18 // MAYIS’14
zete
//
01.
KÜRESEL ISINMANIN MÜMKÜN KILDIĞI 10 ARKEOLOJİK BULUŞ
//
02.
//
03.
//
//
//
PORSELEN HEYKELLERİN DÖVMELİ HALİ
TOMMY LEE JONES, HOMESMAN’LE CANNES’DA
04.
VENEDİK’İ KURTARACAK ÇILGIN PROJE
05.
GABRIEL PICOLO’DAN GÖZ KAMAŞTIRICI MANGA RESİMLERİ
06.
ALAIN PROST SENNA’YI ANLATIYOR
Editör: Cem GELGÜN
01.
Küresel ısınmanın mümkün kıldığı 10 arkeolojik buluş
Gezegenimizin dengelerini alt üst eden, sıcaklık artışına, buzulların erimesine, fırtınalara ve sellere neden olan küresel ısınmanın, en azından bir tane pozitif yanı var, arkeolojk buluşlar. Alpler’de ya da kuzey Avrupa dağlarında erimeye başlayan buzullar bilim insanlarını alarma geçirse de, arkeologların avuçlarını ovuşturmasına neden oluyor. Tahmin edebileceğiniz gibi, yüzlerce, binlerce yıldır var olan buzullar eridikçe altından, bunca zaman özenle korunmuş, tarihe ışık tutan nesneler, bitkiler ya da cesetler çıkabiliyor. Arkeologlar ise, paha biçilmez bir değere
sahip bu nesneleri, güneşe ve açık havaya kurban vermeden bulmaya çalışıyor. 30.000 yıllık öldürücü bir virüs Binlerce yıllık tohumlardan çiçek üretmeyi başaran biliminsanlarından ilham alan iki Fransız biyolojist, Jean-Michel Claverie ve Chantal Abergel, aynı deneyin canlı organizmalarla mümkün olup olmadığını görmek için bir virüs arayışına girdiler. Buzullardan topladıkları kalıplarda 30.000 yıllık bir virüse rastlayan ikili, mikroskoplarına baktıklarında,
sadece virüsün canlanmasını izlemekle kalmadılar, aynı zamanda virüsün çevresindeki tek hücreli bakterilere bulaştığını ve onları yok ettiğini fark ettiler. Buldukları 30.000 yıllık virüsün, boyuyla ve işleyişiyle tanıdık virüslerden oldukça farklı olduğunu söyleyen Claverie ve Abergel çifti, organizmanın insanlara bulaşmadığını belirttiler. Peki buzulların erimesiyle ortaya çıkacak, bağışıklık sistemimizin tanımadığı ve insanoğlu için tehlike teşkil edecek, ölümcül bir virüs bizi bekliyor olabilir mi?
I. Dünya Savaşı’nda savaşmış askerler ve mühimmatları Birinci Dünya Savaşı sırasında İtalya ve Avusturya Macaristan sınırı oldukça sert çarpışmalara sahne oluyordu. Alplerin hakim olduğu dağlık alanlarda karşı karşıya gelen iki ülke askerleri sadece düşmanla değil aynı zamanda zorlu doğa koşullarıyla mücadele etmek zorundaydı. “The White War” (Beyaz Savaş), olarak adlandırılan muharebeler binlerce askerin ölümüne yol açmıştı. Bugün, eriyen buzullar, savaş sırasında ölmüş
askerlerin cesetlerini ve yanlarında taşıdıkları eşyaları gün yüzüne çıkarıyor. 2003’te, İtalya’nın kuzeyindeki Trentino bölgesinde, 3.000 metre yükseklikte, arkeologlar 200’ün üzerinde nesneye ulaştılar. Küçük bir asker grubunun burada kaldığını anlayan arkeologların buluşları arasında, 10kg ağırlığında mühimmat kutuları, silahlar, kıyafetler, mektup ve günlükler ve son olarak da 10 İtalyan askerinin cesedi vardı. Buzullarda Roma kalıntıları Tarihçi ve arkeologlara göre, İtalya Alpleri’nde bulunan Schnidejoch geçidi, 6.000 yıldır insanlar tarafından Güney Avrupa’dan Kuzey Avrupa’ya geçişte kullanılıyordu. Neolitik çağdan günümüze, Akdeniz havzasındaki halkların kuzeye doğru ilerlemesine olanak veren Schnidejoch bölgesi, daha keşfedilmemiş bir çok sır saklıyor. Buzullar eridikçe, arkeologlar zamanda geriye doğru gidebiliyor. Bugüne kadar ortaya çıkan en önemli buluşlardan biri de Roma dönemine ait, 1.800 yıllık eşyalar ve sikkeler. Arkeologların bulduğu eşyalar arasında yelekler, pelerinler, at nalları, mızraklar ve paha biçilmez sikkeler var. Yapılan arştırmalar, Schnidejoch’a yakın olan bölgenin, Romalılar tarafından bir kamp olarak kullanıldığı, geçitten geçeceklerin burada konakladığını ortaya koydu.
6
geleceğiz) daha eski olan bu ayakkabı, Kuzey Avrupa’da yaşayan halklar hakkında da bilgi veriyor. Büyük bir ustalıkla yapıldığı gözlemlenen ve kusursuz bağlara sahip deri ayakkabı, dünya üzerinde keşfedilen en eski ‘kıyafet’lerden biri. Bin yıllık at mumyası
Norveç’teki Lenbreen buzulu çevresinde yapılan diğer bir arkeolojik buluş ise, günümüzde nesli tükenmiş bir at cinsine ait kalıntılar oldu. Çevrede 1.000 yıllık at dışkısına ve nallara rastlayan arkeologlar, bulgulardan yola çıkarak at iskeletlerine ulaşmayı umdular. Bronz çağından kalma deri ayakkabı Yapacakları keşif, beklentilerinin de üzerinBinlerce yıllık tarihe ev sahipliği yapan diğer deydi. 2013 Ağustos’unda Lendbreen’de bir yer de Norveç’teki Lendbreen buzulu. çalışmalara başlayan arkeologlar, sadece ren Bir çok farklı döneme ait kalıntılara rastla- geyiklerinin bulunduğu bir irtifada, kusurnan Lendbreen bölgesinden çıkan en önemli suz bir şekilde korunmuş bir at mumyasına nesne hiç kuşkusuz ki binlerce yıl öncesinde ulaştılar. Oldukça küçük bir vücuda sahip, kullanılan deri bir ayakkabı. Kuzey İtalya’da yetişkin at, dahi önce İzlanda’da rastlanıbulunan Buz Adam Ötzi’den (birazdan lan, nesli tükenmiş bir cinse aitti. Kalıntıları
7
inceleyen arkeologlar, bölgede yaşayan halk- havlu atan Mallory, 1924 yılında bu sefer ların, avladıkları ren geyiklerini at sırtında yakın dostu Andrew Irvine eşliğinde şansını bir daha denedi. Hayalini gerçekleştirmek taşıdığına kanaat getirdiler. ve Everest’in zirvesine çıkan ilk insan olmak George Mallory, Everest’e tırmanan ilk için yola çıkan George Mallory ve Andrew Irvine, Everest’in kuzey yüzünde başladıkları insan mıydı? yolculuktan geri dönemediler. 1999 yazında, Arkeologlar ya da dağcılar her zaman hoş Mallory’nin izinde yola çıkan Amerikalı dağcı sürprizlerle karşılaşmayabiliyor. Buzullar, grubu 8290 metrede, Mallory’nin 75 yıl tarihe ışık tutan kalıntıların dışında, zirveye boyunca karlar tarafından korunan cesedine ulaşmaya çalışırken, hayatını kaybeden ve ulaştı. Mallory’nin hikayesinin efsaneleşmebir daha geri inemeyen dağcıların vücutla- sine neden olan buluş, Mallory’nin zirveye rını da barındırıyor. Bugüne kadar Everest’in eteklerinden 300’e yakın anonim dağcının cesedi bulundu ama aralarında öyle biri var ki, dağcılık tarihi için büyük bir anlam taşıyor. 1920’li yılların başında, Everest’e tırmanmak için Nepal’e gelen İngiliz dağcı George Mallory, dünyanın zirvesine tırmanmadan önce diğer zirvelere teker teker ulaşan ve Himalaya’ların haritasını çizen ilk kişi olmuştu. 1922’deki Everest denemesinde, 7 şerpanın çığ düşmesi sonucu ölümü üzerine
ulaşıp ulaşmadığı tartışmasını da beraberinde getirdi. Bir kısım uzman, Mallory’nin zirveye 600 metre kala oksijensizlikten öldüğünü belirtirken, diğerleri ise bulguların Mallory’nin dönüş yolunda olduğunu gösterdiğini belirtiyor. Kanıt yetersizliği bu soruyu cevapsız bırakırken, Everest’in zirvesine tırmanan ve geri inen ilk insan ünvanı halen Sir Edmund Hillary ve Tensing Norgay’de bulunuyor. Kazadan 46 yıl sonra ortaya çıkan diplomatik valiz, pırlantalar ve zümrütler Avrupa’nın en yüksek zirvesi Mont-Blanc’a ev sahipliği yapan Fransa’daki Chamonix kasabası, geçmişte iki önemli uçak kazasına sahne oldu. 3 Kasım 1950’de Air India’ya ait bir pervaneli uçağın Mont Blanc yakınlarında düşmesi 48 kişinin canına malolurken, on altı yıl sonra, 24 Ocak 1966 tarihinde yine Air India’ya ait Boeing707, Chamonix yakınlarında, Mont Blanc’a bir kilometre misefade Bosson buzuluna çakıldı. Kurtarma ekipleri, kilometrekarelerce büyüklükte bir alana yayılan parçarları indirirken, doğa görevini
8
yaparak geriye kalanları buzla kaplamıştı. Son 20 yılda küresel ısınmanın ve yumuşak geçen kışların sonucu gerileyen Bosson buzulu, kazadan yıllar sonra bu parçaları açığa çıkarmaya başladı. 29 Ağustos 2012 tarihinde buzulda tırmanış yapan bir turist grubu, kayalıklarda gördüğü parlak bir parçayı rehberlere bildirdi. Dağcılar olay yerinde, uçak parçalarının yanında bir de diplomatik valiz buldular. İçinde ‘Diplomatik belge’ ve ‘Hindistan Dışişleri Bakanlığı’ yazılı belgeler bulunan çantada ayrıca, kazadan iki gün önce damgalanmış, üzerinde Hindistan New York Konsolosluğu’nun adresinin yer aldığı zarflar vardı. Air India uçağıyla ilgili buluşlar bununla sınırlı kalmadı. Geçtiğimiz yılın eylül ayında Bosson buzulunda tırmanış yapan genç bir dağcı, rüyalarında göremeyeceği bir buluşa imza attı. Tırmanışı sırasında kayaklıkların arasında bir çanta bulan genç dağcı, içinde elmasların, zümrütlerin ve değerli taşların bulunduğu 250.000 euroluk bir hazineye bakıyordu. Çantayı jandarmaya teslim eden ve anonim kalmayı tercih eden genç dağcı, Fransa’da günün konusu oldu. Yetkililer tarafından tebrik edilen şahıs,
9
sahipleri bulunmadığı taktirde değerli taşla- Buz Adam Ötzi rın sahibi olacak. Eriyen buzullarda yapılan keşiflerden en popüleri hiç kuşkusuz ki Buz Adam Ötzi. Theodul Geçidi’nde katırıyla ölen adam 1991’de iki Alman turist tarafından bulu1985 yılında, İsviçre Alplerinde bulunan nan Ötzi 5300 yıllık yaşı ile bulunan en eski Theodul buzulu yakınlarında gezintiye çıkan mumyalardan biri olmasının yanı sıra, Bronz kayak öğretmeni Annemarie Julen-Lehner, Çağı’nı daha iyi anlamamız için de değerli karın içinde kemik parçalarına ve bez çanta- bilgiler içeriyor. Üzerinde farklı hayvan lara rastladı. Yapılan testler sonucu kalıntıların derilerinden yapılmış kıyafetleriyle muminsan ve katır iskeletine ait olduğunu belirten yalaşan Ötzi, öldüğünde 45 yaşlarındaymış. yetkililer, ‘Theodul Pass Man’ adını verdikleri Ayağında karda yürümeye uygun, geniş adamın düşerek katırıyla birlikte can verdi- tabanlı su geçirmez ayakkabılar olan Ötzi’nin, ğini saptadılar. İkilinin kemikleriyle birlikte yanında taşıdığı sepetlerde ihtiyacı olabilecek bulunan kıyafetler, bir çift ayakkabı, kılıfı ufak tefek aletler bulunuyormuş. Buz Adam içinde bir hançer, bir kılıç, ‘H.A’ harflerinin hakkında bir başka ilginç bulgu, omurgası, yazılı olduğu bir haç ve bir bez çanta içinde bilekleri ve dizinin arkasındaki dövmeler. gümüş sikkeler, adamın gizemine gizem katı- Önceleri dekoraftif amaçlı yapıldığı düşünüyordu. Döneminde İspanya’ya ve İtalya’nın len dövmelerin, daha sonra bir tedavi şekli kuzeyine hükmeden II. Felipe damgalı sikke- olarak kullanıldığı kanısına varılmış. Sırtına lerden, 1585 ila 1598 yılları arasında yaşadığı aldığı ok yaralardan ötürü öldüğü düşünülen düşünülen Theodul Pass Man, hayatını Ötzi, keşfinden yıllar sonra biliminsanlarına yeni bulgular sağlamaya devam ediyor. Matterhorn Müzesi’nde devam ettiriyor.
02.
Porselen heykellerİn dövmelİ halİ
18. yüzyılda dövme sanatı bugünkü kadar popüler olsa, bundan en çok kimler faydalanırdı? Peki saray eğitimi alıp, zarif tuvaletleriyle balolara katılan genç kadınların bugünkü genç kızlar gibi dövmeleri olsaydı nasıl karşılanırdı? İngiliz sanatçı Jessica Harrison, alternatif bir moda hayal ederek dövme sanatını geçmişe taşımış. İmal ettiği porselen heykellere, büyük bir ustalıkla dövmeler çizen Harrison, baştan aşağı dövmeli genç kadınlar hayal etmiş. Kuşların, kalplerin, çiçeklerin ve denizci temasının ağırlıkta olduğu dövmelerle kaplı porselenler göz kamaştırıyor.
13
03.
Tommy Lee Jones, ikinci uzun metrajı The Homesman’i Cannes’da tanıtıyor 14
Karanlık rollerin usta aktörü, Tommy Lee Jones, yönetmen yeleğini giydiği The Homesman’i Cannes Film Festivali’nde sunmaya hazırlanıyor. Glendon Swarthout’ın Homesman adlı romanından uyarlanan ve 1855 yılında, deli oldukları gerekçesiyle kasabalarından kovulan üç kadının, Amerika’nın uçsuz bucaksız topraklarında çıktıkları yolcuğu ve onlara katılan bir adamın hikayesini anlatan filmin başrollerini Hilary Swank, Meryl Streep ve Tommy Lee Jones’un kendisi paylaşıyor. The Homesman’le ikinci uzun metrajına imza atan Tommy Lee Jones, festivalin başlamasına sayılı günler kala Première dergisinin sorularını yanıtladı. Glendon Swarthout’ın hikayesini ne zaman keşfettiniz? Arkadaşım Michael Fitzgerald bana bu romanı getirerek: “Mutlaka okumalısın, bu kitaptan bir film yapılabileceğini düşünüyorum” dedi. Kısa sürede kitabın büyüsüne kapıldım. Sadece yazarın zarif kaleminden değil, hikayenin derinliğinden ve benim anlatmak istediğim şeylere benzerliğinden de çok etkilendim. Uzun lafın kısası, kitabın haklarını satın aldık, Luc Besson’la ve birkaç yatırımcıyla konuştuk, hızlı bir şekilde çekimleri bitirdik ve şimdi de Cannes Film Festivali’ndeyiz. Sizi, iyi bir film yapacağınıza inandıran ne oldu? The Homesman’i gördükten sonra, asıl tutkunuzun western mi, iki kişinin varoluş yolculuğu mu yoksa kadınların hikayesi mi olduğunu pek anlayamadık.
15
Sadece ‘western’ demek pek bir anlam taşımıyor. Size tam olarak ne olduğunu söylemek zor olabilir. Hollywood’daki tipler ne zaman at sırtında şapkalı bir adam görseler, onlar için
film hemen western oluyor. Bu tarz kategori- muyum? ler benim pek de umurumda değil. İnsanlar bu şekilde işledikleri için at bokuykla dolu Beni en çok şaşırtan Tommy Lee Jones’un bir yığın film çıktı. Olaylara karşıdan bak- feminist bir esere imza atıyor oluşu. maktansa, film endüstrisi bu güzel hayvanlara yüklenmeyi tercih etti. Beni ilgilendiren ise Bu sizin fikriniz! Eleştirmen bakış açısı. kadınların hikayesi oldu. Dünkü ve bugünkü Filmin konusu kadınlar. Olabildiğince dürüst olmaya çalıştık. hikayeleri. Film, sadece bir kadın portresi değil aynı zamanda Batı’dan Doğu’ya doğru, ters Swarthout, romanında bu konuda çok güzel istikamette bir yolculuğun hikayesi. ‘Üç şeyler söylüyor. Kadınların başına gelenlere, Cenaze’yle bu yolculuğa başlamıştınız yanlış olan şeylere, nasıl da yavaş yavaş uçu- bile… ruma doğru sürüklendiklerine bakmak yeterli olur. Kitap ve filmim, kadınların toplumsal Bu tarz bir kurgu aslında çok eski bir teksisteme uyumsuzluklarını, nasıl nesneleş- niktir. Kötü bir yerden yola çıkıp, daha iyi tirildiklerini ve bu dünyada kadın olmanın olduğuna inandığımız yere doğru gideriz. zorluğunu konu alıyor. Bu kitabı sinemaya Batı’nın fethinin aslında sanıldığı gibi bir uyarlamamın nedenlerinden biri de, geçmişte kahramanlık hikayesi olmadığını anlatan bir yaşanmış bu hikayeye bakarak bugünü okuyor film yaptık. İnsanlara ve ülkeye zarar veren, olabilmemiz. Kadınlara zamanında neden bu sancılı bir dönem yaşandı. Olayın bu yönü gözle bakıldığını anlayabilirsek, bugün neyi sinemada daha önce pek işlenmemişti. ‘Aşikar yanlış yaptığımızı da anlayabiliriz, kadın- Kader’ konseptini duydunuz mu? (Manifest lara uygulanan şiddeti de, bu toplum içinde Destiny, Amerikan toplumunun Tanrı taraçektikleri acıları da. Bilmem anlatabiliyor fından demokrasiyi yaymak için seçildiğine
Yani?
16
Bundan bahsetmeniz çok güzel çünkü görüntü şefim Rodrigo Prieto’den Judd ve Josef Albers’in işlerini incelemesini istedim. Hayır… Geometrik sanat, ışık için son derece önemZamanında, hükümetin tüm Kuzey liydi. Albers’in renkleri kullanışı, Judd’un Amerika’yı kontrol altına alması gerek- geometri takıntısı, doğanın ve mimarinin tiğini düşünen ve Batı’ya doğru giderek ahenginin iyi bir başlangıç olacağını düşünAmerikalıların Tanrı’nın isteğini yerine düm. Bu ülkeden bahsetmek istiyorsanız, getirdiğine inanan bir teoriydi. Ulusun, minimalizm doğal bir yaklaşım olur. Batı, Kaliforniya’dan daha da ileri gitmesini ‘kader’ herşeyden önce alabildiğine uzanan toprakve ‘manifesto’ olarak gören bir düşünce. Bir lardır. Ölçekler kaybolur. Sadece, yere kadar uzanan masmavi gök, ufuk çizgisi ve toprak nevi gizli emperyalizm. vardır. Bu doğa tarafından yönlendirilmek, The Homesman, politik ve imalı bir film. hem kurgu olarak hem de görsel olarak ilgimi Hillary Swank’ın karakterini ve kasaba çekiyordu. halkını görünce bunu hemen anlıyoruz. inanılan teoridir)
Film, Amerikan tarihi ve Batı efsanesi hakkında farklı bakış açıları sunuyor. Western tarzına da farklı bir bakış sunuyorsunuz. The Homesman’i yaparken ‘modern’ bir western yaptığınızın farkında mıydınız? Yine tekrarlıyorum, böyle kategorileri kesinlikle düşünmüyorum. Sadece yapabildiğim en iyi filmi yapmaya çalıştım. Kurduğum ekibe “Hadi gelin bir western yapalım” demiyorum. Ülkemden, toprağından, toplumundan ve tarihinden, yani bildiğim şeylerden bahsettiğim esaslı ve kişisel bir eser yapmaya çalıştım. Sonuç olarak filmin ait olduğu kategori beni pek ilgilendirmiyor. The Homesman estetik bakımdan göz kamaştırıcı bir film. Bu konuda referansınız ne oldu? Jenerikteki çizgilerin saflığı ve çölde geçen sahneler, Donald Judd’ın geliştirdiği yakın minimalizmine göndermede bulunuyor… 17
04.
Venedİk’İ kurtaracak çılgın proJe
64 su baskını yaşamış. Bu rakam 1900-1950 yılları arasında yaşanan su baskınlarının üç katı! Padova Üniversitesi’nde çalışan Pietro Teatini, “Araştırmalar gösteriyor ki Venedik, 20. yüzyılın başından beri, her yıl kendi ağırlığı altında 0,8 ila 1mm arasında sulara gömülüyor. Bu, turistik faaliyetlerin yoğun olduğu bazı yerlerde 2mm’yi geçebiliyor. Oysa diğer yandan deniz seviyesi her yıl 1mm artıyor. Sadece bir asırda, Venedik “Şu ana kadar denemeler öngörüldüğü gibi 20cm kaybetti!” diyerek durumun ciddiyetini devam ediyor”. Giovanni Cecconi, geçti- gözler önüne seriyor. 1970’lerin başlarından ğimiz ekim ayında başlayan dev projenin itibaren Unesco ve biliminsanları Venedik’i teknik sorumlusu. Objektifi… Aşıklar şehri bekleyen tehlikeye dikkat çekmek için İtalyan Venedik’i Adriyatik’in sularında boğulmak- makamlarını uyarmıştı. O günden bugüne tan kurtarmak. Venedik’in iki başlıca sorunu Venedik’i kurtarmak için küçüklü büyüklü var. Birincisi, yükselen deniz seviyesi, ikin- sayısız proje üretildi. Dernekler, araştırmacisi ise, şehrin kendi ağırlığı altında sulara cılar ve politikacılar projelerin yapılabilirliği, gömülüyor olması. Rakamlar, hiç de iç açıcı maaliyeti ve getirdiği çözümler üzerine değil. 2001-2010 yılları arasında Venedik uzun süre kafa yordular. Nihayetinde 2003 Küresel ısınmanın doğurduğu sonuçların en gözle görülür olanı, son yıllarda sıkça su baskınları yaşayan Venedik. Her yıl, kendi ağırlığı altında yavaş yavaş sulara gömülen Venedik, ayrıca yükselen deniz seviyesiyle de başa çıkmak zorunda. ‘Aşıklar Şehri’ni sulardan kurtarmak için geliştirilen çılgın proje ‘Mose’ ise, on yıllık bir gecikmenin ardından sonunda hayata geçirildi.
yılında, otuz yılı aşkın meditasyonun ardın- sahip deniz taşımacılığı aksayacak. Deniz dan, gerçekleştirilmesi bir hayli güç olan bir seviyesinin 1 metrenin üzerinde yükseldiği, projede karar kılındı, ‘Modulo Sperimentale Venedik’i tehdit edecek fırtınalı havalarda ise, çelik kapıların içine basınçlı hava pompalaElettromeccanico’ yani MOSE. narak, su tahliye edilecek ve içi hava dolan kapı yükselerek deniz seviyesini 3 metre Her biri 300 ton ağırlığında 78 kapı kadar geçecek. Toplamda 1.6km uzunluMOSE projesinde çalışan mühendisler, yeni ğunda ve 5,5 milyar euroya mal olacak set, ve daha önce denenmemiş bir fikirle ortaya Venedik’in girişini kapatarak ‘Aşıklar Şehri’ni çıktılar: Açılır kapanır bir setle Venedik’in yükselen sulardan koruyacak. “Şu ana kadar açık denizle ilişkisini kesmek. Önümüzdeki yedi kapı yerleştirdik, sene sonuna kadar 21 aylarda, her biri 300 ton ağırlığındaki 78 kapılık bir bölümü bitirmek istiyoruz” diyen çelik kapı, Venedik açıklarında deniz taba- Giovanni Cecconi, herşey yolunda gittiği nına yerleştirilerek dev bir set oluşturacak. taktirde, 2016 yılı itibariyle projeyi tamamBeton temellere oturtulan 30 metre uzun- lamak istediklerini belirtiyor. luğunda ve 20 metre yüksekliğindeki çelik kapılar, normal koşullarda (senenin 350 50 yıl sonra Venedik çelik kapıların ardına günü) içleri suyla dolarak 14 metre derinlikte hapsolmuş bir şehir olacak bekliyor olacak. Böylece ne görüntü kirliliği yaşanacak, ne de Venedik için hayati öneme Mose projesinin Venedik için yapılabilecek
21
en iyi şey olduğu konusunda birleşen okyanus bilimciler ve jeologlar, projenin Venedik’in sulara gömülmesini engellemeyeceğini ama su baskılarına karşı kesin çözüm olacağını belirtiyorlar. Ancak daha karamsar olanlar da var. Projenin kısa vadeli bir çözüm sunduğunu, uzun vadede ise Venedik’in gömülmeye, deniz seviyesinin ise yükselmeye devam edeceğini belirten Georg Umgiesser, “Suların yükselmesiyle, Mose’ye yılda bir kaç kez değil, neredeyse tamamında ihtiyaç duyacağız” diyor. Bilgisayar ortamında yaptığı simülasyonlarda, bundan 50 yıl sonra, çelik kapıların yılın 300 günü açık olacağını ve Venedik’in zamanla, denizden kopuk, çelik duvarlarla örülü bir şehir haline geleceğini belirtiyor.
22
23
05.
Gabriel Picolo’nun kalemİnden gözkamaştırıcı manga resİmlerİ 24
Çocukluğundan beri Japon çizgi roman sanatı manga hayranı olan 20 yaşındaki Brezilyalı sanatçı Gabriel Picolo, keçeli ve kurşun kalemiyle eskiz defterinde kendi manga dünyasını yaratıyor. Detaylarıyla görenleri hayrete düşüren resimlerini, Facebook ve Instagram sayfalarından paylaşan genç sanatçının binlerce takipçisi bulunuyor. Çizgi roman ve filmlerden ilham aldığını belirten Gabriel Picolo, ileride kendine ait bir çizgi roman serisi yaratmanın hayallerini kuruyor.
25
26
27
28
29
30
31
06. Senna’dan Prost’a: Seni özlüyorum AlaIn!
32
33
34
Her efsanenin, her büyük şampiyonun, en az kendisi kadar büyük bir rakibi olmuştur. Hiç bir şampiyon, ezeli bir rekabete dönüşen, kıyasıya savaştığı bir rakibi olmadan efsaneleşemez. Kazanma arzusudur insanın kendisini aşmasını sağlayan. Rakibinin öldüğü gün sen de ölürsün, çünkü rekabettir seni yaşatan. Spor tarihi bu cümleleri doğrulayacak nice rekabete sahne oldu. Bunlardan biri de, hiç kuşkusuz Formula1’in Schumacher öncesi iki büyük şampiyonunu karşı karşıya geiren Alain Prost - Ayrton Senna rekabetiydi. 1985 - 1994 yılları arasında Formula1’e damga vuran iki pilottan Alain Prost bu süreçte dört şampiyonluk yaşarken Ayrton Senna’nın üç şampiyonluğu bulunuyordu. Prost’un F1’i bıraktığı 1994 senesi Ayrton Senna’nın Imola’daki trajik kazasına sahne oldu. Ayrton Senna, Alain Prost’u yakalayamadan aramızdan ayrıldı. Ölümünün yirminci yıl dönümünde tüm dünyada özlemle anılan efsaneyi en iyi anlatabilecek kişi ise tartışmasız, ezeli rakibi ve 1 Mayıs 1994’ten beri ebedi dostu olan Alain Prost. Prost’un Paris
Match’a verdiği röportaj, birbirine büyük bir saygıyla bağlı olan iki şampiyonun, ve en önemlisi de rakibini varoluş nedeni bilen Ayrton Senna’nın duygusal bir portresini çiziyor. Yirmi yıl sonra, Imola’da geçen üç günden (29-30 Nisan ve 1 Mayıs 1994) sonra geriye neler kaldı? Alain Prost: Geriye, son derece yıkıcı bir haftasonunun anısı kaldı. Cuma günü Rubens Barrichello’nun kazası ve cumartesi Ratzenberger’in sıralamalar sırasında ölümünden sonra, Ayrton oldukça sarsılmıştı. Onu hiç bu kadar duygusal ve endişeli görmemiştim. Pazar günü, yarıştan 45 dakika önce, kolunun altında kaskıyla kendisine ayrılan odadan ayrılarak, davetlilerle birlikte olduğum masaya geldi. Bana, takıma ayrılan pitte buluşmamızı söyledi. Esneme hareketli yaparken, havadan sudan konuştuk. İlk defa böyle bir şey yapıyorduk. Grand Prix’den birkaç gün önce beni arayarak, özel hayatıyla
ilgili bazı konulardan bahsetmişti. Hiçbir zaman söylemeyeceğim şeyler. Benimle, en yakın arkadaşına konuşur gibi konuşmuştu. Bir bakıma inanılmaz gurur duymuştum ama bir yandan da bu beni rahatsız etmşti.
uygun olup olmadığıyla ilgili şüpheleri vardı ve bana bunları anlatma gereği duyuyordu. Herhalde daha kişisel konular da vardı…
Elbette. Beni her zaman geçilmesi gereken bir hedef olarak gördüğünü ve benim Birbirinize ne zaman yakınlaştınız? yokluğumda, motivasyonunu kaybettiğini Ayrton’un bana karşı olan tavrı, ölümünden itiraf etmişti. Zamanla, onun Formula1’de altı ay önce Avustralya’da çıktığım son yarışta yarışma nedeni olmuştum. 1994 sezonunun değişti. Yarışın sonunda beni podyuma davet ilk iki yarışında (Brezilya ve Pasifik), bana etmişti ve o anda, açık ve cömert, bambaşka saldırganlığını kaybettiğini söylüyordu. Yeni bir insan tanıdım. Sonraki kış beni bir çok rakiplerinin (Schumacher, Hill, Berger) onun kez aradı, bazen haftada bir kaç kere aradığı gözünde değeri yoktu. Bu oldukça ilginç bir durumdu. Sanki başarılarını pekiştirmek onu oluyordu. ilgilendirmiyordu. O sadece Prost’u yenmek istiyordu… ama artık Prost yoktu. Bu özlem, Sizi hangi konuda arıyordu? Imola Grand Prix’isinden bir gün önce, Bir çok konuda konuşuyorduk. Formula1’i ‘Auto-moto’ programı için ısınma turu atarbırakma kararımı bir daha düşünmemi isti- ken, kaskındaki miktofona söylediği “Seni yordu. Kış aylarında McLaren’le denemelere özlüyorum Alain” cümlesini açıklıyor. [Imola çıkmıştım, beni tekrar pistlerde görmek isti- Grand Prix’isinden bir gün önce, Fransız TF1 yordu. Williams’ının direksiyonunda, sürüş kanalında yayınlanan otomobil programı için tarzı hakkında fikirler danışıyordu. Michael bir ısınma turu atan Ayrton Senna, tur sıraSchumcher’in Benetton’unun kurallara sında stüdyoda bulunan Alain Prost’a ‘Seni
35
özlüyorum Alain’ diyerek, ezeli rakibine duy- uyuya kaldı. Dönüş yolunda da durum pek değişmedi. Bu ilginç durumu Honda’nın duğu özlemi dile getirmişti] patronuna anlattığımda bana, Senna’nın, Imola’daki güvenlik sorunları onu bir hayli arkadaş oluruz korkusuyla, benimle bilerek konuşmadığını itiraf etti! endişelendiriyordu…
36
Evet, benim Pilotlar Birliği’nin başına geç- Ayrıca çok inançlı biriydi… memi istiyordu. Bu konuda hiç bu kadar Bu konuda da bir hatıram var. Monaco Grand hassas olmamıştı. Prix’isinde, ‘pole position’u sıralama turlaAltı ay, Ayrton Senna’nın kim olduğunu rının son dakikalarında elde etmişti. Basın toplantısı sırasında, gayet ciddi bir suratla, en anlamanıza yetmiş miydi? iyi dereceyi elde ettiğini çünkü fizik olarak Davranışlarındaki değişimi büyük bir rahat- kendisini arabasından soyutlayabildiğini söylama olarak yaşadım. Kariyerlerimiz sırasında, lemişti. Yukarıdan araba kullanışını seyretmiş bana karşı olan tavrını sonunda anlayabi- ve bu sayede takip edilecek en iyi yolu bulliyordum. Aşırılıkları sonunda bir anlam muş! Hiçbir gazeteci Senna’nın anlattıklarını buluyordu. Beni yenme arzusu herşeyi açıklı- garipsemedi ya da gülmedi. Bu da, Senna’nın yordu. Imola’da o kadar motivasyonsuzdu ki, ‘yüce bir güç’le dolu olduğunu söylediğinde sene sonunda, onun da Formula1’i bırakabi- ne kadar inandırıcı olduğunu gösteriyor. İtiraf etmeliyim ki, Senna’nın beni bazen korleceğini düşünmüştüm. kuttuğu oldu, çünkü kendisine hiçbir limit Ayrton Senna hakkındaki düşünceniz… koymadığını hissediyordum. Kimdi Ayrton Senna? İlk tanışmanızdan bahsedebilir misiniz? Onun gibisi hiçbir zaman gelmeyecek. İnsan ve pilot, ikisi de son derece özeldi. İnanılmaz 1984 kışında, Mercedes’in, Almanya’da bir yeteneği vardı, yakışıklı ve başarılı bir Nürburgring pistinde düzenlediği bir etkinerkeğin bütün özellikleri onda buluşuyordu. liğe katılıyorduk. Yolu beraber gidebilmek Odasında İncil’i okurdu. Aslında oldukça için kendisini havaalanında beklemem gizemli biriydi ve bu gizemini bir bölümünü gerekiyordu. O zamanlar aynı takımda yarışmıyorduk ve arabayı çok hızlı kullanmamdan mezarına götürdü. yakınmıştı. Senna’yı anlatabilecek bir hatıranız var mı? İnsanlar belki bilmiyor olabilir ama 1988’de Cenevre’de düzenlenen otomobil Senna’yı McLaren’e getiren siz oldunuz. fuarı sırasında birlikte motor sponsorumuz olan Honda’nın standına katılmamız ger- McLaren’in takım patronu Ron Dennis, kiyordu. Uzakta oturmadığımdan dolayı önemli kararlar alındığı zaman bana fikSenna’yı evime, öğle yemeğine çağırdım. rimi sorardı. Ron Dennis’in ve Honda’nın Yemek sırasında, sesini neredeyse hiç duy- düşüncesi, ikinci pilot olarak Nelson Piquet’i madım. Sonrasında, kanapeye oturdu ve almaktan yanaydı. Ben, takımın yararına
olacağını düşünerek, Ayrton’u almalarını, çünkü geleceği temsil ettiğini söyledim. Bugün düşününce, Senna’yı takıma getirmiş olmasam muhtemelen iki üç şampiyonluk daha elde etmiş olurdum ama kariyerim de çok farklı olurdu. Kesinlikle pişman değilim. Pistlerde çok karşılaştınız. Aranızdaki rekabeti nasıl özetleyebilirsiniz? Aramızda gerçek bir rekabet vardı. Genel anlamda rekabetimizin pozitif olduğunu söyleyebiliriz. O zamanlar insanlar ya Prost yanlısı ya da Senna yanlısıydı. İkimizi birden destekleyeni görmedim. Sonuç olarak dünyanın en iyi düşmanlarıydık. Prost, Senna’ydı, Senna da Prost’du. Kariyerlerimiz birbirinden ayrılamaz. Senna öldüğünde, yarımı kaybettiğimi hissettim. Senna’yla ne yapmak isterdiniz? Ölümünden kısa bir süre önce, kendisine şakayla karışık bir tonla, kendi takımımı kuracağım gün, kendisini pilot olarak işe alacağımı söylemiştim. Bu tabii ki bir şakaydı ama hayatta olsaydı sanırım bunu gerçekleştirirdik. Senna sonrasını nasıl yaşadınız? Cenaze törenine katılmakta kararsızdım. Brezilya halkının tepkisinden çekiniyordum. Yakın olduğum Fransız işadamı Jean-Luc Lagardère’in Brezilyalı eşi Bethy’yi aradım. Beni cenazeye katılmam yönünde ikna etti. İyi ki de gitmişim, Ayrton’un ailesiyle çok yakın bağlar kurdum. Neden Senna’nın ölümü, güvenlik konusunda bir milat olarak görülüyor? 37
Imola’da iki günde iki pilot öldü. Bu daha önce hiç görülmemiş bir şeydi! Avusturyalı Ratzenberger’in ölümü maalesef hiçbir şey değiştirmeyecekti ama üstüne Senna da hayatını kaybedince herkes büyük bir şok yaşadı. Kazadan hemen sonra neredeyse bütün pistler büyük bir değişime uğradı. Kenarlarda beton duvarların olduğu eğriler yasaklandı ve çevresinde alanlar açıldı. Formula1 o gün çekicilikliğinden biraz kaybetti ama pilotların güvenliği kuvvetlendirilmişti. James Hunt ve Niki Lauda’nın rekabetini konu alan ‘Rush’ filmi hakkında ne düşündünüz? Filmi gerçekten çok sevdim. Normal koşullarda otomobil yarışlarını konu alan filmlere şüpheyle yaklaşırım. Ama bu sefer öyle olmadı. Pistlerde rakip olma şansına eriştiğim Niki, inanılmaz gerçekçiydi. James Hunt’ın karakterini ise, kendisine karşı yarışmasam bile, programlardan ve çevremizden biliyorum. James’ın karakteri biraz daha karikatürize edilmiş. Film, ikisinin rekabetini gerçekten çok güzel anlatıyor.
Haftaya görüşürüz:)
18 // MAYIS’14
zete