HAFTASONU 12 TEMMUZ 2015

Page 1

12 // TEMMUZ ’15



//

01.

MARK WAHLBERG VE YAKIN DOSTU AYI TEDDY

//

//

02.

SOKAK SANATÇISI PEJAC ASYA TURUNDA

03.

ÜYELERİNİ KAYBEDEN GRUPLAR NASIL DEVAM ETTİLER? //

04.

DÜNYANIN EN PAHALI 10 TABLOSU //

05.

ASİF KAPADİA’NIN OBJEKTİFİNDEN AMY //

06.

BİR ÇİNLİYİ KORELİDEN AYIRT ETME SANATI

Editör: Cem GELGÜN


01.

Mark Wahlberg ve yak覺n dostu Ay覺 Teddy 4


5


6

‘Ayı Teddy’nin birinici bölümünü beğenmiş miydiniz? Hiçbir yere ayrılmayın, Ted’in maceraları ikinci bölümüyle vizyona giriyor. Yönetmenliğini Seth MacFarlane’in üstlendiği, orijinal ismiyle ‘Ted’de küçük oyuncak ayıcığa dünyaca ünlü yapımcı ve aktör Mark Wahlberg eşlik ediyor. Dokuz çocuklu bir ailenin en küçüğü olan Wahlberg, ‘New Kids On The Block’ grubunun üyelerinden biri olan abisinin de yardımıyla, çocukken bulaştığı suç ortamında sıyrılarak önce müziğe, oradan da sinemaya adım attı. Hollywood’un işleyişini çok iyi kavrayan Wahlberg bir yandan ‘Planet Of the Apes’, ‘Italian Job’ ve ‘Transformers’ gibi büyük bütçeli filmlerde oynarken, bir yandan da küçük bütçeli bağımsız filmlerde yer aldı. Entourage gibi büyük başarıya ulaşan televizyon dizilerinin de yapımcılığını üstlenen Wahlberg, Ayı Teddy’nin yeni bölümüyle sadece aksiyon filmlerinde değil, komedi tarzında da başarılı olduğunu gösteriyor. Mark Wahlberg StudioCiné Live ergisinin

sorularını yanıtladı. Yaptığınız filmleri tanıtmak için her zaman seyahat etmeye ve basınla konuşmaya hazır ender aktörlerden birisiniz. Neden? Oynadığım filmleri tanıtmak için seyahat etmek işimin bir parçası. Jack Nicholson, tanıtım yapmadan film çekebilen nadir aktörlerden olsa gerek! Her hafta o kadar çok film vizyona giriyor ki, projenizin minimum bir başarıya ulaşması için basın karşısına çıkmaya ve filminizi tanıtmaya mecbur kalıyorsunuz. Ben iyi filmler yapmaya çalışıyorum. İyi bir film yapmak tanıtım sürecini daha kolay kılıyor çünkü yaptığım işi gururla sunabiliyorum. Geçtiğimiz yıl ‘Transformers: Age of Extenction’ (Kayıp Çağ), bu yıl da Ted 2. Kariyerinizde ilk defa devamı olan filmlerde oynuyorsunuz. Bu sizin kişisel olarak


istediğiniz bir şey miydi yoksa bu yoldan geçmek Hollywood’da tutunabilmek için kaçınılmaz mı oldu? İlk başlarda Ted’in devamının gelebileceğini düşünmemiştik, Transformers’a gelince, hiç düşünmeden kabul ettim çünkü Michael Bay ve ben ‘No Pain No Gain’ filminde oldukça eğlenmiştik. Şimdiden ileride bir bölüm daha çekip çekmeyeceğimizi söyleyemem. Ted 2’de oynamayı kabul ettim çünkü Seth MacFarlane, birinci bölümden daha iyi bir film yapmamızı sağlayacak harika bir fikirle geldi. Genel anlamda içinde bulunduğum projelerin tarzlarını olabildiğince farklı tutmaya çalışıyorum, bu sayede sürekli aynı şeyi yapmamış oluyorum. Ted ve Ted 2 arasında Seth, ‘Yeni Başlayanlar İçin Vahşi Batı’ filmiyle hem seyircilerden hem de eleştirmenlerden kırık not aldı. Bu sizin ona olan güveninizi sarstı mı? Kesinlikle hayır. Seth çok yetenekli biri. Ted 2 için fikirlerini anlattı ve bunun birinciden bağımsız olarak çok iyi bir film ortaya çıkaracağını düşündüm. Eleştirmenlere gelince… bir çok açıdan çok acımasızlar. (gülüyor) Bu noktada takılıp kalamayız. Öncelikle seyircinin ne hissedeceğini düşünmeliyiz. ‘Yeni Başlayanlar İçin Vahşi Batı’yla yaşadığı başarısızlık Ted 2 için ona ilham vermiş görünüyor. Mizah anlayışı çok daha direkt, dolaysız… Bu konuyu Seth’le konuşmadım. Yetnekli bir insan yaşadığı başarısızlıktan sonra iki kat daha güçlü dönmek ister. Seth başarıya ve şöhrete alışık biri. Ama bunu daha çok ona sormak lazım.

7

Ama Ted 2’nin eğlence sektörüne karşı daha kızgın olduğunu fark etmiş olmalısınız,

öyle değil mi? Sorunuzu düşünerek filmi bir daha seyretmeliyim çünkü ben bu açıdan bakmadım. Söz veriyorum Ted 2’yi bir dahaki görüşümde yorumunuz aklımda olacak. Hasbro (oyuncak markası) Transformers’da kötüleri temsil ediyor, Ted 2’de ise iyi bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Markaların günümüzde ekranlarda yer almamaktansa dalga geçilmeyi kabul etmeleri oldukça ilginç bir şey… Evet öyle ama eninde sonunda insanlar bunu düşünüyor olmayacaklar ve filmden sonra markanın ismini hatırlıyor olacaklar. Sonuç olarak istediklerini alıyorlar: seyirci tarafından tanınmak. Çift yönlü bir kariyeriniz var. Bir yandan büyük bütçeli filmlerde oynuyorsunuz, diğer yandan da çok daha fazla disiplin ve özveri gerektiren ‘The Gambler’ ya da yakında vizyona girecek ‘Deepwater Horizon’ gibi filmlerde. Birinci kategorideki filmler diğerlerini mümkün mü kılıyor? Kesinlikle. Eğer büyük bütçeli filmlerde oynamazsanız yapım şirketleri küçük bütçeli filmlerinize yeşil ışık yakmıyor. İkisinin arasında dengeyi bulmak, yeni şeyler denemek ama rekabetçi ve güvenilir olmaya devam etmek lazım. Kariyer seçimlerinizi karşınıza çıkan projelerin yönetmenlerine göre mi belirliyorsunuz? Öyle yaptığım oldu ama sonuç her seferinde beklediğim kalitede olmadı. Her şeye sıfırdan başlamayı ve insanların beni görmek istedikleri filmlere yönelmeyi tercih ettim. Elbette her zaman iyi yönetmenlerle çalışmak isterim. Senaryo ve bana teklif edilen rol her şeyin önünde geliyor.


Peki bir film başarısız olduğunda bunun nedenini anlamaya çalışıyor musunuz? Buna ayıracak çok zamanım olmuyor. Yeniden atınızın üzerine binip yola çıkmanız gerek. Her şeyini verdikten ve film vizyona girdikten sonra bir sonraki projenizi düşünüyorsunuz. Elbette geçmişe bakıp ‘Bunu farklı yapabilirdim’ diyebilirsiniz. Ama hayır, öyle yapmamak lazım. Ted 2 kötülükle duygusallık arasındaki dengeyi çok iyi kuruyor. Bu dengenin hem Amerika’yı hem de sizin sinemada aradığınız şeyi, yani tezatı temsil ettiğini düşünüyor musunuz? Duruma göre… Ama Ted’in birinci bölümünde hoşuma giden şeyin sınırlardaki mizahla duygusallığın bir arada oluşu olduğu doğru. Ted 2’de, eşitlik mesajıyla birlikte bunu yeniden uygulamaya çalıştık. Ted ve Ted 2’de beni çeken şey bu, fimlerin kalbi olduğu sürece mizahta da sınırları zorlayabiliyorsunuz. Bu dengeyi ölçmek için elimde iki çok iyi örnek var: annem ve teyzem. İkisinin de filmlerimi seviyor oluşları bir tesadüf değil. Kötülükle duygusallık arasındaki tezatlığı bilerek mi aradığınızı merak ediyoruz, çünkü ‘The Gambler’ın da merkezinde bu var…

gerekti. Kariyerinizin zirvesine Hollywood patlama yaşadığı ve sinema salonlarının kutsal olduğu dönemde çıktınız. Bugün durum biraz farklı ve dengeler çok hızlı değişiyor. Bir oyuncu ve yapımcı olarak sinema sektörünün yeni dengelerine ayak durmak zor geliyor mu? Hayır… Her zaman bir adım önde olmak lazım. Ekonomik değişiklikler ve DVD piyasasının çöküşüyle, çok yetenekli bir yönetmen nesli için projelerine finansman bulmak çok zor hale geldi. Elbette aralarında, romantik komedileri 5 milyon dolara yapacaklarına 120 milyon dolara yapanlar da vardı! Bir noktada aşırıya kaçmayı bırakmak ve belki de insanlara başarı üzerinden pay vererek ödeme yapmak gerek. Eğer film başarılı olursa sen de ben de daha fazla kazanırız, başarısız olursa ikimiz de az kazanırız. Saçmalamayı bırakmak lazım. Ama ticaret böyle işliyor. Ben biraz daha şanslıydım çünkü bir yapımcı olarak daha az zamana ve daha az paraya sahip olduğunuz televiyon dünyasında kendimi biledim. Televizyon dizileri yapımcı olarak el attığınız ama aktör olarak kendinizi denemediğiniz bir dünya… Şu ana kadar buna imkan bulamadım!

8

Bu tezatlık hoşuma gidiyor ve ilgimi çekiyor. ‘The Gambler’da kaçırdığımız şey belki de… Martin Scorsese’yle ‘Boardwalk Empire’ı (durup düşünüyor) Belki de Rupert Wyatt’ın yaptınız. Önünüzde iyi bir fırsat vardı öyle İngiliz oluşundan ve bazı şeylere aynı açıdan bak- değil mi? mıyor oluşundan olabilir. En başından itibaren karakterimin iyi biri olmaması konusunda hemEvet biliyorum ama sadece ilk bölümü çekti, fikirdik. Sanırım bunun için özür dilemesine onun için ben buna fırsat diyemem. gerek yoktu, hatta ben daha da ileri gidebileceğimizi düşünüyordum. Ama konu tartışmaya açıldı Eğer televizyon dizilerinde oynamak ilgi- belki de yapım şirketinin baskısıyla - ve sonuç nizi çekmiyorsa bunu açıkça söyleyebilirsiniz. olarak karakterimin kişiliğini biraz törpülememiz


Hayır, şu anda en iyi senaryoların televizyonda bulunduğunu düşünüyorum. Ted 2’ye geri gelirsek. ‘Entourage’ nasıl Hollywood’a aşk ilanı ise, Ted 2 de Amerika Birleşik Devletleri’ne bir aşk ilanı gibi… Bu bana Seth için hazırlanmış bir soru gibi geliyor! Hiç de değil… (gülüyor) Peki, sadece fikrinizi belirtiyordunuz yani, öyle mi? Evet öyle diyebiliriz. Yaşlandıkça Amerika’nın neyi temsil ettiğini daha fazla analiz etme, üzerindeki koruyucu katmanı kazıma isteğiniz artıyor mu?

9

Dürüst olmak gerekirse bunu hiç düşünmedim. Benim düşündüğüm tek şey çocuklarımı kendi büyüdüğüm ortamdan farklı bir şekilde büyütmek. Onun için de dediğiniz şeyi düşünmüyorum. Ama söz yapacağım! Bu bir cevap değil ki. Ama sizin kariyerinize de ışık tutuyor. Amerikan kültürü ve Hollywood sizi olduğunuz kişi haline getirdi. Siz de karşılığında çok bariz ’Amerikan’ filmleri yapıyorsunuz ama zamanla, ‘No Pain No Gain’ ve ‘Ted 2’ gibi Amerikan toplumuna eleştirel bakan filmler yapmaya başladınız. Evet doğr u… Ama Amerika’nın ve Hollywood’un beni olduğum kişi haline getirdiğini düşünmüyorum. Ben kendi kendimi oluşturdum.


02. Sokak sanat癟覺s覺 Pejac, Asya turunda 10


İspanyol sanatçı Pejac, Hong Kong, Seul ve Tokyo’ya yaptığı seyahat sırasında, sokaklara kendi imzasını bırakmayı ihmal etmedi. Birçok sokak sanatçısının aksine sadece graffitilerde kullanılan sprey boyayla yetinmeyen ve eline fırçasını da alan Pejac birbirinden güzel ve anlamlı resimler çiziyor. Pejac, Asya turuna çıkmadan önce Istanbul sokaklarına da eserler bırakmıştı.

11


12


13


14


15


16


17


18


19


03.

Led Zeppelin, New Order, AC/DC… Üyelerini kaybettikten sonra nasıl devam ettiler? 1980’de Joy Division’ın küllerinden doğan New Order grubu, on yıllık bir aranın ardından eylül ayında “Music Complete” adlı yeni bir albüm çıkaracağını açıkladı. Albümün çizgisi merakla beklenirken grup, Joy Division zamanında amblematik liderleri Ian Curtis’in ölümüyle sarsılmış ancak dağılmayarak yollarına New Order adıyla devam etme kararı almıştı. Curtis’in ölümünün ardından ayakta kalmayı başaran New Order 35 yıl sonra hala aramızda. Müzisyenlerin genç

yaşta, intihar ederek, uyuşturucudan ya da trajik kazalarda ölümleri, müzikal sahnenin her zaman karanlık bir parçası oldu. New Order yeniden kurulmayı, AC/DC ya da Metallica gibi gruplar kaybettikleri üylerinin eksikliğini yeni bir elemanla kapatmayı başarsalar da, milyonlar için idol olanların yerini hiçbir zaman dolduramayanlar da oldu. Öyle ya da böyle, müzikte Freddie Mercury’nin de dediği gibi tek bir kural var: Show Must Go On.


Sıfırdan başlamak, küllerinden yeniden doğmak 18 Mayıs 1980 tarihinde, Ian Curtis 23 yaşında evinin mutfağında kendini astığında grubu Joy Division büyük bir patlamanın eşiğinde Amerika turnesine çıkmak üzere hazırlanmaktaydı. Curtis’in ölümüyle grup bir anda ruhundan ve yaratıcı beyninden yoksun kaldı ancak diğer elemanlar pes etmemekte kararlıydı. Trajik ölümün üstünden birkaç hafta geçmişti ki gitarist Bernard Sumner mikrofonu eline aldı ve Joy Division’ın diğer üyeleri Peter Hook (bas gitar) ve Stephen Morris’la (davul) birlikte ( yanlarına klavyede Gillian Gilbert’i de alarak) New Order’ı kurdular.

35 yıl sonra, bir iki değişikliğe rağmen (Peter Hook 2007’de ayrıldı) hala ayaktalar ve Joy Division’un gölgesi olmaktan uzak, son derece önemli ve saygıdeğer bir grup haline geldiler. Aynı çizgide, ‘What I Got’ ve ‘Santeria’ gibi şarkılarıyla ünlü Kaliforniya’lı rock ska grubu Sublime da 1996 mayısında grubun lideri Bradley Nowell’in ölümüyle sarsıldı. Nowell’in 28 yaşında bir turne sırasında uyuşturucudan ölümünün ardından Sublime’ın diğer üyeleri ‘Long Beach Dub All Stars’ adlı yeni bir grup kurdu ve Sublime çizgisinde listelerde bir numaraya oturan iki albüm çıkardı.


Sayfayı çevirmek

22

Herkes New Order’ın gücüne ve azmine sahip olmayabilir. Grunge tarihinin ve daha genel anlamda müzik tarihinin en önemli gruplarından Nirvana’nın solisti Kurt Cobain’in 1994’te ölümü tüm hayranlarını ve müzik dünyasını yasa boğdu. Basçı Kris Novoselik ve davulcu Dave Grohl son derece kaliteli müzisyenler olsalar da Nirvana’ya Cobain’siz devam etmek düşünülemezdi. Cobain müzik efsanlerinin arasına katılırken, Novoselic ve Grohl sayfayı çevirerek kendi yollarına gitmeyi tercih ettiler. Dave Grohl bugün, günümüzün en başarılı rock gruplarından Foo Fighters’ın solisti ve gitaristi. Novoselic ise genç gruplar için yapımcılığa soyundu. Üyelerinin ölümünün ardından

dağılmayı ve kendi yoluna gitmeyi tercih eden gruplar arasında The Dirty Dozen (Eminem’in grubu), Snot, Hanoi Rocks ve The Carpenters gibi isimler var. Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi metal gruplarından Pantera’nın gitaristi Dimebag Darrell’ın, davulda yer alan kardeşi Vinnie Paul’le gruptan ayrıldıktan sonra kurdukları Damageplan ise trajik bir sona sahip. İlk albümlerini çıkardıktan sonra Ohio eyaletinde verdikleri bir konser sırasında akli dengesi yerinde olmayan ve Pantera’nın dağılma nedenini Dimebag Darrell’a yükleyen bir hayran ünlü gitariste sahnede kurşun yağdırdı. Darrell’la birlikte 4 kişi hayatını kaybederken, Damageplan bir daha sahne almadı.


Ne olursa olsun devam etmeliyiz

23

Bir üyenin ölümü bir çok grup için yeni bir başlangıcın, adına yazılmış şarkıların ve devamında gelecek başarıların habercisi oldu. The Pretenders ve Pennywise gibi gruplar üyelerinin ardından yollarına devam etmeyi başardılar. Müzik tarihinin en önemli gruplarından Metallica, 1985’te yayınlanan Master Of Puppets albümünün ardından çıktıkları İskandinavya turnesi sırasında geçirdikleri trafik kazasında basçıları Cliff Burton’un ölümüyle sarsıldı. Tur otobüsü buzlu yolda kayarak yoldan çıkmış ve Burton hayatını kaybetmişti. Rivayete göre Cliff Burton’un bulunduğu yatak için James Hetfield ve Burton yazı tura atılmış ve ‘kazanan’ Burton olmuştu. James Hetfield yıllar boyunca en yakın dostunun ölümünden

kendini sorumlu tutsa da grup yoluna devam etme kararı aldı ve gruba basçı Jason Newsted’ı dahil etti. Devamında ise And Justice For All… ve Metallica - nam’ı diğer Black Album geldi. Bu kategoriye girecek diğer bir grup ise Avustralyalı rock grubu AC/ DC. 1980 yılında kariyerlerinin zirvesindeyken grubun şarkıcısı Bon Scott’un ölüm haberi geldi. Tiz sesi ve çığlıklarıyla tanınan Scott’un yerine birini bulmak hiç de kolay olmayacaktı ancak Geordie grubunun solisti Brian Johnson, Angus ve Malcolm Young kardeşlerin imdadına yetişti. Brian Johnson’la kaydedilen ilk albüm olan Back in Black, bugün Mickael Jackson’un Thriller albümünün ardından ‘tüm zamanların en çok satan albümü’ sıralamasında ikinci sırada (50 milyon satış)


24


25


Efsaneyi yaşatmak

26

Efsane olmak ve bu efsaneyi yaşatmak için herşeyden önce tapılan, kült bir grup olmak gerekir. Bu tanımlama Led Zeppelin ve kendisi başlı başına efsane olan John Bonham için geçerli. Stairway To Heaven, Dazed and Confused gibi parçalara imza atan ve çok az gruba nasip olan bir kariyerin ardından 1979 yılında ‘In Through The Outdoor’ albümünü çıkaran grup bulundukları zirveden yumuşak bir inişe başlamıştı. 25 Eylül 1980’de davulcu John Bonham’ın (rivayete göre 40 shot vodka içtikten sonra) ‘beklenmedik’ ölümünün ardından grup üyleri Led Zeppelin’e nokta koymaya karar verdiler. Jimmy Page, Robert Plant ve John Paul Jones solo kariyerlere yönelseler de bir yerlerde John Bonham’ın ruhu hala yaşıyordu ve Led Zeppelin hiç bir zaman tam anlamıyla ölmedi. Plant ve Page 1990’larda ve 2000’lerde No Quarter gibi farklı projelerde bir araya gelseler de üçlüyü yeninde bir arada görmek için 2007 yılını beklemek gerekti. Ahmet Ertegün’ün anısına

verilen konserde sahneye çıkan üçlü daha sonraki yıllarda Londra’da bir seri konser verdi. Davulda ise efsanenin oğlu Jason Bonham vardı. Diğer bir yaşayan efsane ise hiç kuşkusuz ki şarkıları dillerden düşmeyen Freddie Mercury’li Queen. Freddie Mercury’nin 24 Kasım 1991 günü AIDS’ten ölümü tüm dünyayı yasa boğdu. Mercury’nin anısına 1992’de Wembley stadında verilen konsere yüzbinler akın etti. Robert Plant, James Hetfield, Roger Daltrey, David Bowie, Annie Lennox, Elton John ve George Michael gibi dünyaca isimler sahnede Queen’in parçalarını seslendirmek için Brian May, John Deacon ve Roger Taylor’a eşlik ettiler. Mercury ölmeden önce yapılan bazı stüdyo kayıtları sonradan albüm haline getirilerek yayınlansa da Queen bir daha yeni albüm çıkarmadı. Freddie mercury ise herkesin kalbinde yaşamaya devam ediyor. Öyle ya da böyle, müzikte Freddie Mercury’nin de dediği gibi tek bir kural var: Show Must Go On


Yerleri hiçbir zaman doldurulamayanlar ve inişe geçenler

27

Bir üst kategoride yer alan gruplar gibi, ne olursa olsun devam etmeliyiz felsefesini benimseyen ama kaybettikleri üyelerin yerlerini hiçbir zaman dolduramayan ve devamında büyük bir düşüş yaşayan gruplar oldu. Bunlardan en ünlüsü hiç kuşkusuz ki Jim Morrisson’un ölümünün ardından devam etmeye çalışan The Doors. Morrisson’un Paris’teki ölümü, otopsi yapılmadan Pêre Lachaise mezarlığına gömülmesi birçok komplo teorisini beraberinde getirdi. Grup üyeleri Morrisson’suz devam etmeye çalışıp Other Voices (1971) ve Full Circle (1972) adlı iki albüm piyasaya sürse de albümler başarısız oldu ve The Doors’a dağılmaktan başka çare bırakmadı. 1978 yeniden bir araya

gelerek Morrisson’un kaleme aldığı şiirlerden oluşan ‘An American Prayer’ adlı bir albüm yapsalar da, hayranların ilgisi oldukça düşük kaldı ve grup yeniden dağıldı. Davulcularını kaybeden The Who (Keith Moon), Toto (Jeff Porcaro) ve Kiss de (Eric Carr) yola devam etme seçeneğini benimseseler de hiçbir zaman aynı parıltıyı yakalayamadılar ve düşüşe geçtiler. 1980 ve 1990’ların önemli gruplarından INXS’in solisti Michael Hutchence’ın 1997 yılında ölümünün ardından grup üyeleri yeni solist arayışını bir televizyon programı haline getirdi ve ardından bir dünya turnesine çıktı ancak grup Hutchence’ın yerini hiçbir zaman dolduramadı ve 2012’de sessiz sedasız dağıldı.


04. Dünyanın en pahalı 10 tablosu 19. ve 20. yüzyılın en önemli ressamlarının fırçalarından çıkan tablolar değerlerine değer katarak her geçen gün daha da yüksek fiyatlara el değiştiriyor. Sanat piyasası uzun yıllardır belli bir dengede ilerlerken, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar’ın zengin şeyh ve prenslerinin, futbolda olduğu gibi sanatta da oyuna dahil oluşu fiyatların bir anda yükselmesine neden oldu. Van Gogh’un, Klimt’in, Renoir’ın ya da Picasso’nun tabloları bugün artık 150 milyon euronun üzerinde alıcı buluyor. İşte sanat tarihinin en pahalı 10 tablosu. Kazanan ise… 28


1 - Paul Gauguin Quand te maries-tu? (1892) 300 milyon dolar (Katar Foundation)

29


2 - Paul CĂŠzanne Les joueur de cartes (1892) 273 milyon dolar (Katar Kraliyet ailesi)

30


3 - Jackson Pollock - No.5 (1948) - 165 milyon dolar

31


4 - Willem de Kooning - Woman III (1953) - 162 milyon dolar 32


5 - Pablo Picasso - Les Femmes d’Alger (1955) - 161 milyon dolar

33


6 - Pablo Picasso - Le RĂŞve (1932) - 158 milyon dolar

34


7 - Gustave Klimt - Adele Bloch Bauer (1907) - 158 milyon dolar

35


8 - Vincent Van Gogh - Portrait of Doctor Gachet (1890) - 151 milyon dolar 36


9 - Franxis Bacon - Three Studies of Lucien Freud (1969) - 145 milyon dolar

10 - Auguste Renoir - Bal du moulin de la Galette (1876) - 143 milyon dolar 37


05.

AsIf KapadIa’nın objektifinden AMY 38


39


40

“Back to Black” ve “Rehab” gibi şarkılarıyla tanı- için de aynı şey oldu, beni aradılar ve Senna haknan Amy Winehouse’un beklenmedik ölümünün kında bir belgesel yapmak isteyip istemeyeceğimi üzerinden dört yıl geçti. Caz dünyasından gelen sordular. Senna belgeselinden sonra bir çok tekve çıkardığı ‘soul’ albümlerle kısa sürede herkesin lif geldi, özellikle de sporla ilgili, ben bu yönde gönlünü fetheden Amy Winehouse, karışık özel ilerlemek istemiyordum. Başka bir şey arzuluyorhayatı ve tabloid basının bunaltıcı ilgisi karşısında dum. Londra Olimpiyatları’yla ilgili kısa bir film uyuşturucu ve alkol bataklığına sürüklenerek hazırladım, uzun zamandır Londra’da çekim yap27 yaşında karanlığa adım attı. 2010’da vizyona mamıştım. Amy Winehouse’un hayatını konu giren ve ünlü Formula 1 pilotu Ayrton Senna’ya alacak bir “biopic” için aradıklarında aklım ve kaladan ‘Senna’ belgeseliyle tanınan Hint asıllı İngiliz bim zaten Londra’daydı ve hiç düşünmeden kabul yönetmen Asif Kapadia’nın hazırladığı AMY bel- ettim. ‘Ev’imde çalışma fikri hoşuma gitti. Ayrıca geseli 8 Temmuz’da vizyona girdi. Kapadia, daha Amy’nin on yıl boyunca yaşadığı evin yakınlarında önce yayınlanmamış görüntülere ve kayıtlara yer oturuyorum. Senna başka bir gezegenden gelen bir verdiği belgeselde, sanatçının çarpıcı bir portresini ‘süperstar’dı. Amy’de ise ‘girl next door’ yani yan çiziyor. Asif Kapadia Teaser dergisi için belgeseli kapının kızı havası vardı, bizden biriydi. Ben de, dört soruda özetledi… okula birlikte gitmiş olabileceğim birine adanmış bir film yapmanın ilginç olabileceğini düşündüm. Amy belgesilini çekmek sizin fikriniz değildi. Yaptığım araştırmaların sonucunda, ileriki yıllarda Yapımcılar kapınızı çaldı… Amy’nin bazı okul arkadaşlarıyla aynı derslere girdiğimi, Amy’nin de benim bazı okul arkadaşlaYaptığım filmlerin büyük bir çoğunluğu bana rımla beraber takıldığını keşfettim. Benim Amy’le teklif edilen filmler oluyor. Böyle bir durumda tanışma fırsatım olmadı, konserlerine de gidemeherşey daha tutkulu oluyor çünkü her adımınız dim. Müziğini zaten seviyordum ama Amy’nin projeyi kişiselleştiriyor. Ayrton Senna belgeseli hayatı hakkında detaylar öğrenmeye başlayınca,


41


ona karşı hayranlığım daha da arttı. Önceleri Amy’nin hakkında ne düşünürdünüz? Onu mutsuz biri olarak görürdüm. Ölümü beni şoka uğratmadı. Bunun bir gün olacağını biliyordum. Nasıl olur da 27 yaşında genç bir kadın bu noktaya gelebilir? Kendime, “bu filmi, nasıl ve neden böyle bir şeyin yaşandığını anlamak için de yapıyorum” dediğimi hatırlıyorum. Bu sorunun cevapları sanırım biraz da Amy’de saklı. Bilgiler elde etmek için izlediğim yol bir detektifin takip edeceği yoldan çok farklı değildi. Bir yönetmenden çok, bir gazeteci gibi hareket ettim. Onu tanıyan insanlar bulmam, onlarla konuşmam ve onların da bana güvenmesi gerekti. İnsanların bana beş dakika bile olsa zaman ayırabilmeleri için, zamanımı mailler ve SMS’ler atarak geçirdim. O beş dakikaya insanların, Amy’ye zarar verecek, aşağılayacak ya da tabloid gazeteleri tarzında bir film yapmayacağımı anlamaları için ihtiyacım vardı. Gerçeğe olabildiğince yaklaşan ve neler olduğunu anlamamızı sağlayacak bir film yapmak istiyordum. Amy Winehouse 2011 yılında öldü, bir belgesel yapmak için biraz erken değil mi?

42

Teklif geldiğinde ben de kendime aynı soruyu sordum. Ancak film üzerinde ilerledikçe Amy’nin ne kadar da günümüz dünyasına hitap ettiğini ve ait olduğunu anladım. Amy’den bahsetmek için 20 yıl beklemek doğru olmazdı. Amy’nin başına gelenler o anlık bir şey değildi. Londra’da sohbet ettiğim gazeteciler bana, “Amy’ye olanlar şu anda başkalarının başına geliyor” diyordu. Ayrıca, belgeselde yer alan ve anılarını paylaşan bir çok kişi için konuşmak, içlerini dökmek onlara bir terapi gibi geldi. Bugün otuzlarında olan bir çok kişi, Amy’nin çocukluk arkadaşları, o zamanlar gördükleri ya da yaşadıkları şeylerden çok etkilenmiş, sarsılmışlardı. Kimse onlara inanmıyor, onları

dinlemek istemiyordu. Onlar, Amy’nin ölümünün ardından gelen kaosun içinde sıkışıp kalmış bir grup arkadaştı. Film bir çok zor konuya değiniyor: bağımlılıklar, depresyon, akıl hastalıkları, sanatsal yaratıcılık ve günümüz dünyası. Umarım ‘AMY’ (filmden bahsediyor) çağımıza ayna tutuyordur ve şöhretle başarının hayatta herşey olmadığını gösteriyordur. Film açıkça ikiye bölünmüş durumda ‘Rehab’ öncesi 60 dakika ve ‘Rehab’ sonrası 60 dakika.


Filmin strüktüründen daha detaylı bahsedebilir misiniz?

43

Filmin strüktürünü şarkılar belirledi, kurguya ve anlatıma yön veren onlar oldu. Bu açıdan AMY bir müzikal komediye benziyor. Şarkıların filmin içinde akıcı bir şekilde ve kendiliğinden gelmelerini sağlamak lazım. Amy şarkılarını öyle bir şekilde yazıyordu ki, iç dünyasını, yaşadıklarını, hissettiklerini çok iyi yansıtıyordu. Ayrıca Amy’nin sadece iki albüm yapmış olma durumu da var, birinci

albüm İngiltere dışında pek ses getirmedi. Onun için de Amy’nin kariyerinin başlangıcı birçok insan için bilinmezliklerle dolu. Filmde çok şey öğreniyoruz: mesela Amy’nin çok iyi bir caz şarkıcısı ve çok yetenekli bir müzisyen olduğu gibi. Bu sayede, kariyeri patladıktan ve şöhrete kavuştuktan sonra ne kadar değiştiğini anlamak daha kolay oluyor. İnsanların tanıdığı Amy, bana göre gerçek Amy’nin sadece soluk bir gölgesi gibi. Bütün bu makyaj ve hafif kışkırtıcı giysiler, aslında gerçek sorunları saklayan bir maske gibiydiler.


06.

Bİr Çİnlİyİ Korelİ’den, Korelİyİ Japon’dan ayırt etme sanatı

44

Ülkü ocakları mensuplarının, Çin’de Uygur Türkleri’ne yapılan zulmü protesto etmek için düzenledikleri yürüyüşler sırasında yoldan geçen herhangi bir çekik gözlü insanı Çinli zannederek gerçekleştirdikleri saldırılar ve linç girişimleri tehlikeli bir boyuta ulaştı. İstanbul’da Türkler tarafından işletilen bir Çin lokantasının camlarının

kırılması ve üstüne üstlük Uygur Türkü olan aşçının dövülmesinin yarattığı traji-komik durum, Topkapı Sarayı’nın önünde Koreli gruba yapılan saldırı ve son olarak da Taylandlı bir kadının Ankara’da konsolosluk yakınlarında tartaklanması dünya basınında geniş yer buldu. Son olarak MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin saldırıları


bir Çinliyi de bir Koreli’den ya da Japon’dan ayırt etmek bir o kadar zordur, buna kimsenin itirazı olamaz. Ancak nasıl biz Avrupa seyahatindeyken kendi insanımızı 100 metre öteden tanıyabiliyorsak, bir Afrikalı Afrika toplumlarını bir Asyalı ise farklı Asya toplumlarını kolaylıkla ayırt edebilir. Çinlileri, Koreliler’den ve Japonlar’dan ayıran özelliklere geçmeden önce, Avrupa ve Afrika (ve Güney Amerika’da) olduğu gibi Asya’da da asırlar boyunca yaşanan göçlerin sonucunda karışımların gerçekleştiğini ve aşağıda okuyacağınız - ve Asyalıların kendi bloglarından alıntı olan - bilgilerin kaba bir genellemeden ibaret olduğunu belirtmekte yarar var. Göz ve ten farkı

gerçekleştirenleri savunurcasına sarf ettiği “Koreli Çinli, ikisi de çekik göz fark eder mi efendim?” sözleri pastanın üzerine çilek oldu.

45

Nasıl bir Almanı, bir Polonyalı’dan ya da bir Rus’tan, bir İspanyolu bir İtalyan’dan ya da Portekizli’den, bir Senegalli’yi bir Kamerunlu’dan, ya da bir Şilili’yi Perulu’dan ayırt etmek zor ise,

Çinlileri diğer iki toplumdan ayıran en önemli ve bariz özellik gözleri ve ten renkleridir. Çinliler çekik ve ‘çizgi’ gözlere sahipken Japonlar ve Koreliler - çekik olmakla beraber - daha yuvarlak, badem şeklinde gözlere sahiptirler. Çinliler’de göz kapakları çok daha gerginken diğer iki ırkta ise hafif bir katman mevcuttur. 1,5 milyarlık nüfuslarıyla dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip Çinliler daha koyu (sarı dememek için) bir tene sahipken, Japonlar ve Koreliler oldukça beyaz bir tene sahiptirler. Ayrıca, Çinlilerin yüz hatları daha sert , Japon ve Korelilerin daha yumuşak ve yuvarlaktır. Japon çizgi film karakterlerinin Avrupalı hatlara özendikleri düşünülebilir ancak sadece kendi toplumlarının fiziksel stereotipinin, gerçekten çok da uzak olmayan, abartılmış halidir. Çinlileri Koreli ve Japonlar’dan ayıran fiziksel özellikler de sadece bundan ibarettir. Daha doğru bir tahmin yapmanızı sağlayacak diğer unsurlar ise dış etkenlerdir. Ortalama bir Çinli, belki de komünist geçmişinden dolayı, daha sade giyinirken, Japonlar ve Koreliler - özellikle de genç nesil - çok daha çılgın kıyafetleri ve renkli saçlarıyla öne çıkarlar. Çinceyi Japonca’dan ayırt etmek zor olabilir ama iki dil arasında ciddi tonlama farkı var. Çince, müzikal


tabirle aynı cümle içinde oktav atlarken, Japonca çok daha sert ve düz bir tonlamaya sahiptir. İki dili birbirinden ayırabilmek için biraz olsun kulak aşinalığı gerekir. Hala bu üç toplumu birbirinde ayıramıyorsanız, yapılacak en doğru şey pasaportuna bakmak olacaktır. Şansınızı testlerle deneyin

46

Tüm bu bilgiler ışığında artık ilk testleri geçmeye hazırsınız. İnternette ‘allloksame.com’ (3 L ile) ve ‘japochi.com’ siteleri size eğlenceli testler sunuyor. Birinci sitede, mail adresini girmeye gerek kalmadan, bir dakikada üye olarak test

sayfasına ulaşıyorsunuz. Site sizden 18 fotoğraf arasından ‘Çinli’, ‘Japon’ ve ‘Koreli’leri bulmanızı istiyor. Hiçbir dış etkenin yer almadığı portre fotoğraflar bazı tuzaklar içeriyor. İkinci site i s e ‘ Ja p o n’ v e ‘Çinli’den oluşan iki şık sunuyor ve bir sonraki fotoğrafa geçmek için doğru cevap vermeniz gerekiyor. Testleri gerçekleştirdik ve birinci sitede (alllooksame.com) 18 soruda birinci denemede 6, ikinci denemede ise 8 doğru cevaba ulaştık. İkinci sitede ise (japochi. com), fotoğraftaki kişinin suratına bakmadan edinilebilen ipuçları ve biraz da şansın yardımıyla arka arkaya 8 doğru cevap verebildik. Aynı sitede Fransızlar ve Ruslar içinde bir test var. İki ülke birbirine bir hayli uzak olsa da, göreceksiniz iki milleti birbirinden ayırt etmek hiç de kolay değil. Siz siz olun genellemelerden ve her çekik gözlüyü Çinli zannetmekten uzak durun.


47


Haftaya görüşürüz:)

12 // TEMMUZ ’15

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.