XXI Nisan 2015

Page 1

XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 138 < NİSAN 2015 < ARCHIVE+LAB < BORAN EKİNCİ + HAKAN DALOKAY < CN MİMARLIK < GÖNYE PROJE TASARIM < KREATİF MİMARLIK < KENTSEL TARIM

Yİ R M İ B İ R M İ M A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 13 8 N İ SA N 2 0 15 11

Kentsel Tarımın Bereketi Kentsel tarımın yaratabileceği değişim potansiyelini Ayça İnce, Burcu Serdar Köknar, Deniz Üçok, Hakan Gönül ve Hasibe Akın ile konuştuk. Boğaçhan Dündaralp de Kuzguncuk Bostanı’nın öyküsünü paylaştı.

Şişli Belediye Binası

Bayraklı Tower

BORAN EKİNCİ + HAKAN DALOKAY

KREATİF MİMARLIK

AHMET BALKAN ARCHITECTS

ARCHIVE+LAB

CN MİMARLIK

YAZILARIYLA

KORHAN GÜMÜŞ LEV ENT ŞENTÜRK OTTO VON BUSCH SİNAN LOGIE

GÖNYE PROJE TASARIM

SUPERMACHINE


lliii •"'

kNJIUf

21-25 Nisan 2015 38. Yap1Fuan- Turkeybuildistanbul Salon:3 Stand:411

SUYA DAYANIKLILIK YAPISINDA VAR

ESNEKTIR

ZAMAN KAZANDIRIR

KOLAY UYGULANABILIR

o/ol00SUYA DAYANIKLIDIR

Al SINIFI YANMAZDIR

Origami: Japonca oru (katlama) ve kami (kag1t) kelimelerinin birle~mesiyle meydana gelen geleneksel kag1t katlama sanat1d1r. Makos ve yap1~t1nc1kullandmamasina ragmen ilk gunku gibi saglam kalabilir ve istenen ~ekle girebilir.

Emin olmak icin; , AQUAPANEL®

AQUAPANEL®


Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Puna Yayın adına sahibi ve genel yayın yönetmeni yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@xxi.com.tr

KENTSEL ÜRETİMİ HATIRLAMAK

editör Güzin Öztok guzin@xxi.com.tr yardımcı editör Arzu Türk arzu@xxi.com.tr reklam sorumlusu Tuğba Demirci tugba@xxi.com.tr okuyucu ilişkileri Duygu Erdem duygu@xxi.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu kapak fotoğrafı: Manhattan, New York'tan bir çatı bahçesi @ IndustryAndTravel sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Puna Yayın Asmalımescit Mahallesi, Oteller Sokak 6/4 Beyoğlu, İstanbul 34430 0212 227 1317 bilgi@xxi.com.tr genel dağıtım Dünya Süper Veb Ofset A.Ş. Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Puna Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.

facebook.com/xxidergisi twitter.com/xxidergisi

Dünya nüfusunun yarıdan fazlasının kentlerde yaşadığı bu dönem, aynı zamanda tüketimin ağırlıklı olarak kentlerde gerçekleşeceğine de işaret ediyor. Kentle kır ayrımına aslında alışkınız, kırsal üretimin kentte tüketimi ilk kez başımıza gelmiyor. Tüm imparatorluğun beslediği başkentlerden bu olguyu iyi biliyoruz. Ama şimdiki durum geçmişten biraz farklı. Başkentlerin sayısı gittikçe çoğalmakta. 1990’larda Saskia Sassen’in Londra, Tokyo ve New York üzerinden yaptığı “küresel kent” tanımlaması sınırlarını çoktan aşmış halde. Küresel olarak özellikle de servisler ve ekonomik bağlarla birbirine sıkı sıkı bağlı kentlerin sayısı listelenemeyecek kadar çok. Yaşadığımız, sadece yoğun bir kentleşme değil, aynı zamanda kentler üzerinden kurulan ağla geliştirilen ülkeler üstü ilişkiler düzeni. Bu ağın bilgi ve iletişim teknolojileriyle daha da güçlenmeye devam edeceği de aşikar. Bu da demek oluyor ki küresel çağda bir değişim olacaksa bu kentlerden başlayacak ve tıpkı işgal (occupy) hareketlerinde olduğu gibi hızla yayılacak. Kentsel tarım tam da bu noktada anlamını buluyor. Tüketime dayalı gündelik yaşamlarında üretime dair bilgiyi gittikçe

yitiren, hatta bir noktadan sonra sahip olduğu aygıtların nasıl imal edildiğine dair hiçbir fikri olmayan ve bu nedenle de sahip oldukları şeylere yabancılaşan kentliler, bunun sürdürülebilir bir sistem olmadığını fark ediyorlar. Kentsel tarım ise bu uyanışta ikili bir rol üstleniyor: Bunların ilki tekrar kentte üretimi gündeme getirmek, ikincisiyse bu yolla insan-doğa, kent-kır ayrımını yeniden düşünmeye sevk etmek. 20. yüzyıl başlarında kentlerden ayrı düşünülemeyecek endüstriyel alanların şehir dışına taşındığı ve kentlerin servis ekonomisinin ulu merkezi haline getirildiği göz önünde bulundurulunca kentin neyi barındırıp neyi barındırmayacağı meselesinin kendine has gel-gitli durumu da ortaya çıkıyor. Fabrikasız bir kentin tahayyül edilemediği bir dönemden fabrikalara tahammül edilemediği bir döneme geçtiysek, tarımın hayal bile edilemeyeceği bir kentten vazgeçilemez olduğu bir kente neden geçmeyelim?

XXI


GÜNCEL

DOSYA

6 GÜNCEL

36 KENTSEL TARIMIN BEREKETI

Kentsel tarımın yaratabileceği değişim potansiyelini Ayça İnce, Burcu Serdar Köknar, Deniz Üçok, Hakan Gönül ve Hasibe Akın ile konuştuk. Boğaçhan Dündaralp de Kuzguncuk Bostanı’nın öyküsünü paylaştı.

PROJE 44 İLETIŞIMI YENIDEN KURGULAYAN

NİSAN 2015 - XXI 2

İÇİNDEKİLER

Çonburi’de yer alan oyun parkı, ebeveynlerin ve çocukların oyun alanlarındaki iletişimlerini ele alarak “oyun” kavramını yeniden tanımlıyor.

48 RÜZGARLA ŞEKILLENEN 10 OTTO VON BUSCH / KÜÇÜK MÜDAHALELER

%100 Değişim

14 LEVENT ŞENTÜRK / DÖNME DOLAP

Yeni Kamusallık, Neo Anıtsalcılık

24 KORHAN GÜMÜŞ / SORU IŞARETI

Mimarlık Neyle Yaşar?

28 CEMAL EMDEN / FOTO - ALTI

Bekleyiş

32 SINAN LOGIE / ZINCIRLEME REAKSIYONLAR Babil’den Dubai’ye: İnsanlığın Ölümsüzlük Mücadelesi Olarak Şehirler

Kreatif Mimarlık’ın tasarladığı, güneşlenme ve rüzgar koşullarına göre biçimlenen İzmir’deki Bayraklı Tower, bölgenin ilk yüksek yapısı. Ofisle birlikte sosyal ve ticari alanların yer aldığı Bayraklı Tower, İzmir'e yukarıdan bakış sunuyor.



54 KESIŞEN DÜZLEMLER

68 BÜTÜNLEŞIK PARAMETRIK

Boran Ekinci Mimarlık ve Hakan Dalokay Mimarlık'ın ortak tasarımı olan Şişli Belediye Binası, karmaşık işlev ağını çözebilmek adına sade bir plan kurgusu üzerinden geliştirilmiş.

Archive+LAB’ın tasarladığı Sun Plaza giriş holü, birbirini tamamlayan parametrik ve asimetrik tasarım detaylarına sahip.

58 HAREKETLILIĞI TETIKLEYEN

CN Mimarlık ekibinin tasarladığı Hilti Türkiye Ofisi, markanın dinamik ve yenilikçi kimliğini yansıtabilmek için farklı kullanımlara imkan veren açık ofis konseptine sahip.

SEKTÖR 70 SEKTÖR HABERLERI 78 ÖZGÜN DETAYLAR

Şişli Belediye Başkanlığı Yeni Hizmet Binası'nın dış cephesi ile iç mekan duvar ve zeminlerinde Kalebodur Kalesinterflex uygulandı.

82 GELECEĞIN OFISLERINI ŞEKILLENDIRMEK Dünyanın en büyük denetim ve danışmanlık şirketlerinden Ernst & Young Türkiye ofislerinde Trimline Interiors ürünleri kullanıldı.

62 AKIŞI KOLAYLAŞTIRAN

Samsun’da yer alan Sampa Otomotiv Merkez Ofisi, şirketin güncellenen profiliyle birlikte yenilikçi bir görünüm ve dinamik mekanlar hedeflenerek tasarlanmış.

NİSAN 2015 - XXI 4

İÇİNDEKİLER

88 REFERANS PROJE - YAPISAL SISTEMLER

96 AJANDA

Çuhadaroğlu Jansen Mitsubishi Plastics Euro Asia Saray Alüminyum



Vadideki Sessiz Avlu

NİSAN 2015 - XXI 6

GÜNCEL

AHMET BALKAN ARCHITECTS, UNESCO'NUN DÜZENLEDIĞI ULUSLARARASI BAMIYAN KÜLTÜR MERKEZI YARIŞMASINDA DÖRT EŞ DEĞER MANSIYONDAN BIRINI KAZANDI.

Ahmet Balkan Böylesine geniş ve şiirsel güzellikte bir peyzajın içinde inşa eylemi nasıl gerçekleştirilebilir? Bamiyan’ın doğal gardiyanları olan büyük dağlarla çevrili derin vadi, bin yıldır hem sığınak olarak hem de ötesindeki diyarlara geçiş sağlayarak sakinlerini korumuş ve onlara hayat vermiş. Temelde barınma sağlayarak mimarlığın en dürüst, doğrudan ve esas biçimine bürünmüş bir vadide inşa nasıl mümkündür? Uçurumdaki mağaraların düşünceli sessizliği gibi mi yoksa "Qala"nın ve duvarların anaçca koruduğu gibi içe dönük mü inşa etmeli? Korumayla birlikte kucaklaşma ve birlik Shahr-i Ghulghulah’daki mimarinin tepeyle bütünleşmesi, adeta arazinin

kendisinden çıkıp toptaktan tuğlaya dönüşen bir mimari gibi yerle birleşimden bir kültür peyzajı oluşabilir. Bamiyan ve çevresindeki vadilerin güzelliği, ona derin mekan ve yer algısını veren, halihazırdaki inşa edilmiş olanın eşsiz uyumu tarafından geliştirilmiş. Bu içe dönük korunaklılıkla zıt bir şekilde, vadi eş zamanlı olarak sonsuz bir yatay düzlükle birlikte geniş bir açıklığa sahip. Sonuç olarak önerilen kültür merkezi, güvenlik hissi sağlayan merkezi avlusuyla toprağı ve ardındaki vadiyi kucaklayan açık bir peyzaj yapısı. Binaya özgü açık ve kapalının bu ikili

yaklaşımı aynı zamanda yapının çevreyle uyumunu sağlayan temel bir değer. Birlik olma fikrini sadelik ve sessizlikle geliştirdik. Gelecekte olabilecek dönüşümü düşünerek sadeliği bütün mimari için uyguladık. Hayatla doldurulacak bir çıplak-mimari, bir omurga-mimari, soyut, bezenmemiş, heybetten uzak bir mimari, kullanıcılarına ortak iradeleri ile kültür merkezini nasıl kullanacakları ve dönüştürecekleri konusunda özgürlük tanıyan bir yapı olarak tasarladık. İnşaat için de aşırılık yerine sadeliği öngörüyoruz. Sosyal çatışma ve derin ekonomik sıkıntılar bağlamında, verilen

değerli ve kısıtlı bütçeye karşılık üç temel yapı malzemesi önerdik: Geniş açıklıklar ve esnek mekanlar için beton; ana yapı malzemesi olarak, yerel ekonomiyi, ekolojiyi ve geleneklerin sürdürülmesi adına bu bölgeye özgü fırınlanmış tuğla; kültür merkezinin doğaya uyumunu sağlamak için de döşeme malzemesi olarak yerel taş. Manevi olarak da vadiyle diyalog sessizliğe dayanıyor. Bu sakin ifade, bütünleşme için duyulan arzudan kaynaklanıyor. Bamiyan Kültür Merkezi’nin ana girişine ulaşmak için ilk önce doğal peyzajdan geçilerek bir su avlusu olan Kakrak Sessizlik Avlusu’na varılıyor. Durağan



ekip başı: Ahmet Balkan ekip: Emre Bozatlı

GÜNCEL

vaziyet planı

NİSAN 2015 - XXI 8

zemin kat planı

su, günlük hayatın ağırlığı ve içerideki zengin dünya arasında bir eşik görevinde. Basamaklandırılmış taşlarla kültür merkezindeki tüm yaşamın yoğunlaştığı Hawli’ye (avlu) ulaşılıyor. Diğer tüm işlevler ve çeşitli karakterlerdeki avlular bu merkez avludan dışarıya doğru genişliyor. Hawli, Afgan yaşamının ve mimarisinin en bilindik elemanı ve evin eş anlamlısı, bu anlamda çok da alışılmadık kamusal yaşantı için ideal bir başlangıç noktasını tanımlıyor. Bu mekan, topluma buluşmak ve sosyalleşmek için ev sıcaklığında bir ortam sunuyor. Kapalı ama gökyüzüne, günlük ve mevsimsel ritimlere açık avlusu, kışın rüzgardan korunurken güney ışığını da alıyor, yazın ise yeterli gölgeyi ve çeşmeden sıçrayan

suyla serinliği sağlıyor. Dışarı bir kaç adımla, çerçevelenmiş alanın içinden birbiri ardına gelen mekanların zirvesine ulaşılıyor: Bamiyan Vadisi’ne ve iki dev Buda nişine açılan L şeklindeki Bamiyan Buda Avlusu’na. Burada, taş basamakların sonuncusu olan Buda Taşı, Buda’ya giden yolun sonunu ve başlangıcını imliyor. Kuzeydeki sona doğru, dolaşımdan ve Sakooncha'yı andıran yükseltilmiş bir ahşap platform, dinlemeye, oynamaya, sosyalleşmeye ya da sadece Bamiyan manzarasının tadını çıkarmaya hizmet ediyor. Buda Avlusu’nu, bir sergi alanı aracılığıyla Bamiyan Sergi Avlu’suna bağladık. Bu avluyu ana açık sergi alanı olarak tasarladık. Özel durumlarda her

iki avlu ve bunları bağlayan iç mekan, Bamiyan vadisi boyunca geniş bir sergiye ev sahipliği yapabilir. Foladi Wisdom Avlusu, yapının en geniş avlusu. Eğitim ve yaratıcı programıyla, üç taraftan çevrelenmiş avlu, güneyde Koh-i-Baba dağlarının zirvesine uzanan Shah Foladi ile doğrudan karşı karşıya duruyor. Yazın tüm iç mekan etkinlikleri, kalabalık kamusal etkinliklerin yapılmasına da olanak veren geniş avluya taşınabilir. Son olarak, Hawli’den, konferans tesisleri için bir açık mekan sağlayan aynı zamanda alt kotta yer alan Bamiyan bahçelerine geçişi sağlayan Bamiyan Bahçeler Avlusu’na ulaşılır. Bu iki kot arasında, doğal eğime oturan bir

amfitiyatro yer alıyor. Bahçeden yapıya ulaşan bu amfitiyatro Buda kayalıklarının dramatik arka planıyla, çeşitli kültürel açık hava etkinliklerine ev sahipliği yapacak. Bamiyan Bahçeleri’ni, yerel pazarla olan yakınlığı ve yaya bağlantısıyla, Bamiyan Kültür Merkezi için halkın giriş kapısı olarak öngördük. Bagh-e Bamiyan, Bagh-e Babur’e benzer şekilde tek yönlüdür; ancak katmanları ve halka adanmışlığıyla tarihsel örneğinden farklılaşır. Halkın mekanı olarak, geniş açıklığı ve Çınar ağaçlarıyla, gençten yaşlıya, Bamiyan halkından ziyaretçilere kadar herkese açık bir kamusal alanı olan bahçelerin, Bamiyan için birincil festival alanı olmasını öngörüyoruz.



%100 Değişim

ve bunu yeni ürünler üretmeye yönelik geleneksel kapsamın dışına çıkarak yapıyorlar.

Tasarım son on yıl boyunca, “değişim” kavramıyla git gide daha da bağlantılı hale geldi. Bunda Bruce Mau'nun gittikçe devleşen kitabı Massive Change (2004)' den Tim Brown ve IDEO'nun Change by Design (2009) kitabındaki etkileyici önermelerine kadar birçok şeyin etkisi oldu. Görünen o ki bu çabaların pek çoğu “değişim”i tüketicilik paradigmasının sunabileceğinden radikal olarak çok farklı olarak ele almaya yönelik. Tasarımdaki yeni “değişim”, geleneksel pazarın kapsamının ötesine uzanmaktadır.

KÜÇÜK MÜDAHALELER

Tasarımcılar “değişim”den bahsettiğinde bu, bir ürünün renginde ya da posterdeki yazı karakterinde meydana gelen değişimden çok daha fazlasını ifade eder. “Değişim”, tasarımcılar için bir umut kelimesidir. Tasarımın, tüketim malları pazarı hapishanesinin ötesine geçme ve bundan böyle seri üretim ve buna bağlı köklü ekonomik adaletsizliklerle, sürdürülebilir olmayan uygulamalarla ve alın terinin ihmal edildiği çalışma koşullarıyla iç içe geçmiş kaderi paylaşmama umududur. Bu nedenle tasarımcılar tüketiciliğin, toplumdaki asimetrik güç paylaşımını sürdürmek, bağımlılığı, itaati ve hatta köleliği sürekli yeniden üretmek gibi özünde adil olmayan ikilemlerinden kaçınmaya çalışırlar. Yazar Ivan Illich'in ileri sürdüğü meşhur iddiadaki gibi: “Tüketici toplumunda kaçınılmaz olarak iki tür köle bulunur: bağımlılık mahkumları ve haset mahkumları.”

NİSAN 2015 - XXI 10

Yine de nedir bu ”değişim”? Tasarım genellikle bireysel değişimle alakalıdır; ben kendi deneyimlerimi, bana kolaylık sağlayan yeni bir araç ya da cihazla ya da kişisel kimlik projem için yeni bir kıyafet ya da aksesuarla etkileyebilir ve değiştirebilirim. Hayır, yeni “değişim”in bunun ötesinde olması gerek ve sanırım bu sebeple çoğunlukla “sosyal” kelimesi ile ilişkili olarak kullanılıyor, “sosyal değişim”, “sosyal yenilik” ya da “sosyal tasarım”da olduğu gibi. Bu değişim benden ya da tüketiciden çok daha fazlasına etki edecek bir değişim. İnsanın sosyal koşullarını değiştirmeyi hedefliyor ve bu politik bir alan. Tüketici toplumunda köleliğin koşullarını sarsacak bir değişimden bahsediyoruz. “Değişim” bir şey vaat ediyor: insanları özgür kılmak.

OTTO VON BUSCH TASARIMCI

Bir şekilde tasarımın her zaman politik sonuçları olmuştur, ancak bunlar pek çok zaman pazar yüzeyinin altında bırakılmıştır. Birçok yeni tasarımın ortaya çıkışı politik manzarayı da dönüştürmüştür. Eski tip iş gücünün yerini alan yeni teknolojiler, pek çok insanı işsiz bırakmış ya da yeni buluşlar yeni toplumsal yapıların oluşumunun önünü açmıştır. Fakat bazı örnekler dışında, tasarımcının niyeti açıkça politik değildir, ya da bu niyetler çoğunlukla “güzellik”, “işlev” ya da “ergonomi” gibi etiketlerin ardına gizlenmiştir. Fakat günümüzde tasarımcılar, sosyal sorunlardan ve politikadan açıkça söz ediyorlar. Dünyanın değişmesine yardımcı olmak istiyorlar

Peki tasarımın aracılık etmesinin, yani tasarıma başvurmanın (agency) esas temsilini nasıl planlayabiliriz? “Değişim” için tasarıma başvurmamızın basit bir matrisini, geometrik haritasını oluşturalım.

X ekseni boyunca arzu edilen “değişim”i uygulamak için kullanılan tasarıma başvurma oranını yerleştirdik. Tasarıma %0 başvurduğum seviyede, hiçbir özel yeteneği, atölye ya da ağı kullanmıyorum. Toplumda değişimi, pek çok insan için ulaşılabilir olan araçlarla teşvik ediyorum: Bir siyasi partiye oy veriyorum, haberleri takip ediyorum, arkadaşlarım arasında fikirler geliştirmek için çabalıyorum ve tartışıyorum. Diğer yandan, tasarıma %100 başvurduğum seviyede, değişimi tanıtmak için sahip olduğum tüm varlıkları kullanıyorum. Değişimi kendim inşa ediyorum ve etkilerini en üst düzeye çıkarmak için tüm araçlarımı, malzemeleri, atölyeleri ve ağı kullanıyorum. Peki, bu değişim ne için? Kendi başıma ne değiştirebilirim? Ve bu, sadece kendim için bir değişim mi? “Yalnız”dan “birlikte”ye ya da “bireysel”den “topluca”ya uzanan bir etki ekseni oluşturalım.

Bu eksen boyunca kendi evimde gerçekleştirdiğim, yalnız beni etkileyen bireysel aktivitelerden, değişimin pek çok insanın hayatında yaşandığı, sistematik bir ölçeğe kadar ilerliyoruz. Yalnız, bu sadece sayılardan ibaret bir durum değil. Bu nitel eksen, sosyal etkiyi, bizi hep birlikte nasıl etkilediğini, değişimin topluca hepimizin üzerinde doğurduğu sonuçları ve paylaştığımız birliktelik ruhu içinde nasıl yaşadığımızı ölçüyor. Her iki eksen de politik uygulamalara sahip: X ekseni durağandan hareketliye doğru giderken Y ekseni bireysel değişimden sosyal ve sistematik değişime doğru ilerliyor. Kolektif harekete doğru ilerlerken pasif statükoya meydan okumaya başlarız. Mevcut durumu sarsmaya başlarız. Bir örnekle devam edelim. Bu son derece soğuk havada, sokak kedilerinin donmasından endişeliyim. Eğer kedilere yardım politikası güden bir siyasi


Y ekseni boyunca ilerleyerek, yerel gazeteye, insanların okuyacağını ve zavallı donmuş kedilere yardım için bir araya geleceğini umarak küçük bir ilan gönderebilirim. Fakat bu durumda dahi tasarıma %0' oranında başvurmuş olurum. Bir kez daha, genellikle politik olduğunu düşündüğümüz pek çok şey mutlak %0'dan ibaret, oyumu izole edildiğimden emin olmak adına gizlice kullanırım.

Ancak yakında, bürokratların, polisin ve siyasilerin direnciyle yüzleşmek zorunda kalırız. Eyleme geçmek her zaman tehlikelidir. Vatandaşlar olarak yalnızca bireysel ölçekte sınırlı kaldığımız müddetçe eyleme geçme iznine sahibizdir ve böyle her türlü eylem için de tercihen gelir vergisine tabi tutuluruz. Oy verme teknolojisi eylemsiz kaldığımızdan emin olacak şekilde işlemektedir. Tabi ki naif bir tutum sergilememeliyiz. Etrafında toplandığımız tasarıma başvurma yetisi, iktidar ve güç sahipleri karşısında, daha ileri gidebilmek için kullanılabilir. Belki köpekler herhangi bir değişiklik istemiyorlar, hem de sırf kedi yuvalarına sığamayacak kadar büyük oldukları için. Belki de kedileri kıskandılar. Sokaklarda huzursuzluklar ve ayaklanmalar olabilir. Bizleri eylemsiz tutmak için büyük yatırımlar yapılıyor. Büyük ihtimalle, eğer bu “değişim” gerçekten önem kazanırsa, kölelik koşullarını gerçekten değiştirirlerse, bu yasadışı ilan edilir. Köpekler hiçbir gerçek değişime izin vemez.

11 XXI - NİSAN 2015

Matrisin sağ üst köşesine doğru hareket ettikçe, tasarımı yaygınlaştırmaya, tüm araçlarımı ve sahip olduğum ağı kedilere yardım etmek için kullanmaya başlıyorum ve bunu başkalarıyla beraber yapıyorum. Tasarımımın çizimlerini dağıtıyor, tedarikçilerle bin tane kedi yuvası yapmak için pazarlığa oturuyorum, insanları kedilere yardım etmek için düzenlenen bir konserde sahne almaya teşvik ediyorum. Böylece, kedilere yardım için büyük ölçekli bir tasarım hareketi ortaya çıkıyor. Matrisin sağ üst köşesinde bir şeyleri yapısal olarak da değiştirmek mümkün hale gelir. Politik unsurlar, yönetim ve kedi olma koşulları değişime uğrar. Donmaya hayır! Kedi köleliğine hayır!

KÜÇÜK MÜDAHALELER

parti bulursam, oyumu onlara verebilirim. Bu durumda kedilere yardım etmek için politik oy hakkımı kullanırım ama hala tasarıma %0 oranında başvururum. Fakat sokakta bir kedi yuvası inşa edersem, tasarımcı olarak yetimi kullanmaya başlamış olurum, işe profesyonel varlığımı dahil ederim. Atölyemdeki malzemeleri ve araçları kullanarak bu tasarımı geliştirmeye devam edersem şayet bu yetimi daha fazla kullanırım. Bir kedi bu yuvayı kullanarak kendini soğuktan koruyabilirse, tasarıma başvurma yetimi kullanarak dünyaya pozitif bir katkı sağladığımı hissederim.


İstanbul’un Grafik Gündemi BU YIL 19.’SU DÜZENLENEN GRAFIST, 13 NISAN – 10 MAYIS TARIHLERI ARASINDA KENTIN GRAFIK TASARIM GÜNDEMINI BELIRLEYECEK.

NİSAN 2015 - XXI 12

GÜNCEL

andreas uebele / vorn magazıne için tipografi / foto: danıel fels

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) grafik tasarım bölümü tarafından bu yıl 19.’su düzenlenen Grafist 19: 19. İstanbul Grafik Tasarım Günleri, 13 Nisan- 10 Mayıs 2015 tarihleri arasında gerçekleşiyor.

16:30 Sergi Açılışı Grafik Tasarımda İllüstrasyon MSGSÜ Grafik Tasarım Bölümü Öğrenci Çalışmaları MSGSÜ Grafik Tasarım Bölümü koridoru

Atölye çalışması ve sunumlar, sergi ve seminerlerden oluşan etkinliğe bu yıl konuk tasarımcı olarak Peter Brugger, Farhad Fozouni, Umut Südüak ve Andreas Uebele katılıyor. Tasarımcıların eserleriyle yer aldığı sergi 13 Nisan’da MSGSÜ Osman Hamdi Bey Salonu’nda açılıyor. Yine aynı tarihte açılacak olan bir diğer sergi "Grafik Tasarımda İllüstrasyon" ise MSGSÜ grafik tasarım bölümü öğrenci çalışmalarını bir araya getiriyor. Sergiler, 10 Mayıs'a dek açık kalacak. 18 Nisan'da ise konuk tasarımcılar Peter Brugger, Farhad Fozouni, Umut Südüak, Andreas Uebele’nin katılımıyla MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu’nda Grafist 19 semineri gerçekleştiriliyor.

17:00 Sergi Açılışı Peter Brugger, Farhad Fozouni, Umut Südüak, Andreas Uebele MSGSÜ Osman Hamdi Bey Salonu 14 Nisan 2015, Salı Atölye Çalışmalarının 2. Günü 15 Nisan 2015, Çarşamba Atölye Çalışmalarının 3. Günü 16 Nisan 2015, Perşembe Atölye Çalışmalarının son günü Çalışmalar 16:00’da teslim edilecektir.

andreas uebele / adıdas gym / foto: brıgıda gonzález

farhad fozounı

umut südüak

18 Nisan 2015, Cumartesi 09:30 Seminer Peter Brugger, Farhad Fozouni, Umut Südüak, Andreas Uebele MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu

PROGRAM:

13 Nisan 2015, Pazartesi 10:30 Atölye Çalışmaları Açılışı MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu 11:00 Atölye Çalışmalarının 1. Günü MSGSÜ Grafik Tasarım Bölümü Atölyeleri

14:00 Atölye Çalışmaları Sunumu Peter Brugger, Farhad Fozouni, Umut Südüak, Andreas Uebele MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu

peter brugger / norm yazı karakteri



Yeni Kamusallık, Neo Anıtsalcılık

fotoğraflar: Levent Şentürk

DÖNME DOLAP

Ve bir devlet kültürü teşvik ettiğinde, “onu yalnızca kendini teşvik etmek için eder, asla kendi yararından ve varlığından daha üstün bir amaç olduğunu tahayyül etmez.” Gilles Deleuze. 2010. Nietzsche ve Felsefe. Çev. Ferhat Taylan, Norgunk, İstanbul. s. 143. (Tırnak içindeki bölüm, Deleuze’ün, Friedrich Nietzsche’nin Çağa Aykırı Düşünceler adlı eserinden yaptığı alıntıdır.)

NİSAN 2015 - XXI 14

İnsan olan değişmedi: tepkisel insan, köle, kendini Tanrı olarak tanıtırken köle olmaktan çıkmayan, kutsallık üretme makinesi. Tanrı olan şey de ondan fazla değişmedi: yine kutsal, yine Üstün Varlık, köle üretme makinesi. A. e, s. 202.

LEVENT ŞENTÜRK

Eskişehir’de kent merkezi son yıllarda mekansal bakımdan büyük değişimlere gebe. Kentin gelişiminin belki çeyrek asırdan beri belirleyicisi olan kuzeybatı vektörü, güneyde Meşelik Ormanları’nın varlığı, doğuda Hava Kuvvetleri’ne ait üs alanı nedeniyle ortaya çıkmış bir kuvvettir. Bu vektörün rant bağlamındaki ilk merhalesi, 1990’larda Vişnelik Mahallesi’nin batıya doğru, Sümer ve Orhangazi Mahalleleri yönünde genişlemesiydi. Ardından bostanlar ve bahçeler üzerinde açılan Hasan Polatkan Bulvarı’yla beraber apartmanlaşma batıya yönelimini somutlaştırdı. Kent merkezinde TCDD ve Şeker Fabrikası arazileri kamusal anlamda kentlinin kullanımına kapalı iki büyük heterojen blok tanımlar. Bu bölgelerin, endüstriyel miras kapsamına girmeden, rezidans ve AVM odaklı kentsel dönüşümcülük tarafından asimile edilmesi planlarında bir yükselme var. Kent merkezindeki devlet binalarının boşaltılması ve yeniden işlevlendirilmeleri de gündemde. Merkezde ise, konut parseli ölçeğinde, özel girişimcilik aracılığıyla süregiden tekil ama sistematik yıkım ve yeniden yapım (dönüşüm) süreci son beş yıldır hiç hız kesmeden sürüyor. Merkezin

hızlı soylulaştırılması, bazen “öğrenci kenti” bazen de “yaşanası Eskişehir” retoriğiyle pazarlanmaya devam ediyor. Kentteki iki üniversitenin kampüsleri çevresinde oluşan öğrenci mahalleleri veya gettoları, orta kalite yapıların ve zayıf sosyal çevrelerin oluşumuyla kendini gösteriyor. “Üniversite şehri” kavramının ete kemiğe büründüğü barlar sokağı ise, “özgürlüğün” kıpkısa bir sokak boyunca simüle edilmesinden öteye gitmiyor. Kent merkezinde bireysel araç sahipliği, 2000’li yılların başlarında yapılan tahminin iki katına ulaşmış olmasına rağmen, merkezde köklü bir seyrelme gerçekleştirilmesi ihtimal dışı görünüyor. Stadyum alanının “kent meydanına” (veya her neyse ona) dönüşümü yakın; bu da beraberinde kent merkezinde bir yeşil sürekliliği için yeni kapılar aralıyor. Kentte yeşil alanlardaki artış, kapalı sitelerin artışının kamusal tezahürü olmanın ötesinde değil. İki büyük kentsel park alanı tıpkı özel siteler gibi korunaklı ve hijyen/diyet/mülk manyağı yeni orta sınıflarının çıkarlarını pekiştirecek göstergelerle içerikleniyor. Hızlı tren bağlantısının doğu - batı ekseninde tamamlanıp Ankara - İstanbul sürekliliğinin yeniden kurulması, Konya, Bursa, İzmir gibi yeni bağlantıların oluşmaya başlaması, demiryolunun yeniden tanımlanmasını beraberinde getirdi. Yemekli, içkili, güçlü yolculuk duygusu tümden ortadan kaldırıldı; yerine hızlı, ruhsuz ve güvenli tren yolculuğu geldi. Şehri doğudan batıya ikiye yaran hattın merkezdeki birkaç kilometrelik kesiminin yeraltına alınmasıyla beraber, Hatboyu da hızla soylulaşma yolunda ilerliyor. Bu alanın hemen kuzeyinde, Türkiye’deki sanayileşme tarihinin ilk temsilcilerinin yer aldığı fabrikalar bölgesi, hızla rezidansların, lüks otellerin ve trend mekanların geçit resmine dönüşürken merkezdeki AVM’leşme ilk on yılını tamamladı. İlk nesil AVM’ler ticari açıdan


metinler ise, sözlü kültürün canlılığı ve kıvraklığı yerine bir anıt mezar etkisi yaratıyor. Daha çok erken İslam dönemine ait olan bu destanların, yüksek emperyal simgecilikle taçlandırılmaları; şadırvanın kullanımı veya başka mimari fragmanların neo-Osmanlı biçimciliğiyle harmanlanıp sunulması, anakronizmayı derinleştiriyor. (Orta Asya niredir; Kanuni dönemi nire...) Duvarın uzaktan algılanan boyutları ile çini figürlerin küçük ölçeği, görsel algıda tam bir tezat yaratıyor. Sonuç olarak bu yapının gelenekselcilik etkisi veren bir tür ekran veya pano olduğu söylenebilir.

Porsuk Nehri’nin görsel sürekliliğinin sağlanmasının peşinden, sermayenin Porsuk boyunca şahlanmasının sürekliliği, Eskişehir’de gelecek on yılda yaşanacakmış gibi görünüyor. Kentin Kuzeybatı vektörünün yeni simgesi haline gelen Batıkent, yarım milyon liralık apartman dairelerini sıradan bir olgu haline getirdi bile. Bütün bunlar olup biterken Eskişehir 2013’te Türk Kültür Dünyası Başkenti seçildi. Projenin kente somut katkılarından biri de Nasrettin Hoca Parkı oldu. Parkın girişinde, Anadolu’nun sözlü kültür tarihindeki en yakası açılmadık nüktelerin mal edildiği bu hayali kişiliğin adına yapılmış yeni bir cami de bulunuyor. Parkta iki “anıtsal” “bileşen” var. Biri, betondan yapılma, altı metrelik bir Dede Korkut heykeli. Geçtiğimiz yıl dikilmesine rağmen, elindeki beton değneğin koparak düşmesi hasebiyle, bu adı (Dede Korkut) fiziken de hak etmiş bir heykel bu. Diğer yapı ise, Dede Korkut Oğuznamelerinin mermer levhalara çekiçle kazındığı bir anıt - duvar. Yekpare afyon mermeriyle kaplı bu “şaheser” için “sağlam” bir bütçe ayrıldığı bir bakışta okunabiliyor: On iki Oğuzname’yi betimleyen el yapımı büyük çini levhalar, her destanın mermere harf harf oyulduğu onlarca metrelik kitabeler, masraftan kaçınılmadığının kanıtı. Anıtsal duvarın yüksekliği dört metreyi geçiyor. Destanları betimleyen çiniler, göz seviyesinin hayli üzerinde olduğundan “göksel” bir etki yaratıyorlar – amaçlanan da bu olsa gerek. Alt tarafta uzayıp giden

Görünen o ki, Türkiye’de kamusal mekanın üretiminde “çekiçle felsefe yapmak” hiç bu kadar tersinden anlaşılmamıştı. Nietzsche’nin deyimiyle tepkisel insan, gücün yeni sahibi olmasına karşın, köleliği terk etmeyerek kendisini köleleştiren gücü, erilliğini, eskisinden de sağlam şekilde inşaya hevesleniyor.

15 XXI - NİSAN 2015

işlevsizleşmek üzere. Kentlinin yaya merkezinin kuzeye doğru hareketi on yıllardır devam ediyor: Hamamyolu’ndan Doktorlar’a, Espark’a doğru. Bu durum kuzey çevre yolunun ötelenmesiyle yeni boyutlar alabilir kuşkusuz.

Oysa anıtsalcı dikeylikle vektörel şiddeti bu sertlikte kurmak yerine, bu mesajlar daha mütevazi, daha etkili ve daha ucuz, daha yaratıcı biçimde verilebilirdi; ki biz buna kısaca “kentsel tasarım” diyelim şimdilik... Destanlar, parkın zemininde muhtelif yerlere mozaikler biçiminde işlenebilir, parkın bütün peyzajı sözlü kültür temasıyla geliştirilebilirdi. Bu kadarını, kentsel tasarım bölümlerinin birinci sınıfında okuyan öğrenciler bile yapabilirdi. Böylece bütün organik malzeme, dilsel bir tasarım olarak yeniden üretilebilirdi. Parkcağız da “sözel geleneğin gen havuzundan beslenen” benzersiz bir fantazmanın mekanı olabilirdi. Malzeme seçiminde, mezarlıklarda, hamamlarda yaygın biçimde kullanılan gri mermer yerine; traverten, terra kotta,

“Mermere çekiçle kazınmış söz”, sözlü kültürün değişken, anlatıcıdan anlatıcıya geçerken başkalaştığı canlı haline en karşıt biçimdir. Diğer taraftan, bu tür bir metnin varlığını düşünmek önemlidir; simgesel bir metnin... Ne var ki, bu geleceğin konusudur, geçmişin değil: Toplumun “mermere çekiçle kazınacak” ortak metni, Türkiye’de daha yazılmış bile değil. Hal böyleyken, destanları yeni milli ajandanın politik yapıştırıcısı gibi kullanmak, ideolojik bir aklıevvellik olmanın ötesine gitmez. Anonim bir metni kutsiyetle donatarak sunmak, neresinden bakılsa hamasettir. Zaten kalıcı bir metni, en “kalıcı” biçimlerle anıtsallaştırmak, neo-Osmanlıcılığın siyasal dayatmacılığının bir ifadesidir sadece: Kalıcı ve eski olanı, “sağlam materyalle sağlamlaştırmak”, kendine ve topluma güvensizliğin bir semptomundan başka nedir?

DÖNME DOLAP

Anıt, sadece yetişkin muhafazakarların göz (ve oy) zevkine hitap ettiği; çocukları göz ardı ettiği için sözlü kültürü yüceltmek amacından sapıyor ve masraflı bir kiç haline geliyor. Parkın geometrik merkezine hegemonik bir dikeylikle yerleştirilmesi, konu edindiği on iki destanın levhalarının sekizinin eril savaş sahnelerine ayrılması gibi iki temel nedenle, fallik bir obje haline geliyor. Böylece, iletmeyi hedeflediği bütün olumlu değerlerin önüne geçerek faşizan, buyurgan bir toplumsal mesaj panosu olup çıkıyor: Sözlü geleneğinizi nasıl algılayacağınızı biz belirleriz. Dahası, parka koşmak, yürümek, doğayı solumak, çocuklarıyla oynamak için gelen sıradan kentliyi yabancılığıyla afallatıyor.

seramik, ahşap, vb. kullanımıyla, insani etkiler elde edilebilirdi. Figürler devasa boyutlarda olmak yerine, insani boyutlarda tasarlanabilir; bunların zaman içinde sanatçılar veya çocuklar tarafından üretimi öngörülebilir; böylece sözel kültürün kentsel ve sanatsal açıdan yeniden üretimi de başarılabilirdi. Boyutları boyun eğdirmek ve itaate zorlamak için büyütmek yerine minyatürleştirmek, saygıyı ve sempatiyi arttıran bir yöntem olarak öne çıkabilirdi. Parkta, çocuklar ve eğitmenler için sözlü kültüre ve edebiyat etkinliklerine yönelik mimari strüktürler öngörülmesi, belki bunların da mimari yarışmalar yoluyla elde edilmesi, yepyeni, “yaşamcıl” nişler yaratabilirdi. Destanlar hakkında, bir yazarın deneme niteliğindeki kısa yazısının da mermer kitabelerde yer bulması, kalıcılıkla geçicilik, bellekle unutuş arasında doğru tasarımsal tercihler yapılamadığının en müzmin kanıtını oluşturuyor.


Kamusal Gökyüzü

NİSAN 2015 - XXI 16

GÜNCEL

SO? MİMARLIK VE FİKRİYAT'IN KURUCUSU SEVİNCE BAYRAK VE ORAL GÖKTAŞ İLE TÜRKİYE’DEKİ KAMUSAL PROJE SÜREÇLERİ ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ GERÇEKLEŞTİRDİK.

Güzin Öztok: Mimari üretim sürecinizde ayırt edici ve önemli bulduğunuz davranışlar ya da aldığınız kararlar var mı, neler mesela? Sevince Bayrak & Oral Göktaş: Mimari üretim sürecinin gözlem yapmak, düşünmek, eleştirmek, sorgulamak, bocalamak, kurmak, yıkmak gibi aslında herhangi bir üretim sürecinde karşılaşabileceğimiz eylemlerden oluştuğunu söyleyebiliriz. Bütün bu üretim süreçlerinde ne yaptığının gerçekten farkında olmak mühim bir meziyet, kendine ve yaptığın işe dışarıdan bakabilmeyi gerektiriyor. Bizi en çok zorlayan, ama becerdiğimiz zaman iyi hissettiğimiz tavırlardan biri bu. gö: Özellikle yarışmalar üzerinden çok sayıda kamusal proje çalıştınız. Bugünün kamusal proje üretim süreçlerini nasıl buluyorsunuz? Bu süreçlerde mimar ne kadar etkili? sb & og: Geçenlerde bu konu üzerine

konuşurken şunu fark ettik: Bizim lisanstan mezun olduğumuz 2005 yılından bugüne kadar geçen dönem, tam da İstanbul’un küresel ölçekte keşfedildiği, inşaat çılgınlığının kenti daha öncekilerden daha büyük ve kökten bir dönüşümle karşı karşıya bıraktığı bir evre. Bu esnada, biz projelerde sürekli kamusal alandan bahsederken kamusal alan tanımı da değişti aslında. Kamusal proje dediğimiz projeler, çoğunlukla kamu kuruluşlarına yaptığımız projelerdi. Bugün geldiğimiz noktada, kamu kuruluşlarının da çoğu zaman birer şirket gibi, kar odaklı çalışan yapılardan farkı kalmadığını görüyoruz. Belki de hep böylelerdi de biz ancak farkına varabildik. Kamu yararının ve kent hakkının hiç gözetilmediği projelerin arkasında kamu kuruluşlarının ya desteği var, ya da doğrudan katkısı. Kamu kuruluşu dediğimiz yapıların da temelde seçimle iş başına gelmiş kişilerden

mütevellit olduklarını düşününce kimin hakkını kime karşı koruduğunuzun belli olmadığı bir ortamdan söz etmeye başlıyoruz. Kamu dediğimiz tanımın elbette tek bir karşılığı yok öte yandan verimli bir çeşitlilikten de söz etmek mümkün değil, toplumda her alandaki kutuplaşma bu tanıma da sirayet ediyor. Yine de, her şeye rağmen kamusal alandan ümidi kesmemiz gibi bir şey söz konusu olamaz, kentlerin ve hepimizin yegane kurtuluşu orada gizli bizce. gö: Kamusal projeler üzerinde çalışmakla özel bir firmaya çalışmak arasında ne gibi farklar var, özellikle mimarın aldığı pozisyon açısından? sb & og: Özellikle İstanbul’da proje yapıyorsanız kentin bugün geldiği noktada, inşaat sektöründe iç içe geçmiş, acayip bir ilişkiler ağı var. İster kamuya proje yapın, ister özel sektöre, bu içinden çıkılamaz ağın bir

noktasına yakalanmamak pek mümkün değil. O noktada bıkıp usanmadan kent hakkını, daha iyi tasarlanmış, kamusal alandan herkesin eşit ve adil olarak yararlanabildiği şehirlerde yaşamayı savunmak gerekiyor. Biz kendi hikayelerimizde henüz bu didinmenin bir işe yarayıp yaramadığını görme noktasına gelmedik, merakla bekliyoruz sonuçları, ama aslında somut karşılıklar görmek çok da önemli değil. Bu konuların tartışılıyor olması, dile getiriliyor olmasının da uzun vadede kent kültürüne katkısı olacağını ümit ediyoruz. gö: 2013'te İstanbul Modern'in bahçesinde uygulanan Göğe Bakma Durağı ise yarı-kamusal bir alana özel bir iştirakle gerçekleştirildi. Yapım sürecinden söz edebilir misiniz? sb & og: Göğe Bakma Durağı’nda programın formatı gereği yükleniciliğini de biz yaptık projenin. İlk başta çok


GÜNCEL 17 XXI - NİSAN 2015

çekinmiştik işin o kısmından, fakat bir taraftan da Göğe Bakma Durağı zaten bir müteahhite verip sonucu bekleyebileceğimiz, alışılmış inşaat süreçlerini içeren bir iş değildi. Sürecin içindeki bilinmezlikler, su altı işleri, bürokratik sıkıntılar (alanın TDİ’ye ait olması, tam bizim proje sırasında Galataport ihalesinin yenilenmesi ve TDİ’nin bu sebepten alanla ilgili çekincelerinin olması vb.) yapım sürecini de en az projenin kendisi kadar belirsizleştirmişti. Öte yandan, bir mühendislik problemi olarak, her ne kadar kağıt üzerinde Boğaziçi Üniversitesi Kıyı Mühendisliği laboratuvarının ve danışmanımız Emre Otay’ın hesapları ile sorunsuz bir proje gibi görünse de, daha önce hiç denenmemiş bir sistem olması, denizin özellikle Marmara Denizi’nin hareketlerinin belirsizliği de proje sürecindeki soru işaretleriydi. Oral ve ben, müellifler olarak her şeye hakim gibi görünmeye çalışırken içten içe

herkes kadar meraklı ve heyecanlıydık sonuç ürünle ilgili olarak. gö: Turgut Uyar'ın bir şiirinden adını alıyor Göğe Bakma Durağı. Şiir mekanın belirlenmesinde nasıl etken oldu? sb & og: Göğe Bakma Durağı, şiirden ilham alıp projeyi tasarladığımız bir iş değildi. Tam tersi, o şiirin ve kavramın herkesin kafasında başka bir şey yaratabilme gücü bizim hoşumuza gitti. Açıkçası işe “bir Göğe Bakma Durağı tasarlayalım” diye başlasak kilitlenip kalırdık herhalde, o denli güçlü bir şiiri mekana dönüştürmeye kalkışmaya cesaret edemezdik. gö: Göğe bakma durağı işinizi anlatan metinde mimarlığın sınırlar üretmesi, kontrollü olması gibi şeylerden bahsediyorsunuz. Peki aksini düşünürsek mimarlıkta kontrolsüzlük mümkün mü veya nasıl mümkün olabilir?

sb & og: Mimarlıkta kontrolsüzlük mümkün mü bilmiyoruz; ama mimarlığın öznelerinin (mimar, işveren, kullanıcı, kentli vs.) bitmek bilmeyen kontrol etme arzusunun farkına varması mümkün olsa gerek. Sözünü ettiğin metinde bunu vurgulamak istiyoruz. Bir taraftan da tuhaf bir çelişki var: Bunca kontrol manyaklığının olduğu, hem kağıt üzerinde (imar planı vs.) katı kurallarla, hem de günlük hayatta görünmez sınırlarla kuşatılmış mekanlarla dolu, herkesin en ufak bir metrekareyi bile kendi zapturaptı altına almak için didindiği ama büyük resimde hala bir türlü kontrol edilemeyen ya da yeteri kadar kontrol edilemediği düşünülen bir şehirde yaşıyoruz. gö: Türkiye'de genç mimar olmak nasıl bir his? Bu özgürleştirici mi yoksa kısıtlayıcı bir pozisyon mu? sb & og: Neredeyse 10 senedir bu soruyu yanıtlıyoruz, herhalde bir 10

sene daha yanıtlayacağız. Çünkü genç mimar olmak hep nicelikle değerlendirilen bir tanım. Bizi bu payenin niteliksel kısmı daha çok heyecanlandırıyor. Yoksa “genç mimar” Hansel ve Gretel gibi, sektörün besleyip semirtip yemeye hazırlandığı bir tanım, bu durumdan şikayetçi olmayan gençler de olabilir elbette. Bizim için özgürleştirici olansa, “efendisi acemilik” olan bir gençlik tanımı. gö: Neler okuyup izliyorsunuz? sb: Ben doktora tezimi yeni bitirdim, uzun zamandır kent tarihi ve teorisi ve hep elimin altında olan edebiyat klasikleri dışında bir şey okuyamıyorum, bir de İlker Aksoy’un romanı Ölümden Beter Yaşamlar’ı okuyabildim. og: Son izlediğim film İnsanları Seyreden Güvercin idi. Okuduğum son kitaplar ise Puslu Kıtalar Atlası ve Kafamda Bir Tuhaflık.


Su Ruhu SANAT VE MEKANSALLIK ARASINDAKI ILIŞKIYI ARAŞTIRAN SANAT INISIYATIFI YOĞUNLUK’UN IKINCI SERGISI SU RUHU, SULTANAHMET NAKILBENT SARNICI'NDA 28 MART'TA AÇILDI. Vitra'nın desteğiyle Nakkaş Halıcılık'ın mekan sponsorluğunda düzenlenen sergi, sarnıcın asırlar boyu içinde barındırdığı suyu mekanda su zerrecikleri halinde yeniden oluşturarak içine girildikçe keşfedilen bir deneyim olarak sunuyor. Hipodrom'un güneyinde, Sultanahmet Camii'nin hemen arkasında yer alan Nakilbent Sarnıcı, Konstantinopolis su sisteminin bir parçası olarak 6. yüzyılda inşa edilmiş. Osmanlı döneminde güçlendirilen ve değişiklikler geçiren sarnıç, restorasyon sürecinin ardından 2005 yılında ziyarete açıldı. Sarnıcın önemli özelliği, insan için değil “su için” yapılmış bir yapı olması. Yüzyıllar boyu yapının içinde yalnızca büyük bir su kütlesi barınmış. Bugün ise suyun tamamen çekilmesi ile birlikte boşalan mekan, zemininde yürünebilir, hatta

sanat galerisi olarak kullanılabilir hale gelmiş durumda. “Su Ruhu” sergisi, mekanın 1500 yıl öncesine dayanan ilk varoluş sebebini, suyu, mekana geri çağırmayı amaçlıyor. Eskiden suyla dolu olan hacim bu defa su zerrecikleriyle dolduruluyor. Zerreciklerin oluşturduğu sis, suyun yarattığı doluluk etkisini mekanda yeniden oluşturuyor ve izleyiciyi içine girmeye davet ediyor. Sis ile birlikte tasarlanan ışık enstalasyonu, sarnıçtaki suyun içinde olmaya dair deneyimler üretirken yoğunluğun arttığı anlarda zaman ve mekan mefhumunun tümden kaybedilebileceği bir etki ortaya koyuyor. Suyun zerreciklerden oluşan "ruhu" ise tüm bu deneyimin temelini oluşturuyor. Sergi 28 Nisan 2015 tarihine kadar her gün 10:00-18:30 saatleri arası Nakilbent Sarnıcı'nda görülebilir.

NİSAN 2015 - XXI 18

GÜNCEL

Ersen Gürsel Mimarlığı SINAN ÖDÜLLÜ MIMARLAR PROGRAMI 2014 - 2016 DÖNEMINDE MIMAR SINAN BÜYÜK ÖDÜLÜ SAHIBI ERSEN GÜRSEL IÇIN DÜZENLENIYOR. Mimarlar Odası Genel Merkezi’nin “Mimar Sinan Büyük Ödülü” alan değerli mimarların üretimlerini derlemek ve mimarlık kamuoyuna sunmak amacıyla başlattığı Sinan Ödüllü Mimarlar Programı, mimarın etkinliğinin ve üretimlerinin değerlendirildiği bir panel, üretimlerinden oluşan bir sergi ve tümünü kapsayan bir kitabın yayımlanmasını içeriyor. Seçici Kurul, Gürsel’i şu sözlerle gündeme taşımıştı: “Meslek yaşamı boyunca mimarlığı bir kültürel üretim alanı olarak algılayışı, doğaya ve yapılı çevreye olan saygılı duruşu, meslek örgütlenmesindeki özverili çabaları, eğitim alanına verdiği katkılar, gelecek nesillere örnek teşkil eden meslek etiği

tutumu, tekil yapıdan kent ölçeğine uzanan ve geniş bir yelpazede çeşitlenen duyarlı çözümleri, bitmez tükenmez enerjisi, mütevazı kişiliği yanında kararlı ve tutarlı tavrı nedeniyle Ersen Gürsel’e Mimar Sinan Büyük Ödülü verilmiştir.” Ersen Gürsel Mimarlığı paneli 18 Nisan 2015 cumartesi günü, Mimarlar Odası İstanbul BK Şubesi’nde düzenleniyor. Gürsel’in çalışmaları üzerine hazırlanmakta olan sergiyse Ekim ayında İstanbul’da yine aynı mekanda izleyicisi ile buluşacak. Sergi daha sonra Türkiye kentlerinde belirlenen program dahilinde açılacak. Detaylı bilgiye www.mo.org.tr adresinden ulaşabilirsiniz.



Bir Telif Hakları Davasının Öyküsü

NİSAN 2015 - XXI 20

GÜNCEL

İSTANBUL BAHÇEŞEHIR VE İZMIR MAVIŞEHIR KONUTLARI IÇIN 20 YIL SÜREN VE NIHAYETINDE GEÇTIĞIMIZ GÜNLERDE MÜELLIFININ LEHINDE SONUÇLANAN TELIF HAKLARI DAVASININ ÖYKÜSÜNÜ MIMARI AYTAÇ MANÇO ANLATTI.

Aytaç Manço Bahçeşehir Ortak Girişimi, Emlak Pazarlama A.Ş., Süzer A.Ş., MESA İnşaat A.Ş. ve Nurol İnşaat A.Ş. adlı ortaklardan oluşan bir grupça, ülkemizde ilk kez mimarlık endişesini gözeterek oluşturulmaya çalışılan ve orta üst sınıf alıcılar için pazarlanmak istenilen bir toplu konut projesi olarak yola çıktı. Bu amaçla Birinci Kısım, Birinci Etap için 1991 yılında 12 mimarlık bürosundan öneri istendi, ardından seçilen dört mimarlık bürosu arasında üç ayrı tip yapı için ön tasarım yarışması yapıldı. Bu yapılar 6-8 katlı A blok, 10-12 katlı E Blok ve 22-24 katlı D Blok olarak adlandırıldı. Yarışma sonucunda her üç projeyi de Y. Mimar Aytaç Manço-DİMTAŞ olarak kazandık. Şantiye ve proje yönetiminin Emlak Pazarlama A.Ş.’de olduğu, uygulama ve detay hazırlığı dönemi çok sıkıntılı geçti. Müellifi bezdirecek her türlü uygulamalar, örneğin “hizmet ücretini aşacak, haksız ve yasal olmayan

gecikme cezaları tehditleri”, hatta “telif hakkının proje müdürüne çok iyi bir bedelle devredilmesi” gibi yakışıksız öneriler büyük bir cüretle biz müelliflere iletildi. Eserlerinin uygulanmasından başka bir amacı bulunmayan ben ve birlikte çalıştığım genç ekip her türlü baskıya göğüs gererek tasarımlarının gerçekleşmesini sağladık ve hiçbir hak talebi davası açmadık. Bir süre sonra, 1993 yılında Esenyurt Belediyesi İmar Müdürlüğü’nden bir kadın meslektaş, adımıza yeni projelerin geldiğini ve imzalanması gerektiğini haber verdi. Bunun üzerine önce yönetime gidip ne olduğuna dair bilgi istedik. "Üçüncü etapta da yapılacak D Blok'ları acele şantiyede hazırlayıp, iskan için belediyeye sunduk" açıklaması yapıldı. "Peki benim niye haberim yok?" diye sorunca da "Zaman kazanalım diye" yanıtını aldık. Yapıların olduğu bölgeye gittiğimizde, alttan altı katın kesilerek

yapının boyunun kısaltıldığını gördük. Bu konuyu sorduğumuz yönetim, Esenyurt Belediye Başkanı’nın kendi yapılarının siluetini bozmaması için boylarının kısaltılması koşulunu ileri sürdüğünü, buna istemeden razı olduklarını ve projeleri de MESA şantiye bürosunun hazırladığını söyledi. Bu arada Bahçeşehir İkinci Kısım, Birinci Etap için yeni bir yarışma açılmış ve önerdiğimiz daha değişik yapıların uygulanacağı sözü verilerek belediyeye verilmiş projeleri imzalamamız istenmişti. Düşük bir ücret karşılığında imzaladığımız belediye uygulama projelerine ek olarak MESA ve Nurol ile bir sözleşme yapıp bu olayın bir daha olmaması ve üçüncü şahıslara projelerimizin kullandırılamayacağını kayıt altına aldık. Bir süre İkinci Kısım için sunduğumuz tasarımlarımızla ilgili haber bekledik. Sonunda Mimarlar Odası asgari ücret tarifesinden her türlü kısıntı yapılarak verdiğimiz teklif yüksek bulundu ve olmayacak bir indirim önerildi. Bunu kabul etmemiz

olanaksızdı, işi vermediler. Bu kadar haksızlığa ve yapılan istismara üzülerek şantiyeyi terk ederken MESA şirketinde çalışan bir teknik personel "Aytaç bey, bu adamlar sizi uyutuyorlar, İzmir Mavişehir'de de sizin yapılarınızı yapıyorlar" dedi. Doğrusu inanmadım veya inanmak istemedim. Aradan aylar geçti, yaz geldi ve Silivri’deki yazlığımıza giderken İkinci Kısım’da yükselen yedi adet yeni kaba inşaat durumundaki yapı gözümüze çarptı. Şaşılacak kadar D blok tasarımımızı andırıyordu uzaktan. İncelemek için bir süre bekleyince bu yapılar bitme durumuna geldiler. İlgili belediyedeki dayanışmacı meslektaşlarım bu yapıların uygulama proje paftalarının kopyasını almamızda yardımcı oldular. Önce büromuzda yardımcı mimar arkadaşlarımla inceledik, sonra akademisyen ve serbest meslek sahibi meslektaşlarımıza göstererek yanılıp yanılmadığımızı sorduk. Herkes bunların kopya olduğuna hemfikir oldu.


GÜNCEL 21 XXI - NİSAN 2015

Artık bir avukat bulma zamanı gelmişti. Biriktirilen gazete makale ve haber kupürleri içinde fikri hukuk doktoru bir avukatın mimarlık eserlerinin telif haklarını korumak gibi bir misyona hazır olduğunu okumuş ve kesip saklamıştım. Daha önce İstanbul Teknik Üniversitesi’nden İnşaat Yüksek Mühendisi unvanı aldığı, inşaat ve mimarlık projeleri ve bizzat inşaat işleri yaptığı yazıyordu. Adı Gürsel Üstün idi. Kendisini davet ettik, geldi ve bir hafta iki projeyi de inceleyerek bir kanı oluşturacağını ve sonrasında davayı alıp alamayacağını belirteceğini söyledi. Bir hafta sonra gelip davanın kendisini heyecanlandırdığını ve yürütmeyi istediğini açıkladı. 1994 yılında ilk olarak "tespit davası" açıldı. Üç kez bilirkişi değişti, olumlu sonuç almak iki yıl sürdü. Ardından "ceza ve tazminat davası" Emlak Pazarlama, MESA ve Nurol şirketlerine açıldı. Davalılar avukatları aracılığıyla beni kendimi önemli göstermeye çalışan basit bir mimar, avukat Gürsel Üstün’ü de

mühendislik mesleğinde başarılı olamamış bir müflis, şimdi de avukatlıkta dikiş tutturmaya çalışan bir kişi olarak betimleyen küçük düşürücü suçlamalarda bulundular. MESA şirketinin bu tür yakıştırmalarda bulunmasına nazikçe karşı çıkarak aslen kendilerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi onarımında yaptıkları yolsuzluklardan ötürü suçlu bulunup cezalandırıldıkları ve sabıkalı olduklarını anımsatınca davalılar, davacı ve vekiline 20.000'er TL’lik hakaret ve tazminat davası açtılar ve doğal olarak gerçekler onlara bu davayı kaybettirdi. Bu arada dava birbiri ardına başvurulan bilirkişilerce sürüyordu. Büyük usta Mimar Behruz Çinici ve çok değerli mimar Doğan Tekeli "Telif Eser ve Bahçeşehir Binaları" hakkında mahkemeye ayrı ayrı görüş yazıları yazarak bizi onurlandırdılar. Davacıların karşı çıkmalarına karşın yargıçlar “Ülkemizin en değerli mimarlarının görüşleri yol gösterici olacaktır” diyerek bu yazıları dava dosyasına koydular. Dava bilirkişilerin

birbirleriyle tam çelişmeyen ama daima eksik bir yanı olan raporlarıyla sürerken MESA'nın İzmir Mavişehir'de yine D blok kopyası 10 adet yapı daha diktiğinin ayırdına vardık ve İzmir ilgili mahkemelerinde 1996 yılında yine önce "tespit" ve sonra da "ceza ve tazminat davaları"nı açtık. İstanbul ve İzmir’deki iki dava da birbirini izlemeye başladı. İzmir Mavişehir kopya binalar davası, bilirkişilerin birbirlerinden farksız görüşleri nedeniyle daha çabuk lehimize sonuçlandı. Ancak önce Yargıtay onayı, karara itiraz, Yargıtay Üst Kurulu derken olumlu sonuç ancak 2014 yılında geldi. Projemizin hizmet bedelini de "%300" ceza ve 1996’dan bu yana biriken faizi ile MESA'dan aldık. Sıra İzmir Mavişehir davasının sonucunu bekleyen ve ilk dava olan Bahçeşehir’e gelmişti. Artık son bilirkişiler adeta bir doktora tezi niteliğindeki bilimsel raporları ile davayı tamamlamışlar; ancak yargıçlar bir çelişki oluşmasın diyerek İzmir davasının kesin sonucunu beklemişlerdi. Yine aynı Yargıtay uygulamaları sürdü.

Bu kez de dosyaları sümen altından çıkartmak üç yıl aldı. Bu kez de hizmet bedelimizi "%300" ceza ve 1994 yılından 2015 yılına kadar olan reeskont faizi ile aldık. Bu arada tasarım ve dava konumuz olan yapılarımızın özelliğini vurgulamamız gerekiyor. Bahçeşehir ve Mavişehir’de yapılan inşaat uygulamaları "tünel kalıp" tekniğiyledir. Bu yapı teknolojisi MESA kurucuları tarafından yurtdışından getirilmiş, Bayındırlık Bakanlığı’nın inşaat ihale koşulları arasına da sokulmuştur. Bir zaman tek başına inşaat projesi ile tünel kalıpların tekeli olan bu şirket toplu konut uygulamalarında ülkenin her yerinde bir örnek ve çirkin yapılaşmanın nedeni olmuştur. Dikine ve enine kibrit kutuları nefes alınmayacak aralıklarla dikilmiş, kentsel dokular rant uğruna harcanmıştır. 24 saate bir kat yükselebilen bu yapı teknolojisinin yararlı olduğu alanlar da vardır elbette.


giriş sayfasında ve önceki sayfada Bahçeşehir Konutları

NİSAN 2015 - XXI 22

GÜNCEL

bu sayfada sağda ve altta: Mavişehir Konutları en sağda ve altta sağda: Bahçeşehir Konutları ikinci kısım blokları

En çok 30-40 yıl ömür biçilen bu pahalı yapılaşmada, örneğin: savaş ya da doğal yıkımlar nedeniyle hızlı iskan gereksinimlerinde, yapı için iklim koşullarının uygun olduğu dönemin kısa olduğu coğrafyalarda, yüksek enflasyonun yapı yatırımlarının çabuk tamamlanmasını gerektirdiğinde, işçi ücretlerinin çok yüksek olduğu veya kol emeğinin yeterli olmadığı ülkelerde bu yapı yöntemi olumlu bulunmaktadır. Ancak estetikten yoksunluğu, biteviyeliği, kent ile organik bağ kuramaması, mahalle ve komşuluk ilişkilerini oluşturamaması gibi pek çok nedenle bu yapım türünün kısa sürede ortadan kaldırılması gerekmektedir. Ülkemizin ise böyle bir lüksü yoktur. Hele "orta üst sınıfa" sunulacak yapılar farklı olmalıdır. İşte bu kriterler göz önüne alınarak tasarıma başlandı. Dört yanı perde olan yapıların cepheleri prekast oluyor ve vinçle kaldırılıp takılıyordu. Bu kolaylık ise dikdörtgen prizma yapıları

gerektiriyordu ve bunun aksine bir yorum o güne kadar hiçbir yerde yapılmamıştı. Gereği de yoktu zaten. En kısa sürede yıkılacak, geçici yapılarda estetik endişe aramanın yeri yoktu. Kar amacı ile kurulmuş ülkemiz inşaat şirketlerinin bu tür endişeleri de yoktu, ne yaparlarsa sattıkları bu furyada maliyeti nasıl olsa alıcı ödüyordu. Ancak rekabet kızışınca farklı olmak öne çıktı. İşte bu aşamada bizim tasarımımız çok beğenildi. Çok farklı yaşam programlarına göre tasarlanmış, dört yatak odalıdan tek yatak odalıya gelişen planlar aynı orta üst sınıf insanların birbirlerini yadırgamayacakları komşuluk olanaklarını da getiriyordu. Tüm yüksek yapılarda yatay değil de, klostrofobiyi kaldıran yere kadar dikey pencereli, ağacı ve toprağı gören ve mekanların derinlemesine ışık aldığı, içinde rahatça yemek yenilebilen ve oturulabilen balkonlu, balkon ile salonun camlı kapılarla periskopik birleştiği, koridorun boydan boya sürme kapaklı dolapla bir

giyinme odası işlevi gördüğü, büyük yatak odalı planlar, özellikle D Blok'umuzun çarpıcı cephe estetiği, binalara üstü kapalı bir portikle giriş ve çatı terasındaki çocuk oyun bahçesi, WC’ler, bebek mutfağı gibi eklentiler, adı Bahçeşehir olan ama salt yapı ve beton yollardan oluşan bir lüks uydu kentte bebeğini buralara indirmeden aynı yapı bünyesinde güneşlendirmek olanaklarını da sunuyordu.

imza atmaları, bunu ilgili Mimarlar Odası’na onaylatabilmeleri, yine ilgili belediyeden adlarına yapı izni ve kullanma izni alabilmeleri nasıl mümkün olabilmektedir? Yönetmeliklere göre maliyede defter onayı olmayan, Mimarlar Odası’ndan büro tescil belgesi almayan mimarlar, bu belgeler olmadan belediyelerde nasıl kayıt olabilip, proje onaylatıp geçirebilmektedirler?

Biz mimarlar, inşaatçıların, yüklenicilerin tasarladığımız yapıları beğenen ve isteyen potansiyel müşterilerine aynı ya da benzer binalarımızı yapmalarına karşı değiliz. Ancak çalmak, mimarları istismar etmek niye? Onların ticari başarı ve kazançlarını mimarlar sağlamıyor mu? Mimarlık projesinin metrekare maliyete katkısı nedir? Kazanca katkısı nedir? İnşaat şirketlerinin teknik bürolarında gerekli uygulama çalışmalarını yapan, ücretle çalışan mimar meslektaşlarımızın, çalıştıkları şirket için müellif olarak

Sonuç olarak 20 yıl süren bu yıpratıcı süreç her ne kadar bazı akademisyen meslektaşlarımızın pek anlaşılamaz yorumları ile uzamışsa da, yine şerefli ve saygın meslektaşlarımızın çok büyük emek verdikleri tartışılmaz raporları ile olumlu sonuçlanmıştır. Dileğimiz, fikri hukuk alanında tez hazırlayacak hukukçu arkadaşlarımızın bu davaların artık aleniyete uğramış dosyalarını inceleyerek “bilirkişilik nasıl olmalı?”, “kasıtlı bilirkişilik nedir?”, “bir dava nasıl uzatılır?” gibi konularda bilgilenmeleridir.



Mimarlık Neyle Yaşar? Fransa’nın Cannes kentinde düzenlenen ve 93 ülkeden 500 yatırımcının ve 20.000’den fazla ziyaretçinin katıldığı dünyanın en büyük gayrimenkul fuarı MIPIM’in açılışında gerçekleştirilen basın toplantısında konuşan İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı İbrahim Çağlar "Nasıl ki Nuri Bilge Ceylan, Cannes Film Festivali’nin en görkemli filmlerini yapıyorsa biz de MIPIM Fuarı'nın en görkemli katılımcısıyız. Bundan sonra Cannes bizden sorulur." demiş. Yer aldıkları mekandan dolayı sinema ile gayrimenkul sektörü arasında benzerlik kuran bu sözleri yadırgayanlar olabilir. Oysa mimarlığın ve sinemanın benzer piyasa koşulları içinde üretildiğine işaret ettiği için "çatlaktan sızan bir ışık" gibi de görebiliriz, Çağlar’ın bu sözlerini. Eğer arkasındaki tınıyı kayda almazsak. Nitekim gayrimenkul fuarında sektöre hizmet veren mimarlara ödüller dağıtılması, benzerliğin şekilde kalmadığını gösteriyor. Bu yönde biraz daha kendimizi zorlarsak bu sözleri, (eğer varsa) kafamızdaki kompartımanlaşmayı sorgulamak için bir fırsat olarak da görebiliriz.

SORU İŞARETİ

Nasıl bir kitap fuarında yazarların, düşünce insanlarının yer almasını garipsemiyorsak, MIPIM’de mimarların, şehir plancılarının yer almasına da bir itirazımızın olmaması gerekir. Yazarlar, mimarlar, şairler, düşünce insanları kendi işlerini yaparlar. Onların yetenekleri, düşünce ufukları, yaratıcılıkları bir birikimdir, bir tür sermayedir. Çok zorlu bir rekabet ortamındaki çok uzun süreli uğraşlara, deneyimlere dayanır. Aralarında sistemin işleyişi açısından kategorik bir ayrım yoktur.

NİSAN 2015 - XXI 24

Bu işe kendi deneyimleri, birikimleri, harekete geçirdikleri parasal sermaye ağları ile katılan piyasa aktörleri de tıpkı sinemada, mimarlıkta, yayıncılıkta olduğu gibi bu kültürel, sanatsal ürünlerin pazarlanmasına aracılık ederler. “Kapitalizm (bunca eşitsizliğe, yıkıma, şiddete, savaşa rağmen) neyle yaşar” diye sorulursa, “bu iki farklı sermaye türünün temelde birbirinden bağımsız olması sayesinde” diye cevap alınabilir. Kapitalizmi bunca yıldır ayakta tutan bu iki sermaye türünün birbirinden bağımsız işleyişi olmuştur.

KORHAN GÜMÜŞ

Çünkü fikir üretiminin bağımsız olmadığı bir durumda iktidar, kamusal niteliğini kaybeder, otoriterleşir. Bu örtüşmenin sanattaki karşılığı sansürdür. Bu iki sermaye türü birbiriyle örtüştüğü anda ortaya savaş, faşizm, diktatörlük gibi korkunç yıkımlar çıkar. Belki de bu nedenle Çağlar’ın sözlerinde rahatsız edici olan Türkiye’de mimarlık alanında bu iki sermaye türünün örtüşmesidir. Mimarlık, tasarım gibi faaliyetler bu alanda piyasa ve iktidar koalisyonunun yarattığı yıkımı örtmek için kullanılıyor. Kentsel dönüşüm projelerinde gördüğümüz gibi piyasacı mimarlar, iktidar odakları ile birlikte hareket ediyorlar. Restorasyon alanında birçoğunun yaptığı ise şehirdeki piyasacı dönüşümü kolaylaştırmak. Hatta üniversite, koruma kurulu gibi

kamu alanlarındaki pozisyonlarını, hatta kendi ünlerini bile kolay yoldan çıkar sermayesine dönüştürmek için kullananlar var. Dahası mesleki alandaki bir rekabet yerine ahlaksız ilişkideki becerilerini yarıştırmayı marifet sayanlara bile rastlanıyor. Eğer yazarların hangi konuları işleyeceğine, sinema eserlerinin senaryolarına, medyada ne yayınlanacağına, ne konuşulacağına iktidar ve sermaye karar verseydi, daha da önemlisi bu işleyişi onlar, yazarlar, sanatçılar da peşin peşin kabul etseydi, halkın beynini yıkamak için birbirleriyle yarışsaydı, ancak bu kadar olurdu. Ekonomi sermayesi düz bir mantıkla çalışır: daha fazla kar etmek. Siyaset sermayesi kapitalizmin yarattığı sınıfsal asimetriyi karşıtlıklarla dengelemeye, düzenlemeye çalışır. Sermayesizlere de aynı işleyişle fırsatlar tanır. Kültür sermayesi ise bağımsızlığı ile bu işleyiş üzerinde çalışır. Dolayısıyla mimarların ekonomi sermayesini değil, siyaset sermayesini işleyiş üzerinden etkileme imkanı bulunur. Bu işlevi reddetmek, kültür sermayesine değil, ekonomi sermayesine dahil olmayı tercih etmektir. Mimarın giderek parasal sermaye sahibi “iş insanı” kimliği kazandığı görülüyor. Eleştirilere getirilen cevap ise şu: “Mimarlığı bırakıp, siyasetle mi uğraşmamı bekliyorsunuz? Hayır, ben mesleğimi yapmayı tercih ediyorum.” Oysa mimarlık gibi edinilmiş kimlikler siyaseti profesyonel işleyiş üzerinden etkileme patikası sunar. Mimar edilgen bir durumda olduğunu söyleyerek "Bu işleyişi kendi lehime bir fırsata nasıl çevirebilirim?" demektedir, "Bu işleyişi başkaları için bir fırsata nasıl dönüştürebilirim?" demek yerine. Bu tercihi, yani işleyişi kendi lehine bir fırsata dönüştürme gayreti, sorumluluğunu gizlemeyi amaçlar. "Bu kararı ben vermiyorum, yatırımcı veriyor. Benim elimden bir şey gelmez." Oysa tahakkümün sınırsızlaşması, ancak farklı sermayelerin birleşmesi ile mümkündür. Bu yalnızca insani olanı değil, her şeyi yok etmeyi, canlıları, cansızları sömürmeyi amaçlayan bir tahakküm sistemidir, açık bir savaş ilanıdır. Mimarlık alanında karşılaştığımız sorun yalnızca yeşil alanların betonlaştırılması, haksız kazançlar elde edilmesi, çevresel yıkım değildir. Geri dönülemeyecek şekilde, tıpkı bir savaş gibi düşünceyi imha etmeyi amaçlayan şiddettir. Merkezi yönetimin İstanbul’daki en değerli alanları imara açıp iktidarını sermayesizleri, medyayı, düşünce üretimini kontrol altına alacak bir patronaj sistemine dönüştürmek için kullandığını, bu amaçla kendisine kaynak yaratmak için projeler geliştirdiğini ve uluslararası sermayeye açtığını fark ediyorsak bunun tek sorumlusu siyasal tercihleri değildir. Aynı zamanda farklı iktidar biçimlerini aynı anda kullanma biçimidir. Modern dünyadaki siyaset, sanat, hukuk ile ilgili entelektüel tartışmalar, bu alanda üretim yapan sembolik sermaye sahiplerinin kendileri için değil, onların dışında kalan topluluklar, sermayesizler içindir. Bu süreçte sermayesiz kalan toplulukların sahip oldukları, onların kaybettiklerinden fazladır. Bu nedenle bu sorunu en iyi anlayacak olanlar yoksullardır. Savaş onlar için daima yıkımla eşanlamlı olmuştur. Üstelik barışçıl ve demokratik gibi gözüken


SORU İŞARETİ

Öyleyse neden siyaset bu sonucu (yoksulluğu) engelleyemiyor? Çünkü çoğu zaman entelektüel sermaye onlara “mutlak yoksulluğu” sunuyormuş gibi yapıyor. “Mimarlık, entelektüel faaliyetler yalnızca zenginler içindir” diyerek. Sermayesizlerin eğitim için dirsek çürütecek zamanları, hocalara eğitim için ödeyecekleri paraları yoktur. Entelektüellerin, sembolik sermaye sahiplerinin onları aşağılayan bu pozisyondan çıkmaları gerekir. Dolayısıyla çoğu zaman siyasal konularda sergilenen itirazlar bir göz boyamadır. Siyasetçiler bunları tartışmaya başladığında zaten olan olmuştur. Sorunun basitçe çıkara ve niyete (rant peşinde olmak) indirgenmesi, asıl eyleyenin parasal sermaye ya da iktidar olduğu algısını inşa etmek içindir. Çıkar mücadelesi, sınıf mücadelesini gizleyen en kalın örtüdür. Nasıl piyasacı mimarlık, mekanı kalıcı bir gösterilen olarak fiziksel bir varoluşa dönüştürürse, “gayrimenkul” kavramı da bir “üst-dil” olarak (ekonomi) mekan üretimini metaya dönüştürür. Bu nedenle rutin olarak neo-liberal iktidarın yaptığı iş, halk adına bu sembolik şiddetin onaylanması değil, mutenalaştırıcı bir süreçle sermayesizlerin iktidar alanına sızma çabası olarak da okunabilir. Çünkü bu alanda kültür sermayesinde olduğu kadar aşılması zor sınırlar yoktur. Siyasal bagaj arka planda iş görürken yani kimlerin zengin olacağına karar verirken, temsil “mekan” ve “ekonomi” olarak hayatın yerini alır ve iktidar odaklarının hizmetine sunulur. Segmentleşme, yarattığı asimetrik yeniden üretim süreçleri ile sermayesizleri kendisine tabi kılan içsel bir onay mekanizmasıdır. İktidar organında yer alan temsil edenlerin görüntüsü bu sızmanın gerçekleştiğini ispatlayan “hiperrealite”, gerçekten koparılarak saf temsil halini alan bir niteliktir. Bu eşitsiz ilişki biçiminin temsil edilenlere vekaleti irdeleme imkanı sağlamadığı ortadadır: Temsil edilenin hiçleşmesidir. (İktidar tarafından sıklıkla hatırlatılan şudur: Ben

olmasam, siz de olmazdınız.) Temsil eden olmadıkça, temsil edilen de yoktur. Marquis de Sade’ın söylediği gibi “Tahakküm altındakiler her zaman iyi olmak zorundadırlar.” İtaatkar ve yumuşak olmaları gerekir ki, bu zor durumdan sıyrılmanın yolunu bulsunlar. Bu yüzden onların yıkımına yol açan savaşlar daima olması gerektiği yerde, gerçekleştiği sınırlarda değil, hayali sınırlarda geçer. İktidarlar bu nedenle bu hayali sınırları inşa etmenin yolunu ararlar. Bunun bir yolu taraftarları ekonomik alanda bağımlı hale getirmektir. Böylece en alttakiler hem daha fazla itaatkar hale gelirler, hem de dünyayı iktidarın gözünden görürler. Sembolik şiddet, ancak temsil ettiklerinin onayı ile gerçekleşebilecek bir olgudur. Bu yüzden şiddetsiz bir siyasetin ve mimarlığın rolü temsil ettiğinin özgürlüğünü geri vermek olmalı!

bu sayfada Cannes'da düzenlenen MIPIM Fuarı'ndaki İstanbul Çadırı'ndan görüntüler

25 XXI - NİSAN 2015

ilişkiler içinde. Bu pozisyondan çıkıldığında, arada zeka farkı varmış gibi gösteren bütün aptallaştırıcı önyargılılara karşı onları en iyi anlayacak olanlar sermayesizlerdir. Ama sembolik sermaye sahiplerinin kendilerini onlar gibi temsil etmemeleri koşuluyla!


Algılamayı Kolaylaştıran TOFAŞ TÜRK OTOMOBİL FABRİKASININ AÇMIŞ OLDUĞU DAVETLİ YARIŞMADA BİRİNCİLİĞİ ELDE EDEN UYSALKAN ARCHITECTS TASARIMI PROJENİN, ÇEVRESİNDE KOLAYLIKLA ALGILANABİLİR, ÇOK İŞLEVLİ İKONİK BİR YAPI OLMASINA ÖNEM VERİLMİŞ. Rasim Uysalkan Tofaş Türk otomobil fabrikasının açmış olduğu davetli bir yarışmaya çağırılmamız sonucu spor salonu önerimizi gerçekleştirdik. Bursa’nın Osmangazi ilçesinde yaklaşık 55 dönüm arazi üzerine kurulu olan otomobil fabrikası sosyal tesislerine ek olarak yapılması düşünülen salonun Tofaş basketbol kulübüne hizmet etmesi isteniyordu. Salonu, basketbol eğitimi, antrenmanlar ve rutin lig maçlarının yanı sıra yıllık yapılan Tofaş kongresi için de hizmet vermeye uygun olarak tasarladık.

Yapı alanına, fabrika tesisinin güneyi boyunca uzanan ve üzerinde çeşitli sosyal donatılar bulunduran bir araç yolu ile ulaşılıyor. Salon binası, bu aksın başından sonuna kadar güçlü bir

algı ve ikonik bir aks bitişi yaratmak adına girişte saçaklaşan monolitik bir kabuk ile örtülü. Bu saçakla, aynı zamanda salonun giriş meydanını da tanımladık. Bu bölgede yaratılacak alt ve üst meydanı bağlayan geniş bir rampa tasarladık. Kullanıcının giriş holünde salon işlevlerini kolay ve hızlı tanımasını hedefledik. Fuaye ve yardımcı birimlerin spor sahaları ile kesintisiz bir iletişim içerisinde olmasını istedik. Bu amaçla yardımcı birimlerin sahaya hakim bir balkona açılmasını öngördük. Yapıyı, bir tarafta giriş holünden iki metre aşağıya indirilmiş basketbol sahası, diğer tarafta ise destek işlevlerin yer aldığı ve balkonlarının sahaya hakim olduğu üç katlı bir kütle olmak üzere iki parçaya böldük. Her iki bölümü de

örten çatı kabuğunu, salona gün ışığı sağlayan pencere yırtıkları ile yer seviyesinden kopardık. Salonda basketbol sahasının yanı sıra sporcu ve hakem soyunma odaları, yönetici odaları ve sporcu tedavi merkezi de yer alıyor. Spor sahasını, maçlar olmadığı zaman üç ayrı sahaya dönüştürülebilmesi amacı ile katlanabilir tribünlerle donattık. Bina kütlesinin geniş açıklıklar, prefabrik betonarme kirişlerle geçilmesini tercih ettik, yardımcı binalar içinse konvansiyonel 8x8 metrelik betonarme sistem kullandık. Toplam inşaat alanı yaklaşık 5000 m2 olan yapı, 56x60 metrelik bir taban alanına sahip.

NİSAN 2015 - XXI 26

GÜNCEL

Hızlı ve yoğun araç trafiğinin hüküm sürdüğü endüstri bölgesinde yer alan proje sahası, yola olan mesafesi de göz önüne alındığında ikonik bir

yapının algılanmasını zorlaştırıcı bir çevrede. Bu bağlam içerisinde algıyı güçlendirmek için binanın net ve adaleli, çevre binalara yabancı ama uyumlu bir plastik etki oluşturmasını hedefledik. Özellikle önemli maçların oynanacağı gece saatlerinde, yatayda 60 metre boyunca uzanan bir ışık sızıntısı ve bunun üzerinde uzanan güçlü kütleyle şiirsel bir etki yaratmayı amaçladık. Çevrenin karakteristik fabrika binaları dokusunu, yaratılan monolitik ve yabancı nesne için bir fon olarak değerlendirdik.

plan



NİSAN 2015 - XXI 28

FOTO-ALTI

Bekleyiş

Sirkeci’de bir köşe bina. Üzerine çakılı iki levha: Walter Griscti, mimar; U. Ferrari mühendis girişimci. Eski kentin ortasına çakılı bir İtalyan estetiği. Art Nouveau’nun karşı konulmaz davetkarlığı. Sövelerin altına yerleşik taştan çiçekler açmak için Tarihi Yarımada’nın eski görkemli günlerini alesta beklemekte. fotoğraf: Cemal Emden yazı: Hülya Ertaş



Mimar Sinan'a Yakından Bakmak TAMIRHANE MIMARLIK’IN SERGI TASARIMINI VE KÜRATORYAL ÇALIŞMASINI GERÇEKLEŞTIRDIĞI MIMAR SINAN VE YARATICI DEHANIN ŞAHESERLERI SERGISI, MIMAR SINAN’I KAPSAMLI BIR ŞEKILDE INCELIYOR. SERGI, MSGSÜ TOPHANE-I AMIRE KÜLTÜR VE SANAT MERKEZI’NDE 9 NISAN - 31 MAYIS TARIHLERI ARASINDA GÖRÜLEBILIR. Senem Akçay Mimari sergi dilini oluştururken günümüzün mimari dilini ve tekniklerini kullandık. Anlattığımız çağın mimari diline öykünmek ve onu taklit etmek yerine yaptığımız serginin bugüne ait olduğunun altını çizmek önemliydi. Mekanın kendisinin de (Tophane-i Amire) bir sergileme nesnesi olması önemli. Yapının kendi atmosferini zedelemeden ama onu taklit etmeye de çalışmadan sakin, modern bir mimari dil kurmaya çalıştık.

NİSAN 2015 - XXI 30

GÜNCEL

Mimari Sergi dilimizin yalın olmasını, sergi materyalini ve anlatısını öne çıkarmasını amaçladık. Mimari sergi elemanlarının tasarımından font seçimi ve grafik tasarıma kadar amacımız yalın bir sunum ortaya çıkarmaktı.

Sergi materyaline baktığımızda tüm anlatı yer yer birbirinin içine geçiyor olsa da bunu iki farklı ana başlık içerisinde kategorize edebileceğimizi düşündük. Biri Mimar Sinan ile ilgili yapısal bilgi envanteri ve uzun uzun incelenecek akademik dokümanlardı. Bunlar yapı arşivi, yapı tipolojisi, yapı detayları, yazılı belgeler ve basılı teknik dokümanları içeriyor. Bu arşivi, etrafında oturma birimleri de yer alan otuz metre uzunluğunda bir masa üzerine yerleştirmeye karar verdik. Böylece belgeler üzerinde detaylı inceleme yapmak ve bilgi edinmek isteyen ziyaretçilere yönelik bir “Yakın Mercekte Sinan” başlıklı bir sergi - mekan oluşturduk. İkinci başlık olan Sinan mimarisinin şekillendiği çağa ait hikaye,

kişi ve adap kodlarının anlatıldığı bölümlerse kendi içinde sekiz bölüme ayrılan sergi adacıkları olarak tasarlandı. Günümüzün çoklu - teknolojik sergileme tekniklerini pek çok yerde kullandık. Animasyon video vb. yöntemlerle de anlatıyoruz. Özellikle etkileşimli teknolojiye ziyaretçinin sergide katılımcı bir rol almasını sağladığı için yer vermek istedik. Tüm bu teknolojiyi yazılı ve basılı dokümanlarla birlikte bir denge içerisinde kullanmaya çalıştık. Mimar Sinan’ı bulunduğu dönemden koparmadan, çağın özellikleri, karakterleri ve hikayeleriyle birlikte anlatmayı amaçladık. Sinan’ın sadece yapı tipolojileri, detayları, kubbe çapı gibi

salt mimari kavramlar ile anlatılması, sunumu da alımı da kısıtlayan bir yaklaşım. Mimar Sinan’ın bu sistemin içerisinde nasıl yer aldığı ve kişisel becerileri ile çağın mimarisini nasıl şekillendirdiği dönemin karakterleri ve kodları ile birlikte ön plana çıkıyor. mimari proje ve sergi kurgusu: Tamirhane Mimarlık tasarım ekibi: Senem Akçay, Doğa Gülhan, Oğul Öztunç, Pınar Azizoğlu, Ceren Sözer küratör: Didem Gürzap seslendirme: Can Gürzap dijital sunum ekibi: Süleyman Yılmaz, İpek Balcı aydınlatma danışmanı: Erinç Tepebaş danışman: Prof. Demet Binan, Prof. Gülru Necipoğlu, Prof. Cemal Kafadar, Prof. Suphi Saatçi, Prof. Zeynep Ahunbay, Prof. Saadet Aytıs işveren: Allevents, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ana yüklenici: Allevents, Murat Akan metin derleme: Sibel Köksal



ZİNCİRLEME REAKSİYONLAR

Babil’den Dubai’ye: İnsanlığın Ölümsüzlük Mücadelesi Olarak Şehirler

“Yaşama dikkatle bakarsanız, belirsiz olanı görürsünüz. Elinizi sallayın. Belirsiz olan yaşamınızın bir parçası.” William Klein

NİSAN 2015 - XXI 32

Birleşmiş Milletler’e göre 2008’den beri dünya nüfusunun yarısından fazlası şehirlerde yaşıyor. Bu tarih 9.000 yıl önce Mezopotamya’daki Neolitik dönemde insanların göçebe hayatı bırakıp yerleşik hayata geçmesiyle başlamış uzun bir sürecin dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Çatalhöyük, Uruk ve Babil bilinen ilk yerleşimler. Bu şehirlerin oluşması teknolojinin ilerleyişine sıkı bir şekilde bağlı olsa da doğumları, her şeyden önce doğanın mucizesine bağlıydı: Su. O zamandan beri, büyüleyici ve dehşetli güzellikleri nedeniyle şehirler, sonsuz bir ilham kaynağı oldular ki bu, şehrin, insanlığın en temel mirası olduğunu akla getirebilir.

SINAN LOGIE

Tarımsal üretim fazlalığından doğan yeni toplumsal örüntülerin ötesinde, şehirler, beşeriyetin tıpkı Tekvin’deki Babil Kulesi hikayesinde olduğu gibi ölümsüzlük arayışının ve doğaya (ya da tanrıya) tahakküm etmesini cisimleşmesi şeklinde okunabilir. Yoğunlugun bu eşsiz biçimi, şehri “think tank” olarak tanımlayabilecek olan, tek tanrılı dinlerin yükselmesine yol açtı ya da birlikte beraberliğin yeni hallerini tanımlamak üzere Atina demokrasisine götürdü. Ancak bunun ikilik gibi pahalı bir bedeli oldu. Bu ikili

bakış, inanç sistemlerimizi ve doğayla diğerlerine olan bağlantımızı derin bir şekilde kazandı: Şehirliye karşılık barbar, kentsele karşılık periferi, kente karşılık doğa, bize karşılık diğerleri. Bu karşıtlıklar anahtarı, yatay bir toplumdan hiyerarşik ve özelleşmiş olana çevirdi. Doğaya karşı bu Demiurgos-vari tutum, politik, dinsel ve bilimsel mutasyonların evrimini takiben farklı süreçlerden geçti. Ticari, askeri ya da politik düğüm noktalarıyla bilinen şehirler yavaş yavaş endüstrileşmenin etkisiyle yeni ayrışma biçimlerini kendi benliklerinde yeniden tanımlayarak ve aynı zamanda protesto mekanları olarak karmaşık sistemlere dönüştüler. Fransız Devrimi, Mayıs 1968, Tiananmen Meydanı, Occupy Wall Street ve en güncel olarak da İstanbul Gezi Parkı böyle vakalardı. Yeni fikir ve teorilerin doğuşu için şehirler kesinlikle en önemli alanlar oldu. Yine de çabucak değişen küresel bir dünyada, bu teorilerin bazılarının sürdürülebilir bir model sağlamadığı ispatlandı. Böylece, Ebenezer Howard’ın Bahçe Kent’i ya da Le Corbusier’nin Radiant City’si, arabayla gerçekleşen bireysel ulaşımın baskınlığıyla artan ve kentsel yayılım hastalığıyla sonuçlanan yirminci yüzyılın şehir planlama yaklaşımlarında muazzam bir etkiye sahipti. Kent nüfusunun bu muazzam artışı, 18. yüzyıldaki Sanayi Devrimi’yle başlayan daha büyük bir planın bir


ZİNCİRLEME REAKSİYONLAR

solda: Dubai; mimarlığın ve "mapping"in bittiği nokta

parçası olduğu için elbette ki tek suçlu bahsettiğimiz planlamacılar olamaz. Filozof Michel Serres’e göre, Fransa nüfusunun yüzde yetmişi 1900 yılında tarımla meşguldu. Bugünlerde, Fransa’daki çiftçiler, etkin nüfusun yalnızca yüzde birlik kısmını oluşturuyor. Bu rakamlar, insanoğlunun doğa üzerindeki hakimiyetinin yükselişini çok iyi çiziyor ve kentsel planlamanın başarısızlığının bir ispatı oluyor. Gelişmekte olan ülkelerde bu oranlar arasındaki fark daha düşük olsa bile, Birleşmiş Milletler’in 1.4 milyar kişinin 2020 yılında gecekondularda yaşayacağını belirtmesi başka bir endişe kaynağı. Ne var ki, küresel kapitalizmin baskısıyla kentler, yatırımcıların ve finansal aktörlerin elindeki pazarlama aracı olarak kendilerini yeniden tanımlamak için politik ve dini sembolizmi bıraktılar. Bu durum, kısmi olarak Soğuk Savaş sonrası dönemde Dubai’nin yükselişiyle de okunabilir. 1930’larda 30.000 nüfusuyla Basra Körfezi’nde küçük bir liman kenti olan bu yeni ‘’Babil’’, 20. yüzyılın ikinci yarısında fosil enerji kaynakları üzerine kuruldu ama yabancı sermayenin girişini sağlayan ekonomi yasalarının etkisiyle 1990’lı yıllarda şehir, birdenbire zenginleşip gelişmeye başladı. Bugün, Dubai, gurbetçiler ve ülke vatandaşlarıyla birlikte 2.4 milyon nüfusa ulaştı. Dubai, bütün kapitalist hastalıklara ev sahipliği yapan bir alan: Gözkamaştırıcı mimarlık (Soğuk Savaş döneminde geliştirilmiş bilgisayar teknolojileriyle tasarlanan), dev karbon ayak izi ve şiddetli sosyal adaletsizlikler. Öyle görünüyor ki Dubai, insanoğlunun ölmeden önceki son spazmını temsil ediyor. 2013 yılında dünya yeni bir devrim yaşadı: Ekonomik krizler bağlamında dünya nüfusu, 7 milyarlık sınırı aştı. Uyarıcı çevresel faktörlerin eşlik ettiği bütün süreç, geçen yüzyıldan taşınan kayıtlarla ortaya çıkarıldı. Son 10 yıldır bütün kentsel tasarım paradigmaları krize girdi. Ekonomik gelişme, bilgisayar ekranlarında hüküm sürüyor. Burada ve orada, aktivistler şehirlerini

ve doğayı korumak için savaşıyor. Belki de, Harvard Üniversitesi yüksek lisans öğrencilerine tavsiyede bulunan boksör Muhammed Ali’nin doğaçlama söylediği “Ben, Biz!” şiirindeki gibi, kendi kişisel karşıtlığımızdan kurtulmanın tam sırasıdır. Bu kısa şiir belirsizlik ihtiyacından söz ediyor. Kent ve doğa, birlikte karmaşık bir bütün olduğu sürece artık birbirinden ayrı planlanamaz. Belirsizlik, geleceğin paradigması olabilir. Belirsiz bir bölgede hiçbir farklılık yoktur, bütün öğeler bir arada var olur ve birinin deneyimine göre bir imge olarak tanımlanır. Haydi elinizi sallayın! Ve zihninizin limitlerini silmeyi deneyin.

33 XXI - NİSAN 2015

karşı sayfada Yeni Babil. Fotoğraf: Sinan Logie


ADVERTORYAL NİSAN 2015 - XXI 34

Tasarımcılar Şeffaf Çözümleri Konuştu TRAKYA CAM'IN DÜZENLEDİĞİ “TASARIM KONUŞUR 01 / ŞEFFAF ÇÖZÜMLER” ETKİNLİĞİNDE PROF. DR. ALPAY ER, TAMER NAKIŞÇI VE DEFNE KOZ KONUŞMACI OLARAK YER ALDI. 25 ŞUBAT'TA UNICERA SERAMİKBANYO-MUTFAK FUARI'NDA GERÇEKLEŞEN BULUŞMADA TASARIMCILAR TASARIMLA GELEN İNOVASYONDAN, CAMIN BİR MALZEME OLARAK POTANSİYELLERİNDEN VE SUNDUĞU OLANAKLARDAN SÖZ ETTİLER.

Cam ve ayna ürünleriyle banyo ve mutfak sektörüne de hitap eden Trakya Cam adına Pazarlama Grup Müdürü Ebru Şapoğlu, Trakya Cam olarak sektörel gelişmelere göre şekillendirdikleri camları tasarım dünyası ile paylaşmaya verdikleri önemden söz ederek açılış konuşmasını yaptı ve ardından sözü Özyeğin Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü Kurucu Başkanı Prof. Dr. Alpay Er’e bıraktı.

oluşturduğu fikri mülkiyet tekeli diyebileceğimiz bir yapısı vardı. Marka olmak için inovasyon yapılmalıydı. İnovasyon ve tasarım markadan sonra geldi. Marka olmak için tescil ettirmenin yeterli olmadığı görüldü. Markalaşmak için rakiplerinizden farklı, özgün bir ürününüz olmalı. Peki, özgünlüğü nasıl yaratabilirsiniz? İnovasyon dediğimiz şey öncelikle mühendislikle ve teknolojiyle başlayan bir süreçti. Bir süre sonra farklı inovasyon türleri olduğunu da gördük.

"CAM SEKTÖRÜ İÇİN ÖNÜMÜZDEKİ İNOVASYON STRATEJİLERİ NELER OLABİLİR?"

Etkinlikte “Tasarıma Ayna Tutmak” başlıklı bir sunum yapan Prof. Dr. Alpay Er, şunları söyledi: “Dünyada ticari varlık gösteren tüm firmalar rakiplerinden farklılaşarak katma değer yaratmalı. Tasarımın önemi burada yatıyor. Tasarım, sadece bizlerin konuştuğu bir konu olmaktan çıkıp iş dünyasında daha çok kazanmakla ilgili bir konu haline geldi. Tasarım meselesinin Türkiye'ye girişiyse ihracatla başladı. Batılı firmaların her sektörden bilinen birtakım markalarının

Ben de bu bağlamda tasarımla yaratılan inovasyondan söz edeceğim. Tasarım geçmişte karşılaşmadığımız kadar karşılaştığımız bir kavram haline geldi. Endüstriyel tasarım ile tasarım arasındaki temel fark, tasarımın genel insani bir özellik olmasıdır; herkes tasarımcıdır. Endüstriyel tasarımın ise kullanıcı ve üreticinin karşılıklı çıkarlarını uzlaştırması gerekir. Kullanıcı konfor ve işlev, üretici ise satış ve karlılık bekler. Endüstriyel tasarımcı her iki tarafın beklentilerini ürün üzerinde uzlaştırabilecek bilgi ve beceriye sahip insandır.

Çeşitli inovasyon türleri var. Müşteri ihtiyaçlarına göre ürün tasarlama piyasa çekişli inovasyondur. Teknoloji itişli inovasyon ise teknolojinin lider olduğu inovasyondur, teknolojiyi öne çıkararak iş fikrine uygun tasarım yapılır. Tasarım odaklı inovasyon yaklaşımındaysa önce kullanıcı için bütüncül deneyim düşünülür, bu deneyim için bir iş konsepti oluşturulur ve bu konseptin gerektirdiği teknoloji nerdeyse gidip alınır. Cam sektörü için önümüzdeki inovasyon stratejileri neler olabilir? Biri teknolojidir. Diğeri daha kültürel bazda bir yaklaşım olabilir çünkü camın ait olduğu kültürü pazarlamadan, malzemeyi tek başına pazarlamanın pek bir anlamı olmaz.” "AYNA BASİT OLMASINA KARŞIN ÇOK BÜYÜLÜ BİR MALZEME."

“Tasarlanamamış” temalı sunumunda Studio Nakışçı'dan tasarımcı Tamer Nakışçı tasarımın insanlarla etkileşimine eğildi: “Eskiden tasarım nedir diye sorulduğunda hocalarım ‘Etrafınıza


tamer nakışçı

defne koz

35 XXI - NİSAN 2015

tasarım konuşur 01 / şeffaf çözümler konuşmacıları

ADVERTORYAL

prof. dr. alpay er

bakın, her şeyin bir tasarımcısı var’ derdi. Her şeyin bir tasarımcısı var, evet. Ama bugün o kadar pozitif bir şekilde söyleyemiyorum bunu. Her şeyin tasarlanmış olması hissi beni düşündürüyor. Yapılan bir araştırmaya göre günde ortalama 350-380 adet objeye dokunuyoruz. Geçmişte bu kadar tasarlanmış bir hayat yaşıyor muyduk? Bu, insanların nasıl yaşadığını etkileyen bir durum. Farkına varmadan kendimizi sınırları belli bir tünelin içinde buluyoruz. Tasarımın küçük dokunuşlar ve insanlara hareket alanı vererek bu farkındalığı biraz kırabileceği görüşündeyim. Geçen sene Şişecam'ın bir atölyesi sayesinde cam ile çalışma fırsatı buldum. O atölyede gördüm ki insanlara bitmiş bir obje vermektense çok yalın, oynayabilecekleri, yapıtaşı gibi bir obje vermek, onunla olan iletişimini ve etkileşimini görmek, onu gözlemlemek farklı bir his yaratıyor. Çünkü camın çok güzel bir potansiyeli var ama farkına varmıyoruz. Bardağın içine su koyduğumuzda ya da bir şey içerken insanlar farkında olmadan

bardağın içine bakarlar. Camın içindeki yansımalara bakıyoruz aslında ve bunu fark etmiyoruz. Tasarım yaparken rastgele oluyor bunlar genelde. Ama malzemelerle etkileşimimize farklı bir noktadan bakarsak bütün potansiyelin burada yattığını fark ederiz. Ve cam da bu konuda büyülü bir malzeme çünkü doğadan geliyor, şeffaf, içerisinde alev var ve tıpkı bir element gibi. Future is Blank adında bir projem var. Tasarlamadığım birtakım objelerim vardı. Mesela ofise gelenler masamda duran küplerle sürekli bir şeyler yapıyorlardı. İnsanlara tasarımla oynama alanı verme fikri, bu yolla gelişti. Kişiselleştirilebilme aslında bize çok yakın ve doğal tanımlar. Doğal yaşam ve teknoloji gibi şeylerin dışında insanlara alan verebilecek şeyler oluşturulabilir. Future is Blank markasının ürünlerinde hiçbir teknoloji yok. Aynadan oluşan bir kutu var mesela. Ayna bence en büyük buluşlardan biri. Kendinizi görebiliyorsunuz ve bakış açınızı değiştiren bir şey. Basit olmasına karşın çok büyülü bir malzeme.”

"CAMIN ASLINDA GÖRÜNMEYEN OLMADIĞINI ANLAMAMIZ LAZIM."

“Camın Binbir Yüzü”
teması üzerine konuşma yapan Koz Suzani Design Inc.'ten tasarımcı Defne Koz ise şunları söyledi: “Tasarımcının işi duyulara hitap etmek, insanların hissiyatlarına şekil vermek. Tasarımcılar olarak şimdilik iki duyuya hitap ediyoruz: görmeye ve dokunmaya. Biraz daha çalışırsak diğer duyulara da hitap edeceğiz. Herhangi bir ürünü örneğin çay bardağını elinize aldığınızda sadece şeklini görmüyorsunuz. Ona baktığınızda şeffaflığını, ışığını, oranını görüyorsunuz, derinliğini hissediyorsunuz. Bir diğer yapabildiğiniz de dokunmak. Benim için en önemlisi gerçekten duyulara hitap edebilmek. Duyuları bloklar gibi düşünebilirim. Malzemeyi ele alarak, küpler gibi kullanarak duyulara hitap etmek istiyorum. Bizim her ürünümüzde malzeme çok önemli, her malzemeye ait gizemli kısmı dışarı çıkarmak ve ona bir derinlik vermek. Mies van der Rohe der ki “Mimaride cam asla nötr olmamıştır.” Camın

aslında görünmeyen olmadığını anlamamız lazım. Cam yokluk hissiyatı değildir. Aslında çok daha zengindir. Sadece görünmeyeni değil, pek çok diğer faktörü de içeren bir malzemedir cam: yansıma, doku, kırılma, geçiş (opaklıktan şeffaflığa geçişi üzerinde taşıyabilme), geçirgen, renkli, yarı saydam ve derin. İki boyutlu bir malzeme olmasına rağmen camla müthiş bir derinlik verebiliriz. Çalıştığım tüm malzemeler arasında cam çok zengin ve gizemli bulduğum bir materyal. Tasarımcılara düşen iş oradaki derinliği ortaya çıkarmaya çalışmak. Cam ile neler yapabiliriz? Camın büyüsünü nasıl daha çok ortaya çıkarabiliriz? Bunu keşfetmemiz lazım. İnanıyorum ki çok daha farklı evrimler yaşayabiliriz. Teknoloji değiştikçe insanların ürünlerden beklentileri de değişiyor. Benim vermek istediğim bir sürpriz. Işığında, dokusunda, tutunuşunda, sıcaklığında farklılığı hissettirmek. Biz tasarımcılara bu konuda çok iş düşüyor.”


Kentsel Tarımın Bereketi

NİSAN 2015 - XXI 36

KENTSEL TARIM

Kent ve kır, tüketim ve üretim... Bu ve benzeri zıtlıklar üzerinden yıllar boyunca kurduğumuz retorikten sıkıldık ve zıt bellediklerimizin bir araya geldiği yeni durumların peşine düştük. Kentsel tarım da bu arayışlardan biri. Kent ile kır arasındaki farkın gittikçe arttığı, kentlilerin çoğunun amansız tüketicilere dönüşerek üretimle bağının radikal bir şekilde koptuğu bu dönemde kentsel tarım, tüm bu karşıtlıklar boyunca atılan dikiş gibi. Kentsel tarımının yaygın bir pratik haline gelmesinin mümkün olup olmadığını, eğer mümkünse bunun yöntemlerinin ne olabileceğini konuşmak için sosyolog Ayça İnce, mimarlar Burcu Serdar Köknar ve Hasibe Akın, permakültür üzerine çalışan Deniz Üçok ve Buğday Derneği’nden Hakan Gönül ile bir araya geldik. Tarımsal üretimle alakadar olmanın bireysel tüketim alışkanlıkları ve topluluk oluşturmadaki etkisinden kentsel tarımla bezeli bir şehrin nasıl görüneceğine dek uzanan bu sohbetin yanı sıra Boğaçhan Dündaralp, Kuzguncuk Bostanı deneyimi üzerine bir yazı kaleme aldı ve tarımsal üretim ile kamusal kullanım ilişkisinin nasıl kurgulanabileceğinin araştırıldığı süreci paylaştı. Belli ki kentsel tarım, sadece doymak gibi pragmatik bir neden için değil, aynı zamanda doğayla ilişkimizi yeniden gözden geçirmek için de çok fazla potansiyele sahip. Hazırlayan: Hülya Ertaş


toplantı fotoğrafları: Onur Doğman

Hülya Ertaş: Kentsel tarım, bir kavram olarak mimariye ve kent plancılığına girdi biz de bunun nasıl etkileri olabileceğine dair fikirler geliştirmek için bugün toplandık. O nedenle aslen en başta kentsel tarımın gerçekçi olup olmadığını konuşmak gerek çünkü konuya çok aşina olmayanlar için çok naif ve hayalci bir fikirmiş gibi görünebiliyor. Şehirlerdeki kirlilik seviyesi, kentsel alanlardaki rantın sürekli artması gibi bir sürü etkeni düşününce kentsel tarım gerçekten mümkün mü? Eğer mümkünse gezegeni doyurabilecek boyuta erişebilir mi, yani hobi bahçesi olmanın ötesine geçerek gerçekten bir tarım pratiği önerebilir mi?

Hakan Gönül: Kentsel dönüşümün, yani yeni binalar yapmanın değil de kentlilerin davranış biçimlerindeki dönüşümün, temiz gıdayla insan ilişkisi arasında bir ivmesi, bir matematiksel döngüsü var. İnsanlar yedikleri gıdanın iyi ve temiz olmadığının farkındalar. İhtiyacın tarifinin geniş olduğu konusunda size katılıyorum. Ekolojik pazarlara gelen kitleye baktığınızda genelde kanser hastası yakınları, hastalık geçirmiş kişilerin yakınları ve bebeği olan anneler çoğunlukta. Bizim kentlerimizde önceleri bir mahalle kavramı vardı. Bu mahalleli olma geçmişine sahip olmamız, kent bahçeleri için çok büyük bir fırsat. Türkiye için de İstanbul için de tarih boyunca kent bahçeleri ve bostanlar hiç yabancı değil. Yerel üretim ve tüketimin gerçekleşebilmesi için kentin içinde büyük alanlarda tarım yapmak artık mümkün olmayabilir ama kenarlarda, kentin yakınlarında bu yapılabilir. Bunu bir kent bahçesi olarak adlandırabiliriz. Öte yandan bu şekilde tüketicinin üreticisi ile olan bağlılığı da sağlamlaşır. Küçük alanlarda kent bahçelerinin örnekleri daha önceden de vardı aslında. Anneannemin balkonunda mutlaka fesleğeni, rokası, maydanozu vardı mesela. Bu anlamda kent bahçeciliğinin, tohumdan tohuma döngünün ritmini yaşayan kent insanının doğayla arasındaki bağı hatırlamasında önemli bir köprü olabileceğine inanıyorum. Deniz Üçok: Kent bahçeleri kentleri doyurabilir mi? Sorduğumuz sorularda bile o kadar çok varsayımlarla yola çıkıyoruz ki. Mesela doymaktan kastımız ne? Aslında şehre akan gıdanın besin değeri çok düşük. Yani yerel yetişen domatesi, hemen dalından koparıp besin değeri kaybolmadan tükettiğin zaman ondan aldığın besin değeri daha fazla oluyor, marketten aldığın dört domates yerine bir domatesle doyuyorsun. Kentsel tarım gezegeni doyurabilir mi, besleyebilir mi? Evet, aslında gıda yakınlaştıkça ve daha sadeleştikçe, o ilişki sıklaştıkça, besin değeri arttıkça doyurabilir. Hem bireysel, yani fiziksel olarak besleniyorsun hem de bu sürecin yarattığı farkındalık aslında toplumu duygusal olarak besliyor. Burcu Serdar Köknar: Kentte üretmek, üretmenin bütün doğal dengesini anlamaya yardımcı oluyor. Bir ilişki kurma aracı bu. Öte yandan konvansiyonel tarımın nasıl bir şey olduğunu ve dünyaya ne kadar zarar verdiğini, gezegeni ne

kadar topraksızlaştırdığını anlamaya başlıyor insan. O zaman daha az tüketme yolunu seçmek doymayı kuvvetlendirir gibi geliyor. Tabi varsayım bu. Hasibe Akın: Kentsel tarım ağırlıklı olarak uygulanmasa da aslında bizim önümüze yerel olmasa bile sağlıklı gıda gelebiliyor. Yani bir yerlerden çok yüksek karbon ayak izleriyle kentlere taşınabiliyor. Ama vazgeçilmez olan bir nokta atlanıyor bence: Bahsettiğimiz o yaşamsal döngü. Burada şehrin içinde o yaşamsal döngüyü bize ne verecek? Olay sadece gıdayla ilgili değil, çünkü o bir şekilde sağlanabiliyor. Sağlanamayan başka bir taraf var: Doğanın incelenmesi, onun sürecine dahil olma, ondan örüntülerle bir şeyler üretme disiplini. Bu tarafı unutup makineden makine üreten varlıklar haline dönmüş durumdayız. Önceden kuşa bakarak belki uçağı tasarlıyorlardı, peki şimdi tasarlanan makineler neye göre tasarlanıyor? Hangi bilgi kullanılıyor? O bütüncül tasarım sistemi içinde hangi gözle bakılıyor? Bunu ancak bitkiyle, doğayla ilişkiye girince yakalayabiliyoruz diye düşünüyorum. Ayça İnce: Bunun sanki düşünce şekliyle de alakası var. Ben sosyoloji eğitimi aldım; bizler kenti kırın tersi olan, kentliyi kırsalda yaşamayan, köylünün tersi olarak öğrendik ve bir süre de öyle öğrettik. Meseleye hep zıtlık, karşıtlık üzerinden, birbirini değilleyen, biri olursa diğeri olmazmış gibi yaklaşmak artık çok ters geliyor. "Kentsel tarım köyü kente getirir mi, köylüleşiyor muyuz" gibi bu mirastan kalan reflekslerle konuya yaklaşmak yol tıkayıcı. Başka seçeneğimizin olmaması üzerinden bu tartışmayı yürütebiliriz ya da zıtlıklar üzerinden düşüneceğimize hepsini birlikte ele alabiliriz. Bütün o mega endüstriyi düşünürsek konvansiyonel tarımı ortadan kaldırmamızın zor olacağı belli. Kentsel tarım da kırsal tarım da olmalı, bir yandan da tüketimi azaltmalıyız. Tek bir çözüm yok. Hakan Gönül: Kırsalda yaşayan üreticinin üretim alanı küçük de olsa, devasa alanlarda monokültür bir tarım yapmasa dahi ilginç diyaloglar yaşanıyor. Bayramiç'ten örnek vereyim, elma bahçeleri var orada, çok verimli topraklardır. Köy kahvesinde insanların şöyle diyaloglarına şahit oluyoruz: “Senin elmalar satılamayacak bu sene, 17'de kaldın, ben 26'dayım” diyor. Bunun anlamı şu: Üç aylık dönemde elma ağaçlarına 26. ilacı basmış. Ayça İnce: Pamuk Prenses masalındaki elmaya benzetiyorum onu, yani ideal şekilde, ideal renkte, baştan çıkarıcı ama seni sonsuz bir uykuya sokuyor.

37 XXI - NİSAN 2015

Burcu Serdar Köknar: İhtiyaç da sadece doymakla ilgili değil. İhtiyaç, topluluk olmakla, birbirimizi anlamakla ilgili. Bütün dünyadaki insan nüfusu giderek kentlerde yaşamaya başlıyor, kırsal alan azalıyor, kırsal alanın üretme gücü azalıyor. Ve buradan da bir sürü ihtiyaç tarifi çıkıyor bence.

“Kentsel tarımın, ihtiyaçla örtüştüğünü düşünüyorum. İhtiyaç yoksa tepeden inme bir kentsel tarımın yapılabilmesi çok da mümkün değil.” hakan gönül

KENTSEL TARIM

Hakan Gönül: Küba çok önemli bir örnektir bu bağlamda. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Küba’nın dışarıdan gelen bütün petrol kaynakları tükenmiş oldu ve büyük bir ambargo dönemine girdi. Küba aslında daha çok konvansiyonel tarımın yapıldığı bir yerdi ve Küba halkı sebzeden ziyade domuz yiyen etçil bir beslenme biçimi benimsemişti. Konvansiyonel tarımda çok sayıda petrol bazlı kimyasal ilaç kullanılır. Petrol ülkeye girmeyince insanlar aç kalmaya başladılar ve bu yüzden toptan bir dönüşüm başladı. Halk domuz yemedi, atalık tohumlarını bulmaya başladı ve o atalık, yerel tohumlarını toprak buldukları her yerde yetiştirdiler. Tekrar geleneksel tarımı öğrendiler. Bu, kentlerde başladı. Kent dönüştü. Küba'nın dönüşüm sonrası ilk hallerine baktığınızda, neredeyse her balkonda, her ortak alanda bahçecilik vardı. Araç kullanmayıp bisiklete biniyorlardı, kimyasal ilaçlarla kullanılan konvansiyonel tarım yoktu. Biraz vejeteryan olmuşlardı. Bu süreçle birlikte Küba’da yaşam kalitesi arttı. Bunu anlatan bir belgesel de var, “Topluluğun Gücü” (Power of Community) diye. Aslında kentsel tarımın, genel anlamda tarımın ihtiyaçla birebir örtüştüğünü düşünüyorum. İhtiyaç yoksa tepeden inme bir kentsel tarımın yapılabilmesi çok da mümkün değil; insanlar istemediği ya da ona ihtiyaç duymadığı sürece böyle bir şey mümkün değil.


deniz üçok

NİSAN 2015 - XXI 38

KENTSEL TARIM

“Onarıcı, en kritik kelime olabilir. Bütünsel bakarsak çok önemli bir onarıcı kent modeli kurgulanabilir. Kendi kendini dönüştüren örnekler olabilir.” burcu serdar köknar Hakan Gönül: Aynen öyle. Türkiye'de bununla ilgili birtakım yasalar, kurallar olsa dahi bizler denetimin çok yapılamadığı bir sistemin içindeyiz. Gıdalardaki zehirler kalıntı bırakıyor. Ama mesela yine kentteki küçücük bahçemde dört çeşit, sekiz sap buğday yetiştirsem, bir buğday tohumundan başak olacak, başaktan da 16-18 arası tohum çıksa, yani sekiz başak yapsam 150'ye yakın tohum elde edeceğim. Kentte en azından hepimiz bunu yapabilsek müthiş bir devrim olur. Sadece doymak anlamında değil, topluluk oluşturmada da çok önemli bir değişim olur. Geçen sene Buğday Derneği olarak Community Goes Farming'de bulunduk. İngiltere'de uzun zamandır büyük alanlarda kent bahçeciliği yapılıyor; oradaki bahçelerde ürünler çok da satışa, doğrudan gıdaya dönük bir işleve sahip değil. Belediye destekli, tamamen yerel oluşumlar. Oradaki kentlilerin bir kısmı kent bahçesini kurmak için 1972 yılından beri savaşıyorlar, olmuyor, hippi olarak etiketleniyorlar ama vazgeçmiyor, sürekli savaşıyorlar. En son kazanımları, tesadüfen belediye başkanının oğlunun engelli olmasıyla da ilişkili. Başkanın oğlu gelip de bahçeyle ilgilenmeye başladığında bireysel gelişiminde hayata bağlılık anlamında inanılmaz bir farklılık görüyorlar. Yaptıkları yükseltilmiş sebze yataklarının özellikle engelliler için faydası olduğu da açık çünkü eğilmiyorsunuz, iskemlede tarım yapabilecek bir pozisyona geliyorsunuz. Küçük bir bahçede üretim yapacaklar, o üretim yaptıkları yerden doymayacaklar belki ama gıdanın ne olduğunun farkına vardıktan sonra

belki çevresindeki küçük çiftçi ile iletişime geçip gıda topluluklarını oluşturup, aracısız, temiz gıdaya ulaşabilmenin yollarını kendi kendilerine bulmaya çalışacaklar. Burcu Serdar Köknar: Dünyayı bambaşka bir şekile bir anda sokamayız. İstanbul’u düşünüyorum, bu kadar büyük bir kentin dışına gittiğinizde, Çatalca'da, Silivri'de bir sürü küçük üretici var; ama biz onlara erişemiyoruz. Erişim kanallarımız kapalı. Ayça İnce: Kentsel tarım cevap mı? Konvansiyonel tarım suyu çok tüketir. Et yemek ve et ürünleri tüketmek daha da fazla su tüketir. Kentsel tarımın en büyük çözüm olarak sunulduğu nokta, kullandığı kaynak. Teknolojik yöntemlerin de devreye girmesiyle tarımda harcanan su miktarı düzenlenebilir. Başta Amerika’da birçok üniversitede ve Hollanda’da yaygın olarak araştırılan ve çalışılan akuaponik, hidroponik, aeroponik sistemler su tüketimini azaltan yöntemler öneriyor. Kentsel tarım başlığının altında kent bahçeleri, topluluk bahçeleri, organik pazarlar, takas ağları, bostanlar kadar bu farklı sistemler de var. İster yükseltilmiş yatak ister dikey bahçe olsun ama onun dışında farklı yetiştirme sistemleri de bolca referans gördü. En büyük savaşların su nedeniyle çıkacağı varsayımından hareketle susuz tarım üzerinde duruluyor. Çok ciddi olarak küresel ölçekte düşününce, su aynı zamanda düşmanımız da olabilir. Küresel ısınma nedeniyle kutupların eridiği ve suların yükseldiği senaryoyu düşündüğümüzde su çok tehlikeli bir öğe olabilir. Hülya Ertaş: Bu sözünü ettiğin hidroponik, akuaponik ve aeroponik yöntemleri anlatır mısın? Ayça İnce: Bunlar aslında birbirlerinin türevi. Hidroponik sistemde bir panele tohumları atıyorsun. Paneller topraksız, dolayısıyla hafif, içinde bol oksijenli su ve

akmerkez çatı bahçesi şantiyesi


burcu serdar köknar

Deniz Üçok: Bu düşünce yapısını problemli buluyorum. Büyük ekosistemde yarattığımız tahribatı onarmak yerine yapay küçük ekosistemler kurma çabası sorunun sadece ufak bir kısmına odaklanıyor. Bir tohumu laboratuvar gibi kapalı bir alanda, topraksız ve sadece seruma bağlı yetiştirebileceğimiz inancı, temelinde Kartezyen, parçalara bölüp basite indirgemeye çalışan ve sadece insana hizmet eden antroposentrik bir bakış açısına dayanıyor. Hidroponik sistemlerdeki gibi bitkiyi bina içine kapatıp, doğal döngüsünden çıkararak suni ortamda yetiştirdiğinde, onu böceklerden koruyorsun belki ama tozlayacak böceklerden de mahrum bırakıyorsun. Nasıl ki hastanede insanları bitkisel hayatta tutabiliyoruz ama buna pek de yaşam diyemezsek, bu teknolojik uygulamaları da hangi varsayımla kullandığımızı iyi sorgulamak gerek. Oysa ki doğa bu kadar basit işlemiyor, bizim anlayabildiğimizden çok daha karmaşık. Henüz toprağın bileşenlerini ve doğanın döngüsünü o kadar iyi tanımıyoruz, ama bir tohumu doğa içinde gerçek bir toprakla buluşturduğunda o ne yapacağını ve ne zaman yapacağını çok iyi biliyor. Hayatta kalmakla yaşamak arasında büyük bir fark var, beslenme ve gıda üretim tercihlerimiz de bunu yansıtıyor. Hakan Gönül: Teknolojinin işin içine girmesine itirazım yok ama çeşitliliği azaltma anlamında teknolojinin riskli olduğunu düşünüyorum. Nedense doğaya üstün gelmeye çalışan insan kibrinin devreye girdiğini görüyorum. Öte yandan algı yönetimi diye bir şey de var. Tüm ülkeye hidroelektrik santraller (HES) kurup da akarsuları kestiklerini biliyoruz ya mesela şimdi akan bir nehir görünce insan çok acayip seviniyor. Benzer bir durum bence akuaponik benzeri sistemlerde de var. Durumun çok vahim olduğu fikrinden hareketle bu sistemlerin iyi çözümler olduğu düşünülüyor, algı yönetimiyle. 50 sene sonrasına baktığımızda geleceği kurgulamak anlamında aslında biraz negatif bir algı yönetimi gibi geliyor bana. Hasibe Akın: Doğadan kopukluğu yaşadıkça sözünü ettiğin kibir çoğaldı. Örneğin biz kentli de olsak, köylü de olsak “insan” olarak doğalız aslında öyle değil mi? Kendi doğamızı gözlemleyerek bazı bilgiler edinebilir miyiz? Bizim de kendi içimizde kendimizden okuyabileceğimiz bazı bilgiler mevcut mu acaba? Ben kendi bedenimin sağlığını aslında hastanedeki birine, doktor dediğim kişiye ihale ediyorum. Diyorum ki “ben geldim, hastayım, al beni ne yaparsan yap”. Süpermarkete gidiyorum, bu kez bedenim süpermarketin inisiyatifinde, bana ne veriyorsa onu alıp yiyorum. Devamlı olarak kendi ihtiyaçlarımızı bir yere ihale etme halindeyiz. Bir şeye ihtiyacımız olduğuna inanıyoruz, bu şeye ihtiyacımız olduğu ile ilgili inandırma kanalları deli gibi çalışıyor zaten. Sonra o ihtiyacı karşılayan, tasarlayan her kimse; o mühendisin, o mimarın ya da o doktorun bizi çok iyi düşündüğünü sanıyoruz. Aslında gitgide büyüyen doktor algısı, mühendis algısı,

hasibe akın

ihtiyacımızı karşılayan diğer insanlara bakış açımız; nerdeyse kurtarıcımız diyeceğimiz o kişilerde neden kibrin yükselişte olduğunu belki bize anlatabilir. Bizim de özellikle kentlerde neden “kurban” rolünü baya iyi oynuyor olduğumuzu... Hakan Gönül: Bir çift arkadaşım Bayramiç' ten bir arsa aldı. Permakültür yapmayı planlıyorlar. Toprak analizi yaptırmak için ilgili kuruma gidince ne yetiştireceklerini soruyorlar, bizim arkadaşlar da her şeyi diye yanıt veriyor. “Olmaz, ne yetiştirecekseniz yazacaksınız” diyorlar; onlar da kağıdın kıyısına köşesine kadar her şeyi yazıyorlar. Sonra ofisten toprak analizi geliyor. Raporda toprakta bir maddenin, misal potasyumbikarbonatın eksik olduğu, onun giderilmesi gerektiği yazıyor. Bunun için kullanılacak ürünün ne olduğunu tam söylemiyor, marka vermiyor ama eksik olarak belirttiği içerik tek bir markada var, yani aslında markanın pazarlamasını yapıyor gibi. Bu akuaponik teknolojilerde toprağın devre dışı kalması hikayesinde eklemek istediğim nokta şu: Biz aslında toprağı bağımlı hale getirdik. Tüm dünyayı doyurma söylemiyle yola çıkan genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO), tohumlar da bu bağımlılığı sürdürecek bir sistem. Toprak artık gerçekten üzerinde ürün üretilebilir halde değil. Biz insanoğlu olarak toprağın canlı olduğunu görmüyoruz, oysa toprak aslında devasa bir organizma. Ama şehirde toprak kalmadı, diye düşünebilirsin. Oysa kendi toprağını yapabilirsin.

“Yol kenarları kestane gibi dayanıklı ürün veren ağaçlarla donatılabilir. Bunlar evlerde yetiştirilemeyecek türler ve kentlerin acil durumda gıda erişimini sağlayabilir.” deniz üçok

39 XXI - NİSAN 2015

besin akıyor. Akuaponik sistemde su kültürü, yani balık ve bakteriler de devreye giriyor. O dolaşan suya dışarıdan besin eklemek yerine balık kakası onun beslenmesini sağlıyor. Kapalı bir sistem. Kakalı su filtreden geçip bitkiyi besliyor, su bitki tarafından emilirken yeniden temzileniyor ve tekrar balık tankına dönüyor. Aeroponik sistemde ise püskürtme kullanılıyor. Çatı bahçelerinde daha hafif olduğu için onlar tercih ediliyor. Bunların hepsi aslen küçük ekosistemler yaratma derdi, hepsi de bir nevi doğayı taklit.

hakan gönül

KENTSEL TARIM

ayça ince


Burcu Serdar Köknar: Evet, toprak organik bir madde, içinde bir sürü mikroorganizma var, ama biz bunları dünyada nerede tüketiyoruz? Bütün organik madde tüketimi kentlerde oluyor. Peki bunları nerede dönüştürebiliriz? Yine kentlerde. Ve bunları dönüştürsek toprak olur. Yani kentler toprak üretim alanı olabilir aslında, ama bu gücün farkında değiliz. Hasibe Akın: Evet, bu sözünü ettiğin yöntemde, yani kompost üretiminde önemli bir mesele var, o da koku. Her şeyden önce çok rahatsız edici bir şey. Bu yerel yönetimler tarafından ele alınıp yapılmadığı müddetçe gerçekleştirilmesi çok zor. İstanbul'da belediyenin sadece bir tane Hasdal’da kompost tesisi var, bunların çoğaltılması gerekiyor. Biz benzer bir çalışmayı Akmerkez’in çatı bahçesi için yapmaktayız. Buranın da bahçe, yeşil alan olması yönünde bir karar alındı. Akmerkez'in terasını bir kamusal alan olarak kullanıma hazırlıyoruz, projenin kontrolör mimari ekibindeyim. Akmerkez yönetimine bu süreçte permakültür konusunda bilgilendirme sunumları yaptım. Bir bahçe için dışardan temin etmeden orada sağlayabileceğimiz atıkları nasıl kaynağa dönüştürebiliriz ile ilgili. Girdiler, çıktılar döngüsüne baktık. Birçok şey yaptık, yapmaya devam ediyoruz ama yaptığımız uygulamalardan sadece birini anlatayım şimdi: Bahçenin toprağının bir kısmını AVM içindeki atıklardan ürettik. Şehirdeki en büyük kaynağımız atık. Kompost oluşturmak için işe organik atıkları toplayarak başladık. Oradaki bütün organik atıkların toplanması için bir altyapı oluşturduk. Bütün restoranlarla, kendi yemekhanemizle konuşuldu. Yapmak istediğim şeyi insanlara anlatınca böyle bir

projeye katkı sunacak olmak nasıl mutlu ediyor insanları görmelisiniz. Öte yandan mağazalardan çıkan koli atıkları da toplandı. AVM’nin bitki, biçilmiş çim, yaş-kuru yaprak her türlü organik atığı... Akmerkez'in teknik ekibiyle beraber ben de topladım. Eğitimler uygulamalı olunca çalışanların inancı da artıyor. Bu süreçte pek çok farklı kanal bu işe dahil oldu ki bu da iyi bir şey, katılımcı süreçlerle desteklenen projelerin gücü inanılmaz oluyor. “Bir AVM ve ticaret merkezi yönetiminin bu konular neden umrunda olsun?” demeyin. Onları da işin içine dahil etmek ve empatik iletişim kurmak çok önemli. Doğru fizibilite raporları ve ekonomik modellerle bırakın kendinizi anlatmayı, işverenlerin de ihtiyacı olan bilgiyi onlara sunabilecek bilgi ve iletişim becerisine sahip olduktan sonra deli gibi desteklerini alabilirsiniz. Akmerkez’de vizyon sahibi yöneticilerle benim yaşadığım bir şey bu. İşvereniniz ister dümdüz çim istesin, ister yenebilir peyzaj... Atık yönetimi, su hasadı, sağlıklı yerel gıda, katılımcı süreçlerle proje üretimi... Bu konuları o ortamlara taşımak ve toplantılarda, sunumlarda konuşuyor olmak bile o kadar önemli ki. Gerçekleşecek olması, bilinç sıçramasından daha değerli değil. Benim amacım gıda yetiştirmek bu alanlarda. Her AVM'nin bir terası var, kendisinin yoksa hemen bitişiğindeki rezidansının balkonu, terası var. Bu yüzden büyük bir potansiyele sahipler bence. Bu alanlarda çalışma alanları açmaya devam ediyorum. Ayça İnce: Söylediklerin aklıma bir sürü şey getiriyor. Kanada, Vancouver'da yaşayan bir arkadaşıma kentsel tarımın nasıl işlediğini sorduğumda, orada kentsel tarımın hipsterların elinde gibi göründüğünü söyledi. Burada Gezi sonrası kurulan bostanlar, aktivistlerin elindeyken Kanada'da köklere dönmek isteyen,

KUZGUNCUK BOSTANI'NIN

NİSAN 2015 - XXI 40

KENTSEL TARIM

ÖYKÜSÜ

BOĞAÇHAN DÜNDARALP

Kuzguncuk Bostanı 700 yıllık bir tarihe sahip. Ancak bostanın son sahibi İlya, 1980’lerde ölüyor ve bostan hiçbir akrabası bulunamadığı için Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devrediliyor. O zaman burası bostan vasfında yeşil alan olarak görünürken 1986’da plan tadilatı yapılıyor ve okula çevriliyor. Ve 90’larda ilk eylem başlıyor. Ancak her defasında yeni bir projeyle geliyorlar, 2000’de de yine bir eylem oluyor; ardından alan bir peyzaj firmasına kiralanıyor ta ki 2010’da burası tekrar boşaltılana dek. Bizim bu alan üzerine ilk çalışmamız 2010'da başlıyor. Bu projeleri birlikte yürüttüğümüz bir mimar arkadaşımız tesadüfen Boğaziçi İmar’da okul projesini görüyor ve fotoğrafını çekiyor. Bu okulun üç boyutlu modelini yapıp, yerine montajladık ve Kuzguncuk’ta her yere astık ki herkes okulun inşa edilmesiyle birlikte bostanın nasıl bir hal alacağını öngörebilsin. Ardından mahalleden itirazlar yükseldi. Biz de burası için ilk alternatif projeyi geliştirdik. Bostanda zaten olagelen bir sürü aktiviteyi biraz daha geliştirip nasıl arttırabileceğimizi araştırdık. Hıdrellez şenliklerinden yazlık sinemaya, doğum günü kutlamalarından çocukların organize ettiği voleybol turnuvasına dek çeşitlenen aktiviteler bunlar. Bunları nasıl çoğaltabileceğimizi soran birtakım broşürler yapıp mahallede dağıttık, daha neler olabileceğini herkesle paylaştık. Çıkan verilere dayanan alternatif projeyi Boğaziçi İmar, Anıtlar Kurulu gibi kurumlara gidip anlattık. Bir yandan da bostanın bostan olarak kalması için hukuki süreç yürüyordu. Öte yandan da bostan mahalleliler tarafından kullanılmaya devam ediyordu. Ardından 2013’te okul projesi Boğaziçi İmar tarafından onaylanıyor, Anıtlar Kurulu tarafından onaylanmayınca bu kez Üst Kurul’a gönderiliyor ve o da hükümetin alt organı gibi çalıştığından hemen projeyi onaylıyor ve

Çevre Komisyonu gönderiyor. Sonradan proje komisyon tarafından iptal ediliyor. Bu da Gezi sürecine paralel bir döneme denk geldi. Diğer birçok etkinlik gibi mahalle forumları da bostanda yapıldı. Burası İlya'nın zamanından beri bostan ve o kimliği sürdürmek ve desteklemek için ekip biçme ile ilgili insanlar da buraya geldiler, burada birtakım ekip biçme faaliyetleri dışında permakültür vs çalışmaları yapıldı. Bu projenin iptal edilmesi ile kiralama süreci arasındaki süreçte burada farklı bir deneyim yaşandı. Herkes bir nevi bostanı işgal etti ve gerilla tarım yapıldı, herkes bir şeyler ekip biçmeye başladı. Herkes kendine göre bir alanın etrafını çevirdi, kimisi baktı, kimisi bakmadı, kiminin ekinleri çalındı vs. İşte bunu deneyimlemek çok şey kattı bize. Fark ettik ki tarım meselesi herkes için birleştirici bir araç olabilir. Sonra 2014 Mart ayında, Vakıflar burayı kiralama ihalesi açtı ve ihaleyi Üsküdar Belediyesi aldı. Biz de o tarihten bugüne dek bir proje üzerinde çalışmaktayız. 2010’da hazırladığımız Alternatif Proje zamanında katılımcı bir sürecin nasıl olabileceğini deneyimledik, insanlarla nasıl bir görsel diyalog kurmamız gerektiğini az çok çözdük. O nedenle 2014’te başladığımız bu yeni projede oranın hayatını gösterecek görseller oluşturduk. Herkesin tahayyülünde olup biten meseleleri biz mimarların

anladığımız anlamda proje gibi değil de kolay anlaşılabilir bir görsellikle ürettik ve paylaştık. Bir yandan mahalle toplantılarında bir yandan yerel gazete Kuzguncuk Postası’nda projeyi yaydık. Belediyenin kiralamanın ardından ilk işi üst setlerdeki ağaçları budamak olmuştu, biz de bu üst setin artık orman vasfı kazanmış bir alan olduğunu onlara anlatmaya çalıştık. Bir yandan ağaç envanteri çıkartırken diğer yandan Tema Vakfı ile belediyeyi yan yana getirdik. Sonuçta üst setleri, yani orman vasfında olan yerleri meyve bahçeleri haline getirme konusunda herkes mutabık oldu. Geri kalan alanlarsa kent bahçeciliği için üretilmiş yaklaşık 100 tane yükseltilmiş sebze yatağının olduğu kısımlar, İlya zamanındaki gibi köy meydanı gibi işleyecek ortak alan, çocuk oyun alanı, kütüphane / kum havuzu gibi işlevlerle organize ettik. Burada yapılan her şeyin doğal malzemelerden ve geçici nitelikte olması en büyük önceliğimizdi. İlya da zamanında burayı hiçbir zaman özel mülk alanı gibi kullanmamış, burayı herkese açmış. İsteyen gidip ihtiyacı olanı alır ve bütçesi kadar bırakırmış. Buradaki bu türden alışverişin kamusal bellekte de bir yeri var. O belleği sürdürecek bir yer olması bizim için önemli. Burada yaşanan gerilla tarım sürecinden çok şey öğrendik. Mekanın herkese eşit bir


Deniz Üçok: Bu bağlamda ilk soruyu tekrar hatırlayabiliriz; kentte tarım mümkün mü? Yemekten muaf olanımız var mı ki gıdayı başkasının eline teslim ediyoruz? Üretebildiklerimiz eksik kalsa bile kentlerde gıda üretimini denemeliyiz.

Ayça İnce: Yetiştirmek göreceli kolay ve birleştirici olanı ama hasadı toplamak ve dağıtmak esas mesele oluyor. Tabi ki bizler normal bir çiftçinin ürünle kurduğu ilişkiyi kurmuyoruz ve aynı emeği vermiyoruz. Üründen başka şeyler de üretme sürecini kurguladıkça bu süreçte bizim canımızı yakacak bir durum yok, ama bir çiftçi için böyle değil. Tüketim sürecini de kurgulamak çok önemli. Bu noktada bir özeleştiri yapmak gerek. Mesele bunu hayatın parçası haline getirebilmek. Gıdaya erişmekte güçlük çeken insanlarla hasadı paylaşmak veya yöntemlerini yaygınlaştırmak da çok önemli bu arada. Öte yandan herkes gıda yetiştirmek zorunda da olmayabilir. Bu nedenle topluluk oluşturarak bunun kurgusunu geliştirmemiz gerek. Herkesi bu zincirin bir parçası haline getirebiliriz. Ek Biç Ye İç'te biz, kendimizi sürdürmek için yetiştirdiğimiz her şeyden çorba, salata ve

yaşayanların oradaki sürekliliğin bir parçası olması ve kendi anılarını biriktirmeye başlaması ki orada bir sahiplenme oluşsun, o yerin değerini bilinsin ve bu deneyimler sürekli aktarılabilsin.

şekilde dağıtılamaması, Kuzguncuk dışından gelenlerin buradaki dinamikleri tam olarak çözemeden hareket etmeleri gibi durumlarda böylesi bir alanın herkesin birbiriyle ilişki kurabildiği bir yer olarak yönetiminin önemini kavradık. Bu, yine de tabi ki güzel bir andı. Herkes gibi biz de bunun geçici bir durum olduğunun farkındaydık, sonuçta bunu görmek bir deneyim. Onun üzerinden şimdi daha fazla katılımın mümkün olabileceği, herkesin eşit haklarda taleplerini karşılayabileceği bir tarımsal faaliyetin nasıl olabileceğini araştırıyoruz. Bostan için planlanan 100 küsur tane alan için Kuzguncuk’ta 300’den fazla kişi başvurdu. Bunun için kura çekilerek o yükseltilmiş yatakları kullanacak olanlar belirlenecek. Şimdi o yaklaşık 100 alan için taahhüt yapılması da gündemde, bunu kullananlar için belirli süreler öngörmek lazım ki daha çok insan yıllar içinde faydalanabilsin. Ya da birileri iyi bakamıyorsa, mevsimsel döngü içindeki gereklilikleri yerine getiremiyorsa devretmek zorunda olmalı ki başkasının hakkı yenmesin. Bostanın kullanımında kendi içinde birtakım etik sorumluluklar oluşmalı ki yaşasın. İlya’nın ölümden şimdiye dek geçen süreçte, eskiden tarım alanı olan şey bugün artık başka bir kimliğe bürünmüş halde. Sadece

ekim biçim yapılan bir yerden çok sayıda kamusal etkinliğe ev sahipliği yapan ve kendine has bir kamusal bellek geliştiren bir yere dönüşüyor. Sonuçta orada yaşlılar belki ekip biçerek değil, yürüyerek oturup dinlenerek vakit geçirmek istiyor, çocuklar bambaşka türlü bu alandan faydalanmak istiyor olabilir. Herkes için burası başka bir anlam ifade ediyor. Birtakım sosyal hareketlilikler için birlikte paylaşılan bir yer haline geliyor. Gidip kitabını okuduğun, tek başına vakit geçirdiğin, yürüyüş yaparak kendini rahatlattığın, köpeğini gezdirdiğin, onu salabildiğin bir yer oluyor. Sonuçta Kuzguncuk’ta yaşayan herkesin farklı ihtiyaçlarına farklı yanıtlar veriyor, hem tekil ve özel hem de ortak ve paralel. Böyle olunca orası sadece bireysel vakit geçirilen bir yer değil, sosyal olarak da yaşamın ekseninin çizildiği bir yer haline geliyor. Bunun içinde tarımsal faaliyet de, gölgesinde oturulan ağaç sayesinde yaşanan doğal bir deneyim de var. Bizim bu projeler üzerine çalışırkenki motivasyonumuz da alanın bostan ve yeşil kimliği sürerken Kuzguncukluların burası ile ilgili beklentilerini, yaşamak istediklerinin karşılığı olacak şeyi burada nasıl sürdürülebilir kılacağımızı bulmaya ve bunun için buraya ne kadar müdahale edilmesi gerektiğini anlamaya çalışmak. Bir kamusal alanında en önemli şey, o yere yer kimliğini veren bütün insanların, orada

Burada Tülay Atabey Onat, ben ve projeye emek koyan diğer mimarlar olarak en büyük avantajımız, tek başımıza hareket etmememizdi. Burada birikmiş olan bilgilerin, belli ilkelerin sorumluluğunu üstlenmeye çalıştık. Buranın bostan kimliğini sürdürmesi herkesin üzerinde hemfikir olduğu bir meseleydi ama bunun ne kadar ya da nasıl olacağı gibi konularda görüş ayrılıkları yaşanıyordu. Mesela buraya aktivist olduğunu iddia eden ve öyle hareket eden ama ne bu mahallenin ne de herhangi bir yerin parçası olmayı bilmeyen birileri gelip de buraya çivi bile çakılmaması, olduğu haliyle kalması gerektiğini söylediler. Ama bunu yaparken de bütün o katılım süreçlerine dahil olmak, onları anlamak ve onlara itiraz etmek değil de gerçekçi olmayan şeyler öne sürerek burada eylem yapmak gibi yollar seçtiler. Oysa Kuzguncuk’un ve bostanın dinamikleri bambaşka. Sonuçta şu an yapılmakta olan, ne tek başıma benim istediğimi yansıtıyor ne de aslında görmek istediğim şeyleri barındıyor. Belki de kimsenin tüm detaylarıyla görmek istediği gibi değil ama herkesin ortak olarak kabul edebileceği bir düzeyde; temel ilkeleri olan ve onu sürdürürken müşterekleri koruyan bir düzeyde… Buradaki ana derdimiz, buranın bostan ve yeşil kimliğini korurken; buraya okul yapılmaması ve alanın Kuzgunucluklular için kamusal niteliğini sürdürmesi. Burası bireysel olarak, mülkiyet olarak kimseye ait değil, herkese ait. O nedenle bostan kimliğine zarar vermeden her şeyin sökülüp takılabilir olduğu, gerektiğinde oranın bir parçası olabilecek şekilde doğal olduğu bir kurgu oluşturmaya çalıştık. Bu perspektiften bakıldığında kapının öyle ya da böyle olması veya küçük detayların nasıl olduğu önemsiz kalıyor.

41 XXI - NİSAN 2015

Burcu Serdar Köknar: Gıda birleştirici bir şey. MEF Üniversitesi'nde ders programını tartışırken bir yandan üretimin içinde olan tasarımcılar da yetiştirmemiz gerektiğini düşünüyordum. Mimarlığı bu üretimden koparmamak lazım, daha bütüncül düşünmeliyiz. Bunları adım adım mimari tasarım

stüdyosunda tartışmaya başladık. "Biz kimiz, üretiyor muyuz?" gibi sorular sorduk. “Sadece tüketiyoruz” gibi cevaplar geldi. Üretme konusunda öğrenciler inanılmaz heyecanlandı. 15 gün önce tohum toplamaya başladık, herkes en yakınlarından tohum araştırmaya başladı ve bir sürü şey çıktı. Anneannem, babaannem ne kadar çok şey biliyormuş diye şaşırdılar. Dün İzmir'deki Yerel Tohum Derneği’nden üniversiteye bir paket geldi. Paketi alan güvenlik görevlisi ne olduğunu sordu bana, ben de tohum olduklarını söyledim. Çiçek değil de meyve sebze ekeceğimizi duyunca çok heyecanlandı ve o da üretime katılmak istedi ve onlarla birlikte de çalışacağız. Okulda terasların kullanılması için izin de aldık. Bu süreçte de karşılaştığımız kişiler çok heyecanlandı. Bu olaylarla birlikte gördüm ki gıda inanılmaz bir birleştirici.

KENTSEL TARIM

topraktan haz duyan ve bisikletlerine binen eğlenceli insanlar başı çekiyor. Öte yandan tıpkı Akmerkez örneğinde olduğu gibi kapitalist düzende daha başka konuları konuşan insanlar var. Biraz farklı bir açıdan baktığımızda bu süreçler birbirini değillemeyen, birbirine paralel giden durumlar. Bence Gezi'nin mucizesi de buydu, bambaşka insanlar yan yana gelebildi. Öte yandan toprak, su, güneş gibi olmazsa olmaz müştereklerimiz var. Bu konulara ilk girdiğimde herhalde su üzerine de tartışmayız zannediyordum ama öyle olmadı. Müştereklerimize giden yolda birçok farklı yöntem var, buna ek olarak farklı yapılanmalar ve iş tutuş biçimleri de devreye girince ortak musterekte henüz buluşamadığımızı gözlemliyorum. Burada bile bir kibir ve iktidar derdi oluşmuş. AVM’leri sevmesek bile şunu söyleyebiliriz: AVM'lere teras bahçeler çoktan yapılmışsa o bahçeleri yenilebilir bahçelere çevirebiliriz. En azından orada çalışanlara faydalı bir durum olur. Yaşamın farklı katmanlarından insanlar bir araya gelerek birbirlerinden bir şeyler öğrenebilirler. AVM’yi gezmeye gelen insanla orada çalışan mavi hatta beyaz yakalının ortaklaşa bir alanı olarak yaşayabilir.


Oysaki bir ürün yetiştiren çocuk, böyle bir hayal kırıklığı yaşadığında bu sürecin farkına varabilir ve bir şeyleri mesele haline getirebilir. Kendi kendine sürecin bir bölümünün sorumluluğunu sahiplenebilir. Hasibe Akın: Kentin taleplerinin değişmesiyle kırsalın da cevapları değişebilir. Şehir en kalabalık olduğumuz nokta ve buradaki ortak dertler çok çabuk yayılabilir, gerçek dönüşümün kentlerden hatta lüks sektörün taleplerinin dönüşmesinden başlayacağına inanıyorum. Yine de bunu sadece kendi başımıza yapamayız, yapmamalıyız. Kırsaldaki bilginin değeri bilinmedi pek, yok oluyor hızlı hızlı. Bu bilgiyi “permakültür” adı altına maal etme ile ilgili eleştiriler var.

“Kentin taleplerinin değişmesiyle kırsalın da cevapları değişebilir. Şehir, en kalabalık olduğumuz nokta ve buradaki ortak dertler çok çabuk yayılabilir.” hasibe akın dürüm yapıp satıyoruz. Bu noktada pazarlamacı mantığını başka bir yol için devreye sokmalıyız.

NİSAN 2015 - XXI 42

KENTSEL TARIM

Burcu Serdar Köknar: Mesela bizim üniversitenin eğitim fakültesi yakınımızdaki Ayazağa Ortaokulu’na ders vermeye gidiyor, mimarlık bölümü de işbirliği yapıyor. Buralarda da etkileşim kurmamız gerekiyor, yeni mekanizmaları tetikleyebilmek için. Oradan da bir şeyler öğrenmeliyiz, bilgi alışverişi gerçekleştirmeliyiz. Dönebilir mekanizmaları çalıştırmak lazım. Hakan Gönül: Mesele sadece hasadın toplanması ve dağıtılmasında da bitmiyor. Bostanlar aslında kış bahçesidir. Ürünler hasat edildikten sonra kışa hazırlık yapılır. Hasat şenliği yapıldıktan sonra kışın gıdası elde edilir, bunun da vurgulanması gerekir. Bir topluluk oluşturmak ve paylaşmak önemli. Ayça İnce: Öte yandan beklediğiniz gibi bir hasat da yapamayabilirsiniz. Bu işin doğasında üzülmek de var. Deniz Üçok: Bence üzülmek kıymetli çünkü o süreci mükemmelmiş gibi kurgulayıp topluluğa sunmaya kalktığımızda aslen yapay bir şeye dönüşüyor.

ek biç ye iç'in bienal etkinliği

“Anneannemin bilgisi” ya da “permakültür” demem arasında benim için hiçbir fark yok. İki senedir üzerine çalıştığım bir proje var. Sonunda tamamlandı. Herkes merakla hayata geçmesini bekliyor artık. Kent içinde, üniversiteden başlayarak bu talebi oluşturmakla ilgili çalışma alanları var projede. Bu permakültür projesini kendi okulum diye önce İTÜ’ye götürdüm. Ne mutlu ki rektörlüğün ve sağduyulu idarecilerin inancı ve desteği çok büyük. Projenin uygulama aşamasında yalnız kalmayacağım bu sefer. Projede çalışmak isteyen alanında uzman kişilerden bir çekirdek ekibi kurdum. Proje başladığında çekirdek ekip ile birlikte kolları sıvayacağız. Devlet üniversiteyiz en nihayetinde, gerekli fon sağlandıktan sonra proje hayata geçebilecek. Amaç, üniversiteyi sağlıklı yerel gıdalarla doyurmak değil; bu alanda kapasite arttırıcı çalışmalar yapmak, talebi artırmak. Amacım bunu İTÜ’den başlayarak gerçekleştirmek. Orada olamazsa başka bir üniversitede gerçekleştirmek niyetindeyim, bakalım. Hakan Gönül: Geçen sene İstanbul’da Dünya Organik Tarım Kongresi’ni yaptık. Orada bir sürü sonuç çıktı. “Organik tarım dünyayı doyurur mu?” sorusunun cevabı fazlasıyla evet. Konvansiyonel tarımla geleneksel tarım arasında yapılan karşılaştırmalara göre geleneksel yöntemin daha bereketli, besin değeri yüksek, dayanıklı, iklim değişikliğine uyumlanabilen ve sürdürülebilir olduğu artık herkes tarafından kabul gören bir gerçek. Sürekli kullanılan bir kavram var: Sürdürülebilirlik. Ancak dünya böyle sürdürülecekse sürdürmeyelim daha iyi. Artık daha onarıcı tarafta olmalıyız. Kentler aslen çok iyi toprak üretebilir, yerel tohumu tekrar döndürebilir, mahalleler küçük aile çiftçilerini destekleyebilir. Bu açıdan kentsel tarım bir nevi onarıcı tarımdır. Burcu Serdar Köknar: Onarıcı, en kritik kelime olabilir. Bütünsel bakarsak çok önemli bir onarıcı kent modeli kurgulanabilir. Kendi kendini dönüştüren örnekler olabilir. Hasibe Akın: Bir yandan kent ritmi, öte yandan ise ekolojik ritim ve bu ikisinin arasında da insan var. Bir insan bu iki modeli de üstlenince garip bir durum ortaya çıkıyor çünkü hızları bambaşka bu iki sürecin. Kent ritmi çok yoğunken ekolojik ritim başka bir döngüde ilerliyor. Ekolojik ritim daha yavaşmış gibi görünse de onu kaçıramazsın, kaçırdığın anda örneğin mahsullerin mahvolabilir.

buğday derneğinin bir etkinliği


Ben bu ikisinin arasında çok kalıyorum. O nedenle herkesin kentsel çiftçiye dönüştüğü bir modelin pek de işleyebileceğini sanmıyorum. Herkes kendi gıdasını, ekmeğini kendisi üretmek istemeyebilir. Onun yerine kendi gıdasını üretmek ve bundan kazanmak isteyen insanlar için bir alan oluşmalı. Hakan Gönül: Ekolojik hayatın çok hızlı bir ritmi vardır, kaçırırsan aç kalırsın, doğa hiç durmaz. Kırsalda yaşayan insanlar gıda üretiyorlarsa yıl boyunca hiç durmazlar, belki aralık ve ocak aylarında anca kısa bir molaları olabilir. Bu nedenle kentte tarım hayal ederken bu işin toplulukla yapılabileceğini de kavramak gerekir.

Ayça İnce: Kentsel tarım bize ümit verebilir, bir ihtiyacı yeniden düşünme çerçevesi oluşturabilir. İstanbul'da kalan bostanları korur ve çevre çiftliklere (örneğin Gümüşdere, Ömerli, Çatalca vb) sahip çıkarsak ve üstüne kentsel tarım sistem ve ilkelerini yaygınlaştırırsak İstanbul'u doyuracağımızı iddia edemeyiz ama yine de elimizden geleni yapmalıyız. Deniz Üçok: Kırsalda üretilen gıdayı kentte tüketip onu kentteki çöp haline getirince kırsaldaki toprak fakirleşiyor. Bir yandan çöp yığınları, diğer yandan fakirleşen toprak yaratıyoruz, üstelik aynı kaynakla. Bu döngünün düzeltilmesi de önemli öte yandan. Hakan Gönül: Derneğimizin kurucusu rahmetli sevgili Victor Ananias “İyi bir geleceğin sırrı iyi niyet tohumlarında saklıdır” der bir videosunda. Gezi'den sonra içinde yaşadığımız bu sistemin çöktüğünün herkes farkında. İklim değişiyor, Türkiye’de yerel yetişen buğdayın %70’ini kaybettik. Kent bahçeciliğiyle yetiştiricilik bilgisini aktarabilirsek ne mutlu bize. Kentin kendini doyurma meselesi için en önemli konuysa kırsalla arasındaki uçurumun dengelenmesi. Çünkü kentselliğin artmasının yanı sıra kırsalı kentleştirme gibi bir tehlike de var. Burcu Serdar Köknar: Bütüncül bakmak önemli. Örneğin biz mimarlar yapı yaparken yapıyı orada öylece kendi kendine duran bir şey gibi algılıyoruz çoğu zaman. Tasarlarken hikaye kurgulamak şeklinde ilerleyen süreçler pek kalmadı. Öyle olunca da sanki her yapma bir bozmaymış gibi algılanıyor. Yapmanın, inşa etmenin ve tasarlamanın kötü bir şey gibi algılandığı bir yön de var ki bu da bir o kadar tehlikeli. Böylesi bir ikilik oluşturulmamalı. Kentsel tarım kentte yapım süreçlerini değiştirebilecek, yeni iletişim mekanizmalarını ve tasarım süreçlerini tetikleyebilecek de bir araç olabilir, ikiliği yaşatmayacak, hikayeleri ve insanı daha çok içerisinde barınıdıran birebir ilişkileri daha çok kuvvetlendirebilecek bir araç. Ayça İnce: Yetiştirdiğimiz ürünleri nasıl ekolojik bir şekilde dağıtacağımız da bir problem. Bir sürü ekolojik geçinen markanın bunu hiç araştırmadığını gördük. Bu nedenle endüstri ürünleri tasarımını çok ilgilendiren bir alan var aslında. Bunları çözemeyince yurtdışındaki bilgi birikimini ithal etmeye çalışıyoruz. Bu tip konuları da zorlayıp yerel çözümler üretmeliyiz.

Hülya Ertaş: Kentsel tarımın yaygın olduğu bir şehir neye benzer? Deniz Üçok: Park ve bahçelerden öte, refüjdeki ağaçların meyve ağacı olduğunu hayal ediyorum mesela. Evlerde kendi ihtiyacımız olan baharatları yetiştirip ortak alanlarda da sebze yetiştirilen birtakım topluluk bahçeleri yapılabilir tabi, dünyada bunların örnekleri bolca mevcut. Fakat bir süredir benim ilgimi çeken ise diğer gözden kaçan alanlar. Yol kenarları bugün gördüğümüz manolya ve bolca ıhlamur dışında kestane gibi uzun ömürlü ve dayanıklı ürün veren ağaçlarla donatılabilir. Bunlar evlerde yetiştirilemeyecek türler olduğu gibi kentlerin acil durumda gıda erişimini de sağlayabilir. Düşünsenize, şu an sokaktaki tüm ağaçların kamuya açık yenebilir türlerle donatıldığı bir kentte açlık diye bir sorun olur muydu? Burcu Serdar Köknar: Estetik algımız da değişebilir. Yapılı çevrenin doğal süreçlerin içerisine geçiştiği bir durum çıkabilir ortaya belki. Mesela şekilci görüntülerden çok döngülerin ürettiği bir estetik anlayışı gelişir mi acaba diye düşünüyorum ben. Ayça İnce: Bilinçli tüketim yaygınlaşır, israf ve su tüketimi azalır. Kuşlar, böcekler, kelebekler çeşitlenir. Kenti başka çalılarla paylaşma güdümüz gelişir. Çocukları iğrenmeden, yabancılaşmadan doğayı gözlemleme ve algılama olanakları veren ortamların sayısı artar. Saygı, sükûnet ve barış çoğalır. Hakan Gönül: Kent insanının sağlıklı gıda ile tüm algısı değişirken su, enerji ve iş gücü de doğru kullanılır. Daha mutlu insan daha mutlu çevre. Hasibe Akın: Yeşille buluşulan mekanlar insanları mutlu da eder. Bu alanlarda istihdam alanları oluşur. İstanbul’da “karın tokluğuna çalışıyoruz” diye bir serzeniş var ya, günden güne de gıda fiyatları artıyor ya... Sağlıklı ve yerel gıda ile ilgili istihdam edilen insanların sayısı arttıkça karın tokluğundan çok daha fazlası geliyor aklıma, işimiz her ne kadar sadece “gıda” imiş gibi görünse de. Doğanın takvimini kabul etmiş, kendisini doğadan ayrı görmeyen insanların üretimlerinin arttığı yeni iş alanları... Bu alanlarda çalışmak istemeyenler, sadece üretilenin tadına bakmak ya da satın almak isteyenler de olacaktır elbet. Bu üretim süreçlerini ve üretimleri gözlemlemek, desteklemek bile mutluluk verici bir şey. Çünkü bir bütünün parçası olduğumuzu hatırlamak demek aslında.

43 XXI - NİSAN 2015

Temel bahçecilik eğitimleri ve ekolojik yaşama giriş eğitimlerini vereceğiz ardından geleneksel yollarla doğaya dost bahçelerin ilk kurulumlarını hep beraber yapıp, kurda, kuşa, aşa diyerek yerel tohumlarımızı toprakla buluşturacağız. Sonrasında bu bahçeler oradaki öğrenci ve öğretim görevlilerinin kontrolünde olacak. Gerekli koşullarda gerekirse uzaktan gerekli desteği vereceğiz. Bu projeyle ileride her mahallesinde bostanların olduğu, görüntü için değil sağlıklı gıda için yeşeren kamusal yeşil alanlarla donatılmış şehirlerin iyi niyet tohumlarını atmanın heyecanını yaşıyoruz.

“Yetiştirmek, göreceli kolay ve birleştirici olanı; ama hasadı toplamak ve dağıtmak esas mesele oluyor. Bu noktada bir özeleştiri yapmak gerek.” ayça ince

KENTSEL TARIM

Buğday Derneği'nin yeni projesi Doğa Dostu Kent Bahçeleri'nin ilk ayağı Tohumlar Kampüse'de, bu işe gönül vermiş, merak eden, yeni yeni deneyimleyen devlet üniversiteli öğrenciler ve öğretim görevlileri ile beraber kendi kampüslerinde kent bahçeleri/bostanları kuracağız. Üniversitelerdeki bu topluluklar beraber toprağa ellerini değdirerek, bir yandan sağlıklı gıda yetiştirme ve erişimi hakkında deneyim sahibi olurken diğer yandan ekolojik yaşamanın yaşanılan yerden bağımsız olduğunu deneyimleyecekler. Somut olarak bir bahçeyi sürdürülebilir kılmak için gerekli takım olma, birlikte iş yapabilme, sorunlar karşısında ortak çözümler bulma gibi çok önemli deneyimler de kazanacaklar.


PEYZAJ TASARIMI - OYUN PARKI - ÇONBURI NİSAN 2015 - XXI 44

fotoğraflar: Wison Tungthunya

İletişimi Yeniden Kurgulayan ÇONBURI’DE YER ALAN OYUN PARKI, EBEVEYNLERIN VE ÇOCUKLARIN OYUN ALANLARINDAKI ILETIŞIMLERINI ELE ALARAK “OYUN” KAVRAMINI YENIDEN TANIMLIYOR. BETON BIR LABIRENT KULESI OLARAK TASARLANAN OYUN PARKI, AYNI ZAMANDA ÇEVRENIN IZLENEBILDIĞI BIR GÖZLEM KULESINE DÖNÜŞÜYOR.

10 KALORI KULESI

supermachıne studıo

Proje, Tayland’daki en büyük inşaat malzeme üreticilerinden biri olan Siam Cement Group'un (SCG) 100. yıl kutlamaları dahilinde inşa edildi. Supermachine Studio ile birlikte üç yerel mimar, toplum yararına kamusal alan tasarlamaları için davet edildi. Üç projenin de sponsorluğunu SCG üstlendi. Bangkok’un doğusundaki park, merkeze 100 km uzaklıkta yer alan sahil kenarındaki kamusal alanda konumlanıyor. DBALP’ın tasarladığı kütüphane, DEPT’in tasarladığı çok amaçlı pavyon ve Supermachine Studio’nun tasarladığı oyun parkı olmak üzere üç proje de aynı bölgede yer alıyor.

Tasarım süreci, çocukların etkin olarak kullandığı ve ebeveynlerinse alanda pasif kaldığı geleneksel oyun parklarını sorguluyor. Aileler ve çocuklar aynı alanı kullanmalarına rağmen iletişimleri zayıf. Oyun parklarını, bireylerin birlikte zaman geçirdikleri ve aile içindeki ilişkilerin sağlamlaşabileceği yeni bir buluşma alanı olarak tasarlayıp yeniden tanımlayabilir miyiz? Bizim amacımız, yetişkinlerin ve çocukların tırmanma gibi pek çok fiziksel etkinliği gerçekleştirmelerine imkan tanıyan beton bir labirent inşa etmekti. Strüktür, ailelerin ilişkilerini yeniden tanımlayabileceği, birbirinden farklı 10 rota çeşitlemesi sunuyor. Saklambaç oynamak ve birini, bir şeyi bulmaya çalışmak, bize göre ebeveynlerin çocuklarıyla daha çok vakit geçireceği bir oyun. Kulenin ismiyse strüktür üzerinde dolanan bir kişinin harcadığı enerji miktarıyla ortaya çıktı. Çünkü normal bir hızla kulenin en altından en üst tepesine çıkan bir kişi 10 kalori harcıyor.


PEYZAJ TASARIMI - OYUN PARKI - ÇONBURI 45 XXI - NİSAN 2015

Kule, sahil şeridindeki ağaç sırasının yanında konumlanıyor. Kulenin içindeki döner merdivenler, parktaki spor faaliyetlerini, etkinlikleri ve deniz manzarasını izlemeye imkan tanıyan bir gözlem kulesi gibi işliyor. Bunun yanı sıra var olan bitki dokusu ve yeni vejetasyon kulenin üzerine tırmanabiliyor. Zaman içerisinde strüktür, ağaçların yaprakları arasında kamufle olacak ve kullanıcıların yukarı - aşağı yolculuk ederek “yeşil”le kurdukları iletişimlerini araştırmalarını sağlayacak.

proje yeri: Bangsaen, Çonburi, Tayland peyzaj tasarımı: Supermachine Studio tasarım ekibi: Pitupong Chaowakul, Sujinda Khawkam, Kasidis Peuktes, Mint Mintly tasarım yılı: 2013 bitiş tarihi: 2014 işveren: Siam Cement Group (SCG)


PEYZAJ TASARIMI - OYUN PARKI - ÇONBURI NİSAN 2015 - XXI 46

oluşum diyagramı

maket giriş sayfasında Labirent içine yakın bakış önceki sayfada solda: Dolaşım kurgusu en üstte sağda: Yeşil alan kullanımı sağda ortada: Merdiven sistemi altta: Park ve yakın çevresinin kullanımı bu sayfada üstte: Labirent ve zemin ilişkisi üstte sağda: Labirent içindeki farklı dolaşım rotaları pıtupong chaowakul Chulalongkorn Üniversitesi mimarlık fakültesinde gördüğü mimarlık eğitiminin ardından 2003 yılında Rotterdam’daki Berlage Mimarlık Fakültesi’nde yüksek lisans eğitimini tamamladı. Şu anda 2009 yılında kurduğu Supermachine Studio’da çalışmalarına devam ediyor.

görünüş



YAPI - OFİS KULESİ - İZMİR NİSAN 2015 - XXI 48

fotoğraflar: Yerçekim (Orhan Kolukısa, Ömer Kanıpak)

Rüzgarla Şekillenen KREATIF MIMARLIK’IN TASARLADIĞI, GÜNEŞLENME VE RÜZGAR KOŞULLARINA GÖRE BIÇIMLENEN İZMIR’DEKI BAYRAKLI TOWER, BÖLGENIN ILK YÜKSEK YAPISI. OFİSLE BİRLİKTE SOSYAL VE TİCARİ ALANLARIN YER ALDIĞI BAYRAKLI TOWER, İZMİR'E YUKARIDAN BAKIŞ SUNUYOR.

BAYRAKLI TOWER

kreatif mimarlık

Bornova'nın hemen doğusunda, Ankara Caddesi üzerinde yer alan Bayraklı Tower, İzmir Körfezi'ne ve metro hattına yakınlığı ile oldukça cazip bir konumda bulunuyor. Bayraklı Tower bölgedeki ilk yüksek yapı. Bu nedenle kulenin kütle tasarımında etrafındaki kent dokusuna etki eden hakim rüzgar ve güneşlenme koşullarını değiştireceğini göz önünde bulundurduk. Rüzgar analizlerinin sonucunu, binanın önünden geçen ve yoğun şekilde kullanılan karayolunu ve onun gürültüsünü de dikkate alarak kuleyi yoldan olabildiğince geriye konumlandırdık. Rüzgar analizlerine göre kulenin formunu oluşturduk.

Bayraklı Tower’da çalışanların ve tüm İzmirlilerin kullanabileceği sosyal ve ticari alanları akılcı bir tasarımla mümkün olanın iki katına çıkarmayı amaçladık. İleride oldukça etkin bir yaya ve ulaşım aksı olacağı şimdiden belli olan bu caddedeki yayalar için sokak kotunda geniş cepheleri ile büyük mağazaların yer alacağı bir alan ayrıldı. Kaldırım sınırından oldukça geriye çekerek yarattığımız küçük meydanın caddede çok önemli bir toplanma ve buluşma mekanı olmasını öngörüyoruz. Zemin kotun üstündeyse yine hem ofis bloğunda çalışanlara hem de tüm İzmirlilere açık olan yemek alanlarının yer aldığı sosyal kat bulunuyor. Bu katın uzantısı olan teras ise insanları karayolunun gürültüsü ve karmaşasından uzaklaştıran kısa süreli bir dinlenme alanı olarak tasarlandı. Oldukça geniş olan bu teras alanında farklı eğimli yüzeylerle daha dinamik ve kısmi olarak yeşillendirilen yapay bir topoğrafya yarattık. Bu eğimli yüzeyler aynı zamanda zemin kattaki


YAPI - OFİS KULESİ - İZMİR 49 XXI - NİSAN 2015

mağazalarda daha geniş ve sıra dışı bir iç mekan yaratılmasına imkan verdi. Bodrum katlarındaki 290 araçlık otoparktan doğrudan ulaşılabilen ofis bloğu, projenin en önemli unsuru. Oldukça rasyonel bir taşıyıcı sisteme sahip olmasına rağmen kiralanabilir ofis alanlarını farklı büyüklüklerde farklı çeşitlemelere imkan verecek esnekliğe sahip şekilde planladık. Her ofisin küçük bir mutfak birimi ve banyoya sahip olduğu Bayraklı Tower'da kiracılar İzmir'in sıcak ikliminde duş imkanına ve kendi ofis alanlarına ait bağımsız klima sistemine sahip olabiliyorlar. Ofis kiracılarına hizmet edecek şekilde tasarlanan spor salonunu, toplantı ve seminer odalarını tüm kiracılar tarafından ortak kullanılabilir mekanlar olarak kurguladık. Ofis bloğunun cephesi, dikdörtgen

prizmanın alışıldık kütlesini deforme eden bir yaklaşımla ele alındı. Bu eğik yüzeyler aynı zamanda iç mekanlarda akustik bir yarar da sağlıyor. Giydirme cam cephelere asılı yatay bronz renkli metal bantlar ise İzmir'in sert güneş ışığının süzülerek içeri kontrollü bir şekilde alınmasını sağlıyor. Kuledeki bu güneş kırıcı yüzeyler güney, doğu ve batı cephelerinde sık bir şekilde yer alarak güneş ışığını kontrollü bir şekilde içeri alırken kuzey cephede gittikçe seyrekleşerek tamamen yok oluyor. Doğuşundan batışına dek güneşin tüm hareketine şahit olan üç cephedeki güneş kırıcıların bu değişken dokusu aydınlatma senaryosuna da referans veriyor. Güneşin batışından doğumuna kadar geçen süre içinde otomasyonla kontrol edilen yatay ışık bantları bir döngü içinde kütlenin etrafındaki ışık şiddetini azaltarak bu senaryoyu gece de canlandırıyor.

karşı sayfada Yapıya genel bakış bu sayfada en üstte solda: Cepheye bakış üstte solda: Değişken cephe örüntüsü üstte: Kuleden bir görünüm


YAPI - OFİS KULESİ - İZMİR NİSAN 2015 - XXI 50

aydınlatma eskizi

plan eskizi

aydınlatma tasarımı

kullanım eskizi

aydınlatma eskizi

yapıya giriş ve cephe eskizi


YAPI - OFİS KULESİ - İZMİR 51 XXI - NİSAN 2015

karşı sayfada üstte solda: Cephe aydınlatmasına bakış üstte sağda: Çizgisel aydınlatma tasarımı bu sayfada üstte solda: Açık alan ve yapı ilişkisi üstte: Bekleme alanı solda: Hareketli duvar sistemi


vaziyet planı

1. kat planı

kesit

NİSAN 2015 - XXI 52

YAPI - OFİS KULESİ - İZMİR

zemin kat planı

2. kat planı tasarım ekibi: A.Volkan, S.Cengiç, O.Arat, E. Ilıcalı, M.Turunç yer: İzmir proje tarihi: 2010 - 2011 inşaat tarihi: 2011 - 2012 işveren: Kavuklar A.Ş. - Miray İnşaat kapalı alan: 40.000,00 m2 statik proje: Barma Mühendislik mekanik proje: RLC Elektrik elektrik projesi: ÖĞE Mühendislik peyzaj projesi: AN Peyzaj cephe danışmanı: AXIS Facades aydınlatma danışmanı: Studio Lightning Design

selim cengiç 1971 yılında İstanbul'da doğdu. 1989 yılında Nişantaşı Anadolu Lisesi'ni, 1994'de İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi mimarlık fakültesi mimarlık bölümünü bitirdi. Eğitimi süresince Tabanlıoğlu Mimarlık, Arolat Mimarlık, Tekno İnşaat ve Ertem Ertunga Mimarlık'ta çalıştı. 1995 yılından beri çalışmalarını kurucusu olduğu Kreatif Mimarlık'ta sürdürürüyor.

aydan volkan 1969'da İstanbul'da doğdu. 1992'de İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi mimarlık fakültesi mimarlık bölümünü bitirdi. 1995 yılına kadar Ertem Ertunga Mimarlık'ta çalıştı. 1996 yılından beri Kreatif Mimarlık'ta çalışmalarını sürdürüyor, aynı zamanda İstanbul Serbest Mimarlar Derneği yönetim kurulu üyesi.



YAPI - BELEDİYE BİNASI - İSTANBUL NİSAN 2015 - XXI 54

fotoğraflar: Cemal Emden

Kesişen Düzlemler BORAN EKINCI MIMARLIK VE HAKAN DALOKAY MIMARLIK'IN ORTAK TASARIMI OLAN ŞIŞLI BELEDIYE BINASI, KARMAŞIK IŞLEV AĞINI ÇÖZEBILMEK ADINA SADE BIR PLAN KURGUSU ÜZERINDEN GELIŞTIRILMIŞ. BINA DIŞINDA FARKLI KOTLARI BIRLEŞTIREN DOLAŞIM AĞIYLA YAPININ BÜTÜNSEL OLMASI AMAÇLANMIŞ.

ŞIŞLI BELEDIYE BINASI

boran ekinci mimarlık hakan dalokay mimarlık

bina olduğundan daha alçak algılanıyor ve zarafet kazanıyor.

Şişli Belediyesi Hizmet Binası doğrusal bir ana strüktür ile bu strüktürü çevreleyen yeşil bir kabuğun ilişkisi içinde ortaya çıktı. Yeşil kabuğun kırılan yüzeylerini, yapının çevresiyle olan bağlantılarını görsel ve işlevsel açıdan güçlendirecek şekilde tasarladık. Bu bağlamda belediye binası çevresinde hareketli bir dolaşım sistemi oluşturmak istedik.

Dörder metre yüksekliğindeki üst katlarda ise bina strüktürünü sürekli bir gölgeleme sistemiyle çevreledik. Gölgeleme sistemi, eksenlerinde hareket eden panellerden oluşuyor. Bu sayede binada hem enerji tasarrufu sağladık hem de cephelere hareketlilikle birlikte kütleye hafiflik kazandırdık. Yapının önemli bir avantajı plan kurgusunun sadeliği oldu. Alt katlarda tercih edilen L plan ile üst katlarda tercih edilen iki yandan çekirdekli doğrusal plan, oldukça karmaşık bir işlev programına sahip olan binaya algı netliği ve kullanım rahatlığı sağladı.

Yeşil kabuğun kırılarak farklı kotları birbirine bağlayan yüzeyleri sayesinde yapının zemin üzerindeki toplam 12 metre yüksekliğindeki ilk iki katı topografyanın bir parçası haline geldi. Böylece belediye binasının giriş bölümüyle halkın kullanımına açık alanları görsel olarak üst katlardan ayrılırken

Yapının iç mekanlarında galerili ve köprülü bir dolaşım sistemi tercih ettik. Ana dolaşım hattının yan akslarını yer yer boşaltarak galeriler oluşturduk. Her katta devam eden bu galeriler sistemi sayesinde katlar arası iletişimin yanı sıra dolaşım alanlarında ve iç mekan deneyiminde ferahlık sağlamayı amaçladık.


YAPI - BELEDİYE BİNASI - İSTANBUL 55 XXI - NİSAN 2015


giriş sayfasında Yapıya genel bakış önceki sayfada üstte: Yoldan yapıya bakış altta: Hareketli cephe elemanları bu sayfada sağda: Farklı kotların kesişmesi altta: Alt kottan projeye yakın bakış en altta: Galeri ve köprü en altta sağda: Katlar arasındaki görsel iletişim

NİSAN 2015 - XXI 56

YAPI - BELEDİYE BİNASI - İSTANBUL

mimari tasarım: Boran Ekinci Mimarlık & Hakan Dalokay Mimarlık ekip: Yeliz Tekin Çimen, Deniz Okten, Evren Öztürk, Sasan Sahafi, Handenur Yazıcı Engin, Emre Yiğit işveren: Şişli Belediyesi yer: Şişli proje tasarım tarihi: 2010 inşaat bitiş tarihi: 2013 inşaat alanı: 26,317 m2 statik proje: Gündüz Çetemen elektrik proje: Ali Karadağ - AKC Grup Protim mekanik proje: Aram Keleşyan


zemin kat planı

boran ekinci 1987 yılında ODTÜ mimarlık bölümünden mezun oldu. 1991’de Ankara’da Boran Ekinci Mimarlık Bürosunu kurdu. 1996 yılında İstanbul’a taşındı. Ağırlıklı olarak konut projeleri üretiyor. 2004 yılında Fethiye Marina ile IX. Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde Yapı Dalı – Yaşam Çevresi Başarı Ödülü’ne, 2006 yılında Mecidiyeköy Konut Bloğu ile X. Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde Yapı Dalı Başarı Ödülü’ne layık görüldü.

YAPI - BELEDİYE BİNASI - İSTANBUL

hakan dalokay Mimarlık eğitimini Mimar Sinan Üniversitesi’nden aldı. Mimari proje çalışmalarına öğrencilik yıllarında Vedat Dalokay Mimarlık Atölyesi’nde başladı. 1987 yılında şehir ve bölge planlama yüksek lisansını aynı üniversitenin mimarlik fakültesinde tamamladı. 2003 yılına dek mimari tasarım danışmanlığı yaptı. Ulusal ve uluslararası proje yarışmalarına bireysel ve ekip olarak katılmaya devam ediyor.

57 XXI - NİSAN 2015

1. kat planı

vaziyet planı

2. kat planı

3. kat planı

eskiz


İÇ MEKAN - OFİS - İSTANBUL NİSAN 2015 - XXI 58

fotoğraflar: Cenk Sağman

Hareketliliği Tetikleyen CN MIMARLIK EKIBININ TASARLADIĞI HILTI TÜRKIYE OFISI, MARKANIN DINAMIK VE YENILIKÇI KIMLIĞINI YANSITABILMEK IÇIN FARKLI KULLANIMLARA IMKAN VEREN AÇIK OFIS KONSEPTINE SAHIP. Çıkış noktamızı belirlememizde Türkiye ve Orta Asya Genel Müdürü Mehmetçik Kalay’ın paylaştığı Hilti marka öyküsü, dinamik çalışan profili ve bu doğrultuda yeni ofisleri için hayal ettikleri konsept etkili oldu. Yeni ofisin çağdaş, dinamik, şeffaf tasarımlarla Hilti ruhunu yansıtması gerekiyordu. Bu etkenler, ofisin mimari özellikleri için yol gösterici oldu. Ofisin şeffaf üretim biçimi nedeniyle açık ofis konseptine yöneldik. Yeni ofisin dinlenme salıncaklı, langırtlı, yeni anne bakım odalı, masaj koltuklu açık ofisi, Hilti Group içinde ilk olma özelliğini taşıdığı için bizi ayrıca heyecanlandırdı.

HILTI TÜRKIYE OFISI

cn mimarlık

Günümüzde çalışanların iş yerinde nasıl vakit geçirdiği üzerine yapılan araştırma sonuçlarını da tasarım kararlarımızda dikkate aldık. Zamanın yüzde kırkını masa başında geçiren çalışanlar, geri kalan yüzde altmışlık zamanda ise diğer çalışanlarla

etkileşim halinde. Bu sonuçlar, dinamik çalışma alanlarında ofis içi hareketliliğin gerekli hale geldiğini gösteriyor. Teknolojiyle donatılmış, kablosuz ağla çalışmayı destekleyen ortamlar sayesinde her yerde çalışmak artık mümkün. Bu etkenler mekanın şekillenmesinde etkin rol oynadı. Çalışanların yeni nesil olanaklardan faydalanabildiği, ofis içi trafiği yönetebilen, dinamik ve şeffaflığı öne çıkaran bir planlama hedefledik. Bunu yaparken mekanı tasarruflu kullanmaya özen gösterdik. Hilti, inşaat sektöründe yer alan bir marka olduğu için konseptimizi “yapı” üzerine kurduk ve çok incelikli çözümlerden kaçındık. Brüt beton yüzeyleri olduğu gibi bıraktık. Tüm uygulama detaylarının mümkün olduğunca görünür biçimde çözüldüğü bir yaklaşım benimsedik. Ofisin yüksek tavanı ve ferah alanları mekanı yenilikçi hale getirdi. Ofiste kablosuz teknoloji sayesinde neredeyse tamamı açık, ortak mekanı bol, etkileşime ve çalışırken eğlenmeye olanak sağlayan bir mekanı mümkün kıldık. Çalışanlara ofis içinde farklı


bu sayfada solda: Ofis girişi altta solda: Ofis dinlenme alanları altta: Dinlenme alanları en altta: Çalışma alanları arka sayfada solda: Ofis koridoruna bakış ortada: Sokak sanatı çalışmaları sağda: Ofis koridoru

İÇ MEKAN - OFİS - İSTANBUL

karşı sayfada Ofis koridoruna bakış

59 XXI - NİSAN 2015

düzenlerde çalışabilecekleri istasyonlar ve kişisel alan imkanı sunan herkesin kullanımına açık sessiz odalar ve dinlenme mekanları tasarladık. Çalışanların dinlenme ve eğlenmelerine yönelikse geniş bir mutfak, bir oyun alanı, plug-in istasyonu da barındıran bir etkinlik alanı tasarladık. Yeni annelerin öz bakımlarını yapabileceği, ihtiyaçlarını karşılayabileceği anne bakım ve dinlenme odasında günün yoğunluğundan rahatlayarak uzaklaşmak isteyenler için masaj koltuğu da yer alıyor. Ofisin dekorasyonu sırasında kullanılacak malzemeleri ve tasarımlarımızı çevreye etkileri açısından değerlendirdik. Örneğin, ofis döşemesinin 900 metrekarelik halı olan kısımlarının altındaki yükseltilmiş döşeme kapsülleri daha önce başka binada kullanılmış kapsüllerdi. Bu tercih sayesinde geri dönüştürülebilir malzeme kullanarak doğal ve ekonomik kaynaklardan tasarruf etmiş olduk. Ofis içerisinde ısıtma, soğutma ve havalandırma için üflenen hava, ortalama tavan yüksekliği olan altı

metreden değil, düşey kanallarla daha aşağıya taşınarak yaklaşık dört metreden üfleniyor. Termostatlar ise toplu noktalarda değil mümkün olduğunca ofis içerisine yayılmış şekilde uygulandı. Bu iki uygulama sayesinde ofisteki enerji verimliliği arttırılmış oldu. Halihazırda yüksek dozlu beton dökülmüş tavan ve betonarme kolonlar herhangi bir boya ya da kaplama yapılmadan olduğu gibi çıplak bırakıldı. Bu şekilde hem şantiye sırasında işçiler hem de kullanıcılar zehirli kimyasallara maruz kalmıyor. Ofis içindeki çalışma mobilyaları haricindeki mobilyalar, mümkün olduğunca masif ahşap olarak tercih edildi ve imalatlarında yerli kestane ağacı kullanıldı. proje yeri: Ataşehir, İstanbul tasarım: CN Mimarlık tasarım ekibi: Nihan Sağman & Cenk Sağman işveren: Hilti Türkiye proje tipi: Ofis statik projesi: Temel Sağman proje başlangıç-bitiş tarihi: 2013-2014 inşaat başlangıç-bitiş tarihi: 2014 toplam inşaat alanı: 1300 m2


İÇ MEKAN - OFİS - İSTANBUL NİSAN 2015 - XXI 60

nihan sağman Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi mimarlık bölümünü bitirdi. Ardından İTÜ restorasyon bölümü yüksek lisans programından mezun oldu. Cenk Sağman ile birlikte Mimera Mimarlık’ı kurdu. Ardından çalışmalarına 2006-2009 yılları arasında üç ortak olarak kurdukları Ara Mimarlık bünyesinde devam etti. 2009-2010 yıllarında Turgut Alton Mimarlık bünyesinde Katar'da çalıştı. 2010 yılında Seferihisar'a yerleşti ve Cenk Sağman ile CN Mimarlık ofisini kurdu.

kat planı

duvar tasarımı

asma kat planı

cenk sağman Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi mimarlık bölümünden mezun oldu. Nihan Sağman ile Mimera Mimarlık’ı kurdu. Ardından 2006-2008 yılları arasında ortaklarından olduğu Ara Mimarlık’ta mimarlık çalışmalarına devam etti. 2008-2010 yıllarında Turgut Alton Mimarlık bünyesinde Katar'da çalıştı. 2010 yılında kurulan CN Mimarlık çatısı altında profesyonel hayatını sürdürüyor.



Akışı Kolaylaştıran SAMSUN’DA YER ALAN SAMPA OTOMOTIV MERKEZ OFISI, ŞIRKETIN GÜNCELLENEN PROFILIYLE BIRLIKTE YENILIKÇI BIR GÖRÜNÜM VE DINAMIK MEKANLAR HEDEFLENEREK TASARLANMIŞ. Sampa Otomotiv, dünya otomotiv sektörünün önde gelen markalarının ürünlerini kullanan üretici firmalardan biri. Samsun’da yeni inşa edilen depo alanı içindeki üç katlı ofis binasını firmanın merkez ofisi olarak tasarladık.

NİSAN 2015 - XXI 62

İÇ MEKAN – OFİS – SAMSUN

fotoğraflar: Murat Tekin

Firmanın yeniden yapılanmasıyla birlikte genç yöneticiler için yenilikçi, dinamik, modern ve şık bir ofis binası talebi tasarımın çıkış noktasıydı. Geometrik ifadeler, farklı açılar ve temiz bitişli keskin hatlarla şirketin dinamizmi ve yenilikçi bakışı vurgulanırken ahşap kaplamalar, seçilen mobilyalar ve aksesuarlarla sıcak ve misafirperver bir atmosfer hedeflendi. Çalışanlar için konforlu bir iş ortamı, yöneticiler için şık, rahat ve işlevsel yönetici katı, seminerler için konferans salonu ve firmayı sık sık ziyaret eden yabancı müşteriler içinse şık bir karşılama alanı ve özel çalışma odaları hedefleyerek tasarıma başladık. SAMPA OTOMOTIV MERKEZ OFISI

gönye proje tasarım

Sampa Otomotiv Merkez Ofisi üç kattan oluşuyor. İşlevlerin ilişkisi şirket yöneticileriyle birlikte şirketin iş

akışına göre belirlendi. Birbiriyle ilişki içinde olan bölümleri bir araya yerleştirdik. Açık ve kapalı ofisleri yine çalışanların ihtiyaçlarına göre planladık. Giriş katta üç kat yüksekliğinde avlulu bir lobi ve karşılama bankosu kullanıldı. Güvenlikten içeri geçmeden de kullanılabilecek genel bir toplantı odası, hemen lobinin solunda konumlanıyor. Lobi, bir toplantı esnasında fuaye olarak da kullanılabilecek şekilde geniş bir alana sahip. Lobinin sağ tarafında yine güvenlikli geçiş öncesi bir bekleme / lounge alanı mevcut. Giriş katın orta bölümünde açık ofis ve toplantı odaları, arka bölümde ise ofis çalışanları için bir kafe tasarladık. Orta kat, tamamen açık ofis olarak işlevlendirildi. En üst kat, konferans salonu ve yönetici bölümünden oluşuyor. Yönetici bölümü kendi içinde sekreterya, üç ayrı yönetici odası ve iki adet yönetici misafir odası içeriyor. Konsepti oluştururken firmanın logo rengi olan maviyi ofisin genelinde doğru oranlarda kullanmayı amaçladık. Zemin ve tavanda kullanılan malzemelerin renk tonlarında maviyle uyum sağlayacak bir renk çalışması yaptık. Bu nedenle otomotiv sektörüne ve firmanın maskülen tarzına uygun gri tonlar ile antrasit tercih ettik. Soğuk gri tonlarını dengelemek için bölgesel olarak doğal amerikan ceviz kaplama kullandık.



giriş sayfasında Giriş ve galeri ilişkisi bu sayfada sağda: Yapıya genel bakış altta: Üst kattan geleriye bakış altta sağda: Cam ve ahşabın birleşimi en altta: Bekleme alanı en altta sağda: Cephe aydınlatması

NİSAN 2015 - XXI 64

İÇ MEKAN – OFİS – SAMSUN

son sayfada solda: Korkuluk detayı sağda: Duvar kaplama detayı



NİSAN 2015 - XXI 66

İÇ MEKAN – OFİS – SAMSUN

zemin kat planı

2. kat planı

zemin ve duvar kaplamaları: AGK Halı, Taşça Mermer, Dendro Parke, Designo Duvar Kağıdı özel imalat ahşap işleri: Odabaş Mobilya özel imalat döşeme işleri: Atölye Kanepe yönetici odaları: BMS Mobilya açık ofisler: Nurus Mobilya cam bölücüler: Inart Bölme Sistemleri sarkıt armatürler: Haaz ankastre armatürler: Stilas Aydınlatma cephe aydınlatmaları: Tepta Aydınlatma vıdeo-audıo sistemler ve networkıng: Avitec gönül ardal Mimar Sinan Üniversitesi mimarlık fakültesi iç mimarlık bölümünde lisans eğitimine başladı. 2000 yılında eğitimini tamamlayıp çeşitli mimarlık firmalarında iç mimar olarak çalıştı. Altı yıl boyunca üç ortaklı bir şirketin ortaklarından biri olarak birçok proje ürettikten sonra bu firmadaki ortaklığından ayrılarak Yelin Evcen ile birlikte kurdukları Gönye Proje Tasarım'da iç mimarlık mesleğini sürdürüyor.

yelin evcen 1993 yılında başladığı İTÜ mimarlık fakültesi mimarlık bölümünden 1997 yılında mezun oldu. 1997 yılından 2004 yılına kadar farklı firmalarda çeşitli konut ve ofis projelerinin tasarım ve uygulama aşamalarında görev aldı. 2004 yılında Gönül Ardal ile beraber Gönye Proje Tasarım Mimarlık'ı kurdu.

kesitler



İÇ MEKAN - GİRİŞ HOLÜ - İSTANBUL NİSAN 2015 - XXI 68

fotoğraflar: Koray Kala

Bütünleşik Parametrik ARCHIVE+LAB’IN TASARLADIĞI SUN PLAZA GIRIŞ HOLÜ, BIRBIRINI TAMAMLAYAN PARAMETRIK VE ASIMETRIK TASARIM DETAYLARINA SAHIP.

SUN PLAZA

archıve+lab

Sun Plaza, 2005 senesinden bu yana inşaat kalitesi güvenliği, yenilikçi vizyonu, geniş ve ferah giriş, lobi ve ortak alanları ve teknoloji sistemleriyle kullanıcılarına hizmet veriyor. 2014 senesinde tasarladığımız lobi ve ortak alanların tasarımında yapısöküm düşüncesinden ve parametrik çizgilerden ilham aldık. Projede parametrik mimarinin temelini oluşturan prensiplere sadık kaldık. Cam, ahşap, doğal taş, peyzaj elemanları ve metal gibi farklı malzemeleri, teknoloji ve kaliteli işçilikle sentezleyerek basmakalıp iş merkezi tasarımlarından sıyrılmış bir mekan yaratmaya çalıştık. Bu bağlamda proje detaylarından kullanılan malzemelerin uyumuna, uygulama teknolojisinden sürdürülebilir mimari detaylarına kadar farklılık yaratmaya çalıştık.

Giriş cephesi, dikey bitkilendirmeye sahip. Projenin en dikkat çeken unsurlarından olan tropikal bitkilendirmeyle tamamlanan giriş cephesi, bina girişinde bulunan asimetrik parametrik biçimde tasarlanan doğal ahşap giriş saçağıyla bütünleşerek giriş alanını tanımlıyor. Bina zemininden kopup yükselerek belirginleşen karşılama alanıysa parametrik biçimlerde üretilmiş resepsiyon bankosu ve VIP girişini tanımlayan ahşap ayırıcıdan oluşuyor. Ayırıcının yarı dolu tasarımı ve bankonun kütlesel malzemesi mimarinin doluluk - boşluk ilkesinden ilham alıyor. Lobide bulunan parametrik biçimlerde tasarlanan kütlesel bitki adasındaki tropik bitkilerse lobinin giriş cephesini kaplayan dikey bitkilendirmeyle bütünleşiyor. Bina çekirdeğine bağlı olan asimetrik alın, asansör holünün çıkışındaki turnike alanını tanımlarken çekirdeği kaplayan mevcuttaki doğal patlatma taş ve yenileme sırasında eklenen eğrisel formlardaki


bu sayfada en solda: Giriş mekanına bakış solda: Parametrik resepsiyon bankosu altta: VIP girişini gösteren ayırıcıya bakış en altta: Bitki adaları ve lobi

İÇ MEKAN - GİRİŞ HOLÜ - İSTANBUL

karşı sayfada Giriş mekanı

69 XXI - NİSAN 2015

güven yalın 2008 senesinde Lefke Avrupa Üniversitesi iç mimarlık bölümünden mezun oldu. Lisans eğitiminin ardından mimari ofislerin proje ve uygulama kısmında çalıştı. Çalışmalarına Archive’de devam ediyor. çağla daş Bilkent Üniversitesi kentsel tasarım ve mimarlık bölümünden mezun oldu. 2010 senesinde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi iç mimarlık bölümünde yüksek lisans eğitimine başladı. 2012 senesinde Archive’ı kurdu. kutay yorulmaz 2008 senesinde Bilkent Üniversitesi iç mimarlık bölümünden mezun oldu. Mimari ofislerin proje ve uygulama kısmında çalıştı. Çalışmalarına Archive’de devam ediyor.

doğal ahşap kaplama malzemeleri arasında bir mimari geçiş elemanı görevinde. Yenileme sırasında eklenen ve çekirdeği saran diyagonal kesimli eğrisel cam kabuk, eski ve yeni malzemelerin uyumunu sergileyen bir vitrin gibi. Lobinin asma katında ve çekirdeğin iki yanında bulunan diyagonal kesimli eğrisel cam korkuluklar da cam kabuğu binanın yan cephelerine taşıyarak bütünlüğü sağlıyor. Lobinin tavan döşemesindeki kaset yapıyı örten parametrik çizgilerde tasarlanmış yeni kabuk, eski yapının üzerini sarıyor ve eskiyeni ilişkisini vurguluyor. Bina çekirdeğinin yan cephelerinde, cam kabuğun aynı eğrisel - parametrik formlarda doğal ahşap kabuğa dönüşümü ve bu kabuğun giriş katla asma katta incelerek asansör hollerini sarması devamlılığı çağrıştırıyor. Asansör ve merdivenlerini sövelerin üzerinde konumlandırılan belirteçler, CNC kesimli dolgulu traverten ile tasarlandı.


NURUS, PASSENGER TERMINAL EXPO 2015'E KATILDI

NİSAN 2015 - XXI 70

SEKTÖR HABERLERİ

Nurus, 10-12 Mart tarihleri arasında Paris'te gerçekleştirilen terminal yönetimi, tasarım, güvenlik ve havacılık teknolojileri üzerine dünyanın en önemli uluslararası fuarı olan Passenger Terminal Expo'da yeni terminal koltuğu ve anahtar teslim bekleme alanı çözümlerini sergiledi. Nurus'un ihtiyaca yönelik terminal çözümleriyle havalimanlarındaki bekleyişleri en rahat hale getiren, yolculara konfor, şıklık ve kaliteyi bir arada sunan ürünleri Passenger Terminal Expo'da ziyaretçilerin ilgisini ve beğenisini kazandı. Nurus şimdiye dek yurtiçinde

İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı, Antalya Uluslararası Havalimanı ve Bodrum Uluslararası Havalimanı, yurtdışında ise Türkmenistan’da Türkmenbaşı Havalimanı, Üsküp’te Alexander the Great Havalimanı ve St Petersburg’ta Pulkovo Havalimanı terminal çözümlerinde anahtar teslim proje hizmeti sundu. Fuarda her yıl yerini alan Nurus, yeni terminal koltuğu ve lounge ürünlerini sergiledi. Havaalanındaki bekleme sürelerini konfor ile buluşturan yumuşak döşemesi ve eğimli sırt fontu ile kullanıcılarına yolculuk öncesi

VESTEL LED AYDINLATMA YOL ARMATÜRLERİYLE İSTANBULLIGHT'TA Vestel LED Aydınlatma, 16-19 Nisan tarihleri arasında İstanbul Expo Center’da düzenlenecek olan İstanbulLight Aydınlatma Fuarı’na katılıyor. Vestel LED Aydınlatma, Manisa’daki üretim üssü Vestel City’de tasarladığı ve ürettiği 40’ı aşkın ürün grubunu 150 m2’lik stantında sergiliyor. Türkiye’deki LED dönüşümünde etkin bir role sahip olduklarını belirten Vestel LED Aydınlatma Satış Pazarlama Müdürü Tunç Göz şunları ifade etti: “İstanbulLight’a 40’ı aşkın sayıda ürün grubuyla katılıyoruz. Yeni piyasaya çıkardığımız High Efficiency Ephesus serisi ürünlerimiz bu fuarda ön planda yer alacak. Bu armatürler 145lm/W etkinlik düzeyiyle piyasadaki eşdeğer LED aydınlatma ürünlerine göre yüzde 30 daha fazla enerji tasarrufu sağlayarak rekortmenliği elinde bulunduruyor.” Cree marka LED çiplerle üretilen ve 145

lm/W verimliliğe sahip yeni yol High Efficiency Ephesus Yol Armatürleri, projelerde dikkat çekmeye başlarken; Cree Türkiye ve Ortadoğu Satış Müdürü Mehmet Gebeş ise konu ile görüşlerini şu şekilde paylaştı: “Cree olarak yeni ürünümüz XP-L’in LED aydınlatma dönüşüm sürecinde büyük bir adım olduğunu düşünüyoruz. Artık yatırım geridönüş süreleri daha kısa olacak ve LED’e geçiş hızlanacak. Vestel ise XP-L’i ürünlerinde kullanarak LED dönüşümünde öncü firmalardan biri olduğunu göstermiş oldu.” Vestel, Türk mühendislerce tasarlanan ve üretilen yerli LED aydınlatma ürünleriyle, Türkiye LED Aydınlatma sektörüne önderlik ediyor. Bunu devam ettirerek dünyada da tercih edilen bir marka olmayı hedefliyor. www.vestelled.com.tr

ergonomik bir dinlenme alanı yaratan Caria ve havalimanlarının kurumsal kimliğine uygun bir atmosfer yaratan bir diğer bekleme koltuğu çözümü Penta, 3-6 kişi arasında değişen oturma alanlarında renk ve malzeme esnekliği ile fuarda beğeni topladı. Bekleme alanı mobilyası olarak Ece-Oğuz Yalım tasarımı Stone, kullanıcılarına rahat ve ergonomik bir oturma alanı sunuyor. İkonik tasarımı ve renk seçenekleri ile Waves, retro çizgileri ile bekleme salonları ve yaşam alanlarına samimiyet ve sıcaklık getiren Edgar, doğa ve modern işlevsellikten ilhamla tasarlanan

Chiara ve İsveç’teki nehirlerin oluşturduğu hareketli, canlı ve değişken manzaradan ilham alınarak tasarlanan Vika fuarda ilgi çeken diğer ürünler arasında yer aldı. Nurus fuar kapsamında ayrıca çalışma alanları için tasarladığı teknoloji entegreli Isola, yenilikçi düşüncelerin ortaya çıkacağı canlı ve enerjik ortamlar yaratan Picnic, sade bir görünüm ve kullanım rahatlığı sunan Sema ve Lockers isimli sehpa ve dolap serileri de fuarda sergilenen ürünler arsındaydı. www.nurus.com



SEKTÖR HABERLERİ NİSAN 2015 - XXI 72

STARCOLOR VE PROCOLOR

ACO QMAX

Baumit'in yeni dış cephe boyaları StarColor ve ProColor, sektörün en ileri teknolojisine sahip tesislerden biri olan Gebze fabrikasında üretilen ilk ürünler oldu. Baumit StyleColor dış cephe boyası da tesiste üretilebilen ürünlerden biri. StarColor silikon esaslı, su buharı difüzyonuna açık, nefes alabilen ve yüksek oranda su itici özellikli bir ürün olarak piyasaya sunuluyor. ProColor ise akrilik esaslı, difüzyon kabiliyeti ve su itici özelliğe sahip bir dış cephe boyası. Her iki ürün de örtücülüğü ve uzun ömürlülüğü geliştirilmiş, yüksek kaliteli ve performansları artırılmış ürünler olarak dış cephelere alternatif yaratıyor. Ayrıca Avrupa'nın dış cepheler için en geniş renk kartelasına sahip Baumit Life® renkleri yeni StarColor ve ProColor ile de tercih edilebiliyor.

Yüksek hidrolik kapasite sağlamak için tasarlanan özel drenaj elemanı ACO Qmax, orta yoğunluklu polietilenden (MPDE) imal edildi. Hafif ve sağlam olan sistemde, ekonomik drenaj çözümü sağlamak için kanallar birlikte ya da bağımsız kullanılabiliyor. ACO Qmax yüksek yükler altında çalışabiliyor ve kullanıldığı mekanlarda yüksek akış oranı sağlıyor. Büyük alanlarda uygulanabilen Qmax, yer altındaki boru tesisat işlerini azaltarak hidrolik basınca karşı gerekli drenaj kapasitesi sağlıyor. Her boyut için CE işaretli ve BS EN 1433:2002 sertifikalı F900'e kadar yük sınıfını destekleyen ürün, patentli tasarımıyla kurulum maliyetini en aza indiriyor. Konektörleri ve bitiş kapakları dahil tam bir aksesuar yelpazesiyle basit ve kullanışlı saha uygulamalarıyla eksiksiz bir ürün ailesi sunuyor.

www.baumit.com.tr

www.acoturkiye.com

LUMUNER LED AYDINLATMA SİSTEMLERİ

PLUSWOOD

Aspen Yapı ve Zemin Sistemleri'nin asma tavan sistemleriyle uyumlu, proje konseptine göre özelleştirilebilen LED aydınlatma çözümü Lumuner, işlevselliğinin yanı sıra uzun ömürlü olması ve %70'e varan enerji tasarrufu sağlamasıyla dikkat çekiyor. Standart asma tavan sistemleri başta olmak üzere tüm metal, taşyünü, ahşap, akustik alçı panel asma tavan sistemlerine entegre olabilecek bir seri olarak tasarlanan Aspen’in Lumuner

LED Aydınlatma ürünleri, mimari projelerde yenilikçi ve estetik çözümler sunuyor. LED aydınlatmanın asma tavan plakalarına entegrasyonu ile asma tavan ve aydınlatma çözümleriyle bir bütünlük oluşturan Lumuner LED Aydınlatma ürünleri konferans salonları, eğitim kurumları, oteller, ofisler, alışveriş merkezleri ve havalimanları gibi alanlarda farklılık yaratmayı vaat ediyor. www.aspen.com.tr

BLC Grup, sahip olduğu makine parkuru, deneyim ve teknoloji ile yüksek kalitede üretilen kompozit ahşap panelleri yurtiçi ve yurtdışında PlusWood markası ile piyasaya sunuyor. PlusWood, mobilyadan inşaata, yat tasarımından dekorasyona kadar pek çok farklı sektörde ve projede bölücü ara duvar olarak kullanılıyor. PlusWood ürünlerine CNC makinalar ile istenilen özel şekiller verilebiliyor. Suya, neme ve güneşe dayanıklı

paneller rengini ve sağlamlığını koruyor. Tüm iklim ve açık hava koşullarında kullanılabiliyor ve ayrıca bakım gerektirmiyor. Darbelere karşı dayanıklı olan PlusWood kolay kırılmıyor, ezilmiyor. Esneme, bükülme ve kıymıklanma yapmayan ürün, ısı ve ses izolasyon, alev almama ve antibakteriyel olma gibi özellikleriyle dikkat çekiyor. www.pluswood.com.tr



FORMALA Luta Bettonica tarafından Cini&Nils için tasarlanan FormaLa, sonsuz açılarda şekiller yaratılabilen esnek formda bir LED aydınlatma ürünü. Çelikten üretilen harmonik ışık şeritleri sonsuz konfigürasyonlarda yerleştirilebiliyor: kavisli çizgiler, simetrik, asimetrik, açık ve kapalı düzenlemeler. FormaLa, iç mekanlar için direkt ve indirekt ışık verebilen bir LED aydınlatma serisi. Bu ışık şeritleri istenilen forma sokulabiliyor. 138 cm'den 540 cm'e kadar dört farklı uzunlukta üretiliyor. Kısa boyutlar

küçük mekanlarda tercih edilirken, daha uzun boyutlar ile farklı ve çoklu kompozisyonlar elde edilebiliyor. FormaLa Plus4, Vitra Tasarım Müzesi'ndeki Lightopia sergisinde gösterilmek üzere seçilmiş ürünlerden. Çelik alt yapısı teknopolimer ile kaplandığından esneyebilme özelliğine sahip ürünler, iç mekanların duvar ve tavanları için uygun çözümler yaratıyor. FormaLa'nın tüm modellerini Tepta showroomunda görmek mümkün. www.tepta.com

EKOS COTTO

NİSAN 2015 - XXI 74

SEKTÖR HABERLERİ

Ekos Klinker Tuğla tarafından üretilen Ekos Cotto zemin kaplama tuğlaları özellikle bahçe, yürüyüş yolu, havuz kenarı, balkon ve teraslarda uzun ömürlü olması, kaydırmazlık özelliği ve dış etkenlere karşı dayanıklılığı nedeniyle tercih ediliyor. Ekos Cotto nar, doğal, kahve ve beyaz renk seçenekleriyle üretiliyor. Hiçbir boya ve katkı maddesi içermeyen, rengini 1180 derece sıcaklıkta alan ürünler bu sayede kullanımı boyunca solmuyor. Ürün,

mekanın ihtiyacına göre çok çeşitli ölçü ve şekillerde üretilebiliyor. Örneğin altıgen, baklava, küçük üçgen, daire ve obruk ile kuş kanadı gibi özel şekilli cottolar özel projelerde kullanılıyor. Ayrıca Ekos Klinker Tuğla, özel maksat tuğla grubu ile merdiven rıhtı, cotto bitiş elemanı, süpürgelik, merdiven süpürgeliği ve havuz bordürü gibi özel sekilli ürünler de sunuyor. www.ekos.com.tr

“AÇIK İŞ” TEMASI YENİ TASARIMLARLA DETAYLANIYOR Son yıllarda “Açık İş” temasından sıkça bahseden Koleksiyon Marka ve Tasarım Direktörü Koray Malhan, yeni ofis serisi için geliştirdiği ürünlerle bu temanın felsefik boyutunu çağdaş çalışma ortamlarına taşıyor. Malhan, 1967’den itibaren İtalya’da başlayan sanat akımı Arte Povera ve bu akım içerisinde Umberto Eco tarafından yazılan devrimci bir kitap olarak tanımlanan “Opera Aperta (Açık İş)”yı çıkış noktası olarak belirtiyor. Opera Aperta; roman, sinema ve müzik tarihindeki tüm anlatım dizgisinin bir sıra takip etmek zorunda olmasına getirilen ciddi bir eleştiri içeriyor. Bu akımın savunduğu “Bir müzik ya da hikaye her icra edilişinde aynı olmak zorunda mı? Her seferinde farklı şekilde ve farklı bir örgüde icra edilemez mi?” tezinden yola çıkan Koray Malhan, bu görüşü çağdaş çalışma alanlarına taşıyarak

rutine dönüşen çalışma alanlarına alternatif bir bakış açısı getiriyor. Malhan tarafından geliştirilen yeni ofis serisinde çalışma alanlarının alışıldık dizgisini yeniden yazabilecek ürünler sunuluyor. Koleksiyon ofis serisi; bir ofis ya da çalışma ortamı yaratılırken işin içine mimarın, çalışanların ve kişilere özel çalışma davranışlarının da belirleyici faktör olarak katılacağı, durum ya da mekana özel şekillenebilecek ürünler barındırıyor. Lansmanı için hazırlıklara başlanan Koleksiyon ofis serisi içerisinde birim ya da modül olarak yer alan tasarımlar devasa boyutlara gelebileceği gibi modüler olarak şekillenebilecek ve kolayca yer değiştirebilecek tasarımlar olarak tanımlanıyor. İllüstrasyon: Kaan Bağcı www.koleksiyon.com.tr



BOREAS SMART PACK

Teknoklima'nın İstanbul Beylükdüzü'ndeki tesislerinde ürettiği Boreas Smart Pack (Akıllı Paket), özellikle yenileme projelerinde bina içi taşıma problemlerini ortadan kaldırmak ve uzun mesafelerde yüksek nakliye maliyetini azaltmak için tasarlandı. Smart Pack için

belirlenen yöntem; bilgisayar yazılımı ile tüm parçaların yarı mamul halinde eksiksiz envanterini çıkarıp montaj kolaylığı sağlayacak şekilde paketlemek ve eğitimli teknik ekipler ile yerinde montaj yapmak. Smart Pack uygulamasında projeye özgün tüm tasarımlar ve montajlar önceden bilgisayar ortamında yapılıyor, projeye uygun yarı mamul montajları fabrika ortamında tamamlanarak boşluksuz tasarlanmış paketler ile sevk ediliyor.

NİSAN 2015 - XXI 76

SEKTÖR HABERLERİ

ECOTITANIUM Kılıçoğlu'nun çatı teknolojileri markası Megaron Yeni Nesil Çatı Teknolojileri havadaki zararlı gazları yararlı gübreye dönüştüren yeni nesil çevreci Ecotitanium çatıları sektöre sunuyor. Beyaz rengi ile küresel ısınmayla da mücadele eden Ecotitanium çatılar, fosil yakıtlarının yakılmasıyla yayılan zararlı hava kirleticileri yararlı bir gübre olan kalsiyum nitrata çeviren titanyum teknolojisi ile kaplandı. Motorlu araçların egzoz dumanlarında bulunan azotun temizlenmesi için kiremitlerin üzerine uygulanan titanyum kaplama teknolojisi güneş ışığına maruz kaldığında havadaki azot oksitlerle nötralize ederek zararsız kalsiyum nitrat haline getiriyor. Araştırmalara göre

standart bir ev çatısı yılda 20.000 km yol kateden bir arabanın yaydığı toksik azotu temizleyebiliyor. Ecotitanium çatılar açık renkli yapıları sayesinde özellikle yaz aylarında binaların çok ısınmasına yol açan güneş ışınlarını atmosfere yansıtarak klima enerjisine tasarruf sağlıyor ve enerji verimli hale getiriyor. Megaron Yeni Nesil Çatı Teknolojileri su yalıtım sistemi ürünü Çatıser Reflektif buhar geçirgen yapısının yanı sıra güneş ışığını yansıtarak enerji verimliliğini artırıyor. Çatıser Reflektif ile birlikte uygulanan Ecotitanium kiremitler ile enerji verimliliğine daha fazla katkı sağlanabiliyor. www.kilicoglu.com.tr

FORBO SARLON TRAFIC AKUSTİK VİNİL ZEMİN KAPLAMASI Forbo Flooring tarafından sunulan Sarlon Trafic, EN 651 standardına uygun, iki metre eninde ve Grup T aşınma sınıfında bir vinil zemin kaplaması. %100 yeşil enerji kullanılarak geliştirilip üretilen Sarlon Trafic, NF-UPEC.A standardına göre 19 dB akustik performans sertifikasına sahip olmasının yanı sıra 0,11 kalıcı batma direncine sahip. Sarlon Trafic, kir tutmayan “Overclean XL” yüzey koruması sayesinde bakım kolaylığı sağlayarak malzemenin yaşam ömrü maliyetini en aza indiriyor. Böylelikle kullanım süresince cilalama ve sprey gibi yenilemeye ihtiyaç kalmıyor. Buna ek olarak ürüne, Forbo "Biostatic" işlemi uygulandı (Fungistatik ve bakteriostatik işlem). Yasaklanmış hiçbir madde (phthalate, formaldehit,

pentaklorofenol, ağır metaller, CMR 1A ve 1B) içermeyen Forbo Sarlon Trafic; Avrupa REACH Yönetmeliği ile uyumlu. Ayrıca, Sarlon Trafic %50'nin üzerinde doğal kaynaklardan elde edilmiş materyal içeriyor. Geri dönüştürülerek ya da enerji geri kazanımı ile yenilenebilir özelliğe sahip. Garanti süresi yedi yıl olup, Forbo Flooring bina giriş sistemlerinin, tüm bina girişleri için, Forbo tarafından belirtilen uygulama yönergelerine uyularak yapılması durumunda bu garantiye ücretsiz altı yıl daha ekleniyor. Forbo Flooring, 21-25 Nisan tarihleri arasında Tüyap'ta düzenlenecek olan Yapı Fuarı'nda 12. salonda ziyaretçileriyle buluşacak. www.forbo-flooring.com/tr

Önceden bilgisayar ortamında 3D olarak tamamlanan montajlar sayesinde süpervizör denetiminde yerinde yapılan montajlar eksiksiz ve yanlışsız olarak sonlandırılıyor. Teknoklima yeni inovasyon projeleri ve üretim tesisinde çalışan donanımlı Ar-Ge ekibiyle yeni teknolojilerle sektörde yarattığı dinamizmi sürdürmeye devam ediyor. www.teknoklima.net



UYGULAMA – SERAMİK – İSTANBUL NİSAN 2015 - XXI 78

fotoğraflar: Cemal Emden

Özgün Detaylar ŞİŞLİ BELEDİYE BAŞKANLIĞI YENİ HİZMET BİNASI'NIN DIŞ CEPHESİ İLE İÇ MEKAN DUVAR VE ZEMİNLERİNDE KALEBODUR KALESİNTERFLEX UYGULANDI.

Boran Ekinci Mimarlık ve Hakan Dalokay Mimarlık tarafından tasarlanan Şişli Belediye Başkanlığı Yeni Hizmet Binası'nın dış cephe ve iç mekan zemin ve duvarlarının büyük bölümünde Kalesinterflex kullanıldı. Türkiye'nin en büyük metrajlı Kalesinterflex zemin uygulama projesi olma özelliğini taşıyan projede 20.000 m2'nin üzerinde Kalesinterflex kullanıldı ve bu miktarın yarısından fazlası iç mekanda uygulandı. Projede Kalesinterflex uygulaması sırasında,

üretim birimine bağlı danışmanlar özellikle zemin uygulaması esnasında sürekli şantiyede bulunarak destek ve kontrol görevini üstlendi.

gerçekleştirildi. Mekanik cephe ile duvar arasına duvar yüzeyine sabitlenecek şekilde ısı yalıtımı kullanıldı.

Binanın dış cephesine yetkili uygulayıcı bayinin mimari projeye uygun dış cephe uygulama projelendirmesi ile birlikte özel ölçülerde ebatlandırılan 100x300 cm Kalesinterflex levhalar mekanik olarak monte edildi. Uygulama, Kalesinterflex gizli klipsli sistem yöntemi ile düşey alüminyum profil ve Kalesinterflex levhalara sabitlenmiş özel kesitli yatay alüminyum profillerin yine alüminyum ankraj, klips ve uygun bağlantı malzemeleri ile birbirine ve bina yüzeyine bağlanması ile

Dış cephede Kalesinterflex'in Luxury Cement serisinden antrasit 3 mm fit kullanılırken, iç mekanın zemin ve duvarlarında Kalesinterflex'in Luxury Cement serisi gri 5 mm fit ve 3 mm fit tercih edildi. Kalesinterflex, binanın iç mekan zemininde 50x150 cm ölçülerinde 5 mm fit, duvarlarında ise 3 mm fit ve proje özel ölçüler de dikkate alınarak kullanıldı. Zeminde uygulama yapılacak alanlar kontrol edilip gerekli tamiratlar yapılarak, düzgün ve



UYGULAMA – SERAMİK – İSTANBUL NİSAN 2015 - XXI 80

terazisinde bir zemin yani istenilen uygulama yüzeyi elde edilmiş oldu. 50x150 cm olarak fabrikada kesilerek sevk edilen Kalesinterflexler yüksek performanslı, çimento esaslı ve esnek Kalekim Ultratech ile zemine, kombin yapıştırma yöntemi ile boşluk kalmayacak şekilde yapıştırıldı (Kombin yöntemde hem uygulama yüzeyine hem de yapıştırılacak seramik malzemenin arkasına yapıştırıcı uygun dişli taraklarla sürülerek yapıştırma uygulaması gerçekleştirilir). Derz uygulaması 2-3 mm flex derz dolgu malzemesi kullanılarak gerçekleştirildi ve duvarlarda dış cephede olduğu gibi 3 mm fit Kalesinterflexler projeye özel ölçülerde mekanik olarak uygulandı.



UYGULAMA – BÖLME DUVAR VE KAPI – İSTANBUL NİSAN 2015 - XXI 82

fotoğraflar: Gürkan Akay

Geleceğin Ofislerini Şekillendirmek DÜNYANIN EN BÜYÜK DENETİM VE DANIŞMANLIK ŞİRKETLERİNDEN ERNST&YOUNG TÜRKİYE OFİSLERİNDE TRIMLINE INTERIORS ÜRÜNLERİ KULLANILDI. LEED Altın sertifikalı Maslak Orjin Plazanın ilk beş katı Ernst&Young Türkiye’ye ait. Mimari tasarımı Timur Kayserilioğlu tarafından yapılan proje, Ernst&Young şirketinin tüm ofislerinde uyguladığı “Workplace of the Future” konseptine uygun olarak tasarlandı. Çalışmanın mekandan bağımsızlaşabilmesini ve çalışanların yaşam kalitesini artırmayı hedefleyen tasarım konsepti, TRIMline interiors ürünleri ile şekillendi. Projede kapalı mekanlar, “Room in Room” konseptinde TRIMline SNAP sistem ile oluşturuldu. Projeye göre çalışanların kendine ait belli bir masası yok ve herkes uygun bir

çalışma alanına gidip çalışabiliyor. Dolu yüzeylerde, SNAP BD strüktürel yapışma camlı sistem kullanıldı. Farklı renklerde back-painted boyalı cam kullanılarak oluşturulan her birim, mekanın dinamizmine katkı sağladı. Ofislerde tekli-ikili çalışmalara uygun odaların yanında yaratıcılığı, diyalog ve takım oyununu güçlendiren ortak çalışma alanları da oluşturuldu. Belirli noktalarda dolu yüzeyler, mıknatıslı yazı tahtası laminatı ile kaplandı. Bu sayede çalışma ve sunum esnekliği sağlanarak, "mekandan bağımsız çalışma" fikri desteklendi. Ayrıca doğal ışıktan en iyi şekilde faydalanabilmek için oda cephelerinde SNAP Tek Camlı modüller kullanıldı ve ışığın kesintisiz içeri alınması sağlandı. Toplantı odalarında SNAP FL düşey profilsiz çift camlı sistemin şeffaflığı ve yüksek ses yalıtımı avantajlarından

yararlanılırken, odalarda kullanılan akustik panellerle, akustik kontrol ve konfor sağlandı. Islak mekanların yanı sıra tüm duvar giydirmeleri, kilitli locker dolaplar ve arşiv dolapları TRIMline ahşap sistemleriyle çözümlendi. Mimari ihtiyaçlara göre şekillenen kapılarda ise T.H.E DOOR kapılar tercih edildi.

PROJEDE KULLANILAN SISTEMLER - TRIMline SNAP Standart - Derzli Bölme Duvar Sistemleri - TRIMline SNAP Bonded - Yapışma Camlı Derzli Bölme Duvar Sistemleri - TRIMline SNAP FL - Düşey Profilsiz Camlı Bölme Duvar Sistemleri - TRIMline Akustik Kontrol ve Konfor Sistemi - T.H.E DOOR Kapı Sistemleri - TRIMline Ahşap Sistemleri



NİSAN 2015 - XXI 84

UYGULAMA – BÖLME DUVAR VE KAPI – İSTANBUL





ÇUHADAROĞLU

NİSAN 2015 - XXI 88

REFERANS PROJE - YAPISAL SİSTEMLER

Kalitesinden ödün vermeden alüminyum sektörüne 60 yıldır hizmet eden Çuhadaroğlu, 2014 yılında aldığı projeler ile dikkatleri üzerine topluyor. Yurtiçinde ve yurtdışında alınan yeni projelerde, her ölçekte projeye uygun çözümleri beraber sunması ile yatırımcıların tercih edilen markası olmaya devam ediyor. Projeye özgü çözümler, uzun ömürlü ve kaliteli ürünler, her iklime uygun geniş ürün yelpazesi ile sektörde adından söz ettiren Çuhadaroğlu, yurtiçinde olduğu kadar yurtdışında da prestijli işler yapıyor. Çuhadaroğlu Alüminyum Sanayi’nin görev aldığı City Road Hotel, Torun Center Ofis Bloğu ve Yatay Ofisler, Bakü Olimpiyat Stadyumu, Swiss Otel giydirme cephe yenilemesi, Zac Clichy Batignolles, Ağaoğlu Maslak 1453 ve Hachette devam etmekte olan projeleri arasında yer alıyor.

enpark ankara

Kozapark, Maslak 1453, İncek Loft, Bilkent Entegre Sağlık Kampüsü, Dumankaya Ritim, Elit World, Bursa The Plaza Otel, Newista, End Point, Enpark, Konya Mevlana Üniversitesi, By Concept, Konya Havaalanı, İller Bankası, Lider Centrio, Sirius Town, Bursa Olea 43 Villaları, Tropik Kelebek Bahçesi ve Böcek Müzesi, Rubi Otel ve Side Premium projeleri de bayileriyle birlikte yürüttüğü devam etmekte olan işleri arasındadır. 60 yılda gücüne güç katarak büyümeye devam eden Çuhadaroğlu son 10 yılda ihracatını beş ülkeden 25 ülkeye çıkarmış ve üretimini beş kat artırmıştır. Bu gelişmeler ile paralel olarak 100 milyon liralık üretim, pazarlama ve Ar-Ge yatırımı yapmıştır. Çağlayan’da küçük bir atölyede beş kişiyle başlayan Çuhadaroğlu bugün 500 kişilik çalışana ulaşmış, bayi çalışanlarıyla birlikte 2500 kişilik bir aile olmayı başarmıştır.

ick ametist

incek loft

kozapark

dumankaya ritim istanbul

maslak 1453

torun center

www.cuhadaroglu.com.tr



JANSEN

NİSAN 2015 - XXI 90

• REFERANS PROJE - YAPISAL SİSTEMLER

Dinamik, akıyormuş görüntüsü veren çepeçevre otoyol üstü çatı kaplaması Trasa Armii Krajowej Varşova'da konumlanıyor ve kentsel alanda görsel algının iki faktörü olan hız ve hareketi temsil ediyor. Grotte Art mimarları ve Transprojekt-Warszawa firmasının vizyonu transparan ve ışık geçirgen bir konstrüksiyon yaratmaktı. Bu vizyondan yola çıkılarak, Jansen VISS Basic çelik profil sistemi ve Pilkington özel camlarından yapılmış hafif konstrüksiyon, 2500 m uzunluğunda ve her gün daha da uzamakta. Her 200 metrede bir acil çıkış bulunuyor. Herhangi bir havalandırma tesisatı olmaksızın içerideki hava sirkülasyonunu sağlamak için ışık çatısı yukarı doğru bazı yerlerde açık: Alanın yaklaşık %15’i camla kaplı değil. Camdan yapılmış konstrüksiyon yapı iznine uygun ve Rw = 39 dB’lik ses izolasyonu şartını sağlıyor.

filigran konstrüksiyon

Alt konstrüksiyon çelikten yapılmış yarım daire şekli verilmiş bir taşıyıcı ve 6 m’lik düzenli aralıklarla kurulmuş. Taşıyıcı konstrüksiyonun daire çapı 32 ile 64 m arasında değişiyor. Bu dairesel kemer üzerinde çelik/cam konstrüksiyonu yer alıyor. Geniş alanlı çatı şeklindeki cam kaplaması Jansen firmasının VISS Basic çözümü ile uygulandı. VISS Basic istenen çelik alt konstrüksiyonun üzerine yerleştirilebiliyor. Planlama aşamasında basit ve etkili olduğu kabul edilen cam oluğu-tahliye ve havalandırma çözümü olmak üzere sistem avantajları açısından çok daha fazla özgürlük sunuyor. Jansen VISS Basic geniş dikey cephelere uygun olduğu kadar eğimli ve çatı cam kaplamalarında da kullanılabilen kuru/ basınçlı cam kaplama sitemine dayanan bir mulyon-transom konstrüksiyonu. Ankrajların farklı uzunlukları sayesinde 6 ile 55 mm kalınlıklı dolgu malzemesi kullanılabiliyor. Bu projede kullanılan lamine cam P2A sınıfına göre ses izolasyonu ve emniyet sağlıyor. Dış cam, yağmur ve kar gibi yüke dayanıklı sert camdan yapılmış. Tepe cam kaplamanın mulyonlarına güvenlik nedeniyle projeye özgü olarak üretilen paslanmaz çelik levhalı kapak profilleri yapıştırıldı. Transparan çelik konstrüksiyonu ile cam çatı konstrüksiyonu mümkün olduğu kadar şeffaf tutuldu.

ışık çatısı

taşıyıcı konstrüksiyon

alt konstrüksiyon

cam çatı

dikey cephe

şeffaf çelik konstrüksiyon

www.jansen.com/tr



MITSUBISHI PLASTICS EURO ASIA Mitsubishi Plastics’in yüksek teknolojisi ile ürettiği, özel mineral dolgulu, alev almaz Alpolic/fr ve yüksek yangın dayanımlı Alpolic A2 alüminyum kompozit paneller, pürüzsüz yüzeyleriyle sağlamlık ve esneklik özelliklerini bir arada sunuyor.

NİSAN 2015 - XXI 92

• REFERANS PROJE - YAPISAL SİSTEMLER

Türkiye'de markalaşmış pek çok yapının cephesini saran ALPOLIC A2 panaller, çağdaş mimari ürünü otel, rezidans, havalimanı, AVM, hastane ve yurt gibi yoğun insan sirkülasyonuna açık yapılarda ilk tercihlerden biri. ALPOLIC A2, tüm ALPOLIC serilerinde bulunan standart özellikleri taşırken Solid, Metalik, Simli ve Prizmatik renk serileri ile Naturart grubundaki Taş, Ahşap, Metal ve Soyut serilerinde de üretiliyor. Üretiminde endüstriyel boyama teknolojisinin öncüsü LUMIFLON bazlı florokarbon boya teknolojisi kullanıldığından tüm ALPOLIC serileri, renk ve parlaklığını en uzun süre koruyan cepheleri garanti ederken, aynı teknolojiyle istenilen tüm renk ve dokular, projeye özel olarak üretilebiliyor.

apartman 18

famıly house, barselona/ispanya

natıonal theatre, pekin/çin

ALPOLIC, mimarın tasarladığı renk ve dokuyu kusursuz şekilde eşleştirerek, ya da esneklik ve perfore gerektiren sıra dışı detayları kusursuz şekilde işleyerek, projenin yüzü olan cepheye mimarının imzasını taşıyor. www.alpolic.com • 42 Maslak, İstanbul • Acıbadem Üniversitesi, İstanbul • Adana Sheraton Oteli • Akasya AVM, İstanbul • Apartman 18, İstanbul • Buyaka AVM, İstanbul • I-Tower, İstanbul • İstanbul Marriott Hotel Şişli • Lapishan, İstanbul • Mesa Kartal, İstanbul • Next Level, Ankara • Nida Kule, İstanbul • Priştina Uluslararası Havalimanı • Radisson Blu Hotel, İstanbul • Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı, İstanbul

acıbadem üniversitesi

istanbul marrıott hotel şişli

adana sheraton oteli



SARAY ALÜMİNYUM Saray Alüminyum A.Ş. 30 seneyi aşkın deneyimiyle giydirme cephe ve kapı pencere sistemleri, alüminyum kompozit panel, kış bahçeleri, güneş kırıcılar ve solar sistemler gibi mimari uygulamalarla ilgili üretim yapan; boya, kaplama, eloksal, ekstrüzyon, biyet döküm, levha boyama ve kompoze levha üretim tesislerini de bünyesinde bulunduran tam entegre bir kuruluştur.

pulman otel

vadi tepe kiptaş

NİSAN 2015 - XXI 94

• REFERANS PROJE - YAPISAL SİSTEMLER

Üretiminin %60'ını Avrupa, Afrika, Orta Doğu ve Asya'ya ihraç etmekte olan Saray; İstanbul Güneşli ve Tekirdağ Çerkezköy' de, toplam 89.000 m2 kapalı alanda üretim yapıyor. Ürünleri ISO 9001, TSE, QUALICOAT, QUOLANOAD, GOST-R, IFT ROSENHEIM kalite belgelerine sahip olan Saray Alüminyum A.Ş. proje ve Ar-Ge departmanlarıyla mimari ofislere ve yapı yatırımcılarına cephe tasarımından, uygulamasına kadar tüm aşamalarda teknik destek veriyor. Ayrıca çok katlı ve nitelikli yapılar için özel cephe çözümleri yapıyor. www.saray.com • One Tower Rezidans, Ankara • Pulman Otel, İstanbul • Rixos Göcek, Muğla • Sarphan Finans Merkezi, İstanbul • Sultanbeyli AVM, İstanbul • Tema İstanbul, İstanbul • Tem 2 Avrupa Konutları, İstanbul • Teras Tema, İstanbul • Usal Tower, Ankara • Vadi Tepe Kiptaş, İstanbul • Venezia Port, İstanbul

sarphan finans merkezi

rıxos göcek

sultanbeyli avm

teras tema



NİSAN AJANDASI 2- 3 Nisan

Yapı Sektörü Buluşması

Türk Serbest Mimarlar Derneği tarafından bu yıl 9.’su düzenlenecek olan Yapı Sektörü Buluşması, yapı sektöründeki

TSMD Mimarlık Merkezi, Çankaya, Ankara

www.tsmd.org.tr

paydaşları, kamu ve özel sektörden yatırımcı kuruluşlarla bir araya getiriyor.

3 - 11 Nisan

Sinestezi

Öğrenci kaynaklı tasarım pratiği Whatabout’un düzenlediği Sinestezi turnesi, beş farklı şehri dolaşarak kent içerisindeki

Bursa, Eskişehir, Ankara, İzmir www.whataboutistanbul.tumblr.com ve Mardin

mekansal müdahaleler ve algı değişimi ile ilgili atölye çalışmaları gerçekleştirecek.

7 Nisan

Müzeler Konuşuyor: Konuğumuz Birleşik Krallık

Sanat yönetmenliğini Sam Thorne’un üstlendiği etkinlik, sanatçı güdümlü eğitim projelerini, misafir sanatçı

İstanbul Modern, Tophane, İstanbul

www.istanbulmodern.org

Yapı Endüstri Merkezi, Fulya, İstanbul

www.yemetkinlik.com

Bauhaus Dessau, SachsenAnhalt, Almanya

www.bauhausmuseum-dessau.de

Expocentre, Moskova, Rusya

www.mosbuild.com

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sedad Hakkı Eldem Oditorumu, Beyoğlu, İstanbul

www.greenagesymposium.org

Anadolu Üniversitesi, Eskişehir

www.kentarastirmalarikongresi.org

TAK, Kartal, İstanbul

www.takkartal.org

Zorlu Center, Beşiktaş, İstanbul

www.greenroofworld.com

Kayseri Dünya Ticaret Merkezi, Yenimahalle, Kayseri

www.kayserimobilyafuari.com

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Eskişehir

www.bademliktasarimfestivali. blogspot.com.tr

Paşabahçe Cam Sanayii, İş Kuleleri Kule-3, Levent, İstanbul

www.camkureyarismasi.com

programlarının bulunduğu müzeleri, sanat okulu projelerini değerlendiriyor.

9 Nisan

Eko Design Konferansı

Bu yıl “Yeşil Motivasyon” temasıyla düzenlenecek olan konferans, Yeşil Bina Yönetmeliği, Akıllı Şehir Projesi, sürdürülebilir şehirler gibi konuları irdeliyor.

13 Nisan

Bauhaus Dessau Müzesi Tasarım Yarışması

Bauhaus’un 100. yıl kutlamaları sebebiyle açılan yarışma, Bauhaus eserlerini sergileme fırsatı sunuyor. Tasarlanacak olan müze binasınının peyzaj tasarımıyla birlikte çözülerek bir bütün olarak ele alınması bekleniyor.

14 - 17 Nisan

MosBuild Fuarı

MosBuild, üretim teknolojileri, ürünleri, gelişmeleri ve servislerini içeren 11 sergiye ev sahipliği yapıyor. Fuar, günümüz trendlerini piyasa uzmanları ve katılımcılarla oluşturulacak bir platformda tartışmaya açıyor.

15 - 17 Nisan

Uluslararası Yeşil Çağ / Green Age Sempozyumu

Bu yıl 3.’sü düzenlenecek olan sempozyum, sürdürülebilir kentsel mekanlar, yeşil sistemler, kentsel dayanıklılık gibi konularda oluşturacağı tartışma ortamıyla ekolojik bilinci,

NİSAN 2015 - XXI 96

AJANDA

toplumun tüm kesimlerinde yaygınlaştırmayı amaçlıyor.

16 - 17 Nisan

Kent Araştırmaları Kongresi

Bugünün kentlerine dair sorunların tartışılmasının ve uzun vadeli stratejiler üretilmesinin amaçlandığı kongre, kent planlaması, mimarisi ve altyapısı, gecekondu bölgeleri gibi kentleri ilgilendiren kavramları tartışmaya açıyor.

20 Nisan (son teslim)

TAK Kartal Kıyı Köşe

TAK (Tasarım, Araştırma ve Katılım) tarafından Kartal’ın kıyı köşe mekanlarını canlandırmak için maliyeti düşük ve yaratıcı projelerin tasarlanıp uygulanmasını amaçlıyor.

20 - 21 Nisan

4. Uluslararası Yeşil Çatı Kongresi

Uluslararası Yeşil Çatı Derneği (IGRA) tarafından düzenlenen kongre, uygulamaya yönelik yeşil çatı teknolojilerini, belediyelerin yeşil çatı stratejilerini akademisyenler ve profesyonellerle tartışıyor.

22 - 26 Nisan

Kayseri 5. Mobilya Fuarı

Yurtiçi ve yurtdışından profesyonel ziyaretçilerin katılım göstereceği fuar, Türk mobilya sektörünü tanıtmayı amaçlıyor.

23 - 26 Nisan

Bademlik Tasarım Festivali

Teması “Leke” olarak belirlenen Bademlik Tasarım Festivali, insanın geçmişten bu yana doğada bıraktığı lekelerin değişimini, kentlerin bu lekeler bağlamında oluşumlarını farklı disiplinlerden katılımcıların yürüttüğü atölyelerle inceliyor.

30 Nisan (son başvuru)

Cam Küre Tasarım Yarışması

Paşabahçe'nin camın değişen yaşam alanlarında kullanılması ve yaratıcı tasarımlar ile geleceğe taşınmasını amaçlayan “İhtiyacını Camdan Tasarla” konulu yarışması gençleri çevreye duyarlı, sürdürülebilir, üretilebilir, uygulama kolaylığı sunan ve yenilikçi tasarımlar hazırlamaya davet ediyor.


Vitoclima. Viessmann'danher ihtiyacauygunklimaprogram1.

n

VIE~MANN

l

v••l -• •

Vitoclima iiriin program1: Vitoc lima 100-S /V itoc lima 200-S Bireyse l ve ti cari ti p split klimalar

0) (')

Vitoc lima 300 -S Free Joint ~oklu sistem klimalari

Vitoc lima 300 -S VRF Klima sistem leri

Efficiency Plus

0

z

.,;_ (/)

·;;;. (J)

~ (/) .c

2"'

Viessmann 2,8-17 kW kapasite aral1g1nda Vitoclima 100-S (on-off) ve 200-S (DC inverter) serisi bireysel ve ticari tip split klimalar, 5 i<;:uniteye kadar tek d1;;uniteye baglanabilenVitoclima 300-S Free Joint DC inverter c;: oklu sistem klimalan ve maksimum 180 kW (64 HP) d1;;unite kapasitesine sahip Vitoclima 300-S VRF klima sistemleri ile eksiksiz bir klima urun programI ve her ihtiyaca uygun c;: ozumler sunmaktad1r. www.viessmann.com.tr

Vitoclima_2013_X X I_TR.indd

1

VIE~MANN climate of innovation

23.05.13

16:57

I


Fotograf: Cemal Emden

$i~li Belediyesi Ek Hizmet Binas1'nda Kalesinterflex tercih edildi.

Bizi tercih eden Boran Ekinci Mimarhk & Hakan Dalokay Mimarhk'a sonsuz te~ekkurlerimizle ...

kale.co m.tr

I facebook.com/kalebodur

• Kalebodur yaral,c,logmozmyapo la~•


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.