12 // OCAK’14
zete
Editรถr: Cem GELGร N
// 01. YEŞİL SAHALARDAN BİR ‘KARA PANTER’ GEÇTİ // 02. BRICE ROBERT’İN OBJEKTİFİNDEN FETES DES LUMIERES 2013 // 03. COOKENING: BU AKŞAM YEMEĞE KİM GELİYOR? // 04. JAMES FRANCO DUR DURAK BİLMİYOR // 05. BİR PİRAMİTTE YAŞAMAYA NE DERSİNİZ? // 06. ‘PARA AVCISI’NIN GERÇEK KAHRAMANI: JORDAN BELFORT
01.
Futbol dünyası Kara Panter için göz yaşı döküyor
Futbol tarihinin en büyük ve önemli oyuncularından, Kara Panter lakaplı Eusébio da Silva Ferreira 71 yaşında Lizbon’da hayata gözlerini yumdu. Bir Portekiz sömürgesi olan Mozambik’te dünyaya gelen Eusébio kariyerinde kazandığı sayısız kupalar ve 567 maçta attığı 591 golle kırılması güç rekorları elinde bulunduruyor. 1965 yılında yılın oyuncusu seçilerek Ballon d’Or (Altın Top) ödülüne layık görülen ilk siyahi futbolcu olan Eusébio, Pelé ve Maradona’yla birlikte futbol tarihine damga vuran bir kaç oyuncu arasında yer alıyor.
Portekiz hükümetinin, Eusébio’nun ölümünün ardından 3 gün süreyle ilan ettiği yas, tüm bir ulusun kendisine duyduğu sevgiyi fazlasıyla anlatıyor. Eusébio, 1960’lı yıllarda politik ve ekonomik krizlerle bunalan, açlık sınırında yaşayan bir halkın kahramanı olmuş, kaybettikleri onuru ve gururu kendilerine geri vermişti. Eusébio, yıllarca formasını giydiği Benfica’yı tutan bir taraftar için ne ifade ediyorsa, ezeli rakipleri Porto, Sporting Lisbon ya da ülkenin diğer takımlarının taraftarları için de aynı şeyi ifade ediyor. O, kendisine herşeyin üzerinde bir yer edinmiş, Portekiz halkının tanrı olarak gördüğü, koruyucu bir
Türkiye’deki oyuncu kaçırma olaylarını aratmayan bir senaryoyla, 1960 yılının son günlerinde, 18 yaşında sessiz sedasız Lizbon’a getirilen Eusébio, Benfica’lı yöneticilerin dikkatli bakışları altında kulübe imza attı. Genç Eusébio’nun, Benfica’nın ezeli rakibi Sporting Lisbon’un pilot takımı olan LourençoMarques’de, Sporting’li yöneticiler tarafından fark edilmemesi, Benfica cephesinin iki yıl boyunca pusuya yatmasına neden olmuştu. Dikkat uyanadırmamak için sessizce, genç oyuncunun 18. yaşını doldurmasını bekleyen Benfica, kurnazca bir hamleyle amacına ulaştı. Sonrası ise tarih sayfalarına altın harflerle yazılan bir başarı hikayesi oldu. Pelé ve Eusébio karşı karşıya
melek gibiydi. Mozambik’ten Portekiz’e Eusébio da Silva Ferreira, 25 Ocak 1942 tarihinde, demir yollarında çalışan Portekizli memur bir babanın ve Mozambik’li bir annenin dördüncü çocuğu olarak Mozambik’in başkenti Lourenço-Marquès’de (yeni adıyla Maputo) dünyaya geldi. Babasını 8 yaşındayken tetanosdan kaybeden ve annesi tarafından yetiştirilen Eusébio, çocukken girdiği Lourenço Marquès futbol kulübünde Benfica’lı yöneticiler tarafından keşfedildi.
Tarih Maradona’yla Pelé’yi yeşil sahada karşı karşıya getirememiş olsa da, Pelé ve Eusébio’yu bir çok kez bir arada izleme fırsatı sundu. Benfica formasıyla 1961 yılının Mayıs ayında çıktığı ilk karşılaşmada üç gol kaydetmeyi başaran Eusébio, kariyerine hızlı bir başlangıç yapmıştı. Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde Benfica’nın Barcelona’yı yenmesiyle 19 yaşında Avrupa kupası kaldıran Eusébio, final müsabakasında oynamasa da kulübünün Portekiz şampiyonluğuna ulaşmasında pay sahibi oldu. Kariyerine iyi bir başlangıç yapan ve herkesin dikkatini çeken Eusébio’yu, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük oyuncusuyla karşı karşıya getiren maç aynı yılın Temmuz ayında oynandı. Pelé’li Santos karşısına çıkan ve takımın 5-0 geride olduğu sırada oyuna giren Eusébio, yarım saatte üç gol atarak herkesin takdirini topladı. Genç yıldız, bir yıl sonra Pelé’nin karşısına bu kez Dünya Kulüpler Şampiyonası finalinde çıktı. O yıl, Puskas’lı DiStefano’lu Real Madrid’i 5-3 yenerek kupaya ulaşan Benfica, karşılaşmada iki gol atan genç yıldızına güveniyordu.
6
Pelé’yle Eusébio’nun kıran kırana geçen mücadelesinde gülen taraf yine Pelé oldu. Brezilyalı yıldız Eusébio’nun iki golüne “hattrick”le cevap vermiş ve takımının sahadan galip ayrılmasını sağlamıştı. 1966 Dünya Kupası sırasında, Pelé’yle Eusébio’nun yolları bu sefer de milli forma altında kesişti. Ancak, iki süper yıldızın mücadelesini izlemek için tribünleri dolduran onbinlerin hevesi kursağında kalacaktı. Turnuvanın başından beri tekmelere mağruz kalan Pelé, Portekizlilerin sert oyunuyla sakatlanarak sahayı sedyeyle terk etmek zorunda kalıyor ve tribünden Eusébio’lu Portekiz’in Brezilya’yı yenmesini göz yaşları içinde seyrediyordu. Portekiz’i sırtlayan ve dokuz gol kaydeden Eusébio, ülkesinin ilk Dünya Kupası tecrübesinde turnuvayı üçüncü bitirmesinde önemli rol oynamış, Portekiz halkı tarafından kahraman olarak karşılanmıştı. 7
Onbinler Eusébio’yu son
yolculuğuna uğurluyor
8
Benfica’nın ve Portekiz futbolunun sembolü haline gelen “Kara Panter”, 5 Ocak sabahı 71 yaşında hayatını kaybettiğinde sadece Portekiz değil, bütün dünya bu haberi üzüntüyle karşıladı. Eusébio, futbolculuğu kadar, kişiliği, mütevazılığı ve sportmenliğiyle de gönüllerde taht kurmuştu. 1968 Şampiyon Kulüpler finalinin son dakikalarında takımına galibiyeti getirecek golü kaçırdıktan sonra Manchester kalecisini alkışlaması hala akıllardadır (Kupayı Benfica’yı uzatmalarda mağlup eden Manchester kazandı). 1965 yılında dünyanın en iyi (o dönemde Avrupa’nın en iyi) oyuncusuna verilen Ballon d’Or ödülüne layık görülen Eusébio, aynı zamanda bu ödülü kazanan ilk siyahi futbolcu oldu. Ülkelerinde zorlu şartlar altında
top koşturan Afrikalı futbolcular için model teşkil eden Eusébio, bir çoğunun önünü açan isim olmuştu. Otoriteler tarafından dünyanın gelmiş geçmiş en büyük on futbolcusu arasında gösterilen Eusébio’nun beklenmedik vefatının ardından, Portekiz hükümeti üç gün süreyle ulusal yas ilan ettiğini açıkladı. Eusébio’nun, Benfica’nın Estadio de la Luz (Işık Stadyumu) stadının önünde bulunan heykeline çiçekler ve flamalar bırakan taraftarlar, bir gün sonra düzenlenen anma töreni için stadın önünde uzun kuyruklar oluşturdu. Tribünleri dolduran onbinler, bir zamanlar kulüplerini Avrupa’nın zirvesine taşıyan, 11 Portekiz şampiyonluğu, 5 Portekiz Kupası, 2 de Şampiyon Kulüpler Kupası kazandıran ve kırmızı beyazlı forma altında 473 gole imza atan “Kara Panter”lerini son yolculuğuna şarkılar eşliğinde uğurladı.
9
02.
BrIce Robert’in objektifinden Fêtes des Lumières 2013
10
Aralık başında , Fransa’nın Lyon kentinde 1852’den beri geleneksel olarak düzenlenen ışık festivaline uzunca yer vermiştik. 8 Aralık günü dahil, dört gün boyunca milyonlarca insanı kendine çeken Fêtes des Lumières, her yıl oldukça renkli görüntülere sahne oluyor. Şehrin dört bir yanında gerçekleştirilen gösteriler ve ışıklandırılan tarihi yapılar izleyenlere unutulmaz anlar yaşatıyor. Lyon’lu fotoğrafçı Brice Robert, her sene olduğu gibi bu sene de Fêtes des Lumières’i boş geçmedi. Kamerasını eline alan sanatçı, festivalin 2013 edisyonunun çarpıcı anlarını görüntüledi. Brice Robert’in objektifinden çıkan Fêtes des Lumières 2013’ün göz kamaştırıcı bir kaç karesini sizler için bir araya getirdik. (Brice Robert’in diğer çalışmalarını www.b-rob.com sitesinden takip edebilirsiniz)
11
12
13
14
15
16
17
18
19
03.
Cookening: Bu akşam yemeğe kİm gelİyor?
Fransa’da üç kafadarın kısa bir süre önce başlattığı Cookening konsepti şimdiden yeni bir akım yaratmayı başardı. Cookening’in konsepti çok basit: oldukça cüzi bir fiyata, tanımadığınız insanların evine akşam yemeğine misafirliğe gidiyorsunuz. llk bakışta garipsenebilir belki ama kesin olan şu ki, sizleri sürprizlerle dolu, orijinal ve sıcak bir ortam karşılıyor olacak. Cookening.com sitesinin kurucularından Cédric Giorgi, Cookening’i “Güzel yemekler yiyebileceğiniz ve dünyanın dört bir yanından gelen insanlarla tanışabileceğiniz bir ortam yaratmak” sözleriyle özetliyor. Gastronomi ve seyahat meraklısı yol arkadaşları Sébastien Guignot ve Julien Pelletier’le beraber Cookening’i 2013 yılında hayata geçiren Giorgi, oldukça kısa sürede 5.000 kullanıcıyı geçtiklerini ve 20 ülkeden 300’e yakın hanenin ev sahipliği yapmaya başladığını anlatıyor. “Cookening’de herşeyden önce ev sofrasının sıcaklığını ve yakınlığını arıyoruz, insanlar da bizimle aynı fikirde” diyor Cédrid Giorgi. “Turistleri de düşünüyoruz. Cüzdanlarını boşaltmak zorunda kalacakları şık restoranlara ya da, turistik, kötü restoranlara gitmektense, bir Paris’linin
evinde sıcak bir ortamla karşılanmak, keyifli bir vakit geçirip, Fransız yemekleri yemek, onlar için çok güzel ve orijinal bir alternatif ’’ Yıldızlı otellerin genç şefleri ev sahipliğine soyunuyor Sitenin ve konseptin işleyebilmesi için, misafirliğe gidecek olanlar kadar, ev sahipliği yapacakların varlığı da büyük önem taşıyor. Cédric Giorgi ev sahiplerini şu sözlerle tanımlıyor: “İnsanların büyük bir çoğunluğu yemek yapmayı ve misafir ağırlamayı sevdikleri için siteye yazılıyorlar. Bu çok pozitif bir nokta. Aşağı yukarı dörtte biri de bunu para için yapıyor. Bir yemeğin, kişi başı, herşey dahil 30 euroyu (85 TL) geçmemesi gerekiyor”. Site bazen hoş sürprizlere de açık olabiliyor. Mesela, 28 ve 26 yaşlarındaki Romain ve Cécile çifti gibi. Paris’in şık bir semtinde bulunan beş yıldızlı bir otelde aşçılık yapan genç çift, evlerinde düzenlendikleri yemekler sayesinde hem
yaratıcılıklarını, hem de yabancı dillerini geliştiriyorlar. “Yeni Zelanda’da bulunduğumuz dönemde yaşadığımız tecrübeleri ve tanıştığımız insanları özlüyorduk” diyor Romain. Önümüzdeki günlerde ağırlayacağı insanlar için menü oluşturmaya başlamış bile. 20’nin üzerinde ülkede, 300 sofra sizleri bekliyor
23
Cookening.com gerçek bir sosyal ağ sitesi gibi işliyor. Siteye yazılanlar birbirleriyle arkadaş olabiliyor, ev sahipleri aşçılık hünerlerini paylaşabiliyor, misafirler geçirdikleri keyifli gece hakkında yorumlar yazabiliyor, bir sonraki sofra için randevulaşabiliyorlar. Beklentilerin üstünde bir başarı yakalayan Cookening konseptinin bugün İngiltere,
İtalya, İsveç, İspanya ve Portekiz gibi ülkelere de sıçradığını gözlemlemek mümkün. Cookening.com’un giriş sayfasında yer alan haritaya göre, Türkiye’den şu ana kadar ev sahipliği yapan kimse yok. Cookening sayesinde, aralarında Nepal, Tayland, Mısır ve Şili’nin de bulunduğu 20’nin üzerinde ülkede 300’e yakın sofra ve sıcak bir ortam sizleri bekliyor.
04.
JAMES FRANCO DUR DURAK BİLMİYOR
2013 yılını Spring Brakers, This is the End ve As I Lay Dying gibi filmlerle geçiren James Franco, 2014’e de oldukça hareketli giriyor. Yazıp yönettiği ve başrolünü oynadığı As I Lay Dying sıcaklığını korurken, nisan ayında Jason Statham ve Winona Ryder’ın yanında boy gösterecek olan James Franco, 2014’te bir çok yeni filme imza atmaya hazırlanıyor.
çok hata yaptım. hangileri?
(gülümsüyor) Yazdığım senaryoların bazıları tuhaftı ve filmi çektikçe içinde kaybolduğumu fark ediyordum. Bir yapımcı bana gelip “Dinle, James, bu iş böyle olmaz!” deseydi çok daha çabuk öğrenebilirdim. Etrafınızdakileri dinlebundan on yıl önce prodüksiyon şir- meyi öğrenmek, aldığınız kararları gözden ketiniz rabbit bandini ‘yi kurdunuz. geçirmeyi bilmek lazım. amacınız neydi, bağımsızlık arayıon yıldır filmler çekiyorsunuz. as şında mıydınız? ı lay dying’e kadar kat ettiğinizi mesafeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir açıdan evet. O sırada sekiz yıldır profesyonel aktörlük yapıyordum. Sektörün kurallarını iyi biliyordum ve bir aktör 2000 yılından beri kendi köşemde filmolarak hangi seviyede olduğumun farkın- ler çekiyorum. Bir çok kısa metraj çektim. daydım. Kameranın arkasına geçme ve As I Lay Dying ise üçüncü uzun metrajım. yönetmenliğe soyunma fikri bir süredir Bugüne kadar 2005’te kendi yazdığım bir aklımdaydı. Sadece nasıl adım atacağımı senaryo olan The Ape’i çektim, ardınbilmiyordum ve yükleyeceği sorumluluk- dan da 2007’de Addiction’ı. Oldukça ların farkında değildim. Bir oyuncu olarak pozitif karşılandılar ama yukarıda bahsetfilm yapımının, yönetmene olduğu kadar tiğim hatalar sonucunda, ortaya kusursuz bana da bağlı olduğunu düşünürdüm. Bu, olmaktan uzak filmler çıktı. As I Lay çalışma tarzımı anlamayan yönetmen- Dying’de durum biraz farklıydı. Nereye lerle bir çok kez tartışmama neden oldu. gitmek istediğimi, en önemlisi de nasıl Haklı ya da haksız olmak beni ilgilendir- gitmem gerektiğini çok iyi biliyordum. miyordu, düşündüklerimi söylüyordum. iki kere üniversiteye yazıldınız. Kamera arkasına geçtiğim zaman ise bir sonuncusu nyu’da sinema okumak takıntı haline geldi. Herşeyin kontrolü için oldu… neden? elimde olsun istiyordum. Ben ve diğerleri vardı. Şef operatörün ya da montajcının diyebilecekleri umurumda değildi. Bir İlk olarak UCLA’de sanat ve edebiyat
okudum. Hala yolumun nasıl oyunculuğa düştüğünü merak ediyorum. Kendimi ileride daha çok bir yazar olarak görüyordum. Muhtemelen içimde bir yerlerde, bir hikayeye bağlı olma isteği, kendimi bir hikayeye kaptırma isteği vardı. Bundan beş yıl önce üniversiteye geri döndüm. Benim belli bir sinema tecrübem vardı ve kendimi bir anda hayatlarında sinema setinde bulunmamış insanlarla bir arada buldum. Hiç kuşkusuz ki kendilerine benim burada ne aradığımı soruylardı! Oysa benim gerçekten bildiklerimi gözden geçirmeye ihtiyacım vardı. Bu derslerden önce kendime güvenim yoktu. As I Lay Dying orada öğrendiklerimin bir meyvesi.
yeltenmedi. Elbette bu imkansızdı anlamına gelmiyor. Örümcek Adam gibi büyük prodüksiyonlarda ya da bağımsız filmlerde bir aktör olarak yaşadığım farklı tecrübeleri bir araya getirdim. Bir film yapmak gerçek bir yatırım istiyor. Ana fikir, beni zorlayacak, kendimi aşmamı gerektirecek bir konu bulmaktı. Faulkner romanında anlatıcı sayılarını arttırıyor yani bir konuya bakış açılarını çoğaltıyor. Bunların her biri için sinematografik bir karşılık bulmaya çalıştım. Filmdeki “split screen” ya da yakın plan efektleri bu farklı bölümleri ifade ediyor. Klasik olarak nitelendirilen bir metinden yola çıkıp, yeni teknolojileri kullanarak yeni bir eser yapmak gerçekten çok keyif verici bir şey.
Neden, sinemaya uyarlanamaz bir yazar olarak görülen Faulkner romanını seçtiniz?
William Faulkner’ın eserinde sizin en çok etkileyen ne olmuştu?
Beni etkileyen şey, romanın normalde Bu kitap, hayatım boyunca yanımda taşıdı- kendi ifade edemeyenlere konuşma ğım bir kitaptı. Kimse bu romanı uyarlamaya hakkı tanıması oldu. As I Lay Dying’in
kahramanları, 20. yüzyıl başlarında Mississippi’de çifçilik yapan insanlar. Dışarıda kendi yörelerinin dilinde konuşuyorlar. Ama içsel monologlarında herşeyin çok daha derin olduğunu fark ediyorsunuz. Faulkner kalemiyle bu insanların hislerine tercüman oluyordu. Benim yönetmen olarak görevim bu anları yakalayabilmekti. Kamera karşısında yakın çekim monologlar kullanacağımı biliyordum. Biraz reality şovlarda kullandıkları tarzdan, bir odaya girip, kamera karşısına geçip, içini döküyorsun. Hoşuma giden diğer nokta ise, eserin yöresel havası. Kitaplarının çoğunda hikaye küçük bir yerde geçiyor. Bu “küçük” dünyaya
27
derinlik ve genişlik veriyor. Herkesin büyüdüğü yere bağlı kaldığını düşünüyorum. Projenin ilk başından beri başrolü oynayacağınız belli miydi? Bugüne kadar bütün uzun metrajlarımda rol aldım. İlk başta, başkasına soramamaktan dolayıydı. Bu film üzerinde uzun zamandır çalışıyorum ve projede yer alan Michael Shannon ya da Paul Dano gibi aktörler de maalesef bu rolü oynayamadılar. İlk başta Joaquin Phoenix’i düşüyordum… (duruyor) Kendisini çok iyi tanıyorum, bazen kontrol etmesi zor olabiliyor!
05.
Bİr pİramİtte yaşamaya ne derSİnİz?
Daha önce modern tasarımlı, mimari harikası evlere rastlamıştık ama böylesini görmemiştik. Meksikalı mimar Juan Carlos Ramos’un Pyramid House adını verdiği projesi ilk bakışta şaşırtıcı gelse de oldukça estetik bir tasarıma sahip. Bir yüzü dev bir cam cepheden oluşan piramit evde iki yatak odası, bir salon, büro, mutfak, banyo ve havuzun yanı sıra bir kayıt stüdyosu ve garaj bulunuyor. Güneş ışınlarını evin tüm katlarına taşıyan cam cephe aynı zamanda evin modern iç tasarımını yansıtıyor. Piramit ev, Firavunlar kadar olmasa da oldukça güzel bir yaşam vaat ediyor.
28
29
06.
“Finans dünyası, acımasız, vicdansız, kuralları olmayan bir dünya”
30
31
Türkiye’de daha vizyona girmemiş olsa da, atmosferini yansıtmış. dünya çapında yarattığı etki bize kadar ulaştı. Filmin yapım aşamasına katıldığınız Elbette Martin Scorsese’nin ve Leonardo söyleniyor… DiCaprio’nun yeni filmi The Wolf of Wall Street’ten bahsediyoruz. Finans dünyasının acımasız kurallarını ve aşırılıklarını konu Evet, danışman olarak. Filmin son sahnealan film gerçek bir hikayeden esinleniyor. lerinden birinde ben de varım, küçük bir Genç yaşta kendinizi bir anda onbinlerce gönderme oldu. DiCaprio’yla üç yıl önce dolar kazanırken bulsaydınız siz ne yapardı- tanıştım. Gerçekten çok mütevazı, toplumnız? Cevaplaması gerçekten de çok zor. Filme sal sorunlarla yakından ilgili biri. Saatler konu olan borsacı Jordan Belfort, Fransız boyunca konuştuk, kendisine aşırılıklarımı, VSD dergisinin konu hakkındaki sorularını korkularımı ve beni kontrol eden şeytanları anlattım. yanıtladı. Scorsese’nin filmi hakkında ne düşünüyorsunuz?
32
Wall Street’e geldiğinizde çömezdiniz, ne uyuşturucu, ne de alkol kullanıyordunuz. Nasıl olur da bir uçtan diğerine kayabiliriz?
Filmi çok çok iyi buldum çünkü “Golden Boy”ları ve gerçekleri çok iyi yansıttığını düşünüyorum. DiCaprio gerçek muhteşem Finans dünyasında çok önemli yere sahip bir bir performans sergiliyor, Scorsese’ye gelir- adamla tanışarak ve yakın arkadaşı olarak. sek, mükkemele yakın bir şekilde zamanın Çok şık bir restoranda yediğimiz bir yemek
sırasında, küçük bir kokain tüpü çıkararak, karşımda kullandı. 25 yaşındaydım ve aptaldım. Yaptığı hareket bana neredeyse sihirli gelmişti. Kendime, onun gibi yaparak benim de öyle biri olabileceğimi söylüyordum. Önceleri kokainle başladım, haftada bir kaç kere ayakta kalabilmek için kullanıyordum, sonra uyuyabilmek için Xanax alıyor, sırt ağrılarım için morfin kullanıyordum. Her gün bir çok değişik madde kullanıyordum. Kendinizi yenilmez mi hissediyordunuz?
yaratıyordum. En büyük düşmanınız neydi? En büyük düşmanım yine bendim. Ama sanırım çevrem benden de kötüydü. Acımasız, vicdansız, doğruları ve kuralları olmayan bir dünyadan bahsediyoruz. Sonsuz bir girdabın içindeydim. Yaptıklarımla her seferinde daha da derine iniyordum. Sizin dünyanızda herşeyin bir fiyatı var, herşeyi satın almak mümkün.
Bu kitabı yazarken, insanların bana hakim olan sesi duyabilmelerini istiyordum. Evler, arabalar, insanlar bile satın alınabiliKendimi yok etmeye iten ve beni tehlikeye yordu, en azından benim çevremde. Satın atan sesi. Burnum pudralı, saatte 1000’le alamadığım kişiler, eşim, çocuklarım ve gergiden bir hayat yaşıyordum. Helikopterimi çek arkadaşlarımdı. kullanırken de, spor arabalarımın direksiyoKitabınızda şok edici sahnelernundayken de aynı şeydi. Bir çok kez kaza d e n b a h s e d i yo r s u n u z . İn s a n l ı k yaptım, belki de ölmem gerekirdi. Fark şu anlayışınızı ve bütün değerleri ki bu olaylar bir tesadüf değildi, bunları ben
33
kaybettiğinizi söyleyebilir miyiz? Borsacılar, bir futbol sahası büyüklüğünde bir açık alanda çalışıyordu. Yüz civarında kadın için neredeyse bin erkeğin olduğu bir ortam düşünün. Hepsi yirmilerindeydi, binlerce dolar kazanıyorlardı ve bir çoğu uyuşturucu bağımlısıydı. Tuvaletlerde, ofis odalarında, asansörlerde, her yerde ilişkiye giriyorlardı… Her ne kadar bu şekilde yetiştirilmiş olmasam da, o zamanlar bu bana harika bir şeymiş gibi geliyordu! Ben, Queens’li orta halli bir ailenin çocuğuyum. Biyoloji eğitimi gördüm, iktisat değil. Bu dünyada yükselebilmek için, yanınızdakinden her zaman daha hırslı ve korkusuz olmalısınız. Doğruyla, yanlış algımız tamamen yok olmuştu. Böyle şeylere karışmış olmaktan ötürü utanç duyuyorum ama 25 yaşındayken yaptıklarımı alkışlıyordum. Wall Street’de olunca değer pusulanız şaşıyor. Sonuç olarak duvara tosladınız… 34
Yirmi iki ay hapis yattım. New York’taki hapishane hücremde, hayatımı ve yaşadıklarımı yazmaya başlayarak kendi iç analizimi yaptım. Bugün kendinizle barışık mısınız? Evet. Hayatımın kadınını buldum. Bir kaç kere düşündükten sonra, eşim Anna bana bir şans daha vermeye karar verdi. Olmak istediğim adam oldum, dikkatli ve şevkatli bir eş, bir aile babası. Bugün çok daha huzurluyum. Hikayenizden nasıl bir ders çıkarabiliriz? Geçmişi değiştiremeyiz. 18 ile 22 yaş arasındaki gençlere kitabımın verdiği mesajları unutmamalarını söylerdim. Motivasyon, hayallerinizin takibi ve kendinizi işinize vermeniz başarının üç anahtarı. Hırslı olmak kötü bir şey değildir. Benim durumumda bu hırs beni yok etti. İşin en ilginç yanı ise, yasaları çiğnememiş olsaydım, bugün muhtemelen çok daha zengin olmuş olurdum.
35
Haftaya görüşürüz:)
12 // OCAK’14
zete