xxi.com.tr
XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 116 < ŞUBAT 2013 < ERGİNOĞLU & ÇALIŞLAR < STROOTMAN < SUPERPOOL + ERDENER < TECE MİMARLIK < TYIN TEGNESTUE < YALIN MİMARLIK < İZMİRLİLERİN PROJESİ
Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 116 Ş U B AT 2 0 13 1 1 ( KIB R IS 1 2 )
İzmirlilerin Projesi İzmirlilerin Denizle İlişkisini Güçlendirme Projesi, kentlilerden hareketle tüm kıyı şeridinin yaşamla nasıl zenginleştirilebileceğini araştırıyor.
Hilton Garden Inn Haliç
Sahibinden.com
TECE MİMARLIK
ERGİNOĞLU & ÇALIŞLAR
BERNO STROOTMAN
SUPERPOOL + ERDENER
YAZILARIYLA
KORHAN GÜMÜŞ LEVENT ŞENTÜRK OSMAN ŞİŞMAN OTTO VON BUSCH
TYIN TEGNESTUE ARCHITECTS
YALIN MİMARLIK
Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Depo Yayıncılık adına sahibi ve yayın yönetmeni Kuyaş Örs yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@depo.com.tr
KAMUSAL ALANLAR İÇİN KATILIMCI MODELLE TANIŞMAK
editör Beste Sabır beste@depo.com.tr sektör editörü Tuğba Demirci tugba@depo.com.tr yardımcı editör Dilruba Örnekal Melike Tunç reklam müdürü Burcu Hinginar Akıncı burcu@depo.com.tr okuyucu ilişkileri sorumlusu Manolya Yenigün manolya@depo.com.tr kurumsal iletişim yönetmeni Mürüvvet Can muruvvet@depo.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Depo Yayıncılık Hacı İzzet Paşa Sokak Rota 1 Apartmanı 12/2 34427 Gümüşsuyu İstanbul 0212 251 1811 xxi@depo.com.tr genel dağıtım DPP Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Depo Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.
facebook.com/xxidergisi twitter.com/xxi_dergisi
Bu ay XXI’in dosya konusu bir projeye odaklanıyor: İzmirlilerin Denizle İlişkisini Güçlendirme Projesi. Bu projenin önemi yurtdışında nicelerine rastladığımız ve her karşılaşmamızda merakla ve gıptayla incelediğimiz, Türkiye’de ise örneği olmayan büyük ölçekli kamusal alan projelerinden biri olmasında yatıyor. Bizim alışkın olduğumuz pratikler kentin neredeyse tekil bir satıh olarak ele alınıp üst ölçekten planlanması ile ada ya da parsel bazında üretilen mimari projeler. Oysa kentsel yaşamın kendisi tam da bu iki ölçek arasında gerçekleşiyor. İzmirlilerin projesi o nedenle önemli. Kamusal alanın mevcut kullanımlarını çözümleyerek onu kentlilerin katılımıyla daha da zenginleştirecek yöntemleri araştırmak ve bunu yaparken de katılımcı bir modelde ısrarcı olmak bu projeye özgü nitelikler. İzmir’in kıyı alanlarını, daha yoğun programlarla çoğaltmak, denizle kara arasındaki geçişlerdeki fiziksel engelleri ortadan kaldırmak, bisiklet kullanımı gibi alternatif ulaşım biçimleri geliştirmek, sürekli yürüyüş yolları oluşturmak vs gibi ana ilkeleri paylaşan dört proje var karşımızda (MavişehirKarşıyaka - Alaybey, Alaybey - Bayraklı - Alsancak, Alsancak - Konak, Konak - İnciraltı). Tüm bu projeler bir araya geldiklerinde kıyı art alanındaki kentsel doku ve yaşamı denize taşımayı hedefleyen, bu anlamda birbirinden ayrışırken az
önce saydığım temel ilkelerle birbiriyle ilişkilenen bir kıyı bandı tahayyülü ortaya çıkıyor. Bu tahayyülü iyice güçlendiren ise tüm alan için hazırlanan gösteri ve kültürel etkinlik programı. Tüm yıla yayılan etkinlikler, yeni yelken kulüpleri ya da olta balıkçılığı alanları, deniz üzerinde yer alan yüzer platformlarda yapılacak gösteriler gibi bütüncül bir yaklaşımla kıyı şeridinin nasıl yaşayacağını bu program belirleyecek. Özetle İzmirlilerin Projesi, mimari ve kentsel planlama ile kamusal alandaki yaşantının nasıl örtüştürülebileceğini araştırmak için herkese büyük bir fırsat sunmuş belli ki. İzmirlilerin görüşleri doğrultusunda, çok sayıda mimar, plancı, tasarımcı ve çeşitli disiplinlerden profesyonelin katılımıyla hayata geçirilmesini sabırsızlıkla beklediğimiz bu proje, kolektif bir çalışmanın ürünü. Başarısının kaynaklarından biri de burada yatmakta. Bu proje, kamusal mekanların yeniden düşünülmesi için bir fırsat olarak görülebilir ve bu anlamda diğer şehirlere de örnek olabilirse kentlerin kentlilerin kullanımına açılması için bir kapı aralanabilir.
XXI
güncel 8 güncel
28 küçük müdahaleler / otto von busch
Sürdürülebilirlik ve Pasif Moda
32 sapkın tasarım sözlükçesi / osman şişman
Atölye - Çapak - Nesne - Kullanılabilirlik
DOSYA 34 İzmirLİLERİN PROJESİ
İçİndekİler
İzmirlilerin Denizle İlişkisini Güçlendirme Projesi, İzmir Körfezi’ni bir bütün olarak ele alan ve kentlilerin körfezle ve denizle ilişkisini merkeze alan bir proje. Emsal üzerine değil, yaşantı üzerine kurulu fikirlere alan açan bir girişim. Bu sayıda yer veriyor olduğumuz avan projeleri bir bütün olarak sunmayı, barındırdıkları ortak nitelikleri ve önerdikleri yaşantı çeşitliliğini göstermesi açısından önemli buluyoruz.
proje 54 peyzaj için peyzajın içinden
ŞUBAT 2013 - XXI 2
10 soru işareti / korhan gümüş
Neoliberal İktidarın Aşil Topuğu
18 dönme dolap / levent Şentürk
Wittgenstein’ın Viyana’daki Modernist Kalesi I
Drentsche Aa ulusal parkı için tasarlanan taraçalar, peyzajın parçası olan malzemelerin kullanımıyla manzaranın izlenebileceği özel noktaları vurguluyor.
56 dokuyu cephede sürdürmek
72 araçlar gitse de kent bize kalsa
Sütlüce’de yer alan Hilton Garden Inn haliç, yapının arka planında yer alan mahalle dokusunu yorumlayarak cephesine malzeme çeşitliliği ve hareketlerle yansıtıyor.
Audi Urban Future Ödülleri için hazırlanan beş projeden biri olan park, paylaşımlı dolmuşlarla İstanbul’daki araçları seyrelterek kentsel mekanı kentlilerin kullanımına açmayı hedefliyor.
76 özgürleşen mekan 62 yerel basitlik
ŞUBAT 2013 - XXI 4
İçİndekİler
Tarçın üretim sürecinde yer alan yerel işçi ve çiftçiler için Sumatra'da tasarlanan merkez, yeni bir üretim modelini amaçlayan bir sisteme sahip.
66 yarışmadan yapıma
82 su gibi sade
2011 yılında açılan Troya Müzesi yarışmasında birincilik ödülü kazanan projenin inşaatına bugünlerde başlanmak üzere. Projenin mimarı Baz, yarışma sonrası süreci ve projenin nasıl geliştiğini anlatıyor.
Sahibinden.com'un yeni ofisi “Sahiplex”, teknoloji şirketinin ruhunun ve kurumsal duruşunun izini sürerken sosyal aktivitesi olan bir çalışma alanı yaratmayı amaçlıyor. Şirketin CEO'su Burak Ertaş ve proje mimarlarından Kerem Erginoğlu'yla görüştük.
Nakliye, dayanıklılık, sadelik kavramlarına odaklanan Reina, şişenin omzuna kabartma olarak uygulanan Braille alfabesi detayıyla körlerin ürüne dair bilgi sahibi olmalarını sağlarken hayatlarına kolaylık getirmeyi amaçlıyor.
SEKTÖR 84 ürün haberleri 88 mekanın ruhunu yansıtan
90 ajanda
Tuna Ofis'in mobilyalarını sağladığı Concept reklam ajansı projesinin uygulama aşamasından işverenle ortak bir çalışma yürütülmüş.
Teknolojik Şubeler ODEABANK ŞUBELERİ, I-AM assocıates'in BANKACILIK SEKTÖRÜNE FARKLI BİR SOLUK GETİRMEYİ AMAÇLAYAN tasarımlarıyla gerçekleşiyor.
ŞUBAT 2013 - XXI 8
güncel
Müşteri memnuniyetini merkeze koyan, hızlı ve kaliteli servis anlayışını destekleyen teknolojilerle donatılan Odeabank'ın ilk şubesi İstanbul Maslak Olive Plaza'da açıldı. ‘i-am’ tarafından hayata geçirilen Odeabank şubelerinin mimarisi, şeffaflık, güvenilirlik ve samimiyeti bir bütün olarak ortaya koymayı amaçlıyor. Perakende, ticari ve kurumsal bankacılık hizmetlerinin son
işveren: Odeabank stratejik planlama: Emre Kuzlu, Ertuğrul Yurdakul kimlik tasarımı: Ertuğrul Yurdakul, Mirza Erçin mimari tasarım: Emre Kuzlu, Meral Göktekin, Sinem Arık, Basar Bostancı, Emir Arkayın, Deniz Tuncer, İlknur Demirlenk, Kenan Gemici mimari uygulama projesi: İlknur Demirlenk, Kenan Gemici, Özlem Bağdikem, Deniz Özgor, Gozde Yılmaz, Zeynep Ekmekçibaşı, Ezgi Alkan
teknolojik uygulamalarla sunulduğu şube konsept tasarımında müşterilerin bireysel ilgi ve istekleri ön planda tutularak kendilerini özel hissetmeleri hedefleniyor. Göze çarpan detaylardan biri kıvrımlı hatların olduğu mekan girişinde yer alan karşılama bankosu, içeri giren müşterinin ihtayacına yönelik doğru
yönlendirme yapıyor, şubenin bekleme alanı için getirilen yenilikler ise dikkat çekiyor. Müşteriler için belki de en sıkıntılı geçen bekleme sürecinin eğlenceli hale gelmesinin sağlandığı mekandaki ekranlardan internete ve tüm banka hizmetlerine kolayca ulaşılabiliyor. Şube vitrinindeki dokunmatik ekranlar ise banka hizmet ve işlemleri konusunda 24 saat bilgi almayı mümkün kılarken
müşteriyle şube çalışanı arasındaki mesafeyi en aza indirgeyen gişe tasarımları, açık iletişime olanak tanıyor. Gişe işlemleri esnasında kullanılacak tabureler rahatlık ve güven hissi verirken yapılacak birebir görüşmelerde kullanılacak şeffaf toplantı odaları, samimiyet duygusunu destekleyici konsept tasarımına getirilen yeniliklerden.
Neoliberal İktidarın Aşil Topuğu Taksim'deki kriz yalnızca bir kamusal alanla, mekanla ilgili sorun değil. Yönetim sorununa işaret ediyor. Kamusal alanlar yönetimlerin de aynası. Taksim’de geliştirilmesi, iyileştirilmesi, üzerinde düşünülmesi gereken yalnızca mekan değil, yönetim deneyimi. Neoliberal iktidarın aşil topuğu kamusal alandır. Kamusal alanı biçimlendirmeye çalışırken kriz yaratır. Yarattığı krizi ise telafi yöntemiyle (ideoloji) çözmeye çalışır. Neoliberal iktidar ulus-devletten miras aldığı kutsal bagaj ile iş görmeye çalışır. Ancak toplumu tasarlama iddiası kamusal alanda kriz yaratır. Kitlelerin onayını alsa bile mekanı kendi gözünün emrine sunar. Mekanı kamusal niteliğinden ayrıştırır, parçalar. Bu bir şiddet gösterisidir. Neoliberal iktidar kamusal alanı bir yapboz gibi parçaları hazır bir oyuna/oyuncağa dönüştürür. Bu oyun/oyuncak aynı zamanda ergenliğe adım atmak üzere olan eleştirel düşünce, muhalefet için de bir zeka oyunu gibidir. Ya yapboz ile baş edemez ya da dağınık kalsın diye bırakır.
SORU İŞARETİ
Eleştirel deneyim ise tersini yapar. Kendisini merkeze koymaz, kendi gözüyle sabitlemez. Önüne iktidar tarafından konmuş olan parçaları birleştirir. Adeta geri kazanır. Hatta onun işleyişini çözer, kendisine iktidar tarafından sunulan bu hammaddeyi çöpe atmaz. Farklı gözlerin bir arada bulunduğu bir ortam yaratır. Farklı önceliklerin birbirini dışlamadan ilişki kurabileceği bütünleşik bir alana dönüştürür. Kamusal alan sabitlenemeyen, bitmez bir seferberlik ve enerji alanı halini alır. Kendisine enerji veren sorunu sürekli hatırlar, açığa çıkarır, sorunlar arasında mekik dokur, onları yaşam kaynağı olarak görür.
ŞUBAT 2013 - XXI 10
İktidarın yaptığı iş yapbozu parçalara ayırmak, eleştirel düşüncenin yaptığı birleştirmektir. Eleştirel düşünce çok boyutlu bir şekilde iktidarın kendisine sunmuş olduğu hazır parçaları birleştirir. Onu bir hammadde gibi işleyerek dönüştürür. Beatriz Colomina'nın işaret ettiği gibi üst üste binmiş bir temsil sistemi olarak görmek, üzerine düşünülen mekanı unutmak anlamına gelmez. Tam tersine mekana yakından ve farklı biçimlerde bakmak demektir.*
KORHAN GÜMÜŞ
İktidar bir kere temsil ettiğinde, hakikate ulaştığını zanneder ve mekanı deneyimlemeyi unutur. Çalışmaya başladığı anda sorunu gizler ve unutur. Kamusal alanlar iktidarlar tarafından biçimlendirilir. Ancak kamusal alanlar yalnızca belli bir görüşe açık bir alan değildir. Kamu yönetimi özne ise siyasal temsilden öte bir işlev, nitelik demektir. İktidarların seçimle elde edilmesi, halkı temsil iddiası yöneticilere böyle bir hakkı vermez. Kamu kuruluşu hüviyeti taşıyan meslek kuruluşları için de durum böyledir. Kamu yönetimleri sivil kuruluşlar gibi belli bir görüşü temsil edemezler. Ettikleri takdirde kamusal alanı kendilerine mal etmiş olurlar. İktidarların kamusal alana katılan üyelerinin,
seçmenlerinin görüşlerini temsil etme hakları vardır. Ama kamu görevi üstlenen yöneticilerin böyle bir hakkı yoktur. Kamu hizmetlerinden yalnızca kendi çevrelerini yararlandırma, kararları kendi başlarına alma hakları olamaz. Tanık olmuşuzdur: İktidardaki siyasetçiler çoğu zaman “halk böyle istiyor” sözünün arkasına sığınırlar. Başka bir alternatiften söz edenleri, eleştirenleri böyle susturmaya çalışırlar. “Halk böyle istiyor” sözü aynı zamanda siyasetçilere, kamu yöneticilerine keyfilik sunar. Halkı temsil iddiasının karşısında herkesin susması gerekir. Kamu kuruluşu yöneticileri halkı temsil iddiasının kendilerine sunduğu keyfilikten açık bir haz alırlar. Oysa söz edilen siyasal alan özel bir alan değildir, kamu alanıdır. Ancak bu mesele çoğu zaman sorgulanmadan geçiştirilir. Kamu yönetimleri açısından bakıldığında kamusal niteliğin oluşması için siyasal deneyimin birkaç önemli koşulunun gerçekleşmesi gerekir: Açık uçlu olmak: Kamusal nitelikli müdahalenin farklı öznelliklere ve alternatiflere açık olma gerekliliği; İlişkisel olmak: Kamusal alanda farklı öncelikleri, işlevleri, kamu yararı kavramlarını ilişkili olarak, birlikte ele alma gerekliliği. Katılımcı olmak: Kamusal müdahale ile ilgili kararlara ayrımcılık olmadan katılma hakkının gözetilmesi gerekliliği. Bugünlerde tekrar tekrar hatırlamakta fayda var: Taksim Gezisi yalnızca meydana bitişik bir parktan ibaret değil. Burası devasa bir rekreasyon alanının girişi. Bu alan ise 19. yüzyılda gelişen modern Pera ile 20. yüzyılda gelişen yeni semt Şişli (NişantaşıMaçka) arasında kalan devasa boşluğu yeniden işlevlendirmek için yapılmış, belki de (şehrin Roma, Osmanlı zamanlarını saymazsak) Cumhuriyet tarihinde yaşadığı ilk ve son “zeka ürünü” olan şehircilik deneyimi. Kültür yapıları, çok amaçlı salonları ve rekreasyon alanı ile bu kamusal alanın İstanbul’un sosyal yaşamının gelişmesine çok önemli katkıları oldu. Aynı zamanda da yönetim sorunlarının, kamusal alan krizinin sergilendiği en önemli yerlerden de biri oldu. Yalnızca yakın tarihe kadar İstanbul Valiliği’ne bağlı Trafik Vakfı tarafından şehrin en büyük otoparkı olarak kullanılması, STK’ların itirazı ile Büyükşehir Belediyesi otoparkı kapatınca da iki otorite arasında bir meydan savaşının patlaması, valiliğin de eğlence yerlerini kapatarak karşılık vermesi, sonuçta kavganın işyerlerini kapatan İstanbul Emniyet Müdürü’nün görevden alınması ile sonuçlanması bile bunun bir göstergesi. Spor tesisi olan Tenis Eskrim Dağcılık Kulübü’nün sanki özel araziymiş gibi yerine otel yapılmasını, rekreasyon alanın sürekliliğini koparmamak amacıyla bahçesi yaya ulaşımına açık kalma kaydıyla Hilton Oteli’nin kamu mülkü olarak inşa edilmesi,
SORU İŞARETİ
Bu devasa alana bir giriş olarak tasarlanan parkı kapatarak İstanbul'un yaşadığı bu yegane şehircilik örneğinin ölüm fermanı sayılabilecek çakma kışla inşaatı çok şükür ki 2 Numaralı Kültür Varlıkları Kurulu’nun uygun bulmaması ile engellendi. Bu İstanbullular için sevindirici bir gelişme. Diğer taraftan Elmadağ ile Tarlabaşı arasındaki tünel inşaatı devam ediyor. Peki şimdi rahatlamalı mıyız? Kişisel olarak Taksim ve çevresindeki alanda yapılmak istenen tünel ve inşaatlarla ilgili 30 senedir uğraşan bir kişi olarak bu krizin kamusal alanın tasarımı ile başladığını ve devam ettiğini ve çözülmeden rahatlamamak gerektiğini söyleyebilirim. Tünel projeleri Sözen zamanında gündeme geldi. Söylendiğine göre önde gelen bir üniversitenin hocaları tasarlamışlardı. Neyse ki birtakım çevrelerin ısrarına rağmen Sözen bağımsız insanları ve STK’ları dinledi ve yapmadı. Ama parkın içine o ucube inşaatlar yapıldı. Erdoğan’ın başkanlığı zamanında aynı proje tekrar ısıtıldı. Ancak bu defa üzerine çemberler çizilmişti. Kimileri tünellerle birlikte kültür vadisinin girişinin kapatılmasına karşı çıkarken, bazıları yalnızca camiyi sorun ettiler. Gürtuna camiyi projeden kazıttı ancak tüneller kaldı. Böylece itirazların önüne geçildi. Bugün de kışla bu alan paylaşımı meselesine karşı bulunmuş bir çözüm olarak bir angaje mimar tarafından yönetime sunulmuş gibi
gözüküyor. Başbakan’ın bu konudaki ısrarının temelinde de hala 28 Şubat sürecinden kalan bir şartlanma olduğu tahmin edilebilir. O tarihlerde bağımsız STK’lar bu kamusal alandaki yapıların özelleştirilmesi ve yönetim sorununa çözüm ararken, karşılarına Avrupa Kültür Başkenti programı çıktı ve ilk temaslar bu sayede başladı. Bu sorun ilk defa İstanbul'un başına gelmiyor. Dünyada bu alanda bir dolu deneyim var. Taksim’deki sorunu yalnızca yeni bir proje geliştirmekle çözebileceğini iddia eden konvansiyonel kamu örgütlenmesi ihtiyacı karşılamıyor. Yıllardır tanık olduğumuz gibi farklı öncelikler, işlevler arasında ilişki kurma kabiliyetine sahip değil. Bağımsız kişi ve kuruluşlara, öznelliklere de açık değil. Üstelik katılımcılık konusunda hiç bir deneyim geliştiremiyor. Dolayısı ile buradaki kamusal alan krizi mekana ilişkin bir soruna değil, siyasal öznenin deneyim ve örgütlenme sorununa işaret ediyor. Taksim meselesinin de önemi burada. Mekanla ilgili bir soruna çözüm ararken aslında yönetimin sorununa çözüm arama ve yeni bir deneyim geliştirme fırsatı yakalamış oluyoruz. Profesyonel alandaki tartışmaların sivil toplum temsili düzeyinde kalmaması, kamusal işleyişi yenileme potansiyelinin olması gerekli. * Beatriz Colomina "Mahremiyet ve Kamusallık", sayfa 14, Metis Yayınları, Haziran 2011
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Taksim Meydanı düzenlemesi görselleri
11 XXI - ŞUBAT 2013
sonra özelleştirilmesi, İnönü Stadyumu’nun da aynı akıbeti paylaşma riski, AKM’deki yönetim sorunları, yapılan derme çatma işler, İstanbul Kongre Merkezi diye inşa edilen ve bir otele işletmesi verilen devasa yapı gibi örnekleri hiç saymıyorum.
Teknolojik ve Samimi LAB::İSTANBUL MİMARLIK TARAFINDAN TASARLANAN OFİS RESEPSİYONU, KULLANICIYA TEKNOLOJİ ile SICAKLIK hissini BİR ARADA VERMEYİ AMAÇLIYOR.
ŞUBAT 2013 - XXI 12
güncel
Giriş, bekleme ve danışmadan oluşan toplam 88 m2'lik resepsiyon alanının eski loş mekanının daha aydınlık, ferah ama öte yandan teknolojik ve samimi bir hale dönüştürülmesi, işverenin projeye dair ana taleplerinden biri olmuş. Bu nedenle, genel olarak beyazın hakim olduğu ahşap öğelerle zenginleştirilen bir mekan oluşturulmuş. Asansörlerle ulaşılan mekanda ilk karşılaşılan şeffaf cephe ve bu cepheye takılı firma logosunun zeminde kıvrılarak basamağa
mimari tasarım: Lab::istanbul Mimarlık proje tarihi: Ekim - Kasım 2011 proje yeri: İstanbul mobilyalar: Stilart Mobilya, Cdkimyevi aydınlatma: Tekno Yapı elektrik altyapı: Ceylan Elektrik zemin firması: Delta Yapı
dönüştüğü ofiste logo oranları korunarak büyütülmüş. Bekleme alanına gelindiğindeyse, karşılama bankosu ve firma logosu ile birlikte kumun formülünün oyulu olduğu bankonun arkasındaki ahşap duvar mekanda dikkat çekiyor. Resepsiyon alanı, içinde gergi sistemlerin olduğu krater biçimli aydınlatma havuzlarıyla aydınlatılırken krater biçimli alçı halkalar ve halkaları taşıyan demir profiller ise montaj öncesinde atölyede üretilmiş.
Bir Rönesans Adamı: De Nari Üç yıl önce Çukurcuma’daki bir antikacıda bulunan iki bavul ile başlayan Değişen Zamanların Mimarı: Edoardo De Nari sergisi, Uğur Tanyeli, Paolo Girardelli ve Luca Orlandi’nin bilimsel danışmanlığında, Büke Uras ile Baha Tanman’ın küratörlüğüyle hayat buluyor. 20 Nisan’a dek İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde açık olan sergi üzerine Büke Uras ile görüştük.
ŞUBAT 2013 - XXI 14
güncel
socıeta operaıa tiyatrosu
Hülya Ertaş: Bu serginin ortaya çıkma öyküsünü anlatabilir misiniz? Büke Uras: Sergide kullanılan çizimlerin çok büyük bir bölümünü 2009 yazında Çukurcuma'da bir antikacının deposunda iki bavul içinde buldum; bavullar tahminen Edoardo De Nari’nin ölümüyle 1954'te kapatılmış, bir daha da açılmamış. Çizimler rulolar halinde neredeyse 60 senedir toz toprak içinde ve kötü koşullarda kalmış olduğundan yaklaşık altı ay bavulların tasnifiyle uğraştık. Ancak bavullar açıldıktan birkaç ay sonra bakılabilecek hale geldiler. Fotoğraflarını çekip bilgisayar üzerinden çalışmaya başladık. Bavullardan yaklaşık 300 tane mimari çizim ve çoğu mektup olmak üzere 500 kadar belge çıktı. De Nari'nin kim olduğunu ve önemini bu belgeleri incelerken anladım. Birkaç müze ve sergi mekanı ile görüştükten sonra Suna ve İnan Kıraç Vakfı’na bağlı İstanbul Araştırma Enstitüsü ile görüştüm. Onların desteği olmasa her şey çok farklı olurdu. Bilimsel bir kurul
oluşturuldu, hep birlikte sergi üzerinde çalışmaya koyulduk. Bu da yaklaşık üç yıllık büyük bir fedakarlık ve çalışma dönemini başlattı. En büyük yardım ise Edoardo De Marchi ve ailesinden geldi. Ben uzun yıllar İtalya'da yaşadım ve orada Türkiye'den gitme İtalyan asıllı Levantenlerle arkadaştım. O bağlantılar sayesinde De Nari ailesiyle ahbap olan De Marchi ailesiyle irtibata geçtim. Edoardo De Marchi 75-80 yaşlarında bir bey ve annesiyle ve babası De Nari'nin en yakın arkadaşları. Onun aile arşivinden tüm fotoğrafları oluşturduk. Yoksa bende içi mektuplar, çizimler, belgelerle dolu iki bavul olmasına rağmen De Nari'nin fiziksel görünümüne ilişkin hiçbir bilgimiz yoktu. De Marchi bize bütün fotoğrafları sağladı. he: 20. yüzyılın başlarından ortasına dek De Nari’nin mimari çalışmaları sürüyor. Bu dönem tam da Türkiye’de gerek politik gerekse toplumsal olarak büyük dönüşümlerin yaşandığı bir dönem. Giulio Mongeri ile birlikte
de narı müdahalesi sonrası casa d’ıtalıa cephesi
yaptıkları Saint Antonio Kilisesi ile son dönemlerinde tasarladığı Lion Mağazası arasındaki tasarım dili çok farklı. Bu açıdan bakınca Türkiye değişirken De Nari’deki dönüşüm nasıl oluyor? bu: Saint Antonio Kilisesi’nin inşa edildiği ülkeyle Lion Mağazası'nın inşa edildiği ülke arasında dağlar kadar fark var. Bu değişimleri bir azınlık vatandaşı olarak çok daha şiddetli travmalar şeklinde geçiriyor. Çünkü o dönemde azınlıkların tasfiyesi söz konusu, sadece toplumsal olarak değil tasarım alanından da tasfiye ediliyorlar. Buna karşın De Nari’nin İstiklal Caddesi gibi kamusal alana hakim bir yerde bir bina yapabilmiş olması ilginç. De Nari üslup olarak çok eklektik, kendi dönemini her zaman temsil edebiliyor, hiçbir zaman çok özgün olduğunu söyleyemeyiz. Belki zamanının en iyi mimarı değildi ama müşterinin taleplerini yerine getirmede son derece başarılıydı, diğer yandan stili de dönemine son derece uygundu. Saint Antonio Kilisesi NeoGotik, sonrasında Art Nouveau ve Art
Deco detayların olduğu yapıları var, 1930’larda inşa edilen Santa Maria Draperis Kilisesi yine Neo-Gotik ama Art Deco bir merdiveni de var içinde. O dönemden sonraki yapılarının çoğuysa Art Deco. Lion Mağazası ise Beyoğlu'nun ilk modernist yapısı. 1954’te yapılıyor ve De Nari'nin son işi. Yapıya ait fotoğrafa dikkat ederseniz yan sokak cephesi olduğu haliyle tutulmuş, bir 19. yüzyıl binasıdır. Yan cephedeki iyon plasterler bir yere kadar korunmuş, sonra iki kat eklenmiş. 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl cepheleri arasında geçiş sağlayabilmesi için yan cephede bu iyon plasterleri hatırlatacak şekilde dikey kaburgalar var, İstiklal Caddesi’ne bakan ana cephedeyse bunlar yatay kaburgalara dönüyor. he: Bu sergiyle ortaya serilen arşivin öneminden söz edebilir misiniz? bu: Ben başlangıçta bunun çok spesifik bir sergi olmasından, sadece mimarların ilgisini çekmesinden endişeleniyordum. Oysa şaşırtıcı bir şekilde, mimar olmayan birçok insan
güncel
nane sokak projesi cephe önerisi
nane sokak köşe bina
edoardo ve lydıa de narı
15 XXI - ŞUBAT 2013
haydar faysal servis istasyonu ana cephe önerisi
bu sergiden zevk aldı çünkü hepsinin bilip içinde yaşadığı binalar. Bu binaların bir kısmının mimarı bilinmiyordu ve bu arşivle De Nari’nin tasarımları olduğu ortaya çıktı. Santa Maria Draperis Kilisesi’nin iç mekanlarının, İtalyan Kültür Merkezi’nin tiyatrosunun, Demirören’i yapmak için geçtiğimiz yıllarda yıkılan Şark ve Glorya sinemalarının ve daha çok sayıda yapının mimarının De Nari olduğu bu arşivle ortaya çıkmış oldu. Dahası bu arşivle İstanbul'un en önemli binalarından biri olan ve önceden mimarı bilinmeyen Park Otel’in de çok büyük ihtimalle De Nari’ye ait olduğunu söylemek mümkün. Otelin ilk ismi Mira Mare ve tasarımı Park Otel'den biraz farklı. Açıldıktan üç-dört sene sonra yapıya derin balkonlar ekleniyor -ki ben onların mimarının De Nari olduğundan %90 eminim- ve Park Otel ismiyle açılıyor. Yapının o dönemki sahibi son sadrazam Ahmet Tevfik Paşa, onun torunu Ahmet Oktay ile görüştük.
Harika bir arşivleri var, tüm inşaat faturaları var ama mimardan kesinlikle bahsedilmiyor. Bavuldan Park Otel’in barının duvar aplik çizimi çıktı. Ahmet Oktay'ın arşivinden de Türkiye'nin ilk gökdelen tasarımı çizimi çıktı, 1944 tarihli ve De Nari’ye ait. Park Otel'in mimarının %100 De Nari olduğundan emin değiliz ama en azından iç mekanlarının bir kısmını kesin olarak onun yaptığını biliyoruz. Gökdelen tasarımı De Nari'nin olduğu için, çok olasıdır ki binanın tamamı da De Nari'nindir. Çünkü siz eğer bir mimarla iyi anlaştıysanız, aynı bina üzerinde farklı dönemlerde çalışmanız son derece olasıdır. he: Edoardo De Nari’nin yaşamının kendisinden parçalar da görebiliyoruz sergide. Oldukça ilginç İstanbul’a geliş öyküsü de. bu: 1874’te Cenova'ya yakın küçük bir kasaba olan Chiavari’de doğuyor. 15 yaşında hem annesini, hem babasını hem de kız kardeşi Elena'yı kaybettiği için yapayalnız kalıyor, bunu biz
karısına yazdığı mektuplardan biliyoruz. Mecburen İtalyan donanmasına giriyor çünkü yemek ve yatacak yer veriyorlar. Başka hiçbir şansı yok. Son derece hırslı biri, resme karşı da inanılmaz bir yeteneği var ve ressam olmak. Donanmayla 16- 21 yaş arası bütün dünyayı dolaşıyor. 1895 yılında ailesini kaybettiğinde birlikte yaşadıkları ve evi olarak gördüğü Venedik'e geri dönüyor ve ilk Venedik Bienali’nde bir resmi ödül alıyor. Tam resim akademisine yazılmak üzereyken İstanbul'a geliş emri çıkıyor. Önce gitmemeye karar verse de yolda bir arkadaşıyla karşılaşıyor ve fikrini değiştiriyor. Gizli bir görev için İstanbul'a doğru yol alıyorlar. 1895 yazında hem İtalyan hem de Rus konsolosluklarını korumak adına gemi Tarabya’da demirliyor. Büyükdere tüm yazlıkların olduğu yer, piyasa alanı. Beyoğlu’nun en meşhur ve varlıklı ailesi, Alman Hastanesi’nin kurucusu olan Mordtmannların kızı Cristel’i gezinti teknesiyle boğazda görüyor ve birbirlerine aşık oluyorlar. Bunun
villa lydıa
üzerine İstanbul’da kalmaya karar veriyor. he: Serginin kurgusunu oluştururken malzemeleri nasıl belirlediniz? bu: Tabi mekan biraz sınırlı olduğundan katalogda yer alan her şeyi sergide kullanamadık. Arşivin kondisyonu çok iyi olmamasına rağmen sayfaları kurtarabildik. Her projeden en azından bir iki çizim eklemek istedik ki en azından fikrimiz olsun ama yine de birkaç projeyi elemek zorunda kaldık. Projelerin yanı sıra De Nari’nin yaptığı resimler de var, bavuldan çıkan otoportresini, De Marchi arşivlerinde bulduğum iki tablosunu ve de kime ait olduğunu bilmediğimiz bir bayanın portresini koyduk sergiye. Fotoğraflara da önem verdik çünkü De Nari kesinlikle yaşamayı, lüks yaşamı çok seviyor. Zaten zaman içerisinde Beyoğlu'nun en ileri gelenlerinden biri haline geliyor ve uzun yıllar da öyle kalıyor. Besteci, ressam, mühendis, mimar, politikacı... Tam bir Rönesans insanı. Tüm bu yönlerini sergide yansıtmak istedik.
Bir Mimarlık Ofisinin Öyküsünü Anlatmak Hülya Ertaş ve Kuyaş Örs’ün küratörülüğünü, Emre Çıkınoğlu’nun tasarım yönetimi ve proje koordinasyonunu, Akın Nalça’nın da sergileme tasarımını gerçekleştirdiği Bir Vizyonun Peşinde: ERA Mimarlık’ın 40 Yılı sergisi, Tophane-i Amire Tek Kubbe’de 3 Şubat’a dek izlenebilir.
fotoğraflar: Emre Topdemir
ŞUBAT 2013 - XXI 16
güncel
sergi tasarım hazırlığı ve proje koordinasyonu: Emre Çıkınoğlu, Spot Tasarım küratörler: Hülya Ertaş, Kuyaş Örs, Depo Yayıncılık yapım koordinasyonu: Gülizar Kemer, ERA Mimarlık sergileme tasarımı: Akın Nalça, Terminal Design mimari fotoğraflar: Benjamin Struelens, Cemal Emden, Cengiz Civa, Gürkan Akay
Hülya Ertaş Sergi, Türkiye’de kesintisiz bir şekilde bu kadar uzun süredir mimarlık faaliyetini sürdüren bir mimarlık ofisinin öyküsünü anlatmayı amaçlıyor. Bu öyküyü oluşturmak için öncelikle ERA’yı anlamak gerekiyordu. ERA, 1972’deki kuruluşundan bugüne dek pek de göz önünde olmayı tercih etmeyen, kurucusu Ertun Hızıroğlu’nun ön plana çıkmama tercihine bağlı olarak neredeyse görünmez olmayı başarmış bir pratik. Oysa işleri arasında Türkiye sathında çok sayıda kentin görünümüne ve gelişimine etki etmiş kentsel donatılar çoğunluğu oluşturuyor: 1980’ler boyunca bir kısmını yeniledikleri bir kısmını ise sıfırdan inşa ettirdikleri Türkiye çapında 580 Shell benzin istasyonu, 1990’lar ve 2000’lerin ilk yarısında gündemlerinde olan CarrefourSA hipermarket zincirine ait yapılar ve 2000’lerle başlayan Forum Alışveriş Merkezi yatırımları. Bu işler ERA Mimarlık’ın portfolyosunu meydana getiren projelerin ötesinde kendi dönemlerindeki mimarlık ve
çeviri: Cüneyt Tabanoğlu redaksiyon: Beste Sabır, Tuğba Demirci, Depo Yayıncılık video-fotoğraf: Okan Ünsür, Ahtapot Film-Yapım grafik tasarım: Spot Tasarım grafik uygulama: Hatice Çavdar, Spot Tasarım görsellerin dijitalleştirilmesi: DifoLab ofset baskı: Novum Ajans
gayrimenkul ortamlarının aynası. Tam da bu nedenle projeleri mümkün olduğunca ait oldukları dönemin bağlamı içerisinde aktarmaya özen gösterdik. Bunun için en iyi yöntem bu 40 yılı kronolojik bir akış içinde ele almak olacaktı. Daha sergi üzerine çalışmaya başladığımız ilk günlerde alınan bu bağlamsallık kararı hiç değişmedi. Kronolojik akış içinde onyıllara ayrılan bir gruplama yaparak o yıllar içinde ERA’nın ürettiği projeleri seçtik ve o projelerin ruhuna uygun başlıklarla dönemin bağlamını tanımlamaya çalıştık: Proaktif 1970’ler, Rasyonel 1980’ler, Kolektif 1990’lar, Küresel 2000’ler, Vizyoner 2010’lar başlıkları ERA’nın tüm bu dönemler boyunca sahip olduğu ama belirli dönemlerde daha ön plana çıkan sıfatlarını vurgulayarak onyılların genel çerçevesini çizmemizde yardımcı oldu. Bu gruplamanın aynı zamanda sergiyi gezenler için de daha kolay izlenebilir bir okuma sunacağını düşündük. Projelerin her birinin metnini oluştururken Ertun ve Ali Hızıroğlu ile
görüşmeler yaparak bilindik proje metinlerinin ötesine nasıl geçebileceğimizi araştırdık. ERA ve yöneticileri mimarlığın, sadece iyi tasarım yapmakla değil, aynı zamanda uygulama aşamasında bir adım önde olmakla, işverenle ilişkilerin ve yapma biçimlerinin geliştirilmesiyle mümkün olduğunu biliyorlardı. Ve bu yaklaşım da tüm projelere nüfuz etmiş olduğundan metinleri ona uygun bir dille oluşturmak önemliydi. Bu nedenle salt projeleri değil, projelerin tasarım ve yapım süreçlerini anlatan metinler oluşturduk ve onlara mimarlığı daha insani düzeye çeken, yaşamın bir parçası olduğunu hatırlatan anekdotlar ekledik. Bu yaklaşımı sürdürmek adına ERA’nın yıllar içinde işbirliği yapmış olduğu işverenler ve mimarlar ile söyleşiler yapıp video kayıtlarına sergide yer verdik. Sergi tasarımı kareye yakın bir plan şemasına sahip mekanın kenarlarında projeksiyonlar ile dönemlerin ve projelerin anlatıldığı bir zaman tüneli yaratılması ve orta alanda maketler,
eskizler, çizim malzemeleri ve aletleri ile söyleşi videolarının -kısacası daha dokunulabilir ve kolaylıkla iletişim kurulabilir malzemelerin- sergilenmesi fikri üzerine kuruluydu. Çeperde projeleri izleyerek dolaşan izleyicinin orta alana gelerek projelerin arka planındaki süreçleri ve aktörleri de görerek sergiyi tamamlamasını hedefledik. Bir Vizyonun Peşinde: ERA Mimarlık’ın 40 Yılı sergisinin öyküsü böyle. Bu sergiyi dergide nasıl konu edineceğimizi düşünürken aklıma gelen en uygun çözüm bunu tıpkı serginin kendisi gibi bir süreç olarak anlatmak oldu. Kendi dergimde küratörlüğünü yaptığım sergiyi anlatmayı kendim de garipsiyor olsam da bu serginin Türkiye’de bugüne dek yapılmış mimarlık sergilerinden önemli bir farka sahip olduğunu düşündüğüm için bu riski aldım çünkü bir mimarlık ofisine dair bu çapta kapsamlı bir sergi ben hatırlamıyorum. Umarım ERA’nın bu girişimi diğer ofislere de örnek olur ve mimari birikimler yeni sergilerle paylaşıma açılır.
Wittgenstein’ın Viyana’daki Modernist Kalesi I
Wittgenstein’ın 1920’lerin son yıllarında inşa ettiği tek mimari yapı olduğu söylense, herhalde buna inanası gelmez.
-Cansu Civelek içinBir bina dikmekle değil, ama kendime tüm olası binaların ilkelerini açıkça göstermekle ilgileniyorum.” Ludwig Wittgenstein Wittgenstein evi, Viyana’nın avlulu çeper-blok düzenine sahip üçüncü bölgesinde, Kundmanngasse’de yer alıyor. Ziyaretçiyi, modern bir Viyana Palais’sinin mağrurluğuna uygun yüksek ağaçlarla dolu kocaman bir bahçeden geriye kalanlar karşılar. Wittgenstein’ın tasarladığı giriş, girişin cadde seviyesinden verilmesi, bir yükseklik sınırının uygulanması ve giriş bloğunun derinlemesine konumu bakımından, Viyana menşeli barok portalla benzerlikler taşır. 1920’lerin sonlarında, binaya araziden arabayla ulaşmak için yapılan yol, ulu ağaçların arasından titizlikle geçirilmişti. Ama yapının içinde konumlandığı arazinin yarısı, 1970’lere kadar güneybatısındaki bir koruluk biçimindeyken, buraya bir ofis binası inşa edilir ve arazinin kuzey köşesine yerleştirilen binanın esrarengiz sessizliğinden önemli bir parça eksilmiş olur.
dönme dolap
Ludwig Wittgenstein’ın ressam kız kardeşi Hermine, vaktiyle bu arazinin satın alınması hakkında şöyle yazmış: “[Ablam Margaret,] Kundmanngasse’de kendi amacına uygun bir yer aldı. Cadde seviyesinden biraz yüksekteydi ve üzerinde eski bir bina vardı. Küçük bir bahçesi ve güzel, yaşlı ağaçlar var. Etrafında vasat evler var; kozmopolitan ve seçkin bir yer olmaktan oldukça uzak. Bu zıtlıklar, kız kardeşime göre biçilmiş kaftan.”
ŞUBAT 2013 - XXI 18
Bugün de bina, cadde seviyesinden dört beş metre yüksekte, duvarlarla çevrili arazide, münzevi ama snob bir ünlem gibi duruyor. Çünkü yapının müştemilatı bu duvarların ardındaki gömünün altına yerleştirilmiş. Kentle bütün bağı bu masif bazadan ibaret, tabii bağ denebilirse buna. Kundmanngasse Caddesi’nden nehre doğru yokuş aşağı yürürken, sağ sırada konumlanmış beyaz, münferit, sıradan bir dubleks gibi algılanıyor bina. Oysa yer üstünde üç kata ve bir bodrum katına sahip, oldukça zengin bir kitle kompozisyonu olan, ilginç perspektifler de veren modernist, Loosvari bir yapı bu. Sakladığı diğer bütün mimari sırlara, ancak güneydoğu cephesine bağlanan merdivenlerden birkaç metre tırmanıp bahçe seviyesine çıkınca ulaşmak mümkün olabiliyor.
levent Şentürk
Sokaktan geçen birine bu binanın, pozitivizmden mülkiyet ilişkilerine, akademizmden üst sınıflara, eril kültürden heteronormativizme kadar birçok şeye; hatta bizzat felsefeye ve büyük eseri Tractatus LogicoPhilosophicus’u bitirdikten sonra kendi yapıtına bile biteviye savaş açmış ünlü düşünür Ludwig
Margaret-Stonborough için yaptığı binanın anıtsalcı tavrı, kente karşı mıdır yoksa mimarlığın yüceltilmesi mi? Bu sorunun yanıtı karmaşıktır elbette. Çoğunlukla birini yaparken ötekine sebep olunduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Binanın şimdilerde kente tepeden bakan, mesafeli görünen tavrıyla Wittgenstein’ın kişiliğini bir araya getirmek neredeyse imkansız. O Wittgenstein ki, Cambridge Üniversitesi’nin yemekhanesinde, diğer insanlardan bir basamak yukarıda yemek yemeyi reddetmiş biridir çünkü akademisyenlerden de gündelik hallerinden de nefret eder. Cambridge Üniversitesi’yle yaşadığı aşk ve nefret ilişkisinin hayatına damgasını vurduğu bir sır değil artık bugün. Yine o Wittgenstein ki, çelik endüstrisinde holdingleşmiş multimilyoner babasından (bugünün Koç’unu düşünün) kendisine kalan mirası fakire fukaraya dağıtmak suretiyle çarçur ederek, köy öğretmenliği yapmayı yeğlemiştir. Aslında Wittgenstein’ı döneminin tutarlı sınıfsal portrelerinden hiçbirine tam olarak sığdırmak kabil olmaz: David Pinsent ile yaşadığı eşcinsel aşk, bir kitaba konu olmuştur sözgelimi.1 Sekiz kardeşten üç ağabeyinin intihar etmeleri, Ludwig’e de müntehir bir eğilim kazandırmıştır ki bu eğilimin doruk noktasına, ablasının onu 1926 yılında evin inşası için Viyana’ya çağırmasından hemen önce eriştiği söylenir.2 Asabiyetinin dillere destan hale gelmesinin bir nedeni, bir anekdottur: Bu da bir başka kitaba, Wittgenstein’ın Maşası’na konu olmuştur:3 Karl Popper’la aralarındaki ilk ve son kavga, efsane haline gelmiştir. Tek kitabı Tractatus’a Russell’ın yazdığı önsözü reddetmesi, yaşamı boyunca gelgitler içinde bir yaklaşıp bir uzaklaştığı Cambridge Üniversitesi’ndeki efsanevi entelektüel kişiliği ve başka birçok hayat kesiti, vesikalık fotoğrafının çekilmesini imkansız kılar. 1914’de Norveç köyü Skjolden yakınlarındaki Sognefiord gölü kıyısında, yüksek bir fiyordun tepelerine inşa ettiği kulübede yaşamayı denemiştir: Yirmili yaşlarının ortasındadır ve Birinci Dünya Savaşı’nın eşiğidir. Wittgenstein’ın bu ilk "mimari" girişiminden ya da kulübesinden geriye, dostlarının anlattıklarından ve bir fotoğraf karesinden başka ayrıntı kalmamıştır. Wijdeveld’e bakılırsa, bu inziva ve çalışma mekanı, Kundmanngasse’de yıllar sonra kullanacağı kimi yapısal detayların taslaklarını içeriyor olmalıdır.4 Wijdeveld, Wittgensteingil sadecilik mitolojisini Cambridge’e de taşıyarak, orada yaşadığı yıllarda kendisine Kundmanngasse’nin sadeliğine yaklaşan bir çevre kurduğunu anlatır: Odalarının duvarları çıplaktır; yatak odasında küçük bir kitaplık ve kullanılmadığında duvarda asılı duran çinko bir leğen ile ahşap bir sandalye, birkaç tabure bulunur. Son olarak, yazı masası niyetine kullandığı katlanır ahşap masa, tüm eşyasıdır. Şömineyi kullanmaz, onun yerine borusu dosdoğru tavana giren siyah, geleneksel bir soba yakar. Şöminenin rafındaki loş ampul, penceresinin denizliğinde vazoda duran taze çiçekler, duvarlardan birinde asılı duran çerçeveyle içindeki resim olmasa, buranın kişisel
Kundmanngasse’de sınıfsal estetizasyonun peşinden değil, dikine gidildiği açık, Kundmanngasse’de bir karşı-estetiğin üretildiği de öyle. Yapının kapı ve pencerelerindeki metal işçiliği, düzeneksel olanla özdeşliğin ötesine gitmemek gibi bir temel prensibe yaslanıyor ama bunu mekanik bir işlevselcilikle karıştırmayalım. Wittgenstein’ın özellikle de evin zemin katındaki kapı ve pencere tasarımlarında benimsediği sadeleştirmeci tavır, pragmatik olana aşırı vurgusu, bir tür işlevselcilik; giderek de pozitivizm gibi algılanma tehlikesine sahipse de, gerçek böyle değildir: Düzeneksel olan, işlevseli değil, edimi ve oyunu çağırır gibidir. Dolayısıyla kapı ve pencerelerin dili minimalist değil, oyunsaldır. Diğer yandan, pencere ve kapılarda yatay bölüntülerin yokluğu, uzamı olası en az parçaya bölmenin ilkesine dönüşürken, aslında klasik mimarlığın düşey kanonlar kurma ilkesinin modernist bir karşılığına da dönüşür. Wittgenstein’ın yapının daha birçok noktasında, klasik mimarlığa -farkında olarak ya da bilmeyerek- göz kırptığına şahit olunur. Pencere bölüntüleri, cephe
kompozisyonunun düşeyleşmesini izleyerek bir süreklilik oluşturur. Cephe konfigürasyonları ise, bütün orana ve geometriye indirgenmişlikleriyle, klasik mimarlıkla hesaplaşmaya devam ederler. Cephe yüzeylerinin sürekliliği ön plandadır; pencereler beyaz düzlemselliğin vurgulanmasına katkıda bulunur. Mekanın işlevine göre pencere büyüklüğünün eşleştirilmesi, binadaki programatik hiyerarşinin (ya da odaların plansal görevlerinin) görsel tecessümlerini araması, neoklasikçilerin modern yönelimlerindendir. Wittgenstein evinde de pencereler yukarıya doğru küçülür ve kendi aralarında bütünsel bir ifade kazanırlar. Buradan, zemin kattaki programların daha sosyal, üst katlara çıkıldıkça da daha kişisel oldukları sonucunu çıkarırız ki öyledir de. İşlevsel hiyerarşi ile malzeme hiyerarşisi arasındaki koşutluk, neoklasik mimarlığın bir başka izdüşümüdür: Zemin katın çelik kapıları ve granit benzeri zemin kaplamaları, üst katlarda parkeye ve ahşap kapılara dönüşür. Bu işlemlerle Wittgenstein aslında salt geometrik bir kodlama yapmaz, doğrudan doğruya yapının sahibinin sosyal statüsünü de mimarlık diline tercüme etmiş olur farkında olmadan. Wittgenstein’ın modernist anıtsalcılığı, bu yanıyla neoklasikliği ve üst sınıfın yaşam biçimini bünyesinde uzlaştırıp barıştırır, ama kendine özgü kavgacı prezisyonizmiyle. Wittgenstein’ın aşırılığa varan sadeciliği, kendini mimarlığın ifade olanaklarından bile isteye mahrum edişi, paletini fırlatıp atan bir ressamın modern radikalizmiyle örneklenebilir. Sanki, dilden vazgeçmeyi dener: Bütün bezemeci işçilikleri saplantılı bir biçimde dışlaması, binada siyah, beyaz ve metal renginin dışında rengin neredeyse yokluğu, zemin katın zemininde sadece siyah yapay graniti tercih ederek ahşaptan ve başka birçok kaplama olanağından vazgeçmesi, bütün yüzeylerde yansımadan, ciladan uzak durarak uyguladığı matlık perhizi, beyazın içeride ve dışarıda kült mertebesindeki sürekliliği, uzamlara tuhaf bir güncellik kazandırır. Bu durum, 1920’lerin sonlarında inşa edilmiş, aşırı derecede pahalıya mal olmuş bu eve, ancak modern-sonrası mimarlıkta karşılaştığımız kasıtlı ifadesizliğin ve boşluğun/yokluğun yarattığı müphemlik duygusunu zerk eder. İki savaş arası kıta Avrupa’sının erken metropollerinden birinde, Viyana’da hayata geçme olanağını yakalamış olan bu ev fikri, yalnızca kendi zamanının neoklasizmini aşmakla kalmaz. Loos’un modern, radikal
19 XXI - ŞUBAT 2013
Atladığı nokta şudur aslında: Kundmanngasse’nin sadeliğinin müsebbibi, yalnızca Ludwig Wittgenstein’ın özel yaşamına içkin olduğu varsayılan bu pitoresk sadelik değildir, olamaz da: Buradan büyütülecek mitolojiyle bir yere gidemeyiz. Çünkü Kundmanngasse, Margaret-Stonborough için de işlevsel bir çevredir; ev öncelikle onun yaşadığı yerdir ve onun izin verdiği biçimde inşa edilmiştir bu yapı.5 Aksini düşünmeye eğilimimiz, modernizmin öncü mimarlarının geriye doğru yazılan mitolojik yaşam öykülerinin etkisinden kaynaklanır. Sanki işin içinde bir kadın yokmuş gibi düşünülür modernist deha figürlerinin inşasında. Kavga, bir 19. yüzyıl hanımefendisi gibi yaşayan varsıl birine, bir geç 20. yüzyıl minimalistinin (Wittgenstein’ın mekansal yaklaşımı çünkü postmodernizme daha yakındır) mekan düşlerini giydirmeye çalışmaktan çıkıyor. Kız kardeşi Hermine de bunu hissetmiş olmalı ki, evin anıtsallığıyla barışamamıştır bir türlü: “Evi çok beğenmeme karşın, ne içinde yaşamayı istiyordum, ne de yaşayabilirdim. Daha çok benim gibi bir ölümlüden ziyade, tanrılar için yapılmış bir ev gibiydi, ve hatta ilk başlarda bu ‘ev haline gelmiş mantık’ olarak tanımladığım şeye, bu mükemmeliyetçiliğe ve anıtsallığa karşı, belirsiz bir içsel karşı koyuşla baş etmem gerekmişti.”6
dönme dolap
denebilecek her şeyden arınmış bir mekan olduğu rahatlıkla söylenebilir, der Wijdeveld.
derecede sade ama iç mekan bakımından sahnelemeci evlerinin mantığının bile ötesinde, -Baudrillard’dan ödünçleyebileceğimiz- bir boşluk ve hiçlik kapasitesine erişir, özellikle de zemin katında. Kimi nitelikleri bakımından Wittgenstein evi, öyle kraldan-çok-kralcı derecesinde sadecidir ki, Loos bile yanında manyer kalabilir. Yapı teknolojisi bakımından aynı şeyleri söylemek mümkün olmaz yine de: Yapının duvar kalınlıklarına bakınca, strüktürünün geleneksel tarzı izlediği görülür. Betonarme karkas sistemin yaygınlaşmadığı bir dönemde, bu yapı da hibrit bir strüktüre sahiptir. Yapısal bilgiler Wijdeveld’den: Yazar, taşıyıcı dış duvarların beton desteklere sahip olduğunu, sırlı tuğlalar kullanıldığını, kullanılan bu tuğlalardan bazılarının ön gerilmeli olduğunu belirtir. İç duvarlarda taşıyıcı olmayan prefabrike elemanlar kullanılmıştır. Dış duvarların taşıyıcı oluşu, giriş katının ve üst katların açık bir plan anlayışıyla oluşturulmasına olanak tanımıştır. Taşıyıcı sistem, aynı zamanda teras çatıları da tutar. Düzgünce sıvanmış iç duvarlar, doğal bir açık gri renkle boyanmıştır. Ana bloğun çatısı, ikinci kattan üç noktada doğal ışık alacak açıklıklara sahiptir. Koridorun üzerindeki bu pencerelerin doğramaları çinkoyla kaplıdır. Eğimli çatı, parapetin yanında yer alan bir gidere bağlanır ve birçok kez tamir görmüştür. Çatı terasları, kızıl kahve, kare Çek karolarıyla kaplıdır. Kapı ve pencereler, kullandıkça parlaklaşmayan soğuk tunç rengindedir. Zemin katın hesaplı soğukluğu, kamusal hayata tavır alışın bir ifadesi midir, yoksa bir mimarlık manifestosu mu? İkisini birbirinden ayırt etmek çoğu kere mümkün
önceki sayfada solda: Caddenin girişinde enstalasyon. Yapının konumunu ve diğer yapı gruplarıyla ilişkisini gösteren fotoğraf. (Wijdeveld) sağda: Yapının bahçesinden, kütlenin kent kotundan kopukluğunun algılanması. Cadde kontundan evin görünümü. Fotoğraflar: Levent Şentürk bu sayfada üstte: Yapının muhtelif konumlardan cephe ve kütle etkileri. Fotoğraflar: Levent Şentürk altta: Yapının girişindeki mermer ve bakır plaketler. Fotoğraflar: Levent Şentürk
ŞUBAT 2013 - XXI 20
dönme dolap
olmasa gerek. Şantiye uygulamasındaki kesinlik, zemin kaplamalarında da görülür. Zemin katın siyah taş kaplaması, rengini kömür katranından alır. Merdivenler ve sahanlıklar gri granitle kaplıdır. Zemin katın tavanları beyazdır. Üst katlarda odaların zemini parkeye, kapılar ahşaba döner. Ama sıcak malzeme kullanımı bununla sınırlıdır. Mutfak ve banyolarda beyaz karo kullanımı göze çarpar. Köşe ve kenarlar matematiksel bir doğrulukla inşa edilmiştir ve keskin bitimli bir alçı işçiliğine sahiptir. Wijdeveld’e göre, 1976’da alınan rölöveler, hayret verici biçimde, uygulamada sadece çeyrek inçlik bir fark bulunduğunu göstermiştir. Mimari projeye, görsel anlam üretimine dönük plansal ve cephesel müdahaleler damgasını vurur. Diğer yandan, pencere ve kapılar, başka bir yapı oluşturacak monolitik bir güce sahiptir. Tezat büyüktür yine de: Çeliğin yeni diliyle tuğla ve sıvanın geleneksel dili arasındaki çatışma, yapıda belirgindir. Loos’un Viyana’daki yapılarında da aynı tezatı görürüz: Geleneksele topyekün itiraz, gelenekselin dili içinden yapılmaya çalışılır kaçınılmaz olarak. Yalnız dönemin
kıta Avrupa’sının nüfusu iki milyonu geçkin Viyana’sının çelişkisi değildir bu: Kuzey Amerika’da, 20. yüzyılın başlarında, klasik rasyonalizmin temsilcileri sayılan McKim, Mead ve White’ın New York’taki yapılarında çelik karkası taş kaplamaların arkasına saklayıp, alenen müstakil çelik yapılar yapamama biçiminde tezahür eden bir kültürel/ideolojik bağnazlık vardır. Alt sınıflara doğru inildikçe kitsch’in haneyi ele geçirmesi; buna mukabil üst sınıflara çıkıldıkça basitleşen dışavurumların benimsenmesi diye özetlenebilecek estetik tercih mekanizması ve Wittgenstein’ın ablası için yaptığı evin mekansal sadeliği arasında bir koşutluk var mı? Kuşkusuz sadeliğin maliyetini düşündüğümüzde, yapının anıtsal yalınlığı rastlantısal olmaktan çok, düpedüz sınıfsal bir üst-nitelik olarak beliriyor. O halde, tarihselciliğin dekorundan kaçarken, yalınlamacılığın dekoruna iman etmek gibi bir ideolojik tercih ile karşı karşıyayız.
Loos’a, Le Corbusier’ye, Mies Van der Rohe’ye, Frank Lloyd Wright’a, Louis Kahn’a olduğu kadar, Wittgenstein’a da sirayet etmiş olduğunu gösteriyor: 19. yüzyıldan beri süregelen, Puginesk monolitizm idealinin bir etkisidir bu. 1 Bkz: Noll, J., (2002), Aşklar ve Çiftler: Ludwig Wittgenstein ve David Pinsent, Çev.: Dirim, A., İletişim Yayınları, İstanbul. 2 Bkz: Wijdeveld, P., (2000), Wittgenstein Architect, The Pepin Press, Singapore. 3 Edmonds, D.; Eidinow, J., (2004), Wittgenstein’ın Maşası, İki Büyük Filozof Arasındaki On Dakikalık Tartışmanın Hikayesi, Çev. Biçen, A., Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. 4 Wijdeveld, P., (2000), Wittgenstein Architect, The Pepin Press, Singapore, s. 27. 5 Bu konuda, Whitney Davis’in “Görüş Noktaları ve Yaşam Biçimimiz: Ludwig Wittgenstein’ın Kız Kardeşi İçin Yaptığı Ev” başlıklı makalesi alışılmadık açılımlar getirmektedir. 6 A. e.
"Simplex sigillum veri"ye ("basitlik doğruluğun anahtarıdır") beslediği sadakat, dürüstlük ilkesinin Kaynakça: Janik, A.; Toulmin, S., (1973), Wittgenstein’s Vienna, Simon and Schuster Press, New York. Kraus, K., (1999), Deyişler ve Karşıdeyişler, Çev. Kızıltan, G. S., Telos Yayınları, İstanbul. Leitner, B., (1997), The Wittgenstein House, Princeton Univesity Press, USA. Noll, J., (2002), Aşklar ve Çiftler: Ludwig Wittgenstein ve David Pinsent, Çev.: Dirim, A., İletişim Yayınları, İstanbul. Soykan, Ö. N., (1995), Felsefe ve Dil Wittgenstein Üzerine Bir Araştırma, Kabalcı Yayınları, İstanbul. Wijdeveld, P., (2000), Wittgenstein Architect, The Pepin Press, Singapore. Wittgenstein, L., (1996), Tractatus Logico- Philosophicus; Çev. Aruoba, O., Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. Wittgenstein, L., (1999), Yan Değiniler, Çev. Aruoba, O., Altıkırkbeş Yayın, İstanbul. Wittgenstein, L., (2007), Felsefi Soruşturmalar, Çev. Barışcan, H., Metis Yayınları, İstanbul.
Biz ve Diğerlerinin Ötesinde Cami 12 Ocak’ta düzenlenen Kalebodur’la Mimarlar Konuşuyor etkinliğinin ana konusu cami mimarisiydi. Argos ın Cappadocia Bezirhane’de düzenlenen etkinliğin konuşmacıları Nevzat Sayın, Dücane Cündioğlu ve Can Çinici’ydi. Konuşmada ilk söz alan Nevzat Sayın, cami konusuna bir görgü meselesi olarak yaklaşıp yaklaşamayacağımız sorusunu ortaya attı ve bugünkü sıkıntının görgü üzerinden okunabileceğini belirtti. Eklemlenerek oluşan bir olgu olarak görgüde birtakım kopmalar yaşadığımız için cami konusunun böylesi çetrefil bir hal aldığından bahsetti. Görgüde bir ayrışma olup da bunlar benim onlar senin dendiğinde, sadece benim olarak tariflenen kısımla ilgilenmenin zihinsel olarak bir fukaralaşmaya yol açtığını ve büyük bir zenginlikten zihinsel bir fukaralığa geçmenin, başa çıkılması zor bir durum olduğunu anlattı. Sayın’a göre bu fukaralaşmayla baş etmek için daha gösterişli bir şey yapma çabası da kendinin bildiği bir geçmişin altın çağına dalıp oradan bir şeyler çıkarmaya çalışmaktan kaynaklanıyor.
ŞUBAT 2013 - XXI 22
güncel
İkinci sözü alan Dücane Cündioğlu camiyi konuşmaya başlamanın mabet
üzerine, oradan da sırasıyla şehir, dünya ve alem üzerine konuşmayı getireceğini, bu açıdan bir başlangıç noktasında olduğumuzu söyleyerek konuşmasına başladı. Mabedi şehirden önce gelen ve onu kuran öğe olarak tanımlayan Cündioğlu, mabedi konuşmaya başlayınca mecburen şehri de konuşmak zorunda kalacağımızı belirtti. AKM’yi Taksim’in mabedi olarak tanımladı ve bugünkü müdahalenin kapitalizmin mabedinin alışveriş merkezi talep ettiğinden ötürü gerçekleşiyor olduğunu söyledi. Cami tartışmalarında toplumun bir kesiminin duruşunu açıklamak için kullandığı terim ise simülatif dindarlıktı. Problemin demokrasi aracılığıyla çeperin merkeze taşınması nedeniyle egemen ideolojinin halkının inançlarını tanımak zorunda kalmasından kaynaklandığını, o inanç siyasi erki de elinde tutmaya başlayınca ister istemez baskılanan birtakım şeylerin simülasyon halinde ortaya çıkmaya başladığını anlattı. Bu
simülatif dindarlığın da teşhirci bir şekilde dindarlıklarını göstermek istediklerini, bunun psikolojide uzun süre kendisinden mahrum edilen şeylere kavuşmanın heyecanıyla sahip oldukları serveti hızlıca başkalarının gözü önüne sunan sonradan görmeliğe karşılık geldiğini anlattı. Ancak dindarlığın teşhirci bu yeni versiyonunun Cumhuriyet Tarihi'nin zorunlu bir sonucu olması nedeniyle entelektüel kesimin kişisel tercihlerinin ötesine geçerek konuya şefkatle eğilmesi gerektiğini söyledi. Can Çinici ise tüm ideolojik ayrılıklara, kişisel ya da toplumsal farklılıklarımıza rağmen hepimizin aynı objeyi sevebilmemizin mümkün olmasını dileyerek başladı. Çamlıca Camisi ekseninde tartışmanın mimarlık ile ilgisinin olamayacağını, o noktadan verimli bir konuşmaya doğru gidilemeyeceğini belirterek modern caminin ne olduğu sorusuna yöneldi ve onu mütereddit bir cami
olarak tanımladı: Konumundan, silsilesinden tereddüt eden, kendinden çok da emin gözükmeyen ama bunun olasılıklarını araştıran bir ifadeye sahip bir yapı olarak. Camiyi yapanın da mütereddit olması gerektiğini çünkü modernliğin de zaten bu olduğunu anlattı. Bugünse mimarların repertuarının en önemli tezahürünü tipolojik hayalgücünde bulmasından ötürü tarihten bugüne taşınan belli birtakım tipolojiler içinde hareket edilmesinin cami tahayyülümüzü neoklasizme mahkum ettiğini belirtti. İlk turun ardından sorular ile ilerleyen tartışma, Çinici’nin ortaya attığı "modern cami nasıl olmalıdır?" sorusunun yanıtını üretmediyse de Kalebodur’la Mimarlar Konuşuyor’un bu ilk toplantısı özellikle Cündioğlu’nun katılımı sayesinde mimarların dindar kesimi ve beklentilerini anlaması için iyi bir vesile oldu.
Müze ve Kent
ŞUBAT 2013 - XXI 24
güncel
istanbul modern'in düzenlediği MÜZELER KONUŞUYOR ETKİNLİĞİ PARALELİNDE İSTANBUL'A GELEN SAN FRANCISCO MODERN SANATLAR MÜZESİ (SFMOMA) DİREKTÖRÜ NEAL BENEZRA İLE MİMARLIK, KENT VE SFMOMA'NIN SNØHETTA TASARIMI EK BİNASI ÜZERİNE GÖRÜŞTÜK.
Beste Sabır: Sizce kent ve müze arasında nasıl bir bağ söz konusu? Birbirlerine ne şekilde girdi veriyorlar? Ya da sizce böyle bir ilişkiden söz etmek mümkün mü? Neal Benezra: Sadece San Francisco Modern Sanatlar Müzesi'nde (SFMOMA) değil bir çok müzede bu ikisi arasındaki ilişkiye odaklanılıyor. Ama geçmişte bu hep böyle değildi. Soruyu Avrupa bağlamında değerlendirdiğimizde; kent ve müze arasındaki bu ilişki aslında çok da önemli değil diyebilirim. Avrupa müzeleri mali desteklerini devletten aldıkları için, şehir ve kamusalla olan ilişkileri yeteri kadar güçlü değil. Fakat Amerika'da müzeler devletten herhangi bir girdi almıyorlar. Bu paralelde kent ve kentteki insanlarla çok sıkı ve güçlü bir bağ kurmak durumundayız, bu ilişki bizim için çok önemli. bs: Bugünün müzelerini yeni iletişim platformları olarak adlandırmak mümkün. Kentle iletişim kurmak adına sanatsal üretimi binanın dışına taşımak için attığınız adımlardan bahsedebilir misiniz?
nb: San Francisco'daki müzelerle işbirliği yaparak birbiriyle bağlantılı sergiler düzenliyoruz. Böylelikle sergi tek bir mekanla sınırlı kalmıyor, birkaç binada parçalanmış mekanlara bölüştürülmüş şekilde ziyaret edilebiliyor. bs: Müzenin tasarım sürecinde olan yeni ek binasını Snøhetta tasarlıyor ve bildiğim kadarıyla 2016 yılında açılıyor olacak. Mekansal özellikler, iç mekan gereksinimleri, kent-müze deneyimi bağlamında ek binanın tasarımında dikkat ettiğiniz noktalar neler oldu? nb: Bence iç ve dış mekan arasında gerçek bir ayrım kalmadı. Tasarlanan ek binada bu ikisi arasında akışkan bir durum yaratmaya çalıştık. Yeni binamızın tasarımınında bu paralelde şeffaflık, geçirgenlik, iç-dış mekanlar arası akışkan bir bağ, açıklık ve değiştokuşa izin veren mekanlar yaratmayı amaçladık. 1935'de müzenin açıldığı ilk binanın ardından 1995'te şu an kullandığımız Mario Botta binasına taşındık. Işık ve mekan açısından çok güzel bir bina fakat kaleye benziyor ve dışarıdan
bakıldığında bir sanat müzesi olduğu anlaşılmıyor. Bu sebeple binanın terasında Mark Johnson tarafından gerçekleştirilen bir heykel bahçesi yarattık. Mies'in Barcelona Pavyonu gibi aydınlık, geçirgen bir hava yaratmayı hedefledik. Aslında yeni binada yakalamaya çalıştığımız bir çeşit ruh hali, psikolojik bir dışavurum söz konusu. Aynı zamanda kamusala daha fazla açılmayı hedefliyoruz. Botta binasının ana girişi dışında, tasarlanan yeni binanın da bir girişi olacak. Bu alanda Richard Serra heykeli “Sequence” yer alıyor. Dışarıdan, sokaktan müzenin bu girişini ve heykeli görmek mümkün. Ayrıca binanın avlusuna girişin yapıldığı dar bir sokak tasarlandı. Merdivenlerden çıkılarak binaya giriliyor ve belli bir bölüme kadar ücret ödemeden mekan içinde dolaşım imkanı var. Yani tamamıyla kamusal bir alan olarak kullanılıyor. Binanın içindeki alt katlarda daha yüksek tavanlı mekanlara sahip olan modern sanat galerileri bulunuyor. Çağdaş sanat galerileri ise açık tavanlı ve daha geniş pencere boşluklarına sahip mekanlar.
Aslında ek bina, Mario Botta binası ve çevresindeki binalar arasında yeni bir katman oluşturuyor. bs: Snøhetta ile gerçekleştirdiğiniz ortaklık ve tasarım süreci nasıl ilerliyor? Sizin sanat mekanları üzerine edindiğiniz deneyimler ve onların mimari deneyimi nasıl ve hangi istekler doğrultusunda bir araya geliyor? nb: Snøhetta ilk kez bir müze binası tasarlıyor. Bu yüzden bir müze binasının tarih boyunca sahip olduğu ve olabileceği bütün problemleri çözmeye çalıştılar. Mimarlar her zaman yarattıkları çalışmaya en baştan başlayarak tüm sorunları çözmeye ve binayı öne çıkarmaya çalışır. Bizim burada öncelikli olarak istediğimiz, binanın öne çıkması değildi. Sade, net ve aydınlık mekanlara sahip bir bina tasarlamaları bizim için önemli olan noktaydı. Yeniden bir müze tasarlamayı keşfetmeye gerek duymadık. Çünkü geri kalan boşluğu küratörler ve eserler zaten dolduracak. Ayrıca tasarım ofisiyle birlikte bir çok müzeye gezi düzenledik, mekanlarda isteyip istemediğimiz noktaları birlikte tartıştık.
güncel 25 XXI - ŞUBAT 2013
karşı sayfada solda: Mario Botta binası sağda: Müze ek binası ve sokak cephesinden yeni giriş bu sayfada solda: Ek binanın kent siluetiyle ilişkisi altta: Kamusala açılan yeni giriş mekanı
bs: Size göre bir müzenin mekansal anlamda sahip olması gereken özellikler neler? nb: Sanat için iyi bir mekan yaratılmış olmalı. Ulusal müzeler bu anlamda büyük bir dönüşüm geçirdiler. Öncesinde sadece sanat odaklı mekanlar vardı ve ziyaretçiler göz önünde bulundurulmuyordu. Sanırım şu an müzelerin kamusal ve sosyal fonksiyonları adına iyi bir denge yakaladık, yani bu ikisi arasındaki dengenin iyi kurulması önemli bir özellik. bs: Bildiğim kadarıyla müzeniz eğitim programlarına fazlasıyla odaklanıyor ve yeni tasarlanan binada bu programları için de mekanlar olacak. Kamusal eğitim programları hakkındaki vizyonunuzdan bahsedebilir misiniz? nb: Kaliforniya'daki okullar önceleri yoğun bir sanatsal eğitim programa sahipti. Fakat şu an okullarda sanat eğitimi için bir kaynak ayrılmıyor. Böylelikle son 20 yılda müzeler bu konuda büyük bir görev üstlenir hale geldi. Anaokulundan liseye kadar olan süreçte aktif bir rol üstlenmeye çalışıyoruz ve öğrencileri düzenli olarak
müzeye getirecek programlar tasarlıyoruz. Bu en büyük kamusal vizyona sahip aktivitelerimizden birisi. Diğer yandan ise internet üzerinden eğitim veriyoruz. bs: Müze binanızın ve kurumunuzun kamusal sanat ilkelerinin, çevreyi dönüştürücü anlamda yarattığı etkilerden bahsedebilir misiniz? nb: San Francisco yaklaşık 150 yıllık bir şehir. Uzun yıllar boyunca şehirde tutucu bir mimari anlayış baskın durumdaydı, Viktoryan dönem ve mimarisinin etkileri tüm şehirde izleniyordu ve kentte modern mimari adına bir örnek bulunmuyordu. Müzenin şu anki güncel yapısı -Botta Binası- modern mimarlık adına kapıyı açan ve kente bu anlamda dinamizm getiren ilk bina. İnsanların modern mimari hakkında düşünmeye başlamasında etkili oldu. Şu an kentte bir çok modern mimari örneği bina bulunuyor. Bu anlamda kent ölçeğinde dönüştürücü bir etkisi oldu diyebilirim. Umarım yeni binamız da anlamlı bir etki yaratacak. fotoğraflar: Snøhetta, SFMOMA, Henrik Kam
Açık Ofis İÇ MEKAN TASARIMININ ANAHTAR KELİMESİ, İŞVERENİN TALEBİ PARALELİNDE “YEŞİLLİK” OLAN GREENHOUSE OFİS, OPEN ARCHITECTURE AND DESIGN TARAFINDAN RİGA'DA TASARLANMIŞ.
ŞUBAT 2013 - XXI 26
güncel
Ofiste gerçekleşen çalışmanın özellikleri, mekanın açık ve geniş aralıklarla tasarlanmasına izin verdiği projede sadece çalışanların birkaçı için özel dolaplar tasarlanmış. Açık bir mekan kurgusuna sahip olan ofiste çok işlevli mobilyalar; çalışma alanları, dinlenme, yemek alanı ve büyük ağaçlarla entegre şekilde tasarlanmış. Metal lavabo ve çekmeceli çöp kutularının altı milimetrelik sac
proje adı: Greenhouse Ofis proje yeri: Riga, Letonya mimari tasarım: Open Architecture and Design; Zane Tetere, Karlis Lauders, Elina Tetere işveren: Binarium metal sanatçı: Edgars Spridzans proje tarihi: 2012 proje alanı: 170 m2
levhadan imal edildiği mutfakta duvarlar ise saksılarla yeşillendirilmiş. Mekanın genelindeki duvarlar, yapı profilleri gibi elemanlar algılanacak şekilde açık bırakılmış, sadece kabinlere yakın yerlerde alçıpan duvarlar kullanılmış. Genelinin beyaza boyandığı duvarların bazı bölümlerindeyse tuğlalar görünür şekilde bırakılarak doğal bir görünüş hedeflenmiş. fotoğraflar: Maris Lagzdins
Sürdürülebilirlik ve Pasif Moda Modanın ne olduğunu biliyor olabiliriz ama ne yaptığını biliyor muyuz? Kim aktif, kim pasif? Giysiyi giyeni yepyeni beklentilerle dolu bir şekilde tazelenmiş, yeni bir tenle yeniden doğmuş hissettiriyor olabilir. Moda sosyal olarak geride kalmamak için bir araç olabilir ve bu bitmek bilmez süreçteki gerekli tüm araçları kullanabiliriz. Bir nesil öncesine oranla daha erişilebilir olan moda sayesinde bugün geride kalmamak, sürekli ivme kazanan bir arzu ve tüketiciliğin sunduğu geçici tatmin demek. Eşzamanlı olarak moda güruhunun bir üyesi olmak için aşılması gereken eşik de bloglar, tweetler ve sokak modası imajları sayesinde öylesine kolay aşılabilir hale geldi ki hepimiz bir şekilde kendimizi modanın bir parçası olarak görebiliriz.
KÜÇÜK MÜDAHALELER
Moda diğer tasarım alanları gibi. Bize sunulanlarla asla yetinmeyeceğiz. Gereksinimimizi karşılayacak kadar yeterli olan tasarımın eksik kaldığı hissi hiçbir zaman yok olmayacak, aksine gittikçe büyüyecek. Bunun nedenleri yalnızca eski tasarımların gereğince yeterli olmaması ya da ortaya çıkan yeni sorunlara karşılık vermekte başarısız olmasında değil de, beklentilerin sürekli artmasında ve tasarımın kendisinin gündelik yaşamın koşullarını değiştiriyor olmasında yatıyor. Konutları ele alalım mesela. Daha fazla sayıda konut müsait ve erişilebilir oldukça yeni aile düzenleri ortaya çıkıyor, bağımsız konutlara olan talebi artıran ve daha fazla göç ve kentle banliyö arasında seyahate neden olan ve bunların sonucunda ikamet etme konusundaki öncelikli soruların koşullanmasını değiştiren durumlar meydana geliyor.
ŞUBAT 2013 - XXI 28
Benzer bir damarda erişilebilirlik modası yalnızca beklentileri artırmıyor, aynı zamanda bireysellik algımızı farklı bir şekilde koşullandırıyor. Daha fazla bağımsızlığa olan açlığımız arttıkça moda endüstrisine olan bağımlılığımız da artıyor ki yeni edindiğimiz bağımsızlığımızı gösterebilelim. Özgürce giyinebiliriz, moda endüstrisi ne giyebileceğimizin sınırlarını belirlediği sürece. Ama aynı zamanda birbirimizi de etkiliyoruz, kişisel davrandığımızı düşünürken birbirimizi taklit ediyoruz.
OTTO VON BUSCH TASARIMCI
Tüketici düzeyinde modanın gerçekleştiği iki tane gündelik durum olduğunu söyleyebiliriz: Birincisi moda olan bir kıyafeti açıkça giymek ve bir şekilde onu izleyici kitlesine göstermek üzerine kurulu "aktif" moda. Bu kişi mevcutlar içinden bir seçim yapmış ve modayı gösterme eylemiyle kendi görünümüne bir iz bırakmıştır. İkincisiyse çevresindeki kişilerden, fiziksel ya da medya ortamından etkilenerek gelişen "pasif" moda. Bu durumda ne giyeceğimi seçerek "aktif" ve aynı zamanda başkaları gözünde, özellikle de imrendiğimi kişiler nezdinde "pasif" olabilirim. Bu, moda uygulamalarının sosyal olarak yayıldığı, aktif giyenin çok ötesinde zihinsel ve çevresel değişikliklere yol açtığı görüşünü destekler. Bu tabi ki yeni bir şey değil, bir izleyici kitlesi olmaksızın
moda var olamazdı. Dahası modaya ve özellikle sürdürülebilirliğe genellikle bireyselci bir perspektiften (karbon ayak izini düşür), eko-pamuk ya da deniz aşırı ülkelerdeki imalathanelerdeki çalışanların durumu gibi daha soyut bir bakış açısıyla yaklaşıyoruz. Dahası belki de modanın en büyük etkisi en yakın çevremize, gündelik yaşamımızda karşılaştığımız kişilere. Bizim modaya uygun giyindiğimizi gören insanlar ondan en çok etkilenenler. "Aktif" seçimlerimiz karşısında onlar "pasif" hale geliyorlar. Tabi ki de onlar da ne giyeceklerini seçiyorlar ve bu açıdan aktifler. Ama can alıcı nokta da tam burası: Senin kendi bilinçli tercihin karşısında benimki sorgulanabilir hale geliyor. Yakın sosyal ortamımız böylelikle modadan etkileniyor ya da hatta onun tarafından "kirletilme" riski taşıyor. Senin yeni bir şey giydiğini gördüğümde otomatik olarak eski hissediyorum. Senin tüketimin daha fazlasını istemek konusunda arzularımı tetikliyor. Nefsimize hakim olma ya da modayı yasaklama derdinde değilim. Ama biz tasarımcıların nasıl da arzu üretiyor olduğumuzun farkında olmamız sürdürülebilirliğe farklı bir şekilde yaklaşmamıza yardımcı olabilir. Tasarımcılar olarak bizler sürdürülebilirliği sağlarken sosyal kirliliği nasıl ele almalıyız? Bu perspektifi "sosyal çevrecilik" olarak adlandırabiliriz. Bu, tasarımın ortaklaşa kültürümüz üzerindeki kontrolü ele geçirme çabasında bir silah olduğunun farkına varmak demek. Ve bu silah bugün daha çok bir filtre aracılığıyla yaygınlaşıyor: Tüketici bireyselliği ideolojisi. Bununla çelişir biçimde tıpkı biz tasarımcıların tasarımcı ürünleri odaklı ekonomiyi kirletmede sürdürülebilir olmayan merkezde yer almamız gibi sosyal çevrenin zehirlerinin de ana tedarikçisiyiz. Tasarımcılar olarak bizler yaptığımız şeyin ana paradokslarına nasıl karşılık verebiliriz? Çağımızın sorunlarını çözmeye çalışırken tüketiciliğin silahlanma yarışını fiştekleyenler de bizler değil miyiz? Özellikle de moda alanında daha sürdürülebilir düzeyde bir tüketime erişmek istiyorsak, çağdaş kültürü belirleyen güçleri daha iyi anlamalıyız. Daha fazla tasarımı ortaya koymanın tasarımın silahlanma yarışını hafifletmesinin mümkün olup olmadığını sorabiliriz. Çivi çiviyi söker mi, ya tasarım tasarımı? Başlangıç için eylem rotası, her bir tasarım durumunda otomatik olarak "aktif" ve "pasif" aracılar ürettiğimiz bir anlayışla yola çıkmak olabilir. Ve bu eylemin kendisi yeni sosyal koşullar üretir ya da başlangıçtaki tatminin ötesinde etkiler gösterir ya da sorunu çözer. Tıpkı bir tiryakiye sigara verdiğimizde sigara içme eyleminin çevrede bir pasif içicilik olmasına neden olduğu gibi. Ya da arabanın icadının araba kazaları da üretmiş olması gibi. Moda da otomatik olarak yeni bir moda üretiyor.
KÜÇÜK MÜDAHALELER
İnsanların onyıllar boyunca sigara içmenin zararları konusunda bilgilendirilmesine rağmen hiçbir şey pasif içiciliğin yarattığı kadar büyük bir etki oluşturamadı, bu sigara içmenin başka insanlara da zarar vermesi üzerine kuruluydu. Bunu aktif içiciler çok umursamıyor olabilir ama pasif içiciler umursuyor. Sosyal baskı yavaşça oluştu. Buna uygun politikalar tartışıldı ve uygulamaya koyuldu. Sigara içmek bireysel olarak havalı olma halinden kamusal bir ilgiye dönüştü yavaş yavaş. Şimdilik sürdürülebilirlik de genellikle ya yerel ürünleri satın almak gibi "aktif" perspektiften ya da asgari ücreti belirlemek veya belirli böcek ilaçlarını yasaklamak gibi daha soyut politik düzeyde tartışıldı. Eğer "pasif modayı" ele alacak olursak moda mekanizmasındaki ana öğelerden birini kullanarak sürdürülebilir adımları teşvik edebiliriz. Mesajları dönüştürerek içlerine sürdürülebilir değerler ekleyebilir ve "pasif" tüketicilere erişmek için kolayca taklit edilen ve kopyalanan moda etkinlikleri destekleyebiliriz. Sürdürülebilir moda tasarımcısının soruları şunlar olabilir: Giydiğim şeyleri görüp taklit etmek suretiyle diğer insanların da sürdürülebilirliği benimsemesini nasıl sağlayabilirim? Giydiğim şeyleri taklit ederek onu sürdürülebilir kılan mekanizmaları da yeniden üretiyor olacaklar. Diğerlerinin de kendi giysilerini dikmeleri konusunda onları özendirecek biçimde kıyafetlerimi tamir edebilir miyim? İkinci el giysiler ya da tamir yeni bir alt-kültür yaratabilir, havalı olmanın simgesi haline
dönüşebilir mi? Tamir eylemi, kaykay ya da uçurtma sörfü gibi bir yaşam tarzı becerisine evrilebilir mi? Tamir görmüş ceket yeni motosiklet montu, tamir kutusu yeni Harley Davidson olabilir mi?
29 XXI - ŞUBAT 2013
Belki de son onyıldan ilham verici bir örnek bulabiliriz. Sigaradaki düşünme şeklinin değişiminden, her türden sosyal toplaşmanın baskın öğesi olan bir durumdan neredeyse aşağılanan bir fenomene dönüşmesinden ne öğrenebiliriz? Sigara içmek bir özgürlük simgesinden tütün endüstrisinin esiri olma ifadesine kaymış halde. Bu nasıl oldu?
Gündelik Yerleştirme ROJKIND ARQUITECTOS TARAFINDAN TASARLANAN PORTAL AWARENESS, KISA SÜRELİ BİR YERLEŞTİRME OLMASINA RAĞMEN KENT SAKİNLERİNİN HAFIZASINDA GÜÇLÜ BİR MEKANSAL ETKİ BIRAKMAYI hedefliyor. Mekansal tasarımı ve Meksiko kent sakinleri üzerindeki canlandırıcı etkisiyle kentin kamusal alanlarından Paseo de la Reforma'nın önemli bir parçası haline gelen portal, kış ayları için tasarlanmış. Yerleştirme, Nescafe komisyonundan sekiz sanatçı (Francisco Serrano, Mario Schjetnan, Bernardo Gómez-Pimienta, Fernanda Canales, Manuel Cervantes, Alejandro Quintanilla, Alejendro Castro) tarafından maksimum 1500 metal kahve fincanı ile temel gereksinimleri azami fayda sağlayacak şekilde hazırlanmış.
ŞUBAT 2013 - XXI 30
güncel
Konsept olarak hareketin devingenliğinin vurgulanışı paralelinde kupaların rengi de buna uygun seçilmiş. Asma gibi bitkilerin yetişmesine imkan veren yapısı sayesinde portal, iç ve dış mekanlar arasında kırmızı - yeşil tonlarında yakaladığı kontrastla dikkat çekiyor. Günlük hayatın sıradan nesnelerinden biri olan kupanın kullanılması sebebiyle basitlik kavramı üzerinde şekillenen yerleştirmenin temel yapısı
aynı basitlikteki inşaat demirlerinden oluşuyor. 41 ana kavis ve 56 köşegenden oluşan sistemin bereber örülmesi sonucu oluşan düğüm noktalarında kupalar konumlanıyor. İnşaat demirinin bardaklar için ana yapısal eleman olarak kullanıldığı yerleştirmede uzunluğu 10-12 metre arasında değişen 41 adet ana kavis bulunuyor. İki katmanlı 56diyagonal nokta ile yerleştirme, bardaklar için iç içe geçmiş 1497 düğüm noktasını oluşturuyor. Gölgesinin gün içinde ışık değişiminin yaya yolunun döşemelerine düşmesiyle birlikte yerleştirme, mekanı ifade, deneyim ve kamusal alandaki etkileşiminin bulunduğu bir yer haline dönüşüyor. fotoğraflar: Jaime Navarro proje adı: Portal Awareness işveren: Nescafé proje tasarım: Rojkind Arquitectos; Michel Rojkind, Gerardo Salinas tasarım ekibi: Arie Willem de Jongh, Alfredo Hernández proje alanı: 42 m2 proje yeri: Meksiko, Meksika proje tarihi: 2012
Atölye - Çapak - Nesne Kullanılabilirlik atölye Tasarımcının kendini bir tür işçi olarak görme vakti geldi de geçiyor: Adına ister "teknobohemya" densin, ister "yüksek prekarya" yahut "yaratıcı sınıf", bu işle uğraşanlar da başka işlerle uğraşanlar gibi, çoğunlukla üzerinde söz hakkı edinemediği koşullarda, başkalarının gözetiminde, birilerinin onayına muhtaç, bağımlı bir üretim yapıyorlar; maddi ya da gayrı maddi. Sayısı günden güne artan tasarım okullarından mezun olanların hepsi de yıldız tasarımcı olacak değil ya! Kimi de gittikçe proleterleşen koşullar altında çalışan modellemeciler, ara elemanlar olarak iş bulacak. Belki de mavi yakalılarla daha iyi geçinmek lazım, zira pek çok tasarımcının yakası da artık beyaz değil.
Sapkın Tasarım Sözlükçesİ
çapak Üretime dair en etkileyici ve en zihin açıcı görüntülerden biri, kalıptan çıkmış bir ürünün kalıp çizgilerinin üzerine birikmiş çapağı elindeki gereçlerle alan, temizlemeye uğraşan işçinin görüntüsüdür. Görüntünün etkileyiciliği, açıklayıcılığındandır. Farklı sınıflardan olan işçiler (tasarım işçisi - üretim işçisi) arasındaki işbölümü oradan okunabilir. Malzemenin ve üretim gereçlerinin tasarım idealine ne uzaklıkta olduğu orada görülür. Tasarımın mükemmellik saplantısının mesnetsizliği oradan fısıldamaktadır: Tasarımcının iradesi ve arzusunun -ve elbette görselleştime tekniklerinin görüş alanının- dışında kalan şeyin tasfiyesi o anda gerçekleştirilir. Ama malzemenin olumsallığı da dünyanın hakikatlerinden biri olarak kabarır ve kalıp çizgisinden çapak olarak pörtler. Tasarım çapaksız bir alemin varlığıdır, hatta giderek maddesiz bir alemin. Bu yüzden de çapağın tasfiyesini başka bir sınıftan olan işçi yerine getirir.
ŞUBAT 2013 - XXI 32
nesne Bu etkileşim tasarımı çağında tasarımcının nesneyi hala 17. yüzyıl filozofları gibi anlıyor olması ne tuhaf! Her niteliği bilinebilir, belirlenebilir, kullanıcıyla (özneyle) içinde bulunacağı her türlü deneyim -elbette özne tarafından- önceden hesaplanabilir, pasif bir varlık! Halbuki meseleye Kartezyen değil Deleuzegil bakmak hayli zihin açıcı: Herhangi bir nesneyi kullanmaya başladığında bir özne, onlar, ikisi, yepyeni, başka bir makinanın, o anda inşa edilmiş ve yerine başka bir şey konulamayacak bir makinanın öğeleri haline gelirler. Orada bir olay olur, sonra da biter. Ne nesne ilk durumdaki nesne olarak, ne de özne ilk durumdaki özne olarak kalır.
Osman Şişman
kullanılabilirlik Nesnenin tasarımı, ancak ve ancak, her ne tür olursa olsun bir iş için kullanıldığı anda ve sadece kullanıldığı süre boyunca tamamına erer, kullanım sona erdiğinde de havsalaya sığmayacak denli çok sayıda
kullanım olasılığını -dolayısıyla bir o kadar sayıda tasarım olasılığını- içeren belirsiz bir kuvve deposu olarak bekler. Demek ki tasarlayan özne, bildiğimiz profesyonel anlamıyla tasarımcı değildir, bizatihi kullanıcının kendidir, tıpkı bir metnin anlamının yazar tarafından onun içine yerleştirilmemesi, her okurun her okuyuşunda o anlamı inşa etmesinde olduğu gibi. Tasarımcı tamamlanmış bir tasarım yapmaya uğraşmamalıdır; potansiyeller üretmeye uğraşmalıdır. Tasarım, aslında, mümkün değildir, Lacan’ın seksin imkansızlığı bahsinde kastettiği anlamda. Tasarımcının etkinliğinin ürünü olarak tasarlanmış nesne, tasarımcının fantezisiyle sınırlıdır. Gerçek dünyadaki işlevselleşme anları ise bu fantezinin sınırlarını kat be kat aşan bir alanı tarar. Belki de tasarımcının fantezi sınırlarının dışında kalan bu kullanım olasılıkları tasarımcı için travma sebebi olarak bile görülebilir. Bilerek yapılmamış tasarımın (non-intentional design), kullanıcının taktiklerinin vs görmezden gelinmesi, yahut görülünce de kural dışı yanlış kullanımlar (misuse) olarak sınıflandırılması, tasarlarken bir kontrol manyağı edasıyla dışlanmaya uğraşılması, bu travmayı baypas etmek, atlatmak, böylece tasarımcının egosunu korumak için bir savunma mekanizması olarak okunabilir.
İzmirlilerin Projesi şehir plancısı, endüstri ürünleri tasarımcısı gibi farklı disiplinlerden profesyonellerin yer aldığı ekipler işe koyuluyor. Diğer yandan bir ekip de tüm alanın gösterikültürel etkinliklerinin nasıl yönetileceğini, mimari arka plan üzerine yaşamın nasıl ekleneceğini araştırıyor. Sonuçta bu sayıda yer veriyor olduğumuz avan projeler ortaya çıkıyor. Bu projeleri bir bütün olarak sunmayı, barındırdıkları ortak nitelikleri ve önerdikleri yaşantı çeşitliliğini göstermesi açısından önemli buluyoruz. Yayına hazırlık sürecinde projelerini paylaşan tüm ekiplere, tüm süreç boyunca projenin arkasında duran İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne ve dokümanlara erişimimizde yardımcı olan Saitali Köknar’a teşekkür ederiz. İzmirlilerin Denizle İlişkisini Güçlendirme Projesi’nin kentlilere odaklı planlama anlayışı için bir örnek teşkil ederek yaygınlaşması umuduyla... Hazırlayan: Hülya Ertaş
ŞUBAT 2013 - XXI 34
İzmİr - denİz
İzmirlilerin Denizle İlişkisini Güçlendirme Projesi, adından da anlaşılacağı üzere pek de aşina olmadığımız bir çalışma. İzmir Körfezi’ni bir bütün olarak ele alan ve o alanı yeniden düzenleme, sıfırdan yapma gibi çok alışkın olduğumuz Türkiye imar hareketlerinden farklı olarak kentlilerin körfezle ve denizle ilişkisini merkeze alan bir proje. Emsal üzerine değil, yaşantı üzerine kurulu fikirlere alan açan bir girişim. Kentler için geliştirilen nazım imar planları ile ada ve parsel bazlı mimari çözümler arasında tam da ara ölçekte konumlanarak kentlilere ait bir kamusal alan olarak kıyı şeridine odaklanıyor. İşin ne olduğu kadar nasıl yapıldığı da önemli. Geniş katılımlı bir tasarım çalıştayı düzenleniyor, projeye dayanak oluşturması amacıyla İzmirlilerle anketler yapılıyor, raporlar hazırlanıyor. Bu verilerin yaşama aktarılması için ana ilkeler belirleniyor ve körfez dört ana bölgeye ayrılıyor. İçlerinde mimar,
proje adı: İzmirlilerin Denizle İlişkisini Güçlendirme Projesi proje başlangıç ekibi: Aziz Kocaoğlu, İlhan Tekeli, Serhan Ada, Ali Sabuktay, Nevzat Sayın, Zuhal Ulusoy, Tevfik Tozkoparan, Tevfik Balcıoğlu, Sezai Göksu, Han Tümertekin, Murat Günaydın proje danışmanları: Aziz Kocaoğlu, Ali Sabuktay, Mehmet Ural proje koordinatörü: İlhan Tekeli proje grup koordinatörleri: Mehmet Kütükçüoğlu, Zuhal Ulusoy, Nevzat Sayın, Tevfik Tozkoparan, Serhan Ada proje iletişim koordinatörü: Tevfik Balcıoğlu
katılımcı sürecin öyküsü İlhan Tekeli İzmirlinin Denizle İlişkisini Güçlendirme Projesi’nin öyküsü 24 Ekim 2009’da İzmir Kültür ve Sanat Çalıştayı’nın toplanmasıyla başladı. İzmir’in ve İzmir’i seven sanat ve düşünce insanlarının, kamuoyu önderlerinin katıldığı bu çalıştayın temel ürünlerinden biri, İzmir için bir vizyon üzerinde oydaşma yaratmak oldu. Bu vizyonun birinci öğesi, İzmir’in bir tasarım ve yenilik kenti niteliği kazanmasını sağlamak; ikinci öğesi, İzmir’in Akdeniz büyük kentler ağının etkin bir odağı haline gelerek dış ilişkilerini geliştirmek; üçüncü öğesi olarak insan onuruna saygılı katılımcı süreçlere duyarlı bir yönetişimin uygulanması şeklinde belirlendi.
Böyle bir tasarım projesinin geliştirilmesinin arka planında İzmir’de geliştirilmiş bir düşünsel çerçeve vardır. İzmir’de düzenlenen, İzmir’in farklılığı konusundaki bir bilimsel toplantıda şehrin stressiz yaşam kalitesinin önemi üzerinde duruldu. Bu, İzmir’in aceleye getirilen projelerle tahrip edilmemesi gereken çok değerli bir özelliği, bir tasarım kenti olması bakımından da araçsal bir öneme sahip.
Bu saptamalar sonucu İzmirlilerin var olan yaşam biçimini koruyarak, kalitesini yükseltmek için İzmirlilerin denizle ilişkisini güçlendirmek bu projede merkezi konum kazandı. Bir denizle kıyısında yaşayan kişiler arasındaki ilişkilerin üç farklı türde olabileceği söylenebilir. Bunlardan en sadesi görsel ilişkidir. Bir kişinin bir kentte yaşarken önünde uzanan denizi görmesi stres azaltıcı bir etki yapar. Bunu kara içlerinde yaşayanlar kıyıya ulaştıklarında hemen fark ederler. İkinci ilişki denizden ulaşım için yararlanmaktır. Bir körfez gemisiyle seyahat yaptığınızda gemide kahve içersiniz, sosyalleşirsiniz, birkaç kelime konuşursunuz. Gemiden indiğinizde hem ulaşmak istediğiniz yere ulaşıyor, hem de stresinizi azaltıyorsunuz. Üçüncüsü ise İzmirlilerin geçmişte yaşadıkları şekilde denize girerek, yüzerek ilişki kurmaktır. İzmir Körfezi kirlenerek bu üçüncü tür ilişki kurmayı olanaksız hale getirmişti. Oysa son yıllarda geliştirilen atık su toplama ve arıtma tesisleri ve körfez içindeki akıntıları güçlendirme çalışmaları artık bu üçüncü tür ilişkiye de olanak veriyor. Üzerinde çalışacağımız proje İzmir Körfezi ve onun çevresinde yerleşenler için geliştirilecekti. İzmir Körfezi’nin jeolojik oluşumu insanların yerleşmesi için olağanüstü bir körfez yaratmış. Tarih içinde körfezin kıyılarında ilk başlarda birçok balıkçı yerleşmesi bulunuyordu. Daha sonra kentler oluşmaya başladığında tek kentler yer aldı. 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın ilk yarısında biri İzmir, diğeri Karşıyaka olmak üzere körfezin etrafında ikili bir yerleşme yapısı oluştu. 1950’li yıllardan sonra yaşanan hızlı kentleşme içinde kent nüfusu 3,5 milyona tırmandığında yerleşme alanları körfezi sardı ve gerisindeki yamaçlara tırmanarak iç körfezin etrafında adeta bir amfi tiyatro oluşturdu. Körfezin karşı sahilleri arasında 3,5-7 km’lik uzaklık, özellikle geceleri parlayan ışıklarıyla zengin perspektifler oluşturmasına olanak veriyordu. Bu tarihi coğrafyanın verdiği olanaklar içinde üç tür tasarım projesi tanımlandı. Birincisi iç körfezi bir gösteri mekanı olarak örgütlemek diye adlandırılabilir. Körfezi saran yerleşme biçimi iç körfezi adeta bir tiyatro sahnesi haline getirmiş. Bu İzmirlinin denizle ilişkisini güçlendirmek için çok değerli bir fırsat yaratıyor. Körfezin yüzeyi günümüzde adeta bir çöl gibi. Yelkenliler, sörf yapanlar görülmüyor. Temizlenmiş körfezde kıyıda tekne bağlama yerlerinin yapılmasıyla körfezin yüzeyi bir görsel zenginlik kazanacak. İnşa edilecek hareketli platformlar deniz yüzeyinde gösteri olanağını sağlayacak. Birden kentin yaşamına yeni zenginlikler getirecek. İzmir kentinde belli bir takvime göre düzenlenen şenlikler karayı kullandığı gibi körfezin yüzeyini kullanacak. Şenliğe katılarak, onun bir parçası haline gelmek İzmirli tarafından yaşayarak öğrenilecek.
Üçüncü tür tasarım projeleri kent teraslarının oluşturulması konusunda geliştirildi. Bu projeler İzmirlinin denizle, kıyıya inmeden kurduğu görsel ilişkisini güçlendirmek için geliştirildi. Araştırmalar gösterdi ki kıyıyı kullanmak için İzmirliler toplu taşıma araçlarıyla 20 dakika uzaklıktaki yerlerden geliyorlar. Bu uzaklığın ve yamaçların gerisinde oldukça büyük bir nüfus bulunuyor. Bu nüfusun denizle çok güzel bakı noktalarından ilişki kurmasını sağlayacak kent terasları oluşturulması planlandı. Bunların bir kısmı var olan yerleşmelere yakın, bir kısmı ise uzak noktalarda motorlu araçlarla ulaşılan yerler. Bu çalışmada Bayraklı sırtlarında ve Susuz Dede’de böyle bir düzenlemeye gidiliyor, bunlara Kadifekale ve Homer Vadisi’nin vb de eklenmesi düşünülüyor. Bu projede söz konusu olan tasarım, yeni gelişmelere açık evrimsel bir yaklaşım içeriyor. Tasarım belli bir gelişme düzeyinden sonra İzmirlinin katılımına açıldı. Zaman içinde de yeni katılımlara ve gelişmelere açık kalması düşünülüyor. Gelişme öyküsünü kısaca gördüğümüz bu proje, benzerlerine göre önemli farklılıklara sahip bulunuyor. Bunları şöyle sıralamak mümkün: • Bu, siyasetçilerin kent dışından empoze ettiği, belli siyasetçilerin projesi olarak propagandası yapılan bir proje değil. İzmirlilerin ve İzmir’i sevenlerin katılımcı süreçlerle geliştirdiği bir proje. İzmirlinin projesi. • Bu proje İzmir’de emlak piyasasının rantlarını köpürtmeye çalışmıyor. İzmirlinin yaşam kalitesini, anlam alanlarını tahrip etmeden geliştirmeye çalışıyor. • Yaşam kalitesini bir kamu malı olarak üretiyor. Yani bu yaşam kalitesi bir kere üretildiğinde kentte yaşayanların bu kaliteden yararlanması dışlanamıyor. • Bu projede yol gösterici sinyaller piyasadan değil, tasarımın yaratıcılığından geliyor. • Bu projede tasarımcılar var olanı yıkarak, o çevrede yaşayanlarda oluşmuş olan yer duygusunu, anlamlar alanını tahrip etme pahasına kendi damgasını vurmaya çalışmak yerine, var olan anlamlar alanına katkılar yaparak geliştirmeye çalışan bir yaklaşımı benimsiyor. Kendisinden öncekilerin ürettiklerine saygılı davranıyor. • Bu duyarlı tasarımcılar, egolarını ön plana çıkarmak yerine, büyük bir tasarımcı grubunun içinde, kolektif bir tasarım sürecinin katılımcısı olmayı yaşam deneyimleri için anlamlı buluyorlar. Tabii burada sayılan altı özelliğin çok iddialı olduğu söylenebilir. Bu doğrudur. Ama bu projeyi heyecanlı bir deneyim haline getiren de bu iddialardır. Not: Bu yazı, İlhan Tekeli'nin İstanbul Tasarım Bienali kapsamında gerçekleştirilen İzmir/Deniz seminerindeki sunuş metninin düzenlenmiş halidir.
35 XXI - ŞUBAT 2013
İzmirlilerin stressiz yaşam kalitesinin oluşmasında iki faktör saptandı. Bunlardan birincisi İzmir’in ve İzmirlinin denizle ilişkisi, ikincisi de İzmirlilerin evlerine kapanık bir yaşamları olmaması, yaşamlarının önemli bir kısmını evlerinin dışında geçirmeleriydi. İzmirli fakiri olsun, hali vakti yerinde olanı olsun, iş saatleri dışında, kentin sahillerinde piyasa yapıyor, oldukça uzun süreleri böyle geçiriyordu. Bu piyasada kendisini sergiliyor, bunun için giyimine özen gösteriyor, bir arada yaşama ahlakını geliştiriyordu.
Kıyı tasarımında hem bu dört bölgenin bütünleştirici hem de farklılıklarını değerlendirici bir yaklaşım seçildi. Kıyının bütünlüğü sağlanıyor, tüm alanda sürekliliği olan yaya yolları, bisiklet yolları sistemi oluşturuluyor, araştırmalar kentlilerin sahillerde günde üç-dört saatlik bir süre geçirmelerine karşın WC gibi temel hizmetlerin örgütlenmediği saptandığı için tüm kıyı boyunca temel hizmetlerin verilmesinde ortak standartlar uygulanıyor, işaretleme sistemlerinde ve bazı endüstriyel tasarım konularında ortak uygulamalara gidiliyor. Kıyıların kendi tarihleri ve kullanım biçimlerindeki farklılıklar, arkalarında sarp tırmanan yamaçların bulunup bulunmaması, kıyı gerisiyle kurulan ilişkilerdeki farklılıkların yarattığı durumlar değerlendirildi. Bunların dışında olanaklı alanlarda körfezin bir gösteri mekanı haline getirilmesinin sonucu olarak kıyıda yeniden kurulmasını gerektirdiği tekne parkları (semt marinaları) oluşturulması, iskelelerin yeniden değerlendirilmesi yoluna gidildi. Kıyının gerisindeki yamaçlarda oturan kesimlerin kıyıya ulaşımını kolaylaştırmak için tarihi asansörden esinlenerek Göztepe ve Bayraklı’da iki asansörün yapılması kararlaştırıldı.
İzmİr - denİz
Bu karar üzerine 31 Mayıs 2011’de İzmir’de geniş katılımlı bir tasarım çalıştayı düzenlendi. Bu çalıştaya katılan değişik aktörlerin İzmir’in tasarım kenti haline gelmesinde yüklenecekleri rollere açıklık kazandırıldı. İzmir Büyükşehir Belediyesi de İzmirlilerin tasarlanmış çevrelerde yaşama bilincinin geliştirilmesi sorumluluğunu yüklendi.
Projelerden ikincisi İzmir Körfezi’nde Mavikent’ten İnciraltı’na kadar uzanan kıyının tasarlanarak yaşam kalitesinin geliştirilmesi. 40 km’lik sahil Mavişehir-Alaybey Tersanesi (1. Bölge), Turan-Alsancak Limanı (2. Bölge), Alsancak Limanı-Konak Köprülü Kavşağı (3. Bölge), Konak Köprülü Kavşağı-İnciraltı Kent Ormanı (4. Bölge) olarak dört ayrı bölgeye ayrılmıştır. Yapılan araştırmalar Turan, Alsancak bölgesi dışındaki kıyıların yer haline geldiğini, İzmir halkının bu kıyılara anlam yüklediklerini gösterdi. Bu nedenle Turan-Alsancak kıyıları ile diğer kıyıların tasarlanmasında farklı stratejiler uygulandı. Turan Alsancak kıyısında bir kimlik kazandıracak, yaşayanlar için anlamlılık kazandıracak bir tasarım yaklaşımı izlenirken, diğer kıyılarda var olan anlam alanları tahrip edilmeden, yapılacak katkılara açık bir tasarım stratejisi izlendi.
Mavişehir - Karşıyaka - Alaybey Karşıyaka, isminden menkul, İzmir’in ötekisi. Müstakil bir semt. Yol üstünde değil, gelinen bir yer. Askeri alanla kentin kalanından koparılmış en sivil kıyısı. Kentin bittiği, bataklık kuşlarına karıştığı ucu. Büyükanne ve büyükbabaların, çocuklu ailelerin, gelin ve damatların, müzisyenlerin, dansçıların, sporcuların, yelkencilerin, pazarcıların, balıkçıların, kaykaycıların, akşamcıların, aylakların, köpeklerin, kuşların mekanı. Akşam olunca Karşıyakalılar kıyıya dik sokaklardan sahile sökün eder, gündelik hayatlarının en serin ve mutlu anlarını burada geçirirler. Bu haliyle tam bir kıyı semtidir Karşıyaka. Karşıyaka sahili, hemşeriler için güdümlü kent hayatından sıyrılıp birazcık olsun kendi borularını öttürebilecekleri, hesap vermeden zaman öldürecekleri ferah bir yer. Bir kere asimetriktir. Bir tarafına şehir yığılmış kalmış, öteki tarafı alabildiğine düzlüktür. Her türden, her sınıftan insan ilk defa hilafsız bir araya gelmiş, hoşgörüyle aynı mekanı paylaşabilmiştir. Salınmak, piyasa yapmak, aylaklık etmek buraya has kiplerdir. İnsanları bedenen ve zihnen hizaya sokan diğer kent mekanlarına tezat bir "karşı mekan"dır. Karşıkıyı, Karşıyaka’dır.
ŞUBAT 2013 - XXI 36
İzmİr - denİz
Karşıyaka, İzmir kent kıyısının en geniş sahil bandına sahip. Yukarıda tasvir etmeye çalıştığımız hissiyat burada olabildiğince hüküm sürüyor. Bir yandan şehrin en az şekil verilmiş, en az kurumsallaşmış kıyısı, diğer yandan şaşılacak derecede çok aktivitenin ev sahibi. Operadan düğüne, balıkhaneden pazara, tenisten yelkene bir dizi program belli aralıklarda sahilde konumlanıyor. Akşam sefalarının, mahmur gündüz yürüyüşlerinin yanı başında cereyan eden bu olaylar, sivil hayatın yuvalandığı yerde tetiklenmişler. Bu iklimde kalkıştığımız
proje grup koordinatörü: Mehmet Kütükçüoğlu proje tasarım ekibi: Evren Başbuğ, Umut Başbuğ, Hüseyin Komşuoğlu, Can Kaya, Tuba Çakıroğlu Özerim, Erdem Yıldırım, Meriç Kara, Ebru Bingöl, Korhan Şişman, Elif Ayalp, Hande Ciğerli, Caner Bilgin, Ramazan Avcı, Seden Cinasal Avcı, Düşra Korkmaz, Özlem Arvas, Can Karyaldız, Sinan Demirel, İklim Topaloğlu, Beyza Karasu, Sümeyye Komşuoğlu danışmanlar: Ersin Pöğün, Vedat Tokyay, Yusuf Okçuoğlu, Güven İncirlioğlu, Özcan Kaygısız, Ömer Ünal mühendisler: Cemal Çoşak, Levent Ünal, Mustafa Boz, Salih Emre Damar, Önder Demirdöven, Bülent Örün, Mustafa Şahin
iş, klasik problem tanımlama ve çözme prosedürleriyle kolaylıkla kestirmelere ve şekilciliğe savrulabileceğinden, daha çok yeri anlama ve yorumlama üzerinden bir düşünce silsilesi geliştirmeyi seçtik. Bakmak, kaydetmek, belgelemek ve tasarlamak faaliyetlerini iç içe geçirdik. Bölgenin tarihsel olarak gelişimine paralel olarak, Alaybey’den Mavişehir’e degrade bir durum tespit ettik. Mavişehir’e doğru kent dokusu çözülürken, bataklık peyzajı kente sokuluyor, Alaybey’e doğru yerini yapılı ve yerleşmiş bir peyzaja bırakıyor. Gürültü seviyesi Mavişehir’e doğru azalıyor. Rıhtım duvarları kesiliyor, yerlerini kayalar ve sazlıklar alıyor. Sasalı’ya doğru insan yoğunluğu azalıyor, kuşlar ve böceklerin hüküm sürdüğü bölgeler başlıyor. Karşıyaka’nın sahil kesiminde sahil yoluna alternatif ve paralel ikinci bir kesintisiz caddenin bulunmayışı, içerilerden kıyıya uzanan bir dizi güçlü aksın oluşmasına yol açmış. Kıyıyı besleyen can damarları gibi işleyen bu koridorlar, aynı doğrultudaki derelerle birlikte tematik bir karaktere bürünmüş durumda. Opera, söz konusu diziye eklemlenecek bir parça olarak denizi çoktandır unutmuş görünen Mavişehir’e bir hatırlatma olacak. Yukarıda bahsi geçen insanlar, bitkiler, hayvanlar, kentsel örgüler, programlar ve olaylar, istisnai bir çeşitliliğe yol açmış. İnsanın uyuşmuş duyularını harekete geçiren, çevresini yeniden keşfetmesini, yaşadığını hatırlamasını sağlayan, bu çeşitlilik. Karşıyaka sahilini boydan boya kat edenler, yaşadıkları dünyanın küçük bir modelini tüm renk ve dokuları ile burada keşfedecekler. Karşıyaka için, tüm bu fenomeni yarıp geçen, kendisi sabitken çevresindeki değişimi ve dinamiği gözleyen bir promenad tasarladık. Alaybey tersanesinin duvarlarından başlayıp şehri bitirdikten sonra Sasalı bataklık ve sazlıklarının
içinden Doğal Yaşam Parkı’na ulaşacak bu armatür, kat ettiği kilometreler boyunca hemşerilere belirgin bir mekansal çerçeve ve servisler sunarken bir yandan da onların diledikleri gibi vakit geçirmelerine yol açacak program muğlaklığında bırakıldı. Halihazır sert zeminler sökülecek, yerlerini bataklık bitkileri bürüyecek. Kıyıya açılan koridorlar yeniden ele alınacak, tıkalı olanlar açılacak; kalanlar hemzemin geçişler, peyzaj ve sahildeki karşılıkları ile güçlendirilecek. Deniz ilişkisini geliştirecek köprüler, iskeleler, tekne-parklar ve inişler yapılacak. Sahil yolu yeniden yapılandırılacak, park yerleri, kaldırımları, yol grafikleri ve durakları ile sahil peyzajının bir parçası haline getirilecek.
Kentsel Mobilyalar Kıyı için öngörülen tüm kentsel donatıların kolay uygulanabilir, müdahalelerin etaplanabilir ve kullanılan malzemelerin ekonomik olması amaçlanıyor. Bu sebeple modülasyona ve referans sistemine dayalı yeni bir projelendirme stratejisi benimseniyor. Kıyıya yönelik peyzaj ve kentsel donatı stratejisi, sadece sorunlara çözüm aramak odaklı değil; hisler, duyular ve algılar üzerinden şekillendiriliyor. Tasarlanan tüm kentsel mobilyalar ve önerilen aydınlatma prensipleri alanın duyu ve algı haritaları üzerinden geliştiriliyor.
37 XXI - ŞUBAT 2013
Peyzaj Projenin öncelikli hedefi, yaya ve bisikletliler için İnciraltı Kent Ormanı’ndan Saşalı Doğal Yaşam Parkı’na kadar yaklaşık 40 kilometrelik kıyı boyunca dolaşım sürekliliğini sağlamak. Alanın peyzaj stratejisi de bu fikri destekler nitelikte geliştirildi. Bunun için Gediz Deltası ekosistemi tüm faunası ve florasıyla beraber kıyıya nüfuz edilecek. Mavişehir'den Alaybey’e kır-kent geçişliliği alanın temel peyzaj karakterini oluşturacak. Bu geçişliliği sağlamak amacıyla alan, duyu analizlerinden yola çıkılarak 14 alt bölgeye bölündü, alt bölgeler geçişliliği destekleyecek şekilde tasarlandı.Peyzajın zamansal dönüşüm süreci tasarımın bir parçası olarak ele alındı. Alanın peyzaj karakterinin dönüşümü iki aşamalı gerçekleşecek. Mevcuttaki yeşil doku daha az bakım
Bir diğer peyzaj karakteristiği de "aktivite peyzajı" ve "gölge peyzajı" alanları. Gölge peyzajı karakteri, Alaybey’den Mavişehir’e yer yer tekrar eden bitkilerle kullanıcılara gölge dinlenme durakları sunacak. Aktivite peyzajı alanları içinse bol renkli, üzerine basılmaya, oturmaya, spor yapmaya dayanıklı bitki türleri yerleştirilecek.
İzmİr - denİz
Tüm bu müdahalelerin en temel kriteri, bugüne kadar oluşmuş kıyı kültürünü dönüştürmek yerine onu özümsemek ve tadını çıkarmak.
gerektiren, az su ile yetinen kuraklık (xeriscape) peyzajı bitkileriyle düzenlenecek. Bu amaçla öncelikle mevcutta bulunan parçalanmış yeşil alanların bütün yeşil zeminlere dönüştürülmesi öngörülüyor. İkinci aşamada Gediz Deltası ekosistemine ait türler kıyı boyunca su tutma (bioretention) alanlarına dikilecek. Bunlar kuraklık peyzajından yağmur suyunun eğimle birlikte drene olarak suyun toplandığı alanlar. Alandaki dere ve alandaki dereciklerde Gediz Deltası ekosistem bitkilerinin yoğunlukla kullanımı flora-fauna zenginliğini artıracak.
hemzemin kullanım stratejisiyle kıyı kesiti
kıyıya paralel taşıt yolunun kıyıyla ilişkisi
İzmİr - denİz
tüm etkinliklerin hemzeminde yer almasıyla oluşan engelsiz ortam
ŞUBAT 2013 - XXI 38
taşıt yolundan kıyıya trafik kesiti
alaybey’den sasalı’ya dek sürekli yaya yolu kesiti
duyu ve algı haritalarına göre oluşturulan kentsel donatı matrisi
sürekli yürüyüş yoluna eklemlenen programlar
tekne-park, bostanlı
alaybey tersanesi yeniden kullanımı
yelken kulübü, karşıyaka
tekne-park, bostanlı
dere rıhtımı, bostanlı
pazar yeri, bostanlı
opera binası, mavişehir
dere rıhtımı, bostanlı
pazar yeri, bostanlı
opera binası, mavişehir
dere rıhtımı, bostanlı
sasalı rotası, mavişehir
sasalı rotası, mavişehir
39 XXI - ŞUBAT 2013
yelken kulübü, karşıyaka
İzmİr - denİz
alaybey tersanesi yeniden kullanımı
ALAYBEY - Bayraklı - Alsancak Turan’dan Alsancak Limanı’na kadar olan kıyının tasarım teması iki temele dayanıyor. Bunlardan birincisi bölgedeki kullanımların kısıtlılığı, henüz "yer" olma özelliği barındırmaması. İkincisiyse alanın barındırdığı bağlantı potansiyeli, coğrafi olarak Karşıyaka’yla Alsancak, Körfez’e uzak kalan Bornova’yla kıyı arasında fiziksel bağlantı kurma, tarihsel olarak en eski yerleşim (Smyrna) ile İzmir’in yeni merkezi arasında bir süreklilik sağlama olanakları. Bu temel özellikler çerçevesinde tasarım projesinde Bayraklı bölgesine "yer" olma özelliği katacak, kimlik kazanmasını destekleyecek öneriler geliştirilmesi; coğrafi ve tarihsel bağlantıların vurgulanması, güçlendirilmesi, sürekliliğin sağlanması hedeflendi. Projede Körfez boyunca kıyı sürekliliğinin özellikle bisiklet ve yaya ulaşımına olanak sağlayacak şekilde geliştirilmesi; Altınyol ve İZBAN hattının oluşturduğu fiziksel engelin kıyıya dik koridorlar boyunca aşılarak kıyıyla art alan ve barındırdığı tarihsel ve ekolojik değerler arasında bağlantı kurulması öneriliyor. Bu bağlantı noktaları kendi içinde tematik bütünlük gösteren alt bölgelerin eşikleri olarak tanımlanarak her biri mevcut fiziksel, ekolojik, kullanım özellikleri ve gelecek potansiyelleri dikkate alınarak tasarlandı. Tüm alan boyunca bisiklet ve yaya ulaşım sürekliliği sağlanıyor ve gezinti amaçlı "shuttle" öneriliyor. Kıyı art alanındaki değer ve olanaklar ile kıyı kullanımını kesen eşikler (dere kanalları, yaya köprüleri, liman tersane gibi büyük alan kullanan işlevler) göz önünde bulundurularak proje alanı, altı alt bölgede ele alınıyor. Alaybey Adalar Bölgesi: Denizde yapay kayalıklardan oluşan adalar üzerinde havuzlar ve servis mekanlarının düzenlenmesi, sualtı ekolojik hayatı canlandıracak yapay resifler oluşturulması, olta balıkçılığına olanak yaratılması öngörülüyor. Ayrıca yamaçtaki yerleşimlerin kıyıya erişimini sağlayacak ve güçlü bir kentsel bir imge oluşturacak kent asansörü, manzara terası ve yaya köprüsü öneriliyor.
ŞUBAT 2013 - XXI 40
İzmİr - denİz
Turan Eğlence Bölgesi: Turizm ve eğlence alanı kimliği kazandırmak üzere özellikle marina çevresine yoğunlaşmış iskelelerde eğlence mekanları, seyir terasları, deniz balkonları konumlandırılıyor. Bayraklı Piknik Alanı ve Kumsal: Piknik, kumsal ve deniz sporları merkezini destekleyecek kent mobilyaları, oyun alanları, güneşlenme, satış, tuvaletler, depolama gibi servis birimleri tasarlanmaktadır. Mevcut vapur iskelesine ulaşan servis yolu ve otoparklar düzenleniyor. Antik Smyrna’yı kıyıyla bağlantılandırmak ve Homeros Vadisi’ne uzanan bir ekolojik koridor oluşturmak üzere kıyıda Homeros Gösteri Meydanı tasarlanarak yüzer platformlarla denizden faydalanılıyor. Yeni Kentsel Bölge Merkezi: Gastronomi ve eğlence merkezi olarak öngörülen alanda oluşturulacak topoğrafyaya yerleşen barlar, sabit ve yüzer restoranlar önerildi, sert zemin kaplı sahil bandı yürüme yolu, denize inen basamaklar, oturma birimlerinden oluşuyor. Merkezi iş alanına yönelik yeni bir vapur iskelesi ve art alanla bağlantı amaçlı iki yaya köprüsü/platformu ekleniyor. Meles Eko-park: Ekolojik yaşamın öğrenilmesi ve deneyimlenmesi için önerilen alanda eko-park bilgilendirme merkezi, servis birimleri, botanik parkı, kuş gözlem noktaları, seyir kulesi ve yürüyüş parkurları bulunuyor.
Bitki seçiminde İzmir ve Ege Bölgesi’ne has, kültürel, tarihi ve sembolik değeri olan bitkilerin seçilmesi önemseniyor. Defne, mimoza, zakkum, okaliptüs ve palmiye gibi bölgenin karakteristik bitkileri bölgenin peyzajında baskın bir yer oynuyor. Ayrıca bitki önerileri yapılırken beş duyuya da sürekli olarak hitap etmek hedeflenerek her mevsim devam eden renk, koku, ses ve farklı dokular ve tatlar oluşturan bitkiler seçiliyor. Bölge peyzajında kullanılan bitkiler, uygulanacak olan bölgeye önerilen tasarımla iç içe ve birlikte düşünüldü. Bitki seçiminde o bölgedeki işlevlerin insanlar tarafından kullanımını kolaylaştırarak arttırmak hedeflendi. KENTSEL MOBİLYALAR Kentsel mobilya tasarımı ürün-hizmet ve sistem kapsamında iki boyutta ele alındı. Birincisi, var olan kullanımların, kültürel davranış biçimleri ve ihtiyaçların tespit edilerek yeniden ele alındığı öneriler. İkincisi ise yeni kullanım senaryoları gerektiren ve özellikle bu bölgenin yer olma niteliğini kazandırmak amacıyla oluşturulan farklı temaları destekleyen özel çözümler. Bu çözümler, sadece kıyı ile sınırlı kalmayıp, kıyı art bağlantısı olan köprüler üzerinde de tekrarlanarak yerel kimliğin güçlenmesini sağlayan bir bütünlük oluşturulması hedeflendi. Örneğin tasarlanması öngörülen topoğrafik oturma birimleri ve aktivite alanları, kıyı boyunca farklı programların uygulandığı yeşil tepe fikrini desteklemek için düşünüldü. Kıyının sürekliliğinin sağlanması için oluşturulan çizgisel kurguya yanıt verecek şekilde düşünülen kentsel ürün tasarımları (aydınlatma, oturma birimleri, çöp kutuları, gölgelik, yetişkin ve çocuklar için spor-aktivite ekipmanları, ulaşım birimleri, sinyalizasyon, iletişim, iskele elemanları vb) işlevsellik, uyumluluk, kimlik, paylaşım, katılım, sürdürebilirlik ilkeleri baz alınarak oluşturuldu. Alaybey Adalar bölgesi, Turan Eğlence alanı ve Bayraklı piknik alanları için düşünülen kentsel mobilya tasarımlarının temel çıkış noktası İzmirlinin sürdürmeye çalıştığı huzurlu ve gerilimsiz yaşamı desteklemek. Farklı pozisyonlara (uzanma, oturma, dayanma, oynama, yeme-içme gibi eylemlere) olanak sağlayan modüler oturma birimlerinin, gölgelikli piknik masalarının ve bu birimlerle bütünleşen farklı yönlü aydınlatma elemanlarının gerek kendi içinde gerekse düşünülen yapısal çözümlere, iklime ve topografyaya uyumlu olması gözetildi. Geleneksel Akdeniz kimliğini yansıtan ahşap ve taş dokulu malzemenin kullanıldığı bu birimler, modern organik formlar ile birleştirilerek özgün bir tasarım dili oluşturulması hedeflendi. Tüm kentsel mobilyaların • Kullanım, rahatlık, ergonomi kriterlerini yerine getirmesi ve adetli üretime olanak sağlaması; • Kurulum ve bakım kolaylığı, güvenilirlik, malzeme dayanımı, vandalizme direnç, kentsel politika ve standartlara uygunluk gibi teknik koşulları yerine getirmesi; • Engelli, çocuk, yaşlı gibi özel kullanıcılara özgür hareket edilecek bir ortam yaratarak ulaşılabilirliği sağlaması; • Zaman içerisinde değişen toplumsal alışkanlıklara uyum sağlamanın yanı sıra, çok yönlü kullanıma olanak tanıması, esneklik sunması; • Sabit çözümler yerine başka yerlerde de tekrarlanabilecek, taşınabilecek ve başka amaçlar için kullanılabilecek bir modülerliği sağlaması amaçlandı.
Alsancak Limanı: Bu alanda "shuttle" hattının başlangıç/bitiş noktası yer alıyor, Alsancak bölgesi ile bisiklet ve yaya sürekliliği sağlanıyor. Mevcut viyadük altları spor ve sanat etkinliklerine uygun mekanlar ve otopark olarak yeniden ele alındı. PEYZAJ Kıyı boyunca yaya ve bisiklet yollarında hedeflenen süreklilik ile birlikte peyzajda da kıyı boyunca süreklilik amaçlanıyor. Sürekliliği sağlamak için tüm sahil boyunca birçok programı – WC, kafeler, bisiklet parkları, kiosklar vs. – içinde barındıran yeşil tepeler öneriliyor. Bu tepeler içlerinde barındırdıkları işlev ve bulundukları bölge ile ilişkili olarak yer örtücü bitkiler, mevsimlik çiçekler, çalılar, kayalar gibi peyzaj elemanları ile kaplanıyor. Tepelerin yükseklikleri ve kapladıkları yüzölçümü de yine işlevlere ve bulundukları bölge gereksinimlerine göre belirleniyor.
koordinatör: Zuhal Ulusoy mimarlar: Metin Kılıç, Dürrin Süer, Merih Feza Yıldırım, Serdar Uslubaş, Deniz Güner plancılar: Koray Velibeyoğlu, Hamidreza Yazdani endüstri Ürünleri Tasarımcıları: Özlem Perşembe, Can Aysan peyzaj mimarı: İpek Kaştaş deniz teknolojisi: Gökdeniz Neşer peyzaj danışmanı: Adnan Kaplan yardımcılar: Damla Duru, Alican Helvacıoğlu, Duygu Görgün, Betül Çavdar, Onur Bayazıt, Mehmet Yılmaz, Caner Soyer, Burak Bako, Erdem Bakırbek, Deniz Özgür, İrem İnce, İdil Hasanköyoğlu, Erdal Gümüş
İzmİr - denİz 41 XXI - ŞUBAT 2013
ŞUBAT 2013 - XXI 42
İzmİr - denİz
yeni bayraklı sahili
kumsal
kent asansörü
adalar bölgesi
yürüyüş yolu
ışık parkı
oyun alanları
yeni kent merkezi
meles eko-park
43 XXI - ŞUBAT 2013
yeni kent merkezi
İzmİr - denİz
kumsal
Konak - Alsancak Konak - Alsancak kıyısının tasarımında başvurulan katılımcı tasarım modelinde "yer" olma kimliği inşa edilerek şu an yaşayan durumların fark edilir kılınması, mevcudun bu yönde iyileştirilmesi ve olanaklarının artırılması hedeflendi. Bu esnada kentin hafızasını kazımak, olanaklı izleri yeniden açığa çıkarmak; bir yandan da olanaklar içinde yeni önerilebilecek fikirlerin "yer"lerini araştırmak ve güçlü olanlarını bir arada görünür kılmak hedeflendi. Tüm bunları yaparken de tasarımdan önce tasarıma veri olacak hayat düşünülüp hayal edildi, katılıma açık tahayyüller oluşturuldu. Alsancak Liman Bölgesi’nden başlayan ve Konak köprülü kavşak bölgesine kadar ele alınan kıyı hattının ait olduğu kent parçasının İzmir bütünündeki kimliğinde iki merkezli üçgen dokusu ve yürünebilir mesafeye sahip olması karakteristik özellikleri olarak öne çıkıyor. Üçgen doku bir uçta kullanıcılarının %65’inin kentin diğer bölgelerinden gelerek gece-gündüz yoğun olarak kullandığı eğlence ve kültür dokusu, diğer uçta tarihi eski liman ve ticari merkezini oluşturan, yaşayan ve Kadifekale’ye kadar uzanan eski kent çekirdeği ve dokusu; bir uçta da ticari ve turistik liman, Enternasyonel Fuar Alanı ve tarihi, ticari merkez üçgeninde denize açılan, güncel eğlence, eğitim, alışveriş ve turistik merkez dokusundan oluşuyor. Tüm bu bölge yürünebilir yaya rotalarına sahip. Yapı adaları ve kentsel dokuların birbirlerine denize açılan akslarla bağlanması bu yaya rotalarını oldukça zenginleştiriyor. Vapur, bisiklet ve kamu taşımacılığının bu aksları beslemesiyle yoğun bir yaya kullanımı olanağının varlığı bu bölgenin yaşantısında oldukça önemli. Bu iki nitelik, alanın sürekli yaşaması için oldukça değerli kentsel veriler. Buna, kentin yaşayan kent merkezi programları da eklendiğinde, yeni mekan ve programlar önermekten çok, var olanın kapasitesi ve olanaklarının araştırılması bu çalışma için daha öncelikli konular haline geldi. Alan dört odak halinde ele alındı: Konak, Pasaport, Cumhuriyet Meydanı, Alsancak Kordon.
ŞUBAT 2013 - XXI 44
İzmİr - denİz
Konak / Topoğrafya Bahçeleri Konak Meydanı ve kıyısı; 2003 yılında Konak Meydanı’nın dolgu alan ile birlikte düzenlenmesiyle yeniden hayat bulan ve hafta sonları oldukça yoğun kullanılan bir kıyı alanı. Bu alanda yer yer örtüleşen, farklı topoğrafik nitelikler kazanan yeni bir yeşil zemin ve onun ürettiği yeni programlar yaratarak kıyı ve deniz ilişkisine yeniden bakmanın ve kullanımları çoğaltmanın olanakları araştırıldı. Meydan düzenlemesi sırasında köprülü kavşağın tamamlanmadan önceki yarım konstrüksiyonunu kamufle etmek için yapılmış yeşil amfi, bugün bölgenin en çok kullanılan alanı. Bu amfinin iskelenin yanındaki durgun suyu sahneleştirecek biçimde iskeleye doğru uzatılarak tamamlanması, amfinin bir örtüye dönüşerek otopark alanı üstüne doğru yayılması önerildi. Konak Meydanı’ndaki saat kulesinden, Konak Pier önünden Pasaport’a bağlanan yaya köprüsü yönündeki yaya aksı, belediye binası kolonatları arasından ve yapı aralıklarından denizle görsel ilişki kuruyor. Denizle kurulan görsel ilişkiyi koparmayan, önerilen yeşil topoğrafyayı tamamlayan kıyı hattındaki yeşil alan için gölge verecek, mekan duygusu üretecek bir palmiye ormanı önerildi. Bu palmiye ormanının sadece yayalar için değil, Konak Pier önünden gelen araçlar için de simgesel bir değer kazanacağı düşünüldü. Pasaport / Doğal Sert Peyzaj Pasaport, Konak tarihi merkez ile Alsancak modern kent merkezi arasında fuar, gar ve ticaret akslarının denize açıldığı eski liman bölgesi. Bu bölge nasıl olur da teknelerle dolu eski silüetine ve kent belleğindeki anısına yeniden kavuşabilir ve gece-gündüz yaşayan bir yer olarak kıyı hayatı sürekliliğini sağlar? Eski ticaret akslarının denize açıldığı karakteristik aralıklar, eski meydan kimliği ile nasıl açığa çıkartılabilir, birer boşluk olmaktan çok kullanılabilir kentsel mekanlar haline dönüşür? Bu gibi sorulara odaklanıldı. Bu kıyı hattı için aynı korunaklı suyu kullanan birbirinden bağımsız iki farklı marina önerildi. Mendirek bölgesi ve Pasaport kıyısı olmak üzere ele alınan bu marinalar Konak Pier’in Pasaport kıyısına bakan ve bu bölgenin eski rıhtım kotunu koruyan tek kıyı hattı olarak ticari-kültürel kullanım önerileri ile birleşerek ve ayrışarak birbirileriyle ilişki kuracak. Şu anda kullanılmayan denize açılan meydanlar da hem İzmirlilerin denize karşı oturabileceği alanlar hem de bizi Cumhuriyet Meydanı’na hazırlayan yeşil odalar olarak düşünüldü.
Cumhuriyet Meydanı / Denge Alanı (Yeşil, Su Ve Sert Peyzaj) İzmir’in resmi törenlerinin meydanı olan ve denize açılan Cumhuriyet Meydanı kent için en önemli noktalardan biri. Kıyı dolgu alanın önünde kesilmesi ile burada suyun karakterinin dönüşmesi, sadece resmi törenler için kullanılması ve yoğun kalabalıklarda görevini Gündoğdu Meydanı’na bırakması gibi son 10-15 yılda geçirdiği bir dönüşüm söz konusu. Meydanı gündelik hayata katarak sivil kullanımlara da açmanın ve önündeki denizle meydanın kullanım olanaklarını artırmanın yollarını keşfetmek, bu alan için öncelikliydi. Cumhuriyet Meydanı’nın önündeki denizde bir "deniz meydanı" oluşturularak meydanın denizden kullanım olanaklarını arttıracak yönde ele alınması, Cumhuriyet Meydanı’ndaki sert zeminin su ve ışık öğeleri ile yeniden tanımlanması aracılığıyla ıslak-kuru-aydınlık-renk-ışık kullanımların zenginleştirilmesi hedeflendi. Bu yolla meydanın İzmir iklimine uygun mikro-klima sunacak ve çeşitli kullanım olanakları sağlayacak, farklı yaş gruplarının oyun alanı olabilecek ne gibi özellikler kazanabileceği araştırıldı. Cumhuriyet Meydanı kent peyzajı içinde Pasaport’taki karakteristik aksların denize açıldığı küçük meydanları da bünyesine katarak kent içine saçaklanan, kendine hazırlayan, bir ana mekan/meydan olarak algılandı ve yeşil, su ve sert peyzajın denge alanı, dört mevsim yaşayan bir peyzaj olarak yorumlandı. Alsancak Kordon / Hibrit Peyzaj Matrisi 1990’ların sonunda yol yapımı için doldurulan Alsancak Kordon iki boyutu ile öne çıkıyor. Birincisi İzmirlilerin bir başka direnişi ve zaferi olarak kent belleğinde yerini alacak olan yolun durdurulma hikayesi, ikincisi bu dolgu alanın bir kentsel kullanım zenginliği açısından dönüşümü hikayesi. Dolgu alanın düzenlenmesinden sonra oldukça yoğun kullanılan, ancak zamanla bu düzenlemelerin gerek kullanımlara yönelik donatılara sahip olmaması, gerekse kullanım şekilleri buraya yapılacak önerilerin temel verilerini oluşturdu. Oldukça zengin potansiyeller barındıran bu alanda iyileştirmek, yeniden düzenlemek, olanaklarını arttırmak ve yeni kent kimliği için ek programlar önermek gibi bir dizi tasarım stratejisi belirlendi. Ve bu stratejiler genel peyzaj ve kent donatıları anlamında bir ortaklık taşırken, odaklar bazında farklılaşmalar içermesinin olanakları incelendi. Kordon boyundaki genel peyzaj karakteri, içerdiği çeşitlilik ve zenginlik açısından tematik yeşil koridor olarak ele alındı. Bu alanın genel karakterine ilişkin bir peyzaj matrisi önerildi ve odaklarla beraber, daha alt ölçekte kendi odaklarını oluşturabilecek, zenginleştirilebilecek olanaklar düzlemi olarak kavramsallaştırıldı. Bu matris, enleri 7,5 m’den 20 m’ye varan, zaman zaman denizle görsel ilişkiyi kesmeyen topoğrafik çeşitli doğal zemin türlerinden oluşuyor. Bunlar yeşil alanlar olarak yer yer gölge üreten, gölge peyzajlarını tamamlayacak şekilde oturma, birikme olanakları sağlayan başka topoğrafik doğal zeminlere dönüşecek. Matrisin belirlediği farklı boyutlardaki doğal zemin adaları kıyı boyunca farklı programlar üretecek ya da başka programların tamamlayıcısı haline gelecek. Süreç Bu proje, bölgeye özel hazırlanmış olmasına rağmen, özelleştirilmiş ve inceltilmiş tasarımlar olmaktan çok, tasarım ana ilkelerini belirleyerek tasarım fikirlerini oluşturmaya odaklandı. Katılımcı bir modelle geliştirilmesi beklenen bu çalışma farklı görüş ve önerilerle gelişmeye açık, süreç içinde farklı koşullar tarafından etkilense bile ana fikrini kaybetmeyecek şekilde ele alınmaya çalışıldı. koordinatör: Nevzat Sayın proje yürütücüsü: Boğaçhan Dündaralp mimarlar : Boğaçhan Dündaralp, Berna Dündaralp, Lale Ceylan, Cenk Dereli, Sedef Tunçağ, Elif Pekin, Nizami Karimov, Narin Temel peyzaj mimarları: Arzu Nuhoğlu, Belma Şahiner, Zeynep Pak endüstri ürünleri tasarımcıları: Mine Ovacık Dörtbaş, Ezgi Yelekoğlu inşaat mühendisi: Murat Barışcan, Savaş Eyit elektrik mühendisleri: Namık Onmuş makine mühendisleri: Taner Kocaova, Burcu Kocaova, Hakan Kocaova marina danışmanı: Tunç Gökçe peyzaj danışmanı: Adnan Kaplan ulaşım danışmanı: Yusuf Okçuoğlu
İzmİr - denİz 45 XXI - ŞUBAT 2013
İzmİr - denİz
konak / topoğrafya bahçeleri
ŞUBAT 2013 - XXI 46
pasaport / doğal sert peyzaj
cumhuriyet meydanı / denge alanı
İzmİr - denİz 47 XXI - ŞUBAT 2013
alsancak / hibrit peyzaj matrisi
KONAK - İNCİRALTI İzmir Körfezi ve kıyı yerleşimleri düşünüldüğünde Mithatpaşa Bölgesi diğer bölgelere göre kıyı karakteri ve art alanı açısından farklılıklar gösterir. Bütününde bu bölge, bir dönem sahip olduğu iskeleleri, deniz banyoları, semtleri, mahalle olgusu ve topoğrafyasıyla kent belleğinde yer etmiş bir yerleşim alanı. Tasarım sürecinde, Mustafa Kemal Sahil Bulvarı boyunca, tarihsel ve çağdaş pek çok yapı ve alan, önemli odak noktaları olarak tespit edildi, kıyı bandının biçimlenişinde potansiyeller olarak değerlendirildi. Temelde, bu alandaki tasarımlarda, tüm kıyı boyunca uzanan yaya ve bisiklet yollarının sürekliliği amaçlandı, bu öğelerin kentsel ulaşım kararlarıyla bağlantısı kuruldu. Kıyı, kullanıcılarının gündelik yaşam ihtiyaçlarını karşılayacak donatılarla birlikte tasarlandı. Yeşil alanlar geliştirilerek açık spor etkinlikleri ile desteklendi, kentlinin su ile deneyiminin artırılması için yeni iskeleler ve deniz kullanımları önerildi. Konak ile Mithatpaşa Endüstri Meslek Lisesi arasındaki alanda, bölgenin karakterini oluşturan merdiven-sokakların denizle buluştuğu noktalarda, kentsel aktivite alanları kurgulandı. Tarihi Asansör’ün kıyıdaki vurgusu bir kentsel çerçeveyle güçlendirildi. Etkinlik Havuzu, Konak’tan başlayarak Mithatpaşa Endüstri Meslek Lisesi’nde biten, deniz üzerinde yüzen platformların oluşturduğu bir aks ile tanımlanıyor. Bu kurgu, özellikle yaz mevsimlerinde kıyının ve denizin yoğunluklu olarak kültürel amaçlı kullanımını artıracak. Mithatpaşa Endüstri Meslek Lisesi önündeki park, Etkinlik Havuzu aksı ile genişleyerek yeşilin denizle buluştuğu noktayı bir yeşil meydan olarak kentlilere açacak.
ŞUBAT 2013 - XXI 48
İzmİr - denİz
Susuzdede Parkı, barındırdığı potansiyel yeşil alan ve merkezi konumu itibariyle, Hatay bölgesi ve kıyı arasında güçlü bir bağlantı oluşturuyor. Hatay, Susuzdede ve sahil bandı arasında yeni asansör ve yeşil köprü tasarımları ile kurgulanan yaya bağlantısı, parkın kıyı ile ilişkisini güçlendirecek. Yeni kıyı düzenlemeleriyle bölgede yaşayan çocuk ve gençlerin denize ilgisini artırmak hedeflendi. Bu amaçla projede, Göztepe Spor Kulübü’ne yakın bir yelken kulübü önerildi. Yelken kulüpleri deniz aktivitelerinin kentsel gösteriye dönüşmesini desteklerken bir yandan da kıyıyı su oyunları alanına dönüştürecek altyapıyı sağlayacak. Göztepe, Mithatpaşa Bölgesi’nin en canlı semtlerinden. Buradaki önemli odaklardan biri olarak vapur iskelesi mevcut işlevine ek olarak genişletilerek ve ticari birimlerle desteklenerek bir buluşma noktası olarak yeniden tasarlandı. Proje, Göztepe Vapur İskelesi ile Üçkuyular Arabalı Vapur İskelesi arası denizle deneyimin güçlendirildiği bir alanda. Kıyı bandının oldukça daraldığı bu hat üzerinde amfi ve iskeleler kısa duraklar oluşturularak da kentlinin denizle ilişkisini artırılacak. Mevcut Üçkuyular Vapur İskelesi’nin bulunduğu alan hem ulaşım bağlantıları hem de Üçkuyular’ın gelecekteki dönüşümü açısından önemli. Körfezin biçimlenişine bakıldığında, bu nokta Mithatpaşa kıyı bandının bir anlamda sonlandığı yer. Bu alanın simgesel özelliğinin vurgulanması ve kente kazandırılması için Üçkuyular Pier olarak adlandırılan yeni bir odak önerildi. Burası, hem gösterilerin ana mekanlarından biri olacak hem de kentlinin gündelik yaşam kullanımlarını örneğin, balık pazarını, yeme-içme birimlerini, spor faaliyetlerini ve kültürel etkinliklerini barındıracak. Bu kent terası, devamında otopark, Arabalı Vapur İskelesi, Levent Marina, Kent Ormanı ve kıyısında tasarlanan plaj alanları ile birlikte işleyecek. Genel olarak, kıyı sözü edilen mevcut potansiyellerle yeni olanakların birleştiği kentlinin gündelik yaşamına katkı sağlayacak, gelişime açık ilkeler ve tasarım kararları doğrultusunda ele alındı. Peyzaj Kıyı şeridinde kalan açık ve yeşil alanlar öncelikle işlevsel olarak kıyı şeridinin art alanla bağlantısını sağlamak üzere incelendi. Bu bağlantıyı sağlayan işlevsel bitkilendirme tipolojileri belirlendi. Buna ek olarak kıyı şeridindeki sert zemin tasarımını tamamlayıcı İzmir’in yerel dokusuna ve mekan karakterlerine uygun,
çoğunlukla kurak bölgelerde yaşamaya uyumlu (kserofit) bitki tercihleri ile desteklenen az bakım isteyen bitki listeleri oluşturuldu. Bitkisel peyzaj alanları işlev saptama kriterleri, bu bölgede kalan kent dokusu, araçyaya sirkülasyonu ve mekan kullanımları esas alınarak belirlendi. Bu kriterlere göre üç farklı tip oluşturuldu: kılcal geçişler, sızma rotaları ve nodlar. Kılcal geçişler, kıyı bölgesi art alanları ile kıyı şeridinin bağlantısını yaya akışını ve konforunu esas alarak kuruyor. Bu geçişler kıyı şeridine dik ve çoğu yüksek kottan aşağı kıyı şeridine iniyor. Bu alanlarda ölçek-mekan ilişkisini artırıcı, esintiyi ve manzarayı engellemeyecek taç yapısına sahip, çıkışlarda dinlenme için gölge ve görsel özellikleri yüksek olan bitkiler seçilecek. Sızma rotaları projede kıyıya paralel işleyen bulvarın konut tarafında kalan, kıyıya ulaşmadan önceki gezinti alanları. Kullanıcıya geçiş konforu sağlamayı öngören bitkisel peyzaj tasarımı ile mevcut durumlar destekleniyor. Bunlar sürekliliği sağlayan yavaş peyzaj alanları. Nodlar ise yayaların kıyı şeridine geçmeden önceki toplanma ve vakit geçirme alanları. Bu alanlarda kafeler, çocuk oyun alanları, organize spor alanları, dış mekan oturma alanları bulunacak. Kıyı şeridindeki yapısal ve bitkisel peyzaj tasarım karakterinin bu alanlara da sıçraması kullanıcının yönlenmesini içgüdüselleştirecek.
Kent Mobilyaları Bölgede yaşayanların alışkanlıkları, “gerilimsiz, huzurlu yaşam” kavramını yansıtıyor. Bu çerçevede, bölge için yapılan tasarımlar, bu yaşam biçiminin sürdürülmesi, güçlendirilmesi ve bu bilinç içinde yaşam kalitesinin artırılmasını hedefliyor.
koordinatör: Tevfik Tozkoparan mimari tasarım: Seçkin Kutucu, Ebru Yılmaz, Ferhat Hacıalibeyoğlu, Deniz Dokgöz, Orhan Ersan, Ufuk Ersoy, Serhat Akbay, Clarissa Ersoy yardımcılar: Turgut Şakiroğlu, Pelin Aykutlar, Işılay Sheridan, Volkan Ayvalı, Mert Gültekin, Berk Ekici, S. Müge Halıcı, Derya Güngör, Ozan Tuğsan Altuğ, Gülcan Afacan, Volkan Barbaros, Serra Çakır, Bora Örgülü, Aslı Duru Meriç, Zeynep Burçoğlu, Burcu Köken, Ece Uyar, Fatma Gençdoğuş, Şebnem Çakaloğulları, Melis Varkal, Tuğba Doğu, Azize Andıç endüstri ürünleri tasarımı: Özlem Perşembe, Can Aysan, Deniz Özgür, Erdem Batırbek peyzaj mimarlığı: Arzu Nuhoğlu, Nuran Mercan Altun, Cemal Onur Alpay şehir plancısı: Koray Velibeyoğlu, Hamid Yezdani deniz teknolojisi: Gökdeniz Neşer
İzmİr - denİz
Bu amaca ulaşabilmek için izlenen yolda, gerek bölgedeki mevcut yapıda gerekse tasarlanacak kent mobilyalarında işlevsellik, uyumluluk, kimlik, sürdürebilirlik, paylaşım, katılım, duyusal boyut ilkeleri temel alındı. • Tasarımların, öncelikle işlevsel boyutlarını (teknik koşullar, ulaşılabilirlik, esneklik, modülerlik ve taşınabilirlik) yerine getirmesi; • Tasarımların uyumluluk (kent tasarımındaki diğer elemanlara, Kentsel planlamaya ve mimariye, değişen şehir dokusuna tasarım dili olarak, topoğrafyaya ve iklime uygunluk) olgusunu yansıtması; • Tasarımların, İzmirlilerin markalaşmış kimliğini (rahatlatıcı, yeniliğe açık, açık, iyi ve kolay ilişki kuran, uyanık, yavaş hayat tarzına sahip) koruyan, kültür, tarih ve gelenekleri referans gösteren yapıda olması; • Tasarımların, malzeme, enerji kaynağı, geri dönüşüm, ulaşım ve görsel düzenleme gibi konularda sürdürülebilir olması; • Tasarımların, paylaşım ve katılımı ön planda tutan, "tasarım - yaratıcılık - yenilik"
konularında toplumda farkındalık yaratacak ve çevreye duyarlı olmaya teşvik edecek düzenekleri de içermesi; • Tasarımların, duyusal boyutları içerecek şekilde, denizle güçlü bir ilişki, manevi bir bağ kurabilecek, denizi beş duyu ile algılamayı sağlayan, huzurlu konut dışı yaşamı teşvik edecek şekilde tasarlanması amaçlandı.
49 XXI - ŞUBAT 2013
merdivenli platform, karataş
amfi ve saksılar, karataş
ŞUBAT 2013 - XXI 50
İzmİr - denİz
amfi satış birimleri ve üst örtüler, konak
seyir terasları, susuzdede parkı
katlı otopark ve asansör, susuzdede parkı
kıyıya bağlanan yaya köprüsü, susuzdede parkı
amfi servis birimleri, konak
İzmİr - denİz
plaj servis istasyonu, inciraltı
51 XXI - ŞUBAT 2013
plaj servis istasyonu, inciraltı
iskele, inciraltı
göztepe vapur iskelesi
göztepe vapur iskelesi
üçkuyular pier
amfi, göztepe
üçkuyular pier
Gösteri-Kültürel Etkinlikler Serhan Ada İki kutuplu dünyadan çok-merkezli dünyaya geçiş sancısız olmuyor. Blokların uzaya kadar çıkan gösterilerle yarıştığı dönem, yüzyıllarca geride kalmış gibi. Ülkeler arasındaki rekabeti ise uluslararası spor organizasyonları olmasa neredeyse ihmal edeceğiz. Bugün rekabetin büyüğü şehirler arasında yaşanıyor. Bu rekabette en sık başvurulan yöntemlerden biri star mimarlara içindekinden çok dış görünümüyle kendinden söz ettirecek simge yapılar tasarlatmak. Şehirlerin rekabetinde kültür ürünleri de araçsallaştırılarak gösteri nesnesine dönüşüyor. Şehirlerin adlarıyla anılan bienallerin sayısı yüzü geçmiş olmalı. Bunların hiçbiri olmazsa, adı büyük müzelerden birinin şubesini bedeli neyse ödeyip açmak yoluna başvuruluyor. Giderek kızışan rekabette hemşerilerin (haklarına sahip çıkan yurttaş anlamında citizen) kazancının ne olduğu uzun uzun tartışılabilir. Çoğu kez kentte yaşayanlar bu ekonomik güç, spekülasyon, sermayeye cazibe yaratma yarışına müdahil olamıyorlar. Hatta bu rekabet çoğu kez onların yaşam kalitesinin düşmesi ve hak alanlarının daralması pahasına mümkün olabiliyor.
sokaklardan denize, denizden sokaklara hareket şeması
"İzmir Körfez’e" diye de adlandırılması mümkün olan kolektif çalışma, çok sayıda mimar, endüstriyel tasarımcı, sanatçı ve kültür profesyonelinin ayrı ayrı hazırladıkları projeleri birlikte tartışarak şekillendirmeleriyle oluştu. Daha en başta, İzmir Körfezi ve çevresindeki alanları kullananlar arasında yürütülen kapsamlı bir araştırmanın verilerinden yola çıkıldı.
ŞUBAT 2013 - XXI 52
İzmİr - denİz
Körfezin bir gösteri mekanı olarak tahayyülü ve bu doğrultuda projelerin tasarlanması görevini üstlenen ekibimiz de çalışmaları sırasında İzmir’de sokakta gösteri düzenleyen ya da bisikletleriyle kenti turlayan hatta Körfez’in içinde ya da dışında balık avlayan İzmirlilerle görüştü. Bu bakımdan birlikte hazırlanan bir projeden söz etmek mümkün. Tam da bu nedenle vapur seferlerinin güne yayılmasını öngören "Son Sefer Geceyarısı" , Körfez’de yolculuğun gerçek bir keyif olmasına yönelik "Vapurda Müzik" ya da olta balıkçılığının altının çizilmesine yönelik gösterişsiz ve masrafsız öneriler varolanın geliştirilmesi ve dikkatin körfeze çevrilmesini amaçlıyordu.
olta balıkçılığı yapılan noktalar
Yine varolanın geliştirilmesi anlamında İzmir’de sokaklarda, meydanlarda yıllardır kutlanmakta olan Hıdrellez’in on binlerce İzmirlinin aktör olduğu bir toplu eğlenme ve görsel şölene dönüşmesi de alışkanlıklar sonucu tartışmadan kabul ediverdiğimiz basmakalıp ve pasifleştirici "halk şenliği" kavramının yerini "halkın şenliği"nin almasını amaçlıyor. İzmir Körfezi, tarihi boyunca Akdeniz limanları arasında hep en canlı, en işlek haliyle kentin ana sahnesi olarak hatırlanıyor. Akdeniz’in parlak geçmişi Braudel’in deyişiyle bir "serap". Krizin küresel ölçekte süreklilik kazandığı konjonktürde Akdeniz’in güney ve doğu kıyılarında uyanan "Bahar hareketleri", kuzeyindeki adalet ve özgürlük yolunda yeni arayışlar ve meydanlarda daha sık ve kalabalık görünmeye başlayan kalabalıklar bölgenin geleceğin dünyasında yepyeni bir önem kazanacağının ipuçları. İzmir’in tarih içinde yakın alışveriş ve işbirliği içinde bulunduğu Akdeniz kentleri Selanik, Marsilya, Beyrut, İskenderiye, Cenova ve diğerleriyle yeniden etkileşim içine girmesini hedefleyen İzmir Akdeniz Festivali ile deniz üzerinde yer alacak tüm etkinliklerde kullanılmak üzere tasarlanan çok amaçlı yüzer modüller de kentin Akdeniz’deki konumunu pekiştirmede vazgeçilmez bir işlev görecekler. Özetle, bu çalışmada her fırsatta vurgulanan huzur kavramı atalet olarak algılanmamalı. Kentlilerin, kamusal alanda hep beraber oluşturdukları etkinliklerle birlikte ve gerçekten eğlenebilmesi de huzura dahil. Bunun için de bu projenin uygulamaya geçmesi, 2009’da toplanan ve İzmir’in kültür stratejisinin temel kavramları ve önceliklerinin belirlendiği Kültür Çalıştayı’nda başlanan sürecin geliştirilmesi bakımından büyük önem taşıyor. Kentteki kültür aktörleri, sivil toplum temsilcileri, özel kesim, sanatçılar ve kurulmakta olan Akdeniz Akademisi’nin yerel yönetimin sunduğu özerk kültür ortamında bir araya gelerek projede "İzmir Kültür" adını verdiğimiz yönetişim platformunda bu sürecin aşamalarını ve yol haritasını belirlemeleri bundan sonraki görev olarak önümüzde duruyor.
yelken kulübü noktaları
yüzer platform noktaları
İzmİr - denİz
yüzer platformlar
53 XXI - ŞUBAT 2013
iletişim ve yönlendirme elemanları
koordinatör: Serhan Ada proje grubu: Gökçe Su Yoğurtçuoğlu, Hakan Gencol, Elfin Yüksektepe Bengisu, Başak Erson Işıklar, Sarp Keskiner proje yardımcı ekibi: Airan Berg, Beliz Kaplan, Şirin Demirel, Nazlı Cangönül, Görkem Özdemir, Sabri Mert Arık, Murat Çelen, Aykut Genç, Caner Kaya, Nazlı Kaya, Hande Zerkin, Erdem Dilbaz danışmanlar: Tunç Gökçe, Göknur Gündoğan, Emre Ergül
peyzaj tasarımı – drenthe Şubat 2013 - XXI 54
fotoğraflar: Harry Cock
Peyzaj İçin Peyzajın İçinden Drentsche Aa Ulusal Parkı için tasarlanan taraçalar, peyzajın parçası olan malzemelerin kullanımıyla manzaranın izlenebileceği özel noktaları vurguluyor.
drentsche aa taraçaları
strootman landschapsarchıtecten
19. yüzyılda zaten Drentsche Aa bölgesinde taraçalar bulunuyordu. Bunlardan en bilineni Kymmelsberg, birçok kez tablolarda resmedilmişti. Yeni taraçalarsa Drentsche Aa bölgesindeki en özel yerlerin kültüreltarihi ve doğal niteliklerinin keyfini çıkarma olanağı sunuyor.
Sonuçta peyzajın bir gösteri olarak eşsiz özellikleriyle kendini ortaya koyacağı sekiz yerde karar kılındı. Bu sekiz konum için tasarım noktası noktasına geliştirildi. İnsanların manzaranın tadını çıkaracağı özel noktalar yaratmak adına tasarım müdahaleleri daha çok bitkilendirmenin ortadan kaldırılmasıyla yapıldı. Taraçalar peyzajdan gelen kaynaklarla (toprak, bitkiler, işlenmemiş ahşaptan nesneler ve paslanmış çelik) sakin bir yaklaşımla tasarlandı. Uygulamasına 2008’in sonlarında başlandı ve proje 2010’da tamamlandı.
Dijital eşyükselti haritasının coğrafi bilgi sistemi analizlerini ve Drentsche Aa bölgesinin peyzajına dair geniş kapsamlı bilgileri kullanarak taraçaların konumları belirlendi. Görece kısa mesafelerle yerleştirilen ve bakış açılarındaki farklılıklara işaret eden 30 konum seçildi. Bu bakış noktaları bir grup insanla birlikte ziyaret edildi ve potansiyel keyif verme değerleri, erişilebilirlikleri ve fizibiliteleri test edildi.
Yeni tüm konumlar için bir kurumsal kimlik geliştirildi. Mobilyalar, yönlendirmeler ve markalar taraçalar için özel olarak tasarlandı. Konumların ikisi için heykelsi oturma birimleri tasarlandı. Mobilyalarda yerel ve işlenmemiş malzemeler kullanıldı, örneğin oturma birimlerinde Douglas köknarı, yönlendirme levhalarında perfore, paslanmış çelik gibi.
proje adı: Drentsche Aa Taraçaları konum: Drenthe, Hollanda işveren: Hollanda Orman Komisyonu Kuzey Bölgesi peyzaj projesi: Strootman Landschapsarchitecten alan: 3 ha (uygulama alanı), 30.000 ha (araştırma alanı) tasarım süresi: 2007-2008 inşaat süresi: 2008-2012
peyzaj tasarımı – drenthe
vaziyet planı
karşı sayfada Oturma birimlerinin peyzaj içindeki görünümleri bu sayfada altta: Yönlendirme tabelaları için tasarlanan font en altta solda ve ortada altta: Fontun tabelalara uygulanması alt sırada: Oturma birimlerinin maketleri
55 XXI - ŞUBAT 2013
berno strootman Berno Strootman Hollanda’daki Wageningen Üniversitesi’nde peyzaj mimarlığı eğitimini 1988’de tamamladı. Grontmij Mühendislik Danışmanlık’ta yedi yıllık deneyiminin ardından Bureau B+B Stedebouw en Landschapsarchitectuur’de altı yıl çalıştı. 2002’de Amsterdam’da kendi ofisi Strootman Landschapsarchitecten’i kurdu. Çalışmalarını halen bu ofis kapsamında sürdürmekte ve Amsterdam’daki Academy of Architecture’da misafir öğretim görevlisi olarak ders vermekte.
yapı - otel - İstanbul Şubat 2013 - XXI 56
fotoğraflar: Cemal Emden
Dokuyu Cephede Sürdürmek Sütlüce’de yer alan Hılton Garden Inn Haliç, yapının arka planında yer alan mahalle dokusunu yorumlayarak cephesine malzeme çeşitliliği ve hareketlerle yansıtıyor. Hülya Ertaş
hılton garden ınn haliç
tece mimarlık
Hülya Ertaş: Bu proje üzerinde çalışmaya başlamanızın öyküsü nedir? Proje nasıl elde edildi? Cem İlhan: Bizim Hilton ile tanışmamız bir davetli yarışma seyesinde oldu. Proje yönetim ekibinin temsilcisi olan mimarların ve yatırımcının da yer aldığı bir jüri tarafından altı mimari ekibin projeleri değerlendirildi. O değerlendirme sonucunda bizim önerimizi uygun buldular. Bence süreci iyi bir şekilde yönettiler. Verilen süreler, öngörülen bütçe, konuyu ciddiyetle ele alışları, verdikleri proje tanımı ve ihtiyaç konusundaki netlikleri bu sürecin iyi geçmesinde etkendi. Yatırımcı grup yarışma öncesinde İstanbul içinde oteli konumlandıracağı yer arayışında yerel yönetimle bir diyaloğa giriyor ve arsa seçim süreci başlıyor. Seçilen arsa daha önceden bir inşaatın başladığı ve yarım bırakıldığı oldukça eğimli bir alandı. Yatırımcı grubun bu kazılı arsayı seçmesiyle biz dahil bütün diğer yarışmacılar projeyi varolan durum
üzerine kurduk. Proje ve inşaat süreci yaklaşık iki yıl gibi kısa bir zamanda tamamlandı. he: Hilton’un bu otelden beklentileri nelerdi ve bununla ilintili olarak size nasıl bir proje tanımı sundu? ci: Bu yapıya bir kent-iş oteli diyebiliriz, turistik bir otel değil. Fakat kentle ulaşım anlamında kurduğu bağlantılar burayı yeni kent merkeziyle entegre etme anlamında çok avantajlı hale getiriyor. Programın ağırlıklı bir kısmını odalar oluşturuyor. Toplamda 22 bin metrekare kapalı alana sahip, 220 odalı bir otel. Arsanın irrasyonel bir geometrisi var ve bu kadar yoğun programı yerleştirme konusunda bizi zorladığını söyleyebilirim. Diğer yandan eğimden dolayı programın bir kısmı yerin altında konumlanıyor. Seminer, toplantı salonları gibi bir iş otelinin sahip olması gereken farklı büyüklüklerde mekanlara sahip. Otellerde alışık olmadığımız açık mekanlar, teraslar bulunuyor. Haliç'e bakan bu teraslarda, oradaki yaşantıyla cam arkasından değil de dış mekanda vakit geçirmeye elverişli mevsimi neredeyse sekiz aya yayılan İstanbul'da konaklayan kişilerin aktif olarak kullanabileceği bir mekan kurgusu amaçladık.
bu sayfada üstte: Yapının Haliç ile ilişkisini gösteren panoramik fotoğraf solda: Ana cephedeki kütle hareketi arka sayfada Ana cephedeki doku ve kütle hareketleri
yapı - otel - İstanbul
karşı sayfada Yapının Haliç’e bakan ana cephesi
57 XXI - ŞUBAT 2013
yapı - otel - İstanbul ŞUBAT 2013 - XXI 58
Yapı, zeminin üstünde yedi ila on kat arasında değişen gabarilere sahip ve arada serpiştirilmiş teraslar var. Bunlar odaların kişisel kullanımına özel değil, uzanıp güneşlenebileceğiniz ya da manzarayı izleyerek iş görüşmeleri yapabileceğiniz ortak alanlar. Bu teraslar genelde kapalı kutu olarak tariflenen Hilton tipolojisini kırmak adına yapıldı ve işveren de sonuna kadar bu tutumun arkasında durdu. Uygulamadaki zorluklarına rağmen tercih edilen böylesi hareketli bir cephe ve malzeme seçimi, yarışma esnasında önerdiğimize çok yakın olarak inşa edildi. Çok daha düşük maliyetli çözümler tercih edilebilecekken mimari projenin arkasında durdukları için işveren anlamında şanslı olduğumuzu söyleyebilirim. İç mekanlarda ise Hilton grubunun belirli spesifikasyonları olduğu için iç mimarlık hizmetinin kimden alınacağı en başta belliydi ve biz bu sürece neredeyse hiç dahil olmadık. Bu, bir anlamda binanın dış konseptiyle içinin farklılaşmasını da açıklıyor. Tanıdıklık fikri üzerine kurulu, Hilton'un alışıldık iç mekan standartlarının devam ettiği bir anlayış var. he: Cepheler hem kütlesel olarak hareketleniyor hem de malzeme olarak farklılaşıyor. Cephe bildiğimiz Hilton yaklaşımıyla tezat oluşturacak şekilde aksak ritimli ve bol malzemeli. ci: Bir yamaca oturan bu yapının 100 metreye yakın bir cephesi var. Bu durumda cepheyi arkadaki konut dokusu içinde öne çıkarıp çıkarmama konusunda kendi içimizde
ciddi tartışmalar yaşadık. Bölgenin eninde sonunda kendini aynı yoğunlukta dönüştüreceğini düşünerek, arka planı bu şekilde yorumlayıp onun önünde oteli kurduk. Eğlenceli ve neşeli bir bina aslında, içinde oyunları var. Başlangıçta malzeme paletimiz bu kadar geniş değildi. Esas olarak ahşap ve doğal taştan kurgulanmış bir cephe anlayışı vardı. İlerleyen süreçte gerek işverenin gerekse Anıtlar Kurulu’nun siluet ve malzeme anlamında müdahaleleri oldu. Bunlardan biri, üçüncü bir tonun ve dokunun devreye girmesiydi. Ahşap ve doğal taş olmaktan çıkıp ahşap, doğal taş görünümlü seramiğin iki tonu olunca ve üstüne doğramalar, camlar ile arka plandaki malzemeler ve cephedeki hareketlenmeler devreye girince yapının cephesi bir kolajı andırır hale geldi, bir anlamda da mevcut mahallenin -bu kez tasarlanmış- bir yorumunun üretildiği bir yüzeye dönüştü. he: O mahalleye bakan arka cephe ise çok daha farklı bir yaklaşıma sahip. Bu iki cephe arasındaki farklılaşmanın nedenini anlatabilir misin? ci: Arka taraftaki gerilim pek de amaçlayarak yaptığımız bir şey değil. Ön cephedeki tavrın orada da sürmesini düşünürken bütçesel nedenlerle ya tümden vazgeçilmesi ya da akılcı ve ekonomik yeni bir cephe çözümünün üretilmesi seçenek olarak önümüze geldi. Biz de arka
cephede fiber çimento bazlı kaplama seçimine yöneldik ve oradaki bütçe kazancımızı başka alanlar için kullanma şansımız oldu. Diğer yandan mevcut doku, arsanın kendi eğimi, kütledeki kırılmalar tümü bir araya geldiğinde bir de ön cephedeki tutumu sürdürecek olsaydık içinden çıkılmaz, kaotik bir ortam oluşacaktı. Yapının arka taraftaki bu sakin durumu sonrasında bizi de oldukça memnun etti. he: Haliç'teki dönüşüm içinde bu yapı bugün nerede duruyor ve sonrasında bu yere nasıl bir etki oluşturacağını düşünüyorsunuz? ci: Oteli yaptığımız dönemde, yani 2009 sonunda Haliç'in dönüşüm süreci gündemdeydi. Yapı arsasının hemen arkasında yer alan Okmeydanı bölgesi, Eyüp, Santral İstanbul'un başlatmış olduğu Alibeyköy, Cendere Vadisi gibi alanlar için çok sayıda proje üretildiğini biliyorduk. Bu projelerin birbirleriyle olan ilişkilerine bakıldığında, aslında tam anlamıyla bir bütün şeklinde ele alınmadığını söyleyebilirim. Öte yandan bölgeye işlevi çeşitlendirme anlamında baktığımızdaysa tutarlı bir tablo görüyoruz. Yani konut, kültür alanları, müzeler, eğitim alanları, ticari ofisler gibi farklı yapılaşmalar bulunuyor. Bu mekanlar ve yapılar bu şekilde bir araya geldiğinde birbirini besleyen, çeşitlenmiş bir yaşantı sunma olanağı sundukları için bu farklılaşmayı olumlu buluyorum.
solda ve altta: Yapının arka cephesi solda altta: Otelin lobisi en altta: Giriş
yapı - otel - İstanbul 59 XXI - ŞUBAT 2013
cem ilhan 1966’da Diyarbakır’da doğdu. 1987’de İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldu. 1989 yılında Londra Architectural Association School of Architecture’da Housing & Urbanism bölümünde yüksek lisans yaptı. 1996 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde ikinci yüksek lisans eğitimini, 2008'de Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Yapı Bölümü’nde doktora eğitimini tamamladı. 1992 yılında kendi bürosunu kurdu. 1994 yılında Tülin Hadi ile ortak çalışmaya başladı. Çalışma alanları arasında kentsel tasarım, kültür merkezi, eğitim ve yönetim yapıları, esneklik sayılabilir. 2006 yılında Genç Mimar Ödülü’nü aldı. Halen Bilgi Üniversitesi’nde tasarım stüdyosu yöneticiliğini sürdürüyor.
kat planı
ŞUBAT 2013 - XXI 60
yapı - otel - İstanbul
asma kat planı
tülin hadi 1969 yılında İstanbul’da doğdu. 1993 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldu. Mezuniyetine kadar geçen dönemde Sevinç Hadi ile Teşvikiye Milli Reasürans Kompleksi uygulama aşamalarında, Ergün Aksel ile çeşitli yarışma projelerinde ve Mehmet Tataroğlu-Ömer Bortaçina-Mesut İşcan ofisinde uygulama projelerinde çalıştı. 1992-1994 yılında Turgut Cansever’in bürosunda çalıştığı dönemden bu yana, mesleki faaliyetini Cem İlhan ile birlikte TeCe Mimarlık çatısı altında sürdürüyor. İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi’nde atöltye çalışmalarına katıldı, jüri üyeliklerinde bulundu. 2003-2006 yılları arasında CNNTurk’te yayınlanan Design360 programının yapımcı/sunuculuğunu üstlendi. 2008 yılında gerçekleştirilen olan XI. Ulusal Mimarlık Ödülleri ve Sergisi jüri üyeliği’ne ve Arkitera Genç Mimar Ödülü jüri üyeliği’ne seçilmiştir.
zemin kat planı yer: Sütlüce, Haliç, İstanbul işveren: Amplio Otel Yatırım A.Ş. tasarım ekibi: Tülin Hadi, Cem İlhan proje mimarları: Şefika Güner, Derya Ertan, Türkan Kahveci, Aydoğan Özsoy, Sezgin Bilgin yüklenici: FERMAK A.Ş. statik: Modern Mühendislik mekanik: ENAR elektrik: HB Teknik peyzaj: Lal Bahçeleri hizmet kapsamı: Mimari Tasarım inşaat alanı: 20.000 m2 proje tarihi: 2009-2010 yapım tarihi: 2011
vaziyet planı
Yerel Basitlik TARÇIN ÜRETİM SÜRECİNDE YER ALAN YEREL İŞÇİ VE ÇİFTÇİLER İÇİN SUMATRA'DA TASARLANAN MERKEZ, YENİ BİR ÜRETİM MODELİNİ AMAÇLAYAN BİR SİSTEME SAHİP. Tarçın üretimi için eğitim vermek üzere kurgulanan projenin inşaat çalışmaları 2010 sonbaharında başlamış. Dünyada tüketilen tarçının %85'i Sumarta'da üretiliyor ve bu süreçte güvensiz ve sağlıksız koşullarda çalışan işçiler, ücretleri ödenmeksizin uzun çalışma saatleri boyunca fabrikalarda tarçın üretimi gerçekleştiriyor. Tasarımcılarda büyük bir etki yaratan bu durum tasarım ofisini yeni bir arayışa götürüyor ve grup Kerinchi, Sumatra'da bulunan eğitim merkezini tasarlıyor.
Şubat 2013 - XXI 62
Yapı - eğİtİm merkezİ - sumatra
fotoğraflar: Pasi Aalto
Cassıa Coop Eğitim Merkezi
tyın tegnestue archıtects
Proje, yerel işçi ve çiftçilerin belirli bir maaş alıp, sağlık hizmetlerinden yararlanabileceği, okul ve eğitim bölgelerine erişimlerinin olacağı şekilde sosyal açıdan iyi işleyen bir kuruluş yapısına yönelik, yeni standartlar belirlemeyi amaçlıyor. Buna ek olarak, merkezdeki fabrikaların sıhhi ve güvenli olması hedefleniyor. Ana konsept; hafif ahşap yapısal sistemin klasik bir şekilde tuğla ve beton zemin üzerinde kurgulanması. Bu ahşap sistem, bir tarçın tarlasında olma hissini verirken projenin en büyük zorluğuysa yaklaşık 600 m2 olan
inşaat alanında doğal iklimlendirmeyi sağlamak olmuş. Termal kütle, güneş ışınlarının azaltılması, maksimum saçak kullanımı gibi önceki deneyimlerinden edinilen çözümler, yapıda doğal iklimlendirmenin sağlanmasına katkıda bulunmuş. Projede temel yapı malzemesi olarak yerel hazırlanmış tuğla ve tarçın ağacı gövdesinden yararlanılmış. Tarçın üretiminde bir yan ürün olan gövdeler, bina inşaatından iç mekan detaylarına kadar değişen ölçeklerde kullanılıyor. Ana inşaat, kitlesel bir üretimle üretilen ve beton temele civatayla eklemlenmiş Y-dikmesinden oluşuyor. Dikmelerin yerleştirilmesi, kat planlarıyla bağlantılı bir şekilde sistemi desteklerken aynı zamanda yapısal sistemdeki germe kuvveti ve bina dayanıklılığını da sağlamlaştırıyor. Yekpare çatı yüzeyinin altında beş tane tuğla birim ve aralarındaysa küçük bir laboratuvar, mutfak, derslikler ve ofisler bulunuyor. Üç aylık bir sürede inşa edilen bu ölçekteki bir projede, lojistik faktörü ana zorlayıcı noktalardan biri. 70 işçinin çalıştığı ve sekiz mandanın ormandan inşaat alanına ağaçları taşıdığı süreçte proje yönetimi önem kazanıyor. Konuya basit ve pragmatik bir tasarım yaklaşımıyla bakmak, eğitimsiz bir işgücüyle projenin uygulanabilmesini sağlayan ana noktalardan biri olmuş.
Yapı - eğİtİm merkezİ - sumatra 63 XXI - ŞUBAT 2013
karşı sayfada Yapının iç avlusundan bir kare bu sayfada üstte: Tarçın detayı en üstte: Avludan bir kare solda: Geniş bina saçağı, doğa ve yapı ilişkisi üstte solda: İç mekandan bir kare en üstte solda: Yapı malzeme detayları arka sayfada en altta: Yapıda geniş saçak kullanımı ve doğa ile ilişkisi
ŞUBAT 2013 - XXI 64
Yapı - eğİtİm merkezİ - sumatra
tyın tegnestue archıtects 2008 yılında Andreas G. Gjertsen ve Yashar Hanstad tarafından Trondheim, Norveç'te kurulan TYIN tegnestue Architects, Tayland, Burma, Haiti, Uganda gibi gelişmemiş ülkelerde ve alt gelir grubuna ait bölgelerde birçok proje gerçekleştirmiş. Bu projelerde kullanılan malzemeler her zaman bölgeden temin ediliyor ve yerel işgücü proje sürecine katılıyor. Ofis, ihtiyaçtan doğan bir mimari anlayışı benimsiyor.
görünüşler
proje adı: Cassia Coop Training Center proje yeri: Sumatra, Endonezya işveren: Cassia Co-op inşaat tarihi: Ağustos-Kasım 2011 mimari tasarım ekibi: Gjermund Wibe, Morten Staubo, Therese Jonassen, Kasama Yamtree, Andreas Gjertsen, Yashar Hanstad yardımcı tasarımcılar ve öğrenciler: Rozita Rahman, Bronwyn Long, Sarah Louati, Zofia Pietrowska, Zifeng Wei
proje - müze - çanakkale Şubat 2013 - XXI 66
Yarışmadan Yapıma 2011 yılında açılan Troya Müzesi yarışmasında birincilik ödülü kazanan projenin inşaatına bugünlerde başlanmak üzere. Projenin mimarı Baz, yarışma sonrası süreci ve projenin nasıl geliştiğini anlatıyor. Ömer Selçuk Baz
Troya Müzesi
yalın mimarlık
Arkeoloji ve Yitip Giden Bir Uygarlık Üzerine Bir Yapı Yapmak Her tasarım elbette ait olduğu yer ve bu yerin mimari program ile kurduğu ilişki üzerinden az ya da çok şekillenir. Kimi tasarım kurguları yer ile zıtlaşarak, kimi daha sakin ve uyumlu davranarak, kimiyse ona yabancılaşarak bir sonuca ulaşmayı hedefler. Aslında yersiz bir mimarlığın bile, akıllarda görünmez bir yeri vardır. Yer ve onun getirdiği bugüne ait tüm bilgi bütününü biz bağlam olarak algılıyoruz. Bağlam tasarımcıyı, tasarımı, düşünceyi yere bağlayan esas kavramdır. Bağlam, yerin tüm fiziki koşullarını kapsadığı gibi, bölgenin sosyokültürel yapısını, coğrafyasını, iklimini, doğasını da kapsar; ‘yer’ üzerine geliştirilmiş ve üretilmiş bir düşünce biçimidir belki de bağlam. Bir de bağlamdan bağımsız olarak yerin zaman ile ilişkisi, geçmişi vardır: Geçmişle ve gelecekle. Troya, kuruluşu MÖ. 3000'lere tarihlenen bir uygarlığı tarif ediyor. Bağlam ve yer kavramlarıyla düşündüğünüzde,
Troya’yı içerecek bir müze yapısını bu kavramlardan hangisine oturtacağınızı bilemediğiniz bir an oluşuyor kaçınılmaz olarak. Eninde sonunda, üreteceğiniz tasarımın düşüncelerde bile olsa maddeleşeceği anı ötelemek istiyorsunuz. Baş etmek zorunda olduğunuz bağlam ve yer ile yeterince açıklayamayacağınız bir durum söz konusu. Bağlam, özünde bir anı ve o ana ilişkin bilgileri temsil ediyor. Yer ise konumu ve çevreyi. Zaman geçtikçe o da değişiyor, başka bir yer oluyor. Ve sorun; başka zamanda başkalaşan yerler ile ilgili bir sorun olmaya başlıyor. Durum, aslında bir yere ilişkin değişmiş, dönüşmüş birden çok bağlamı ve o yerin geçmişteki ve gelecekteki hallerini, başka muhtemel yerlerin bilgisini de içeren bir üst başlık olarak tanımlanabilir bu konu özelinde. Bir yarışma projesinin izinde yapı üretmek Troya Müzesi projesi, başlangıcını birçok projeye göre daha özel bir temele dayandırıyor: Bir yarışmaya. Ofiste benzer bir süreci her ne kadar üç dört kez yaşamış olsak da heyecanlı bir durum bu. Yarışmayla kazandığınız bir projenin uygulanabilmesi için gerekli teknik sorunların çözülmesi, detayların hazırlanması ve tüm bu karmaşık süreç içinde
proje - müze - çanakkale 67 XXI - ŞUBAT 2013
ürettiğiniz fikri kirletmeden, yol boyunca karşınıza çıkacak tuzaklara düşmeden ilerlemeniz gereken tehlikeli bir yol.
olmuş, bir dünya gürültü kopmuş, herkes kaybolmuş ve idare ile başbaşasınız. Biraz sürtüşerek sonunda bir sözleşme imzalama noktasına gelebiliyoruz.
Aslında genç bir ofis için zorlu bir problem bu. Onlarca inşaat deneyiminiz yok, yapıdan ve onun teknik sorunlarından anlıyorsunuz ama bunu derin bir tecrübe olarak tanımlamak doğru olmaz. Belki her şeyi çok iyi bilmek ve onlarca kez daha önce tecrübe etmiş ve çözmüş olmak da en ideal durum olmayabilir diye düşünüyorsunuz bir noktada. Çünkü bazen çok iyi bilmenin verdiği özgüven ve gereksiz kararlı durum da mimarı otomatik çözümlere yönlendirebilir. Böyle bir ruh haliyle Ocak 2012'de, biraz tedirgin, heyecanlı şekilde Troya Müzesi projelendirme süreci maceramız başlıyor. Bu süreç boyunca ne kadar kolay kaybolabileceğimizi, savrulabileceğimizi bildiğimiz için ofiste telkinlerle dikkat etmemiz gereken mevzuları konuşup tartışıyoruz. Diğer yandan işverenle de karşılıklı olarak ihtiyatlı bir başlangıç yapıyoruz. “Yarışmacı mimar” belki de çok iyi bir intiba yaratmıyor. Jürinin ve onların hazırladığı şartnamelerin işin veriliş şekli ile ilgili bölümlerinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz. Nihayetinde yarışma bitmiş, kolokyum
Mimarın her daim olumlu düşünmek zorunda olması argümanını tekrar tekrar hatırlıyorum bu süreçte. Ve ilk proje sunuşu toplantısının başında, projede hem bize hem idareye rehberlik edecek beş maddelik Troya Müzesi manifestomuzu seriyoruz ortaya. İdare ile bir centilmenlik anlaşması yapıyoruz, taraflar bu maddelere aykırı önermelerde bulunmayacak ve yarışma projesine sonuna kadar sadık kalınacak: - Yok olmuş, yok edilmiş, izleri çeşitli vesilelerle nerdeyse silinmiş bir uygarlık için bir yapı yaptığımızı aklımızda tutmak. - Yapı inşa edildiğinde ziyaretçilerin bugünden ama zamansız Troya’ya ait bir yapının içinde olduklarını hissetmelerini sağlamak. -Bulunduğu çevreye ve onun tarihine duyarlı, sessiz, gerektiği yerde gerektiği kadar konuşan bir yapı yapmak. - Tasarımın ilk çıkış noktasından son üretilecek detaylara kadar yapının her ölçeğinde ve her boyutunda yapısal fazlalıklardan arınmak. Ve bu yolla
gereksiz yapısal izlerin, ziyaretçilerin düşüncelerini bulandırmasına engel olmak. - Tıpkı antik dönemlerdeki inşaat sanatında olduğu gibi her yapısal elemanın gerçeğini, olduğu gibi malzemenin doğasını ve üretim biçimini hissettirerek en doğal haliyle işleyerek yapının ayrılmaz bir parçası haline getirmek. Seçilen malzemeler, detayların bir araya geliş biçimlerinde rafine azaltılmış çözümlere gitmek, belirli bir döneme referans vermeyen hem biraz geçmişin hem de geleceğin mekanı olabilecek, güzel eskiyebilecek bir yapı kurmak temel hedefimiz oluyor. Bu hissin üretilecek yapıda da karşımıza çıkabilmesi için tüm mühendis gruplarına, danışmanlara mimari düşünceyi defalarca anlatıyoruz. Statik grup başlangıçta üreteceği kaba yapının aslında zaten dekorasyonun da sonu olduğu fikrini bir türlü kabullenemiyor. Neden tüm ahşap kalıp derzleri mimaride tek tek çizilmeli ki? Bu şekilde kaba ama marifeti bu kabalıktan bir incelik çıkarmak olan bir yapı üretme fikri, zaman içinde mühendis ve danışmanlar tarafından da kavranıyor. Hatta bazı cin fikirli mühendislik önermelerimiz yeterince yalın olmadığı için mekanik grup tarafından reddediliyor.
giriş sayfasında Yapının peyzaj içindeki görünümü önceki sayfada üstte solda: Zemin kat sergi holü üstte sağda: İç rampa eskizi altta solda: İç rampa altta sağda: Giriş rampası
ŞUBAT 2013 - XXI 68
proje - müze - çanakkale
bu sayfada altta: Yapının arsadaki yerleşimi eskizi sağda: Yönetim avlusu eskizi altta sağda: Birinci katta sergi holü
Tasarıma ilk başladığımız günden itibaren ofise sürekli üretici firmalar gelip gidiyor. Ofiste iki kişilik bir grup tekrar üretilen avan projeye paralel olarak sistem ve nokta detaylarını çözmeye başlıyor. Bu daha önce pek yapmadığımız bir şey. Ama sonraki yedi ay boyunca sürekli devam edecek detay çözümlerinde ne kadar isabetli bir karar verdiğimizi tekrar görüyoruz. Nihayetinde henüz uygulama projelerini tamamladığımız bir yapının sistem detayları elimizde. İdare bu durumu garipsiyor ama talep edilenden, imzalanmış metinlerde yazanlardan hep daha fazlasını ve daha dolu bir içerikle sunduğumuz için, bir noktadan sonra yaptığımız işe ve bize güvenmeye başlıyorlar. En önemlisi idarenin sürecin nerdeyse başından itibaren projeyi benimsemesi ve hatta bazı çözümlerimizin yeterince yalın olmadığı konusunda bizi uyarması bizi ayrıca motive ediyor. Nasıl bir sergi yapmalı? Projeye başlarken az çok tahmin ettiğimiz teşhir tanzim, yani sergi projelerinin hazırlanmasında yaşayacağımız zorluklar, düşündüğümüz boyutların üzerinde gerçekleşiyor. Neyse ki Deniz Ünsal gibi
daha önce müzecilik tecrübesi olan Troya aşığı biri var ekibimizde, yapabileceğimizi düşünüyorum. Sergiyi ve mimariyi birbirinden ayrı iki iş gibi görmüyoruz. Mimarideki manifestomuz sergiyi de kapsıyor. Troya Müzesi projesi, amacına bu dil ve fikir birliği sağlanabilirse ulaşacak kanaatindeyiz. İki kişilik bir araştırma ekibi üç ay süreyle derin bir araştırma yapıyor. Uzman kütüphaneler, daha önce yapılmış araştırmalar, yayınlar taranıyor, çeşitli dillerde yayınlanmış Troya'ya ilişkin kitaplar inceleniyor, filmler seyrediliyor. Kazı alanı ve çevresini geziyor, Çanakkale Arkeoloji Müzesi uzmanlarıyla görüşüyoruz. Troya Müzesi’nin eserlerinin bir hikaye içinde sunulabilmesini hedefliyoruz. Bu süre zarfında konunun ne kadar derin olduğunu ve sonu olmayan bir hikayenin içinde yolculuk ettiğimizi tekrar tekrar görüyoruz. Bu noktada Troya projesi kazı eşbaşkanı Doç. Dr. Rüstem Arslan yardımımıza yetişiyor; topladığımız tüm hikayeleri nasıl birbirine bağlayacağımızı günlerce sergi ekibimizle tartışıyoruz. Nihayetinde elimizde ‘sergi
çizgisi’ olarak adlandırdığımız, kronoloji içine yerleştirilmiş tematik bir sergi hikayesi oluyor. Sonraki üç ayımızı bu hikayeyi görselleştireceğimiz eserleri kesinleştirerek ve diğer malzemeye karar vererek geçiriyoruz. Troya eserleri bugün Türkiye’de İstanbul Arkeoloji Müzeleri ve Çanakkale Arkeoloji Müzesi’ne dağılmış durumda. İstanbul 1930'lara kadar yapılan kazılardan çıkanlara ev sahipliği yaparken, Çanakkale Arkeoloji Müzesi’nin Troya koleksiyonunu ağırlıkla 1980’de Osman Manfred Korffman ile başlayan kazılar oluşturuyor. 19. yüzylın sonu ve 20. yüzyılın başında yapılan kazılardan çıkanların çoğu yurtdışında, buna meşhur Priamos’un Hazineleri de dahil. Bizim açımızdan bu, iki ayrı müze koleksiyonunun araştırılması demek. İstanbul’daki sergi tüm kata yayılmış zengin bir koleksiyon. Bu eserleri, 1930'larda Troya’da kazı yapan Amerikalı arkeolog Carl Blegen’in Hollanda Araştırma Enstitüsü’nün İstiklal Caddesi’ndeki eşsiz Türkiye arkeolojisi kütüphanesindeki kataloglarını tarayarak inceliyoruz. Ancak İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki Troya eserlerinin küçük bir bölümünü Troya
Bakanlıktaki yetkililer bunu ilk duyduklarında bunun yapılamayacağını söylüyorlar. Ancak bir sergi tasarlamanın bir mimari proje çizmekten farkı yok. Her türlü içerik, malzeme, görsel, teknik detay düşünülmeli. Olması gerekenin bu olduğunu hepimiz biliyoruz. İhale ile verilen hiçbir projenin böyle bir sonuç üretmediğini ve bu detayda bir projenin verilmediğini söylüyor yetkililer. Ülkemizde ihale ile proje yapmanın nasıl içinden çıkılmaz durumlar yarattığına, birinci elden çok çarpıcı şekilde şahit oluyoruz. Müzenin ve serginin (ya da resmi diliyle teşhir tanzimin) salt bir inşaat işi olmadığını, bu sebeple de ihaleyle iyi fotoğraf, iyi film, iyi hikaye, iyi sergi üretilemeyeceğini dile getiriyoruz. Milyonlarca liralık yatırımların projelerini, devleti zarara uğratmama adına ihale ile en düşük fiyatı veren ekibe yaptırılması ve sonunda devleti daha çok zarara uğratan yapıların yapılması durumunu anlayamıyoruz. Sonunda düşündüğümüz sergi projesini yapıyoruz. Tüm eserler orada işte. Görsellerin, metinlerin, videoların, yansıtmaların tek tek yerleri belli, aydınlatma tasarımı eserlere göre yapılmış, vitrin
sergi tasarım prensipleri
peyzaj prensipleri
sistemleri ve detayları çözülmüş. Bakanlık çok beğeniyor işi, herkese her yerde örnek gösteriyor, çok takdir ediyor. Ben bir yandan düşünüyorum “ama zaten aslında yapılması gerekenin asgarisini yaptık” daha iyisini de yapabilirdik. Ve sonunda şunu söylüyoruz idareye “yarışma ile yapın iyi projeler alırsınız ve yarışma ile kazanan ekipler size en az bizim kadar iyi projeler verirler, hatta daha iyilerini”. En azından yarışma ile birinci ödülü almış ekibin yarışmanın öneminden bahsettiği o ilk toplantı günüden, biraz daha uzun süre havada asılı kaldığını görüyoruz bu cümlenin. İyi bir bina inşa etmenin yarışmalar adına biraz daha mesafe kat etmemizi sağlayacağını düşünüyoruz ayrılırken.
Süreç 2011 yılının Şubat aylarında yarışma için ilk jüri toplantısıyla başlayan müze sürecinin, böylece 2013 yılı başında projelendirme sürecini sonlandırmış oluyoruz. Aslında 90'ların ortalarında Manfred Koffman’ın hayali olan müze ve müze ile birlikte kaçırılan eserlerin doğduğu topraklara geri gelmesine, böylece bir adım daha yaklaşmış oluyoruz. Uzun -belki olması gerekenden çok daha uzun- bir sürecin sonlarına doğru yaklaşıyoruz. 2013 Şubat ayında inşaatın başlaması hedefleniyor, muhtemel bitiş tarihi 2014 sonu. İnşa edildiğinde oluşmasını umduğumuz müze için söylenebilecek en doğrudan söz; Troya’nın yitik anısını ve coğrafyada dolaşan belli belirsiz hüznü incitmeden varolmaya çalışan bir yapı iddiasıdır.
69 XXI - ŞUBAT 2013
İstanbul ve Çanakkale’den sergilenecek eser listeleri elimize ulaştığında görsel ve eksik bilgilerin tamamlanması için kolları sıvıyoruz. Neyse ki Troya kazıları son 100 yıldır çok çeşitli sergi katalogları da üretmiş. Bu kataloglar sadece eserlerin fotoğrafını ve bilgisini vermekle kalmıyor, haritalar, çizimler, şemalar, canlandırmalar kısacası bizim sergiyi oluştururken kullanacağımız, hikayeyi görselleştireceğimiz birçok yardımcı malzemeyi de içeriyor. Yurt içi ve yurt dışında açılan sergilerde sergilenen Troya eserlerinin hikayelerine ve görsellerine ulaşmak için İstanbul’daki Alman Arkeoloji Enstitüsü Kütüphanesi, Çanakkale’deki Troya Tübingen Vakfı Kütüphanesi ve Troya kazı projesi ekibi arşivleri imdadımıza yetişiyor. Troya’nın mitleşmiş hikayesini arkeolojik gerçeklerle anlatmamız gerek. Bunun için eserleri yakından tanıyan Çanakkale Arkeoloji Müzesi uzmanları ve Troya kazı projesinden farklı uzmanlıktaki arkeologlar, paleoantropologlar, coğrafyacılarla Çanakkale Arkeoloji Müzesi’nde ve kazı evinde görüşüyoruz. Dönemi ve bölgeyi geniş bir bakış açısından anlamamızı sağlayacak Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’ı, Kırklareli’ndeki kazı evinde ziyaret ediyoruz. Bir teşhir tanzim projesi, mimari proje üretmenin çok üzerinde bir iş yükünü sırtımıza yüklüyor. Nihayetinde hedefimiz vitrinlerde ve sergileme alanlarında hangi eserin tam olarak nerede, nasıl, hangi metinle sergileneceğini belirlemek, tasarlamak, yazmak ve çizmek.
proje - müze - çanakkale
Müzesi’nde sergileyebileceğimiz bilgisi, bizi özellikle 1980'ler sonrası kazılardan çıkanlara yoğunlaştırıyor. Özellikle İstanbul’da sergilenen hazinelerin yeni müzeye devredilemeyeceği bilgisiyle bir mucize umuyoruz. Bu mucize Eylül 2012’de oluyor, Kültür ve Turizm Bakanlığı Troya’ya ait olduğu düşünülen altın eserleri, bulunduğu Pennsylvania Üniversitesi Müzesi’nden Türkiye’ye getiriyor.
ömer selçuk baz 1978 yılında Almanya'nın Nürnberg şehrinde doğdu, ilk orta ve lise öğrenimini Antakya’da tamamladı. Lisans eğitimini 2002’de Bursa Uludağ Üniversitesi’nde tamamladı. Aynı yıl Viyana Teknik Üniversitesi’nde yüksek lisans çalışmalarına başladı. Öğrenciliği süresince çeşitli ulusal ve uluslararası yarışmalarda ödüller kazandı. Yüksek Lisans çalışmalarına paralel olarak Atelier Stelzhammer’de çeşitli mimari projelerde görev aldı. 2005 yılında Türkiye’de açılan TC Merkez Bankası Bursa Şubesi yarışmasında birincilik ödülü alarak İstanbul’da Denge Mimarlık’ı kurdu. Denge Mimarlık bünyesinde ulusal ve uluslararası proje ve yarışmalar için tasarımlar üretti. 2011 yılında Arkitera Genç Mimar ödülünü kazandı. Şehir plancısı Ortağı Okan Bal ile kurduğu Yalın Mimari Tasarım ile çalışmalarına devam ediyor.
zemin kat planı
ŞUBAT 2013 - XXI 70
proje - müze - çanakkale
vaziyet planı
proje adı: Troya Müzesi proje yeri: Çanakkale, Türkiye tasarım ekibi: Ömer Selçuk Baz, Okan Bal, Ozan Elter, Ece Özdür, Melek Kılınç, Sezi Zaman, Ege Battal, Lebriz Atan, Cihan Poçan mimarlık ofisi: Yalın Mimarlık işveren: TC Kültür Bakanlığı proje tarihi: 2011 yapım tarihi: 2013-2015 arsa alanı: 110.000 m2 toplam inşaat alanı: 11.000 m2 danışman: Deniz Ünsal , Rüstem Aslan, Nevra Ertürk statik projesi: Fonksiyon Mühendislik elektrik projesi: FDC Mühendislik mekanik projesi: Moskay Mühendislik peyzaj projesi: Cemal Omak, Tülay Tosun aydınlatma projesi: ALD Aydınlatma proje tipi: Kültür yapısı yapım türü: Betonarme engelli erişimine uygunluğu: Uygun
1. sergi katı planı
sistem kesiti
proje - ulaşım - İstanbul Şubat 2013 - XXI 72
Araçlar Gitse De Kent Bize Kalsa Audi Urban Future Ödülleri için hazırlanan beş projeden biri olan PARK, paylaşımlı dolmuşlarla İstanbul’daki araçları seyrelterek kentsel mekanı kentlilerin kullanımına açmayı hedefliyor. 2030’da İstanbul’un ulaşım sistemi online sadakat programı PARK üzerine kurulu. Gittikçe gidilen yollar yerine, ortaklaşa mobiliteyle paylaşılan daha fazla kentsel ortam öneriyor. PARK insanların akıllı, sürücüsüz dolmuşlar kullanarak kentlerini geri kazanmalarını teşvik ediyor. Her bir dolmuşun kullanımı İstanbul trafiğinden yirmi aracın elenmesi demek ki bu da kentte yeni fikirler geliştirilmesi için değerli alanların boşa çıkmasını sağlayabilir.
park
superpool + memed erdener
Mahalle ölçeğindeyse süreç şöyle işliyor: Dolmuşla yapılan her bir seyahatten puan kazanılıyor ve PARK üzerinden bu puanlar kullanılarak kişilerin evlerinin önünde artık gereksinim duyulmayan otopark alanları kiralanabiliyor, bu da mahalle sakinlerine daha fazla sahiplik ve aidiyet duygusu kazandırıyor.
Demokrasinin geleceği yol kenarında park edilmiş araçların bulunmadığı sokaklarda! Kent ölçeğindeyse PARK, kent içindeki toplanma yerlerini demokrasi platformlarına dönüştüren bir sosyal medya uygulaması olarak işlev görüyor. Örneğin, Taksim Meydanı’nda geçirilmek istenen bir pazar günü için öneriler uygulama üzerinden online olarak oylanıyor. En çok oyu alan öneriler gerçeğe dönüştürülüyor, aynı zamanda en az oyu alanlar da. Çünkü ancak en küçük azınlık grubu dahi fikirlerini kamusal alanda ifade edebiliyorsa oranın bir demokrasi ortamı olduğu söylenebilir. Bu durum insanların yaratıcılıklarını kullanmalarına olanak sunacak, fikirlerinin gerçekleşmesi deneyimini yaşamalarını sağlayacak. Çeşitliliği barındıran tüm sosyal sınıflar ve grupların kendilerine ve hayallerine olan güvenleri artacak. Yaklaşık son 150 yıldır iktidara sahip gücün anıtlar ve devlet adamlarının heykelleriyle kendini gösterdiği ve gücünü hatırlattığı kent meydanları, halkın eline geçecek. Tüm güç hayal gücünde artık!
proje - ulaşım - İstanbul 73 XXI - ŞUBAT 2013
önceki sayfada üst sırada: Mahalle ölçeğinde PARK’ın etkisi orta sırada: Demokrasi için bir alana dönüşmesi planlanan kamusal meydanlardan Taksim’de PARK kullanımı alt iki sırada: PARK uygulamasından kareler
ŞUBAT 2013 - XXI 74
proje - ulaşım - İstanbul
giriş sayfasında PARK için seçilen uygulama mahallerinden biri olan Gümüşsuyu’nda sokaktan kareler
bu sayfada alt iki sırada: PARK’ın konsept eskizleri en alt sırada: Audi Urban Future Ödülleri kapsamındaki sergiden kareler
proje ekibi: Superpool (Selva Gürdoğan, Gregers Tang Thomsen, Leopold Böhm, Nikitas Gkavogiannis, Irene Guzmán, Derya İyikul, Asbjørn Lund, Lorenza Manfredi, Matthias Poen, Talene Montgomery) küratör: Memed Erdener ses tasarımı: Jung In Jung etkileşim ve projeksiyon haritalandırması: Ulrich Aschenbrenner, Jung In Jung kast: Can Aksoy, Emir Aksoy, Doğukan Altunsoy, Leopold Böhm, Muhammet Lütfü Aydın, Reed Duecy-Gibbs, Memed Erdener, Dilan Erşari, Irene Guzmán, Beyza Gürdoğan, Selva Gürdoğan, Nikitas Gkavogiannis, Derya İyikul, Jung In Jung,
Friedrich Lammert, Asbjørn Lund, Lorenza Manfredi, Talene Montgomery, Matthias Poen, Türker Naci Şaylan, Mete Yurdaün özel teşekkür: Serhan Ada, Ertan Altan, Arkitera, Berkman Çavuşoğlu, Murat Çelikkol, Pelin Derviş, Nazım Hikmet Richard Dikbaş, Pınar Gediközer, Haluk Gerçek, Murat Germen, Faruk Göksu, Korhan Gümüş, Nazif Gürdoğan, James Halliday, Herkes için Mimarlık, Gökhan Karakuş, Vasıf Kortun, Tobias Levey, Jonathan Lewis, Stephen Edward Lewis, Lokanta Maya, Sevan Nişanyan, Kerem Piker, Salt, Studio Majo, Şanal Mimarlık, Taksim Platformu, Serkan Tunç, WeDecide, XXI, Mete Yurdaün
İç mekan - ofİs - İstanbul Şubat 2013 - XXI 76
fotoğraflar: Emre Dörter
Özgürleşen Mekan SAHİBİNDEN.COM'UN YENİ OFİSİ “SAHİPLEX”, TEKNOLOJİ ŞİRKETİNİN RUHUNUN VE KURUMSAL DURUŞUNUN İZİNİ SÜRERKEN SOSYAL AKTİVİTESİ OLAN BİR ÇALIŞMA ALANI YARATMAYI AMAÇLIYOR. ŞİRKETİN CEO'SU BURAK ERTAŞ VE PROJE MİMARLARINDAN KEREM ERGİNOĞLU'YLA GÖRÜŞTÜK. Beste Sabır
Sahiplex
erginoğlu & çalışlar mimarlık
Beste Sabır: İşbirliğiniz nasıl başlayıp gelişti? Burak Ertaş: Eylül 2011'de yönetim kurulumuzla birlikte yeni iş alanlarına yatırım yapmak ve mevcut iş alanlarını büyütmek adına bir yatırım kararı aldık. Ardından o günkü ofisimizin yetersizlikleriyle duvara çarptık. İşimizin büyüme hızına adapte olabilmek adına çalışan sayımızı artırıyorduk, bir noktadan sonra eski ofisimizde toplantı odalarının tümünün duvarlarını yıkıp açık ofis haline getirmek durumunda kalmıştık. Sonrasında insan kaynakları departmanından bir araştırma yapmalarını rica ettim; tüm çalışanların adres bilgilerini güncellediler ve bu konumları Google haritalar üzerinde yerleştirdiler. Böylelikle yeni ofisimizin nerede olabileceğiyle ilgili çalışmayı başlatmış olduk. Sonrasındaysa şu anki binamızı bulduk, o süreçte Erginoğlu Çalışlar bize farkını hissettirdi ve işbirliğimiz başlamış oldu.
Kerem Erginoğlu: 2012 başında proje safhası başladı. Doğru proje tanımı çok önemlidir tıpkı bir doktor-hasta ilişkisi gibi. Tahliller ne kadar doğruysa, o kadar iyi bir teşhis ve tedavi önermek mümkün oluyor. Tabi kendileri de bunu ciddi anlamda incelemişler, çalışanlarla yapılan anketler vasıtasıyla nasıl bir ofis hayal ettiklerinin araştırması yapılmış. Ondan sonra beraber ciddi bir beyin fırtınası yaptık. Mart başı gibi projenin çizilme aşamasına geçildi ve ardından inşaat süreci başladı. bs: Proje başlangıcındaki mekansal ihtiyaçlarınızdan bahsedebilir misiniz? be: Özellikle beyin işi yapıyorsanız rahat bir atmosfere ihtiyaç duyarsınız. Oturma düzeni açısından genişlik, ferahlık gibi noktalar öne çıkıyordu. Sınırlı miktarda yöneticilere sorup proje geliştikçe de kullanıcılardan fikir alır hale geldik, dünyadaki yaklaşımlar ve anlayışları inceledik, bu paralelde bir proje tanımı ortaya çıktı. Karşılıklı bir geri besleme içinde iteratif bir süreçle ilerledik. Süreci doğru yönetmek lazım, bu bir ekip olabilmekle alakalı ve biz Erginoğlu & Çalışlar ile gerçekten bir ekip olarak çalıştık.
77 XXI - ŞUBAT 2013
bu sayfada solda: Ofisin giriş mekanı altta: Ana omurga üzerinde bulunan çalışma alanları ile iç içe konumlanan ortak alanlar altta solda: Ortak kullanım alanları en altta solda: Asma kat ve çalışma mekanları
İç mekan - ofİs - İstanbul
karşı sayfada Ofis mekanının dış hattı boyunca dönen 250 metrelik hat.
İç mekan - ofİs - İstanbul ŞUBAT 2013 - XXI 78
bs: Mekan teknolojik gelişimle birlikte evriliyor. Bu paralelde mekansal düzenlemenin çalışma ritminizle olan ilişkisinden bahsedebilir misiniz? be: Hem şirketimizin hızlı büyümesini desteklemek, hem de müşteri hizmeti kalitesini bu büyümeyle paralel tutabilmek adına kadroları büyütüyoruz. Dolayısıyla buraya yerleştiğimiz zaman özellikle belirli bölgelerde ortak çalışma alanları yaratmak istedik çünkü bizde ürün geliştirme, ürün yönetimi, pazarlama ve mühendislik gibi meslek grupları bir arada çalışabilmeli. Yeni binamıza taşındığımızda 200 kişi civarındaydık. 3500 m2'lik ve altta da 1500 m2'lik bir katımız mevcut. Özellikle şöyle bir proje tanımı verdik: İleride adetler büyüdüğü zaman birincisi; insanları daha fazla sıkıştırmak istemiyoruz, ikincisi; çok dağınık soğuk bir atmosfer olmasını istemiyoruz. Buradan çevredeki yürüyüş ve koşu hattı fikri ortaya çıktı. Şimdiki sayımız ileride artacak -zor bir tasarım kriteri bence bu. Şu anda mekanda çok fazla dağılmayalım, ileride büyüdüğümüzde ise çalışanları sıkıştırmayalım mantığıyla ilerledik. ke: Aslında tersten bir işlem yaptık. “İleriye dönük projeksiyon nedir?” sorusunun ardından nereye
gideceğimizin öngörüsünü ve yerleştirmeleri yaptık. Daha sonra bazı alanları rezerv zon alanı haline getirip daha esnek işlevler verdik. Başta bu kadar rahat olup, beş sene sonraysa büyüyen kadroda sıkışıklık hissi yaratmayacak bir plan şekli oluşturduk ki, gelecekteki gelişme onun üzerinden devam edebilsin. Birtakım toplantılar artık çok rahat bir şekilde yapılabilir hale geldi. Herkes tabletini eline alıp kanepede fikir üretebiliyor. Tasarladığımız köşelerde küçük gruplar bir araya gelebiliyor. Teknoloji geliştikçe ofislerin düzeni, masaların derinlikleri de değişti. Eskiden tüplü ekranlar varken daha sabit kasalar vardı mesela. Arşivlemeler azaldı dolayısıyla mekanlar daha verimli kullanılır hale geldi. Bizim için en önemli kriter, tüm bu çalışma ortamı içerisinde nefes alacağımız yerlerin çok iyi tasarlanmış olmasıydı. Ayrıca, kısa sürede ulaşıp arada çay-kahve içip, farklı formatta toplantı yapabileceğiniz mekanlar var, ya da öğle tatilinde kitap-dergi bakabileceğiniz mekanlar. Bunun gelecekteki ofis yaşamının bir parçası olması gerektiğini düşünüyoruz ve aslında birçok şirket de bunu yapıyor.
be: Bence hem yönetim anlayışları, hem de toplumda iş yapma şekli ve kültürü değişiyor. Yeni gelmekte olan nesil şeffaflık istiyor. Bu paralelde ofis içinde kullanılan cam malzemeler yönetim anlayışı açısından şeffaflığı yansıtıyor. Açık kapı politikası (open door policy) paralelinde hem mekansal hem de işleyiş anlamında benim kapım çalışanlara gerçekten açık. Yani yönetsel anlamda da şeffaflık söz konusu. Proje tanımımızda ayrıca “ortak çalışılabilecek ve yaşanabilecek alanlar” yapalım, ortak çalışma ortamına inanıyoruz ve bize bu gerekiyor” dedik. Ürünü şekillendiren, müşteriye dokunan ekiplerin bir şeyi ortaya koyabilmek için ortak bir alanda bir araya gelmesi paralelinde bu meslek gruplarını buluşturmak, birbirine dokundurmak istediğimizi belirtmiştik, ortak alanlar da bu yüzden binanın merkezinde tasarlandı. ke: Bir yandan teknoloji gelişiyor ama bir yandan da insan ilişkilerini kopartıyoruz. Hala fiziki olarak yüzyüze geliyor olmamızın inanılmaz bir avantajı var. Bazı departmanlar birbirinden kopuk mesela müşteri hizmetleri, finans ya da muhasebe bölümü farklı bir ritimde çalışıyor. Bu paralelde daha izole
İç mekan - ofİs - İstanbul 79 XXI - ŞUBAT 2013
olması istenilen finans ve insan kaynakları ana gruptan oyun odasıyla ayrışmış durumda. Ara ara yaratılan yeşil zonlar ise ofis içindeki atmosferi bir anda değiştirmiş oluyor ve mekan algısal olarak da değişiyor. Açık çalışılan ofislerde özel konuşmalar için esprili bir çözüm olan telefon konuşma kabinleri, sesi akustik olarak koruyor ve mekana espri katıyor. Ofis genelinde bir ana omurgamız, buna takılmış farklı ofis birimleri, ara sıra toplantı yapılan sosyal alanlar var. Dış hatta da 250 metrelik bir yol dönüyor. bs: Nihai mekan tasarımı ofisin işleyişini değiştirdi mi? be: Bir arada bulunarak çalışması gereken meslek grupları açısından tabi ki çok şey değişti. Oturma düzeni açısından iş yapma şeklinde değişimler oldu. Daha rahat ve enformel şekilde bir araya gelebilme açısından süreçler kolaylaştı. Bence iletişimin kesinlikle üst seviyeye çıktığı bir çalışma ortamı yaratılmış oldu. Aslında mekanın iş yapış tarzımıza işlevsel olarak yansıması pozitif oldu. ke: Mekan değişikliğinin en büyük tarafı bu, şirketler de kendilerini gözden geçiriyorlar, hedef koyuyorlar.
Bu olduğu zaman zaten daha başarılı bir sonuç elde ediliyor. be: Genelde bu tarz taşınmalarda ekip ilk yerleştiğinde şaşırır ve mekanı keşfetmeye başlar. İlk etapta bir çekingenlik olur ama sonra kullanmaya başlar. Adaptasyon sürecinden sonra hem mekan kullanımları hem de iş yapış tarzında hızlanmalar görürsünüz. Burada ayrıca pozitif bir taraf var, biz sadece bir çalışma alanı yaratmadık, yaşama alanı da var, spor alanı, sosyal mekanlar, beyin fırtınası alanları gibi farklı ve resmi olmayan mekanlar da mevcut. bs: Bina içindeki aydınlatma düzeninden bahsedebilir misiniz? ke: Bina içinde dengeli bir gün ışığı sistemi sağlamak için tam bir otomasyon sistemi var. Dairesel bir bina olmasına rağmen iç bölümlere doğru ani değişen bölgeler yok, homojen bir düzen var. Bu düzen paralelinde yeni aydınlatma ve ofis düzenleri ortaya çıktı, aydınlatma bambaşka bir hal aldı. Belirli yerlerde sabit bir seviyeyi sağlayıp yürüyüş yolları gibi alanları daha fazla aydınlatmayı amaçladık.
karşı sayfada solda üstte: Ofisin giriş mekanındaki bekleme alanları sağda üstte: Çalışma hacimleri solda altta: Geçiş mekanları ve mobilyalar sağda altta: Dış mekanlarla iç içe kurgulanan geçirgen toplantı salonu bu sayfada solda üstte: Alt katta konumlanan, perdelerle ayrılarak Birkaç farklı boyutta kullanılabilen çok amaçlı salon sağda üstte: Konuşma kabini solda altta: Ortak alan kullanımlarından biri, ana omurganın görünüşü sağda altta: Tuvalet ve mekandaki grafif tasarım çalışmalarından biri
kerem erginoğlu 1990 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi'nden mezun oldu. 1996 yılında aynı okulda "Tarihi Dokuda Yeni Bina Tasarımı" üzerine yüksek lisansını tamamladı. 1991 yılında mesleki araştırmalar yapmak üzere ABD'ye gitti. 1993 yılından bu yana mesleki çalışmalarını Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık adı altında Hasan Çalışlar ile beraber sürdürüyor. Halen, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde proje dersleri veriyor.
üst kat planı
ŞUBAT 2013 - XXI 80
İç mekan - ofİs - İstanbul
hasan çalışlar 1992 yılında MSGSA Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldu, yüksek lisans çalışmalarını ise Yıldız Teknik Üniversitesi’nde “Mimarlıkta Güç ve İktidar” ilişkisi üzerine yaptı. 1993 yılından bu yana mesleki çalışmalarını Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık adı altında Kerem Erginoğlu ile beraber sürdürüyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde proje dersleri veriyor.
proje adı: Sahiplex işveren: Sahibinden.com mimari tasarım ekibi: Kerem Erginoğlu, Hasan Çalışlar, Emre Erenler, Türkan Yılmaz, Ayşe Selin Gürel, Ülkücan Turhan, Quentin Gaucher, Ezgi Sönmez, Niyazi Külahlı, İsmail Serdar Demir proje yeri: Bostancı, İstanbul proje tarihi: Ocak-Temmuz 2012 inşaat alanı: 5000 m2
alt kat planı
diagramlar
ürün tasarımı - ambalaj
Su Gibi Sade NAKLİYE, DAYANIKLILIK, SADELİK KAVRAMLARINA ODAKLANAN REINA, ŞİŞENİN OMZUNA KABARTMA OLARAK UYGULANAN BRAILLE ALFABESİ DETAYIYLA KÖRLERİN ÜRÜNE DAİR BİLGİ SAHİBİ OLMALARINI sağlarken HAYATLARINA KOLAYLIK GETİRMEyi amaçlıyor.
Şubat 2013 - XXI 82
Beste Sabır
Reina Su Şişesi
anadolu cam
Beste Sabır: Reina ne gibi ihtiyaçlar doğrultusunda ortaya çıktı? Firma size nasıl bir proje tanımıyla geldi ve bu paralelde konsept geliştirme süreci nasıl ilerledi? Eda Yılmaz: İşverenle bir araya gelmeden önce, onları tanımak adına yaptığımız bir araştırma sürecimiz var. Reina projesiyle işveren bize geldiği zaman eğer bir ön araştırma yapmamış olsaydık, firmanın bize yansıyan kimliği doğrultusunda lüks, premium gibi kavramlar üzerinde şekillenen tasarımlar ortaya çıkabilirdi. Ama bu araştırmalarımız sonucunda firmanın ayrıca WWF ile olan bağlantısını ve sosyal sorumluluk projelerine yatkınlığını da tespit ettik. Ardından toplantı süreçlerimiz başladı, daha çok bu yönde ilerlemenin doğru olacağına karar verdik. Çünkü firma bizden masanın üzerinde duracak şık bir şişenin yanı sıra, daha farklı şeyler talep etmekteydi. Tasarım bizim için, taşıma, nakliye, etiket, kapak gibi unsurlarla birlikte düşündüğümüz bütün bir süreç. Şişe yurtdışına da satılacaktı, dolayısıyla hafiflik, taşınma süreci, ambalajlanırken etiket yüzeyinin ve iletişim alanının büyük olması gerekiyordu. Böylelikle
aklımızdaki ilk Reina imajından daha farklı bir noktaya ilerlememiz gerektiğine karar vermiş olduk. Diğer yandan biz kendi içimizde yaptığımız geliştirme projeleri paralelinde müşterilere daha sonra sunmak üzere çeşitli şeyler geliştiriyoruz. O dönemde Braille alfabesiyle ilgili bir şeyler yapma fikri vardı ve onu kendi içimizde etüd ediyorduk, müşteriye de projeyi böyle bir şeyin üzerinde konumlandırsak hoşunuza gider mi diye sorduğumuzda çok beğendiler. Çünkü daha önce görme engellilerle ilgili çalışma yapılmamıştı. Onların su şişesi de olsa herhangi bir şeyi raftan alması ya da buzdolabının kapağından alırken içindekine dair bir bilgi vermesi fikri hoş oldu. Şişenin konseptine ve taşıması gereken özelliklere bu şekilde karar verilmiş oldu. Bu süreç zarfında ilk denemeleri yaparken müşterimiz deneme ürünlerini Altı Nokta Körler Derneği'yle paylaştılar ve kabartmanın okunup okunamadığını etüt ettiler. Gelen olumlu geri dönüşlerin ardından şişe son halini aldı ve kalıp siparişleri verildi. bs: Cam şekil verme açısından kısıtları olan bir malzeme. Bu paralelde üretim süreci nasıl ilerledi ve form arama çalışmalarınız nasıl biçimlendi? ey: Reina'nın üzerinde konumlanan kabartma ve yazıların yer seçiminde malzeme, yönetmelik gibi çeşitli kısıtlar ve zorunluluklar yönlendirici oldu.
ürün tasarımı - ambalaj
eda yılmaz 2005 yılında Eskişehir Anadolu Üniversitesi Endüstriyel Sanatlar Yüksekokulu’ndan mezun oldu. Eğitim süresince, Eczacıbaşı Vitra, Paşabahçe ve Anadolu Cam firmalarında staj yaptıktan sonra mezun olunca Anadolu Cam ile altı ay serbest tasarımcı olarak çalıştı. 2006 yılında Anadolu Cam firmasında tasarımcı olarak işe başladı ve şu an Anadolu Cam Tasarım Merkezi’nde tasarım şefi olarak görev alıyor.
83 XXI - ŞUBAT 2013
Buzdolabından şişeyi aldığınız zaman eliniz ilk olarak şişenin omzuna temas ediyor. Dolayısıyla Braille alfabesi kullanılan kabartma su yazısını omuz bölgesinde, ön yüzeyinde Türkçe ve arka yüzeyinde de İngilizce olarak konumlandırdık. Altı Nokta Körler Derneği'nden bu konuda sürekli geri bildirim aldık. Üretim ayağımız ise kabartmaların camdaki uygulanabilirliği ve okunabilirliği için çalıştı. Firma ismini kabartma olarak cam üzerinde görmek istedi, ancak şişe seri üretiliyor, butik bir üretim yapmıyoruz, büyük lotta ürünler üretiyoruz. Bir tane üretilecek bir ürün olmadığı için ürünün üretim süreci, hatlarımızla sağlıklı, devrilmeden gitmesi, randımanlarımızı düşürmemesi, müşterimizin hatlarına geçtiği zaman da onların hatlarında sorun yaratmaması bizim için çok önemli. Bu süreçte onların isteklerini seri üretime uygun olacak şekilde nasıl gerçekleştirebileceğimizi irdeledik. İstenilen kabartma firma adı yazısı, ilk başta omuz kısmında istenmişti. Ancak bu kabartmayı yaptığımızda iki şişe yan yana geldiği zaman birbirini zedeleyip kırılma yada çatlama olabilirdi. Bu nedenle yazıyı farklı bir bölgeye aldık. Su sektöründe yönetmelik gereği etiket ya da baskıda, özellikle kaynak ismini kendi marka isminizden bir buçuk kat daha büyük yazmanızı gerektiriyor. Kaynak isminin kendi markanızın ismini gölgelememesi için yazının
tonunu açıp yatay kullanarak görsel algıyı, marka ismi ön plana çıkacak şekilde, yönetmeliklerin de el verdiği şekle getirdik. Şişenin altındaki baskı pimi ise Reina kabartmasının baskı sırasında her seferinde aynı yerde konumlanmasını sağlıyor. Yurtdışına ihraç edileceği için nakliye konusu ve ürünün gramajı tasarım aşamasında önem kazandı. Ayrıca hem elle ilk temas kurulan bölge omuz bölgesi olduğu için, hem de iki şişe yan yana geldiği zaman birbirine değip de zarar vermemesi ve aşınmaması için Braille alfabesi kabartması, değme yüzeyinin biraz daha yukarısına taşındı. Tüm bunları şişenin üretiminden önce, tasarım aşamasında müşterimiz ile paylaştığımız gerçekçi görsellerle, parametrik modellerimiz ve yaptığımız analizlerle çözdüğümüz için, üretim sonrası ne müşterimiz ne de biz bir sürpriz ile karşılaşmadık. bs: Tasarım süreciniz aslında çok parçalı bir ortaklık yapısına sahip. Grafik tasarım, üretim, Ar-Ge, ürün geliştirme boyutunun yanı sıra işveren kısmı da var. Hızlı tüketim ürününe dair bir ambalaj tasarlamak nasıl bir dinamiğe sahip? Bileşenleri, parametreleri, kriterleri, aktörleri ve işleyişi nasıl? ey: Zaman faktörü çok önemli, çünkü müşterilerin piyasaya çıkmak istedikleri bir tarih var. Aslında biz nihai tüketiciye ürün yapmıyoruz, dolumcu firmalar
müşterimiz. Ama tasarımı yaparken nihai tüketiciyi de düşünüyoruz. Bizim için son kullanıcı onu raftan nasıl alacak, nasıl bir ilişki süreci kuracak konusu, hem de dolumu yapan müşterimiz onu doldururken ne gibi sıkıntılarla karşılaşacak konusunu öngörmek önemli. Hız ise ikinci konu. Çünkü ürünün bir üretim hızı var, üretim başladığı zaman bunu senkronize olarak şişelere doldurmak gerekiyor. Onlar ürettiği an bizim onlara şişeleri tedarik etmemiz lazım ve bunun bir senkronizasyon içinde gerçekleşmesi gerekiyor. Tasarım bizim için sadece bir formdan ibaret değil çünkü yaptığımız iş, ambalaj tasarımı. Seri üretime yönelik çalıştığınız zaman, tasarımı beraberinde çalışan firmalarla bir bütün şeklinde düşünmeniz gerekiyor. Tasarımın bir sorunu çözmesi, nihai tüketicinin bir ihtiyacına cevap vermesi lazım. Müşterimiz de bizim için tüketicidir ve tasarımın onların ihtiyacına ve sorunlarına cevap vermesi lazım. müşteri: Su Entertainment Group marka sahibi: Su Entertainment Group üretici: Anadolu Cam Sanayii tasarımcı: Eda Yılmaz (Anadolu Cam Sanayii), Güven Karataş (Su Entertainment Group)
İRİS Kale, estetik ve işlevsel serisi İris ile, alışılmış mutfak tasarımına farklı ve modern bir bakış açısı kazandırıyor. Kullanıcılara sadece mutfak değil keyifli vakitler geçirecekleri yaşam alanları sunan Kale, İris ile hem işlevselliği hem de estetiği bir arada sunuyor. Capuccino parlak lake rengiyle parlak beyaz rengin uyumunu mutfaklara
taşıyan Kale’nin kare formlu asma dolapları da hem mutfağın hem yaşam alanının ortak parçası olarak kullanılıyor. Derin çekmece ve boy depolama modülleri sayesinde mutfakları daha hacimli hale getiren Kale Mutfak, kapaklarda kullanılan özgün entegre kulplarla tasarıma farklı ve modern bir görsellik katıyor. www.kale.com.tr
THEA ULTIMA
ŞUBAT 2013 - XXI 84
YENİ - ÜRÜN
Viko'nun sunduğu Thea ailesinin yeni üyesi Ultima, Cam, Ahşap ve Eloxal serilerine sahip. Thea Ultima’nın dört farklı malzeme ve 14 farklı çerçevesi bulunuyor. Ürünün renk seçeneklerinden parlak metal, Thea için bir ilk olma özelliğini taşıyor. Özel bir dokuya sahip olan Ultima Eloxal
NEVA Dikdörtgen ve yuvarlak kesitlerin birleşmesiyle oluşan Neva serisi, E.C.A.'nın eski ve yeni dönem tasarımlarını birleştirerek geçmişten günümüze değişimin göstergesi oluyor. Kullanılan kartuş ve perlatör sayesinde daha az su tüketilmesini sağlayan ve tasarruf özelliği sunan Neva serisi, E.C.A.'nın çevreci ürünleri arasındaki yerini alıyor. Seride bulunan lavabo
bataryası, banyo bataryası, yüksek tip lavabo bataryası ve ankastre lavabo bataryası farklı ihtiyaçlar için seçenek sunuyor. Daha az hammadde kullanılan lavabo bataryası gövde içine gömülerek daha yalın bir görünüme kavuşuyor. Neva serisinde ankastre lavabo bataryalarında sunulan ve kolun altından duvara doğru uzanan silindirik yapı duvar içindeki modülde çözülüyor. www.eca.com.tr
LIVING BY DANFOSS Danfoss'un Uluslararası Tasarım Mükemmeliyeti ödüllü ürünü Living By Danfoss (LBD) serisi dijital termostatlar sıcaklığı önceden ayarlanan seviyede sabit tutarak gereksiz doğalgaz tüketiminin önüne geçiyor ve tasarruf sağlıyor. %46'ya varan oranda enerji tasarrufu sağlayan termostatlar, Danfoss'un 80 yıllık mühendislik birikiminin sonucu olarak
bronz, gümüş ve siyah renkleriyle sunuluyor. Özel cam koleksiyonunda beyaz, açık yeşil, siyah ve bordo, ahşap koleksiyonunda ise bambu, venge ve ceviz renkleri bulunuyor. Ürün, her çerçeve rengi için 2'li, 3'lü, 4'lü, 7'li, 2x2'li, 2x3'lü ve 2x4'lü olmak üzere farklı seçenekler ile sunuluyor. www.viko.com.tr
Avrupa ile aynı zamanda Türkiye'de de tüketicilerin kullanımına sunuluyor. LBD serisi kullanıcıya özel haftalık program tasarlanmasına imkan tanıyor. Tüm radyatörlerin aynı noktadan kontrol edilebilmesini sağlayan LBD serisi termostatlar, odada pencere açılması durumunda oluşan yüksek ısı kaybını hissediyor ve ısınmayı durduruyor. www.danfoss.com
JOYCE
YENİ - ÜRÜN
Villeroy&Boch'un Joyce serisi banyoların farklı kullanım alanlarına dönüştürülmesine izin veriyor. Değiştirilebilir uygulamalarla lavabo için belirlenen kaseler, koku vazosu ve sabun sepeti gibi detaylar lavabo ortamının hızlı bir şekilde değiştirilmesine olanak tanıyor. Tüm uygulamalar çeşitli malzemeler üzerinde güvenli yerleşimi sağlamak için yumuşak ve manyetikleştirilebilir
yastıklar ile donatılmış. Seri, banyoya yenilikçi depolama alanları getirmesiyle de dikkat çekiyor. İki farklı ön tasarım seçeneği sunan koleksiyon; klasik görünüme sahip parlak beyaz, parlak gri, mat terra, elm impresso meşe ve mat beyaz renklerde monokrom mobilya ya da renkli döşemeyle birleştirilen parlak beyaz gövde ve dokunmatik, yenilikçi Joyce banyo mobilya seçeneklerine sahip. www.villeroy-boch.com
Polonya'da üretilen ve alçı bazlı ilk üç boyutlu duvar paneli olan Loft, %100 doğal içeriği, 27 farklı modeliyle geniş bir ürün yelpazesi sunuyor. Kolay uygulanabilen duvar panellerinin, her mekan ve hacme uygun seçenekleri bulunuyor. Hammaddesi %100 alçı olan ürün sonradan boyanabiliyor,
EUPHORIA CUBE
ALMERIA
Grohe, farklı kullanıcı tercihlerine yönelik banyo deneyimini geliştirmek için yaratılan minimalist tasarımlı Euphoria Cube ve Euphoria Cube + serilerini sunuyor. Metalik dokuya sahip olan Euphoria Cube + duşlarının bir sabit set, bir el duşu ve buna uygun bir duvar askısı bulunuyor. Grohe'nin tüm duşları suyun duş başlığının her bir çıkış ucundan eşit şekilde dağılımını sağlayan DreamSpray teknolojisine sahip. Duşun dış yüzey sıcaklığının seçilen su sıcaklığını aşmamasını sağlayan CoolTouch teknolojisi yanık riskini önlüyor. EcoJoy teknolojisi sayesinde su tüketimini azaltmak ve StarLight teknolojisiyle de krom yüzeylerin parlaklığını uzun yıllar korumak mümkün.
Bien Seramik'in Almeria serisi, mermer dokusu ve doğal renkleriyle yaşam alanlarında yumuşak bir görüntü elde edilmesini sağlıyor. Seri, sonbahar renkleri ile kahve, fildişi ve bej renkleriyle sunuluyor. Almeria,
www.grohe.com
silinebiliyor ve akustik amaçlı kullanılabiliyor. 60x60 cm ölçülerinde ve 1-7 cm arasındaki kalınlıklarda üretilen Loft Design Sistem 3D duvar panelleri, 342 Grup distribütörlüğünde Türkiye pazarına sunuluyor. www.loftsystemturkiye.com
30x60 cm ölçülerindeki duvar kağıdı görünümlü dekorlar, hem 40x40 cm hem de rektifiyeli ve sırlı porselen olarak üretilen 61x61 cm boyutlarındaki yer karoları ve bordürler ile tamamlanıyor. www.bienseramik.com.tr
85 XXI - ŞUBAT 2013
LOFT 3D DUVAR PANELLERİ
OPEN® ISI YALITIM SİSTEMİ
ŞUBAT 2013 - XXI 86
YENİ - ÜRÜN
Dış cephe yalıtım sistemleri üreticilerinden Baumit konuttan işyerine, okuldan hastaneye kadar farklı kullanım alanlanlarında mekanların ikliminin korunmasına katkı sağlayan çözümler sunuyor. Baumit tarafından geliştirilen Open® Isı Yalıtım Sistemi, duvarların nefes almasına olanak tanıyan yapısı sayesinde konut iklimini optimize ederek kışın sıcaklık yazın ise
serinlik sağlıyor. Konforlu bir konut sıcaklığı 19-22 derece iken, nem oranının da %40-60 aralığında olması gerekiyor. Open® Isı Yalıtım Sistemi, difüzyona açık olma özelliği ile oda içerisindeki nemin en uygun seviyede kalmasına yardımcı oluyor. Yine bu özellik sayesinde su buharı oluşmasını engelleyerek duvarlarda terleme olmasının önüne geçiyor.
Dayanıklılığı sayesinde yıllarca güvenli bir kullanım sunan Baumit Open® Isı Yalıtım Sistemi, nanoteknolojisi ile de konutların dış cephesinin uzun süre temizliğini muhafaza ediyor. Sistem içerisinde sunulan Baumit NanoporTop Islak Kaplama, bina yüzeyini her türlü kirlenmeye karşı koruyor. Dış yüzeyin kendi kendini temizlemesini sağlayarak yosun ve
mantarların oluşmasını engelliyor; böylece binanın cephesinin iki kat daha uzun süre temiz görünmesini garantiliyor. Baumit Isı Yalıtım Sistemleri, yıl boyu konforlu ve sağlıklı bir mekan sağlarken, enerji maliyetinden de %50’den fazla tasarruf ettiriyor. www.baumit.com.tr
IF'TEN DURAVIT'E ÜÇ AYRI ÖDÜL
TÜRK YTONG 50 YAŞINDA
www.ytong.com.tr
www.ersaofis.com.tr
verilen emisyonlar, atık oluşumu gibi kategorilerin incelenmesi sonucu veriliyor. Çevresel performansla ilgili kesin veriler içeren EPD’ler, ürünler hakkında güvenilir bilgi sunduğu için üreticiler açısından en uygun çevre etiketleri olarak öne çıkıyor. Bu önemli değerlendirmeler sonucu EPD belgesi alan Kalebodur, ürünlerin tüm süreçlerinin ele alındığı yaşam döngüsü değerlendirmesiyle çevre performansını tarafsız olarak ortaya koyuyor. www.kale.com.tr
Kullanıcıların dekorasyon seçimlerinde büyük rol oynayan Pinterest.com’dan alınan verilerle Jotun Boya, “Mekanlar ve Renkler” infografiğini oluşturdu. Jotun, Ocak-Haziran 2012 tarihleri arasında Pinterest'te paylaşılan salon, mutfak, yatak odası ve çocuk odası görsellerini inceleyerek dört farklı mekanda en sevilen renkleri belirledi. Araştırmadan elde edilen verileri Jotun şu şekilde paylaştı: Her
bir mekan için özel olarak hazırlanan infografikler, Danimarkalı ödüllü tasarımcılar Peter Orntoft ve Mie Frey Damgaard tarafından Jotun Boya ürünleri kullanılarak tamamen el yapımı olarak tasarlandı. Mekanlar ve Renkler infografiği hakkında detaylı bilgi facebook.com/jotunturkiye adresinde. www.jotun.com.tr
GRANİSER, 2013 SERAMİK TRENDLERİNİ AÇIKLADI
Graniser Genel Müdür Yardımcısı Kenan Çebi, 2013 seramik trendleri hakkında bilgi verdi. Büyük boyutların yerde ve duvarda daha çok rağbet göreceğini belirten Çebi, “Ebatlar büyüyor ancak minimalist tasarımalar önem kazanıyor.” dedi. Ahşap ve doğal taş desenlerinin bu yılın modasını oluşturacağını söyleyen Çebi, minimalizmin konutların her
alanında etkilerini göstereceğini belirtti. Dijital, yani her fotoğrafın seramiğe uygulanabileceği formlarda ürünlerin de artacağını ifade eden Çebi, “Graniser olarak geleceği görüp yatırımlarımızı bu alanda yaparak makinelerimizi artırdık. Yeni nesil farklı tasarımlara önem veriyor, geleneksel öznelerle modernizmi birleştiren çalışmaları seviyor. Bu bağlamda talepleri karşılayacak ekipmana sahip olarak, geleceğe yatırım yapmış olduk.” diye konuştu. www.graniser.com.tr
87 XXI - ŞUBAT 2013
şirketlere ise kısa süreli toplantıların yapılacağı ve konukların ağırlanacağı mekanlar kazandırıyor. Türkiye'nin tasarımla markalaşmasına katkı sağlamak için bu yıl üçüncüsü düzenlenen Design Turkey 2012'de kazandığı ödül ile Ersa 2010 yılından bu yana ulusal ve uluslararası platformlarda kazandığı ödül sayısını 17'ye çıkarmış oldu.
ÇEVRE ETİKETİ ALAN İLK TÜRK SERAMİK MARKASI
Kalebodur, Alman İnşaat ve Çevre Birliği IBU tarafından onaylanan Çevresel Ürün Deklarasyonu (EPD) ile tüm seramik ürünlerine çevre etiketi alan ilk Türk seramik markası oldu. Yaşam döngüsü değerlendirmesini temel alan, ürüne ait tüm süreçler ve çevresel etkilerin ortaya konduğu Tip III çevre etiketi olan EPD, hammadde eldesi, enerji kullanımı ve verimliliği, malzeme ve kimyasal madde içeriği, hava, su ve toprağa
www.duravit.com.tr
JOTUN'DAN EL YAPIMI İNFOGRAFİK
ERSA'YA İYİ TASARIM ÖDÜLÜ Ece Yalım tarafından Ersa için tasarlanan Envelope koltuk, Design Turkey 2012 kapsamında ofis mobilyası dalında İyi Tasarım ödülü almaya hak kazandı. Açık alanlar ve bekleme odaları için tasarlanan Envelope, yüksek sırtı ve kumaş kaplamalı kenar panelleriyle özel görüşme alanları yaratıyor. Kullanıcılarına odaklanma, rahatlama, küçük grup çalışmaları yapma ya da telefonla konuşma imkanı bulacakları özel bir ortam sunan ürün,
Duravit, 3011 katılım arasından üç farklı banyo donanım ürünüyle If Tasarım Ödülü sahibi oldu. OpenSpace duş kabini, St. Trop buhar kabini ve SensoWash Starck C elektronik klozet kapağı Duravit'in bu ödüle layık görülen ürünleri oldu. “If Ödülleri
bağımsız jürisi tarafından bu kriterlere göre değerlendirilip onurlandırılan ürünlerimiz sebebiyle oldukça memnunuz.” diyen Duravit Yönetim Kurulu Başkanı Frank Richter, ödül kazanan Duravit ürünlerinin banyo için yeni çözümler üretme konusunda inovasyon güçlerinin bir göstergesi olduğunu da sözlerine ekledi. FİRMA HABERLERİ
Türkiye'deki 50. yılını kutlayan Ytong'un 9 Ocak'ta Four Seasons Bosphorus Hotel'de gerçekleşen basın toplantısında firmanın gelecek hedefleri paylaşıldı. Toplantıya Türk Ytong’un Kurucusu ve Onursal Başkanı Bülent Demiren’in yanı sıra Yönetim Kurulu
Başkanı F. Fethi Hinginar, Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Mrh. Üye Nükhet Demiren, Genel Müdür Gökhan Erel ve Türk Ytong Yönetim Kurulu üyesi iş adamı ve spor yazarı Ömer Üründül katıldı. Nebil Özgentürk’ün Türk Ytong için hazırladığı tanıtım filmiyle başlayan toplantıda firmanın kuruluş hikayesi anlatıldı.
uygulama – ofİs mobİlyası - İstanbul ŞUBAT 2013 - XXI 88
Mekanın Ruhunu Yansıtan tuna ofis'in mobilyalarını sağladığı Concept reklam ajansı projesinin uygulama aşamasından işverenle ortak bir çalışma yürütülmüş. Tuna Ofis, tasarımcı kimliğinin bir uzantısı olarak projelere özel, ürün ve konsept geliştirme konusundaki uzmanlığını Concept Reklam Ajansı ile gerçekleştirdiği çalışmada da gösteriyor. Titiz bir çalışmanın sonucu olarak ortaya çıkan projenin başlangıcında Tuna Ofis yetkilileri, ürün ve renk seçimleri için sürekli olarak toplantılar gerçekleştirdi. Kataloglar, showroomda yer alan ürünler ve malzeme alternatifleri üzerinde görüşüldü. Dekorasyonda tüm taşıyıcı sistemin ve tesisatın göz önünde tutularak ön plana çıkarıldığı, koyu renklerin hakim olduğu, tasarım
ekibi tarafından uzun saatlerde kullanılacağı için farklı ve ortamın çalışanları yormaması adına mekanın ruhunu yansıtan daha koyu tonlar tercih edildi. Projede, mekanın konseptine uygun sade, şık ve farklı ürünler seçildi. Tuna Ofis tasarımlarıyla tamamıyla yenilenen Concept Reklam Ajansı'nın yönetici odasında 212 İstanbul serisi ve Girsberger Clarity makam koltuğu kullanıldı. Piergiorgio Pollini ve Stefano Gabriel tasarımı 212 İstanbul serisi, kromaj ve lakenin bir arada yansıtıldığı modern ve sade çizgisi sebebiyle müşterinin kendisi ve mimar tarafından seçildi. Clarity koltuk, ergonomikliği nedeniyle 212 İstanbul masanın arkasında kullanıldı. Tuna Design Studio'dan
Ozan Tığlıoğlu'nun tasarladığı Sura masa, Concept Reklam Ajansı'nın kreatif tasarım ekibi için farklı çizgisi nedeniyle tercih edildi. Masaüstü elektrifikasyon ve ölçü işlemleri özel olarak yapıldı. Firmanın toplantı odasında Defne Koz tarafından Tuna Ofis için tasarlanmış olan Float toplantı masası ve Girsberger Nanu toplantı koltuğu kullanıldı. Bunun nedeni ise her iki ürünün de firmanın farklı çizgisini yansıtıyor olması. Ofis bölümlerinde kullanılan Tuna Design Studio tasarımı Form X serisi ise koyu renkli bir ayak ve ahşap desenli bir masa malzemesi ile mekanın mimarisine uygun olarak seçildi. Genel bekleme ve dinlenme alanlarında ise rahatlığı ve sadeliği ile ön plana çıkan, yine Tuna Design Studio tasarımı olan Mannaz kanepe kullanıldı.
uygulama – ofİs mobİlyası - İstanbul 89 XXI - ŞUBAT 2013
ŞUBAT 2013 ajandası 4 – 9 Şubat
Dönüşüm
Bu seneki teması “Dönüşüm” olan etkinlik kapsamında Bi'sürü ekibi Kalebodur sponsorluğunda çeşitli atölyeler düzenliyor.
4 – 14 Şubat
Cephe Tasarımı: Geleceğin Cepheleri – Cephelerin Geleceği Semineri
Seminer, mimar ve mühendislere günümüz cephe tasarımıyla geleceğin cephe sistemlerine ilişkin teorik-uygulamalı bilgi
Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Beşiktaş, İstanbul
www.bisuru.org
İTÜ Mimarlık Fakültesi, Taşkışla, İstanbul
www.cephetasarimiseminer.com
İTÜ Mimarlık Fakültesi, Taşkışla, İstanbul
www.cephetasarimiseminer.com
Swissotel the Bosphorus, İstanbul
www.cedbik.org
Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi, Beyoğlu, İstanbul
www.rcac.ku.edu.tr
Uluslararası Fuar Merkezi, Kiev, Ukrayna
kievbuild.com.ua/en/
Hilton İstanbul Kongre Merkezi, İstanbul
alldesignistanbul.com
Pilot Galeri, Beyoğlu, İstanbul
www.pilotgaleri.com
Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi, Büyükçekmece, İstanbul
www.unicera.com.tr
İstanbul Modern, Karaköy, İstanbul
vitracagdasmimarlikdizisi.net
Salt Galata Açık Arşiv, Beyoğlu, İstanbul
www.saltonline.org
Periliköşk Rumelihisarı, İstanbul
www.anneminisi.org
Mimarlar Odası Antalya Şubesi, Antalya
www.iaba.com.tr
vermeyi yaratıcı fikirlerin üretilebileceği bir ortam yaratmayı amaçlıyor.
15 Şubat
Yenilikçi Cepheler (Innovative Facades) Konferansı
Stephen Ledbetter, Mick Eekhout, Ulrich Knaack ve Boran Ekinci ile cephe sistemleri konusundaki uzmanlar, günümüz ve gelecek teknolojisiyle cephe sistem tasarımlarının somutlaştırılması hakkında konuşuyorlar.
18 – 19 Şubat
2. Uluslararası Yeşil Binalar Zirvesi
ÇEDBİK tarafından “Yeşil Dönüşüm” temasıyla bu yıl ikincisi düzenlenecek etkinlikte binaların yanı sıra kentler ve toplumların da yeşil dönüşümü değerlendiriliyor.
… - 18 Şubat
Bir Başkentin Suyolları
Sergi, Trakya’da bugüne dek inşa edilmiş en uzun ve geniş tarihi su kanalının kalıntılarını ortaya çıkaran çalışmaları fotoğraflarla belgeliyor.
20 – 22 Şubat
Kiev Build 2013
ITE Group Plc (İngiltere), GIMA (Almanya), ITE Turkey (Türkiye) ve Premier Expo (Ukrayna) tarafından düzenlenen fuar bu sene 17. kez yapı sektörünü bir araya getiriyor.
22 - 23 Şubat
Alldesign 2013
İlki 2011 yılında düzenlenen organizasyon tasarımı farklı bir bakış açısıyla ele almayı ve farklı sektörlerdeki endüstriyel tasarımlar için yeni perspektifler açmayı amaçlıyor.
… - 23 Şubat
James Bond'un Mimarlık Karşısında 50 Yılı Sergisi
Sergi, Constantinos Taliotis'un geçtiğimiz iki sene boyunca, ganster ve B-tipi filmlerin biçim ve içeriklerinde yaptığı titiz araştırmaların sonucu olarak ürettiği bir seri fotoğraf
ŞUBAT 2013 - XXI 90
ajanda
çalışmasından oluşuyor.
27 Şubat – 3 Mart
Unicera 2013
Tüyap tarafından Türkiye Seramik Federasyonu ve Tesisat İnşaat Malzemecileri Derneği işbirliğiyle gerçekleştirilen fuar, seramik, banyo ve mutfak sektörünü 25. kez bir araya getiriyor.
7 Şubat – 7 Nisan
8 Şubat – 24 Mart
12 Nisan (son teslim)
3 Mayıs (son teslim)
Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi Sunar: Lütfen Rahatsız Etmeyin
Vitra ve Türk Serbest Mimarlar Derneği işbirliğiyle hazırlanan
Modern Türkiye’nin Osmanlı Mirasını Keşfi: Ali Saim Ülgen Arşivi
Sergi kapsamında 8 Şubat saat 13.30-18.00 saatleri arasında Ali
Annemin İşi Benim Geleceğim: Borusan Neşe Fabrikası Mimari Proje Yarışması
Borusan, “Annemin İşi Benim Geleceğim” sosyal sorumluluk
“Şablonlaşan Kentsel Dönüşümden Şablon Kentler Yaratmayan Kentsel Dönüşüme” Fikir Projesi Ödülleri ve Sergisi
Mimarlar Odası Antalya Şubesi tarafından düzenlenen IABA
dizinin ikincisi Ertuğ Uçar’ın küratörlüğünde gerçekleşiyor.
Saim Ülgen ve Sonrası: Türkiye’de Koruma, Restorasyon ve Mimarlık Tarihi konferansı Salt Galata Oditoryum’da izlenebilir.
projesi dahilinde 10 ilde kuracağı kreş ve gündüz bakımevleri için mimari proje yarışması düzenliyor.
Uluslararası Mimarlık Bienali kapsamında “şablon” temasıyla örtüşen etkinlikte yerden bağımsız olarak ve tahayyüllere açık bir şekilde “nasıl bir kentsel dönüşüm?” ve “nasıl bir kent?” sorularının yanıtları aranıyor.