25 // MAYIS’14
zete
Editรถr: Cem GELGร N
//
01.
ROBERT PATTINSON: HER FİLMİM CANNES’DA GÖSTERİLSİN İSTERDİM //
02.
POLAROID FOTOĞRAFÇISI MAURIZIO GALIMBERTI’NİN MOZAİK PORTRELERİ
//
03.
ŞAHANE BİR PARİS REHBERİ: ‘O PARİS BU PARİS’ //
//
04.
EMILY BRUNT’IN İÇİNDEN AGRESİF BİR SAVAŞÇI ÇIKTI
05.
DOMENIC BAHMANN GÜNDELİK NESNELERE HAYAT VERİYOR
//
06.
GELECEĞİN HEYECAN VERİCİ 10 UZAY PROJESİ
01.
PattInson: Seyirci sizden iyi bir film yapman覺z覺 bekliyor
Twilight serisinin kahramanı Robert Pattinson, Cannes Film Festivali’nde iki film birden tanıtmanın heyecanını ve haklı gururunu yaşıyor. 2012’de vizyona giren Cosmopolis’in ardından David Cronenberg’le yolları bir kez daha kesişen Pattinson, ünlü yönetmenin Maps to the Stars filminde genç ve yakışıklı bir limuzin şöförünü canlandırıyor. Maps to the Stars’ın ardından Cannes’da gösterilecek diğer film ise David Michod’nun yönettiği The Rover. Cannes heyecanı yaşayan Pattinson, Première dergisinin sorularını yanıtladı. Sizi en son iki yıl önce bir limuzinin içinde bırakmışken, iki yıl sonra yine bir Cronenberg filminde ve yine bir limuzinin içinde buluyoruz. Bunu bilerek yapmış olabilir mi? Robert Pattinson: Belki de limuzin konulu bir üçlemeye doğru gidiyoruz… Bunu bilerek yapıp yapmadığını bilmiyorum. Bir de, her filmde ünlü bir yıldızla yatıyor oluşunuz var... Julianne Moore’la olan sahnem çok komikti. Daha yeni tanışmıştık ki kendimizi sevişme sahnesisinin içinde bulduk. Aynı şeyi Cosmopolis’te Juliette Binoche’la yaşadınız. Aktrisleri film setinde karşılama tekniğiniz mi bu? Julianne’ı sahnenin çekiminden önce bana öğütler verirken hatırlıyorum, “Böyle klas ve akıllı projelerde yer almaya devam et”. Sonra birden David “Action!” dedi ve arabanın arka koltuğunuda ateşli bir şekilde sevişmeye başladık. Evet, Julianne haklı çok klas bir sahneydi… (gülüyor) Arabanın içi o kadar sıcaktı ki terlemeye başladım, alnımdan damla damla ter akıyordu. Julianne’a gelmemesi için sürekli terimi silmeye çalışıyordum. Çok aptalcaydı. Sonra bir anda bana doğru döndü ve endişeli bir şekilde “İyi misin?
Kalp krizi geçirmiyorsun değil mi?” dedi. Ben sırılsıklamdım, Julianne’da ise tek bir iz yoktu. Gerçekten çok komikti. İşini yarım bırakacak biri değilsiniz anlaşılan.
büyümeye devam ediyor mu? Büyük bir prodüksiyonda yer aldığınız zaman, pek de farkında olmadan topluluğa katkıda bulunuyorsunuz. Daha küçük bütçeli, mütevazı filmlerde yer aldığımda ise gerçekten bir şey yarattığımı hissediyorum. Bu benim için çok daha heyecan verici bir şey. David Michod, The Rover’da bana özgürlük tanımış, bir çok şey denememi sağlamıştı.
Ekranda gördüğünüz benim kendi terim. The Rover için problemim sineklerdi. Hayatımda daha önce böyle bir şey görmemiştim. Sürekli sahte kanla kaplıydık ve dışarı hava almaya çıktığımızda, yüzlerce sinek üzerimize çulla- The Rover kariyerinizde önemli bir etap. Siz de böyle düşünüyor musunuz? nıyordu. Sabahtan akşama kadar aynıydı.
Kendimi ekranda görüp, bir yetişkine baktığımı hissettiğim ilk an, Romain Gavras’ın çektiği Christian Dior reklamındaydı. The Bu perişanlık senaryoda hissediliyordu. Rover bu hissi pekiştirdi, Corbijn’le daha Aslında çok basit ve bütün fazlalıklardan yeni bitirdiğimiz ‘Life’ ise bunu devam ettirdi. arındırılmış bir film olmasına rağmen, David Artık kendime daha çok güveniyorum ve Cronenberg, inanılmaz, olağanüstü ve ken- Cannes festivalinde yer almak buna yardımcı oluyor. Twilight sırasında gelen eleştiriler, dine has bir dünya yaratmasını bildi. egoma bir darbe indirmişti. Cosmopolis kariyerinizde bir dönüm noktası oldu. Bize, bu filmin size cesa- Bu festivali bir kutsama olarak mı ret verdiğini söylemiştiniz. Özgüveniniz görüyorsunuz? Filmin en güçlü yanı, minimalist oluşu. Kağıt üzerinde de öyle miydi?
6
Kesinlikle. Bu, insanların yaptığınız işi onayladığı anlamına geliyor. Uzun zaman boyunca, kendimden emin olmadan, roller kabul ettim. Bugün artık riski ve sorumluluk almaya hazırım.
7
Sizce Hollywood, serinin yeni uyarlamalarını çıkarmadan önce ne kadar bekleyecek?
Bilmiyorum. Vampirlerin modası geçmedi mi? Daha geçen gün bir arkadaşımla, bir sahne hakkında konuşuyorduk. Sanırım son Son gör üşmemizde James Gray’le bölümün ilk sahnesiydi. Bella uyanıyor ve çalışmanın hayalini kurduğunuzu Edward’ı bir hayaletmiş gibi görüyor. Bir aydır söylemiştiniz. Yakında bu hayaliniz ger- Kanada’nın dondurucu soğunda çekimler çekleşecek… (Pattinson, James Gray’in yapıyorduk ve ben depresyonun sınırındayyönettiği The Lost City of Z’de başroller- dım. Moralimi yükseltecek tek şey her sabah den birini oynayacak) kahvaltımı McDonald’s’da yapmaktı. Bir ay bu şekilde beslendikten sonra, sıra bahsi geçen Çekimler ocak ayına ertelendi, daha fazla sahnenin çekimlerine geldi. Sahnede, beyaz dayanamayacağım! Çekimler Kolombiya’da bir gömlek giyiyordum ve ters ışıktan dolayı gerçekleştirilecek ve harika olacak. Ocak ayına siluet olarak görünüyordum. Gözlerime inakadar da, aynı James Gray gibi küçüklüğüm- namadım. Siluette, yeni edindiğim göbeğim den beri beraber çalışmak istediği Harmony görünüyordu! Geçenlerde filmi televizyonda Korine’le çalışma durumum var. Kendisine gördüm, hala oradalardı. sürekli film hakkında sorular soruyorum ama bana cevap vermemekte ısrar ediyor. Bunca yılın ardından, Twilight hakkında hala anlatılacak şeyler olmasına çok Bazı aktörler, ‘sanatsal’ filmler yapabilmek şaşırıyoruz… için, iki bağımsız film arasında bir büyük prodüksiyon sıkıştırmayı tercih ediyor. İlk bölümün altı yıl önce çıktığı düşünce, Oysa siz stüdyo filmlerini tamamen bırak- çok şaşırıyorum. Yirmili yıllarımın büyük bir mışa benziyorsunuz… çoğunluğunu bu seriye adadım. İkinci bölüm çıktıktan sonra anladım ki, Twilight’ın etkiEvet çünkü ikisinin arasında cambazlık yap- sinden kurtulabilmek ve tekrardan kendim manın doğru olduğunu düşünmüyorum. olabilmek için on seneye ihtiyacım olacaktı. Seyirciler sizin ‘büyük’ ya da ‘küçük’ film yapmanıza bakmıyor, sadece iyi bir film yap- Cannes Festivali’nde boy gösteren iki filmanızı bekliyorlar. Bazen aktörler, arka arkaya miniz, on yıldan çok daha kısa bir sürede ‘büyük’ bütçeli filmler yapıyorlar, sonra bir kendinizi yenilediğinizi gösteriyor… gün herşey bir anda duruyor ve şaşırıyorlar “Anlamıyorum, oysa herşeyi doğru yapmıştım” Festivalde olacak olmaktan dolayı çok mutlu diyorlar. Bu işte belli kurallar yok. Herşey bir ve heyecanlıyım. Her oynadığım filmin anda değişebiliyor. Eğer böyle bir şey başıma Cannes’da gösterilmesini isterdim. Şimdilik, gelirse, her zaman Twilight kongrelerine gidip Twilight serisinden sonra yer aldığım üç uzun birkaç yüz dolar karşılığında imza dağıtabi- metraj da Cannes’da yer aldı, umarım böyle devam eder! lirim. (gülüyor)
02.
Polaroid’in fotoğrafçısı Maurizio Galimberti’nİn mozaİk portrelerİ
1965 doğumlu İtalyan fotoğrafçı Maurizio Galimberti, 1990’lardan beri, fotoğrafçılık tarihinde önemli yere sahip Polaroid’in resmi fotoğrafçısı ünvanına sahip. Yirmi yılı aşkın süredir Polaroid makinesini elinden düşürmeyen sanatçı muhteşem mozaik portrelere imza atıyor. Boccioni ve Marcel Duchamps’ın sürrealist tekniklerinden esinlenen Galimberti, çektiği onlarca kareden bir portre hazırlıyor. İtalyan fotoğrafçıya konu olan isimler ise hiç de azımsanacak gibi değil. Sayısız festivale katılan sanatçının objektifine George Clooney, Johnny Depp, Robert De Niro, Lady Gaga, Sting, Catherine Zeta-Jones ve daha nice isim takılmış.
11
12
13
14
15
03.
Kaçırılmaması gereken bir Paris rehberi: ‘O Paris Bu Paris’!
16
17
bir profilini çiziyor.
On yıl önce, öğrenci olarak gittikleri Paris’te basmadık yer, görülmedik sokak, denenmedik restoran, ‘café’ ve bar bırakmayan Ezgi Samioğlu ve Bihter Sabanoğlu, Paris’e gitmeden önce mutlaka gözatmanız gereken bir ‘Paris adres defteri’ oluşturdu. ‘O Paris Bu Paris’ adını verdikleri site, insanı Paris’in turistik klişelerinden uzak tutarak, gerçek ‘Parisien’lerle, gerçek Paris’in tadını çıkarmanızı sağlıyor.
18
Peki ‘O Paris Bu Paris’i kurma fikri nereden gelmiş olabilir? Elbette ki İstanbul’dan Paris’e gelen ve ikiliyi soru yağmuruna tutan arkadaşların, tanıdıkların, tanıdığın bir tanıdığının tanıdığı gibi Ezgi ve Bihter’in ‘tanımadığı’ insanların bitmek bilmeyen taleplerinden. Uzun bir süre “Biz Paris’e geliyoruz nereye gidebiliriz?” gibi Türk insanına has sorularla, “Patronum geliyor, şık bir yer adı verir misin lütfen?” gibi isteklerle boğuşan ikili, çareyi ‘O Paris Bu Paris’ adlı adres defterini yapmakta bulmuş. Çay saatinde defile, futuristik restoranda yemek
‘O Paris Bu Paris’, alışveriş, yemek, gece hayatı ve kültür olarak dörde ayrılıyor. ‘O Dükkan Bu Dükkan’, ‘O Yemek Bu Yemek’, ‘O Gece Bu Gece’ ve ‘O Kültür Bu Kültür’ başlıkları altında toplanan mekanların tarzları, spesyaliteleri ve adresleri yer alıyor. Listede sokak hambugercisinden, Michelin yıldızlı şeflerin Aslen İstanbul’lu olan Ezgi ve Bihter’in yol- pahalı restoranlarına, bit pazarındaki ucuz ları Paris’te kesişmiş. Kendilerini, öncelikle standlardan, Paris’in şık tasarım mağazalaöğrenci olarak gören, daha sonra yazar-çizer rına, Ezgi ve Bihter’in gözlerine kestirdiği ve amatör gurme mertebesine ulaşan Ezgi onlarca yer var. Örneğin, lüks markaları, ve Bihter, bugün artık hiç bir detayı gözardı modayı ve 19. yüzyıl mimarisini seviyorsaetmeyen birer mekan dedektifi haline geldiler. nız, Ezgi ve Bihter, sizi Avrupa’nın en şık Paris’in tüm mahallelerini karış karış gezen otellerinden Hotel Bristol’deki ‘Çay saatinde ikili, keşfettikleri ve beğendikleri mekanları defile’ye davet ediyor. Kendine has bir konlisteliyor. Çıkmaz sokaklardaki gizli dükkan- sept olan “Fashion Saturdays”, akşamüstü ları, dışarıdan görülmeyen, iç avlulara bakan çayınızı yudumlarken özel bir defile izleküçük kafeleri sizler için deneyen ‘mekan menize olanak tanıyor. Girişte şampanyayla dedektif ’lerimiz, Paris’in son derece detaylı karşılanıp, Givenchy, Yves Saint-Laurent,
Dior gibi markaların tasarımlarını tanıtan modelleri izlerken, ünlü şef Laurent Jeannin’in kurabiyelerini tadıyorsunuz. Ya da farklı bir alışveriş deneyimi yaşamak istiyorsanız, Ezgi ve Bihter size Paris’in konsept mağazalarından Merci’yi tavsiye ediyor. Karnınız mı acıktı? Hiç merak etmeyin, ‘O Paris Bu Paris’te, şehrin en güzel restoranları yer alıyor. Turistler için tuzak teşkil eden mekanları eleyen ‘O Paris Bu Paris’, Fransız ve dünya mutfağının Paris’teki en iyi örneklerini sunuyor. Klasik Fransız yemeklerinden, konsept restoranlara, en iyi şarapevlerinden, Asya mutfağının incilerine, Arjantin et restoranlarına kadar farklı bir tecrübe yaşayabileceğiniz her yer sitede mevcut.
19
Ezgi Samioğlu ve Bihter Sabanoğlu’nun hazırladığı ‘O Paris Bu Paris’i sadece Türklere değil, ayrıca Türkçe bilen Fransızlara da tavsiye ediyoruz… en azından site İngilizce ve Fransızca hizmet verene kadar. Eğer yolunuz Paris’e düşecek olursa, ‘O Paris Bu Paris’e bir göz atmınızı şiddetle tavsiye ediyoruz. Siteye www.oparisbuparis.com adresinden ulaşabilirsiniz.
04.
Emily Blunt: İçimdeki agresİflİğİ, savaşçı yanımı çıkardım
Kariyerine televizyon dizileriyle başlayan ve ilk uzun metrajlarından Şeytan Prada Giyer’le yükselişe geçen Emily Blunt, son yıllarda The Young Victoria, Five Year Engagement ve Looper gibi filmlerde yer almıştı. Doug Liman’ın yönettiği ve Tom Cruise’la beraber başrollerini paylaştığı yeni filmi The Edge of Tomorrow - Yarının Sınırında ise, 6 Haziran’da Türkiye’de vizyona girecek. Emily Blunt, Première dergisinin sorularını yanıtladı.
Daha geçenlerde sizin ilk filminiz Warrior Queen’i izledim. O döneme ait hatıralarınız neler? Aman Tanrım! Aslında teknik olarak ilk filmim sayılmaz, çünkü televizyon için çekilen küçük bir diziydi ama evet kamera karşısındaki ilk tecrübemdi. 19 ya da 20 yaşındayım. Milattan sonra birinci yüzyılda, ülkesi istila edilen Kraliçe Boudicca’nın verdiği mücadeleyi konu alıyordu. Romanya’da yapılan
çekimler çok heyecan vericiydi ama bir o kadar da yorucuydu. Küçük bir bütçemiz vardı, yemek iğrençti ve bütün günümüzü çamurun içinde geçiriyorduk. Oldukça ilginç bir tecrübeydi. Daha önce sadece tiyatro deneyimim olduğu için neredeyse bağırarak konuşmaya alışıktım. Rol arkadaşlarım, bir ara dayanamamaya başladılar “Bağırmak zorunda mısın?! Bak şu mikrofonu görüyor musun? Merak etme herşeyi duyuyor ve kaydediyor”. Sinemaya ilginiz tiyatroyla mı başladı yoksa okulda mı? Hayır. Yani bir bakıma evet, sene sonu gösterilerinde rol alıyordum. Oldukça disiplinli bir okuldaydım ve Dario Fo’nun ‘Bir anarşist kazara ölümü’ gibi çok ciddi oyunlar sergiliyorduk. Ama aktris olmaya çok daha sonra karar verdim. O zamanlar ne yapmak istiyordunuz? Dil eğitimi almak ve İspanyolca tercüman olmak istiyordum. Sınavlardan hemen önce Edinburg’daki bir festivale katıldım. Küçük bir rolüm vardı, gerçekten önemsiz küçük bir rol ama orada bir ajan beni keşfetti. Halen de İngiltere’deki menajerliğimi o yapıyor. Herşey böyle başladı.
Marlon Brando derdi ki “O kadar çok suratımız var ki…” Filmografime baktığımızda, şu ana kadar bu açıdan hiç de fena olmadığını düşünüyorum. Bir rolü kabul etmenizi sağlayan nedir? Aslında çok basit, senaryoyu okurken kendime “Acaba bu karakteri nasıl oynayabilirim?” diye soruyorsam, kabul ettim demektir. Bu yıl vizyona girecek Edge of Tomorrow’da sert ve güçlü bir kadın olan Rita’yı canlandırıyorsunuz. Hunger Games’den sonra Hollywood’da neler değişti? Sanırım film endüstrisi, kadınların başrolde olduğu filmlerin en az erkeklerin yer aldığı filmler kadar para yapabileceğini anlamaya başladı. Örneğin ‘Bridesmaids’ ve ‘Gravity’… Bazı şeylerin değiştiği kesinlikle doğru ama merak etmeyin hala klişe roller gelmeye devam ediyor. Senaryoları çok dikkatlice okumak lazım. Oysa aldığım duyumlar, Looper’ı (Rian Johnson, 2012) senaryoyu okumadan kabul ettiğiniz yönünde.
Büyük bir yalan, yarısını okudum! (gülüyor) Kimi canlandıracağım hakkında hiçbir fikrim yoktu çünkü, okuduğum bölüme Daha yumuşak ve iyi kalpli bir kızı canlan- kadar bahsi geçmiyordu. Ama okuduğum dırdığınız Warrior Queen’den sonra, kötü bölümde öyle bir atmosfer ve heyecan vardı ve çıkarcı bir kadını canlandırdığınız My ki, kendimi filmin kendine has dünyasına Summer Love’da yer aldınız. Bir katego- kaptırdım. Bir de Rian Johnson’la çalışmak riye ya da diğerine yapışıp kalabilirdiniz. için can atıyordum.
23
Bu doğru ancak, kendime bu işi yapıyor- Peki ‘Edge of Tomorrow’u hangi kriterler sam, mümkün olduğunca farklı rollerde üzerinden kabul ettiniz? Oynayacağınız bulunmak için yapıyorum dedim. Tek bir karakterin çizimlerine mi baktınız? tarza, kategoriye sıkışıp kalmak istemiyorum.
Olabilirdi… Beni ikna eden Doug Liman’la çalışacak ve Tom Cruise’un yanında oynayacak olmam oldu. Harika bir ikili. Doug’un filmlerine bayılıyorum. Saçma gelebilir ama Doug’un karakterlere verdiği önem benim için çok değerli. Dijital bir kalkanla yapacağınız çekimlere nasıl hazırlanıyorsunuz? Dijital? Kesinlikle değil. En az benim kadar ağır gerçek bir kalkanım vardı! Doug için sahneleri bu şekilde çekmemiz çok önemliydi çünkü hareketlerimizin olabildiğince gerçekçi olmasını istiyordu. Ekranda yalan söylemek çok zor, insanlar doğal olmayan şeyleri hemen anlıyor. Bu ağırlığı taşıyabilmek için krav-maga, yoga ve fitness yaptım, vücut çalıştım. Bir de içimdeki agresifliği, savaşçı yanımı ortaya çıkarmak zorunda kaldım. İngiliz aktörlerle Amerikalı aktörler arasındaki fark nedir? Demek istediğim, Amerikan yapımı süperkahraman filmlerine baktığımız zaman, İngiltere’nin yarısının filmde oynadığı hissine kapılıyoruz. Aklıma ilk gelenler Tom Hiddleston, Christian Bale, Henry Cavill…
24
Doğru. Herhalde çok sevildiğimiz içindir, öyle değil mi? (gülüyor) Açıkcası oyun kalitesinde ya da kültürel miras açısından pek bir fark olduğunu düşünmüyorum. Bana göre değişen asıl şey, olayın lojistik yanı. İmkanlar olarak değil de daha çok çekim tarzı olarak. Bizde herşey daha rahat ve herkese aynı şekilde muamele ediliyor. ‘Star Power’ diye bir şey yok. Amerika’da hiyerarşinin ağırlığını hissediyorsunuz. Size garanti ederim, İngiltere’de Tom Cruise benden daha fazla önceliğe sahip olmadı.
25
05.
Domenic Bahmann gündelİk nesnelere yenİ bİr hayat verİyor
26
Çok yönlü bir sanatçı olan Domenic Bahmann, illüstrasyon ve tasarımın dışında aynı zamanda daha konseptüel fikirlere yönelerek gündelik hayatta kullandığımız nesnelere başka bir gözle bakıyor. Postit ve kalemlerden gemiler, kahve fincanlarından uçak motorları, portakal kabuklarından Sydney Operası’nı, kulaklıklardan sol anahtarı, yaprak ve dallardan notalar, bir vinil plaktan uzay ve dünyayı, sebzelerden batmakta olan Titanic’i, küçük bir havlu, el kremi ve diş fırçalarından salyangoz yapan sanatçı, esprili ve yaratıcı işlerini kendi internet sitesi ve sosyal ağlar üzerinden sergiliyor.
27
28
29
30
31
32
33
34
35
06. Geleceğin heyecan verici 10 uzay projesi
36
Gelişen teknolojiler ve uzay projeleri sayesinde evren hakkında her gün daha da fazla bilgiye sahip oluyoruz. Güçlü teleskoplarla daha uzaklara bakıyor, güneş sistemi dışında yaşanabilir yerler keşfediyor, Curiosity gibi robotlarla gezegenleri inceliyoruz. Biliminsanları, geleceğin enerji kaynaklarının ve dolayısıyla insanoğlunun geleceğinin uzayda saklı olduğunu düşünüyor. Son yıllarda, NASA’nın dışında bir çok şirket de uzay yarışına ortak oldu. Atmosferimizin dışındaki çöpleri toplayacak süper ağlardan, 3D uzay yazıcılarına, yeni robotlardan, Mars’ta koloni kurma hayaline, geleceğin heyecan verici 10 uzay projesi.
ALASA, uçan füze platformu ALASA, yank Airborne Launch Asisst Space Access adındaki projeyi kısaca açıklamak gerekirse, bir uçaktan ya da platformdan uzaya füze fırlatmak olduğunu söyleyebiliriz. Füze fırlatmayı pahalı ve zorlu kılan şey, bunun dünyanın sadece bazı yerlerinde yapılabiliyor oluşu. Örneğin Florida’daki Cape Canaveral ya da Kazakistan’daki Baykonur Uzay Üssü gibi. Hareketli ve uçabilen bir fırlatma platformu, sadece hava koşullarının ötesine geçmeyecek, aynı zamanda biliminsanlarının satelitleri bugüne oranla daha farklı yörüngelere oturtmasını sağlayacak. Amerika Birleşik Devletleri savunma sanayisine bağlı DARPA adlı şirket, iki yıl içinde projenin prototipini hayata geçirebileceğini söylüyor.
İlk özel Ay seyahati
37
Teknoloji devi Google’ın düzenlediği ‘Google Lunar X Prize’, 2015 sonuna kadar Ay’a ayak basacak ilk özel organizasyona 40 milyon dolar ödül vermeyi taahhüt ediyor. Kriterler sadece ayak basmakla sınırlı değil. Ay’a iniş yapan şirket aynı zamanda 500 metre katetmek ve bütün bunları dünyaya canlı yayında aktarmak zorunda. Google’ın amacı, özel sektörü böylelikle uzay projelerine dahil etmek. 22 takımın büyük ödül için mesai harcadığı yarışmanın favorilerden biri olan Moon Express, şu ana kadar bir çok küçük grubu yutarak, diğerlerine göre büyük bir avantaj yakaladı. Eski NASA mühendislerinden oluşan Moon Express’in amacı ise, Ay’ı ileride bir maden gibi kullanmak.
Dünyayı koruyacak dev ağ Kullanılmayan satelitlerden arta kalan ve sayıları binlere ulaşan uzay attıkları, yeni fırlatılan satelitler, füzeler ve genel anlamda dünya için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Küçücük bir parça bile, hızından dolayı yıkıcı bir etkiye sahip olabilir. Biliminsanları, her yıl ona yakın büyük parçanın temizlendiği taktirde sorunun tehdit edici olmaktan çıkacağını belirtiyorlar. Japon Uzay Ajansı (JAXA) buna çözüm olarak oldukça ilginç bir buluşa imza atarak, uzay atıklarını toplayacakları dev ağlar düşünmüş. Atmosferin sınırına gerilecek olan ağlar, manyetik özelliğiyle büyük uzay atıklarını toplayarak, dünyaya geri getirecek. Eğer söz konusu ağlar başarılı olursa, milyar dolar değerindeki uzay projeleri atıkların tehditi altında olmaktan çıkacak.
38
NASA’nın SpiderFab projesi 3D baskı teknolojisinin ileride insan hayatına büyük bir etkisi olacak. Bu yüzden NASA’nın 3D yazıcılara yatırım yapması ve gelecek sene bunlardan birini Uluslararası Uzay İstasyonu’na yollayacak olması hiç de şaşırtıcı gelmiyor. NASA’nın bununla da kalmayıp 3D yazıcılı robotlar üreterek uzayda istasyonlar, teleskoplar ve antenler inşaa etme hayali var. Projenin adının SpiderFab olmasının nedeni ise, robotların, ağ ören örümceklere benzeyecek oluşu. Yeryüzünde bir araya getirilmiş makineler yerine, ham maddeler yollayarak füzelerin hacmini de küçültmeyi planlayan NASA, bu teknoloji sayesinde kilometrelerce büyüklüğünde güneş panelleriyle beraber, uzak yıldızları ve gezegenleri gözlemleyecek dev teleskoplar inşa etmeyi planlıyor.
39
Curiosity’ye kardeş geliyor Ağustos 2012’de bütün dünya Curiosity’nin Mars’a inişini büyük bir heyecan içinde izlemişti. 560 milyon kilometre uzaklıktaki kızıl gezegene inen robot, Mars’ın fotoğraflarını dünyaya geçmiş, sofistike ekipmanlarıyla analizler yapmıştı. Curiosity’nin başarısı NASA mühendislerini bile şaşırttı. Bundan dolayı da Curiosity’ye bir kardeşin geliyor oluşu hiç de olağandışı bir şey değil. 2020’de hayata geçirilmesi planan projeye göre ‘küçük kardeş’ çok daha fazla özelliğe sahip olacak. En büyük yenilik, robotun Mars’tan parçalar toplayarak içinde stoklayacak olması. Mars’ın doğuşundan bugüne geçirdiği evreleri anlamakta yardımcı olacak numunelerin dünyaya nasıl geri getirileceği ise şu anda bir soru işareti. Önümüzdeki aylarda NASA yetkilileri, kaya parçalarının ileride bir robot tarafından mı, yoksa Mars’a misyona giden astronotlar tarafından mı toplanacağına karar verecek.
40
Mars’a tek yön bilet
41
Hollandalı bir şirketin ortaya attığı ‘Mars One’ projesine geçtiğimiz aylarda uzunca yer vermiştik. 2023 yılında, sivillerden oluşan bir grubu Mars’a yollamayı ve Kızıl Gezegen’deki ilk insan kolonisini oluşturmayı hedefleyen Mars One projesine dünya çapında 200.000 başvuru geldi. İnsanlara misyonlar yüklemeyi hedefleyen projenin korkutucu yanı ise, Mars’a alacağınız biletin tek yön olması. Mars One için özenle seçilen elli aday, 2015 yılından itibaren zorlu testlere ve antrenmanlara tabi olacak. Birinci grup 2022 yılında Space X Falcon Heavy uzay aracıyla Dünya’dan ayrılacak ve bir daha geri gelmemek üzere yedi ay sonra Mars’a ayak basacak. Ancak herkes projenin kurucusu Bas Lansdorp kadar umutlu değil. Uzmanlar, yaşanacak birçok sorundan dolayı NASA’nın bile bu tür projelerden şu anda vazgeçtiğini, Mars’a sivillerden oluşan amatör astronotlar yollamanın tamamen ütopya olduğunu belirtiyor. Ayrıca işin psikolojik yanına da değinen uzmanlar, insanların bir bakıma ölüme terk edileceğini ve Mars’a ayak bastıktan sonra psikolojik açıdan ne durumda olacaklarının şüpheli olduğunu söylüyor.
Rusların Venüs aşkı Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki uzay yarışı sadece Ay’a insan götürmekle sınırlı değildi. Sovyetler 1970 ve 1980’lerde başlattıkları Venera projesiyle, Venüs’e bir kaç sonda yollamış ve dünyaya bilinen tek fotoğrafı sağlamıştı. İki ülke arasındaki soğuk savaşın yumuşamasıyla Venüs de bir süreliğine rafa kalkmıştı. Bugün, Rusların Venüs aşkı yeniden kabardı. Venera-D adı verilen proje, Venüs’ün yüzeyine inecek Curiosity tarzında bir robot ve atmosferi analiz edecek balonlar öngörüyor. Projenin en ilginç yanı, robotun ve balonların, uçurtma sörfünden (Kitesurf ) esinlenilen paraşütlerle Venüs’ün rüzgarları sayesinde hareket edecek olması. Böylelikle Venera-D çok daha uzun mesafeler katedecek ve daha büyük bir alanı analiz edebilecek.
42
Devletlerin Ay yarışı Biraz önce de bahsettiğimiz gibi Sovyetler ve Amerikalılar arsındaki uzay yarışı kıran kırana geçmiş, Yuri Gagarin uzaya çıkan ilk insan olurken Ay’a ayak basma mücadelesini Neil Armstrong önderliğinde Amerika Birleşik Devletleri kazanmıştı. Nükleer savaş tehditi altında geçen bunca yılın ardından Sovyetler Birliği’nin çöküşü Amerika’yı bu yarışta yalnız bırakmış, uzay maceraları ikinci plana atılmıştı. Bugün büyük devletlerin Ay merakı tekrar canlandı ancak bu sefer projeyi yürütecek NASA olmayacak. Hindistan 2020 yılına kadar, Rusya ve Güney Kore ise 2025 yılına kadar Ay’a insan yollamak istiyor. Çin’in uzay planlaması daha belli değil ancak en iddialı proje Japonya’ya ait. Japonlar 2020’de Ay’a insan göndermeyi, 2030 yılında ise kalıcı olarak bir uzay istasyonu kurmayı planlıyor. Uydumuz, son 30 yılda pek kimsenin ilgisini çekmese de, dünyada tükenen fosil yakıtlara alternatif arayışları, devletlerin Ay yarışını tekrar kızıştıracağa benziyor. 43
NASA asteroit avına çıkıyor Asteroitleri maden gibi kullanmak ve fosil yakıtları çıkarmak bilimin önünde duran en önemli adımlardan biri. Biliminsanları, güneş sisteminde en az 800 metre büyüklüğünde iki milyon asteroit bulunduğunu tahmin ediyor. Doğal yakıtların tükeniyor olmasından dolayı bu dev kaya parçalarının araştırılması insanoğlu için önemli bir etap teşkil ediyor. NASA’nın planı ise bir asteroiti ‘elinden’ tutup Ay’ın yörüngesine yerleştirmek ve astronotların inceleyebilmesini sağlamak. Bu proje için aday üç dev asteroit bulundu bile. Yörüngeye yerleştirilen asteroitten parçalar elde etmek için de biliminsanları dev kayaları Ay’ın yüzeyine çarptırarak parçalamak istiyor. Aman dikkat diyelim, yukarıdaki paragraflarda bahsi geçen turistik turlara ya da japonların kurmayı düşündüğü uzay istasyonuna denk gelmesin.
44
Uzaya uzanan asansör Japonya’nın en büyük şirketlerinden Obayashi, 2050 yılına kadar inşa etmek istediği uzay asansörünü tanıttı. Geçmişte Tokyo Sky Tree adlı, Japonya’nın en yüksek binasını inşa eden şirket, yeni projenin bundan 150 kat daha yüksek olacağını ve daha icat edilmemiş nanokarbon teknolojisi kullanacağını belirtti. Şirket adına konuşan üst düzey bir yetkili, projeyi çok önemsediklerini ve yavaş ama emin adımlarla ilerleyerek 2050 yılına kadar hayallerini gerçekleştirmek istediklerini açıkladı. Proje başarıya ulaşırsa insanlar uzaya bir asansör yardımıyla ulaşıyor olacak.
45
Haftaya görüşürüz:)
25 // MAYIS’14
zete