HAFTASONU 1 KASIM 2015

Page 1

1 // KASIM ’15



//

01.

NEW YORK’TA GÖRMENİZ GEREKEN 10 YER //

//

02.

EAGLES’IN LİDERİ DON HENLEY’DEN YENİ BİR SOLO ALBÜM

03.

DÜNYA LİDERLERİNİN HİPSTER HALLERİ

//

04.

DİKKAT! FOOD PORN ŞİŞMANLATIR //

05.

YÜNDEN YEMEK SOFRASI //

06.

NICK HORNBY: BUGÜN SİNEMA VE TELEVİZYON ARASINDA FARK KALMADI

Editör: Cem GELGÜN


01.

New York’ta görmenİz gereken 10 alternatİf yer

4


New York, diğer adıyla The Big Apple, Londra ve Paris’le beraber dünyanın en çok ziyaret edilen üç sehrinden biri. Londra ve Paris, tarihi yapıları ve kendine has özellikleriyle turistleri kendilerine çekiyorsa, New York insanı ufacık hissettiren gökdelenleri, dünyanın hiçbir şehrinde olmayan dinamizmi, kültürel dokusu, barları, restoranları ve multi-etnik yapısıyla öne çıkıyor. New York’a gidip de büyüsüne kapılmamak mümkün değil. Şehirde taş üstüne taş koyacak yer kalmamış gibi görünse de, New York son birkaç yıldır büyük bir değişim geçiriyor. Manhattan yepyeni ve birbirinden lüks gökdelenlere kavuşup Brooklyn kendini yeni bir merkez olarak kabul ettirirken, daha birkaç yıl öncesine kadar New York’luların dahi gitmeye pek tenezzül etmediği Bronx küllerinden yeniden doğarak, sanat galerilerinin ve loft apartmanların yeni adresi oluyor. MANHATTAN 1 - New York kanatlarınızın altında 11 Eylül saldırılarının ardından ikiz kulelerin yerine inşa edilen One World Trade Center dünyanın en güzel panoramalarından birini sunuyor. 32 dolar vererek kendinizi bir anda New York’un tepesinde bulacaksınız. Herşey ultrahızlı asansörler ‘SkyPods’lardan birine binmenizle başlayacak ve 47 saniye sonra 102. katta olacaksınız. Bu 47 saniyelik yolculuk boyunca asansör ekranlarından Manhattan yarımadasının 400 yıllık tarihini seyredecek ve 381 metre yüksekliğe erişeceksiniz. 360 derecelik panorama sayesinde, New York gökdelenlerini, kilometrelerce uzaktaki Central Park’ı ve Özgürlük anıtını görebileceksiniz. 2 - Amerikan sanatının yeni adresi

5

New York’tayken MoMa’yı ya da Metropolitan Müzesi’ni gezmek Paris’te Louvre’u gezmeye benzer. Yani kaçırılmaması gereken olmazsa


olmaz bir randevudur. Bu yüzden size sunulan alternatifleri göz ardı etmemek gerekir. Elli yıl boyunca Amerikan sanatına East River kıyılarında ev sahipliği yapan Whitney Museum of American Art sizi artık Hudson River kıyılarında, Meatpacking District’in kalbindeki yeni binasında ağırlıyor. Mimar Renzo Piano imzalı 8 katlı camekan binaya yerleşen Whitney Museum ziyaretçilere aralarında Edward Hopper’ın işlerinin de bulunduğu göz kamaştırıcı bir koleksiyon sunuyor.

gerekiyor. (A: Blind Barber: 339E 10th St / B: Angel’s Share , 8 Stuyvesant St. / C: Little Branch: 20 7th Ave S.)

3 - İçki Yasağı (Prohibition) dönemindeki kaçak barlar

6

New York gecelerinde orijinal bir gezinBRONX tiye mi çıkmak istiyorsunuz? Sizi, Amerika’nın büyük şehirlerinde alkolün yasak olduğu ve 4 - Wave Hill’in şık botanik bahçeleri insanların kaçak barlarda eğlendiği 1920’lerin atmosferine götüren “speakeasy”lerin programİngiliz tarzı bir bahçe, göz kamaştırıcı bir larını takip edin. Bunun için East Village’daki bonzai koleksiyonu ve nilüferlerle dolu bir havuz. bir ‘barbershop’un (erkek berberi) kapısından New York’un Bronx bölgesinde Hudson River içeri girmeniz (A), Union Square’deki bir Japon kıyılarındaki bu park gerçek bir cennet bahçesi. restoranının birinci katındaki küçük kapıyı ara- Wave Hill’deyken, Manhattan’ın baş döndürücü lamanız (B), ya da West Village’daki bir binanın hızına sadece yarım saat uzaklıkta olduğumuzu bodrum katına inip mahzenlere (C) girmeniz neredeyse unutuyoruz. Bronx’un merkezinde


Botanik Bahçeleri’nden daha az tanınan bu park ziyaretçiye çok daha zengin bir ortam sunuyor. Yaz aylarında bedava müzik konserleri ve resim dersleri sizleri bekliyor. 5 - Belmont, gerçek Little Italy Manhattan’ın güney ucundaki Little Italy mahallesini ve Canal Street’teki pizzacıları unutun; gerçek Little Italy Bronx’un kalbinde yer alıyor. İtalyan göçmenlerin yoğunlukla yaşadığı ve The Sopranos dizisine ilham veren İtalyan mafyalarının çıkış yeri olan Bronx mahallesi İtalyan restoranları için gidilmesi gereken adres. Arthur, Belmont, Crescent caddeleri ve 187. sokak arasında bulunan Roberto’s’u yemekler için, Artuso Pastry Shop’u da tatlılar için tercih edebilirsiniz.

7

Arthur caddesinden yukarı doğru yürüyerek kapalı çarşıyı ziyaret edebilir, La Casa Grande Tobacco Company’nin önünde puro saranları izleyebilirsiniz. - Ayrıca görebileceğiniz yerler: City Adası’ndaki tarihi balıkçı kasabası; Port Morris Distillery’de Porto Rico’nun güneşini bulacağınız ve içinizi ısıtacak tadımlık ‘Rhum’ bardakları.

QUEENS 6 - Queens’in rövanşı ve müzeleri 2015 yılının başında ünlü bir seyahat rehberi


8


9


Queens’i ABD’nin en çok gezilen yeri ilan etmişti. Bu, Queens’in Manhattan, Brooklyn ve Bronx karşısındaki rövanşı niteliği taşıyor. Gelişmekte, dönüşmekte olan ve uzun yıllardır ‘mavi yakalı’ların ve Latino’ları bölgesi olan Queens, bugün üç önemli müzeye ev sahiipliği yapıyor. Deneysel sanata ve etkiniklere yer verilen, MoMa’nın küçük kardeşi PS1, sinemanın didik didik edildiği Museum of Moving Image ve son olarak Isamu Noguchi’nin heykellerinin ve resimlerinin sergilendiği Noguchi Museum. Socrates Heykel Parkı’ndan da geçen bir ‘shuttle’ üç müzeyi birbirine bağlıyor.

çok daha ucuz ama bir o kadar konforlu otellere ev sahipliği yapıyor. East River’ın kenarında keyifli bir yürüyüşe çıkabilir, ışıldayan ünlü Pepsi Cola yazısını görebilirsiniz. Bugün kafelerle dolu eski rıhtımda, Manhattan manzarasına bakarak güzel bir kokteyl yudumlayabilirsiniz. Son olarak da West Village havasına sahip Vernon Boulevard’daki restoranlarda akşam yemeği yiyebilirsiniz. BROOKLYN 8 - Greenpoint, kargaşadan uzak bir mahalle

7 - Long Island City’de gezintiye çıkmak

10

Queens’in East River kıyılarında bulunan Long Island City mahallesi Manhattan’a göre

Greenpoint, hafif yıkılmış, eskimiş, bohem bir Polonya kasabası havasıyla bugün hala gayrımenkul şirketlerine kafa tutuyor. Mahallenin


dar sokaklarında kaybolun, Franklin sokağındaki ve Greenpoint caddesindeki modacıların mağzalarını gezin. Retro kafelerden durup leziz pastalardan tadın ve son olarak da Brooklyn birası eşliğinde Fette Sau’nun enfes ızgaralarıyla karnınızı doyurun. 9 - Park Slope’da harika bir bar Prospect Park’ın hemen yanında, iki Fransız tarafından açılan 60 kişi kapasiteli ‘le Barbès’e uğramadan Brooklyn’den ayrılmayın. Dünya müziği, füzyon ve jazz müziği eşliğinde içkinizi yudumlayın, Fransız şeflerin leziz yemeklerinden tadın ve yerel sanatçıların sergilenen işlerine bir göz atın. (barbesbrooklyn.com)

11

10 - Brooklyn Heights’in kendine has zerafeti Brooklyn Heights 19. yüzyılda deniz kokusu ve biraz da sükunet arayan zengin New York’luların uğrak yeriydi. Malikane tarzı evler bugün bölünerek dairelere dönüştürüldü ama tarihi Cranberry, Orange, Montague ve Pierrepont sokakları zamanında sahip oldukları zerafeti koruyor. Wall Street panoramasına sahip Brooklyn Heigts kıyılarından kuzeye doğru yürüyün ve Brooklyn Bridge Park’ın yanıbaşındaki ‘Dumbo’ mahallesinde gezinin. Eski hangarlara yerleşen kafelere uğrayabilir, sokak kitapçılarından birkaç hatıra satın alabilir ve rehberlerde de tavsiye edilen Vinegar Hill House’da akşam yemeği yiyebilirsiniz.


02. Eagles’ın lideri Don Henley’den yeni bir solo albüm

12


13


Don Henley desek aklınıza ne gelir? Peki Hotel California desek? Muhtemelen şimdi daha net görüyorsunuzdur. Müzik tarihinin en önemli gruplarından olan ve belki de en çok tanınan 10 parçasından birine imza atmış olan Eagles grubunun davulcusu ve kadife sesli şarkıcısı Don Henley’in, Mick Jagger, Dolly Parton ve Miranda Lambert gibi konuk sanatçılara yer veren solo albümü Cass County geçtiğimiz ay piyasaya çıktı. Grubun dağılmasının ardından solo kariyerine başlayan Henley bugüne kadar beş albüm çıkardı. Belli bir süredir yeniden Eagles’la turnelere çıkan Henley yeni albümünü tanıttığı röportajda Paris Match’ın sorularını yanıtladı.

14

parti yapmak için besteleniyor. Albümünüzde birçok konuk sanatçıya yer verdiniz; Dolly Parton, Miranda Lambert, Alison Krauss, Martina McBride. Çağdaş ‘country’de artık pek şarkıcı yok. Piyasadan uzaklaştırdılar çünkü pazarlama araştırmalarına uymuyorlardı. Onlara ait oldukları yeri vermek istedim. Bu açıdan Mick Jagger’ın varlığı şaşırtabilir…

Aslında Mick çok iyi bir ‘country’ şarkıcısıdır. 1968 ve 1972 yılları arasında Rolling Solo albümünüz için neden ‘Country’ Stones bu tarzda birçok parça kaydetti. Bu özellikle Gram Parsons’un Keith (Richards) tarzını seçtiniz? ve Mick’i güney müziğiyle tanıştırmasıyla Bu albüm üzerinde 2010 yılından beri çalı- oldu. “Wild Horses” ve “Dead Flowers” parşıyorum. Kayıtları Eagles turnelerinden arta çalarında bunu duyabiliyoruz. Ayrıca Mick kalan zamanlarda yaptım. Köklerime dönmek bir Teksas’lıyla, Jerry Hall’la evliydi, ona istiyordum. Radyoda dinlediğimiz ‘country’ güney aksanını çok iyi öğretmiş. müzik pek de ‘country’ değil. ‘Country’ tarAynı stüdyoda beraber mi kaydettiniz? zının tarihini ve geleneklerini yansıtmıyor, topraktan ve tarlalardan değil biradan ve kamHayır maalesef beraber olamadık, ben yonlardan bahsediyor. Daha çok ‘kanka’larla


Nashville’de, Mick’de Los Angeles’ta, yapımcısı Don Was’la birlikteydi. Mick mızıka eklemeyi teklif etti ve elde ettiğimiz sonuç çok güzel oldu. Kaydederken bir şeyin etkisi altında olduğunuz oldu mu? Evet, çoğu zaman.

kitapları okuyunca günlerimizi müzik ve parti yaparak geçirdiğimiz izlenimi oluşuyor. Gerçek böyle değil, hepimiz kariyerlerimizle uğraşıyorduk ve aramızda düşünüldüğünden az bir iletişim vardı. Yeni Eagles projeleri görebilecek miyiz ve birbirinizle daha iyi anlaşıyor musunuz?

Şu anda böyle bir şey yok. Son iki yılda uzun turneler yaptık ve dinlemeye ihtiyacımız Yardımcı mı oluyordu? vardı. Bugün artık çok daha sade ve samimi Bazen evet, bazen hayır. Uyuşturucunun ilişkler içinde olabiliyoruz çünkü hepimiz etkisi altında çok şey yaptık. Artık kullanmıyo- evliyiz ve ailelerimiz var. Anlaşmazlık dönemi rum çünkü buna ihtiyacım yok. Uyuşturucu geride kaldı. kullanırız çünkü kendimizden emin değilizPlak şirketlerine açtığınız davalarla dir. Ben bu sorunun üstesinden geldim çünkü kim olduğumu ve neler yapabileceğimi bili- ünlüsünüz. Onlara karşı mücadele etmeye yorum. Batılılar sanatsal yaratıcılığın yaşanan devam ediyor musunuz? acıdan geldiğini düşünür, doğulular ise içsel Bugün, biraz da ironik bir şekilde, internete dengeden ve huzurdan. Ben artık acı çekmiyorum ve yavaşça huzura erişiyorum. Hala karşı haklarımızı savunmak için aynı tarafta hüzünlü şarkılar yazabiliyorum. Ayrıca evde bulunuyoruz. Artık sadece albümler kaydeüç çocuğum var ve iyi bir baba olmak benim derek para kazanamayız. Albümler bugün için önemli bir şey. Hayatımda iki önceliğim konserler verebilmek için kullanılan bir pazarlama ürünü haline geldi. Zamanında başarmış var: ailem ve grubum. olmaktan ve herşeyi bu sektör çökmeden Eagles grubu, ‘California’ tınısını belirle- bitirmiş olmaktan dolayı çok mutluyum. yen grup oldu oysa hiçbiriniz Californiyalı değilsiniz! Bu medyalar tarafından bize yapıştırılan bir etiketti. Ben Amerikan tınısını California tınısına tercih ediyorum çünkü hepimiz bu ülkeden geliyoruz. O zamanlar Joni Mitchell, Graham Nash, David Crosby ve Laurel Canyon’un şık hippileriyle zaman geçiriyor muydunuz?

15

Aramızda iyi ilişkiler vardı ama çok görüştüğümüz söylenemez. O zamanları anlatan


03. D端nya liderlerinin hIpster halleri

16


Politikacıysanız, hele hele dünyanın en saygın ülkelerinden birinin başındaysanız zevkleriniz ne olursa olsun halkın ve basının karşısına belli bir giyim kuşamla ve saç modeliyle çıkmanız gerekir. Pazar günü de olsa, tatilde dahi olsanız, iki günlük sakal, şort, t-shirt ve terliklerle sokağa çıkamazsınız. Photoshop üzerinde çalışan Design Crowd grubunun grafikerleri dünya liderlerini ‘hipster’ tarzı topuzlu bir saç modeliyle hayal etmişler. İşte Putin’in, Obama’nın, Kim JongUn’un, David Cameron, Tony Blair ve George Bush’un uzun saçlı ve topuzlu hipster halleri. Hangisi daha iyi?

17


18


19


20


21


22


23




26


27


04.

Dikkat ‘Food Porn’ şişmanlatır!

28


29


30

Oxford Üniversitesi deneysel psikoloji profesörü Charles Spence’e göre çevremizde sayıları her geçen gün artan ‘Food Porn’ fotoğrafları gereğinden fazla yememize ve kilo almamıza sebep olabilir! Konunun bilimsel açıklamasına girmeden önce, merak edenler için ‘Food Porn’un ne anlama geldiğini hatırlatalım.

kötüsü iş yerinde, çalışmak yerine zamanınızı Facebook veya Instagram’da geçiriyorsanız ve akşam yemeğine daha saatler var ise meydana geliyor. Daha yeni yemek yemiş olmanıza ve saatin 15’i göstermesine rağmen gördüğünüz o leziz yemekler karşısında “Off” demekten kendinizi alamıyor ve bir anda mideniz tarafından kontrol edilmeye başlıyorsunuz.

‘Food Porn’u Türkçe’ye çevirecek olursak ortaya ‘Yemek Pornosu’ gibi kavram çıkıyor. Merak etmeyin konunun bildiğimiz pornoyla uzaktan yakından alakası yok. ‘Food Porn’ sosyal medya dilinde, insanların gittikleri - tercihan lüks ya da orijinal - restoranlarda, ısmarladıkları yemeğin fotoğrafını çekip, manasız bir şekilde sosyal medya üzerinden paylaşmasına deniyor. Siz evinizde, aynı hafta içinde beşinci kez makarnayla karnınızı doyurmaya çalışırken, arkadaşınız yemek üzere olduğu o muhteşem burgerin, sushilerin ya da tatlıların fotoğrafını karşınıza çıkarıveriyor, sizin de içiniz gidiyor. Daha da

Evinize dönerken yol üzerinde durup favori pastacınızdan tatlı alıyor ya da evde pilav ve makarna yiyeceğinize eşinizi mantıcıya gitmek için ikna etmeye çalışıyorsunuz. Yani ‘Food Porn’ gün boyu maruz kaldığımız ve bizi baştan çıkaran yemek fotoğraflarına deniyor. “Ne var bunda? Ben sadece gözlerimle bakıyorum, kalorileri ise başkası alıyor!” diye düşünebilirsiniz ama Brain and Cognition dergisinde yayınlanan “Gözlerle yemek: görsel açlıktan, dijital tokluğa” başlıklı makale bunun böyle olmayabileceğini ortaya koyuyor. Oxford Üniversitesinde deneysel psikoloji


31

profesörlüğü yapan Charles Spence son yıllarda çoklu duyu algıları ve obezite nedenleri üzerine araştırmalar gerçekleştirdi. Spence’in yaptığı araştırmalar, gıda üreticilerinin tüketime iten pazarlama stratejilerinin ve kolayca erişilebilen kalorik gıdaların dışında görsel duyumuzun da bizi aşırı tüketime zorlayabileceğini ortaya koydu. Spence ve ekibi bunun için, yemek görüntülerinin nöronal aktivite üzerindeki etkilerini ve vücudun buna verdiği fizyolojik ve psikolojik sonuçları üzerine onlarca nörolojik test yaptı. Deneyler, güzel bir yemek fotoğrafı gördüğümüzde beynin belli bölümlerinin uyarıldığını, aç olmasak bile gördüğümüz şeyi arzuladığımızı ve buna cevap olarak da vücudun, ‘Food Porn’un neden olduğu ‘görsel’ açlığa karşı bir savunma mekanizması geliştirdiğini, kendimizi tutarak bu açlığa mani olduğumuzu, ya da en azından olmaya çalıştığımızı ortaya koydu. Guardian’a konuşan Charles Spence, bu fenomenin insanı gün boyu bilinçaltında gerçekleşen bir mücadeleye ittiğini ama bir noktada ipin

koptuğunu söylüyor: “Gördüğümüz fotoğraflara asla kayıtsız kalmıyoruz ama ideal kilomuzu ve formumuzu korumak için bunun doğru olmadığını kendimize tekrarlayarak karşı koyuyoruz. Ancak her gün, gün boyu bu fotoğraflara maruz kaldığımız zaman savunma mekanizmamız sürekli mücadele ediyor, ediyor ve bir noktada irademiz kırılarak o burgeri ya da tatlıyı afiyetle yiyoruz”. Charles Spence yemek fotoğraflarının algılarımız üzerindeki etkilerini daha iyi anlamak için araştırmalarına devam edeceğini söylüyor. Değişen yeme alışkanlıklarımız ve özellikle de gelişmiş ülkelerde artan kilo ve obezite sorunları kimse için sır değil. Spence, bugüne kadar kimseyi endişelendirmeyen yemek fotoğrafları tarafından sürekli uyarıldığımızı ve sağlık kuruluşlarının şimdiden buna bir çare araması gerektiğini belirtiyor. Anlayacağınız, internetten paylaşılan o muhteşem fotoğraflara göz gezdirmeden önce iki kere düşünün.


32


33


05. Y羹nden yemek sofras覺

34


Stylist dergisinin sanat direktörü olduğu kadar yetenekli ve usta bir örgü sanatçısı da olan Jessica Dance, yemek fotoğrafçısı David Skyes’la biraraya gelerek keyifli bir projeye imza atmış. Bir yemek masasında görebileceğiniz herşeyi, tabakları, ketçap ve hardal gibi sosları, çatal, bıçak, tuzluk gibi herşeyi yünden imal eden Jessica Dance, yine yünden sosisler, bezelye taneleri, peynir tabağı ve çikolata gibi yiyecekler hazırlamış. Fotoğrafçı David Skyes’a ise tüm bunları güzel bir şekilde fotoğraflamak kalmış.

35


36


37


38


39


40


41


06.

Nick Hornby: Bug羹n televizyon ve s襤nema aras覺nda fark kalmad覺

42


Fever Pitch, About A Boy ve High Fidelity gibi romanları sinemaya uyarlanan İngiliz yazar ve senarist Nick Hornby’in yeni romanı Funny Girl geçtiğimiz aylarda yayınladı. Özellikle Stephen Frears’ın yönettiği ve başrolünü John Cusack’ın oynadığı High Fidelity’yle tanınan Hornby’nin yeni kitabı Funny Girl 1960’lı yılların yaratıcı sanat ortamında geçiyor. Nick Hornby, Beatles’ın, Carnaby Street’in ve Hair müzikalinin çıkış yaptığı 60’lı yıllarda bir televizyon yıldızı haline gelen, işçi sınıfı bir ailenin kızını konu alan Funny Girl’ü, neden özel olarak o dönemi seçtiğini ve televizyon hakkında düşüncelerini Les Inrockuptibles’e anlattı. ‘Funny Girl’ baştan sona geçmişte geçen ilk romanınız. Hikayeniz için neden 60’lı yılları seçtiniz? Başından itibaren aklımda gençliğini irdeleyen yaşlı bir adamın hikayesini anlatmak vardı. Bu dönemi seçtim çünkü 1964’le 1969’u ayıran beş yıl gerçek anlamda inanılmazdı. Beatles’ı örnek alırsak ‘Please Please Me’den ‘White Album’e geçişteki hıza bakmanız yeterli olur! Gelişimleri fenomenaldi, oysa 2009’la 2015 arasındaki yılları alırsak bu gelişim neredeyse fark edilmeyecek kadar az. Elbette teknoloji büyük bir hızla gelişiyor ama nesnelerin görünümleri ya da albümlerin tınısında pek bir değişiklik yok. Onun için de baş döndürücü bir yaratıcılığın ortaya çıktığı bu yılları ele almak önemli oluyor. Öyle bir zamana geldik ki, yaşlananlar ve aramızdan ayrılanlar artık 50’li 60’lı yıllarda doğanlar. Bugün yaşlı olarak baktığımız insanlar Bob Dylan jenerasyonu. Ben de, o zamanlar ebediyen genç kalacaklarını ve sonsuza dek yaşayacaklarını düşünenlerin bugün yaşlılıkla yüzleşmelerini konu almak istedim. Romandaki karakterleriniz olağanüstü bir çağda yaşadıklarını düşünüyorlar. 1957’de doğmuş biri olarak sizin de aynı hisse kapıldığınız oldu mu?

43

Bu tarz bir mutluluğu 1976 ve 1979 yılları arasında Cambridge’de öğrenciyken hissetmiştim. Benden çok


fazla bir şey yapmam beklenmiyordu, hatta devlet bana hiçbir şey yapmamam için para veriyordu. Yapmam gereken tek şey, müzik dinlemek, konserlere gitmek ve plakçıları gezmekti. Her hafta, daha önce adlarını bile duymadığım insanlar harika albümler çıkarıyorlardı. 19 yaşında, bu denli geniş bir özgürlüğe sahip olmayı ve tüm bunları keşfedebilmeyi harika buluyordum. Funny Girl, o yılların vodvil dünyasında geçiyor. 60’lı yıllar rock müzik için olduğu kadar komedi tarzı için de bu denli bereketli miydi?

44

Kesinlikle! On yılda ‘Steptoe and Son’ gibi programlardan Monty Python gibi bugün efsaneleşmiş işlere geçmek harika bir şeydi. İngiltere, John Cleese, Peter Cook ve Dudley Moore gibi bir çok yetenekli komedyene sahipti ve onlar 60’lı yıllarda yaşanan patlamadan faydalanarak televizyon ekranlarının değişilmezleri haline geldiler. Örneğin Coronation Street o zamanlar için yenilikçi bir diziydi, ilk defa bir vodvil İngiltere’nin kuzeyinden gelen insanlar için ve onlar tarafından yazılıyordu. Tam da o dönemde BBC aksanıyla konuşmayı reddeden aktörler ortaya çıktı. Birçok televizyon programı Angry Young Men’lerin (kızgın genç adamlar) ve John Braine, Stan Barstow gibi yazarların

düşüncelerini yansıtıyordu. Bunu, Ray Galton ve Alan Simpson gibi senaristlerin işlerinde de görmek mümkündü. Bu senaristlerin tarzınız üzerinde etkisi oldu mu? Hiç kuşkusuz ki evet. Yazmaya başladığımda, verdiğim her röportajda beni etkilemiş yazarların isimlerini vermem gerektiğini düşünüyordum. Sonra bir gün fark ettim ki, ben gençken bu insanların isimleri benim için hiçbir şey ifade etmiyordu! Benim ilgimi çeken televizyon programlarıydı, filmlerdi, plaklardı! Bir yazar olmayı başardığımızda, diğer yazarlar bizi besleyen şeylerin sadece çok küçük bir kısmını temsil ediyor. 60’lı yılların televizyonunda en çok hoşuma giden şey toplumsal gerçekçilikle, komedinin birleşimidir. Romanınızda tutucu bir akademisyen televizyonun geleceği için endişeleniyor. Bir bakıma haklı değil mi? Evet ve hayır. Ben bu son on, on beş yılda bazı programların ve dizilerin kalitesinin daha önce hiç olmadığı kadar arttığını, kalitesiz olanların da iyice yerlerde süründüğünü düşünüyorum. ‘Reality


tv’ bir müddet daha bizimle olacak ama iyi olan şey izleyiciler bunlarda çok çabuk sıkılıyorlar ve her programın belli bir ömrü var. Diğer yandan BBC’nin ve ABD kanallarının ürettikleri diziler o denli kaliteli senaryolara sahip ki, nerdeyse artık televizyonla sinema arasında fark kalmadı.

Paylaşımcı yaratıcılığın üzerinde duruyor oluşunuz, Funny Girl’ün kendi dünyalarına kapanmış karakterlerin bulunduğu High Fidelity, Naked ya da Juliet gibi romanlarınıza oranla çok daha az karanlık olmasını sağlıyor…

Evet bu popüler kültürün karanlık yanıdır. Bazı Bugün yazarlığın dışında hem televizyon için insanlar kendi zevklerine, tavırlarına sıkı sıkıya bağlı hem de sinema için senaryolar yazıyorsunuz. En kalırlar ve kendi dünyalarının dışından gelen herbeğendiğiniz beş dizi hangileri? şeye şüpheyle ve mesafeyle bakarlar. Bu çok garip bir durum çünkü bu insanların dinledikleri müzikleri En çok beğendiğim dizilerin hepsi ABD yapımı yapanlar tam tersine dünyaya açık insanlar oluyor! diziler. Beş tane sıralamam gerekirse, ‘Friday Night Dylan hayranları ise en kötüleridir. Bob Dylan tüm Lights’, ‘Sopranos’, ‘The West Wing’, ‘Orange Is müzik tarihini dinleyerek kendi şarkılarını yaptı The New Black’ ve ‘Mad Men’ derim. ‘Mad Men’in ama sonuç olarak sadece Dylan dinleyen bir hayson sezonu özellikle harika! ran kitlesi ortaya çıkardı. Hayatınızın tamamını Dylan’la ilgili albümleri ve kitapları toplayarak geçiRomandaki karakterinizlerinden en karam- rebilirsiniz, o kadar çok var yani, ama ben bunun sarı son derece muhafazakar biri, diğerleri ise ‘rock’ müziğini sevmenin en iyi yolu olduğunu İşçi Partisi’ne (Labour Party) sempati besliyor. düşünmüyorum. Funny Girl’ün politik bir roman olduğunu söyleyebilir miyiz? İçinde biraz politika var. Beraber çalışmanın güzelliğini ortaya koyan bir roman yazmak istiyordum. Sonra 60’lı yıllarda geçeceğine karar verince, o dönemde yaşanan bir nevi kültürel savaştan bahsetmenin ilginç olacağını düşündüm. Her ne kadar bugün BBC yayınlarında sadece ‘posh’ aksanıyla konuşan insanlara yer vermese de, romanımda, akademisyen Vernon Whitfield benim itici bulduğum elitist bir tavır sergiliyor. Hatta bugün artık tam tersi yaşanıyor, kuzey aksanı moda oldu! Politikaya geri dönecek olursak, 60’lı yıllarda herşey daha basitti aslında. İşçi Partisi’ne oy veren insanlar, benim gibi, ekonominin büyük bir pasta olduğunu ve paylaşılması gerektiğini düşünüyordu. Oysa bugün, gençlerin büyük bir çoğunluğu bilgisayarlarının önünde çalışıyor ve onlara hayalleri nedir diye sorsan, kendi pastalarını yaratmak ve onu kendilerine saklamak diyecekleri izlenimine kapılıyorum. 45


Haftaya görüşürüz:)

1 // KASIM ’15

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.