HAFTASONU 22 KASIM 2015

Page 1

22 // KASIM ’15



//

01.

Jane CampIon: Romantİzm İçsel bİr başkaldırıdır //

02.

//

03.

//

Origamiden çıkan hayvanlar alemi

Steve WoznIak’ın gözünden ‘Steve Jobs’ hakkında gerçekler

04.

Çevreye duyarlı bir aktör: Woody Harrelson //

05.

Fukahori’nin kırmızı balıkları

//

06.

2025 yılında gündelİk hayatımız neye benzeyecek?

Editör: Cem GELGÜN


01.

Jane Campion: Romantİzm İçsel bİr başkaldırıdır

4


5


Jane Campion, kadın yönetmenler arasında belki de en önemlisi, Sofia Coppola, Kathryn Bigelow gibi çağdaş yönetmenler için de ilham kaynağıdır. Oscar ve Altın Palmiye ödüllerine layık görüldüğü, sinema tarihinin en önemli filmleri arasına girebilecek The Piano, In the Cut, Sweetie, The Portrait of a Lady gibi filmlerin yer aldığı, tüm eserlerini içeren koleksiyonun piyasaya çıkışı vesilesiyle CinéLive dergisine konuşan Campion, kendisine ilham veren ve filmlerinde önemli bir yere sahip Yeni Zelanda’nın alabildiğine uzanan peyzajlarını ve çok sevdiği 19. yüzyıl romantizmini anlattı. Zamanınızın çoğunluğunu nerede geçiriyorsunuz? Sizi herşeyden uzak, Yeni Zelanda’nın derinliklerinde küçük ahşap bir evde hayal edebiliyoruz. Gerçeğe biraz olsun yaklaştık mı?

6

Jane Campion: … ve etrafım Hobbit’lerle çevrilmiş bir şekilde! Tabii ki şaka yapıyorum ama durum neredeyse bu. Kızım evden ayrıldığından beri çok daha fazla seyahat ediyorum. Şu

anda Sidney’deyim ve Top of the Lake dizisinin ikinci sezonunun son bölümünün hazırlıyorum. Hikayenin büyük bir bölümü burada geçiyor olacak. Çekimler mart ayında yapılacak. Fırsatım olduğunda medeniyetten uzaklaşıp Yeni Zelanda’da ormanların arasındaki evime çekiliyorum. Gözlerden uzak bir çiftlik. Davetli değilseniz oraya ulaşmak imkansız. Sinemaseverler için Yeni Zelanda iki şey çağırıştırıyor: The Piano ve Yüzüklerin Efendisi. Sizin için elfler ne ifade ediyor? Fantezi filmleri bana hitap eden bir tarz. Tüm bu yaratıklar, aileler ve bir şey bulmak için yapılan seferlerle aram pek iyi değil. Ancak hoşuma giden ve beni büyüleyen şey dekorlardaki ve kostümlerdeki yaratıcılık ve detaycılık. Yüzüklerin Efendisi’ndeki teknik ve artistik mükemmeliyet çok az filmde var. Peter Jackson bende hayranlık uyandıran bir yönetmen. Mükemmeliyet, sizin işlerinizde de öne çıkan bir unsur. Eserlerinize göz


gezdirdiğimizde filmlerinizin ne kadar iyi işlendiğini, cilalandığını anlıyoruz. Hatta bazıları bunda akademik bir yan görüyor…

7

mükemmel deyin, oysa çerçevenin içerisinde oynanan tutku patlamaya hazdır bir bomba gibiydi. Burada akamedik hiçbir şey yoktu. En azından öyle umuyorum!

Yaratıcılık bir titreşimdir. Sizin ritminize ve o anki enerjinize bağlıdır. İlk uzun metrajlarıma The Piano, Portrait of a Lady ve Bright Star, bakınca, örneğin ‘Sweetie’ye, bu tür… gariplik- üçü de 19. yüzyılda geçiyor. O dönemde sizde leri nasıl çekebildiğimi merak ediyorum. Kalıp bu denli hayranlık uyandıran şey nedir? bütün alanı kaplıyor ve yutuyor, karakterleri bile. Her filmin kendi dili vardır. Bir yönetmenin yapKadınların edebiyattaki merkezi yertığı şeyle uyum içinde olması gerekir. Hasta olma leri. Bronte kardeşleri okuduğumda kendime derecesine varacak şekilde tüm karakterini ve “Kadınların eserlerinde başkaldırıya ve aşırılığa hislerini o filme adar. Benim filmlerimi hayatı- yer veriyor olması güven veren bir şey” diyordum. mın farklı evrelerini gösteren otoportreler olarak Burada bir bağımsızlaşma, özgürleşme şekli var; görebilirsiniz. Daha yeni filmlerim için işlenme sadece erkeklere karşı değil aynı zamanda kendive cilalama terimlerini kullanıyorsunuz, buna lerine de karşı. Romantizm herşeyden önce içsel karşı çıkıyorum. Her geçen gün görüntüye daha bir başkaldırıdır. takıntılı hale geldiğimi biliyorum. Ben sanat eğitimi aldım ve resim benim için büyük bir ilham Kadınsal bir sinema var mı? kaynağı oldu. Ama yine de bir yanlış anlamayı ortadan kaldırmak istiyorum: mükemmeliyet Sanmıyorum. Her birey tektir. Kathryn fikri bazı şeylerin yerlerinden oynamaması anla- Bigelow’un kadınsal sinema yaptığını söyleyebilir mına gelmiyor. Tam tersine bilinmeyeni ortaya miyiz? Gözlerini açıyor ve gördüklerini hassasiyeçıkarmaya yardımıcı olması gerekiyor. tiyle ifade ediyor. Nokta. Sonra elbette bir kadın kendine yakın hissettiği karakterlere yer verecek Yani? ve böylece başlıca erkeklerin yaptığı filmlerde kendilerini bulamayan kadın izleyicileri etkileyeEdebiyatta olduğu gibi, sinema da bizim ger- cektir. Ben çocukken kendimi Shirley Temple’la çeklikle olan bağımızı sorguluyor. Hassasiyetinize özdeşleştirmiyordum! Aslında sanırım galiba ben ve akıl sağlığınıza bağlı olarak dünya size çok bir erkeğim. daha net ya da bulanık, belirsiz gelebilir. Benim eserlerimde konu aldığım dünya 19. yüzyıl Top of the Lake’de tüm erkek karakterromantizminden geliyor. Bronte kardeşlerin ler bir çeşit tehdit oluşturuyor. Bu durumda eserlerin okumak benim için altüst edici oldu. feminist bir diziden bahsedebilir miyiz? Bugün hala onların yaşadıklarına parmak basabilirim. Anlattıkları karanlık ortamlar Yeni Erkeklerin dünyasıyla kadınların dünyası Zelanda’dakilere çok yakın. O noktada roman- arasındaki ayrım ilk başından beri mevcuttu. tizm, fantastikle buluşuyor. Hislerin, duyguların Bu belirli bir mücadeleyi tanımlamıyor sadece şiddetlenmesi bizi gerçeklikten uzaklaştırabilir. hikayenin temelini atıyor. Karakterlerin bu sınırThe Piano filmi, Emily Bronte’nin Wuthering ları ihlal etmeleri tamamen kendilerine kalmış Heights romanının kişisel bir uyarlamasıydı. bir şey. Kahramanın, Robin Griffin’i ele alırFilmin faturası uzunca incelendi. İstiyorsanız sak, tamamen özgür bir şekilde hareket ediyor.


Davranışları içgüdüsüne ve çektiği acılara göre değişiyor. Erkeklerle yaşadığı ilişkilere bağlı olarak çektiği acılar. Dizide, bir yamacın eşiğinde, herşeyden uzak, tarlalara yerleşmiş bir kadın topluluğu görüyoruz. Bu kadınlar erkeklerin zorbalığına karşı mücadele ediyorlar, sonra da savaşa gitmeye hazırlanan askerler gibi geri çekilip kapanıyorlar. Kendilerini başarısız bir aşktan koruyorlar. Yine bir romantizm hikayesi! Eserlerinizde doğanın önemli bir yeri var. Karakterlerinizi yuttuğu gibi onları koruyor da. Çevrenizle nasıl bir bağınız var? Tüm bunların özü çocukluğuma uzanıyor. Ben, çok da büyük bir şehir olmayan Wellington’da büyüdüm. Geçmişi hatırladığımda aklıma gelen ilk şey rüzgar oluyor. Rüzgarda kabaran okyanus ve sallanan dev palmiyeler gözümün önüne geliyor. Kendimi doğanın ortasında bulmam için sadece birkaç adım atmam yeterliydi. Gözümde herşey görkemli bir boyut kazanıyordu. Doğa hislerimizin ifadesidir. Top of the Lake’de bir dağ görüntüsü aynı zamanda hem endişe hem de huzur verici olabilir. Herşey izleyicinin nasıl bir ruh hali içinde bulunduğuna bağlı. Tiyatro dünyasında çalışan anne ve babanızın sizin üzerinizde büyük etkisi oldu. Yönetmen olma isteğinizin nedeni bu eğitime mi bağlı?

8

Ailem Yeni Zelanda için oldukça zengindi. Kendi ailelerinden miras kalmıştı. Bu sayede çok seyahat ettiler, özellikle de Avrupa’ya. Döndüklerinde bir tiyatro kumpanyası oluşturdular ve Shakespeare’in eserlerini sergilediler. Bu benim için çok ilham vericiydi. Evde verdikleri yemeklere yazarlar, yönetmenler katılırdı. Küçük bir kız olarak, masanın altına saklanmış ya da kapı aralığından olup biteni izlerdim. Ailem sanatsal isteklerimi her zaman desteklemiştir ama yine de

üzerimde bir baskı vardı. Onları hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum. ‘Jane Campion’un gözünden Jane Campion’ kitabında Michel Ciment sizi “varoluşun gizemlerini araştıran bir ahlakçı” olarak tanımlıyor. Buna katılıyor musunuz? Ben hiçbir karakterimi yargılamıyorum onun için ahlakçı olduğum söylenemez. Beni ilgilendiren sadece eylemdir, o eylemin iyi mi ya da kötü mü olduğu değil. Bir sinemacı olarak yarattığım bütün karakterle özdeşleşebilirim, en aşırı olanlarla


bile. Yazdığınız zaman, uyarılmış tüm duyularınızla bir ormanın içinde gibisinizdir. Etrafınıza bakarsınız. Sonra ansızın, çevresindeki bitkilerin kök salmasını engelleyecek büyüklükte dev bir ağaç görürsünüz. Bu dramatik bir gerilimin başlangıcıdır: aynı türün iki öğesi nasıl bir arada varolabilecekler? Burada anlattığınız şey, iki kız kardeşin ilişkisini irdeleyen ilk filminiz Sweetie’nin konusuna benziyor…

deliliğin sınırında bir kadın. İlki bu çılgın kız kardeşten hem korkuyor hem de hayranlık duyuyor. Tamamen özgürleşmek ve kendini tutan şeylerden kurtulmak için bu vurdumduymazlığa sahip olması gerektiğini biliyor. Ancak yan yana gelince bu iki kardeş birbirlerini tamamlayamıyorlar, birbirlerine yardım edemiyorlar. İkisinden birinin kendini feda etmesi gerekiyor. (duruyor) Hikayenin sonu kötü bitiyor. Belki de yeniden yazmak lazım. Siz de özgür müsünüz?

9

Biri çok uysal, neredeyse silik ve herşeyi iyi yapma takıntısı var, diğeri ise çok aşırıya kaçan,

Hayır sürekli korku içinde yaşıyorum.


02.

Origamiden çıkan hayvanlar alemi Madrid’li origami meraklısı Gonzalo Garcia Calvo boş zamanlarında öğrendiği farklı origami teknikleriyle hayvanlar ve nesneler yaratıyor. Aslen müzisyen olan Garcia Calvo gündüzleri mesleğini icra ederken akşamları ise çok sevdiği origami dünyasına dalıyor. Kağıtları katlayarak, birbirlerine geçirerek ve ya akordeon yaparak nasıl oluştuğunu anlamakta zorluk çektiğimiz, şaşırtıcı ve bir o kadar güzel origamiler tasarlayan sanatçının işlerini Flickr ve Instagram sayfalarından takip etmek mümkün.

10


11


12


13


14


15


16


17


18


19


20


21


22


23


24


25


03.

steve Wozniak’in gözünden ‘steve Jobs’ hakkinda geRçekleR

26

Apple’ın kurucularından, 2011 yılında yılların sonlarına, şirketin zorlu bir süreçten hayatını kaybeden Steve Jobs hakkında bir geçtiği dönemde perde arkasında yaşananları film daha vizyona girmek üzere. Basit ve anlatıyor. Jobs’la birlikte Apple’ın kuruculasade bir şekilde Steve Jobs’ adını taşıyan, rından olan ve filmde Seth Rogen tarafından Danny Boyle’un yönettiği, Jobs’u canlan- canlandırılan Steve Wozniak, filmi GQ derdıran Michael Fassbender’in yanında Kate gisi için değerlendirdi. Jobs’un filmle gurur Winslet’in rol aldığı film, 1980’lerden 1990’lı duyacağını söyleyen Wozniak, senarist Aaron


27

“Görüntüler çok güzel, aktörlerin oyunu Sorkin’le yaptığı sayısız görüşmeye rağmen yine de birçok noktada gerçeklerin çarpıtıl- mükemmel ve işin tamamı profesyonal ama dığını belirtiyor. Wozniak’ın gözünden ‘Steve filmde gösterilen birçok şey gerçek haytta yaşanmadı. Aaron Sorkin’le yaptığımız sayıJobs’ filmi ve gerçekler… sız görüşmelerde kendisine verdiğim bir sürü küçük detay değiştirilmiş ve başka yerİlk izlenimi lere uyarlanmış. Bu açıdan film gerçekten


yaşananları yansıtmıyor. Sorkin, filminin bir fotoğraf karesinden ziyade bir portre olduğunu söylerken doğru söylüyor. Bu şekilde bakmak lazım. Kendisini canlandıran Seth Rogen Seth Rogen’in canlandırdığı kendi karakterime bayıldım. Ancak ben hiçbir zaman kimseyi kavgaya tutuşturmuyorum ve kimseyi yargılamıyorum. Filmde ‘ben’, on beş yıl boyunca Steve’den Apple II ekibinin katkılarını tanımasını istiyorum ama ben böyle bir şey yapmadım! Ben Steve Jobs’u değil o zamanki CEO John Sculley’i arayıp, yönetim kurulu ve hissedarlar toplantısında şirketinin o zamanki gelirlerinin yüzde 100’ünü sağlayan Apple II ekibine teşekkür edilmemesine üzüldüğümüzü söylemiştim. Telefon konuşmamız 30 saniye sürmüştü ve ben Sculley’e kızgındım Jobs’a değil. Jobs’la yüzleşmesi Filmde iki rakip gibi gösteriliyoruz, oysa gerçek haytta hiçbir zaman karşı karşıya gelmedik. Film, devrimci Apple II’yle Jobs’un sade tasarımlı Macintosh’u ve Xerox laboratuvarlarında keşfettiğimiz yazılım arasındaki felfesi zıtlaşma üzerinde duruyor. Oysa biz o zaman bir grafik kartın sağladığı sonsuz olanakların farkına varmıştık. Macintosh

28

Orwell’in 1984’ü tarzı Macintosh reklamı

Filmde gösterilenin tersine ben de koyu Hissedarlar Ridley Scott’un Orwell’in bir Macintosh taraftarıydım ama aynı John Sculley gibi Macintosh’un kullanıcıya ula- 1984’ü tarzında çektiği ve Super Bowl finaşabilmesi için zamana ihtiyacı olduğunu linde gösterilecek Macintosh reklamı için düşünüyordum, oysa Jobs bunu kesinlikle 800.000 dolar ödemeyi reddettiklerinde kabul etmiyordu. Olayon bu yönü filmde bu parayı Jobs’la yarı yarıya ödemeyi kabul etmiştim çünkü ikimizde aynı vizyonu kesinlikle yer almıyor.


29

paylaşıyorduk. Oysa fimde, atmosferi ger- kurulunun Jobs’u görevden aldığını gösteriyor, gin ve dramatik hale getirmek için bizim bu ama aslında kendisine sadece ekipleri yönetkonuda tartıştığımız görülüyor. Bu kesinlikle mekte zorlandığı söylenmişti. Hiçbir zaman görevinden alınmadı. Jobs kendisi istifa etti, gerçek değil. arada fark var. Steve Jobs’un 1985’teki istifası Filmde Jonh Sculley’nin NeXT’in tanıtımı Film hissedarlardan kurulu yönetim sırasında Steve Jobs’la konıuşmaya geldiğini


30

görüyoruz. Oysa bu olaylardan sonra Jobs, 1970’lerde benim A’dan Z’ye tasarladığım ve ürettiğim Apple I’i satmaya başladığımız John Sculley’le bir daha hiç konuşmadı. Homebrew Computer Club’e onu ben götürmüştüm. Eğer Steve Jobs ürünlerini tasarladığı Gerçek Steve Jobs gibi sinema yapsaydı, tam da Aaron Sorkin’in İkimiz de daha genç bir çocukken tanıdı- yaptığı filmi yapardı. Jobs bu filmi görebilğım gerçek Steve Jobs’da büyük bir kalp vardı. seydi eminim ki gurur duyardı.


31


04.

Çevreye duyarlı bir aktör: Woody Harrelson

32


33


Woody Harrelson, günümüz sinemasında belki de en çok rol alan aktörlerden biri. Adını bilmesek de yüzü anında tanıdık geliyor. Geçmişte Natural Born Killer ve No Country For Old Men gibi filmlerde oynayan Harrelson, kısa süreli bir sessizliğin ardından Hunger Games serisi ve True Detective dizisiyle kariyerinde yeni bir sayfa açtı. Hunger Games’in 20 Kasım cuma günü vizyona giren yeni bölümünde Haymitch’i canlandıran Woody Harrelson Paris Match’a verdiği röportajda bir yanda oyunculuk kariyerini yorumlarken bir yandan da çevrecilik adına yaptıklarını anlatıyor. Jennifer Lawrence’ın canlandırdığı Katniss Everdeen’in koruyucusu Haymitch’i canlandırıyorsunuz. ‘Hunger Games’in başarısı sizi şaşırttı mı? 34

Woody Harrelson: Birinci filmin vizyona girmesine kısa bir süre kala pozitif şeyler olacağını biliyorduk ama denli büyük bir etki yaratacağını tahmin etmiyorduk. Benim hoşuma giden şey Hunger Games serisinin sadece aksiyondan ibaret olmaması. İçinden yaşadığımız toplum hakkında önemli şeyler söylüyor, günlük hayatımızı kontrol etmeye çalışan büyük şirketleri şikayet ediyor, insanların hayatını karartan politikalardan ve katletmekte olduğumuz doğadan bahsediyoruz. Çok karmaşık bir dönemden geçiyoruz ve Katniss Everdeen gibi bir karakterin halkın sesi haline geldiğine görünce kendimize bir soru soruyoruz: peki ya bu çağdaş dünyada da gerçek olsaydı? Jennifer Lawrence’ın bir yıldız olarak doğuşuna tanık oldunuz. Ansızın gelen bu şöhretle başa çıkabilmek için kendisine


yapamam. Dünya liderlerinin çevre sorunlarına karşı hiçbir gücü kalmadı. Belki Al Gore Jennifer günümüzün en büyük yıldızla- zamanında birşeyler değiştirebilirdi. Ama başrından biri. Benden tavsiye almasına gerek kanlık yarışını kaybetti. yok çünkü ayakları yere sağlam basan biri. Birçok insanın aksine iyi bir yaşam sürBen ona sadece paparazzilerle ilgili birkaç nasihatta bulundum. Kendisi de bunun çok mek için yeterli imkanınız var. Dünyanın çabuk farkına vardı zaten. Dört yılda pek bir tamamı çevreci bir tutum sergileyebilir mi? değişiklik olmadı, giydiği kıyafetlere, söyleİki ayrı dünyada yaşıyorum, bu doğru. Ama diği şeylere dikkat ediyor, hala benim ilk gün kanımca en doğru olan şeyi yapmaya çalıştanıdığım Jennifer’le aynı. tığımı düşünüyorum. Elektrikle çalışan bir ‘True Detective’deki rolünüz sizi yeniden araba kullanıyorum. Eğer insanlar kendilerini birinci plana taşıdı. Bundan otuz yıl önce sorumlu hissediyorlarsa, çevreciliğe en ufak kariyerinize start veren ‘Cheers’ dizisine de şeylerden, mesela alışveriş yaparken plastik ya da kağıt torba kullanmayarak başlayabiliriyi bir gönderme oldu öyle değil mi? ler. Herkes kendi çapında küçük ama hayati ‘True Detective’de oynamayı kabul ederken öneme sahip şeyler yapabilir. Bu konuda bu kadar yoğun bir şey yaşayacağımı düşün- Avrupa’nın ABD’nin çok ilerisinde olduğunu müyordum. Gerçekten çok şanslıymışım! düşünüyorum. Dizi formatının bir karateri geliştirmeye ve kişiliğinin derinliklerine inmemize olanak sağladı bir gerçek. Sinemada ise bunu iki saat kadar kısa bir sürede yapmak zor olabiliyor… “Game Of Thrones” ve “Narcos” gibi diziler başarılı oluyorlar çünkü her karakterin hikayesini anlatabiliyorlar. tavsiyelerde bulundunuz mu?

Koyu bir çevrecisiniz. Önümüzdeki ay Paris’te düzenlenecek konferansından beklentileriniz nedir?

35

Gerçek anlamda bir aktivist değilim ama birçok projeye katkıda bulunmaya çalışıyorum. Biri tahta kullanmadan kağıt ürettiğimiz, diğeri de suyu arıttığımız iki tane şirket kurdum. Aklımda başka fikirler de var. Dediğimiz gibi geleceği değiştirebilecek projelerde yer almaya çalışıyorum. Benim için önemli olan sistemi ve alışılagelmiş yöntemleri değiştirebilmek. Asla Shell’le ya da doğal gaz yataklarını kullanan bir şirketle işbirliği


05. Fukahori’nin kırmızı balıkları

Japon sanatçı Riusuke Fukahori, Joshua Liner Gallery’de açtığı ikinci kişisel sergisinde tahta kasaların içine yerleştirdiği akvaryumlarda süs balıklarına yer veriyor. Ülkesinde ve uluslararası sanat çevrelerinde su altı yaşamını akrlik boyayla resmetmesiyle tanınan Fukahori, balıkların detaylarını ve hareketlerini aylar süren bir çalışma sonunda tamamlıyor. Öyle ki, fotoğraflara baktığımızda neyin çizili neyin gerçek olduğunu, tahta kasanın içinde su olup olmadığını ve en önemlisi de balıkların gerçek olup olmadıklarını anlamakta zorluk çekiyoruz.

36


37


38


39


40


41


42


43


44


45


46


47


48


49


50


51


06.

2025 yılında gündelİk hayatımız neye benzeyecek?

52


53


Bundan 10 yıl sonra, 2025 yılında dünya neye benziyor olacak? Teknolojinin gündelik hayatımızdaki yeri ne olacak? Bu soruların cevabını arayan World Economic Forum kuruluşu geçtiğimiz aylarda 800 uzman ve nanoteknoloji şirketlerinin sahipleriyle buluşarak önümüzdeki 10 yıl içinde gerçekleşmesi muhtemel yeniliklerin listesini hazırladı. Biz de listeden yola çıkarak, Ömer adını vereceğimiz karakterimizin 2025 yılında yaşayacağı normal bir günün profilini çıkardık. Parantez içerisinde yer alan rakamlar bahsi geçen teknolojinin gerçekleşeceğini düşünen uzmanların yüzdesini temsil ediyor… Saat 7:23

54

Herşey hafif bir titreşimle başlıyor. Daha sonra bu titreşime küçük bir bip sesi eklenerek ikinci bir duyu uyarılıyor. Saat 7:23 ve Ömer için kalkış vakti. Bunu Ömer’in kendisi değil, kolundaki akıllı bileklik/saat, işe gidiş saatine bağlı olarak seçti. Bu

akıllı bileklik gece boyunca Ömer’in uyku döngülerini hesaplayarak onu en iyi zamanda uyandırıyor. Kimse uykusunun en derin anında, kendini yorgun hissederek uyanmak istemez. Teknoljinin tüm iyi niyetine rağmen, Ömer bu durumdan pek memnun değil. “İşe gitmem gerekmese bir iki saat daha uyurdum” diye düşünmekten kendini alamıyor. Her on kişiden birinde olduğu gibi Ömer internete bağlı bir kıyafete ya da aksesuara sahip (%91). Ancak bu kıyafet ya da aksesuar onu dünyadaki 7 milyar insana, yani her on kişiden dokuzuna bağlayan tek nesne olmaktan uzak (%78,8). Bundan on yıl önce 2015 yılında Ömer’in telefonundan, bilgisayarından ya da tabletinden Facebook’a bağlandığı dönem geçmişte kaldı. 8:00 Sadece evinde bile Ömer’in internete bağlı, yani dünyaya bağlı ona yakın aleti var. Beş dakika geçmiyor ki bunlardan biriyle iletişime geçsin. Sütünü


aldığı buzdolabı, yemeğini ısıtabileceği mikrodalga fırın, uyanmasından dakikalarca önce evi ısıtmaya başlayan ısıtma sistemi ya da saate ve çevredeki ışığa göre kendi parlaklığını ayarlayan ampul gibi. Tüm bu aletler dünya üzerindeki, bazıları gerekli bazıları gereksiz ama her biri bir ağa bağlı bir trilyon (bin milyar) nesneden sadece birkaçı (%89).

55

Bu kişi başı 140 nesneye tekabül ediyor ancak bunların büyük bir çoğu şirketler tarafından kullanılıyor. Bu nesnelerden Ömer’in tüm bilgileri akıp gidiyor ama bu onun pek umurunda değil, bu herkesin alıştığı bir şey. Onun umursadığı şey, ya da daha doğrusu arzuladığı diyelim, tamamen bağımsız bir arabaya sahip olabilmek. ABD’de arabaların yüzde 10’u bundan sadece on yıl önce test aşamasında olan bu arabalardan oluşuyor (%78). Ömer’in çömez pazarlamacı maaşı bu projesini biraz bekletmesine neden olabilir. Ömer evinden çıkıyor ve milyonlarca insan gibi toplu taşıma araçlarına doğru yöneliyor.

8:35 Ömer metroda akıllı telefonunda haberleri bakarken içini rahatlatan ve ona umut veren bir makale görüyor: Bir şirket 3D yazıcılarla üretilen birinci nesil arabaları piyasaya sürmüş (%84). Tamamen alıcıya göre düzenlenen ve kullanılan kompozit maddeler sayesinde kendi bütçesine uygun arabalar. Ömer metro yerine arabasına bineceği günün hayalini kuruyor. Tam telefonunu cebine koyacakken bunu da okumalısınız adlı bir haber gözüne çarpıyor: “3D yazıcıyla üretilmiş ilk karaciğer nakli başarıyla gerçekleştirildi” (%76). Haberi okumaya vakti olmadığı için haberi sınırsız hacme sahip ‘cloud’da depolamaya karar veriyor. Sınırsız çünkü bu ‘cloud’, kendilerine verdiği bilgiler doğrultusunda tamamen hedefli reklamcılık tarafından finanse ediliyor (%91). Metrodan inip bürosuna yürürken Ömer 3. sanayi devrimini düşünüyor. 10 yıl önce konuşulmaya başlanan 3. sanayi devrimi 3D yazıcılar sayesinde hayatımı değiştireceğe benziyor. Şimdilik


o denli büyük bir etkisi yok ama üç boyutlu yazıcı teknolojisi her gün gelişiyor. Mesela Ömer’in masasındaki kalemlik, duvarındaki saat üç boyutlu bir yazıcıdan çıkıyor. Gündelik hayatımızda kullandığımız nesnelerin yüzde 5’i bu yazılar tarafından üretiliyor (%81). 9:00 Çalışma vakti geldi. Ömer kendisine verilen gözlükleri takıyor ve üzerinde çalıştığı, pazartesiye yetiştirmeye çalıştığı dosyayı önüne alıyor. Dosyayı açar açmaz içerisindeki kağıtlar gözlükler sayesinde hareketleniyor ve bilgiler gözlüklerin yüzeyinde beliriyor. Şirketlerde her on kişiden biri bu gözlüklerden kullanıyor (%84). Bu gözlükler Ömer’in hayatını kolaylaştırıyor olsa da, Ömer’in gözünü korkutuyor. Korkutucu olan gözlüklerin kendisi değil, teknolojinin hayatımıza bu denli dahil olması. Acaba insanoğlu yakın zamanda işlevsiz bir canlıya mı dönüşecek? Pazarlama, iletişim ve finans sektörlerindeki rapor ve analizlerin üçte biri, bir insandan çok daha fazla bilgiyi işleyebilen, yapay zekaların kullanıldığı bilgisayar programları tarafından hazırlanıyor (%75). 18:30

56

Bir iş günü daha son buldu. Hayatın getirdiği zorlukları düşünürken başının ağrıdığını fark

ediyor ve bir eczaneye uğramaya karar veriyor. On an, yine bu sabah gördüğü haber aklına geliyor. Kısa süre önce ABD hükümeti robotlar tarafından işletilen eczanelere yeşil ışık yakmış (%86). Ömer kendini kötü hissetmiyor değil, acaba bir gün herkesin yerine bir robot mu geçecek? Eczacıya veda ederken bu soruyu düşünüyor. Evinin yolunu tutarken yakın arkadaşı heyecanla onu arıyor ve bir yerde buluşmaya karar veriyorlar. Meğer arkadaşı piyasaya yeni çıkan ve deri altına yerleştirilen mikroçip şeklinde telefonlardan satın almış (%81). Ömer buna hazır olmadığını düşünüyor. 19:45 Ömer evine girerken belediyeden gelen, “Sayıma katıldığınız için teşekkür ederiz” mektubunu görüyor. Doğru ya artık belediyelerde ve nüfus dairelerinde memurlar değil bilgisayarlar çalışıyor ve “big-data” denilen veriler sayesinde sizin hakkınızda (ve tüm nüfusun) gereğinden fazla bilgiye sahip oluyorlar (%82). “Teknolojiden kaçış yok” diye düşünüyor Ömer ve çevresindeki aletlere bakıyor. Günün yorgunluğunu atmak için televizyonun karşısına otururken taraftarı olduğu takımın maçı olduğunu hatırlıyor ve stadyumdaymış izlenimi veren üç boyutlu gözlükleri takarken, “futbol neyseki hala insanlar tarafından oynanıyor!” diye düşünmekten kendini alamıyor.


57


Haftaya görüşürüz:)

22 // KASIM ’15

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.