HAFTASONU 27 EYLÜL 2015

Page 1

27 // EYLÜL ’15



//

01.

DAVID GILMOUR’DAN YENİ ALBÜM: RATTLE THAT LOCK //

02.

//

03.

//

04.

//

05.

//

06.

BİR ESERİN ANA MALZEMESİ OLARAK TUVAL SONBAHARIN İHTİŞAMI BÖCEKLERDENMİŞ... EVEREST’İN YAMAÇLARINDA BİR AKTÖR: JASON CLARKE LUNA’YLA DOLUNAY EVİNİZE GELSİN

ÇİFTLERİN ARASINA GİREN KARA KEDİ: IKEA

Editör: Cem GELGÜN


01.

David Gilmour’dan yenİ bİr albüm: Rattle That Lock

4


5


Rock tarihinin en önemli gruplarından Pink Floyd’un efsanevi gitaristi David Gilmour’un, merakla beklenen solo albümü ‘Rattle That Lock’ geçtiğimiz günlerde piyasaya çıktı. Bazıları 2006’da yayınlanan ‘On An Island’ albümünün öncesine dayanan, bir çoğu da son on yılda bestelenmiş on şarkının yer aldığı Rattle That Lock, dinleyici Gilmour’un muhteşem gitar tınısıyla nefes kesen bir müzikal yolculuğa çıkarıyor. Gilmour Rock&Folk dergisinin sorularını yanıtladı. Sevgili David Gilmour, “Rattle That Lock” albümünüz, Pink Floyd’la ya da Pink Floyd’suz, bugüne kadar kaydettiklerinizden oldukça farklı bir albüm…

6

plak şirketine bu albümle gitse, kimse onları kabul etmez. Günümüz standartlarına uymuyor mu demek istiyorsunuz? O zaman öyle olsun. Biliyor musunuz, bugün piyasa çıkan şeylerden dinlediğim pek bir şey yok. Bu sizin işiniz ve işinizi hala aynı iştahla yapıyor oluşunuz hoşuma gidiyor. Ancak geldiğim yaşta, yeni çıkan grupları dinlemek için acele etmiyorum. Bazen hoşuma giden yeni şarkılar oluyor ve onları yakınlarımla paylaşıyorum ama böyle bir arayış içinde değilim. İçimden geleni, bildiğim şekilde yapıyorum ve modern dünyada yerini bulacağını umuyorum.

David Gilmour: Aslında paradoksal olarak bu albüm bana çok benziyor, daha doğrusu bugün olduğum kişiye çok benziyor

‘On an Island’ albümünüzdeki bazı şarkılar Pink Floyd’un ‘Division Bell’ çizgisinde bulunuyor ama yeni albümünüz için aynı şeyi söylemek biraz zor. ‘Rattle That Lock’ her yöne doğru gidiyor…

“Rattle That Lock”u dinledikten sonra şöyle bir izlenime kapıldık: Yeni bir grup bir

Kendime hiçbir şart koşmuyorum, sınır tanımıyorum. Takip etmem gereken bir kurallar


listesi yok. Doğal bir yol izliyorum ve bu şekilde kendi aralarında tutarlı hale geliyorlar. Sanki şarkılar bu albümde yer almak için buluşmuşlar gibi. Ve bunu yapabildiğim için gurur duyuyorum. Gitarınız müziğinizin değişilmez bir parçası ve her seferinde size öz gitar tınınızı bekliyor oluyoruz. Yeni albümünüzde yeni bir sayfa açmış gibisiniz: gitarlar kulağa daha pürüzlü, daha ham geliyor, sanki yaşla her şeyi daha az cilalamaya çalışıyor gibisiniz. Gitarların daha önde olmasını ve bir noktada dinleyicinin suratına çarpmasını istiyordum. Parmakların teller üzerinde yarattığı sesler, benim tarzıma has bir şey ve beni rahatsız etmiyor. İsteği, doğallığı, mükemmeliyete tercih ettim. Mükemmellik arayışı tehlikeli olabilir çünkü doğal olarak ortaya çıkan ve aslında güzelliğin bir parçası olan bazı şeyleri silmenize yol açabilir. Şarkılar arasındaki enstrümantal bölümler, şarkıdan şarkıya atlamaktansa albümü bir bütün olarak sunma isteğinizden mi geliyor? Ben, bu enstrümantal bölümlerin bazen şarkıları birbirine daha iyi bağladığını düşünenlerdenim. İki ayrı konu bu parçalar sayesinde

7

bir araya gelebiliyor. Ayrıca bir albümün, farklı şekilde aranje edilmiş tek bir şarkıyla açılıp kapanması hoşuma gidiyor. Belki de bilinç altından, insanların albümlerini bir bütün olarak dinlemelerini istiyorum. Ben bir eserin dilimlere ayrılarak dinlenmesinden yana değilim. Şarkıları ayrı ayrı indirebilme fikri bana hala garip geliyor. Ya da daha kötüsü, tek bir tıkla şarkıları karşık bir şekilde (shuffle) dinleme şekli… Sanki benim sunduğum sıralama iyi değilmiş gibi. Fransız Demiryolları SNCF’in garlarda duyulan kısa jingle’ını albüme ismini veren şarkıda kullanmış olmanız özellikle de Fransa’da çok ses getirdi… Dürüst olmak gerekirse onu kullanmamın tek nedeni şarkıyla uyumlu oluşuydu. Örneğin Londra’da Saint-Pancras garında duyduğunuz şeyin hiçbir anlamı yok. Ama aynı şey Paris’e adım attığınızda garda duyduğunuz jingle için geçerli değil, onun bir ritmi, bir melodisi var. Onu her duyduğumda bir şarkının başlangıcı olabileceğini düşünmüştüm. Fransa’nın güneyinde oturan arkadaşlarımdan geliyordum ve yeniden bu melodiyi duydum, bir hoparlörün altına geçtim ve telefonuma kaydetmek için bekledim. O beş dakika hiç geçmek bilmedi. (gülüyor)


Aynı şarkıda bir de klavye çalıyorsunuz. Aslında albümde biraz herşeyden çalıyorsunuz… Evet, daha önce hiç olmadığı kadar. Kendimi bırakmak, yeni şeyler denemek istiyordum. Günümüz teknolojisi o kadar çok şey yapmamıza olanak sağlıyor ki. Her ne kadar arada sırada hile yapmak durumunda kalsak da. Bu benim için bir sorun değil. Ulaşmak istediğiniz sonuç için, [kafasını gösteriyor] yani buradakinin albümde yer alabilmesi için her yol mübahtır. Bu benim için sorun teşkil etmiyor. Yirmi yılı aşkın bir süredir şarkılarınızı Polly’yle beraber yazıyorsunuz. Çok az erkek eşiyle beraber çalışmayı başarabiliyor… Bu bizim için geçerli değil. Herşey çok doğal ve akıcı bir şekilde gelişiyor ve ‘Division Bell’den beri katkısı gün geçtikçe artıyor. ‘Pop’ şarkılar yazmak göründüğü kadar kolay değil. Aslında eşim roman ve hikaye yazarıdır. Eşimden daha tanınmış yazarlar benimle çalışmayı teklif ettiler ama her defasında oldukça basit şeylerle geldiler. Pop müziğin neden büyük ve derin düşüncelerle örtüşmeyeceğini anlamıyorum. Kanımca, mükemmel bir pop şarkısı az ve öz kelimelerle, çok şey anlatandır. ‘Rattle That Lock’un kazandığı boyut ve derinlikte Polly’nin büyük payı var. Albümde David Crosby ve Graham Nash’ın dışında Pink Floyd’un filizlendiği dönemde gitaristliğini yapan Rado Klose var…

8

Evet, kendisi ‘On An Island’ albümünde de çalıyordu. Birbirimizi çok uzun zamandır tanıyoruz, babalarımız beraber çalışırdı. Rado çok iyi bir caz gitaristidir ve “The Girl With The Yellow Dress” onun için biçilmiş kaftandı. İşin komik

yanı bu şarkının kayıtları on yıl önce yapıldı ve albümde yer alacağından haberi yoktu. Albümünüzü tanıtmak için bir kez daha yolla düşeceksiniz. Turnenize Avrupa’da vereceğiniz bir dizi konserle başlıyorsunuz. Konserler mesleğinizin sevdiğiniz bir yanı mı? Evet, her ne kadar bazı günler tüm bu organizasyon ve aletler iki saatlik bir konser için değer mi diye düşünsem de. Geçtiğimiz sefer o kadar iyi geçti ki bu sefer aynı başarıyı yakalayamamaktan korkuyorum. Rick artık burada değil… (Richard Wright) Pink Floyd’un 2005’te düzenlenen Live 8


konseri için bir araya gelmiş olması beklentileri ateşlemiş olabilir… Muhtemelen, her ne kadar ben kendi konserlerimi tercih etsem de. Ama Bob Geldof’un davetini kabul etmekle çok iyi bir şey yaptığımızı biliyoruz. Biraz nostalji vardı ama aynı zamanda bir şey hatırlatmak istedik: Pink Floyd varken, çok iyi bir gruptu. Ancak yeniden bir araya gelmeyi düşünmüyoruz! (gülüyor)

9

Oysa size böyle bir soru sormayı düşünmüyorduk. Aynı şekilde Jimmy Page’le yaptığımız röportajda Led Zeppelin’in yeniden bir araya gelip gelmeyeceğini de sormadık. İyi ettiniz, Robert Plant böyle bir şey istemiyor.

‘Rattle That Lock’un görselleri için bir kez daha Hypgnosis’le çalıştınız: bu sadakat size onur veriyor olsa gerek… Birlikteliğimiz 1968’e ‘A Saucerful Of Secrets’a dayanıyor. O zamanlar grubun geri kalanını Storm Thorgerson’un alanında dünyanın en iyilerinden biri olduğuna ikna etmiştim. Kendisi artık aramızda değil ama Hypnogsis’i onunla beraber kuran Aubrey Powell aynı düşünceyi devam ettiriyor ve kendisiyle çok iyi anlaşıyorum. Fikirler buluyor, yeni sanatçılar tanıyor ve bir kez daha bu kişileri kendim araştırmak istemiyorum. Biliyorum bu tembellik olarak görülebilir ama herşey elimin altındayken başka yerlere gitmenin manasız olduğunu düşünüyorum. (gülüyor)


02.

Bir eserin ana malzemesi olarak, tuval

10


11


Kendilerine Stallman adını veren Amerikalı sanatçılar Jason Hallman ve Stephen Stum ikilisi, geleneksel olarak tuvalin üzerine resim yapmaktansa tuvali bir eserin ana malzemesi olarak kullanıyor. Tuvali katlayan, kıvıran, dalgalandıran ikili, akıcı şekiller verdikten sonra renkler ekleyerek göz kamaştırıcı sonuçlar elde ediyor. “Birimiz beynin sol tarafını, diğerimiz sağ tarafını temsil ediyor ve beraber yaratıyoruz” diyen Stallman, “farklı dinamiklerin birlikteliği, tüm sınırları ortadan kaldırdığını” söylüyor. İkilinin işleri 30 Eylül’e kadar ABD’nin Washington eyaletindeki Spassov galerisinde sergilenecek.

12


13


14


15


16


17


18


19


03.

Sonbaharın ihtişamı meğerse böceklerdenmiş



Sonbaharın en güzel yanı hiç kuşkusuz ki ağaçların büründüğü, ressamlara ilham veren renklerdir. Sarı, turuncu ve kırmızı renkteki yapraklar, kısalmakta olan günleri, soğumakta olan havayı ve yaklaşmakta olan kış aylarını bir anda unutturur. Peki neden ilkbaharda aynı telden çalarak yeşille boyanan yapraklar sonbaharda bu özelliklerini kaybederler? Biliminsanları bu soruyu araştırdı ve ağaçların milyarca yıldır böceklere karşı verdikleri mücadeleyi ortaya koydu.

22

başlar. Bunun nedeni de, yine bitkinin içindeki, karoten gibi diğer pigmentlerin ağır basmasıdır. Kırmızı renk ise bilimsel adıyla ‘anthocyane’ pigmentinden gelir. Kırmızı, bitkinin savunma kalkanı

Araştırmalar ağaç yapraklarının kırmızı renge bürünmesinin sadece bizim göz zevkimiz için değil, aynı zamanda böceklere karşı bir savunma mekanizması olduğunu ortaya koydu. Sonbahar geldiğinde, kışın yaklaştığını Herşeyden önce neden ağaç yaprakları hisseden böcekler (piregiller), sıcakta barınyeşildir? Bu sorunun cevabını ilk okulda mak ve yeterince besin bulabilmek için ağaç öğrenmiştik: moleküler yapılarında bulu- gövdelerine saldırır. Oysa çetin geçecek kış nan klorofilden dolayı. Klorofil, bitkilerde aylarına karşı hayatta kalabilmek için bir ağabulunan ve güneş ışığını emerek fotosentez cın isteyeceği en son şey böcekler tarafından yapmalarını sağlayan ve yapraklara rengini içten içe kemirilmektir. Araştırmacılar böcekveren pigmenttir. Sonbaharın gelişi, günlerin lerin beslendiği amino asitlerin, kış aylarında kısılması ve hava sıcaklıklarının düşmesiyle yapraklardan çekilerek ağacın gövdesinde topklorofil oranı azalır ve yapraklar sararmaya landığını ortaya koydu. Böceklerin istilasına


23


karşı bir savunma kalkanı geliştirmesi gereken bitkiler ise çareyi kırmızı renkte buldular. Türleri koruyan dağlar Pe k i n e d e n Av r u p a’d a ağaç yaprakları sonbaharda sararırken Kuzey Amerika’da kırmızıya çalarlar? Finlandiya’daki Kuopio Üniversitesi’nden araştırmacılar bu soruya cevap verebilmek için 35 milyon yıl geriye gitmek gerektiğini savunuyor. Gezegenimizin büyük bir bölümünün tropikal ormanlarla kaplı olduğu bir dönemde bir çok ağaç türü evrimleri sırasında böceklerden korunmak için kırmızı yapraklara sahip oldular. Daha sonra gezegenimiz birçok buzul çağından geçti. Bu buzul çağları sırasında Kuzey Amerika ve Güney Doğu Asya’ya hakim sıra dağlar bir çok bitki ve hayvan türünün korunmalarını sağladı.

24

Diğer bir anlamda ağaçlarla böceklerin çekişmesi hiçbir zaman son bulmadı. Oysa Avrupa’nın güneyinde yer alan Alp Dağları kuzeyden gelen buzlanmaya karşı kıtayı koruyamadı. Bunun sonucu olarak da sayısız bitki ve hayvan türünün nesli tükendi. Böylelikle ayakta kalan ağaç türleri, kendilerini tehdit eden böcekler olmayınca kırmızıya çalmak zorunda kalmadılar.


25


04.

Everest’in yamaçlarında bir aktör: Jason Clarke

26


27


Son yıllarda ‘The Great Gatsby’, ‘Zero Dark Thirty’, ‘Dawn of The Planet Apes’ ve ‘Terminator Genisys’ gibi önemli filmlerde rol alan Avustralyalı aktör Jason Clarke, geçtiğimiz hafta vizyona giren ‘Everest’te, 1996 yılında dünyanın en yüksek zirvesine ulaştıktan sonra iniş sırasında hayatını kaybeden Yeni Zelandalı efsane dağcı Rob Hall’u canlandırıyor. Başrolde başarılı bir performans çıkaran Jason Clarke, Emily Watson, Keira Knightley, Josh Brolin ve Jake Gyllenhaal gibi oyuncuların da rol aldığı filmin Himalayalar’da, Everest’in yamaçlarında yapılan çekimlerini Teaser dergisine anlattı.

‘Everest’ için bu hazırlık dönemi hayati bir öneme sahip olmuş olsa gerek. Çok zorlu ve fiziki bir rol olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet öyle. Filmin büyük bir bölümünü Himalaya’larda çektik. Katmandu’da yerleşik olduğumuz bir yer vardı ve oradan helikopterlerle çekim yapacağımız yerlere gidiyorduk. Çekimleri 3500 ile 4500 metre yükseklikte yaptık ve daha sonra Alpler’e, 3000 ile 4200 metre yüksekliğe geldik. Daha sonra Roma’da ve Londra’da Pinewood stüdyolarında zirvde göründüğümüz sahneleri çektik. Stüdyoda çekilen sahneler de hiç kolay olmadı çünkü Oyunculuk mesleğinde bir rol için giri- filmin büyük bir bölümünü dışarıda, doğal şilen hazırlığı sevdiğinizi söylemiştiniz. dekorlarla çektik.

28


29

Peki fizik olarak kendinize nasıl bir ant- tutmanız gerektiğini anlamak gibi teknik bilrenman uyguladınız? Koşu, ağırlık ya da giler içeriyordu. Aynı dönemde Rob’un (Rob Hall, Jason Clarke’nin canlandırdığı karak‘trekking’ gibi şeyler mi? ter) eşi Jan’la tanıştım. Guy Cotter, Rob’un Evet herşeyden biraz yaptım. Ama ilk başta en yakın arkadaşlarından biriydi ve geçmişte Yeni Zelanda insanının karakterinden baş- birlikte çalışmışlardı. Guy’la zaman geçirmem lamak istiyordum. Ben Avustralyalı’yım ve Rob’u da daha iyi tanımamı sağladı. Jan’la da nasıl insanlar olduklarını bilmem gerekiyordu. vakit geçirdim ve şimdi 18 yaşında olan kızları Filmin yapımı Yeni Zelanda’da start aldı: Sarah’la tanıştım. Onların benim kim olduBaltasar (Kormakur), Tim Bevan (yapımcı) ve ğumu ve Rob’u en iyi şekilde canlandırmak ben vardık. Orada, Emily Watsoni Elizabeth için elimden geleni yapacağımı bilmelerini Debicki, Guy Cotter gibi diğer oyuncularla istiyordum. tanıştık. Hazırlıklara Guy’le beraber kapalı Bundan birkaç yıl önce rol aldığınız salonda dağcılık yaparak başladım. Daha sonra karlı dağlara gittik. Teknik açıdan ‘Lawless’ filmi sırasında gerçek bir karakteri yeni şeyler öğrendim çünkü hiçbir şey salon- canlandırmanın zorluğundan bahsetmiştik. daki gibi değil. Dağcılık ve tırmanış üzerine Rob Hall gerçek bir kahraman… Bu sizin çalışmak, yapmanız gereken fizik hareket- üzerinizde bir baskı oluşturmuş olsa gerek. leri öğrenmek, kullandığınız aletleri nasıl


Kesinlikle. Ailesi… Yeni Zelanda’da hiç konuşmadılar, herhangi bir kitap hazırlamadılar ya da bir röportaj vermediler. Herşeyi kendilerine sakladılar. O açıdan benim için hiç kolay olmadı, biraz gergindim. Tim Bevan orada çok uzun süre kaldı ve bu projenin gerçekleşebilmesi için çok büyük uğraşlar verdi. Bu sayede Rob’un eşi Jan’ın ve Guy’ın güvenini kazandı. Bu güven ilişkisi onların da daha fazla açılmalarını ve yaşananları kendi perspektiflerinden anlatmalarını sağladı. Evet Rob bir aile babasıydı, Yeni Zelanda’da bir ikon, bir öncü. Anıları ve geride bıraktıkları onu tanıyanlar için… ve de Yeni Zelanda için çok önemli.

30

Oynadığınız filmlerde canlandırdığınız karakterin inandırıcı olmasına büyük özen gösteriyorsunuz. Everest gibi bir film için yalancıktan yapmak zor olsa gerek… Doğal dekorlarla stüdyoda çekilen sahneler arasında fiziki zorlukları yeniden yaratmak verdiği acıyı yansıttık. zor olmadı? Baltasar’ın filmi olabildiğince doğal Evet biraz… Bir üniversite tarafından bize dekorlarda çekme isteği projeyi kabul ödünç verilen yüksek basınç kapsülü saye- etmenizde etkilil oldu mu? sinde 8500 metre yükseklikte olmanın ve Bu çok cesurca bir şeydi. Herkes de aynı orada hareket etmenin ne olduğunu anladık. Zirveye tırmananlar neler yaşadıklarını şeyi düşünüyordu. Zaten filmi başka şekilde anlamak ve kendimizi ona göre hazırlamak yapmak düşünülemezdi. Zirvede olduğumuz gerçekten çok ilginçti. Stüdyoya geldiği- sahneleri yeşil bir dekorun önünde oynuyoruz mizde yaptıklarımız dışarıda yaptıklarımıza ve sonuç gerçekten çok güzel! Ama diğer yanpek uymayabiliyor çünkü çekimleri dışarıda dan da dağ ile bütünleşmeden, karın içinde ve 4000 metre yükseklite yapmak çok yorucu gidip gelmeden o rüzgarı ve soğu hissetmeoluyor. Yüksekte olduğunuz zaman nefes alıp den iyi bir sonuç elde edemezdik. Çekim verişiniz ve nefes hızınız değişiyor. Bunun için koşulları hiç de kolay olmasa da bunun bir de bazı sahnelerde post-senkro dedikleri tek- anlamı vardı. Ben izleyicinin herşeyi gördüniğe başvurmak durumunda kaldık. Zirvede ğünü, herşeyi hissettiğini düşünüyorum. Bir fırtınanın altında olduğumuz sahnelerde sesi- oyuncu da bunu hisseder. Doğal dekorlar min ve nefesimin yeterince zorlanmadığını bizi gerçekten zorladı, aradığımız da buydu. düşündük. Sonradan tekrar seslerin üzerinde Sahneleri neredeyse filmdeki sırasıyla çektiçalışarak 8000 metre yükseklikte olmanın ğimiz için, zirveye ulaştığımızda hepimiz çok


taklit etmek için tuz kullanıyorlardı. Size garanti edebilirim ki gözlüklerinizi çıkartıp O sahneler stüdyoda çekilmiş olsa bile bir o tuz gözünüze girince… Hissettiğiniz acı sonuç olarak daha iyi oynamanızı sağlıyor. şey başardığımızı hissediyorduk. Kendinizi oluruna bırakıyorsunuz bir bakıma Kalın dağcılık kıyafetlerinin, berelerin, ve sahneye gerçekçilik katıyor. Fiziksel gerçekeldivenlerin ve çizmelerin içinde oldu- çilik ve bunu yansıtabilmek filmdeki aksiyon ğunuz zaman, rol yapmak, oynamak zor sahneleri kadar önemli. olmuyor mu? Everest hem etkileyici, hem dokunaklı, Evet ister istemez oyununuz deği- hem akıllı, hem de karakterlerin gerçek ş i y o r . A l p l e r ’d e y a p t ı ğ ı m ı z i k i anlamda kişiliklerine odaklanan bir film. haftalık çekimler sırasında, haliyle, 1995Evet! Kesinlikle öyle… Gravity filmini gör1996 yıllarında kullanılan malzemeleri kullanıyorduk. Çizmelerin eskiliğinden dolayı dükten sonra aynı şeyi düşünmüştüm. Tüm ayaklarımı ısıtmakta zorluk çekiyordum! bunları beyaz perdeye uyarlamak için iyi bir G e r ç e k d a ğ c ı l ı k m a l z e m e - nedeniniz olmalı. Fragmanları görünce, bu l e r i k u l l a n ı y o r d u k , o n l a r n e filmi sinemada dev ekranda harika bir ses hissediyorsa biz de aynı şeyi hissediyorduk. sistemiyle izlemeliyim diye düşünüyorsunuz! Stüdyoya geldiğimizde ise soğuk kalmamıştı Size kendine çeken bir şey olmalı. Everest’te ama bu sefer de rüzgarla kalkan ince karı de bunu başardığımız için çok mutluyum! mutluyduk! (gülüyor)

31


05.

Luna’yla dolunay evinize gelsin

32


33


Tayvanlı tasarım firması Acorn Studio uydumuz Ay’ın yüzeyine sahip bir ışıklandırma sistemi yarattığını açıkladı. Ay’ın yüksek çözünürlüklü fotoğraflarından yola çıkarak, bire bir kopyasını elde eden tasarımcılar, kürenin yapımı için fiberglası, ışık içinse parlaklığı ayarlanabilir halojeni tercih etmişler. 8cm’lik ufak modellerden 60cm’lik büyük modellere kadar farklı boyutlarda düşünülen Luna’nın seri üretimi için tasarımcılar projelerini kitlesel fon sitesi Indiegogo’dan tanıtıyorlar. İster çocuğunuz odasına koyun ister, ister yemek masasının üzerine ve ya isterseniz ışıkları söndürüp romantik bir ortam yakalacağınız bir yere, Luna aylar dolunayı evinize getirecek.

34


35


36


37


38


39


40


41


42


43


44


45


06.

Çİftlerİn arasına gİren kara kedİ: IKEA

46


47


Evinizde değiştirilecek mobilyaları seçmek ve satın almak için eşiniz ya da sevgilinizle gittiğiniz yetişkin lunaparkı IKEA*, bir anda birlikteliğiniz için modern bir korku tüneline dönüşebilir, bir kara kedi misali aranıza girerek güzel başlayan gününüz tartışmalarla son bulabilir. Eğer mağazadan yara almadan çıktıysanız, sizi bir o kadar zorlu, yeni tartışmalara açık mobilyanın kurulma etabı bekliyor olacak. Aylık ‘The Atlantic’ dergisinden gazeteciler konu hakkında araştırmalar yapan psikologlarla görüştü ve şu soruyu sordu: “Neden birbirlerini seven çiftler İsveçli mobilya devine gidince neredeyse her seferinde tartışmaya başlar?” * (burada örnek olarak IKEA kullanılmıştır ama bu başka bir marka da olabilir) Güzel ve güneşli bir cumartesi günü. Eşinizle kahvaltınızı yaptıktan sonra yeni taşınmakta olduğunuz ya da eski mobilyalardan arındırmak istediğiniz eviniz için IKEA’ya gitmeye karar verdiniz. Yeni bir kanape, bir masa, yeni bir lamba, bir dolap alıp geri döneceksiniz. Misyonunuz kağıt üzerinde çok basit ve bir çırpıda halledilebilecek gibi görünse de aslında fark etmeden tehlikeli ve 48

karanlık sulara açılıyor olacaksınız. Kapıdan içeri girdiğiniz anda, karşınıza bir çiftin hassas dengelerini sınayan farklı bölümler çıkacak. Mutfak, banyo, salon ve çocuk odası standlarından geçerken yükselmeye başlayan tansiyon, muhtemelen kasaya varamadan patlayacak ve herkesin gözü önünde tartışmaya başlayacaksınız. Amerikalı psikolog Ramani Durvasula kendisine gelen sorunlu çiftlerin sıklıkla İsveçli mobilya devinde yaşadıkları tartışmaları örnek göstermesi üzerine konu hakkında bir araştırma yapmaya karar vermiş. IKEA’nın reklamlarında gösterdiğinin aksine çiftler için bir saatli bomba olduğunun ve çoğu zaman bir kabusa dönüştüğünün altını çizen Durvasula, mağazanın her bölümünün bilinç altında evdeki görev dağılımı, çocukların eğitimi, salon düzeni gibi konulara gönderme yaptığını söylüyor. Çiftlerin bu konulardan yola çıkarak tartışmaya başladığını ve küçük konuları büyüterek günün sonunda kendilerine “biz gerçekten birbirimiz için yaratılmış mıyız?” diye sorduklarını anlatıyor. Güç savaşları IKEA’nın birinci etabından, yani mağaza


etabından kazasız belasız çıktıysanız sizi ikinci bir altımızdan gelen “En iyi defans ataktır” tepkisi. sınav bekliyor olacak: mobilyaların kurulması. Görünüşte kolay olsa da her zaman düşünüldüğü Çiftler için iyi bir test kadar kolay olmayabiliyor. Denver Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Scott Stanley Atlantic derDuke Üniversitesi’nde psikoloji ve davranış ekonogisine yaptığı açıklamada mobilyaları kurmanın misi dersleri veren Dan Ariely ise IKEA mobilyalarını çiftler arasında güç savaşına dönüşebildiğini anlatı- kurmanın bir çift için iyi bir test olabileceğini ve yor: “Operasyonu kimin yöneteceğinize karar vermiş birbirleri için uyumlu olup olmadıklarını anlayabiolsanız bile, öyle bir zaman geliyor ki, asistan şefin lecekleri belirtiyor: “Kurum sırasında beklenmedik kötü yaptığı şeyleri görmeye başlıyor. İltifatlar ne olaylar yaşanacaktır, eksik vidalar, yerine oturmayan kadar hoşumuza gidiyorsa, sevdiğimiz kişi tarafın- parçalar gibi… Soru ise, bu esnada yolunda gitmedan eleştirilmek de bir o kadar kötüdür. Bu kimsenin yen şeyler için karşı tarafı mı sorumlu tutacağız? hoşuna gitmez. Psikolog Don Ferguson ise mobilya- Yoksa geri dönüp birlikte bir çözüm mü arayacağız?” ları kurmanın göründüğü kadar kolay olmadığı için başarısızlık ya da zorlanma durumunda kendini İsveçli mobilya markası mağazalarında yaşanan değersiz hissetme fenomeninin baş gösterdiğini söy- tartışmalarından ders çıkarmış olacak ki işin püf lüyor. “Eğer bir ara vermezseniz kısa bir süre sonra noktasını kataloğunda veriyor: “Herşey uzlaşma kendinizi eşinize sataşırken bulabilirsiniz” diyen meselesidir. Siz yumuşak kanapeleri seviyorsunuz, o Ferguson, bunun olgunluk ve sabır özelliklerimizin ise daha sertlerini. İki ayrı kanape satın alarak sonortadan kalktığı “mücadele - kaçış” sendorumuna suza dek birlikte mutlu yaşayabilirsiniz!” bağlı olduğunu söylüyor. Yani diğer bir dille, bilinç

49


50


51


Haftaya görüşürüz:)

27 // EYLÜL ’15

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.