HAFTASONU 24 MAYIS 2015

Page 1

24 // MAYIS’15



//

01.

CHARLIZE THERON: ‘MONSTER’ HAKKIMDAKİ ALGILARI DEĞİŞTİRDİ //

02.

BEKLENMEDİK YERDE SANAT

//

03.

PALMYRA’YI IŞİD’DEN KİM KURTARACAK?

//

04.

CATHERINE DENEUVE: CANNES ŞİİRSELLİĞİNİ KAYBETTİ //

05.

HERKESE AİT KAMUSAL MÜCEVHERAT

//

06.

KOZMETİK ÜRÜNLER NASIL TEST EDİLİYOR?

Editör: Cem GELGÜN


01.

Charlize Theron: ‘Monster’ hakkımdakİ tüm algıları değİştİrdİ!

4

Mel Gibson’un ve filmin yönetmeni George Miller’ın uluslararası bir şöhrete kavuşmasını sağlayarak, bir döneme damgasını vuran Mad Max serisi, otuz yıllık bir aranın ardından, beklentileri boşa çıkarmayan bir bölümle geri döndü. Geçtiğimiz hafta vizyona giren ‘Mad Max: Fury Road’da başrolleri Charlize Theron ve Tom Hardy paylaşırken, kameranın arkasında her zamanki gibi George Miller’ın kendisi var. En

iyi kadın oyuncu Oscar’ını kazandığı ‘Monster’ filminde olduğu gibi, fiziksel değişimlerle yine tanınmayacak hale gelen Charlize Theron, bir kez daha göz kamaştırıcı bir performans sergiliyor. Studio Ciné Live’ın sorularını yanıtlayan deneyimli oyuncu Mad Max’ten, insanların üzerindeki bakışını değiştiren ‘Monster’ filminden, kariyerinden ve kadın/erkek eşitsizliğinden içtenlikle bahsediyor.


­ u seferki Mad Max filminin güçlü B adam rolünü Tom Hardy’den çok siz canlandırıyorsunuz. Umarım filmin güçlü kadınını canlandıracak kadar yeterli olmuşumdur...

5

­ an çekişmekte olan bu dünyanın son umudu C kadınlar. Sizce George Miller’ın feminist bir

ruhu var mı? Ben George Miller’ın kadınları sevdiğini düşünüyorum. Onları hep hikayelerini harekete geçiren unsur olarak kullanmıştır. Kadınların varlığını politik açıdan bakarak da görmek mümkün: Dünyamızda, açlık hala var olmaya devam eden bir sorun ise, bunun bir nedeni de kadınların siyasi yönetimden uzak tutuluyor


olmalarıdır. İngiliz avukat Christopher Vincenzi “Yoksulluğa bir son vermek için, kadınların iktidara getirilmesi şart” derken çok haklı. Mad Max bu düşünceyi gerçekleştiriyor. İ­ lk tanışmanızda George Miller sizde nasıl bir izlenim bıraktı? Çok ılıman ve ilgiliydi. Zaman alabileceğini bilse de, hikayeyi en ufak ayrıntısına kadar anlatmak için size zaman ayıran çok detaycı biri. En başından itibaren hiçbir şeyden ödün vermek istemedi. Zaten çekimin bu kadar zaman almasının sebebi de bu. Sabrına ve dayanıklılığına çok büyük saygı duyuyorum.

6

sayılabilecek bir etkendi. Mankenlik yapmış olmam bana hiçbir şey katmadı bundan emin olabilirsiniz. Belki bugün biraz daha değişiktir ama benim için o dönem, insanların beni yeteneksiz bir manken yerine bir aktris olarak görmelerini sağlamak adına çok zordu. Bunu başarmak uzun zamanımı aldı. “Monster” filmi bu algıyı oldukça değiştirdi. ­ e açıdan? “Monster” sayesinde en iyi kadın N oyuncu Oscar’ını kazandığınız için mi? Evet! “Monster” bana öyle bir fiziksel dönüşüm imkanı verdi ki insanlar sonunda beni, Charlize’i unutmayı başarabildiler. Devamlı “Bu rol için fazla güzelsin” lafını işiten benim için tam da gerekli olan şeydi.

James Gray’ın “The Yards” filminin çekim döneminde, eskiden manken olma ­ raştırmalar Hollywood’da kadın/erkek eşittalihsizliğinin peşinizi bırakmadığını söylü- A yordunuz, 15 sene sonra da hala aynı hislere sizliği olduğunu gösteriyor. Erkek oyuncular, hangi yaşta olurlarsa olsunlar başarıyla karimi sahipsiniz? yerlerine devam ederken, kadınlar yeterince Biraz evet. “The Yards”ı çekerken 22 yaşınday- iyi temsil edilmiyor ve birçok kadın oyuncu 40 yaşından sonra kariyerinde ciddi bir dım ve sadece 3 yıllık bir oyunculuk tecrübem yavaşlama yaşıyor. İleride böyle bir sorunla vardı. O dönemde gerçekten talihsizlik karşılaşacağınızı düşünüyor musunuz?


Şimdiye kadar bu kadar dolu bir kariyere sahip olduğum için şanslıyım. İsteğim kadar çalışıyorum ve hiçbir zaman bir rol peşinden çaresizce koştuğum olmadı. 40 yaşında olmam beraber çalıştığım insanları rahatsız etmiyor. Bir prodüksiyon şirketim var ve bu konularda dikkatliyim fakat herşeyin değişebileceğinin de gayet farkındayım. “Armut piş ağzıma düş” felsefesiyle birşeylerin kendiliğinden olmasını bekleyenlerden değilim. Ne olursa olsun hiçbir zaman “Keşke tekrar 22 yaşıma geri dönsem” diyeceğimi düşünmüyorum. S­ izin için “Artık rol gereği kendini çirkinleştirmek, imzası haline geldi” diyenlere cevabınız nedir? Kesinlikle katılmıyorum. Sadece “Monster” filmi için büyük bir değişimden geçtim. Ne zaman biraz doğal halimle ekrana çıksam insanlar, özellikle de gazeteciler, tekrar “Monster” dan bahsetmeye başlıyorlar. Mesela “Tanrının Vadisi” filminde sadece kumral ve makyajsızım. En doğal halimleyim. “Dark Places” filminde ise basit bir base­ball kasketi takıyorum sadece. Bazen duyuyorum “Charlize Theron’dan yeni bir metamorfoz!!” diye. Bu kadar abartmaya gerek yok! Genelde güçlü kadın rollerini canlandıran bir aktris olarak, yönetmenlerin zayıf yanlarınızı ortaya çıkarmasına göz yumar mısınız? Şu son 10 yıl içinde canlandırdığım tüm kadın karakterlerin bir sürü zayıf yanı vardı. Yaşam mücadelesinde zorluk çeken kolayca yaralanabilen kadınlardı hepsi. Güçlü oluşları tam da bu zayıf yanlarından doğuyordu. “Dark Places” de inzivaya çekilmiş duygusal anlamda gelişimini

7

bitirmiş bir kadınım. “Mad Max: Fury Road” da ise Furiosa çocuk sahibi olamadığı için sadece

erkeklerin bulunduğu bir kafese bırakılıyor. Onun için bu bir yenilgi. Tüm mücadelesi kadınlığını tekrar kazanabilmek. Canlandırdığım tüm kadınlar aslında daha çok işlevsiz kazazedeler.


02.

BEKLENMEDİK YERDE SANAT 8


Sprey boya ile elde edilmesi çok güç olan, narin ve ayrıntılı yaklaşımıyla tanınan İtalyan graffiti sanatçısı Eron bir martının ve bir balıkçıl kuşun havalanmasını betimleyen duvar resimleri için İtalya’nın Riccione kentinde bulunan bir viyadüğün altını seçmiş. “Trompe-l’oeil” yani “göz aldatımı” diye bilinen resim tekniği kullanılarak yolun ortasında bir delik varmış izlenimi veren sokak resimlerine oldukça sık rastlar olduk. Detaycı sanatçı Eron da bu popüler tekniği kullanarak, bu sefer duvarın içinden yavaş yavaş belirip çıkan ve sonra adeta duvardan kopup havalanan bir kuş izlenimi vermek istemiş. İnce nüanslarla çalışan sanatçı ayrıca şehir duvarlarındaki havalandırma ızgaralarının hemen altında beliren hayaletimsi ve esrarengiz figürleriyle de tanınıyor.

9


10


11


12


13


03.

İnsanlık tarihi IŞİD tehTidiyle karşı karşıya


Suriye Çölü’nün ortasında yer alan dev bir vaha olan Palmyra, medeniyetler tarihine ışık tutan, antik çağın en büyük ve en görkemli şehirlerinden birine ev sahipliği yapıyor. Neredeyse 2000 yıllık tarihiyle birçok medeniyetin kesişme noktasında yer alan Palmyra, Pers İmparatorluğunun etkisinde kalan yerel kültürlerin yanısıra, Greko-Romen mimarisinin ve sanatının izlerini taşıyor. İnsanlık tarihinin bu göz kamaştırıcı incisi bugün IŞİD tehtidi altında. Milattan önce 2000’li yıllardan günümüze miras kalan, aynı bölgede yer alan Mari antik kentinin arşivlerinde bahsi geçen Palmyra, ilk başlarda yerel halkların uğrak noktası olan küçük bir vahaydı. Şehir milattan sonra birinci yüzyılda önce Roma İmparatorluğu’nun; iki yüzyıl sonra ise Doğu Roma İmparatorluğu’nun kontrolüne geçti. İmparatorluğa bağlı şehirleri Pers İmparatorluğu’na, Hindistan’a ve Çin’e bağlayan ticaret yolu üzerinde bulunan Palmyra, bu tarihten sonra büyük bir gelişim yaşadı. Greko-Romen mimarisiyle inşa edilen şehirde 1km uzunluğundaki sütunlu ana caddeyi kesen, yine sütunlu dikey sokaklar, Agora, amfitiyatro, Bel tapınağı gibi o dönemin kamu binalarını ve İmparator Diocletianus’un karargahını birbirine bağlıyor. Şehir sınırlarının dışında ise geçmişte kilometreler boyunca uzanan sukemerinin kalıntıları ve nekropoller bulunuyor. Mimari işlemeler ve türünün tek örneği mezar taşları, Greko-Romen sanatının, yerel halkların kültürleriyle ve değerleriyle biraraya geldiği göz kamaştırıcı eserler olarak öne çıkıyor. Palmyra antik kentinin kalıntılarının 16. ve 17. yüzyıllarda yeniden keşfedilmesi, Batı’da mimariyi ve şehircilik anlayışını derinden etkiledi.


Açık şehir Palmyra Palmyra’nın bugün görülebilen kısmı şehrin taştan iskeletinden ve yakınında bazı büyük yapıtları bulunan sütunlu ana caddeden oluşuyor. Oysa şehir, en parlak dönemini yaşadığı MS 3. yüzyılda bugünkü halinden çok daha büyüktü. Ancak, kamu binalarının ve tapınakların çevresinde inşa edilen evlerin büyük bir çoğunluğunun pişmemiş tuğladan yapılmış olması, yüzyıllar sonra bu yapılardan geriye hiçbir şey kalmamasına neden oldu.

16

kendi inançları doğrultusunda ibadethanelerini inşa ettiler. 2. yüzyılda tüm bu yerleşim birimleri, görkemli sütunlarla çevrili 1km uzunluğundaki ana caddeyle birbirine bağlanarak şehrin içine dahil edildi. Bu bereketli dönemde Palmyra, bir şehri koruyabilecek surlardan yoksun, görkemli bir açık şehirdi. Şehir sadece, “gümrük duvarı” olarak da nitelendirilebilecek, sınırları çizen ince bir duvarla çevriliydi. Bu duvarın içerisinde yaşayan veya ticaret yapan her kimse, İmparator Hadrianus’un yürürlüğe koyduğu “Palmyra vergileri”ni ödemek zorundaydı.

Yapılan kazılarda şehrin öncellikle vadinin güneyinde, Bel tapınağının çevresine kurul- Gerçek demokrasi örneği duğu ortaya çıktı. İlerleyen yıllarda, göçebe Arap kabileleri şehrin çevresine yerleşerek, Roma İmparatorluğu’nun egemenliğine kadar Baalshmain ve El-Lât’a adanan tapınaklar gibi, meclisler tarafından yönetilen Palmyra, bu


17

özelliğini imparatorluk altında da korudu. valiydi. Lojistik kelimesininin atası ‘lojistes’ Günümüze ulaşan yazıtlar Palmyra’nın işleyişi tahmin edebileceğiniz gibi şehrin altyapıhakkında detaylı bilgiler içeriyor. Antik Yunan sından sorumluydu. Son olarak da ‘küratör’ sistemini benimseyen Palmyralılar, biri toprak kelimesi, bugün sergiler düzenleyen kişi için sahiplerinden oluşan diğeri ise halkın oluş- kullanılsa da, zamanında şehrin hesaplarını turduğu iki meclis tarafından yönetiliyordu. tutan ve insanların vergileri kontrol eden Şehir için hayati önem taşıyan ve sorumluluk kişiyi temsil ederdi. gerektiren, ‘stratej’, ‘agoranom’, ‘lojistes’ ve ‘küratör’ gibi görevlere getirilecek insanlar bu Bu sistem 4. yüzyıla kadar sorunsuz bir şekilde işledi. Roma İmparatorluğu’nun meclisler tarafından belirleniyordu. güç kaybetmeye başlamasının ardından Bu kelimeleri kullanmamızın nedeni bugün düşüşe geçen Palmyra, ilerleyen yüzyıllarda hala, belki anlamları biraz kaymış olarak kul- Mezopotamya’da yaşanan savaşlardan kaçan lanılıyor olmaları. Bize ‘strateji’ kelimesini halkların daha güvenli kentlere zorunlu göçü miras bırakan ‘stratej’, dönemin komutanla- ve yağmalar nedeniyle ihtişamını kaybederek rını, generallerini temsil ediyordu. Agoranom unutuldu. şehrin halka açık tüm meydanlarından, pazarlarından, binalarından sorumlu bir çeşit 1691 yılında Osmanlı İmparatorluğu altındaki


Halep’te yaşayan İngiliz tüccarlar tarafından ardından da yıkması, korkunun bir kat daha yeniden keşfedilen Palmyra, son iki yüzyılda artmasına neden oldu. UNESCO genel sekyapılan kazılarla yeniden ayağa kalktı. 1980 reteri Irina Bokova, tüm dünyaya seslenerek yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası “Palmyra’yı korumak için elimizden geleni Listesi’ne dahil edilen Palmyra bugün IŞİD yapmalıyız. Belki de bir kaç güne, medetehtidiyle karşı karşıya. Örgütün geçtiğimiz niyetler tarihinin en önemli miraslarından aylarda Nimrud ve Hatra’yı önce yağmalaması Palmyra’dan geriye hiçbir şey kalmayacak!”.

18


19


04.

Deneuve yaşam sırrı: hayatını yaşamak! 20


Paris Match, Cannes Film Festivali kapsamında, festivalin gediklisi, sinemanın hanımefendisi Catherine Deneuve’le bir araya geldi ve anılarını anlatmasını istedi. Cannes Film Festivaliyle anlaşılması güç bir ilişkisi olduğunu, festivalin yıllar boyunca prestiji artsa da, cazibesini kaybettiğini belirten Deneuve, kendisine mütevazılığı hatırlatınca, her zaman olduğu gibi yine mütevazı cevaplar veriyor. Kariyerinin bu kadar uzun soluklu oluşunun zaman zaman kendisini de endişelendirdiğini söyleyen Catherine Deneuve, başkalarının ne düşündüklerini önemsemediğini ve hayatını gerçek anlamda yaşamayı seçtiğini anlatıyor. Hiç filmlerinizi tekrar izlediğiniz oluyor mu? Yapacak başka işlerimin olmadığını düşünüyorsunuz herhalde. (gülüyor)

21

Şaşırtıcı olan şey sizde narsistlikten eser bile olmayışı…

Bu mesleği yapabilmek için biraz da olsa gereken birşey. Size Cannes hatıralarınızı anlatmanızı teklif ettiğimde bıkkınlıkla bir iç çektiniz... Geçmişte yaşanan, yaşandı bitti. Cannes çok kısa, enstantane bir tecrübe. Yükselen bir yaygaranın ardından gelen simsiyah bir boşluğa benziyor. Heyecan çok çabuk sönüyor ama eski fotoğraflara baktığımda, siyah-beyaz bile olsalar tüm mekanları ve detayları hatırlıyorum...Cannes Festivali’yle hep anlaşılması güç bir ilişkim olmuştur. Festival görünürlükte çok şey kazanmış olabilir fakat cazibesinden de bir o kadar kaybetti. Aktör ve aktrislerin saraya gece vakti, flaşlarla aydınlatılarak geldiği dönemi özlüyorum. Şimdi ise sırf saat akşam haber bültenine yetiştirebilmek için herşey gündüz gözü olup bitiyor. Festival biraz şiirselliğini kaybetti. Sizin gibi çekingen birisi için o meşhur


kaldırıp “ Eğer beni sevmiyorsanız, ben de sevmiyorum!” demişti. Cannes’a tabii ki kendinizi sevdirmek için gelmiyorsunuz fakat bu derecede negatif tepkiler de şoke edici olabiliyor. Sinemaya büyük bir aşkla bağlı biri için, kendi filmlerinizin dışında başka filmler görmeye vaktinizin olmayışı çok rahatsız edici olsa gerek.

basamakları çıkmak oldukça sıkıntılı olsa gerek. Evet hala zorlu bir iş. New York’ta milyonlarca izleyicinin önünde verdiğiniz röportajı çok iyi hatırlıyorum. Gazeteci kürk giymenin sizi nasıl rahatsız etmediğini sorduğunda daha lafını bile bitirmeden kendisine “Asıl siz nasıl Amerika’da ölüm cezasının hala var olmasından rahatsızlık duymuyorsunuz?” diyerek lafı yapıştırmıştınız.

22

Clint Eastwood’la birlikte jüri başkanlığı yaptığımda,”Bu kadar fazla film görmek muhteşem birşey!” diye düşünmüştüm fakat aralarından seçme şansınız olmayınca ve tüm filmleri görmek mecburiyetinde olduğunuzda o kadar da kolay ve eğlenceli olmadığını anladım. Sanırım uzaydan gelen, sizi hiç tanımayan birisi dünyaca ünlü bir aktris olduğunuzu asla tahmin edemez. Başarılarınız ve mesleğiniz hakkında neredeyse hiç konuşmuyorsunuz ve bunlarla ilgili soru sorulduğunda da sabırsızlığınız ve rahatsızlığınız gözlerden kaçmıyor.

Tamamen unutmuştum! Çok doğal bir şekilde aklıma gelen ilk şeyi söylemiştim.

Tam tersine ben bu konularda çok sabırlı olduğumu düşünüyorum! Fakat soru sormayı, cevap vermeye tercih ettiğim doğrudur.

Cannes’da yaşadığınız ve unutamadığınız bir iki anınızı sorsak…

Oysa örnek bir yıldız düşünüldüğünde ilk sizin isminiz akla geliyor.

En zorlusunu “Büyük Tıkınma” filminin gösteriminin çıkışında yaşadım. Yanımda Marcello Mastroianni vardı. Film çok tepki çekmişti. İnsanlar hakaret edip üstümüze tükürmüşlerdi. Görülmemiş bir saldırganlıkla karşılaşmıştık. Bir keresinde de Maurice Pialat’ya Altın Palmiye ödülünü takdim ederken can sıkıcı anlar yaşamıştım. Tüm seyirci ıslıklamaya ve yuhalamaya başlamıştı. Bir filmi beğenmeme hakkına sahipsiniz fakat ödül almak için sahneye çıkmış birini yuhalamak olmaz. Pialat yumruğunu havaya

Hala mı? İtiraf etmeliyim ki kariyerimin uzun soluklu oluşu beni de bazen endişelendiriyor. Şimdiye kadar hiç kendimi boşlukta hissetmedim ama, bana asıl şimdi herşey daha da zorlaşacak gibi geliyor. Bu konuda dikkatliyim. İzleyicinin beni görmeyi beklediği rollerden kaçınarak kendi seçimim olan projelere yönelebilmem gerekiyor. Kanımca şimdiye kadar kendimi bu konuda çok yanıltmadım. Elli sene önceki fotoğraflarıma baktığımda herşey bana hem inanılmaz uzak hem de bir o kadar


yakınmış gibi geliyor. Doğrusunu söylemek gerekirse ne kadar çok geriye bakarsam tezat da o kadar çok artıyor. Şimdilerde hazırlanmak için çok daha fazla zamana ihtiyacım oluyor. Bu konuda fazla kaderciyim. Görünürlük ve görüntü, buzulun zirvesini temsil eden şeyler. Benliğime aykırı o kadar çok televizyon programı ve kalıcı olmayan film var ki...Direniyorum! Sizde şaşırtıcı olan şey, hayatınızı saklanmadan ama yine de kendinizi koruyarak sürdürebilmeniz. Çok gizli saklı birisiyim. Doğam böyle. -mış gibi yapmayı sevmiyorum. Uzun zaman önce hayatımı gerçek anlamda yaşama kararı aldım. Bu kararımdan da asla dönmeyeceğim. Canım eğer gerçekten birşey istiyorsa ne bir şey, ne bir kimse beni durduramaz. Başkalarının benim hakkımda ne düşündüğünü de pek umursamıyorum. İyi ki

23

hala Greta Garbo ile Kim Kardashian gibilerinden bana da yer kalıyor! Zaman zaman kendinizi hayatınızın içinde boğuluyormuş gibi hissestiğiniz oluyor mu? Tüm kadınlar gibi. Başarısız olmayacağınızdan emin olsaydınız ne yapardınız? (Uzun süre düşündükten sonra) Tiyatroculuk! Hiç tiyatroda oynamadım. Sadece ve sadece beni izlemeye gelecek bir seyirci kitlesiyle yüzleşmekten hep korktum! Hep bir hareket halindesiniz. Bugün Palm Springs yarın Cannes... Melankoliyle karşı mücadelemdeki silahım.


05. Herkese ait, kamusal m端cevherat

24


25


Çocukluğumuzda anneannelerimizin evlerinde sıkça rastladığımız dekorasyon amaçlı dantel örtüleri hepiniz çok iyi hatırlıyor olmalısınız. Türk el sanatlarının önemli bir dalı olan dantel işi, gündelik hayatımızda oldukça sıradan bir süs olarak görülse de, Polonyalı sokak sanatçısı NeSpoon’un aynı geleneksel detayı güncel sanat bakış açısıyla kullanışı oldukça sıra dışı. Sanatçı “Kamusal mücevherat” adını taşıyan projesinde Tunus, Portekiz ve Avustralya gibi çeşitli yerlerde, geleneksel dantel motiflerini duvarlara aktararak onları devasa birer duvar resmine dönüştürmüş. Projesiyle süsten mahrum umumi mekanları güzelleştirmeyi amaçlayan NeSpoon, motifleri geniş ve yüksek duvarlara şablon tekniğiyle uygulayarak izleyiciyi eserin abartılı ölçeğiyle etkilemekle kalmayıp, bazen bir ağaç gövdesine oyduğu dantel motiflyle bazense deniz kenarında kurumuş zeytin dallarının arasına örülmüş bir dantel örneğiyle daha şiirsel bir şekilde de kendini ifade edebiliyor.

26


27


28


29


06.

Kozmetİk ürünler nasıl test edİlİyor?

30

Her daim güzel görünmek, genç kalmak ya da yorgunluğunuzu kapatmak için hiç düşünmeden yüzünüze, gözlerinize, saçınıza ya da vücudunuza uyguladığınız kozmetik ürünlerinin nasıl test edildiğini merak ettiğiniz oldu mu? İçiniz rahat olsun, Avrupa Birliği 2004 yılında yayınladığı yönetmelikle Avrupa’da üretim yapan kozmetik markalarının hayvanlar üzerinde deneyler yapmasını yasaklıyor. Ürünleri test etmek için yeni alternatifler arayışına giren laboratuvarların ise o tarihten sonra önlerinde on yıl bulunuyordu. Bugün, kozmetik piyasasının en önemli markalarından L’Oréal’in Paris banliyölerinde bulunan

araştırma merkezinde, hayvanların yerlerini bir hayli ilginç makineler aldı. Günde 100 formül üreten kimyager robottan, ölü deri oranını ölçen silindire, boyalı saçları zorlu koşullara tabi tutan ışınlara ve suni deri parçalarına kadar, kozmetik ürünlerinin laboratuvar macerasını inceledik. Boyanız güneşe dayanıklı mı? Xénotest adlı suni güneş makinesi, boyanmış saçlara gerçek bir kabus yaşatarak onları test ediyor. Güneş ışınlarını taklit eden Xénon lambasının etrafında dönen denekler, belirli aralıklarla suya


31


32

maruz kalıyor. 14 günlük güneş ve yağmur oranına denk gelen 40 saatlik test sonucunda boyalı saçların dayanıklılığı ölçülüyor. Amaç boyanın, güneş ışınları, yağmur, rüzgar, şampuan, jöle, sprey gibi, karşılaştığı dış etkenlere rağmen ilk günkü kadar canlı, ilk günkü kadar parlak olması. Unutmamak lazım ki kalıcı boya, diğer çabuk çıkan boyaların aksine, saçın içindeki pullara intikal ediyor ve yerleşiyor. Kalitesiz bir boya saçlarınıza zarar vereceği gibi, güneş ışınlarından dolayı solduracak ve beklenenden daha kısa zamanda boyayı yenilemenize neden olacak. Bu kısır döngü böyle sürüp gidecek ve olan saçınıza olacak. Xénotest deneyini başarıyla geçen boyalar daha sonra insan üzerinde deneniyor. L’Oréal’in laboratuvarlarına gelen gönüllüler, kameralarla donatılmış banyoda duş aldıktan sonra (elbette giyinik bir şekilde) ayna karşısında saçlarını kendileri boyuyorlar. Bu deney ise markanın

tüketicilerin kullanma alışkanlıklarını gözlemlemesini sağlıyor. Kendi derini kendin üret Eğer yasalar (haklı bir şekilde) hayvanlar üzerinde deneyler yapmanızı yasaklıyorsa, kendi derinizi kendiniz üretmeniz gerekir. Laboratuvarlar tam da bunu yapıyorlar. Kullandığımız el kremleri, fondötenler ve rujlar ilk önce, Fransa’nın Lyon şehri yakınlarındaki laboratuvarlarda üretilen suni deriler üzerinde deneniyor. Laboratuvar, estetik ameliyatlardan arta kalan ve 12 gün boyunca canlı tutulabilecek gerçek insan derilerinin yanısıra, kök hücrelerden üretilen suni deriler kullanıyor. Kozmetik ürünlerin uygulandığı bu deri parçaları dondurulduktan sonra mikroskopta inceleniyor. Testlerden pozitif sonuçlar aldıktan sonra ürünler gönüllüler üzerinde deneniyor.


Kafası kesilen ruj, basınçlı suya maruz kalan rimel

Ölü deri oranını ölçen silindir

33

Yolda asfaltı sıkıştırmaya yarayan yol silindirlerine bir hayli benzeyen ve deri üzerinde gezinen bu küçük silindir ölü deri oranınızı ölçmeye yarıyor. Silindir, geçtiği yerlerde derinin soyulmasına neden olurken, daha önceden yerleştirilmiş şeffaf bir bant, bu deri parçalarını topluyor ve mikroskop altında incelenmesini sağlıyor. Elde edilen verilere göre araştırmacılar gençleştirici, zayıflatıcı ya da selülit önleyici kremlerin ne denli etkili olduğuna karar veriyorlar. Sonuç: ne kadar çok ölü deri toplanırsa, o kadar iyi.

Rujlar reyonlardaki yerlerini almadan önce, aklımıza gelmeyecek dayanıklılık testlerinden geçiyorlar. Bir ruj, her koşulda sağlam ve dengeli ama bir o kadar da esnek ve yumuşak olabilmelidir. Deneylerde, rujun keskin nesnelere ve yüksekten düşüşlere karşı dayanıklılığı test ediliyor. Rujun yapısında yüzde 15 oranında balmumu, aranılan sağlamlık ve esneklik için yeterli oluyor. 42C derecede kalıplara dökülen balmumu, -20 derecede donduruluyor. Bu hızlı soğutma, renk pigmentlerini, yağı ve diğer bileşenleri hapsettiği gibi ruja bildiğimiz dokusunu veriyor. Rimellerde ise, rimelin uygulandığı teller 3 dakikalık kuruma süresinin ardından bir dakika boyunca durmadan basınçlı suya maruz kalıyor. Daha sonra hiç bekletmeden bir havluyla kurulanıyor ve havluya bulaşıp bulaşmadığına bakılıyor. Biliyorsunuz ki, kaliteli bir rimelin birinci özelliği suya dayanıklı olmasıdır. Tüm bu testleri başarıyla geçen ürünler daha sonra gönüllüler üzerinde deneniyor. Gönüllü de aynen bir önceki deneyde olduğu gibi basınçlı suya maruz kalıyor. Amaç, kesinlikle akmayan, parça parça olmayan, pürüzsüz ve makyaj çıkarıcıyla silinmesi kolay bir rimel üretmek.


Haftaya görüşürüz:)

24 // MAYIS ’15

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.