28 // EYLÜL’14
zete
//
01.
KEIRA KNIGHTLEY VE ADAL LEVINE ‘BEGIN AGAIN’DE BULUŞUYOR
//
02.
//
03.
MALKOVICH, MALKOVICH, MALKOVICH…
AVATAR 2-3 VE 4 HAKKINDA BİLMENİZ GEREKEN HER ŞEY //
04.
LIONEL RICHIE: KIZLAR ÇIĞLIK ATINCA ŞARKICI OLMAK İSTEDİĞİMİ ANLADIM //
05.
IPHONE KAMERALARININ EVRİMİ
//
06.
DÜNYA ÜZERİNDE KAYDEDİLMİŞ TÜM MÜZİĞE SAHİP OLMAK!...
Editör: Cem GELGÜN
01.
KeIra KnIghtley ve Adam LevIne ‘BegIn AgaIn’de buluşuyor Bir yanda son yılların en el üstünde tutulur oyuncularından Keira Knightley, diğer yanda Maroon 5 grubunun lideri, şarkıcı Adam Levine. Kariyerlerinin zirvesinde olan iki genç sanatçı John Carney’nin yeni filmi ‘Begin Again’de bir araya geliyor. Filmde bir çifti canlandıran ikili Studio CinéLive’a verdikleri röportajda, Keira Knightley’nin şarkı söylerken, Adam Levine’in de kamera karşısında geçtiğinde yaşadığı zorluklardan, film setindeki arkadaşlık ortamından ve yaşadıkları yeni tecrübelerden bahsediyor. New York’a gelerek müzik piyasasında kendine yer edinmeye çalışan Gretta’nın (Keira Knightley) hikayesini konu alan ‘Begin Again’ Türkiye’de 28 Kasım tarihinde vizyona girecek.
John Carney’in size ‘Begin Again’le gelmesinden önce ‘Once’ filmini izlemiş miydiniz? Keira Knightley ve Adam Levine: Evet! Filmde sizi en çok etkileyen ne olmuştu? Keira Knightley: Anlamı çarpıtıldığı için telafuz etmekten hoşlanmadığım, klişe bir şey söyleyeceğim. Ama bu sefer gerçek anlamıyla: filmin karşı konulamaz bir cazibesi vardı. Adam Levine: Film boyunca, bir kurgu seyrediyormuşum hissine kapılmadım. John bir belgesel çeker gibi kamerasıyla karakterleri takip ediyordu. Ve elbette Glen Hansard ve
Marketa Irglova’nın muhteşem müziği de var. John, filmdeki karakterleri şarkılardan ilham alarak yazmıştı. ‘Begin Again’ de biraz aynı şekilde işliyor. Beni rolü kabul etmeye iten de bu oldu. Çünkü tereddüt mü ediyordunuz? A.L: Kendinizi benim yerime koyun. Daha önce hiç bir aktörlük deneyimim olmamıştı. İlk randevumuzda John’a endişelerimden bahsettim. Beni rahatlatan sözleri oldu ve o aşamadan sonra kendisine sonsuz bir güven duydum. Daha sonra senaryoyu okudum ve canlandıracağım karakteri keşfettim. Kesinlikle saklamayacağım, karakterim yüzde 80 oranında bana benziyor, özellikle de kötü
yanlarımla (gülüyor). Karakterimin kendi hayatımla olan benzerliği, işimi kolaylaştırdı. Çünkü benim için asıl zorlanacağım şeyler, kamera karşısında kendimi nasıl hissedeceğim ve stresimi nasıl saklayacağımdı. Film setindeki rahat ve dostane ortam beni çok rahatlattı. Bana ve performansıma karşı bir hoşgörü vardı. Yoksa herşey çok daha kötü geçebilirdi! (gülüyor) K.K: Benim için zorluk İngiliz aksanımı bir kenara bırakıp bütün film boyunca Amerikan aksanıyla konuşmayı başarmaktı. Bunun için önceden çalıştım ve repliklerimi ezbere öğrendim. Çekimlere dört gün kala, John Carbney gelip ezberlediklerimi unutabileceğimi çünkü doğaçlama yapacağımızı söyledi.
Paniklemeye başladım çünkü bundan nefret ediyorum! Daha da kötüsü doğaçlama fikri beni terörize ediyor. Projeden ayrılmak için çok geçti, böyle bir imkanım olsaydı yapardım. Elim kolum bağlı olduğu için, kendimi boşluğa bırakır gibi bıraktım… ve sonuç olarak bu hoşuma gitti. Çekimler benim için de harika bir tecrübe oldu! Bir ders gibi. Zamanla bunu daha rahat görüyorum, yoksa son ana kadar yeterince iyi olamamaktan korktum.
6
film arayışına girdim! New-York’lu genç bir kızın şarkı söyleyerek hayallerini gerçekleştirmesinden daha iyi ne olabilirdi? John’la ilk görüşmemizde filmin sonunu değiştirmemesi için yalvardım… A.L: “Lütfen beni öldürme!”
K.K: Kusura bakmayın filmin sonunu anlatmış olduk! (gülüyor) Uzun lafın kısası bu senaryo doğru bir zamanda karşıma çıktı. Bir A.L: Bu şekilde John bizi aynı seviyeye getir- beni çok güldürdü, ikincisi de filmin bitişi, miş oldu. Böylece, benim sana ya da Mark burada elbette söylemeyeceğim, oldukça sıraRuffalo’ya oranla tecrübesizliğim sorun dışı. John arkadaşlık kadar aşktan ve ikisinin olmaktan çıktı. Biraz önce bahsettiğim arka- arasındaki ince çizgiden bahsetmesini çok iyi biliyor. İlk bakışta konuya hakim olduğunu daşlık ortamı, ekrana yansıdı. görüyorsunuz, özellikle de internetin gelişiyle Peki Keira, sizi filmi kabul etmeye iten ne müzik piyasasında yaşanan değişimlerle ilgili. oldu? A.L: Bu konuda sana katılıyor um. K.K. Anna Karenina’dan sonra fark ettim ki Günümüzde müzik ve müzik endüstrisi hakson beş yılda oynadığım bütün filmlerde ya kında, geçmişi ya da bugünü karalamadan ya ölüyordum ya da inanılmaz acı verici, san- da yüceltmeden, dengeli bir bakış açısı sunacılı dönemlerden geçiyordum. Bunun için bilen çok az insan var. Filmde Mark Ruffalo de özel olarak pozitif enerjinin olduğu bir eski tarz bir menajeri oynuyor ama temsil
ettiği sanatçının şarkıları internet sayesinde ünlü oluyor. Geçmişin idealist sistemini bir kenara bırakmanın zamanı geldi! Bugün artık herkes herhangi bir kontrata ihtiyaç duymadan yaptığı işi tanıtabilir. İllegal indirmelerin müzik endüstrisine büyük bir darbe vurduğu bir gerçek ama diğer yandan da müziğin demokratikleşmesini sağladı. Ben altın çağın yaşandığını düşünüyorum! Bugün herkesin iPod’unda, Mp3 çalarında binlerce şarkı var. Bu büyük bir zenginlik.
aslında. Bir tiyatro oyununda, oyuncu arkaşlarınızla beraber arkasına sığınabileceğiniz, delinmesi zor bir balon yaratıyorsunuz. Oysa şarkı söylerken izleyici ve dinleyiciyle sürekli iletişim halinde olmanız lazım. Yani bunlar farklı şeyler. Onun için de şarkı söylerken çok utandgaç olduğumu söyleyebilirim. Duyan da sürekli şikayet ediyorum sanacak! (gülüyor)
A.L: Seni çok iyi anlıyorum çünkü ben de aynı şeyi yaşadım. Sahneye çıkacağım zaman normalde hiç stresim olmaz, oysa burada Sizin iPod’unuza baksak, görünce şaşıraca- kamera karşısına geçmek beni nasıl zorladı bilemezsiniz. Hiç bu kadar utangaç olmağımız şarkılar hangikleri olacaktır? mıştım. Çünkü aynı senin şarkı söylemekte K.K: Hemen söyleyeyim, yemek yaparken olduğu gibi ben de kendimi rahat hissetmeBritney Spears dinleyerek dans etmeyi ya da diğim ve çevremi kontrol edemediğim bir biraz alkollü gecelerde bağırarak şarkılarını durumun içinde buldum. Sana gelip gerçekten iyi çıkardığını söylediklerinde bile, buna söylemeyi çok seviyorum! inanmakta zorluk çekiyorsun, hatta tam tersini düşünüyorsun. A.L: Bunu görmek isterdim! K.K: Aslında görülmesi ve özellikle de duyulması hoş bir şey değil! (gülüyor) A.L: Bir sonraki misyonum bu olacak! Benim için utanılacak bir şey yok. Bir şarkıyı sevdiğim zaman, diğerlerinin ne düşüneceği beni ilgilendirmiyor. Ama size bir itirafta bulunacağım, çok müzik dinlemiyorum… Müziğe bayılıyorum ama bu benim mesleğim ve günlerim bunu yapmakla geçiyor. Onun için de eve geldiğimde başka şeyler yapmayı seviyorum. Sonra elbette hiç bir zaman vazgeçemeyeceğim müzisyenler var, Beatles ve Stevie Wonder gibi. Keira sizi bir sahnede şarkı söylerken görüyoruz. Tiyatro tecrübeniz bu açıdan yardımcı oldu mu? 7
K.K: Hayır, çünkü mantık olarak tam tersi
02.
Malkovich Malkovich Malkovich 8
Amerikalı fotoğrafçı Sandro Miller, “Malkovich, Malkovich, Malkovich” adını verdiği ve 7 Kasım’dan itibaren Chicago’daki Catherine Edelman Gallery’de sergileyeceği fotoğraf serisini internet üzerinden tanıttı. Miller’ın eseleri, 20. yüzyıla damga vuran ve aralarında Diane Arbus , Andy Warhol, Alberto Korda, Annie Leibovitz gibi ünlü fotoğrafçıların işlerinin bulunduğu, efsane olmuş ünlü portrelerine yerleştirilmiş John Malkovich fotoğraflarından oluşuyor. Daha önce Malkovich’le çalışma imkanı bulan Sandro Miller, yeni serisi için ünlü aktörü kılıktan kılığa sokmuş. Korda’nın Che Guevara portresi, Philippe Halsman’ın Salvador Dali portresi, Diane Arbus’un ikizleri yerlerini John Malkovich’e bırakmış.
9
10
11
12
13
03. Avatar 2- 3 ve 4 hakkında bilmeniz gereken herşey 14
15
Avatar filminin devamı artık resmiyet kazandı. DeepSea Challenge belgeselinin ardından, güç depoladığı kısa bir tatile çıkan James Cameron, bir kaç yılını alacak dev proje Avatar’ın çekimlerine başlayarak, projenin devamına resmiyet kazandırdı. Yapım şirketinden sızan bilgiler merak ettiğimiz sorulara cevap getiriyor. 16
Avatar’ın devamı kaç bölümden oluşacak?
Avatar’ın devamı üç bölümden oluşarak toplam bölüm sayısı dörde çıkacak. Geçtiğimiz günlerde başlayan ve dokuz ay sürecek çekimlerde üç bölüm de aynı anda hazırlanacak. Peter Jackson’ın eseri olan Yüzüklerin Efendisi için kullanılan bu yöntem, çekimlerin bir kaç yıla yayılmasını engelleyerek, yapımcının ekonomik yükünü hafifletiyor. Peter Jackson’ın uzun süredir beraber çalıştığı ve özel efektlerini hazırlattığı Weta stüdyolarıyla işbirliğine
17
gidecek olan Cameron, değerli bir iş tecrübe- büyük bir darbe vuracağından, hükümet iki taraf için de kazançlı bir teklifle geri geldi. sinden yararlanıyor olacak. Buna göre Yeni Zelanda halkından alınan verCameron’un adresi Yeni Zelanda mı olacak? giler filmin yapımının yüzde 25’ini finanse edecekken, karşılığında projede yer alacak James Cameron ve filmin yapımcısı FOX, çekim ekibinin ve yaratılacak iş imkanlarının birinci bölümü Yeni Zelanda’da çekilen yüzde 90’ının yerlilere verilmesi konusunda Avatar’ın devamını Los Angeles’a taşımayı anlaşmaya varıldı. Bu FOX için 250 milyon düşünüyordu. Ekonomik nedenlerden dolayı dolarlık bir tasarruf, Yeni Zelanda için de alınan bu karar, Yeni Zelanda ekonomisine 400 milyon dolarlık bir kazanç ifade ediyor.
Bu anlaşmaya en çok sevinecek kişi hiç kuşkusuz ki James Cameron’un kendisi olacak. Wellington’a helikopterle yirmi dakika mesafede kendine bir çiftlik satın alan ünlü yönetmen böylece gecelerini kendi evinde geçirebilecek. Çekimlerdeki tek istisna ‘motion capture’la çekilen sahneler için olacak. Los Angeles’ta bulunan Manhattan Beach Studios’da gerçekleştirilecek çekimler en çok Na’vi Neytiri’yi canlandıran Zoe Saldana’ya yarayacak. Hamile olan genç oyuncu, yer aldığı sahnelerin büyük bir çoğunluğunun evinin yakınlarında çekilecek olmasından dolayı duyduğu memnuniyeti dile getirmişti. Filmlerin bütçesi ne kadar olacak? Kulislerde konuşulan rakam 1 milyar dolar. Konu hakkında bir açıklama yapan FOX’un patronu Jim Gianopoulos, basına “Uzun bir yolculuğa çıkıyoruz ve bunun ucuza gelemeyeceğini çok iyi biliyoruz. Önümüzde yeni hedefler, yeni sınavlar var çünkü hem yapım hem de teknolojik olarak sıradışı bir film çekiyoruz. Bizim için bundan daha heyecan verici başka bir şey olmazdı” demişti. Bunu şöyle de tercüme edebiliriz: “Sinema tarihinin en çok kazandıran iki filminin yönetmenine hayır diyecek değilim”. (Avatar: 2.8 milyar dolar ve Titanic 2.1 milyar dolar ) Avatar 2’de Sigourney Weaver olacak mı?
18
Avatar 2 su altında mı geçecek? Avatar’ın çekimlerine başlamadan hemen önce, James Cameron’un okyanusun derinliklerinde geçirdiği süre böyle dedikodulara yol açmış olabilir. Deepsea Challenge’ın çekimleri için binlerce metre derinliğie dalan James Cameron, su altı olayının fazla büyütüldüğünü söylüyor: “Avatar 2’nin su altında geçeceği haberi fazla büyütüldü. Bir kaç su altı sahnesi olacak ama karada kalacağımıza emin olabilirsiniz. Su ve deniz bilgisayar ortamında yaratılması güç bir şeydir. Joe Letteri (Weta’nın özel efekt müdürü) ve ben uzun süredir bunun üzerinde çalışıyoruz”. James Cameron Avatar’ı, ‘Baba’ (Godfather) serisine benzetti mi? Evet! James Cameron ‘Variety’ dergisine yaptığı açıklamada birinci bölümün Jack (Sam Worthington) karakterine yoğunlaştığını ve önümüzdeki bölümlerin “Jack’in Pandora’da kuracağı ailenin hikayesi” olacağını belirtmişti. Bu, Avatar 3’te Jack ve Neytiri’nin çocuklarını, dördüncü bölümde de torunlarını göreceğimiz anlamına mı geliyor? James Cameron konuya “Aile derken, geniş anlamda kullanıyorum. Baba’da olduğu gibi bir ailenin hikayesi olabilir. Kesin olan şu ki Avatar, bana dünyanın ve insanlığın bulunduğu nokta hakkında görüşlerimi belirtme olanağı tanıyor” sözleriyle nokta koyuyor.
Sigourney Weaver’ın karakteri Avatar’ın birinici bölümünde ölüyor olsa da, bu sorulmaya Seride Arnold Schwarzenegger’in küçük değer bir soru. Cevabı ise Weaver’ın kendi- bir rolü olacak mı? sinden geliyor “Her bölümde farklı bir rolüm olacak. Yani bir bakıma sürekli değişim geçi- Bunun ne kadar akıllıca olacağını düşünürreceğim”. Evet, Sigourney Weaver Avatar’ın ken, FOX’tan tereddüte yer bırakmayan önümüzdeki bölümlerinde yer alacak ama bir açıklama geldi: “Elinizdeki bilgi doğru hangi şekilde, galiba kendisi de pek bilmiyor. değil”. Kesin olan bir şey var, Stephen Lang, Kolonel Quaritch rolüyle geri dönüyor.
19
Birinci bölümde öldüğüne göre bunun ne açıklamada Avatar’ın devamını 2014 Aralık kadar doğru bir karar olduğunu tartışabi- ayı için düşündüğünü söylemişti. Bunda liriz. Cameron konu hakkında Quaritch yanıldı. James Cameron iyi bir tahminci olmakarakterinin beklenmedik bir şekilde deği- dığı gibi, filmin önümüzdeki aylarda vizyona şim geçirerek döneceğini belirtmekle yetindi. girmesinin mümkün olmayacağını hepimiz Buna Sigourney Weaver sendromu adını biliyoruz. Avatar’ın ikinci bölümü için iki yıl daha beklememiz gerekebilir. FOX’un verebiliriz. belirlediği takvim Avatar 2’nin Aralık 2016, Avatar 3’ün Aralık 2017 ve Avatar 4’ün Aralık Peki Avatar 2 ne zaman vizyona girecek? 2018’de vizyona girmesini öngörüyor ama James Cameron, 2009 yılında yaptığı herşey bir anda değişebilir.
04.
Lionel Richie: Kızlar çığlık atınca, şarkıcı olmak İstedİğİmİ anladım!
Hello ve Say You Say Me gibi şarkılarıyla Şarkılarınızın ‘Counrty’ yorumlarının ateşli gecelerin sesi, All Night Long ve Don’t bulunduğu toplama albüm “Tuskegee”nin Stop the Music’le dans pistlerinin efendisi gördüğü ilgi karşısında şaşırdınız mı? olan Lionel Richie, şarkılarının Country yorumlarının bulunduğu ‘Tuskegee’ albü- Hayır. Beni en çok şaşırtan şey, Country münün ardından uzun bir aradan sonra sanatçılarının benim şarkılarımı bilmeleri yeniden Avrupa turnesine çıkıyor. Fransız oldu. Her biri, yorumladıkları şarkıyı ne Paris Match dergisine konuşan Lionel Richie, zaman keşfettiklerini ve neden sevdiklerini Tuskegee albümü hakkında düşüncelerini, bana anlattılar. O dönemde bana “Lionel, müziğe nasıl başladığını, gençlik yıllarını ve köylü müziği Country’ye mi atılıyorsun?” diye soruluyordu. Ben de onlara “Hayır, ben The Comodores dönemini içtenlikle anlattı.
olmam. Pavarotti’yle bile şarkı söyledim! “Tuskegee”nin başarısı sayesinde Pharrell Williams ve Bruno Mars gibi sanatçılar benimle çalışmak istediklerini söylediler. Bir asker ailesinde büyüdünüz. Çocukken, müzikle olan ilişkiniz nasıldı? O yıllarda, zamanımızı radyo dinleyerek geçiriyorduk. Alabama’da, R’n’B ya da Blues yayını yapan radyolar yoktu. Gecenin geç saatlerinde daha çok yayın yapan Tennessee radyolarını çekebiliyorduk. Piyano hocası olan büyükannem sayesinde klasik müziğe de ilgi duydum. Ama en büyük şok, Motown’ın doğuşu oldu. Motown sanatçılarına duyarlı mıydınız? Evet, hem de nasıl! Ama aynı zamanda Country Joe & the Fish, Cream ve Temptations gibi grupları da dinliyordum. Üniversitede herkes ‘afro’ saçlarımla kim olduğumu merak ediyordu. Ailenize müzisyen olmak istediğinizi söylemiş miydiniz? Kesinlikle hayır! Sır gibi saklıyordum… Onlara “Biz siyahi Beatles’larız ve dünkendi köklerimin müziğini, yani çocuk- yayı fethedeceğiz” dediğimde, önce yerime luğumun geçtiği Alabama’nın müziğini oturmamı söylediler, sonra da babam “Sen yapıyorum. Ben Beverly Hills’de doğmadım” aptalsın!” dedi. Onların önünde şarkı söylemiyordum, koroda da yer almadığım için diyordum. müziğe duyduğum ilgiden haberleri yoktu. Böyle bir projeyle listelerin tepesine yerleşSizi Commodores’lara katılmaya iten ne mek oldukça ironik değil mi? oldu? Günümüzde bir milyon albüm satmak neredeyse imkansızı başarmak gibi bir şey. Amerikan futbolu, basketbol ya da beyzbol Benim şansım, kendime hiç bir sınır tanı- kariyeri yapacak kadar kuvvetli değildim. mamam ve her türlü tarza ilgi duyuyor Üniversite kampüsünde elime mikrofon alıp
şarkı söylemeye başladığımda, kızların çığlıklar atarak beni dinlediklerini fark ettim. O an şarkıcı olmak istediğimi anladım! (gülüyor) Bu kararın gerektirdiği iş yükünün farkında değildim… Bir şarkınızın hit olmasından önce, altı yıllık zorlu bir süreçten geçtiniz. Tecrübe kazandığım yıllar oldu. Altı yıldan bahsediyorsunuz ama bana iki gün gibi geldi. Dünyanın dört bir yanında en önemli konser salonlarında sahneye çıkıyorduk. Bundan daha iyi bir okul olamaz. 18-20 yaşlarındayken hiçbir şeyin sizi durduramayacağını düşünürsünüz. Yeni bir grup piyasaya çıktığında “Onları ezeceğiz diye düşünürdük”. Ama yine de en çok hoşuma giden kendimize olan inancımız ve saflığımızdı. Bir şeyi analiz etmeye çalışmıyorduk, sadece yapıyorduk. Ve bu işe yarıyordu! Bugün nasıl bir hayat sürüyorsunuz?
Herşeyi yaptım, herşeyi yaşadım! O zamanlar neyseki internet yoktu, bu açıdan çok şanslıyız. (gülüyor) Ailemi ziyarete gittiğimde, bir gün önce Amsterdam’da ne kadar uyuşturucu kullandığımı ya da üç gün önce Paris’te ne kadar sarhoş olduğumu bilecek durumları yoktu. Bu yollardan geçmek lazımdı, bir ritüel gibi, ama aynı zamanda hayatta kalma dersiydi de. Herkes esrar kullanırdı ama kimsenin kokain ya da eroin alma imkanı yoktu. Yeterince para kazanıp o seviyeye gelince, bu maddelerden korktuk. Ben kendi limitlerimin farkındaydım. Fazla LSD kullanmamışımdır çünkü hipokondriyak bir yapım var. Çok ileri gittiğinizi düşünüyor musunuz? Uyuşturucu konusunda hayır ama partilerde evet. Bütün gün ayaktaydık, akşamları konser veriyorduk, sonrasında sabah kadar partiliyorduk ve bir gün sonra aynı ritm yeniden başlıyordu. Bir şişe içki, hafif bir yemek, kızlar… hayatım kontrolden çıkmaya hazırdı. 30 yaşlarıma doğru bir çok arkadaşımın
ölümüne tanık oldum. Bunun üzerine tıbba bağımlı oldum. Kimse, sağlıklı bir yaşam sürmeden, senede 140 konser verdiği bir tempoda yaşayamaz. Siyah bir grup olmanızdan dolayı zorluk çektiniz mi? El b e t t e . Ba s i t b i r ö r n e k : Gr a m m y Awards’larda bir tane R’n’B ödülleri bölümü vardı ama ne ilginçtir ki kameralar tarafından çekilmiyordu. Bizim gibi siyah bir grup için yapılacak şey bir “crossover” (beyazlarla) albümü yapmaktı. Biz bu sistemden uzak durmak istiyorduk. En önemli şarkılarımızı radyolar çalmak istemezdi.
23
da ona borçluydum… Bu beni çok soğuttu. Babamın vefatı sonrası bir anda boyut değiştirdim. ‘Mister Richie’ oldum ve çok çabuk olgunlaştım. Bir de boğazımdan bir ameliyat geçirdim. Tekrar şarkı söyleyip söyleyemeyeceğimi bilmiyordum. Herşeye sıfırdan başladım. Tekrardan listelerin üst sıralarına ulaşmanız yirmi yılınızı aldı. Bu süreç boyunca neler düşündünüz?
Çok zor olmadı aslında çünkü ne yaşadığımı biliyordum. Yirmi yıl boyunca Motown’da, şarkılarımı birer hit haline getiren bir ekiple çalşmıştım. Motown satılınca bu bir anda yok oldu. O günden sonra sürekli farklı basın danışmanlarıyla çalışmak zorunda kaldım. Solo albümlerinizle bu denli büyük Yaptığım bir albüm Avrupa’da çok tutuyordu bir başarı yakalamışken neden 1986’da ama Amerika’da bundan kimsenin haberi olmuyordu. Bu şekilde üç albüm yaptım, bırakma kararı aldınız? Avrupa’da çok tuttular ama Amerika’da hiç Yanlış karar vererek, kariyerlerini biti- fark edilmediler. ren bir çok sanatçı gördüm. Los Angeles Olimpiyatlarında 1.2 milyar kişinin önünde Başlamak üzere olduğunuz Avrupa turnesi, şarkı söylemiş, ‘Endless Love’la Oscar kazan- herkese kim olduğunuz hatırlatacak mı? mış, Michael Jackson’la ‘We Are The World’ şarkısını bestelemiş, 20 milyon albüm sat- Turnenin adını “Out Of The Box” (Kutunun mıştım. Hiçbir yere gidemeyecek, hiçbir dışında) koymak istiyordum ama “All the şey yapamayacak hale gelmiştim. Michael Hits All Night Long” isminin daha uygun Jackson ve Prince evlerine kapanmış yaşıyor- olacağını düşündüm. Şarkılarımın her biri lardı ve ben onlar gibi olmak istemiyordum. O bir kutlama gibi, kutunun dışında kalmak dönemde babam hastalandı. Bir yıl boyunca için elimden geleni yaptığımı göstermeonunla ilgilenip sonra geri dönmeyi düşünü- nin bir yolu. Geçen sene Kuzey Carolina’da yordum ama herşey plandığım gibi gitmedi. Charlotte şehrinde bir konser verdim. Yirmi iki yıldır ayak basmamıştım! Konserde benim jenerasyonumdan çok gençlerin bulunması Ne yaptınız peki? Nereye gittiniz? çok hoşuma gitti. Bonnarro festivalinde, yaş Çok uzağa değil, Malibu’ya! Daha yeni ortalaması 25’ti ve karşımda yüz bine yakın boşanmıştım ve böyle bir durum kendimi seyirci vardı. Medya da konserimin festivalin aşk şarkıları söylerken düşünemiyordum. en iyi performansı olduğunu söyledi. Bu tarz Hakimler, yeteneğimi ve şarkılarımı karıma küçük zaferler size güç veriyor. borçlu olduğumu söylüyorlardı. Yani paramı
05.
iPhone kameralar覺n覺n evr襤m襤
24
iPhone 6 ve iPhone 6 Plus’ın piyasaya çıkışıyla beraber dünyanın dört bir yanında Apple mağazaları önünde uzun kuyruklar oluştu. iPhone’un yeni modeline ilk sahip olanlardan biri olan fotoğrafçı Lisa Bettany, bugüne kadar piyasaya çıkan sekiz modeli bir araya getirek bir kamera testine tabi tuttu. iPhone’un 3G, 3GS, 4, 4S, 5, 5S ve 6 modelleriyle farklı şartlar altında, birbirinin aynı kareler çeken Bettany, objektiflerin performanslarını karşılaştırdı. Makro, ters ışık, gün ışığı, portre, gün batımı ve düşük ışık olarak çekilen fotoğraflar, farklı modelleri daha kolay karşılaştırmamızı sağlıyor. Apple’ın şu ana kadar ürettiği en iyi kameraya sahip olan yeni iPhone 6 ise, 8 Megapixellik iSight kamerasıyla yüksek kalitede fotoğraflar, 1080p HD videolar çekmenizi sağlıyor.
25
26
27
6.
Dünya üzerİnde kaydedİlmİş tüm müzİklere sahİp olmak! Uzun yıllardır herhangi bir şeyin, pul, araba veya minyatür figürin koleksiyonunu yapan bir insana, ilgili ve tutkulu gözüyle bakabiliriz. Ancak bu kişi koleksiyonunu yaptığı şeyin dünya üzerindeki tüm örneklerine sahip olmaya çalışıyorsa, hobi tutku olmaktan çıkıp hayatınızı etkileyen bir saplantıya dönüşebilir. Koleksiyonu uğruna hayatındaki bir çok şeyi feda etmek zorunda kalan 62 yaşındaki Zero Freitas, bunun en iyi örneği olabilir. Çocukluğundan beri satın aldığı plakları biriktiren Freitas, bugün sayılması neredeyse imkansız, dünyanın en büyük plak koleksiyonuna sahip. Sayıları milyonları bulan plakları alabilmek için tüm parasını harcayan, bu esnada servetiyle beraber evliliğini de kaybeden Freitas, arkadaşlarının da yardımıyla 2013 yılında açtığı müzik kütüphanesiyle elindeki akıl almaz koleksiyonu tüm Brezilyalılarla paylaşmayı amaçlıyor. İnsanlara faydalı olmanın
kendisini mutlu ettiğini söyleyen Freitas’ın hedefi ise dünya üzerinde kaydedilmiş tüm müziğe sahip olmak! Hobi ve tutkularımızın büyük bir çoğunluğu çocukluğumuzda ilgi duymaya başladığımız, bizi etkileyen şeylerden oluşur. Yaşadığımız bir olay, bir anı, herhangi bir nesneye özel bir ilgi duymamıza neden olabilir. Pul, araba, minyatür figürin, futbolcu çıkartmaları ya da şişe kapakları gibi hepimizin çocukken ufak çaplı bir koleksiyonu olmuştur. Zero Freitas, 5 yaşındayken babasının bir gün eve, kolunun altında bir plak çalar ve 200 plaklık bir karton kutuyla gelişini dün gibi hatırlıyor. Plak çaların zerafeti, hoparlörlerden yükselen küçük cızırtılar ve müzik karşısında büyülendiğini anlatan Freitas, yaşadıklarının hayatını değiştireceğinden muhtemelen habersizdi. Lise yıllarında tüm cep
harçlığını plaklara ayıran genç Zero, 18 yaşına Küba’da kaydedilmiş tüm plaklar elinde geldiğinde, odasının duvarlarını kaplayan 3000 plaklık bir koleksiyona sahipti. Babasının ölü- Eşi terk ettikten sonra tutkusuyla başbaşa kalan münün ardından, aileye ait nakliyat şirketinin Freitas, ince bir organizasyonla New York’tan başına geçen ve buradan gelen tüm kazancı Paris’e, Güney Afrika’dan Tokyo’ya, Kahire’ye plaklara yatıran Freitas’ın koleksiyonu otuzunda ve Lagos’a kadar dev bir haberleşme ağı kur30.000’e ulaşmıştı. Tutkusu hobi olmaktan çık- muş. Birçok koleksiyonerin tersine tek bir mış, ailesini ve ilişkilerini etkilemeye başlayan sanatçıyla, tarzla ya da dönemle sınırlı kalbir saplantı haline gelmişti. Kocasının plakla- mak istemeyen Freitas, muhbirlerinden gelen rının evin her köşesini kaplamasına daha fazla haberler doğrultusunda Polonya’da satışa çıkan dayanamayan bayan Freitas sonunda evi terk 50.000 plaklık ‘Polka’ arşivinin ya da Küba’da etti. Karısıyla boşandıktan sonra saplantılarına bugüne kadar kaydedilmiş, bunlara Castro tarabir son vermek için tedavi olmaya çalıştığını ama fından toplatılan devrim karşıtı plaklar da dahil, analizlerin başarısız olduğunu anlatan Freitas, tüm plakların (100.000 adet) sahibi olmuş. kendisinin de kırk yıldır bunu neden yaptığını Koleksiyonundaki plak sayısından dolayı, bütün anlamaya çalıştığını ama bir cevap bulamadığını hepsini dinleyemediğini söyleyen Freitas, elindeki fazladan plakları satmayı ya da değiş tokuş söylüyor.
30
yapmayı düşünmediğini söylüyor. Bu yüzden çılgın koleksiyoncunun varlığı uzun yıllar bir sır olarak kaldı. Özellikle unutulmuş sanatçıların, unutulmuş eserlerinin kendisi için büyük bir önem taşıdığını söyleyen Freitas, birisi sahip çıkmadığı müddetçe bu plakların yok olmaya mahkum olduklarını anlatıyor. Arkadaşlarının da desteğiyle, koleksiyonuyla yararlı bir iş
yapmanın peşine düşen Zero Freitas, plaklarını düne kadar depoladığı hangardan çıkarıp, insanların dinletisine sunacağı bir müzik kütüphanesi açmaya karar verdi. 2013 yılında kapılarını açan kütüphane, Sao Paulo halkına başka bir yerde bulamayacakları bir hazine sunmayı amaçlıyor. Zero Freitas’ın işe aldığı on kişilik ekip, günde 500 plaklık bir randımanla, Freitas’ın
31
koleksiyonunu fişliyor ve dijital ortama geçiriyor. Bu hızla, bütün koleksiyonu fişlemek için 30 yıl gerekiyor. Ayrıca neredeyse her hafta Freitas’ın eline ulaşan kutuları da unutmamak gerek. Haziran ve Kasım 2013 arasında on metrelik on iki kamyon dolusu plak, Freitas’ın koleksiyonuna eklendi. Son haberlere göre kendisi hala analiz halindeymiş.
Haftaya görüşürüz:)
28 // EYLÜL’14
zete