20 // NİSAN’14
zete
Editรถr: Cem GELGร N
//
01.
KEANU REEVES UZAK DOĞU’YA AÇILIYOR //
02.
MIGUEL CHAVALIER’DEN RENGARENK IŞIK MOZAYİKLERİ
//
03.
UÇAĞINIZIN İNMESİNİ İSTEMEYECEĞİNİZ TEHLİKELİ PİSTLER //
04.
MUCİZENİN ADI DIEGO SIMEONE
//
//
05.
MUHTEŞEM İKİLİ: ZOEY VE JASPER
06.
MARC LEVY: ÖZGÜRLÜK OYUN DEĞİL, GEREKSİNİMDİR
01.
Keanu Reeves Uzak Doğu’ya açılıyor
Son yıllarda beyaz perdeden ve büyük rollerden uzak duran Keanu Reeves, başrolünde olduğu 47 Ronin ve yönettiği Man Of Tai Chi’yle uzak doğuya açılıyor. Bir Japon efsanesinin konu alındığı 47 Ronin’de bir Samuray’ı canlandıran Reeves, Man Of Tai Chi için bu sefer de kamera arkasına geçerek yönetmen olarak birinci filmine imza attı. Keanu Reeves, yaşadığı tecrübeyi ve Man Of Tai Chi’nin arkasındaki hikayeyi Teaser dergisine anlattı. Yönetmenliğe neden Man Of Tai Chi’yle atıldınız? Ve neden şimdi? 2005’ten beri aklımda olan bir şey. Projenin yazım aşamasında, Man Of Tai Chi kalbimde özel bir yer edindi ve sonuç olarak filmi ben yönetmek istedim. Bir gün kamera arkasına geçeceğimi ama bunun için doğru hikayeyi beklediğimi biliyordum. Man Of Tai Chi manevi değerleri konu alan bir hikaye ve geleneksellikle modernlik arasındaki çatışmayı ele alış şekli ilgimi çekiyordu. Değindiği noktalar hoşuma gidiyordu: masumiyetin ve merhametin kaybı, benliğin ve kimliğin dışa vurumu, baştan çıkarıcı şeylere karşı verdiğimiz savaş. Film ayrıca, Batı dünyasının ‘Ultimate Fighting’ tarzı sporlarla, uzak doğu dövüş sanatlarının ruhuna ihanet ettiği mesajını veriyor, öyle değil mi?
6
karşılaşmalardan sonra ‘kötü adam’larla selamlaşabiliyor. Saygı onun çıktığı yolculuğun bir parçası. Zamanla ustalaşıyor. Filmde hoşuma giden şey, izleyicinin, dövüş sanatlarına özel bir ilgi duymasa bile, kendini onun yerine koyabiliyor olması. Çünkü aslında hepimiz hayatımızın bir döneminde içsel bir yolculuğa çıkıyoruz. Hepimiz hayallerimizi gerçekleştirmek için para karşılığı bir şeyler yapmışızdır, O ise ustasının tapınağını kurtarmak istiyor. Para karşılığı bazı şeyler yapmayı kabul ediyoruz ama bu bazen bizi ruhumuzu kaybetmeye itebiliyor. Man Of Tai Chi için büyük planlarınız vardı. Çekimler için ‘Bot N Dolly’ adlı bir robot kullanmak istiyordunuz… Internet üzerinde dolaşan ilk görüntüler nefes kesiciydi. Sonuç olarak bu teknolojiyi kullanamadığınız için üzgün müsünüz? Eklemli kolları olan bu robot kamerayı kullanmak gerçekten çok isterdim. Bu bana, geleneksel çekim teknikleriyle yapamayacağımız şeyler yapma fırsatı verecekti. Daha önce hiç görülmemiş görüntüler elde edip, bilgisayarda hazırlanmış sahnelere ya da sanal kameralara gerek duymayacaktık. Maalesef bu teknoloji bütçemize biraz fazla geldi.
Man Of Tai Chi’yi finanse edebilmek için Çinli yatırımcılara yöneldiniz. Diğer yandan, Amerika’da çok az tanınan Doğu’lu aktörlerin oynadığı ve yine riskli bir proje Batı’daki dövüş sporlarının uzak doğu olan 47 Ronin, Universal tarafından desdövüş sanatlarına ihanet ettiğini düşünmü- teklenmişti. Birbirine benzeyen bu iki yorum… Bana göre Man Of Tai Chi, bazı filmin yapım sürecindeki farklılıkları nasıl kung-fu filmlerinin aksine, uzak doğu dövüş açıklıyorsunuz? sanatlarının ruhunu, içsel mücadeleyi ve meditasyonu konu alıyor. Ana karakter bir var (Uzun sessizlik) Man Of Tai Chi, bağımsız oluş yolculuğuna çıkmak istiyor. Onun için bir film ve hikaye Çin’de geçiyor. Bu açıdan rakiplerinin karşısında saygıyla eğilebiliyor, yerel, Çinli yatırımcılara yönelmenin doğal
olacağını düşündüm. Filmi finanse etmek ve dağıtımını üstlenmek isteyip istemediğini öğrenmek için China Film Group’un başkanı Han Sanping’le bir araya geldim. Projemizle ilgilendi. Kendimizi şanslı sayabiliriz. 47 Ronin ise çok farklı çünkü film bir stüdyo projesi. Kelime oyunlarına girmeden, Universal’in istediği, bir Japon efsanesinden yola çıkarak uluslararası bir film yapmaktı. Filmi yöneten Carl Rinsh’in hikayeye sadık kalması, izleyicinin kendini hikayedeki fedakarlık, gurur, imkansız aşk, toprakların korunması gibi olgularla özdeşleşebilmesini sağladı. Uzun lafın kısası Man Of Tai Chi de, 47 Ronin de popüler olmaya çalışan filmler ama farklı şekilde yapıldılar.
7
Hayır. Sizin için oynayacak olsam, kendimi sonuna kadar verirdim! (gülüyor) Peki Man Of Tai Chi için daha fazla baskı hissediyor musunuz? Biliyor musunuz, baskı… (düşünüyor) Her zaman aynı oranda kalıyor: istediğimiz tek şey insanların yaptığımız işi beğenmesi. Wachowski kardeşler, Gus Van Sant, David Ayer ve Kathryn Bigelow gibi önemli yönetmenlere sinemaya atıldıkları ilk yıllarda güven duydunuz. Onlarda sizi çeken neydi? Aynı hisleri, 47 Ronin’in daha acemi sayılabilecek genç yönetmeni Carl Rinsch için de beslediniz mi?
Kamera arkasına geçmiş bir aktör olarak, yönetmen olunca oyunculuğa kıyasla Carl’ın vizyonu beni heyecanlandırmıştı. filmin başarısı için daha çok çalıştığınızı Ama genel anlamda geçmişte genç yönetmenlerle çalıştığım doğru. Aslında konuya söyleyebilir misiniz? hiç bu açıdan bakmadım. Eğer proje ilgimi
çekiyorsa, kabul ediyorum. Eğer ne istedik- filminde yer aldım. Bu tarz filmleri ‘Dünyanın lerini biliyorlarsa ve vizyon sahibi insanlarsa Durduğu Gün’ takip etti ve sonra 47 Ronin’e kadar hiç bir fırsat çıkmadı. Man Of Tai Chi onlarla neden çalışmayayım? filminin çekimi de oldukça zamanımı aldı. Filmografinizde izleyici tarafından en çok Bir kaç senedir stüdyo filmi sisteminden uzak tanınanlar Matrix serisi ve Point Break. Bu kaldığımı söylemek doğru olur. tarz etkileyici, güçlü filmlerin yapılmaya devam edeceğini düşünüyor musunuz Bu sistemin içinde çalışırken, sizin de kenyoksa film endüstrisinin bugün bize sun- dinizden birşeyler kattığınız söylenebilir. Mesela, Ronin 47 filminin sonunda, eğer dukları karşısında kötümser misiniz? siz olmasaydınız sanki bu kadar derine Hollywood, bugün hala Point Break tarzı bir- inilmez ve daha klasik bir mutlu sona çok aksiyon filmi veya uçuk fikirlere dayalı doğru gidilirdi. bilim kurgu filmleri yapmaya devam ediyor… 47 Ronin’in son sahnelerinin benim için Örneğin INCEPTION! büyük bir öneme sahip olduğu bir gerçek. Matrix üçlemesinden sonra sanki ön Hikaye bu şekilde yazılmış, stüdyo da tek planda olmaya devam etmeyi veya başrol bir harfine dokunmadan kabul etmişti. 47 almayı cok fazla denemediniz. Bu, far- Ronin’e ilham veren Japon efsanesi, bana kındalıkla, sistemin kölesi olmamak için, göre hayat aşılayan bir hikaye. Bu son olmasaydı kesinlikle aynı mesajı veremezdi. Ekip isteyerek alınmış bir karar mı? içinde bazı tartışmalara yol açtı, farklı bir son Hayır, sadece iyi bir rol veya proje bulmakta yapmak isteyenler vardı… Ben, görsel olarak zorlanıyordum. Matrix’ten sonra her ikisini daha da ileri gidilmesini isterdim ama stüdde sevdiğim ‘Aşkta herşey mümkün’ (2003) yonun bu şekliyle bile yayınlaması cesurca bir ve ‘Constantine’ (2005) gibi birkaç studyo hareket oldu.
8
9
02.
Miguel Chevalier’den rengarenk ışık mozayikleri
Miguel Chevalier tarafından tasarlanan Magic Carpets - Sihirli Halılar adlı eser, Kasablanka’daki Sacré Coeur Kilisesi’nde sanat severlerle buluştu. İslam sanatından esinlenen sanatçı, hayal ettiği şekilleri ve renkleri, bir mozaik gibi kilisenin tabanına yansıtmak için dijital teknolojiyi kullanmış. İzleyicinin hareketleriyle değişen mozaikler sanatseverlere farklı tablolar ve kompozisyonlar sunuyor. Zamanında ibadete açık olan Sacré Coeur Kilisesi ise, Fransız Enstitüsü’nün de girişimleriyle son yıllardan beri bir çok sergi ve etkinliğe ev sahipliği yapıyor.
13
Juancho E. Yrasquin Airport - Saba Adası
03.
Uçağınızın inmesini istemeyeceğiniz tehlikeli pistler
14
Hangi pilota sorsanız, iniş ve kalkışın uçu- maceralı olacak. şun en riskli anları olduğunu söyler. İniş ve kalkışın sorunsuz yapılabilmesi için pist- Juancho E. Yrasquin Airport - Saba Adası lerin, uluslararası havacılık kurallarınca belli bir uzunluk ve genişlikte olması, alana Tatilinizi Karayiplerin Saba Adası’nda geçirhakim olan rüzgarlar göz önüne alınarak mek istiyorsanız, pervaneli uçağınızın inişi inşa edilmesi gerekir. Ancak dünyada öyle sırasında pisti görmemenizde yarar var. havaalanları var ki, sadece yolculara değil, Okyanusa dik inen yamaçların dibine yapıpilotlara da soğuk terler döktürecek cinsten. lan 400 metre uzunluğundaki pist, en küçük Yolunuz Honduras’a, Nepal’e, Cebelitarık’a uçaklara bile zorlu anlar yaşatıyor. Pistin ya da Fransız Alpleri’nin gözde kayak merkezi sert rüzgarlara açık konumu, pilotların işini Courchevel’e düşerse sıkı tutunun, inişiniz kolaylaştırmazken, fırtınalı havalarda adaya
Ice Runway - Antartika
merkezlerinden Courchevel’deki uçak pistinin özelliği düz olmaması! Avrupa’nın en yüksek sıra dağları olan Alpler, Courchevel Ice Runway - Antartika ve Chamonix bölgesinde zirveye ulaşıyor. Kabul etmek lazım ki, Antartika’daki üç Düz herhangi bir alanın zor bulunduğu dağ pistten biri olan Ice Runway - Buz Pistinin kentlerine uçakla ulaşabilmek için Fransızlar diğerlerine göre farklı bir yeri var. Tamamen çareyi yokuş aşağı bir pist inşa etmekte bulbuzdan oluşan iniş pisti tüm yıl boyunca muş. Bu şartlarda iniş ve kalkışı düşünmek Antartika’da araştırmalar yapan biliminsanla- bile istemiyoruz! rına hizmet veriyor. Büyük kargo uçaklarının rahatlıkla inebilmesi için mesafe tanımaksızın Toncontin Uluslararası Havaalanı uzatılan pistin en büyük handikapı ise hava - Honduras koşullarına göre buzda oluşabilecek çukurlar ve çatlaklar. Uçakların buza ya da kara saplan- Yolunuz Honduras’a düşerse, dünyadaki en maması için dikkatle incelenen pist dünyanın tehlikeli, sabıkası en kabarık pistlerinden birine iniş yapacağınızı bilmenizde yarar var. en tehlikelileri arasında yer alıyor. Başkent Tegucigalpa’da bulunan Toncontin havaalanının kapatılması geçmişte bir çok kez Courchevel havaalanı - Fransız Alpleri gündeme geldi. Son olarak 2008’de bir uçaFr a n s ı z A l p l e r i ’ n i n g ö z d e k a y a k ğın pistten çıkarak beş kişinin ölmesi sonucu ulaşmak imkansız oluyor.
15
tartışmalara neden olan havaalanı bugün hala faaliyet halinde. 1934’de, zamanın koşullarına göre inşa edilen havaalanı, şehri çevreleyen dağların arasında 2km uzunluğunda bir piste sahip. Uluslararası kuralların alt sınırında olan bu mesafe bir çok büyük uçak için risk oluşturuyor. Herşeye rağmen, Honduras’ın ana havaalanı Toncontin’de yoğun bir trafik yaşanmaya devam ediyor.
bir uçurum bulunuyor. Bugüne kadar bir çok kazanın yaşandığı piste inerken, frenlerinizi iki kere kontrol etmekte fayda var. Cebelitarık Havaalanı
Cebelitarık Havaalanı belki de dünyadaki en ilginç havaalanı. Cebelitarık havaalanını özel kılan şey şehrin içindeki konumu ve en işlek caddenin üzerinden geçiyor oluşu. 6,8 km²’lik Tenzing Hillary (Lukla) Havaalanı - Nepal yüzölçümüne sıkışıp kalan Cebelitarık’a iniş yaptığınızda, arabalarında oturmuş, uçağın Nepal’e, Himalaya dağlarını keşfetmek ve geçmesini bekleyen insanlara elle sallayacak Everest’e tırmanmak için gelenlerin uğrak kadar yakın olacaksınız. Uçakların inişi ve noktası olan (eski ismiyle) Lukla Havaalanı, kalkışı sırasında trafiğe kapatılan caddede kısa pisti, sert rüzgarları ve çöken sisle pilot- (ve haliyle pistte) bugüne kadar herhangi lara zorlu koşullar sunuyor. Ancak pistin en bir kaza yaşanmamış olsa da yetkililer trakorkutucu yanı bunlar değil. Bir platonun fik ışıklarında yaşanacak arızaların doğrucağı üzerine inşa edilen pistin ucunda 600 metrelik tehlikeden çekiniyor. Courchevel havaalanı - Fransız Alpleri
16
Toncontin Uluslararas覺 Havaalan覺 - Honduras
17
04.
Mucizenin ad覺 Diego Simeone
Arkaya yatık saçları, siyah ceketi, Latin mafya babalarını andıran karizmatik duruşuyla kendine has bir imaja sahip olan Diego Simeone, oyunculuk yıllarından gelen savaşçı kimliğini aşıladığı Atletico Madrid’le dünyanın en büyük takımlarına kafa tutuyor. Arda Turan’ın yıldızının parladığı Madrid ekibinin adını Şampiyonlar Ligi’nde Barcelona’yı saf dışı bırakarak yarı finale yazdıran Simeone, Atletico Madrid’i İspanya liginde de bitime beş hafta kala, bir yanda Messi’li Neymar’lı, diğer yanda Ronaldo’lu, Bale’li rakiplerinin önünde lider konumuna getirdi. Şampiyon olsunlar ya da olmasınlar, herkesin ortak bir noktada birleştiği kesin, Atletico Madrid’le beraber yeni bir fenomen doğuyor: Diego Siemone! Mücadele, hırs, direnç, kazanma arzusu… Diego Simeone’yi belki de en iyi tanımlayan bu dört sözcük. Geçtiğimiz yaz, Atletico Madrid’in takımın yıldızı Falcao’yu mültimilyoner Monaco’ya kaptırmasının ardından, kendisine hiçbir şans verilmiyordu. Ekonomik darlık içindeki kadrosuna fazla takviye yapamadan sezona başlayan Simeone ve Madrid ekibi, yine herkesi yanıltarak muhteşem bir performansa imza atıyor. Uzun bir sakatlıktan çıkan Diego Costa’dan
yeni bir yıldız yaratan, Arda Turan’ı takımın değişilmezlerinden biri yapan Simeone’nin Atletico Madrid’i, iki dev rakibi Real Madrid ve Barcelona’ya diz çöktürerek yoluna devam ediyor. Orta halli bir takımdan herkesin korktuğu kadar imrendiği bir takım yaratan Simeone’nin kariyeri, terinin son damlasına kadar mücadele edilerek kazanılmış önemli zaferlerle dolu. Devlere baş kaldıran Arjantinli Bir çok Arjantinli gibi İtalyan göçmeni bir ailenin çocuğu olarak 1970 yılında Buenos Aires’te dünyaya gelen Diego Simeone, çocukluk yıllarını başkentin işçi mahallelerinde top oynayarak geçirdi. Velez Sarsfield’ın alt yapısından yetişen ve mücadeleciliğiyle ‘El Cholo’ takma adını alan Simeone, 17 yaşında A takıma yükseldikten sonra, o dönemde İtalya’nın Pisa takımının başında bulunan ve hepimizin yakından tanıdığı Mircea Lucescu’nun hamleleriyle Avrupa’ya transfer oldu. Pisa’nın ardından kısa bir Sevilla macerası yaşayan Diego Simeone 1994 yılında, efsaneleşeceği Atletico Madrid kulübüne geldi. Modern futbolun gerektirdiği bütün özellikleri taşıyan ve orta sahada takımın beyni olan Simeone, Real Madrid
ve Barcelona hegemonyasını kırarak 1996’da takımının yirmi yıl aradan sonra İspanya ligini ve Kral Kupası’nı kazanmasında büyük rol oynadı. Madrid’de üç sezonda efsaneleşen Simeone buradan İtalya’nın yolunu tuttu. Milano ekibi Inter’le 1998 yılında UEFA kupasını kaldıran ‘El Cholo’, bir sezon sonra başkentin takımı Lazio’ya transfer oldu. Kariyerinin en başarılı yıllarını Lazio’da geçiren Diego Simeone, Lazio’nun Milan ve Juventus’un tekeline son vererek 2000 yılında İtalya lig şampiyonluğunu, İtalya kupası ve süperkupası’nı kazanarak imza attığı tarihi başarıda büyük rol oynadı. Futbola ülkesi Arjantin’de nokta koyan Simeone gittiği her takımda savaşçı kişiliğiyle sembol oldu. Kariyeri boyuncu 600’den fazla maça çıkan Simeone, Arjantin formasını 106 kez giyerek Maradona’nın rekorunu da kırdı. Yeşil sahalardaki hırsını ve kazanma arzusunu görünce, devlerin gölgesinde kalan köklü kulüplerin elde ettikleri başarıların arkasında Simeone imzası olması hiç de şaşırtıcı gelmiyor. Bir gün dünyanın en iyi teknik direktörü olacak
21
Simeone, kazanma arzusunu felsefe edinmiş bir adam. Atletico Madrid alt yapısından yetişen ve takımın kaptanlığını yapan Gabi, Simeone’nin takıma ciddiyet ve çalışma arzusu aşıladığını ve beraberinde iyi sonuçların ve kupaların geldiğini söylüyor. Kendilerine Atletico’nun değerlerini ve taraftarın önemini hatırlattığını anımsatan diğer bir oyuncu Koke, “Hepimizin kafasına aynı fikri soktu. Çalışmak ve kazanmak” diyor. Milli futbolcu Arda Turan ise, Simeone’nin bir gün dünyanın en iyi teknik direktörü olacağına inandığını söylüyor: “Harika bir teknisyen, bizi her maça çok iyi hazırlıyor, oyuncularla ilişkisi ve yönetim tarzı üst
düzeyde, gerçeklerle yüzleşmekten korkmuyor. Bir gün dünyanın en iyi teknik direktörü olacak”. 2011 yılının sonlarında, gönülden bağlı olduğu Atletico Madrid’in başına geçen Diego Simeone, daha ilk sezonunda son sıralarda aldığı takımı kısa sürede yeniden ayağa kaldırarak, UEFA Kupası’nın ve ardından Chelsea’yi yenerek UEFA Süperkupası’nın sahibi oldu. Geçtiğimiz sezonu 3. sırada bitirerek Şampiyonlar Ligi’ne kalan Atletico Madrid, Simeone yönetiminde bu sezon şampiyonluğa doğru yürüyor. Her sezon biraz daha üstüne koyarak, bir yandan ligde bir yandan da Avrupa kupalarında hedefe doğru ilerleyen Simeone ve ekibi, başlarına bir kaza gelmediği taktirde beş hafta sonra Barcelona ve Real Madrid’in önünde şampiyon olarak gerçekleştirmesi güç büyük bir mucizeye imza atmış olacak. Mucizenin adı ise hiç kuşkusuz ki Diego Simeone olacak!
05.
Muhteşem ikili: Zoey ve Jasper
22
Ailesiyle beraber Taiwan’dan Los Angeles’a yerleşen küçük Zoey’nin, yakın arkadaşı, can dostu, köpeği Jasper’le çektirdiği fotoğraflar internet üzerinde tıklanma rekorları kırıyor. Zoey dünyaya geldiğinde 5 yaşında olan Jasper ilk günden itibaren küçük bebeğin yanından ayrılmamış. Beraber oynayan, eğlenen ikili zamanla en iyi arkadaş haline gelmişler. Zoey’nin fotoğrafçı olan annesi tarafından çekilen kareler, bir hayvanla insan arasında oluşabilen yakınlığı ve dostluğu gözler önüne seriyor.
23
24
25
06. Marc Levy: Özgürlük bir oyun değildir, bir gereksinimdir
26
27
Dünya çapında 30 milyonun üzerinde kitap satan Marc Levy, 24 Nisan’da ‘Une Autre Idée du Bonheur’ (Farklı Bir Mutluluk) adlı yeni romanını yayınlamaya hazırlanıyor. Dostluğu, aşkı ve özgürlük arayışını, iki kadının hikayesinin üzerinden konu alan Marc Levy, Paris Match’a verdiği röportajda günümüzde gittikçe kısıtlanan kişisel özgürlüklerin öneminden ve Twitter’ın bu mücadelede oynadığı rolden bahsediyor. Yeni kitabınızın kahramanları Agatha ve Milly’nin yakınlıkları bize, hikayede de adı geçen ‘Thelma ve Louise’i hatırlatıyor. Onlardan ilham aldınız mı? Hayır, kitapta adlarının geçiyor olması, bu düşünceyi bir kenara koyabilmek içindi! Günümüzde, ne zaman iki kadın bütün kuralları yıktıkları bir yolculuğa çıksalar, hemen Thelma ve Louise’le karşılaştırılıyorlar.
28
Bundan dolayı da kitaba başlamadan önce, ana karakterlerimin kadın mı yoksa erkek mi olması gerektiğini uzunca düşündüm. Ama benim için bir kadının ruhuna girmek daha kolay. Yaratıcılığımız, yaşadıklarızla kısıtlanır. Oysa bir yazarın görevi yaratmaktır, hayal etmektir. “Özgürlük bir oyun değildir, bir gereksinimdir. Değerini anlayabilmek için, ondan yoksun kalmış olmak gerekir” diyorsunuz. Sizin de özgürlüğünüzden yoksun kaldığınız oldu mu? Bu cümle, hayatımın bende bıraktığı hissiyatı açıklıyor. Özgürlüğümüzün kısıtlanması konusunda mütevazı olmalıyız. Çok ağır bir geçmişe sahibim çünkü büyükannem ve büyükbabam Auschwitz’de öldüler. Soykırım, çocukluğumu ve gençliğimi kapladı. ‘Holocaust’ (Yahudi Soykırımı) benim
için gerçek bir şoktu. Sonra 1968 ve sonrası oldu. O yıllarda oldukça genç olsam da, bu özgürlük ayaklanması beni oldukça etkiledi. Beni bu yola iten bütün bu yaşadıklarım oldu ve kitabımda bu özgürlük arayışından bahsediyorum. Bugün maalesef, özgürlüklerimizi kaybetmeyi çok kolay göze alıyoruz. Söylediğimiz ve yazdığımız herşey gözetlenebiliyor ama sanki bu kimsenin umurunda değil! Kişisel özgürlüklerin gittikçe kısıtlandığı bir dünyada yaşıyoruz. Ulusal güvenlik yasaları bunu daha da kısıtlıyor.
Agatha, otuz yıllık hücre hayatı yaşamış biri ve çağdaş dünyayı keşfediyor. Twitter Evet! Ama bunu için bir bedel ödüyorum. ve Facebook gibi sosyal ağları hedef alan Belli bir kesime ait olmayı reddediyorum. bir eleştiri hissediyoruz. Siz kendinizi özgür hissediyor musunuz?
29
İfade özgürlüğüme ve bağımsızlığıma fazlasıyla değer veriyorum. Umursamazlıkla karşılaştırılamayacak bu özgürlüğe her zaman bağlı kaldım. Mütevazılık olmadan, alçakgönüllülük olmadan özgürlük de olmaz. Onu boğmanın en iyi yolu, kendini hiçbir zaman sorgulamamaktır. Bu özgürlük için bir çok kere meslek, ülke ve hayat değiştirdim. Çocuklarıma aktarmak istediğim bir şey varsa, o da özgür olmalarıdır. Kitabımın sonunda, Agatha tarafından dile getirilen tanımlama, özgürlüğün gerçek ifadesidir.
Her yaştan okurlarım var ama büyük bir çoğunluğu 20 ila 40 yaş arasında, bu teknolojileri kullanan insanlar. Onun için de bu konuya değinmek oldukça keyifli oluyor. Çağdaş dünyayı eleştirmiyorum ama sadece bazı noktalara dikkatimizi çekmek istiyordum. Sosyal ağlar, bağımlılık yaratan büyüleyici şeyler. Ben bir Twitter savunucusuyum. Harika bir özgürlük aracından bahsediyoruz. Bir şeye şahit oluyorsak tweet atarak olayı duyurabiliriz. Twitter’ı bir buçuk yıl önce New York’ta yaşanan büyük elektrik kesintisi sırasında keşfettim. Hem duygusal bir dışavurum var hem de zorlu bir ‘yazıyla ifade’ alıştırması. Çok geniş bir haber ve bilgi dünyası olması güzel ama kendini teşhir edenleri sevmiyorum. Sizin için çağdaş dünya ‘Big Brother’ (Biri bizi gözetliyor) mı? Evet kesinlikle. Örneğin, tabletinizde kitap okuduğunuzda herşey kayıt altına alınıyor. Atladığınız sayfalar, aradığınız kelimeler, okuduğunuz ya da başlayıp bitirmediğiniz kitaplar. Bütün bu bilgiler kayıt altına alınıyor ve yayınevlerine gönderiliyor, editörler de bu veriler doğrultusunda yazarları etkilemeye çalışıyor. Kitapta, Agatha bir ara: “Eğer suçlanacağın bir şeyin yoksa, saklayacak da bir şeyin yoktur!” diyor. Oysa var! Bütün özel hayatımız var! İnsanlar bunu anlamıyorlar. Kitabı yazarken, Agatha’nın kullanacağı silah hakkında internette biraz araştırma yaptım, sonrasında ise silah satın almam için bana kampanyalar yollamaya başladılar! Bugün kimse dinlemelere, özel hayatımızın içine girilmesine karşı ayaklanmıyor, bunun için de özgürlüğü konu alan bir kitap yazmak istedim. 30
Kitabınız ayrıca kan bağlarını, aile
kavramını konu alıyor, bunlar sizin için önemli mi? Evet, kardeşlik ve dayanışmayı da ele alıyor. Bir de arkadaşlık konusunu. Bize miras kalan bir aile var, bir de bizim seçtiğimiz. Agatha, kimin gerçekten arkadaşı olduğunu anlayabilmek için Amerika’nın yarısını dolaşıyor. Harika bir aileye sahibim ve kendimi şanslı hissediyorum. Önemli olan gümüş kaşıkla doğmuş olmak değil, çocukluğunun boyunca yakınlarının sevgisini almış olmaktır. Bizi daha güçlü kılan budur. Agatha büyük bir fedakarlık yapmak zorunda kalıyor, bu gerçekçi mi? Agatha, kendi kaderinden daha büyük bir amaç için dev bir fedakarlık yapmak zorunda kalıyor. Bir aşk için savaşmış bir kadın. En büyük acıda, kederde bile sönmeyen aşklar vardır. Ama bu acı onu hayatta tutuyor. Agatha otuz yıl ‘karanlıkta’ kaldıktan sonra bir anda ışığın üzerine geldiğini görüyor. Yazarlık sizi hayal ettiğinizden daha da ileri götürdü diyebiliriz miyiz? Evet, öncelikle iki kahramanım çıktığı yolculuğa ben çıktım ve romandaki bazı karakterlerle tanıştım. Onlar azınlık hakları ve özgürlükler için mücadele eden insanlar. Onları görmek o kadar iyi geliyor ki. Kişilikleri beni düşündüğümden de uzağa götürdü. Benliğimin derinliklerine indim. İki sayfalık bir sahneyi yazmam üç haftamı aldı. Hayatları boyunca bu anı bekleyen iki kişinin karşılaştığı sahne. İnanılmaz bir aşk sahnesi. Bir roman yazarı için harika olan şey budur, kayıtsız şartsız aşkı anlatmak. Hatta bu bölümden bir ara vazgeçmek üzereydim, gerçekleri elde edememekten korkuyordum.
31
Haftaya görüşürüz:)
20 // NİSAN’14
zete