HAFTASONU 22 ŞUBAT 2015

Page 1

22 // ŞUBAT’15



//

01.

COLIN FIRTH’ÜN GİZLİ SERVİSLE İMTİHANI //

02.

DUSTIN YELLIN’DEN CAM İÇİNDE ÜÇ BOYUTLU KOLAJLAR //

03.

BEYAZ PERDEDE AŞK, PERDE ARKASINDA NEFRET //

04.

CAZ’A GİRİŞ İÇİN EN İYİ 10 ALBÜM //

05.

TOLGA GİRGİN’İN ÜÇ BOYUTLU KALİGRAFİLERİ

Editör: Cem GELGÜN


01.

ColIn FIrth’ün gizli servisle imtihanı



Bundan beş yıl önce King’s Speech filmindeki rolüyle ‘En iyi oyuncu’ Oscar’ına layık görülen, son yılların en iyi aktörlerinden Colin Firth, Matthew Vaugh’un yeni filmi Kingsman: The Secret Service’te bir gizli ajanı canlandırıyor. ‘KickAss’in yaratıcıları Mark Millar ve Dave Gibbons’un ‘Kingsman’ adlı çizgiromanından uyarlanan ve James Bond’un bir tür parodisi olan film Samuel L. Jackson, Michael Caine gibi önemli aktörlerin yanı sıra, şarkıcılar Taylor Swift ve Adele’e de yer veriyor. Türkiye’de 13 Mart’ta vizyona girecek Kingsman’in tanıtımı sırasında Première dergisinin sorularını yanıtlayan Colin Firth casus filmleri hakkındaki düşüncelerini ve ülkesi İngiltere’deki sınıf farklılıklarını dile getiriyor. Sonunda sizi de “Çizgiroman” sinemasına bulaştırdılar. Yakalanmamak imkansız hale gelmişti, öyle değil mi?

6

Colin Firth: Belki. Ben hiçbir zaman geçmişte yaptıklarım ya da yapmadıklarım üzerinden düşünmüyorum. Kariyerimi çizmiyorum. Kimse bana daha önce böyle bir teklifle

gelmemişti. Bir Bond’da bile yer almadım… Matthew Vaughn, Kingsman’in çekimlerimden bir sene önce beni arayarak “Böyle bir şey seni ilgilendirir mi? Fiziki koşullar, bu tarz şeyler?” diye sordu. Konunun bir casusluk filmi olması beni hemen heyecanlandırdı. Her İngiliz gibi bu hikayeleri çok severim. Bana göre, kurgu kalıpları arasında heyecanı son ana kadar muhafaza etmeyi başaran tek tarzdır. Bunun iki versiyonu var: birincisi aksiyondan aksiyona sürüklenen “hi-tech” casus, diğeri ise daha “gerçek” ve “low-tech” olan, John le Carré tarzı, Raymond Chandler’vari bir detektif. Casusluk çoğu zaman romantik bir yalnızlık taşır. Kaybolmuş yanılsamaların romantizmi, Tomas Alfredson’un “La Taupe” filminin ana unsuruydu. Evet, oysa filmin kendisi - çok sevmemle beraber - hiç de romantik değildi! Karakterlerin hepsi istediklerini bulamamış romantikler. Filmin konusu bu. Birçok kişi bunu yanlış yorumladı. Aslında, ülkesiyle, bağlılık


7

kavramıyla ve Smiley’in durumunda karısıyla Matthew, karmaşık olarak görünen yapısının ilgili hayal kırılıklarıyla yüzleşmesi gereken, arkasında kendini başkalarının yerine koyma köşeye sıkışmış bir adamın portresiydi. Benim kabiliyetinde biri: “Ne görmek isterim? Beni hain karakterim ise Sovyetik sistemle flörtle- ne heyecanlandırır?”. şiyor çünkü Batı’nın kalıplaşmış düşünceleri Matthew Vaugh’un ‘Kick-Ass’ filmini nasıl onu hayal kırıklığına uğratmış. buluyorsunuz? İlk filminiz olan, Marek Kanievska’nın ‘Another Country’ filmini de katarsak Bayılıyorum! Matthew’un yaptığı filmler aslında bu tarzın gediklisisiniz diyebiliriz… arasında en çok sevdiğim filmdir. Bazı beklentileri bozma, devşirme kapasitesi hoşuma (Nostaljik bir edayla) Evet neredeyse unut- gidiyor, aynı Robert DeNiro’nun, aslında muştum. Another Country, “Cambridge korkunç bir cani olan ama sonradan sıraBeşlisi”nden (Komünizmi benimseye- dışı çatlak karakterini ve kadın iç çamaşırları rek Doğu’ya geçen bir grup öğrenci) Guy giydiğini keşfettiğimiz bir korsanı canlandırBennett’in hikayesini anlatıyordu. Bennett ve dığı ‘Stardust’ filminde olduğu gibi. Tam bir arkadaşları, İngiltere’nin elit tabakasını temsil skandal! (gülüyor) Benimle de biraz aynı şeyi ediyorlardı. Bir yandan ürünü, bir yandan da yapıyor. Bridget Jones’un sevgilisiyle Mamma sahibi oldukları sistemi neden geri çevirsin- Mia’nınkini bir araya getirin ve bir aksiyon ler ki? Aralarından bazıları eşcinseldi ve film kahramanı yapın. açıkça bu bağdan bahsediyor. Sürekli saklanma ve çevresini manipüle etme gereksinimi. İngiltere’de çok belirgin sınıf farkı var. Filmde de söylendiği gibi “Lord’lar ve Filmin esinlendiği Kingsman: The Secret öküzler”… Service adlı çizgiroman Mark Hamill’in kaçırılmasıyla başlayan ve Cannes festiva- Evet, ayrıca İngiltere’de zenginler ve fakirlinin merdivenlerini tırmanarak sonlanan, ler gündelik hayatta sürekli yüz yüze gelirler. pop kültürün işlendiği bir eser. Uyarlaması Ben orta sınıf bir aileden geliyorum: akadeise tamamen artırılmış gerçekçiliğin içinde mik bir eğitim ve iyi bir dil kullanma çabası. Benim gibi olmayan çocuklarla beraber okugeçiyor… dum. Kendimi rahat hissettiğim bir dönem Evet Kingsman, filmer dünyasında geçen olduğunu söyleyemem. Dedikodulara yer verkendini ve yerini bilen bir film. Matthew’da memesi için nereden geldiğimi saklıyordum. hoşuma giden şey de bu zaten, çok doğal ve Bu da bir İngiliz alışkanlığı. bizden biri. Tarzı yeniden yaratmaya çalışmıyor. Fragmanları seyrettiğinizde bazı şeyler Eğlenceli ve renkli bir aksiyon filmi için iyi için ‘Bond’a benziyor diye düşünebilirsiniz bir başlangıç noktası… ama bunlar bilerek yapılmış şeyler. Filmde ‘The Ipcress File’ (Michael Caine), Bond ya Bildiğim bütün ülkeler aynı problemle karşı da Men in Black tarzı unsurlar bulabilirsiniz karşıya ama sanırım İngiltere’de bunun önceama bir kere hazmettikten sonra göreceksiniz lik sahibi olanların ve de özellikle Doğu ki kendi Matthew Vaugh kendi tarzına sahip. bölgelerinden gelenlerin genlerine işlediği


düşünülüyor. Bu ekonomik durumunuzla ya da yaşadığınız şeylerle bağlantılı değil. Sizden geliyor, o kadar. Benim canlandırdığım Harry Hart karakteri bu tür önyargılara karşı mücadele ediyor. Bugün sinemada İngiliz asaletinin ve zerafetinin sembolü oldunuz. Bu size uyuyor mu? Bunu da çok absürt buluyorum. İnanın bana bu hiç de benimsediğim bir şey değil. Daha çok beyaza ait olan bir ‘avatar’. Halk arasında ya da kameralar karşısında iyi eğitim görmüş, iyi giyinen ve saygılı biri olabilirim ama bu kesinlikle bir centilmen imajı vermek istediğim için değil. Kesinlikle karşı değilim elbette ama çok da umurumda değil açıkcası. Bunun canlandırdığım rollerle alakalı olduğunu ve Kingsman gibi bir filmde işime yarayabileceğini biliyorum. Bundan uzaklaşmak bazen zor olabiliyor. Emin olabilirsiniz ki yarın Güney Afrikalı bir maden işçisi rolünü bana vermeden önce iki kere düşüneceklerdir.

8


9


02.

Dustin Yellin’den cam İçİne hapsedİlmİş üç boyutlu kolajlar

10


11


Brooklyn’li sanatçı Dustin Yellin, New York şehir balesinin isteği üzerine hazırladığı eserlerinde, kolaj tekniğini kullanarak, cam içine hapsedilmiş üç boyutlu insan figürleri elde ediyor. Eserlerini ruhumuzun coğrafyası olarak gören sanatçı, her birini ruh halimizin birer haritasına benzetiyor. Kitaplardan, dergilerden, sokaktan topladığı parçaları bir araya getiren Yellin, yapım aşamasını ‘camdan sandviçler’le kıyaslıyor: “Bir camın üzerine resim yaptığınızı düşünün. Sonra yeni bir pencere alıp onu bir öncekinin üzerine yapıştırıyor ve çizmeye devam ediyorsunuz. Sonra bir tane daha ve bir tane daha, ta ki camdan bir sandviç elde edene kadar”. New York’un en prestijli sanat merkezlerinden Lincoln Center’da sergilenen eserler Şubat ayının sonuna kadar sanatseverlerin beğenisine sunulacak.

12


13


14


15


16


17


03.

Beyaz perdede aşk, perde arkasında nefret

18


Rachel McAdams ve Ryan Gosling: The Notebook (2004) Filmde Allie ve Noah sürekli tartışıp, ayrılıp, yeniden bir araya gelirken, Rachel McAdams ve Ryan Gosling gerçek hayatta sadece tartışıyormuş. Filmin yönetmeni Nicholas Cassavetes, VH1 kanalının hazırladığı bir programda “Bunu belki anlatmamam gerekir ama film setinde bir gün bile anlaşabildiklerini hatırlamıyorum” derken konuyla ilgili başından geçen hikayeyi anlatmıştı: “Ve sonunda Ryan yanıma geldi ve ‘Nick buraya gelir misin?’ dedi. Onu buradan çıkartıp yerine yeni bir aktris bulur musun? Ona ne olduğunu sorduğumda ‘Yapamıyorum, onunla yapamıyorum, iyi bir şey çıkaramıyorum’ yanıtını vermişti”. Cassavetes daha sonra, McAdams ve Gosling’in birbirlerine bağırıp rahatlamalarıyla çekimlere devam edildiğini ve herşey yoluna girdiğini anlatıyor. Aralarındaki gerginlik başka hislerin habercisi olsa gerek, filmin çekimlerinin ardından Gosling ve McAdams gerçek hayatta bir araya gelmiş, ilişkileri üç yıl kadar sürmüştü. Ancak nefretin aşka dönüşmesi herkes için geçerli olmayabiliyor.

19


Dünyaca ünlü bestseller roman ‘Fifty Shades tarihinde bir ilk değil. Yayınlanan biyografik of Grey’in (Grinin Elli Tonu) büyük tartışma- kitaplar ve kulislerde konuşulanlar, beyaz perlar arasında vizyona girdiği şu günlerde, başrol dede bir araya gelen çiftlerin, birbirlerine her oyuncuları Jamie Dornan ve Dakota Johnson’ın zaman düşünüldüğü kadar yakın olmadıklarını bir röportaj sırasında birbirleri hakkında yaptık- gösteriyor. Tomorrow Never Dies’in çekimları beklenmedik açıklamalar dedikodulara yol leri sırasında Pierce Brosnan’ı çileden çıkartan açtı. Filmde birbirini baştan çıkaran iki genci ‘Bond Girl’ Teri Heatcher, Romeo ve Juliet’te canlandıran Dornan ve Johnson, röportaj sıra- birbirlerini çekemeyen Leonardo Di Caprio ve sında gülerek çekimlerin kolay geçmediğini, Clair Danes, Sliver’da Sharon Stone ve William ekran dışında kesinlikle anlaşamadıklarını ve Baldwin, Richard Gere ve Debra Winger ve birbirleriyle çalışmanın ne denli zor olduğunu daha niceleri... dile getirdi. Internet sayfaları ve magazin dergileri ikilinin birbirlerini sevip sevmediğini Nick Nolte ve Julia Roberts: I Love Trouble tartışırken, geçmişte birlikte çalışmış ama yıldız- (1994) ları hiçbir zaman barışmayan ünlü oyuncuları Bu listede yer alan kişilerin birbirleriyle olan hatırladık. ilişkileri çekimler geride kaldıktan sonra yoluna “En azından iyi rol yapıyormuş, onu anlamış girerken, Nick Nolte ve Julia Roberts arasında olduk” diyebileceğimiz bu ilginç durum sinema yaşanan gerginlik beklenen de uzun sürdü. İkili

20


21

arasındaki ilk tartışma film setinde yaşanırken, filminin çekimlerinin ardından Tony Curtis’e ayrı geçen sahneler farklı stüdyolarda çekilmişti. büyük bir heyecanla “Marilyn Monroe’yu İkili arasındaki soğukluk ekrana da yansırken, öpmek nasıl bir şey?” diye sorulduğunda Curtis: Julia Roberts, Nolte hakkında “İğrenç biri” ifa- “Hitler’i öpmek gibiydi” cevabını vermişti! İkili desini kullanmış, Nolte ise “Julia Roberts iyi filmden önce bir süre beraber olmuş olsa da bir insan değil, bunu herkes biliyor” demişti. Curtis’in hisleri çekimler sırasında oldukça farkBu olaylardan yıllar sonra, 2009 yılında David lıydı. Curtis, lüks bir yattaki öpüşme sahnesine Letterman’in programına katılan Julia Roberts, gönderme yaparak: “Onun filmle ilgili fikirleri sinir krizine giren ve çevresine küfürler savuran havada uçuşuyordu, gülünç bir hale gelmişti. O bir yıldızın taklidini yapmış, bu kişinin Nick sahne ise felaketti. Diliyle nefes borumu tıkayarak neredeyse boğulmama neden oluyordu” Nolte olduğu söylenmişti. demişti. Tony Curtis ve Marilyn Monroe: Some Like Patrick Swayze ve Jennifer Grey: Dirty it Hot (1959) Dancing (1987) Marilyn Monroe’nun dünyanın en çok arzulanan kadını olarak görüldüğü 50’li yılların Listenin en beklenmedik çifti, en beklenmesonunda vizyona giren Some Like it Hot dik filmi diyebiliriz. Beyaz perdede yaşadıkları


22

aşk ve yaptıkları danslarla efsanleşerek, kadın- eksikliği ve aklının dağılması nedeniyle sahnelar başta olmak üzere, tüm bir neslin favori leri tekrarlatmak zorunda kaldığını ve bunun romantik filmi haline gelen Dirty Dancing’in özellikle de fizik gerektiren dans sahnelerinde başrol oyuncuları için macera hiç de düşü- çekilir bir şey olmadığını söylüyordu. Kitapta nüldüğü gibi geçmemiş. Üç yıl öncesinde “gereksiz ruh halleri”nden bahseden Swayze, Red Dawn filminde Jennifer Grey’le oyna- “Tartıştığımız zamanlar oldu… çok hassas görüyan Swayze, yollarının bu kadar kısa sürede nüyordu, bazen de biri onu eleştirdiği için göz yeniden kesişmesini pek hoş karşılamamış. yaşlarına boğuluyordu” diyordu. Öyle ya da Grey’in itici ve çalışması zor olduğunu söyle- böyle, iki oyuncunun yıldızı barışmasa da Dirty yen Swayze’nin işi Dirty Dancing’in çekimleri Dancing sinema tarihinin kült filmleri arasına sırasında hiç kolay olmamış. Yıllar sonra, yayın- girdi. Jennifer Grey ve Patrick Swayze ise, Nick ladığı biyografisinde Dirty Dancing yıllarına Nolte ve Julia Roberts’ın aksine, film setinin geri dönen Swayze, Grey’in konsantrasyon dışında arkadaş kalmayı başardılar.


23


04.

Caz’a başlarken dinlemeniz gereken 10 albüm

24


25


Caz müziğine yeni yeni ilgi duyuyor, Miles Davis, John Coltrane ya da Louis Armstrong isimlerini ilk defa duyuyorsanız, hazırladığımız ‘Caz’a başlarken dinlemeniz gereken 10 albüm’ listesi size yardımcı olacaktır. Sadece caz meraklılarının değil her müzikseverin göz atması ve hayatında en az bir kez dinlemesi gereken albümler, caz müziğine yön veren eserler olarak tarihe yazıldı. Cazın doğuşunu ve gelişimini temsil eden bu albümler, caz müziğinin yumuşak dokusunu, özgür yapısını, bazen nefes kesen temposunu, melodik zengiliğini ve doğaçlamayı daha iyi anlamamızı sağlıyor. Caz’a başlarken ve başladıktan sonra dinleyebileceğiniz albüm sayısını 10’la kısıtlı tutmak oldukça zor. Bu açıdan caza damga vurmuş ve farklı enstrümanlarda ustalaşmış isimlere yer vermeye çalıştık. Piyanoda Duke Ellington, Bill Evans, Thelonious Monk ve Dave Brubeck, trompette Louis Armstrong, Dizzy Gillespie ve Miles Davis, gitarda Wes Montgomery, saksofonda John Coltrane ve basta Charles Mingus… ve bu ustalarla çalan dönemin en iyi davulcuları Elvin Jones, Philly Joe Jones, Paul Motian ve daha niceleri. Garanti ediyoruz ki kulaklarınız caza doyacak... Louis Armstrong - The Complete Hot Five & Hot Seven Recordings, Vol 1 (1925-26)

26

Her müzik meraklısının ve caza yeni başlayan herkesin dinlemesi gereken en önemli albümleri sıraladığımız bir listeye, cazın babalarından Louis Armstrong’la başlamamak olmazdı. Cazın köklerine inip nereden geldiğini ve ileride nereye gittiğini anlamak için 1901 yılında dünyaya gelen trompetçinin 1925-1926 yıllarında Chicago’da kaydedilen ‘The Complete Hot Five & Hot Seven’ albümünü dinlemenizde yarar var. Geleneksel

caz olarak sınıflandırılabilecek albüm, cazın ilk kalıplarının duyulabileceği 20 parçadan oluşuyor. Armstrong’un yirmili yaşlarında kaydettiği albüme taş plakların cızırtısı eşlik ediyor. Duke Ellington - Ellington Uptown (1952) Louis Armstrong’la beraber cazın babalarından olan Duke Ellington’a kulak vermeden olmaz. Big Band kültürünün taşıyıcılarından olan Duke Ellington orkestrasıyla başyapıtlara imza atarak sayısız albüm çıkardı. Caz müziğinin ve Amerikan kültürünün önemli simgleri arasında yer alan Ellington’un 1950’li yıllarda çıkardığı ve ‘Perdido’, ‘Take the A Train’ ve ‘The Mooche’ gibi parçaların yer aldığı Ellington Uptown albümü kesinlikle kaçırılmaması gereken albümlerin arasında yer alıyor. Duke Ellington’ı piyasaya çıkan sayısız toplama albüm sayesinde daha yakından tanıyabilirsiniz. Sanatçının 60’lı yıllarda Count Basie, Franck Sinatra, John Coltrane ve Ella


Fitzgerald gibi isimlerle yaptığı kayıtlara kulak gezdirmeyi unutmayın. Dizzy Gillespie - Groovin’ High (1945) 1940’ların ortalarından itibaren ortaya çıkan ‘Bebop’ ya da kısa adıyla ‘Bop’ tarzı ana akım cazdan yüksek temposu, yüklü harmonik yapısı, dinamik ve sık cümleleriyle ayrılıyor. Akımın iki öncüsü Dizzy Gillespie ve Charlie Parker’ın geleneksel cazdan kopup limitleri zorlamasıyla ortaya çıkan Bop tarzı, modern cazın temellerini attı. Gillespie’nin ve Parker’ın kültleşmiş albümlerini ayrı ayrı dinleyebilirsiniz ama Gillespie’nin önderliğinde iki ustanın bir araya geldiği ‘Groovin’High’ albümünü dinlemenizi özellikle tavsiye ediyoruz. Salt Peanuts, Hot House, Dizzy Atmosphere ve albüme adını veren Groovin’ High gibi parçalar Bop tarzının ve caz müziğinin temel taşı haline geldiler. Thelonious Monk - Brilliant Corners (1957)

27

Monk’un müziği nasıl anlatılabilir ki? Melodilerin şiire dönüştüğü, piyanonun kulağımızı okşadığı Brilliant Corners albümü, aralarında ünlü ‘Pannonica’ standartının yer aldığı beş parçadan oluşuyor. Kendine has çalış tarzı ve kimliğiyle

caz tarihinin en önemli müzisyenleri arasında yer alan Thelonious Monk’un anlamak ve beğenmek için, cazcının hayatını biraz olsun bilmek gerekiyor. Monk’un müziği her daim yaşanmışlıkların ve duyguların izini taşıyor. Hayatının son on yılında sahnelerden ve piyanosundan uzaklaşan Monk, son yıllarını birçok müzisyene kapılarını açan, caz dünyasının ünlü siması Pannonica de Koenigswater’in evinde geçirerek gözlerden uzak bir hayat sürdü. Bill Evans - The Complete Live At The Village Vanguard (1961) Bill Evans’ın 25 Haziran 1961 tarihinde New York’un efsane caz kulüplerinden Village


Vanguard’da verdiği konserler sırasında gerçekleştirilen kayıtlar, caz tarihinin en önemli albümleri arasında yer alıyor. Sanatçının en önemli parçalarını ve çeşitli caz standartlarını bir araya getiren albüm aynı zamanda piyanoda Bill Evans, kontrbasta Scott LaFaro ve davulda Paul Motian’dan oluşan, kısa soluklu efsanevi üçlünün de beraber kaydettiği son albüm olarak ayrı bir anlam taşıyor (LaFaro iki hafta sonra bir trafik kazasında hayatını kaybetti). 2005’te yeniden yayınlanan albüm öğleden sonra ve akşam setlerinin yer aldığı üç diskten oluşuyor.

almakta.

Wes Montgomery - The Incredible Jazz Guitar of Wes Montgomery

Dave Brubeck Quartet - Time Out (1959)

28

Ünlü piyanist Dave Brubeck’e burada yer vermeden önce daha bir çok albüm bu listede yer almayı hak ediyordur ama Brubeck’in Time Out albümü bir çok nedenden dolayı her müzikseverin ve caz meraklılarının bilmesi gereken bir albüm olarak öne çıkıyor. Cazın 4/4’lük ve 6/8’lik ritmik kalıplarının dışına çıkarak Orta Doğu’ya uzanan ve Türk ezgilerinin şekillendirdiği “Blue Rondo à la Turk” parçasına imza atan Brubeck, cazın diğer dünya müzikleriyle karışmasına öncü olmuştur. Albümde ayrıca, albüme adını veren Time Out parçasının dışında caz müziğinin efsanleşmiş, hatta bir nebze klişeleşmiş ama hiçbir zaman dinlemeye doyamadığımız, ‘Take Five’ parçası yer

Wes Montgomery’den daha teknik ya da ticari anlamda daha başarılı gitaristler olmuş olabilir ama hiçbiri onun kadar caz müziğinde iz bırakmadı. Tınısını daha ilk notasından itibaren tanıyabileceğiniz Wes Montgomery, baş parmağını kullandığı kendine has tekniği ve akorlar arasındaki serbest geçişleriyle caz gitarının bir


numaralı ismi haline geldi. George Benson’a yaklaşarak çağdaş pop-folk şarkılarına yer verdiği yapımlara geçmeden önce grubuyla bir çok albüm çıkaran Montgomery’nin, kendinden oldukça emin ‘The Incredible Jazz Guitar of Wes Montgomery’ adını verdiği, Airegin ve D-Natural Blues parçalarının yer aldığı albüm atlanmaması gereken bir eser. Charles Mingus - Mingus Ah Um Caz müziğinin en önemli kişilikleri arasında yer alan Charles Mingus, ‘Mingus Ah Um’ albümünü kariyerinin zirvesindeyken çıkarttı. 1959 yılında piyasaya çıkan albüm, Mingus’ün dünyasını, arajmanlarını ve müziğini anlamamız için en iyi örnek. Caz tarihinin en önemli baladlarından Goodbye Pork Pie Hat ve Self-Portrait In Three Colors’ın yer aldığı ‘Mingus Ah Um’ albümü, kalıpların dışına çıkan yapısı ve farklı orkestrasyonuyla bu listeye atılmak için en iyi aday olmayabilir, ancak

tarihinin en önemli müzisyenleri arasında yer alan John Coltrane’in dünyasına girmek için Blue Train albümü iyi bir başlangıç olacaktır. İlk yıllarını Miles Davis’in grubunda geçiren ve Davis’in sözleriyle ‘elmas’a dönüşen Coltrane, ilk albümleri arasında yer alan Blue Train’i 1957 yılında piyasaya sürdü. Coltrane’in sound’unun ve kişiliğinin şekillendiği albüm daha sonraki yıllarda piyasaya çıkacak ‘Giant Steps’, ‘My Favorite Things’ ve ‘A Love Supreme’ albümlerinin de habercisiydi. Blue Tr a i n’d e yer alan ‘Moment’s Notice’, ‘Lazy Bird’ ve ‘Blue Train’ gibi parçalarla tarzını ortayakoyan J o h n Coltrane her caz meraklısının yakında tanıması gereken bir usta. Miles Davis - Kind Of Blue

cazla aşina olmaya başladıktan sonra neden caz tarihinin sayılı albümleri arasında yer aldığını anlayacaksınız. John Coltrane - Blue Train 29

Şöhreti ve etkileri cazın dışına taşan ve müzik

Kind Of Blue’nun olmadığı bir liste, liste değildir. Miles Davis’in Kind Of Blue albümü sadece ‘Caz tarihinin en önemli 10 albümü’ arasında değil, ‘Müzik tarihinin en önemli albümü’ arasında da yerini rahatlıkla alabilir. Kind Of Blue nasıl anlatılabilir? Mükemmeliyetin müziğe dönüşmüş hali, her notanın yerli yerinde olduğu, hikayelerin şiir gibi aktığı bir albüm. Dünyanın en çok satan, bir numaralı albümü. Kind Of Blue, kayıtsız şartsız milyonlarca insanı etkilediyse bunun bir nedeni olsa gerek. Eşsiz bir trompet tınısı, kadife gibi piyano akorları, tüm odayı dolduran basın sıcak sesi, kanatlanarak uçup giden melodiler ve cazın kalbimize işleyen tüm özellikleri bu albümde hayat buluyor.


05. Tolga Girgin’in üç boyutlu kaligrafileri

30


Grafik tasarımcısı ve elektrik mühendisi Tolga Girgin, belli bir süredir ilgi duyduğu kaligrafi sanatına yeni bir ‘boyut’ ekledi. Yazılarına kağıt üzerinde perspektif katan ve üç boyutlu sonuçlar elde eden Tolga Girgin, işlerini internet üzerinden ve Instagram hesabından takipçileriyle paylaşıyor. Işığı, gölgeleri ve şekilleri ustaca kullanan Girgin’in kelimeleri kıvrılıyor, dönüyor ya da havada uçuşuyor...

31


32


33


34


35


Haftaya görüşürüz:)

22 // ŞUBAT ’15

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.