyet dönemi modernizminin tanıkları olarak tescil edilmesi ve 2006 yılında projeyi geliştirecek olan girişimciler tarafından satın alınmasıdır. Ve tasarım çalışmalarına da bu tarihte başlanmış. Proje, kültür varlığı olarak tescilli iki villayı restore etmeyi ve gerideki geniş parselde yeni bir kompleks inşa ederek tümünü tek bir kompozisyon çerçevesinde bütünleştirmeyi hedefliyor. Arkada, saydamlığı vurgulanan çok katlı iki yeni büro bloğu, öndeki küçük ölçekli villalara fon teşkil ediyor. Camlı yüzeyler, birbirine eklemlenen yüksek blokların birisinde düşey kafesler, diğerinde yatay güneş kırıcılar ile korunuyor. Dört yapının arasında gölgeli bir avlu mekanı yer alıyor. Kış bahçesi


Yapı - İş Merkezİ - Adana

proje adı: Mimar Semih Rüstem İş Merkezi proje yeri: Adana işveren: Toprak Mimarlık İnşaat, Adana mimari tasarım: MarS-Mimarlar tasarım ekibi: Atilla Yücel, Cem Yücel, Mehmet Toprak yardımcı mimarlar: Aslı Can, Evren Şerbetçi, Emre Aydilek proje tarihi: 2006-2007 yapım tarihi: 2007-2012 arsa alanı: 2.790 m2 inşaat alanı: 14.600 m2 statik projesi: Serdar Nemili, Bilgin Kış elektrik projesi: Hıdır Bahçe mekanik projesi: Ahmet T. Dörtdemir engelli erişimine uygunluğu: Zemin katında kot farkı oluşturulmamış, bütün katlara yeterli boyutta asansör ile ulaşılıyor. aldığı ödüller: Türk Serbest Mimarlar Derneği Yapı Ödülü

41 XXI - MAYIS 2013

türü küçük saydam pavyonlar, yüksek blokların eteğinde bu avluya açılıyor, alçak ve yüksek kütleler arasında ölçek geçişleri kuruyor. İki yüksek ve camlı bloğun mimari çizgileri hem birbirinin benzeri, hem de birbirinden farklı, tıpkı 1930’larda aynı mimarın inşa ettiği iki villada olduğu gibi. Bu küçük farklar: Yataylık/düşeylik, açılı ve dairesel köşe bitişleri, silme ve profiller, villa mimarileri arasındaki detay ve nüans farklılıklarına tekabül ediyor. Ancak bu atıflar biçim benzerliklerine değil, kavramsal çağrışımlara dayanıyor. Restore edilen Semih Rüstem tasarımı villaların özgün imalat detayları korunurken dönemin teknoloji anlayışını yansıtan bazı mekanik aksamalar, onarılarak kullanılır hale getirildi. Aynı tasarım ekibinin 2000’li yılların başında tasarladığı bu iki blok, Adana’nın yeni kentsel çevresi ve ölçeği içinde, bir başka mimarın seksen yıl önce tasarlayıp inşa ettiği iki bina ile bir Adana avlusu çevresinde buluşturuldu. Projelendirmenin başında arsada bulunan yaşlı palmiye ağacı korunarak avlunun ortasında yeni yerini aldı.


Yapı - İş Merkezİ - Adana MAYIS 2013 - XXI 42

giriş sayfasında Blokların ana girişten genel görünüşü önceki sayfada üstte solda ve sağda: Blokların çevre ile ilişkisi altta: Restore edilen villalarla yeni blokların birlikteliği

bu sayfada en üstte solda: Cephe detayı en üstte ortada: Eski ve yeninin birlikteliği en üstte sağda ve üstte: Sokak cephesinden projenin algılanışı, yaya akışı ile kurduğu ilişki sağda: Giriş mekanının yapılarla ilişkisi


görünüş

Yapı - İş Merkezİ - Adana 43 XXI - MAYIS 2013

zemin kat planı

normal kat planı

asma kat planı

çatı katı planı

cem yücel 1998'de İTÜ Mimarlık Fakültesi'ni bitirdi. 2001 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan Cem Yücel, 2002 yılında başlayan öğretim faaliyetlerini 2008 yılından itibaren çeşitli üniversitelerde konuk öğretim görevlisi olarak, 2000 yılından itibaren mesleki proje ve uygulama çalışmalarını ise MArS-Mimarlar bünyesinde büro ortağı olarak sürdürüyor.

atilla yücel 1965 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi'nden yüksek mimar mühendis olarak mezun oldu. İTÜ dışında çeşitli Türk ve yabancı üniversitelerde ve programlarda konuk öğretim üyeliği yaptı. Atilla Yücel tasarım etkinlikleri yanında İTÜ'de başladığı akademik çalışmalarını Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi ve İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde sürdürüyor.


Malzeme Çeşitliliğiyle Ev Hissi 34 & THE MANSION'da restoran ve toplantı mekanları malzeme farklılıklarıyla öne çıkıyor.

MAYIS 2013 - XXI 44

İç mekan – RESTORAN – İstanbul

fotoğraflar: Jesse Ross Photography

Mekanların, bir otel havasından çok, misafirlerin kendilerini evlerinde hissedecekleri rezidanslar şeklinde tasarlanması, işveren tarafından öncelikle talep edilen konuydu. 34 restoran tasarımında, bu mantıktan yola çıkarak, farklı lezzetlerin ve yemek gruplarının açık mutfaklar prensibinde, her biri malzeme farklılıkları ile birbirinden ayrılan meze, ızgara, makarna, pastane, unlu mamuller, kahve gibi açık mutfakları mekana yerleştirdik. Bu sayede hem mekan içindeki sirkülasyon doğal ve akıcı kılındı hem de misafirlerin açık büfe mantığında serbestçe mutfaklar arasında dolaşması mümkün oldu. 34 içinde bulunan özel yemek odası açık mutfağında ise, kişiye özel davet ve diğer etkinliklerin yapılması mümkün.

34 & The Mansion

paker Mimarlık & gkv archıtects

The Mansion olarak adlandırılan toplantı odaları bölümünün tasarımı, eski bir konağın büyük ve ihtişamlı konuk ağırlama, oturma odaları olarak ele alındı. Tüm odalarda çağdaş iş hayatının gerektirdiği teknolojik

hizmetler sunulurken, mekan algısının toplantı odası fikrinin tam tersine, oturma grupları ve yemek masaları ile konforlu ve rahat olmasına özen gösterdik. Mobilyalar, malzemeler ve kumaşlar çeşitlilik gösterirken birbirleri ve mekan arasındaki uyuma önem verdik. Projenin konsepti GKV Architects tarafından hazırlandıktan sonra, tamamlanıp detaylandırılması ve uygulama projesi haline getirilmesi bölümünde ofisimiz görev aldı. Yaklaşık altı ay süren detay ve uygulama projesi sürecinde açık mutfak alanında bulunan yaklaşık 300 adet mutfak ekipmanı, misafir alanlarındaki tezgahlar ve diğer imalatlar ile kordine edilerek işlevsel bir şekilde yerleştirildi. proje adı: Grand Hyatt Istanbul, 34 & The Mansion proje tarihi: 2012 işveren: Doğuş Turizm konsept tasarım ve uygulama projesi: Paker Mimarlık, GKV Architects proje ekibi: GKV Architects: Randy Gerner, Bryan Bennett, Deniz Yıldız, Mauricio Lopez; Paker Mimarlık: Özer Ali Önkal, Sinan Paker, Neslihan Avşarlıgil, Özgün Yılmaz proje yönetimi: Doğuş Gayrimenkul proje alanı: 2.200 m2 proje yeri: Taksim, İstanbul


arka sayfada üstte solda ve üstte sağda: Toplantı odaları bölümü altta: Açık mutfaklar

45 XXI - MAYIS 2013

bu sayfada solda: Oturma alanları solda ortada ve solda altta: Açık mutfaklar ve oturma alanları altta: Mutfak

İç mekan – RESTORAN – İstanbul

karşı sayfada Mutfaklar arası dolaşım alanından bir kare


paker mimarlık Sinan Paker, University of Pennslyvania'dan yüksek lisans diplomasını aldı ve 2003 yılına kadar New York'da C.A.P. Ali Rahim'le, 2003-06 yılları arasında ise Uras X Dilekçi Mimarlık ile birlikte çalıştı. 2006'dan beri Paker Mimarlık bünyesinde çalışmalarına devam ediyor.

Zeynep Paker, Lehigh University'den lisans, University of Pennslyvania'dan yüksek lisans diplomasını aldı. 2006 yılında Paker Mimarlık'ın ortağı olmadan önce bir süre Tabanlıoğlu Mimarlık'ta çalıştı. gkv archıtects Randolph H. Gerner, Richard N. Kronick ve Miguel Valcarcel tarafından 1995 yılında New York'da kurulmuş olan Gerner Kronick + Valcarcel Architects, mimarlık ve iç mimarlık çözümleri olan bir tasarım ve mimarlık ofisi. Çalışma alanı ofis, turizm, konut ve yeme-içme gibi bir çok alanı kapsıyor.

MAYIS 2013 - XXI 46

İç mekan – RESTORAN – İstanbul

Özer Ali Önkal, 1998 yılında Virginia Tech, Washington and Alexandria Architecture Consortium Mimarlık lisans bölümünden diplomasını aldı. New York ve İstanbul'da çeşitli mimarlık firmaları ile birlikte çalıştı. 2007 yılından beri Paker Mimarlık'ın ortakları arasında.

kesitler



İç mekan – Konut – İstanbul MAYIS 2013 - XXI 48

fotoğraflar: Emre Dalak, Meydan Mimarlık

Geçişli Mekan MEYDAN MİMARLIK TASARIMI PROJE, KULLANICININ ESTETİK VE İŞLEVSEL İHTİYAÇLARINI KARŞILARKEN MEKANın DEĞERİNİ VE POTANSİYELİNİ ORTAYA çıkarıyor. Kasımpaşa semtinde bulunan, Galata Kulesi, Tepebaşı ve Haliç manzaralı çatı katı stüdyo dairenin tasarım süreci, dairenin satın alınması ile başladı. Evde tek başına yaşayacak olan müşterimizle onun ihtiyaçları ve mekanın potansiyeli üzerinde analizler yapmaya başladık. Bu analiz ve en temelde "tanışmalar" paralelinde kısa zamanda "mekan-mimar-müşteri" iletişim üçgenini kurduk. Bu noktadan sonra proje ve şantiyenin ilerlemesi çok daha hızlı gerçekleşti.

Kasımpaşa'da Stüdyo Daire

meydan mimarlık

Önceden iki oda bir salon olarak, daha tipik bir ev şemasında kullanılan dairenin stüdyoya evrilmesi ve kısıtlı metrekarenin (45 m2) etkin şekilde değerlendirilmesi en temel konumuz oldu. Bu doğrultuda mekanın yeniden yaratılan plan ve geometrilerine uygun entegre-kompakt mobilyalar ve hatta hacimler tasarlandı. Konseptimizde gemi, yat

‘tasarım prensiplerini’ andıran birçok unsur bulunuyor. (Özellikle tasarım prensiplerini diyoruz zira stil, görünüş olarak araları siyah mastik macunlar ile doldurulmuş ahşap zemin döşemeleri dışında projenin yat-gemi tasarımına benzer görsel bir tarafı pek yok.) Genellikle çalışmalarımızda dönemi andıran projeler yapmak yerine kendi karakterini, zamanını, mekanını ve kültürünü yansıtan projeler ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Tasarım kriterleri arasında önemli bir nokta, gün ışığının iyi kullanılmasıydı. Bu sebeple ön cepheden (güneydoğu) gelen gün ışığı yaşam alanına ve yatak odasına denk getirildi. Mekanın duvarsız, bölücüsüz olması da hem bu metrekare içerisinde geniş, ferah bir algı yaratılmasına hem de ışığın mekanın derinliklerine kadar ilerleyebilmesine olanak sağladı. Şantiye sürecinde ise, öncelikle bir süredir bakımı gerçekleştirilmeyen mekanda elektrik, su, ısıtma gibi tüm altyapıları yenileyip projeye uygun hale dönüştürdük. Yine bu sürece paralel olarak taşıyıcı olmayan tüm duvarları yıkıp sadece banyo ve yatak odası arasına bir duvar ördük. Ardından yalıtımlar ve


bu sayfada solda: Balkon ve dairenin dışa açılması en solda: Salon, mutfak ve holden oluşan açık alan ve mobilyalardan bir detay altta solda: Esnek kullanıma uygun mobilyaların kapalı hali altta ortada: Mobilya kapaklarının açılarak esnek kullanışa izin vermesi, diğer mekanlara geçiş sağlaması altta: Dolabın masa ihtiyacını karşılaması en altta: Mutfaktaki mermer hareketli masa, ahşap döşemeler ve malzeme detayları

İç mekan – Konut – İstanbul

karşı sayfada Salon, mutfak ve giriş mekanından bir kare. Diğer mekanlara geçişi sağlayan dolap kapalı halde.

49 XXI - MAYIS 2013

zemin döşemeleri yapıldı ve bu süreçle eş olarak atölyelerde mobilya üretimleri başladı. Projenin ana malzemeleri ise masif çam ahşabı ve çizgili marmara mermeri. Bu malzemeleri bütçeye uygunluk ve dayanıklılık gibi nedenlerle tercih ettik. Gerçek yani taklit olmayan yerel malzemeler ve onları işlemeyi bilen ustalar bulunduğunda projede haklı bir rahatlık ve güven elde ettik. Kullanıcı ile gerçekleştirdiğimiz periyodik görüşmelerde onun ihtiyacı olan estetik ve işlevsel gereksinmeleri belirledik, mesela bu toplantılar sayesinde semtte nadiren de olsa su kesintilerine karşı önlem olarak terasta konumlandırdığımız su deposu ortaya çıktı. Plan olarak stüdyo daire; açık mutfak ve giriş ile bütünleşik genel yaşam alanı, yatak odası, duş ve WC'nin yer aldığı ıslak mekan, depo bölümü ve balkondan ibaret. Proje genelinde -kullanıcının sahip olduğu mobilya ve tabloları da göz önünde bulundurarak- beyaz ve gri tonları tercih ettik. Yalnızca zeminde, ahşabın kendi rengi ve arka bölümde yer alan mutfak tezgahı üzerinde,

kırmızı seramikler ile çeşitli dokunuşlar yapıldı. Mekan küçük olmasına rağmen kullanılan az sayıda ve güçlü malzeme ile kendini daha net hissettiriyor. Örneğin ıslak mekana girildiğinde yoğun olarak kullanılan marmara mermeri, kullanıcısına gerçekten banyo ya da tuvalet alanında olduğunu vurguluyor. Dairede bahsedilmeye değer 3,5 m2’lik depo alanı evin adeta hayat kurtaran mekanı. Burada genelde nereye konulacağı hep dert olan, kombi, çamaşır makinesi, çamaşır kurutma bölümü, ev aletleri gibi birçok araç-gereç bulunuyor, tüm bunlar ilk bakışta bir dolap ya da raf olarak görülen bir mobilyanın ardında, sürpriz halde duruyor. Bu sürpriz depo ve çok amaçlı kullanım alanı, ev sahibine beklenilenden daha fazla yaşam alanı kalmasına yardımcı oluyor. Evin manzarasına hakim balkonu büyük ve zemine kadar olan doğramaları ile mekanın içine açılarak balkon, yaşam alanına dahil oluyor. Normalde küçük hacimlerde daha çok karşımıza çıkan girintiliçıkıntılı yani netliği az olan bölümleri, entegre mobilyalar ile destekleyerek değerlendirdik, yine bu doğrultuda kalorifer radyatörlerini de mobilyalar içerisine gizleyerek mekan bütünlüğünü sağladık.


İç mekan – Konut – İstanbul MAYIS 2013 - XXI 50

jose m. garcıa torres Granada, İspanya doğumlu. Universidad de Granada 'da mimarlık lisans ve yüksek lisansı programlarından mezun oldu. Erasmus programı ile 'Universita degli studi Roma 3 Roma', İtalya'da bulundu. Universidad de los Andes, Bogota'da Kentsel Rehabilitasyon ve Restorasyon programlarında eğitim aldı. 2010 yılından beri Meydan Mimarlık'ın kurucu ortağı. hakan sakarya Eskişehir doğumlu. İTÜ İç Mimarlık Lisans Programı'ndan mezun oldu. Erasmus programı ile Hochschule für Technik, Stuttgart-Almanya'da bulundu. 2010 yılından beri Meydan Mimarlık'ın kurucu ortağı. proje adı: Kasımpaşa'da Stüdyo proje yeri: Kasımpaşa-Beyoğlu, İstanbul İşveren: Harm Burfeind iç mekan tasarımı: Meydan Mimarlık tasarım ekibi: Hakan Sakarya, Jose M. Garcia Torres, Doruk Karagöz aydınlatma tasarımı: Harm Burfeind proje alanı: 45 m2 proje tarihi: Temmuz-Ekim 2012

eskiz

bu sayfada üstta solda: Yatak odasındaki dolabın açılarak mutfakla bağlantı kurulması üstte ortada: Yatak odası ve dolabın kapalı hali üstte sağda: Islak hacimlerde kullanılan malzeme; mermer

plan



İç Mekan - Stand Tasarımı - İstanbul MAYIS 2013 - XXI 52

fotoğraflar: Yerce Art, Emin Emrah Yerce

Mekanın Referansı Yataş'ın YENİ MAĞAZALARININ KONSEPT PROJELERİNDEN ESİNLENEREK YERCE MİMARLIK TARAFINDAN TASARLANAN FUAR STANDI, HER MOBİLYANIN GEREKSİNİM DUYDUĞU SERGİLEME ALANINA KAVUŞMASINI AMAÇLIYOR. Nail Egemen Yerce

Yataş İMOB 2013 Fuar Standı

yerce mimarlık

Sektörde sıkça yapılan hatalardan biri: Mobilyayı algılama alanının olmaması ve yakınındaki diğer mobilyalarla yarıştırılarak neticede izleyende algı yorulmasının meydana gelmesi. Bu paralelde alanın, mobilyaları geri planda bırakmadan -iyi bir şekilde ev sahipliği yaparak- kucaklamasını istedik. Mekanın yapısal alanda sadeleşirken aynı zamanda "ev", "yuva" sıcaklığını oluşturması bizim için önemliydi, bu sebeple bütüncül mekan anlayışını benimsedik. Mobilyaları hiçbir sınır olmadan ya da tamamen sınırlandırılmış alanlar olarak oda oda monotanlaşan bir sergi ve izleme kurgusuyla ele almak yerine, sınırların daha belirsiz olduğu, daha esnek, akışkan bir sergi ve izleme kurgusu projemizin ana noktalarından birisi. Mobilyaların sergilendiği yerlerde mekanın mobilyaları gölgede bırakmadan ona iyi şekilde rol arkadaşlığı yapması, bazı yerlerde ise

şaşırtan, heyecanlandıran, kendini izleten bir durumda olması gerektiğini düşündük. Böylelikle mekanda dolaşırken normalde mobilyadan mobilyaya monoton bir izleme durumunun yerine, ilginin daima yüksek tutulması söz konusu olabilecekti. Bunların haricinde yine sektörde tüm standı dolaştıktan sonra oturup karar verip kafa toplamayı sağlayacak ya da sadece es verecek yerlerin eksikliği bizce önemli bir noktaydı. Bu paralelde mekanı ziyaret eden kişi için bir rahatlama ve gerekirse karar verme noktası olması gerektiğine karar verdik. Burası aynı zamanda stant içinde sosyal bir alan olarak hizmet veriyor, çocuklu ziyaretçilerin, çocuklarını bu alanla bütünleşik çocuk oyun alanına bırakmaları ise alış-verişi rahatça yapmalarını sağlıyor.

proje adı: Yataş Grup Enza Home İMOB 2013 Fuar Standı proje yeri: CNR Expo Yeşilköy, İstanbul işveren: Yataş Grup iç mekan tasarımı: Yerce Mimarlık proje uygulama: ERS Yapı grafik tasarım: A Graphic cephe uygulama: Kutay Tasarım


İç Mekan - Stand Tasarımı - İstanbul 53 XXI - MAYIS 2013

karşı sayfada Sergileme alanından bir kare bu sayfada üstte solda ve üstte sağda: Mobilyaları öne çıkaran sergileme alanı ortada solda: Mekanların arasındaki geçişler solda: Mekan geçişlerindeki detay üstte: Giriş mekanındaki döşeme ve mobilya ilişkisi arka sayfada ortada ve altta solda: Stand alanı girişi altta sağda: Dinlenme alanları


kesitler

MAYIS 2013 - XXI 54

İç Mekan - Stand Tasarımı - İstanbul

plan

nail egemen yerce 1997’de Dokuz Eylül Üniversitesi’nde mimarlık eğitimine başladı. 1998-2003 yılları arasında Çil Mimarlık ve Sanat Merkezi’nde önce stajyer daha sonra mimar olarak çalıştı. 2003 yılında İTÜ Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı’na başladı. 2005-2006 yılları arasında Erasmus Öğrenci Değişim Programı’yla Politecnico di Bari’de Endüstriyel Tasarım Bölümü’nden dersler aldı. 2007 yılında “Enstalasyon ve Mekanı” başlıklı tezini tamamladı. 2010 yılında kendi ofisini kurdu, İstanbul ve İzmir’de mimarlık, endüstriyel tasarım ve resim alanlarında çalışmalarını sürdürüyor.



Aydınlatma Tasarımı - Manchester MAYIS 2013 - XXI 56

fotoğraflar: Trevor Palin Images

İkonik Işık İSTANBULLIGHT Uluslararası AYDINLATMA TEKNOLOJİLERİ FUARI KAPSAMINDA İSTANBUL'DA BULUNAN BURO HAPPOLD AYDINLATMA TASARIM GRUBU BAŞKANI RICHARD CAMERON İLE ONE ANGEL SQUARE PROJESİ ÜZERİNE GÖRÜŞTÜK. Beste Sabır

One Angel square

buro happold

Beste Sabır: One Angel Meydanı'nda gerçekleştirdiğiniz aydınlatma projesinin ana tasarım kriterleri neler oldu? Rıchard Cameron: Manchester'da konumlanan ve 3D Reid tarafından tasarlanan binanın çok disiplinli mühendislik danışmanlığını Buro Happold gerçekleştirdi. Üç yıllık bir inşaat sürecine sahip olan projenin tasarım süresi boyunca birçok ana kriterimiz oldu. İşverenin “yeşil, sürdürülebilir bir landmark” yaratma isteği vardı, aynı zamanda çalışanlara modern ve esnek çalışma mekanları sunulmak isteniyordu. Binaların her birinin içindeki farklı kullanım alanlarına özel, enerji etkin aydınlatma şemaları tasarlamak esasında zorlayıcı bir kriter oldu. İşverenin bizden öncelikli isteği: Çok amaçlı, düşük

enerji kullanan, modern ve esnek ticari çevre özellikleriyle uyuşan bir aydınlatma tasarımı gerçekleştirmemiz oldu. bs: Ana konsept nasıl gelişti? rc: Tasarım ekibimiz mimari tasarım konseptine ve binanın en başta geliştirilen renk çalışmalarına uygun kalmaya çalıştı. Amacımız proje tasarım aşamasının başında alınan bir karar olan ikonik bir yapı elde etme çabasını devam ettirmek oldu, mimari tasarım ve aydınlatma tasarımı bu kurallar paralelinde gelişti. Projenin içinde ofis, toplantı odaları, lobi, kafe, restoran, toplanma alanları, spor, mutfak, arşiv, depo, kış bahçeleri, teras gibi birçok farklı işlevlere sahip kişisel ve ortak kullanıma ait alanlar bulunuyor. Mekanların en iyi ve istenen şekilde aydınlatılması için bir dizi aydınlatma yaklaşımı geliştirildi, birçok farklı metod çeşitli işlevlerdeki mekanlara uygulandı. Aydınlatma tasarımındaki temel kurgumuzu, basit ve yalın bir şekide mimari ve iç mimari tasarımla bütünlük oluşturacak şekilde kurguladık.


karşı sayfada Yapının dışarıdan algılanışı ve çevreyle ilişkisi

Aydınlatma Tasarımı - Manchester

bu sayfada solda: Yapının cephesi ve aydınlatmanın algısı altta solda: Kullanılan aydınlatmanın farklı mekanlarda değişimi altta: Yapısal detay en altta: Dış mekandaki aydınlatma çeşidi

arka sayfada üstte solda: Çalışma alanları ve açık alanlarda doğal ve yapay aydınlatma birlikteliği üstte sağda: Toplantı mekanları ve ortak alanlardaki aydınlatma çeşitlenmesi ortada: Terastaki aydınlatma altta solda: Sirkülasyon alanlarında aydınlatma detayı altta sağda: Çalışma alanları aydınlatması

57 XXI - MAYIS 2013

bs: İşverenin ve mimari grubun ana talepleri neler oldu? rc: Düşük enerji yaklaşımının dışında aydınlatma tasarımının fazlasıyla esnek olması bekleniyordu. Açık ofis alanları için tamamiyle esnek bir aydınlatmanın sağlanması gerekiyordu. Her ofis katının daha küçük çalışma birimlerine ayrılabilir bir yapısı var. Bu paralelde aydınlatma kontrol sisteminin mimari tasarımın sunduğu bu esnek yapı paralelinde hizmet verebiliyor olması gerekiyordu. Her bölümün merkezi kontrol sisteminin yanı sıra tekil olarak kontrol edilebiliyor olması gerekiyordu. Merkezi aydınlatma kontrol sistemi sayesinde renk ayarlarındaki hassas değişimler gün içinde farklı şekillerde kullanılabiliyor. Binanın yapısal elemanlarını öne çıkaracak dramatik bir aydınlatma tasarımıyla teras geometrisini gece boyunca aydınlatıp yapıyı kent için bir landmark haline getimeyi amaçladık.

rc: Gün ışığı fikri üzerine kurulan proje, aydınlatma tasarım kurgusu paralelinde mekanlar içinde gün ışığını en verimli şekilde kullanmayı amaçlıyor. Buna destek olarak yapay aydınlatma çeşitlerini de kullanmayı amaçladık. Mimari tasarımla bütünleştirmeyi amaçladığımız aydınlatma tasarım sistemimizi gün ışığıyla ilişkilendirerek ele aldık. Tasarım sürecinin başlangıç aşaması olarak, detaylı gün ışığı analizleri yaptık, 3D Max ve Radiance gibi programların yardımıyla binanın üç boyutlu çalışması paralelinde gün ışığı analizlerini destekledik. Bu çalışmalar aynı zamanda cephe tasarımcılarına da bir altlık oluşturarak mekanları nasıl gölgelendirip gün ışığına açacakları konusunda yardımcı oldu.

rc: Buro Happold bünyesindeki aydınlatma tasarım grubu, akustik, yangın mühendisliği, cephe tasarım mühendisliği, sürdürülebilirlik, dolaşım sistemleri, IT, iletişim, kontrol ve güvenlik sistemleriyle ilişkili meslek gruplarının bütünüyle bir arada çalıştı. Proje süreci aynı zamanda inşaat mühendisleri, mekanik ve elektrik mühendisleri, mimarlar, iç mekan tasarımcıları ve peyzaj mimarlarıyla ortaklaşa gelişti.

Doğal ve yapay aydınlatmanın ikisinin de yapılı çevreyi etkileyen çok önemli veriler olduğunu düşünüyorum.

bs: Aydınlatma tasarım sürecinizden bahsedebilir misiniz?

bs: Proje paralelinde hangi meslek gruplarıyla bir arada çalıştınız?

bs: Tasarım sürecinde hangi programlardan destek alıyorsunuz? rc: Bilgisayar destekli aydınlatma tasarım programlarından destek alıyoruz, bunların başlıcaları: Dialux, 3D Studio Max, Radiance.

bs: Tasarım ve uygulama sürecindeki ana belirleyici ve değişkenlerden bahsedebilir misiniz? rc: Projedeki ana değişkenler enerji ve maliyet oldu. Tasarım ve uygulama süreci boyunca bu değişkenlerin gelişimi ve değişim süreci devam etti.


Aydınlatma Tasarımı - Manchester MAYIS 2013 - XXI 58

rıchard cameron Aberdeen’s Grays Sanat ve Tasarım Okulu'ndan mezun olan Cameron üç boyutlu tasarım konusunda uzmanlaştı, 16 yıl boyunca aydınlatma tasarımı konusunda uzman firmalarla birlikte çalıştı. Buro Happold ortaklarından Cameron, ışığın doğal ve yapılı çevreyi değiştirip şekillendirme konusunda önemli bir eleman olduğunu düşünüyor. proje adı: One Angel Square proje yeri: Manchester, İngiltere işveren: The Co-operative Group mimari tasarım: 3D Reid Architects iç mekan tasarımı: Pringle Brandon Perkins + Will aydınlatma tasarımı: Happold Lighting cephe mühendisliği: Wagner Biro ana üstlenici: BAM Construction proje müdürü: Gardner & Theobold proje tarihi: 2010-2013



Ürün Tasarımı – Fİncan Setİ MAYIS 2013 - XXI 60

Kullanış Detayları OYA AKMAN'IN BEYMEN İÇİN TASARLADIĞI KAHVE FİNCANI SETİ, TABAĞIN AÇISI, KULBU GİBİ DETAYLARA ODAKLANARAK ERGONOMİK BİR KULLANIm ORTAYA KOYUYOR. Oya Akman

Beymen Kahve Fincan Seti

oya akman

Beymen ilk görüşmemizde masaüstü tasarımlarda farklı arayışlar içinde olduklarını söylemişti. Daha sonraki görüşmemizde çizimlerimle çeşitli konsept önerileri yaptım. İlk aşamada gelenekselden çok uzaklaşmadan özellikle fal bakılabilecek yapıda olan bir kahve fincan tasarımı talep ettiler. Bu konuda da en çok fincanın tabağının üzerinde duruldu: Fal bakmak için tabağın yapısı çok önemli, özellikle tabağın yanaklarındaki açı... Bu açının çok az olması halinde kahvenin dökülmesi, fazla olmasında ise fal bakılamaması durumu ortaya çıkıyor, fal bakılmayan tasarımların da satış şansı maalesef bulunmuyor. Her zaman bir tasarımın çok yönlü olması taraftarıyım, bence uzun

süreçlerde çok satması için zaman ve trendlere açık olarak değişimi de kapsamalı. Bu nedenle tabi ki çok kaliteli bir üretim de olmalıydı. Bon China yapılabilir mi diye araştırdım, dünyada bunu en iyi ve ucuz olarak hangi firmaların yapabileceği bilgisi zaten fuarlardan edindiğim bilgilerde mevcuttu. Beymen tarafından yurt dışına çok sıcak bakılmadı ve burada, bunu en iyi yapabilecek firma ile üretim tekniği konusunda anlaştık. Çok ince ve deforme olmadan yapılabilmesi için torna tekniği önemliydi, kulbunun da yine çok ince olması ve ana form ile kendinin deforme olmaması şarttı. Meslek yaşantımda seramik ve porselenle uzun yıllar çalıştım, model ve kalıplarını da kendimin yaptığı durumlar oldu. Bu durumda en çok kulbun üzerinde durdum. Yaptığım tasarımda kulp geniş ve çok ince, tüm değişim, dekorlama gibi konularda ana öge. Ayrıca ergonomik olarak kulp, fincanı rahat tutmanızı sağlıyor ve hatta sadece iki parmağınızla tutabiliyorsunuz.


Ürün Tasarımı – Fİncan Setİ 61 XXI - MAYIS 2013

Üretim sürecinde en önemli konu kulbun bağlantısı oldu: Diğer fincanlarda olduğu gibi bir yapıştırma kademesi görünmemeliydi. Kulbun gövdeden çıktığı fark edilmeden fincanın ağzından dibine kadar aynı kalınlıkta bir dekor tasarımını desteklemesi gerekiyordu. Birkaç denemeden sonra bu konuda başarı sağladk. İlk anlatım için modeli de porselenden yapmıştım. Üretici firmanın atölyesinde farklı kulp çalışmaları şeklinde de yaparak modeli 1/1 porselenden sundum. Çalışmanın ikinci aşamasında formu destekleyen ve amacını vurgulayan dekor çalışmaları yaptım. Seçim aşamasında çizgi tasarımları ön plana geçti, zira çizgi trend idi. Bu şekilde pek çok yenilikçi yapılanmaya açık bir form ve seri ortaya çıktı. Hediyelik ambalajı ise yine çizgilerden yola çıkılarak konsept ile bütünleşik olarak tasarlandı. Ürün, Beymen Home'larda ikili ve dörtlü takım olarak satışta.

en üst sırada: Sütlük, kahve fincanı ve tabağının desen çalışmaları üstte solda: Ürün setinin satış paketi üstte sağda: Farklı desenlere sahip fincan ve tabak üstte: Eskiz çalışması

oya akman MSÜ DGSA Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü'nden lisans, İç Mimarlık Bölümü'nden yüksek lisans derecesiyle mezun oldu. Doktorasını aynı okulda 'Kurumsal Kimlik ve Göstergebilim' üzerine yapti. EU WIIN Award 2009 Takdir Ödülü (European Union Women Inventors Innovators Network), Red Dot Design Award 2008 gibi pek çok ödül aldı. 1993-2005 yıllarında İTÜ Endüstri Tasarımı Bölümü'nde, daha sonra ise çeşitli üniversitelerde öğretim görevlisi olarak görev aldı.


CITTERIO Türkiye distribütörlüğü Advance Design tarafından yapılan Keramag, İtalyan mimar ve tasarımcı Antonio Citterio’nun kendi adını taşıyan koleksiyonunu kullanıcıların beğenisine sunuyor. Geometrik olarak keskin ve organik hatları hafif yuvarlak hatlarla birleştirerek bütünlük oluşturan koleksiyon, kaliteli ve

yenilikçi malzemelerle hazırlandı. Citterio’nun sadelik ve modası geçmeyen bir şıklık hedefleyerek tasarladığı bu koleksiyondaki tüm ürünler birbirini tamamlayan bir çeşitliliğe sahip. Citterio’nun tasarım anlayışını yansıttığı koleksiyon aynı zamanda ön planda tutulan işlevselliğiyle de dikkat çekiyor. www.advancedesign.com

MAYIS 2013 - XXI 62

YENİ - ÜRÜN

LEGATO Villeroy&Boch’un tüm gömme lavaboları ile uyum sağlayan yeni ürün serisi Legato, karmaşık detayları birleştiren basit ve şık bir tasarıma sahip. İnce ve eğimli kenarlar dolap ünitesine hafiflik kazandırırken, dolap ünitesini çevreleyen tezgahın altında istendiğinde LED aydınlatmalar kullanılabiliyor. Kulpsuz ve gövde ile aynı hizada tasarlanan cephesiyle Legato, iki çekmeceli 51 cm

ROAD Kale Banyo'nun %35 su tasarrufu sağlayan Road armatür koleksiyonu siyah, beyaz ve krom renk seçeneklerine sahip. Kale Banyo ve İtalya’daki Ar-Ge ekibi işbirliğiyle geliştirlen koleksiyon, İtalyan tasarımının zarif ve sade çizgilerini taşıyor. Çevre dostu ve işlevsel özellikleriyle öne çıkan Road koleksiyonu, özel perlatörleri sayesinde

köpükle hacimlendirdiği suya yumuşaklık kazandırıyor. Kullanıcılara lavabo bataryası, yüksek lavabo bataryası, banyo bataryası, döner borulu eviye bataryası, profesyonel mutfak armatürü, pull out eviye bataryası gibi birçok seçenek sunan koleksiyon, minimal tasarımıyla modern mekanlar yaratılmasına olanak tanıyor. www.kale.com.tr

SK CONCEPT DUVAR KAĞITLARI yükseklikte ve tek çekmeceli 34 cm yükseklikte iki farklı dolap ünitesi seçeneğiyle sunuluyor. İki bölmeli ve yarı yükseklikteki yan dolabın yanı sıra iki çekmeceli veya iki kapılı uzun dolaplarıyla banyolarda depolama alanı sağlayan Legato'nun geniş lavabo alternatifleri ve farklı renk seçenekleri bulunuyor. www.villeroy-boch.com

Ev tekstili konusundaki deneyimini duvar kağıtlarına da yansıtan SK Concept, yaşam alanlarına özel profesyonel çözümler sunuyor. Amerika’dan ithal edilen US Vinyl marka tekstil tabanlı vinil modelli duvar kağıtlarıyla zarif çizgileri mekanlara getirirken, dijital baskı vinil modellerle ünlü fotoğrafçıların karelerini duvarlara taşıyor. Banyo ve mutfak gibi ıslak zeminlerde de uygulanabilen duvar

kağıtlarının en önemli özellikleri ise renklerinin solmaması, yırtılmaması ve neme karşı dayanıklı olması. Küf oluşumuna engel olan yapısının yanı sıra insan sağlığına zararlı maddeler içermeyen duvar kağıtları silinebiliyor ve leke tutmuyor. Yüzlerce ürün seçeneği sunan SK Concept duvar kağıtları geniş bir kullanım alanına sahip. www.duvarkagidim.com



MİMTA EKO YAPI’DAN LEED VE EQUEST EĞİTİMİ

Yeşil bina danışmanlığı firmalarından Mimta Eko Yapı İstanbul’da iki farklı eğitim düzenliyor. LEED Green Associate sınavına girilmesi için ön şart olan eğitim, 25-26 Mayıs tarihlerinde gerçekleşiyor. Katılımcılar LEED sisteminin ve yeşil bina kriterlerinin Türkiye ve uluslararası

projelerde uygulanmasını yakından tanıma ve gerçek LEED başvuruları üzerinde interaktif olarak çalışma fırsatı buluyorlar. İkincisi 31 Mayıs - 2 Haziran tarihleri arasında yapılacak “eQuest ile Bina Enerji Modellemesi” başlıklı eğitimde ise katılımcılar LEED sertifikasyonunda en çok kullanılan yazılım olan eQuest’i gerçek projeler üzerinde çalışarak öğreniyorlar. www.eko-yapi.net

TÜRK YTONG MİMARİ FİKİR YARIŞMASI DÜZENLİYOR

Türk Ytong, Türkiye’deki 50. kuruluş yılı kutlamaları kapsamında “Kültür ve Sosyal Etkinlikler Evi” konulu mimari fikir yarışması düzenliyor. Firma bu yarışmayla İstanbul kent yaşamına, mimarlığın düşünce ve tasarım alanına katkıda bulunmayı amaçlıyor. Ulusal ve tek

aşamalı olarak düzenlenen yarışmanın konusu; İstanbul’da semt ölçeğinde inşa edileceği varsayılan bir kültür ve etkinlikler evi için mimari düşünce ve tasarımların araştırılması olarak belirlendi. Son katılım tarihi 17 Haziran olan yarışmada katılımcıların projelerini İstanbul Anadolu yakası ve Marmara Denizi kıyılarında, şartname ile tanımlanan alanlarda kurgulamaları bekleniyor. www.ytong.com.tr

NURUS YENİLİKLERİ ARTIK iPAD'DE

ASPEN ÜRÜNLERİ KARS HAVALİMANI’NDA

Nurus'un ürün, tasarım ve yeniliklerine her an her yerden ulaşılmasına olanak veren iPad aplikasyonu Türkiye ofis mobilyası sektöründe ilk ve tek olma özelliği taşıyor. Şubat ayında hayata geçen aplikasyonda kullanıcılar, ihtiyaçları olan bilgiye göre arama yapıp detaylı ürün bilgilerine ulaşabiliyor. Ayrıca ürünlerle ilgili katalog ve fiyat bilgisine erişilebiliyor, bir Nurus

Mimari tasarımını Yakup Hazan Mimarlık’ın gerçekleştirdiği Kars Havalimanı’nın tavanlarında Aspen Integra Metal Asma Tavan Sistemleri tercih edildi. Aspen tarafından Eskişehir Tesisleri’nde geliştirilen Integra Metal Asma Tavan Sistemleri, tam otomatik bükme merkezleri sayesinde çok çeşitli boyutlarda üretilebiliyor; böylece tasarımcıların isteklerine yanıt veriyor. Kars Havalimanı’nda uygulanan ürünü ile

yetkilisinin kullanıcıyla irtibata geçmesi talep edilebiliyor. Nurus, teknolojiye yaptığı yatırımlarına, Ankara'daki üretim tesisiyle Pcon ve Axapta gibi gelişmiş operasyonel yazılımlarının ardından iPad aplikasyonuyla hız kazandırdı. Aplikasyon Apple Store'dan ücretsiz olarak indirilebiliyor.

www.aspen.com.tr

MAYIS 2013 - XXI 64

FİRMA HABERLERİ

www.nurus.com.tr

Aspen, projelendirme aşamasından satış sonrası hizmete kadar tüm aşamalarda projeye dahil oluyor. Firma, Esenboğa, Sabiha Gökçen, Atatürk, Tenerife, Schipol, Kiev Boryspol, Bodrum Milas, Kütahya havalimanlarındaki tecrübesini, devam etmekte olan St. Petersburg Pulkova Havalimanı projesine de yansıtıyor.

KLİMAPLUS ÜRÜNLERİ TESKON FUARI’NDAYDI

KlimaPlus, yeni ürünleri ısı geri kazanımlı hibrid sistem Mr. Slim+ ve yeni seri ev tipi klima cihazlarından Deluxe Power Inverter Kirigamine serisini İzmir’de gerçekleşen Teskon Fuarı’nda sergiledi. Yeni ürünlerin yanı sıra Climaveneta hassas kontrollü klimalar

ve Thermoscreens hava perdeleri de ziyaretçilerin beğenisine sunuldu. Mr. Slim+ sistemi, havadan suya ısı pompasının sunduğu avantajları, iklimlendirme siseminin faydalarıyla bir araya getiriyor, Deluxe Power Inverter Kirigamine serisi ise sessiz çalışması ve sağladığı yüksek enerji tasarrufu ile dikkat çekiyor. www.klimaplus.com.tr

KİLSAN ÇOCUKLAR İÇİN ETKİNLİK DÜZENLEDİ

Tuğla üreticisi Kilsan’ın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı için düzenlediği etkinliğe katılan çocuklar kilden yaptıkları heykellerle yaratıcılıklarını gösterdiler. “Haydi, ellerimizi killeyelim!” sloganıyla 21

Nisan’da gerçekleştirilen etkinliğe yaşları 3-12 arasında değişen 200’den fazla çocuk katıldı. Eğitmenler eşliğinde kil hamurundan yaptıkları heykellerle yaratıcılıklarını şekillendiren çocuklara etkinlik sonunda çalışmalarına devam edebilmeleri için çeşitli hediyeler verildi. www.kilsan.com



uygulama - kış bahçesİ - İstanbul MAYIS 2013 - XXI 66

Korunaklı Açık Alanlar ALBAYRAK TARAFINDAN ATAKÖY SHERATON OTEL’DE UYGULANAN SUNTECH SİSTEMİ, DÜNYANIN EN UZUN AÇILIR-KAPANIR KIŞ BAHÇESİ OLMA ÖZELLİĞİ TAŞIYOR. 12 metre ileri açılımı ve kolonsuz kullanımı sayesinde en geniş alanlarda dahi kullanılabilen Suntech Smooth açılır-kapanır pergola sistemi, açık alanların kötü hava koşullarında da kullanılmasına olanak veriyor. Saatte 117 km değerindeki rüzgar şiddetine dayanabilen sistem, kar, yağmur ve güneş ışınlarına karşı dayanıklılık sağlıyor. Sistemin profilleri yüksek dereceli 6063 ekstrüzyon alüminyumdan, elektrostatik toz boya ile boyanarak üretiliyor ve açık alan uygulamalarında yüksek performans sağlıyor. Tüm cıvata, vida ve pimler,

sistemin uzun ömürlü olmasını sağlamak için yüksek kaliteli paslanmaz çelikten üretildi. Smooth ray profilleri (110x160 mm), yan kanal tasarımı sayesinde sistemin montajında kolaylık sağlıyor ve ekstrüzyon alüminyum ray profilleriyle sistem 10 metreye kadar ileri açılabiliyor, mekan gereksinimine göre ise 13 metreye kadar tüm boyutları bulunuyor. Smooth sistemi kumanda ile 130 metreye kadar koruma sunuyor ve patentli izolasyon birleştirme profili sayesinde birden fazla sistemin birleştirildiği uygulamalarda %100 su geçirmezlik sağlıyor. Smooth sistemi ayrıca yoğun yağmur suyunun tahliyesini sağlayan kendinden yağmur oluklu ön kiriş entegresi içeriyor.

Kullanılan Avrupa teknolojisi (Somfy) sayesinde uzaktan kumanda ile motorun dakikada 34 devir gibi yüksek bir hızla kontrolü sağlanıyor. Uzaktan kumanda kontrollü LED-TEC aydınlatma sistemiyle şık mekanlar yaratılırken, uzaktan kumanda kontrollü dimmer sistemle ise ortamda uygun ışık yoğunluğu sağlanabiliyor. Sistemin hareketi, Suntech F3 taşıyıcı arabaların ray içerisinde mevcut olan trigger gergi sistemiyle sağlanıyor. 966 kg çekiş kuvvetine sahip çelik tel yapılı bu sistem, kumaşta yarattığı gerilmeyle suyun altı derecelik açıyla tahliyesini mümkün kılıyor. Sekiz tekerlekli, patentli Suntech F3 taşıyıcı arabada bulunan dört dikey ve dört yatay eksenli tekerlek sistemi ise kolay harekete olanak tanıyor ve taşıyıcı arabaların



uygulama - kış bahçesİ - İstanbul MAYIS 2013 - XXI 68

her biri 600 kg yük taşıma kapasitesi sayesinde kar yüküne karşı dayanıklılık gösteriyor. Alman üretimi, alev yürütmez ve %100 su geçirmez blackout membran kumaş, yüksek stabilite ve sıcaklık, nem ve kir direnci sağlıyor. Üretim teknolojisiyle eşit esneme özelliğine sahip ve torbalanma yapmıyor, akrilik üst kaplama, kullanım süresi boyunca temizlemeyi ve bakımı kolaylaştırıyor. Sistemdeki alüminyum koruma çatısı ise kumaş kullanılmadığında koruma sağladığından kumaşın ömrü kısalmıyor. Standart donanım olarak sunulan Stormguard fitil ve conta sistemi kötü hava koşullarında mekan içerisine su

ve hava girmesini engelleyebiliyor. Üst düzey korumaya yönelik Stormguard fitiller kumaşta, raylarda, ön profilde ve arka çatı kiriş desteğinde, Stormguard contalar ise kumaşı tutan F3 arabalarda monteli olarak bulunuyor. Mümkün olan en iyi korumayı uzun yıllar sağlamak ve sıcaklık değişiminin neden olduğu çatlamalardan etkilenmemek için ekstra yumuşak ve esnek kauçuktan elde edilen Stormguard, yağmura karşı temel koruma sağlamaya ve dışarıdan giren sızmaları önlemeye uygun bir sistem. Ataköy Sheraton Otel'de uygulanan Suntech sistemi, Albayrak'ın Silivri'deki 20.000 m2 kapalı alana sahip entegre üretim tesislerinde uluslararası standartlara göre üretiliyor ve beş kıtada 60'ı aşkın ülkeye ihraç ediliyor.



Fuar - Ofİs mobİlyaları - Guangzhou MAYIS 2013 - XXI 70

vıctory standı

sunon standı

clover standı

saosen standı

Yeşil Modüler Çin’in üçüncü büyük kenti Guangzhou’daki CIFF Ofis Fuarı, 27-30 Mart tarihleri arasında gerçekleştirildi. Dünyanın en geniş ofis mobilyaları pazarına sahip Çin, 2004’ten beri aynı zamanda en çok ihracat yapan ülke. 210 bin metrekarelik fuar alanındaki 900’den fazla firmanın çok büyük çoğunluğu Çinliydi. Buna karşın 61 bin kişilik ziyaretçinin yaklaşık 12 bini yabancılardan oluşuyordu. Çin iç pazarının büyüklüğünün yanı sıra ihracattaki lider konumu ofis mobilya tasarımında da iki ana eğilimi mecbur kılıyor. Belli ki ofis mobilyalarında hükümet ve ona bağlı ofisler hala sektör için çok önemli kaynak, buna karşılık gelen ağır, masif ve işlemeli

devasa masalar ve koltuklar hemen her stantta karşımıza çıkıyor. Diğer yandan ihracatın gelişmiş olması ise dünyanın her yerinde kullanılacak tarzda küresel eğilimlere yakın ofis mobilyalarını da fuarın baş tacı yapıyor. Hemen her büyük firmanın standında bu iki farklı tarz birbirinden uzak köşelerde sergileniyordu. Türkiye’de daha çok coğrafi koşullara bağlı olarak yaşıyor olduğumuz doğu-batı çelişkisini Çin, küresel ekonomiye bağlı olarak yaşıyor belli ki. Diğer yandan da tıpkı bizim gibi bu ikisini sentezlemeye çalıştığında elde edilen sonuçlar yeterince tatmin edici değil ama ümit vaat ettiği kesin. Bu sene fuarda en çok göze çarpan kavram ise ekolojiydi. Gerek Green

Guard gibi yeşil ürün sertifikaları gerekse geri dönüştürülmüş malzemelerle yapılan ürünler fuarda öne çıkıyordu. Zemini çim döşeli stantlardan yeşil renkli alçıpan duvarlarla bezeli olanlara dek farklı büyüklükte ve derinlikte ekoloji vurgusu hakimdi. Bir diğer öne çıkan kavramsa modülerlikti. Ürün gruplarını farklı kombinasyonlarla bir araya getirmeyi olanaklaştıran, kısa ya da uzun vadede esnekliğe ve değişime izin veren ofis mobilyalarına sıklıkla rastlamak mümkündü. Bunu hem bir önceki kavram olan ekolojiyle ilişkilendirmek hem de küresel krizin etkilerinin halen sürdüğü şu günlerde farklı durumlara ayak uydurabilen modülerliğin tekrar önem kazandığını düşünmek anlamlı.



uygulama - boya - İstanbul MAYIS 2013 - XXI 72

fotoğraflar: Mustafa Nurdoğdu

Tonların Yansıması TASARIMI SWANKE HAYDEN CONNELL ARCHITECTS, İÇ MEKAN TASARIMI İSE ARKETİPO DESIGN TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN BOMONTİ MODERN PALAS'TA JOTUN BOYA ÜRÜNLERİ TERCİH EDİLDİ. Kent yapısına uyumu ve çevresel yaklaşımıyla ön plana çıkan projenin tasarım sürecinde Jotun Boya ve Swanke Hayden Connell Architects, bölgede var olan tonların yansıması olacak bir renk skalası üzerine çalıştı. Tercih edilen prekast yüzeyler sağladığı izolasyon ve yalıtımla çevresel yaklaşıma katkı sağlarken, Jotun'un uzun süre estetik ve dayanım sağlayacak 20 yıl koruma sunan Jotashield Superdurable ürünü tercih edildi. Bomonti semtinin renklerinden ve dokusundan yola çıkılarak tasarlanan yapıda koyu kahverengi tonuyla zeminden başlayarak çatıya doğru açılan renkler, binaya sakin ve zarif bir

kimlik kazandırıyor. Bina yüzeyindeki hareketli panjurlar ise yapının her an farklı algılanmasını sağlarken büyük bir dinamizm oluşturuyor. Jotun Boya'da Merve Ergün: “Jotun Boya olarak tasarım sürecinde doğru renklerin kullanılmasının proje kimliği açısından ne kadar önemli olduğunun farkındayız. Bunun için de tasarım sürecinde mimarlarla bir araya geliyoruz. Ancak projelerde doğru renkler kadar doğru malzeme seçimine de dikkat edilmesi gerekiyor. Çevreye dost, uzun yıllar rengini ve parlaklığını koruyacak ürünlerle, doğru renklerle tasarımlar bulundukları mahalin öne çıkan yapıları haline geleceklerdir.” Swanke Hayden Connell Architects'ten Bülent Dündar ise Bomonti Modern Palas'ta Jotun Boya ile gerçekleştirdikleri işbirliği için şöyle diyor: “Cephe boyası olarak seçilen Jotun, istediğimiz görselliği sağlamada oldukça başarılıydı.”

Projenin dış kabuğunun yalın tasarımı, binanın iç mekan tasarımında da devam ettirildi. Jotun Boya ve Arketipo Design, iç mekanlarda hakim olan pastel ve doğal renklerin ağırlıkla tercih edildiği bir renk grubundan yola çıktı. Arketipo Design'dan Sema Baran, Extensa Bomonti Modern Palas'ın tasarım ve projelendirme sürecini keyifle yürüttüklerini, iç mekan boyası olarak kendileriyle aynı sinerjiyi paylaşan Jotun Boya'yı tercih ettiklerini ve sonuçlardan memnun kaldıklarını ifade ediyor. Bomonti Modern Palas, sahip olduğu merkezi konumu, yalın ve modern formu, verimli planlamasıyla bölgede öne çıkan projelerden biri. Tasarımın hedeflediği yüksek verimlilik amacına yalın bir form kullanılarak ulaşılmaya çalışıldı. Bina kabuğu için tercih edilen prekast cephe sistemi modülerliğin getirdiği hızlı ve temiz bir uygulama kolaylığı sağlarken, farklı renklerin de cephede modüler bir şekilde kullanılmasına yardımcı oldu.


73 XXI - MAYIS 2013

fotoğraf: Cemal Emden

uygulama - boya - İstanbul



MEKANLAR SALT Galata Bankalar Caddesi № 11, Karaköy, İstanbul Sabancı Ünversitesi Bankalar Caddesi № 2, Karaköy, İstanbul

istanbul type seminars

stroke 2013 haziran 13–16

kayit

Robert Bringhurst Akira Kobayashi İrvin Cemil Schick Mirjam Somers

Luc(as) de Groot Erik van Blokland Jan Middendorp Yves Peters

www.istype.com

BU İLA N X X I D E ST EĞ İY LE YAY I M LA N M IŞT I R .

Alejandro Paul Erich Scheichelbauer Savaş Çevik Massimo Polello


ACO

MAYIS 2013 - XXI 76

REFERANS PROJE - çatı ve cephe

Josef-Severin Ahlmann’ın 1946’da temelini attığı ACO’nun uzun köklü geçmişi, 1780’de Kaptan Otto Friedrich Ahlmann’ın kurduğu başarılı demir çelik işletmesine dayanıyor. Kalitesinden ödün vermeden müşterilerine yenilikçi çözümler sunan ACO, uzmanlık alanı olan su yönetimi konusunda dünyada pazar lideri konumunda. Bugün dört kıtada 40 ülkede 3.800'den fazla çalışanı ve bağımsız firmaları olan ACO'nun 12 farklı ülkede 31 üretim tesisi bulunuyor. ACO altyapı projelerinde, çevre düzenlemelerinde, bina iç/dış su drenaj sistemlerinde atık suyun toplanmasında, ayrıca suyun yağ, petrol ve gıda atıklarından ayrılması ve tekrar sisteme geri verilmesinde çözümler sunuyor. Ürünler konutlarda, alışveriş merkezlerinde, otoparklarda, otellerde, havaalanlarında, limanlarda, tünellerde, spor tesislerinde, benzin istasyonlarında, peyzaj çalışmalarında, kısacası yaşama dair her alanda kullanılıyor. Alışveriş merkezlerinin, iş yerlerinin, depoların ve otoparkların geniş çatıları ve zeminleri için ACO Spin Çatı Süzgeçleri, drenaj uygulamalarında işlevselliği, güvenilirliği ve dayanıklılığı sayesinde planlamacı, müteahhit ve tesisatçılar için ideal çözümler sunuyor. ACO’nun modüler sistemi DIN EN 1561 standartlarına göre DN70, DN100, DN150 nominal genişliklerde, tek parçalı ya da çift parçalı süzgeçlerden, aksesuarlardan oluşuyor.

marmara forum

zorlu center

www.acoturkiye.com • Baht Köşkü, Aşkabat/Türkmenistan, 2012 • Büyükhanlı Residence, İstanbul, 2012 • İstanbul Metrosu, İstanbul, 2012 • Marmara Forum, İstanbul, 2012 • Rönesans Holding Merkez Binası, İstanbul, 2012 • Soyak Kristal Kule, İstanbul, 2012 • Zorlu Center, İstanbul, 2012 • JW Marriot, Ankara, 2011 • Kazakistan Han Çadırı, Kazakistan, 2011 • Kadir Has Stadyumu, Kayseri, 2011 • Sapphire, İstanbul, 2011 • Bodrum Havalimanı, Muğla, 2010-2011 • Garanti Bankası Genel Müdürlük Binası, İstanbul, 2010 • İstinye Park, İstanbul, 2006

baht köşkü



BAUMıT

MAYIS 2013 - XXI 78

REFERANS PROJE - çatı ve cephe

Avusturya merkezli bir Schmid Industrie Holding firması olan Baumit, inovasyona verdiği önem, güven ve kalite değerleri ile 29 ülkede hizmet sunuyor. Baumit, 2006 yılından bu yana Türkiye'de bulunuyor ve başarılı projelere imza atıyor. Baumit'in ürün grupları arasında bulunan cephe kaplamaları ve boyaları, binaların cephelerini güzelleştirmenin yanı sıra güneş, rüzgar ve yağmur gibi dış etkenlere karşı da koruyor. Dekoratif sıva üzeri dış cephe boya uygulamasına alternatif olarak ürün gamında kullanıma hazır ve kendinden boyalı dekoratif kaplama ürünleri de bulunuyor. Kullanıma hazır dekoratif kaplamalar hem kolay hem de pratik bir şekilde uygulanabildiği için uygulama esnasında zamandan ve işçilikten tasarruf sağlıyor. Yaygın olarak kullanılan toz mineral kaplamalara göre Baumit Hazır Dekoratif Kaplamalar daha dayanıklı ve daha uzun ömürlü olmaları sebebiyle dış cephe ısı yalıtım sistemleri içinde daha uzun sistem garanti süresi sunuyor. İçerdiği boya sayesinde hazır dekoratif kaplamalar uygulandıktan sonra tekrar üzerine boya yapılmasına gerek kalmıyor. Ayrıca Avrupa'nın dış cepheler için en zengin renk sistemi olan Baumit Life, 88 renk seçeneğiyle çok çeşitli ve kişisel renk kullanımına imkan veriyor. www.baumit.com.tr • Ağaoğlu Andromeda Plus, İstanbul • Ağaoğlu My World, İstanbul • İş Bankalılar Sitesi, Bursa • Kardelen Sitesi, Bursa • New Batı Konutları, Ankara • Selçukkent Sitesi, Bursa • Shagdag Otel, Azerbaycan • Sinpaş Liva, İstanbul



MAYIS 2013 - XXI 80

REFERANS PROJE - çatı ve cephe

BTM Merkezi İzmir'de olan Türkiye'nin öncü yalıtım şirketi BTM'nin temelleri 1976 yılında Türkiye Şişe Cam Topluluğu tarafından İstanbul'da atıldı. 1986 yılından bu yana İzmir Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi'ndeki üretim tesislerinde faaliyetlerini yeni ve teknolojik yatırımlarıyla artırarak sürdüren BTM'nin su yalıtımı, ısı yalıtımı ve çatı kaplama malzemesi üretilen beş tesisi bulunuyor. BTM Grup şirketlerinden Polpan Kz ise, Kazakistan'da faaliyet gösteren ve yılda 75.000 m3 ısı yalıtım plakası üretimi yapılan bir tesis. Türkiye’de ilklere imza atan BTM, 1989'da polimer bitümlü su yalıtım örtüsünü (BREEAM kitabına göre C sınıfı), 1994'te kapalı gözenekli XPS ısı yalıtım levhasını, 1997'de çatı kaplama malzemesi Shingle’ı ilk kez üretti. 2008'de ise sentetik örtü üretimine Polyplan (BREEAM kitabına göre B sınıfı) markası ile başladı. Kuruluşundan bugüne hızla ürün yelpazesini genişleten BTM’nin ürünleri, çatıdan temele, kullanıcıların her ihtiyacına cevap verebilen, zengin bir yelpazede sunuluyor. BTM her geçen yıl önemi artan sürdürülebilir ve çevreci ürünleri bu zengin yelpaze içine katıyor. 2011’de ürettiği Optigreen yeşil çatı sistemleri ve 2012’de ürettiği BTM Cool Shingle ile doğayı koruma altına alıyor. BTM, çatısını shingle ile kaplatmak isteyen kullanıcılara, geniş model ve renk seçenekleri konusunda karar vermelerini kolaylaştırmak için www.btmshingle.com sitesinde “Kendi Çatını Kendin Yarat” uygulamasıyla yardımcı oluyor. www.btm.co • Agora Alışveriş Merkezi, İzmir • Antalya Akvaryum, Antalya • Apec Çelik Sakura Park Evleri, Yalova • Ataköy Ağaoğlu Konutları, İstanbul • Cihangir Katlı Otopark Temel Yalıtımı, İstanbul • Folkart Narlıdere, İzmir • Mesa Yamaç Evler, İstanbul • Nidakule, İstanbul • Orman Bakanlığı Afyon Bitki Üretim Tesisi, Afyon • Özçelik İmaj Tan Ankara Konutları, Ankara • Rönesans Mecidiyeköy Ofis Binası, İstanbul • Soyak Mavişehir Konutları, İzmir • Teos Sığacık Yat Limanı, İzmir • Tuzla Piri Reis Üniversitesi, İstanbul • Uşak Üniversitesi Teras Alanları, Uşak



ÇUHADAROĞLU

MAYIS 2013 - XXI 82

REFERANS PROJE - çatı ve cephe

İSO 9001, QUALANOD, QUALICOAT ve TSE Belgesi sahibi Çuhadaroğlu Alüminyum Sistemleri, tüketici ihtiyaçları doğrultusunda ilklere ve en iyilere imza atıyor. Firma, alüminyum cephe, kapı-pencere, mimari uygulama sistem profilleri, her türlü ham ve yüzey işlemli alüminyum profil cephe kaplama sistemleri, özel sistem serileri, otomatik kapılar, cam kapı aksesuarları, kapı kapatıcı mekanizmalar, alüminyum aksesuarları, kompozit cephe, kaplama sistemleri, yangına, kurşuna, hırsıza karşı dayanıklı doğrama sistemleri ve bombaya dayanıklı cephe sistemleri alanlarında hizmet veriyor. Çuhadaroğlu Alüminyum Sistemleri, Yüzey İşlemleri tesisinde satinaj, polisaj, zımparalama gibi ön işlemlerin yanı sıra alüminyum profil üretimi, delme, kesme, frezeleme ve aksesuar üretimi gibi mekanik işlemler de yapıyor. DIN normlarına uygun profilleri ve aksesuarları da tüketicisine sunan firma; müşteri ve bayilerine sunduğu hizmetle birlikte, bünyesinde yapılan Ar-Ge çalışmalarıyla daha geniş bir ürün yelpazesi yaratmayı hedefliyor.

ınsa-technopole üniversitesi uygulamalı bilimler fakültesi

www.cuhadaroglu.com.tr • Bosch Fabrika Binası, İstanbul • Hilton Double Tree, İstanbul • Insa-Technopole Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi, Fransa • Necef Kültür Merkezi, Irak • Nuhun Gemisi Oteli, Kıbrıs • Pépiniè Biotech Laboratuvar Merkezi, Fransa • Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Bölümü, İstanbul • Siege Social Aquitanis, Fransa • Sinpaş Silivri Sealybria Evleri, İstanbul • Sungate Port Royal, Antalya • Tefken Oz, İstanbul • TOBB Üniversitesi Yurt Binaları, Ankara • Tüpraş Genel Müdürlük, İzmit • Ümraniye Belediye Binası, İstanbul • Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Kıbrıs

pepınıe bıotech laboratuvar merkezi

hilton double tree

sabancı üniversitesi nanoteknoloji bölümü

bosch fabrika binası

sıege socıal aquaıtanıs



FİBROBETON 1987 yılında kurulan Fibrobeton, alkali rezistans cam fiberin beton harcıyla karıştırılması yoluyla elde edilen ve kalıplanan GRC (fiber takviyeli beton) malzemesinden yapı elemanları üretiyor. Cephe kaplama ve dekorasyon malzemesi olarak kullanılan GRC ürünlerini yapı sektörüne tanıtarak Türkiye'de yeni bir sanayi kolunun oluşmasına öncülük eden Fibrobeton, kuruluşundan bu yana Türkiye pazarında yoktan var olan ve kendi tasarımlarıyla fark yaratan lider firmalardan.

MAYIS 2013 - XXI 84

REFERANS PROJE - çatı ve cephe

Kuruluşundan bu yana ürün geliştirmeye büyük önem veren Fibrobeton, bugün sadece Türkiye'nin değil, patentli inovatif ürünleri ve kendi geliştirdiği teknolojisiyle dünya GRC sektörünün lideri olan bir Türk şirketi. Dünya çapında dört kıtada 20’den fazla ülkede 2.500’ü aşkın projede ve 3.500’ün üstünde binanın cephesinde Fibrobeton imzası bulunuyor.

angora resıdence

ikon resıdence

anthıll

wyndham otel avm

gürcistan kamu hizmet binası

mardan palace

Ürün gamında Fibrobeton çelik karkaslı cephe kaplamaları ve Fibrobeton dekoratif bina süsleme elemanlarının yanı sıra patenti Fibrobeton'a ait olan Fibrofombeton ısı yalıtımlı cephe sistemleri, ışık geçirgen Fibro-Transbeton ve yeni modeli Fibro-Transbeton pXL ile ışıldayan Fibro-Reflexbeton'u da içeren çok özel ürünler bulunuyor. www.fibrobeton.com.tr • Anthill, İstanbul, 2012 • İkon Residence, İstanbul, 2012 • Kamu Hizmet Binası, Gürcistan, 2012 • Parlamento Binası, Gürcistan, 2012 • Wyndham Otel AVM, İstanbul, 2012 • Angora Residence, İstanbul, 2011 • Bakü Hilton, Bakü, 2011 • Capital Hill, Moskova, 2011 • Mardan Palace, Antalya, 2009



KALEBODUR

MAYIS 2013 - XXI 86

REFERANS PROJE - çatı ve cephe

Mimari teknik çözümleri ile mimarın yaratıcılığını körükleyen tercih... Türkiye’nin ilk yer karosunu üreten ve ürüne ismini vererek jenerik marka haline dönüşen Kalebodur, bugün inovatif ürünleri ve mimari projelerdeki teknik çözümleriyle tercih edilen bir marka. Sektöre inovatif ürünler sunmanın yanında tasarımın da çok değerli bir kavram olduğu bilinciyle genç tasarımcılardan Tamer Nakışçı, uluslararası tasarımcılardan Isao Hosoe gibi isimlerle çalışan Kalebodur, yarım asrı aşan yaşıyla Türk mimarisinin yanında olup, toplumu ve mimarlığı ilgilendiren değerlere sahip çıkma misyonu ile projeler üretiyor. Türkiye’nin ilk mimarlık dijital arşivi olan Arkiv’in on yıldır sponsoru olan Kalebodur, Dünya Mimarlık Kongresi’ne İstanbul’da ana sponsor olarak ev sahipliği yaptı. Kalebodur, Ar-Ge yatırımları ve çevre dostu ürünleriyle alanında dünya çapında ödüller almaya hak kazandı. Bunun yanı sıra Türkiye’nin en prestijli ödülü olarak bilinen Ulusal Mimarlık Ödülleri’ni, 2012 yılında almaya hak kazanan dört projede Kalebodur ürünleri kullanıldı. Ödül alan projeler; Bursa OİB Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi, TC Merkez Bankası Bursa Şubesi Hizmet Binası, Tekfen Kağıthane Ofispark, Vehbi Koç Vakfı Ford Otosan Kültür Merkezi.

istanbul kongre merkezi (arima mimarlık)

kayseri adalet sarayı (ven mimarlık)

akbatı avm (ddg, kg mimarlık)

selçuk ecza deposu (ser mimarlık)

Ayrıca 2012 Arkiparc Gayrimenkul Ödülleri’nde altı projenin beşinde de Kalebodur ürünleri tercih edilmiştir. Ödül alan projeler; Hilton Garden Inn İstanbul Golden Horn, Mersin Marina, Nef 04 Apartments, Raif Dinçkök Kültür Merkezi, Tekfen Kağıthane Ofispark. www.kale.com.tr • Açı Okulları, İstanbul • Akbatı AVM, İstanbul • Arketip Evleri, İstanbul • Avrupa Konakları, İstanbul • Çarşamba Pazarı, Bursa • İstanbul Kongre Merkezi, İstanbul • Kayseri Adalet Sarayı, Kayseri • Kemer Life XXII, İstanbul • Lavanda Otel, İstanbul • OİB Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi, Bursa • Olive Park Evleri, İzmir • Selçuk Ecza Deposu, Konya bursa çarşamba pazarı (piray mimarlık)



KORAMIC YAPI KİMYASALLARI

MAYIS 2013 - XXI 88

REFERANS PROJE - çatı ve cephe

Koramic Yapı Kimyasalları, enerji verimliliğinin yanı sıra çevrenin korunmasını sağlayan yalıtım ürünleri sistemini Cermitherm markası ile pazara sunuyor. Cermix'in Cermitherm dış cephe ısı yalıtım sistemleri markası, Türkiye'de üretilip Avrupa'ya da ihraç ediliyor. Binalarda enerji tasarrufu sağlamanın en etkili yolu olan Cermitherm ürünleri, çok çeşitli ve değişik malzemelerle alternatif çözümler oluşturuyor. Sektör profesyonelleri tarafından avantajlarına göre seçilip uygulanan Cermitherm, hem farklı yalıtım malzemelerinin kullanımına imkan veriyor hem de binalardaki ısı yalıtımını en verimli şekilde yerine getiriyor. Cermitherm dış cephe ısı yalıtım sistemleriyle ısıtma ve soğutma giderlerinden %40-60'a varan tasarruf ve her iklim koşulunda yüksek performans sağlanıyor. 1964 yılından bu yana Avrupa'da edindiği köklü tecrübesiyle Cermix, epoksi ve poliüretan esaslı ürünleriyle de su ile temas eden tüm yüzeyler için çözümler üretiyor. Açık teras ve balkonlardan yüzme havuzu ve su depolarına, banyo ve WC gibi ıslak mekanlardan köprü platformları, sulama kanalları ve metal çatılara kadar uygulanabilen Cermix, her yüzeyde su kaçaklarına kesin çözümler getiriyor. www.cermix.com.tr • Aksu Evleri, Bursa • Aktansu Evleri, İstanbul • Almirapark, Ankara • Başak Sitesi, Konya • Doğuş Matbaa Binası, İstanbul • Durukan Şekerleme, Ankara • Dünya Gazetesi Merkez Binası, İkitelli • Elit Park, Ankara • Erkan İnşaat, İstanbul • Etimesgut Evleri, Ankara • Hayment İnşaat, Konya • Novada AVM ve Nikah Salonu, İstanbul • Olea 43, Bursa • TBMM Renovasyonu, Ankara • Şahinkent



MITSUBISHI PLASTICS EURO ASIA Mitsubishi Plastics Inc. firması 40 yıldan beri kompozit levha üretiminde faaliyet gösteriyor. Firmanın alev almayan özel mineral dolgulu Alpolic marka metal kompozit levhaları, son yıllarda modern mimarinin en fazla rağbet gösterilen yapı malzemesi haline geldi. Türkiye’de de yaygın bir kullanım alanı bulunan yüksek teknoloji ürünü bir cephe kaplama malzemesi olan Alpolic levhalar, birçok yapıda mimarlar tarafından tercih ediliyor. Yangına dayanıklı Alpolic levhaların üreticisi Mitsubishi Plastics Inc., Türkiye ofisini 2006 yılında İstanbul’da açtı. 2011 yılında Mitsubishi Plastics Euro Asia olarak şirketleşen bu yapı, aynı zamanda Doğu Avrupa ve Balkan Ülkeleri, Türk Cumhuriyetleri ve Orta Doğu Ülkeleri’nin bir kısmını da kapsayan 20’den fazla ülkeden sorumlu olarak faaliyetlerine devam ediyor.

buyaka avm

radısson blu otel

MAYIS 2013 - XXI 90

REFERANS PROJE - çatı ve cephe

www.alpolic.com • Adana Sheraton Otel, Adana, 2013 • Ağaoğlu Andromeda Plus, İstanbul, 2013 • Next Level, Ankara, 2013 • Şişli Marriott Otel, İstanbul, 2013 • Acıbadem Hastanesi, Ankara, 2012 • Brandium Otel&AVM, İstanbul, 2012 • Buyaka AVM, İstanbul, 2012 • Büyükhanlı Residence, İstanbul, 2012 • Double Tree Hilton Otel Avcılar, İstanbul, 2012 • Hilton Hampton, Bursa, 2012 • Konya Kent Plaza AVM, Konya, 2012 • Melek İpek Öğrenci Yurdu ve Gençlik Merkezi, Ankara, 2012 • Nida Tower, İstanbul, 2012 • Odak Plaza, İstanbul, 2012 • Radisson Blu Otel, İstanbul, 2012

adana sheraton

nida tower

hilton hampton

şişli marrıott otel



NEVRA YAPI Nevra İnşaat Yapı Tek. Ltd. Şti., iki yıl önce yaklaşık 40 yıldır inşaat malzemeleri ticareti ve inşaat üretimi yapan kurucularının uluslararası şirketi olarak kuruldu. Günümüzde önemi daha çok anlaşılmaya başlayan yapılarda yangın ve yalıtım ile ilgili çalışmalara odaklanan Nevra Yapı, bu bağlamda Türkiye de dahil Ortadoğu, Afrika ve Türki Cumhuriyetlerde tek yetkili satıcı olarak Dragonboard markalı magnezyum oksit esaslı yapı panelleriyle ilgili çalışmalara başladı. Nevra Yapı bundan sonraki süreçte bu alanda ürün gamını yeni ürünlerle genişletmeyi amaçlıyor.

MAYIS 2013 - XXI 92

REFERANS PROJE - çatı ve cephe

www.nevrayapi.com • By Otell, İstanbul • Çolakoglu Tekstil A.Ş., Kütahya • Flame Towers, Bakü • Golden Age Otel, Bodrum • Marmara Park, İstanbul • Merter Polis Evi, İstanbul • New Yakacık, İstanbul • Siirt Devlet Hastanesi, Siirt • Sosyal Konutlar, Kilis • TAV Yeşilköy Hangar, İstanbul • Torium AVM, İstanbul • Trump Towers, İstanbul • Vertai Otel, Antalya • Villa Konsept, İstanbul



RHEINZINK RHEINZINK GmbH & Co. KG, Grillo Stolberger Çinko Şirketi tarafından 1966 yılında Birleşmiş Alman Metal İşleri ile birlikte kuruldu. Bugün RHEINZINK, Grillo Şirketler Grubu'na ait olup beş kıtada ve yaklaşık 30 ülkede faaliyet gösteriyor. Titanyumlu çinkodan oluşan çatı ve cephe kaplama sistemleri, 500 parçanın üzerinde elemandan oluşan yağmur indirme sistemi ve titanyumlu çinko ile solar enerji teknolojisini birleştirdiği QUICK STEP-SolarThermie Sistemi ile her türlü ihtiyaca uygun çözümler sunuyor.

a. mıckıewıcza üniversitesi, polonya

MAYIS 2013 - XXI 94

REFERANS PROJE - çatı ve cephe

Estetik görünümü, yanmaz ve paslanmaz yapısı, %100 geri dönüştürülebilir olması, bakım gerektirmemesi gibi özelliklerinin yanı sıra çevre dostu bir yapı malzemesi olan RHEINZINK-Titanyumlu Çinko, %99,995 saflıkta bir çinko alaşımı olup en az 80-100 yıllık dayanıklılık süresine sahip. RHEINZINK, Türkiye’de 2005 yılından beri faaliyetlerini sürdürüyor. Donanımlı kadrosu ile hem mimarlara tasarımlarını gerçekleştirebilme özgürlüğü tanıyor, hem de uygulayıcılara her konuda teknik destek hizmeti sunuyor.

enerji akademisi, danimarka

hotel corte valıer, italya

www.rheinzink.com.tr • Alaçatı Örnek Camii, İzmir, 2012 • Bakü Havaalanı VIP Terminali, Bakü/ Azerbaycan, 2012 • Çeşme Otomobil Galerisi Showroom, İzmir, 2012 • Endonezya Konsolosluğu, İstanbul, 2012 • İzmir İl Özel İdare Binası, İzmir, 2012 • Marmaris Mall Marine AVM, Muğla, 2012 • Park Armoni Villaları, Samsun, 2012 • Pimeks Showroom, Ankara, 2012 • Remzi Gür Evi Kortel Korusu, İstanbul, 2012 • Shangri-La Hotel Beşiktaş, İstanbul, 2012 • Ulus AGE Konakları, İstanbul, 2012 • Extensa Bomonti Apartmanı, İstanbul, 2011 • Mersin Marina, Mersin, 2011 • Murathan Mungan Evi, İstanbul, 2011 • T.C. Başbakanlık Kağıthane Milli Arşiv Sitesi, İstanbul, 2011

lıbeskınd villa, almanya

macaristan otomobil kulübü, macaristan

ım baumgarten apartmanı, isviçre

sunderby istasyonu, isveç



SCHÜCO Alüminyum cephelerde sistem kavramını dünyada ilk kez uygulayan Schüco, Ar-Ge bölümlerinde günümüz ve geleceğin “akıllı cephe” teknolojisi alanında yaptığı çalışmalarına büyük önem veriyor. Yeni nesil çelik/ahşap alt konstrüksiyon üstü alüminyum cephe AOC 50 (60) ST. SI (çelik alt konstrüksiyon, 50 ve 60 mm sistem derinliği, çelik-süper izolasyonlu) ve AOC 50 (60) TI.SI (ahşap alt kontrüksiyon) enerji tasarruflu yapıyı, uygun imalat ve montajlarla bir araya getiriyor. Pasif ev sertifikalı konstrüksiyonlar, yeni yalıtım elemanlarına ve 11 kN'a kadar cam yükü aktarıma sahip. Yapı Denetim Kurulu'nun onayladığı çelik konstrüksiyon üstü cıvatalı montaj teknolojisi sayesinde imalat süresi kaynak işlemine göre büyük oranda azaldı. 50 ve 60 mm sistem genişliğine sahip yeni nesil çelik (ST) ve ahşap (Tİ) alt konstrüksiyon üstü sistemler ile ışıklık ve geniş alanlı cepheler “pasif ev sertifikalı” olarak üretilebiliyor.

mc donald's

MAYIS 2013 - XXI 96

REFERANS PROJE - çatı ve cephe

www.schueco.com.tr • 4Winds, İstanbul • Akbatı, İstanbul • Astana Media Center, Astana/ Kazakistan • Bomonti Rixos, İstanbul • Esentai Residence, Kazakistan • Flame Towers, Bakü/Azerbaycan • Gürcistan Parlamento Binası, Gürcistan • İstanbloom, İstanbul • Mc Donald's, Gürcistan • Moscow City Plot 10-9-4, Rusya • Next Level, Ankara • Nish, İstanbul • Plot 16, Moskova/Rusya • Sapphire, İstanbul • TV Kulesi, Türkmenistan

moscow cıty plot 10-9-4

flame towers

gürcistan parlamento binası



VİTRA Yarım asrı aşan deneyimiyle, banyo ve karo ürünlerinin toplamında Türkiye’de pazar liderliğini elinde bulunduran Eczacıbaşı Yapı Ürünleri Grubu bünyesinde faaliyet gösteren Vitra Karo, AB ülkelerine yapılan ihracatta ürünleriyle birinci sırada yer alıyor. Ürünlerinin %60’ından fazlasını ihraç eden ve yıllık üretim kapasitesi 37,5 milyon m2 düzeyinde olan Vitra Karo’nun toplam 2.300 çalışanı bulunuyor.

MAYIS 2013 - XXI 98

REFERANS PROJE - çatı ve cephe

Yüzeyleri, inovatif, sürdürülebilir ve tasarım odaklı seçenekler sunarak kaplamak vizyonuyla hareket eden Vitra Karo’nun zengin ürün yelpazesinde boyutları 1x1 cm ile 70x150 cm arasında değişen seramik, porselen ve cam karolardan oluşan 4.000 çeşit ürün yer alıyor. Markanın uzmanlığını banyonun dışına taşıyan Vitra Karo, banyodan havuza, bahçe ve dış cepheye kadar pek çok farklı alanda kullanılmaya uygun ürünler sunuyor.

bakırköy adalet sarayı

Vitra İnovasyon Merkezi’nde geliştirilen; dış cephelerde kaplama ve yalıtımın tek bir adımda, tek bir malzemeyle kolaylıkla yapılmasını sağlayan ürünü IsoTile, kaplama sektöründe yeni bir kategori yarattı. Vitra’nın sürdürülebilirlik ve doğal kaynakların sorumlu tüketimine yönelik üretim, tasarım ve yönetim anlayışı Blue Life doğrultusunda geliştirilen yenilikçi ürünü; bünyesindeki porselen karo ve ısı yalıtım malzemesi sayesinde uygulama sürelerini yarı yarıya kısaltıyor. IsoTile, kompakt yapısı sayesinde profil döşemeye gerek kalmadan montaj imkanı sağlayarak işçiliği kolaylaştırıyor ve maliyetleri azaltıyor. Farklı ebat ve renk seçeneklerinde sunulan IsoTile, bakım ve onarım gerektirmeyen yapısıyla dış cephelere yıllara meydan okuyan estetik bir görünüm kazandırıyor. Arkiparc Sürdürülebilirlik Ödülleri kapsamında ürün kategorisinde ödüle layık görülen Isotile’ın, İSO Çevre Ödülleri kapsamında kazandığı “İnovatif Çevre Dostu Ürün” ödülü de bulunuyor.

anadolu üniversitesi spor salonu

www.vitra.com.tr • Anadolu Üniversitesi Spor Salonu, Eskişehir • Bakırköy Adalet Sarayı, İstanbul • Kanyon Alışveriş Merkezi ve Rezidanslar, İstanbul • Muhsin Yazıcıoğlu Spor Kompleksi, İstanbul

kanyon alışveriş merkezi ve rezidanslar

muhsin yazıcıoğlu spor kompleksi



VMZINC

MAYIS 2013 - XXI 100

REFERANS PROJE - çatı ve cephe

Çatı mimarisinde devrim yaratacak çinko, ilk kez 1837 yılında VMZINC fabrikalarında üretildi. Literatüre “Paris Mansard eğimli çatıları” olarak geçen çift eğimli ve çıtalı (kepli) çatı kaplamaları zamanla tüm Avrupa’ya yayıldı. Son 50 yılda teknolojideki gelişim, üstün Ar-Ge çalışmaları neticesinde alaşıma katılan titanyum ve bakır sayesinde VMZINC çinko malzeme çok daha esnek ve dayanıklı hale getirildi. VMZINC birçok farklı en, boy, kalınlık ve yüzey rengine sahip mamul veya yarı mamulü piyasaya sunuyor. Yedi farklı doğal patinası sayesinde suda çözünmeyen, paslanmayan, tüm iklim koşullarına dayanabilen ve estetiğini ilk günkü gibi koruyan kimlikli binalar inşa edilebiliyor. Doğaya dost, çevre ve tüm doğal yapı malzemeleri ile uyumlu VMZINC çatı ve cephe kaplamaları EN 988 standartlarının da üzerinde kalite ve prestiji garanti ediyor. Tüm çevre sertifikaları ve garanti belgelerine sahip VMZINC, bugün bir dünya markası ve 2010 yılından itibaren Türkiye’deki irtibat ofisinden mimarlara ve yatırımcılara direkt ulaşıyor. Ürün satışı yanında mimarlara yönelik tasarım desteği ve seminerler, mimarın görmek istediği kaliteyi garantileyen (uygulayıcılara yönelik) teknik destek ve eğitimler veriliyor.

vmz kompozit paneller

vmz dik kenet kaplamalar

www.vmzinc.com.tr • Altınkoza Üniversitesi, Ankara, 2013 • Altunizade Şehrizar Konakları, İstanbul, 2013 • Bilkent Ünivesitesi, Erzurum, 2013 • Bomonti Bira Fabrikası renovasyonu, İstanbul, 2013 • Makam Camii renovasyonu, Mersin, 2013 • Next Level AVM, Ankara, 2013 • Pera Sunset Zekeriyaköy, İstanbul, 2013 • Ahmet Cengiz Seydişehir Üniversitesi, Konya, 2012 • Şişhane Belkıs Apartmanı, İstanbul, 2012 • Yenice Camii, Çanakkale, 2012 • Bornova Belediyesi, İzmir, 2011 • Divan Hotel Taksim, İstanbul, 2011 • Kapadokya Forum AVM, Nevşehir, 2011 • Üsküdar Hükümet Konağı, İstanbul, 2011 • ODTÜ Kapalı Spor Salonu ve Teknoloji Müzesi, Güzelyurt, 2010

vmz mozaik kasetler

vmz mozaik kasetler

vmz düz kilit paneller

vmz kompozit paneller

vmz düz kilit paneller



MAYIS 2013 ajandası 4 Mayıs

5. Ulusal İç Mimarlık Öğrencileri Buluşması

Etkinlik, Türkiye’de iç mimarlık bölümü öğrencileriyle sektörel firma temsilcilerini ve profesyonel tasarımcıları bir araya

Beytepe Kongre ve Kültür Merkezi, Ankara

5uiob.org

MSGSÜ, Fındıklı, İstanbul

www.grafist.org

Cermodern, Ankara

www.cermodern.org

Özyeğin Üniversitesi Çekmeköy Yerleşkesi, İstanbul

www.ozyegin.edu.tr

Salt Galata, Karaköy, İstanbul

www.saltonline.org

Üniversite Caddesi, Bornova, İzmir

conference5t.yasar.edu.tr

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Hipokrat Salonu, Adana

mmf.cu.edu.tr

Fırat Üniversitesi Kongre Merkezi, Elazığ

www.bolgeselkalkinmakonferansi.org

TürkSMD Mimarlık Merkezi, Ankara

www.stationcentraal.eu

Ülker Sports Arena, İstanbul

saevents.uk.com

Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Ankara

www.akilliveyesilbinalar.com

TMMOB Peyzaj Mimarları Odası, Kızılay, Ankara

www.peyzaj.org.tr

Mimarlar Odası Bursa Şubesi, Nilüfer, Bursa

kentselceliskilerlebursayarisma@ bursamimar.org.tr

Bilkent Kültür Girişimi, Bahçelievler, İstanbul

www.bkg.com.tr

getiriyor.

6 – 11 Mayıs

Grafist 17

MSGSÜ Grafik Tasarım Bölümü tarafından düzenlenen Grafist 17, sergi, seminer ve atölye çalışmalarından oluşuyor.

7 – 26 Mayıs

Bir Vizyonun Peşinde: ERA Mimarlık’ın 40 Yılı Sergisi

Mimarlık, mühendislik ve tasarım dünyasının yakın geçmişine ışık tutan deneyimlerin paylaşıldığı sergi, ERA Mimarlık’ın gerçekleştirdiği projeler üzerinden Türkiye mimarlık ortamının değişimini gözler önüne seriyor.

8 Mayıs – 7 Haziran

Kaybolan İstanbul Sergisi ve Prof. Dr. Reha Günay Söyleşisi

Prof. Dr. Reha Günay’ın İstanbul’un çeşitli semtlerinde aynı yerin farklı zamanlardaki fotoğraflarından oluşan serginin açılışı ve konuyla ilgili söyleşi 8 Mayıs saat 16.00’da gerçekleşiyor.

8 Mayıs – 11 Ağustos Yerelde Modernler Sergisi

Salt’ın Kalebodur desteğiyle hazırladığı sergi, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde modern mimarlığın mirasına odaklanıyor.

9 – 10 Mayıs

Tasarımda Toplumsal Cinsiyet/ Yerel ve Küresel Bağlam

Yaşar Üniversitesi tarafından düzenlenen 5T Türkiye Tasarım Tarihi Topluluğu Toplantıları’nın sekizincisi, tasarım söylem ve pratiklerini toplumsal cinsiyet bağlamında tartışmayı ve karşılaştırmalı çalışmaları paylaşmayı amaçlıyor.

14 Mayıs

Gelenekten Geleceğe Cami Mimarisi Paneli

Saat 9.00’da başlayacak panele konuşmacı olarak Suha Özkan, Murat Güvenç, Nur Urfalıoğlu, Emre Arolat, Cengiz Bektaş, Feyza Cansever ve Nevzat Sayın katılıyor.

16 – 17 Mayıs

2. Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı

Konferans, bölgesel kalkınma konusunda çalışmalarda bulunan araştırmacılar ve uygulamacıları buluşturarak fikir alışverişinde bulunmalarını sağlamayı amaçlıyor.

ajanda

20 – 31 Mayıs

Geleceğin Toplu Taşıma Terminalleri Sergisi

Station Centraal/Merkez İstasyonu, Türkiye ve Hollanda’nın tren istasyonlarına bakışı arasındaki benzerlik ve farklılıkları sergileyerek tartışma ortamı yaratmayı amaçlıyor.

21 – 23 Mayıs

Stadia&Arena İstanbul 2013

Spor alanları endüstrisinde Avrupa’nın en önemli etkinliklerinden olan Stadia&Arena’da spor sahalarının

MAYIS 2013 - XXI 102

tasarımı, teknolojisi ve yönetimi gibi konular uzmanlar tarafından ele alınıyor.

23 – 24 Mayıs

31 Mayıs (son başvuru)

Akıllı ve Yeşil Binalar Kongre ve Sergisi

Etkinlik, akıllı bina konusunda çalışan akademisyenler,

Dönüşen Peyzaj Öğrenci Afiş Yarışması

TMMOB Peyzaj Mimarları Odası, “Dönüşen Peyzaj” temasıyla

tasarımcılar, üreticiler ve satıcıları buluşturmayı hedefliyor.

düzenleyeceği kongre öncesinde, genç meslektaşlarının sürece katkısını hedefleyerek öğrencilere yönelik ulusal afiş yarışması düzenliyor.

31 Mayıs (son başvuru)

Kentsel Çelişkilerle Bursa Fotoğraf Yarışması

Yarışma, Bursa’da oluşan kentsel çelişkilerin fotoğraf sanatı aracılığıyla belgelenerek dikkat uyandırmayı ve kente yapılan bilinçsiz müdahalelerin azaltılmasını hedefliyor.

31 Mayıs (son başvuru)

Müzelere Yönelik Ürün Tasarım Yarışması 2013

Bilkent Kültür Girişimi’nin düzenlediği Kültür Ürünleri Tasarım Yarışmasının üçüncüsü grafik tasarım ve ürün tasarımı olmak üzere iki farklı kategoride değerlendiriliyor.




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.