HAFTASONU 29 MART 2015

Page 1

29 // MART’15



//

01.

SİVİL HAVACILIKTA İNTİHAR VAKALARI //

//

02.

AL PACINO: TİYATRO SAHNESİNDE EVİMDE GİBİYİM

03.

ELLEN JEWETT’TEN SÜRREALİST HEYKELLER

// //

04.

2050 YILININ ÇEVRECİ PARİS’İ

05.

INHERENT VICE İLE 70’LERİN LOS ANGELES’İNE YOLCULUK

//

06.

KÜÇÜK YAPRAKLARDAN İLLÜSTRASYONLAR

Editör: Cem GELGÜN


01. Sivil havac覺l覺kta intihar vakalar覺



Germanwings’e ait, Barcelona - Düsseldorf seferini yapan Airbus A320 tipi uçağın Fransız Alpleri’nde düşmesinin ardından, Marsilya başsavcısının yaptığı ve ikinci pilotun uçağı “bilerek ve isteyerek” düşürdüğüne dair açıklamaları yaşanan dramın etkisi kat kat artırdı. Ancak bu vaka, bir pilotun intihar ederek beraberindekileri ölüme götürdüğü ilk vaka değil. Geçmişte, 10’a yakın uçak kazası, uzmanlar tarafından intihar olarak nitelendirildi. Kaza mahallinde bulunan kara kutudan elde edilen kayıtlar, kazanın intihar mı yoksa terörist eylem mi olduğuna açıklık getirmese de, yardımcı pilotun uçağı bilerek ve isteyerek düşürdüğüne dair ciddi bulgular içeriyor. Kokpit içi konuşma kayıtlarında, uçak seyir hızına ve irtifaya ulaştıktan sonra, kaptan pilotun kumandayı yardımcı pilota devrettiği ve kokpiti terk ettiği duyuluyor. Bunu takiben yardımcı pilot, otomatik pilotu devreden çıkarıyor ve uçağın 8 dakika sürecek inişi başlıyor.

6

Germanwings vakası, sivil havacılıkta bir pilotun uçağı bilerek düşürdüğü ilk vaka değil. Geçmişte 10’a yakın uçak kazası

uzamanlar tarafından intihar - cinayet olarak nitelendirildi. Böyle durumlarda pilotun hangi nedenlerle bu eylemi gerçekleştirdiği, psikolojik sorunları olup olmadığı ya da politik motivasyonları çoğu zaman sır perdesi olarak kalıyor. Neler oluyor? Aç kapıyı! Bu vakalardan en ünlüsü, 31 Ekim 1999 tarihinde, 217 yolcusuyla Massachusetts açıklarında okyanusa düşen Egyptair uçağıydı. New York’tan Kahire’ye giden uçak, kalkıştan kısa bir süre sonra düşmüştü. Mısırlı yetkililer olayı örtbas edip, kazayı uçağın kuyruk bölümündeki teknik bir arızaya bağlarken, 100 vatandaşını kaybeden Amerikalı makamlar kaza nedenini yardımcı pilotun eylemi olarak belirlemişti. Karakutu üzerinde yapılan çalışmalarda, Germanwings vakasında olduğu gibi, kaptan pilotun kokpitten ayrıldığı, yardımcı pilotun bu esnada otomatik pilottan çıkarak uçağın burnunu indirdiği tespit edilmişti. Kokpit kayıtlarında yardımcı pilotun iki üç defa “Allah’a emanetim” dediği, kaptan pilotun ise kapının ardından “Neler oluyor? Aç kapıyı!” diye bağırarak kapıyı yumrukladığı


uçak denize çakıldı. Kazada 174 yolcudan 24’ü hayatını kaybetti. Son olarak da 2013 1997 yılın aralık ayında, Endonezya’nın kasım ayında, Mozambik havayollarına ait başkenti Cakarta’dan Singapur’a gitmekte uçak 33 yolcusuyla Namibya’nın kuzeyinde olan SilkAir’e ait Boeing 737 tipi uçak, kal- düştü. İlk analizler, bu sefer kaptan pilotun, kıştan kısa bir süre 104 yolcusuyla düştü. aynı Germanwings ve Egyptair kazalarında Endonezyalı yetkililer düşüş nedeninin belir- olduğu gibi, yardımcı pilotun kokpitten ayrıllenemeyeceğini söylerken, Amerikan havacılık masından sonra kapıyı kilitlediğini, otomatik ajansı karakutuların kalkıştan sonra kasten pilotu devre dışı bıraktığını ve uçağı kasten devre dışı bırakıldığını ve elde edilen diğer düşürdüğünü ortaya koydu. bilgilerin kaptan pilotun intihar etme isteğini İntihar oranı pilotlarda daha düşük ama... ortaya koyduğunu açıkladılar. duyuluyordu.

1994 yılında Fas Kraliyet Havayolları’na ait Agadir - Kazablanka seferini gerçekleştiren uçak Atlas Dağları’nda düştü. Açılan soruşturma, kaptan pilotun intihar ettiğini ortaya koydu. Kokpit kayıtları, kaptan pilotun hareketlerinden ve yaptığı manevralardan şüphelenen yardımcı pilotun soruları ve kaptan pilotun ona verdiği “Ölmek, ölmek” cevaplarıyla son buluyordu. 1982 yılında, Japon havayollarına ait uçağın Tokyo havaalanına inişi sırasında, pilotun motorları ters çevirmesiyle (frenlemesiyle)

7

150 kişinin ölümüyle sonuçlanan Germanwings kazasının ardından yayınlanan araştırmalar, pilotlarda, diğer mesleklere göre intihar oranın çok daha düşük olduğunu ortaya koyuyor. Bunun başlıca nedenleri arasında da, pilotluk mesleğinin gerektirdiği psikolojik ve zihinsel sağlamlık, stres yönetimi gibi özellikler gösteriliyor. Ancak rapor, dalgıçlık ya da dağcılık gibi, herşeyden önce bir tutku olan uçmanın, intihara eğilimli pilotlarda bir silaha dönüştüğünü, bunun Germanwings ve diğer vakalarda olduğu gibi faciayla sonuçlandığını ortaya koyuyor.


02.

Al Pacino: Tİyatro sahnesİnde kendİmİ evİmde hİssedİyorum

8


9


10

O, Robert De Niro’yla beraber sinema dünya- yaşıyorum. Nereye gidersem gideyim orada sının tartışmasız bir numaralı ismi, efsanesi. O, geçici olduğumu düşünüyorum. Bu evi bir yaz ‘Baba’nın Don Michael Carleone’si, Scarface’in ayında, ikizlerim Anton ve Olivia’yla zaman Tony Montana’sı. Daha fazla detaya girmeye geçirmek için kiraladım. Aradan sekiz yıl geçti. gerek yok, kimden bahsettiğimizi gayet iyi Tam olarak yerleşmememin nedeni, hergün anladınız. 74 yaşında, Berry Levinson’un ‘The kendime bir gün buradan gideceğimi söylemem. Humbling’ filmi için kamera karşına geçen Üç çocuğum benim yaşama sebebim. Herşeye Al Pacino, Paris Match’a verdiği röportajda rağmen benim evim, her köşesinde bir anım aktörlük mesleğine bağlılığından, alkol ve uyuş- olan New York… Burası ise farklı bir şey. turucuyu bıraktıktan sonra değişen hayatından, evinden ve çocuklarından, ve neden tiyatroyu Humbling’deki performansınız her zaman olduğu gibi inanılmaz. Otobiyografik bir sinemaya tercih ettiğinden bahsediyor. film olduğunu söyleyebilir miyiz? ‘The Humbling’deki karakteriniz Simon uzun bir aranın ardından evine döndüğünde, sizinkine Benim de yaşadıklarımdan, bazen hayatla sanatı benzer bir şekilde kolilerle dolu bir ev buluyor… ayıramamanın zorluğundan bahseden bir film. İçi boşalmış, duygularından yoksun bir aktör, Al Pacino: (Gülümsüyor) Ben kafamda beyaz sayfanın önünde ne yazacağını bilemeyen


bir yazar gibidir. Ben de çoğu zaman yaşımı ve zamanın izlerini düşünüyorum. Ama bunlardan yola çıkarak otobiyografik bir film olduğunu söylemek doğru olmaz! Depresyondaymışım gibi görünüyor muyum? Yorgun evet, ama depresyonda değil. Hala o kutsal ateşe sahip misiniz? Evet. Sadece hayal gücümü tetikleyecek şeylere ihtiyacım var. 1980’li yılların sonunda dört yıl kadar aktörlüğe ara verdim. İyi bir senaryo herşeyin yeniden alevlenmesine yetti. Daha önce keşfetmediğim bir şeyle karşılaşınca kendimi tutamıyorum. Bazen herşeyi bırakıp, yazlığımda şezlonga uzanıp zamanımı kitap okuyarak geçirme fantezisine sahip oluyorum. Ama bu pek uzun sürmüyor. Bir rolü canlandırırken herşeyi kontrol edebilirsiniz, gerçek hayatta ise bu mümkün değil. Orson Welles, üç çeşit insan olduğunu söylerdi: “Erkekler, kadınlar ve aktörler”… Aktör olmak bir tutkudur. Başkalarına zevk verebilmek için benliğinden kopup, kendini bırakman lazım. Resim yapmaya çalıştığım gibi oynuyorum. Ben pazar günlerinin ressamıyım ama resim yaparken, kafamın değil biliçaltımın konuşmasına özen gösteriyorum. Bitirdiğimde bütün kaynaklarımı kullanmış oluyorum. Bir gün bir kadın bana “Şeytanı oynamak size garip gelmiyor mu?” diye sordu. Ben de ona “Hanımefendi, bu soruyu Tanrı’ya sormanız lazım, bize bu rolleri oynatan kendisi!” dedim. Ne zaman emekliye ayrılacağım soruluyor… Aktörlük yapmadığım bir hayat düşünemiyorum.

11

Ne yaparsanız yapın siz herkesin gözünde “Baba”nın Don Michael Corleone’si, “Scarface”in Tony Montana’sı olacaksınız.

Gittiğiniz her yerde etrafınızda bir aura oluşuyor… Bundan şikayetçi değilim, çok daha kötü olabilirdi. İnsanların benden beklentilerinin farkındayım. Son Venedik film festivalinde aynı gün içinde rol aldığım iki film tanıtıldı. Röportajla, kırmızı halı protokollerini, film gösterimlerini sıralıyordum, bütün bunların üstüne bir de saat farkından oluşan yorgunluk vardı. Gerçekten kafayı üşütmelik bir durumdu, ben de o zaman ‘Pacino’yu devreye soktum. Bağırarak saçma sapan şeyler söylemeye başladım. İnsanlar bundan çok memnundu! Size sürekli geçmişinizden bahsedilmesi canınızı sıkmıyor mu? Biraz! Üstüne üstlük ben günü yaşayan bir insanım. Ünlü ve zengin olmak beni hiçbir zaman ilgilendirmedi. Benim için önemli olan tek şey vardı, o da oynamak! Ben Bronx’un derinliklerinden geliyorum. Şöhret üzerime düştüğünde ben hazır değildim. “Baba” serisinin sonunda kim olduğumu, ne yaptığımı bilmiyordum. Kadınlar kapımın önünde yatıyorlardı… Mentorum olan Lee Strasberg, bir gün hiç unutmayacağım şu cümleyi söyledi: “Darling, sadece adapte olman lazım”. Anonim olmak, tanınmamak gerçekten büyük bir lüks. Kendi filmlerinizi yeniden seyrettiğiniz oluyor mu? Çok nadiren. Yine de televizyonda ‘Baba’ya rastlarsam dayanamayıp seyrediyorum. Varoluşunuzda sizin için hayati önem sahip değerler var mı? Hayatım otuz yıl önce, alkol ve uyuşturucuyu bıraktığımda radikal olarak değişti. Birden


kendimi yeni dünyaya ve insanlara yeniden adapte etmem gerekti. Hiç kolay değildi. Hiç yeniden kullanma isteği duydunuz mu? Asla. Öyle olsaydı, şu an karşınızda sizinle konuşuyor olmazdım.

12

Sık sık tiyatroya geri dönüyorsunuz. Bu ‘süperstar’ statünüzden arınmanın bir yolu mu?

Ben fakir bir çevreden, sokaktan geliyorum. Shakespeare ve Brecht’in hayatımı kurtardıklarını söyleyebilirim. Çehov’un ‘Martı’ oyununu gördüğüm günden itibaren aktör olmak istedim. Herhalde 14 yaşlarındaydım. Tiyatro benim hayatım. Aktörler ise ailem. Birbirimize çok yakınız çünkü sanki hayatımız buna bağlıymış gibi oynuyoruz. Bittiği zaman da kendimizi biraz kayıp hissediyoruz. Sinemayı gerçekten çok seviyorum ancak sadece bir tiyatro sahnesindeyken kendimi evimde hissediyorum.


sizi idolü olarak gördüğünü söyledi… ‘Wilde Salmoné’nin oyuncu grubunu oluşturduğum sırada, arkadaşım Marthe Keller bana Jessica’nın ismini vermişti. Ben de onu denemelere çağırdım. Metni okumaya başladığında ağızım açık kaldı. Jessica Chastain, Marlon Brando’nun kadın hali. Yaptıklarıyla gurur duyuyorum. Yeni projeleriniz var mı? Şaşırtıcı bir şekide geçmişte kendisiyle hiç çalışma fırsatı bulamadığım Martin Scorsese’nin “The Irishman” filmi. Filmdeki rol arkadaşlarım Robert De Niro ve Joe Pesci olacak. Projenin biraz daha şekil almasını beklerken, Broadway’de “China Doll” adlı bir oyunda sahnede olacağım. Sizin gözünüzde sinemayla tiyatronun arasındaki farklar neler? İpin üzerinde yürüyen bir cambaz düşünün. Düşmemek için tüm kaslarını ve adrenalini kullanmak zorunda. Sinemada, cambaz yerdeki bir ipin üzerinde yürümeye çalışır. Düşerse hemen yeniden başlayabilir. Tiyatroda ise ikinci bir şans yok. 13

Jessica Chastain, kısa bir süre önce sinemada

74 yaşında, insan sonunda bazı kesin sonuçlara varıyor mu? Evet sabah uyanamama riskine! (gülüyor) Kendimi hayatın kollarına attım ve böyle şeyler düşünmüyorum. Bir gün bir kadın, beni bir mağazanın önünde bekleyen bir arkadaşıma yaklaşıp: “İçerideki gerçekten Al Pacino mu?” diye sordu. Arkadaşım da ona “Evet hanımefendi. Sadece bir tane Al Pacino vardır!” (gülüyor)


03.

Ellen Jewett’tan sürrealİst heykeller 14


İşlerini “Doğal yaşamın sürrealist heykelleri” olarak tanımlayan Ellen Jewett’in eserleri, bitkilerin, hayvanların, bazen de insana benzeyen yapıların karışımından meydana geliyor. Somut bir şekilde başlayan bir tavşan suratı, gövdeye doğru bir anda dallara ve yapraklara, yani bir bitkiye dönüşerek devam ediyor. Sanatçı, zamanla malzeme kullanımını minimale indirdiğini anlatıyor: “Daha az fiziksel madde kullanarak, heykellerimin daha duygu yüklü eserler olmaya doğru evrildiklerini düşünüyorum” diyen Jewett, ayrıca, resim, tablo ya da heykellerde kullanılan kimyasal maddelerden arındığını ve yaprak gibi tamamen doğal malzemeler kullandığını anlatıyor.

15


16


17


18


19


20


21


04.

2050 yılının çevreci Paris’i

22


23


24

Tasarımcımların hayal gücünden fırlayan, geleceğin şehirlerine daha önce birçok kez bu sayfalarda yer vermiştik. Çoğunlukla sıfırdan inşa edilecek şehirleri temsil eden bu çılgın projeler, var olan şehirlere, örneğin New York’a, Berlin’e ya da Tokyo’ya ileride nasıl bir çözüm getirilebileceğini ele alıyordu. Küresel ısınma, karbon salımı ve hava kirliliğinden endişe eden Paris büyükşehir belediyesi şimdiden kolları sıvadı ve 2050’nin çevreci Paris’ini hayal etmesi için mimar Vincent Callebaut’yu görevlendirdi. Ortaya çıkan proje, Paris’in tarihi yapılarına ve romantik dokusuna dokunmadan, hem fütürist hem de çevreci, gerçek bir kentsel dönüşüm örneği temsil ediyor.

bulunduğu, Rivoli caddesindeki Paris mimarisinin sembolü ‘Hausmanienne’ binaları yıkmak düşünülemez. Mimarlar ve mühendisler 2050 yılı için, bu binaların üzerine kurulacak ve Mountain Towers adını verdikleri kuleler hayal etmişler. Bu kuleler yerleşim sayısını artırırken, kendi enerjisini kendisi üretecek. Binanın cephesindeki güneş panelleri sıcak su ve elektrik üretiminden sorumluyken, çatılara kurulacak ufak hidroelektrik merkezler, enerjiyi depolamaya yarayacak. Son olarak da balkonlara ve kat aralarına yerleştirilen bostanlar, hem bitki hem de sebze yetiştirmeye yararken, karbon gazlarını emerek şehrin havasını temizleyecek.

Mountain Towers’la Rue de Rivoli’nin yüksekliğini üçe katlamak

Gare du Nord tren garına tropikal bir orman

Paris’in en önemli caddelerinden biri, Bastille meydanından Concorde meydanına kadar uzanan, üç kilometre uzunluğundaki Rue de Rivoli’dir. Nazilerin Paris’i işgal ettikleri sırada komuta merkezini yerleştirdikleri ‘Rue de Rivoli’ bugün hala aynı cazibesini koruyor. Şehrin geleceği tasarlanırken, lüks palasların ve mağazaların

Paris’in kuzey mahallelerinde bulunan Gare du Nord, Avrupa’nın birinci, dünyanın ise Tokyo ve Chicago’nun ardından üçüncü en büyük tren garı olma özelliğini taşıyor. Londra’yı Paris’e bağlayan Eurostar ve şehirlerarası trenlerin yanı sıra 4 metro hattı ve banliyö trenlerinin durduğu Gare du Nord’un günlük trafiği 1 milyon yolcu. Mimar Vincent Callebaut, Paris 2050 için tarihi tren


25


garını tropikal bir ormana çevirmeyi düşünmüş. Sulak alanlarda ve tropikal iklimlerde bulunan sarkaç cinsi bitki örtüsünden esinlenen Callebaut, rezidans, hotel ve işyeri olarak hizmet verecek, 20 - 30 metre yükseklikte birleşen yapılar hayal etmiş. Yapının gövdesi güneş ışınlarını elektriğe çevirirken, şeffaf cephe enerjiden tasarruf edilmesini sağlayacak. Sıfır karbon salımı sloganıyla yola çıkan mimar, peronlara yerleştireceği ufak alıcılar sayesinde, Gare du Nord’dan geçen yüzbinlerce insanın adımlarını enerjiye çevirecek. 23 km uzunluğunda ekoloji koridoru Paris’in 20. yüzyılın başında hızla büyümeye

26

başlamasıyla şehir o zamanki sınırlarını aşmış, kenti çevreleyen tren hattı bir anda şehir içinde kalarak küçük kemer adını almıştı. Küçük kemerin kullanımı yıllar önce bir kenara bırakıldı ama terk edilmiş raylar, uzun koridorlar, tüneller hala mevcut. Antismog Towers adlı proje 23km’lik kemeri halka açık bahçelere, bostanlara, bisiklet ve koşu parkurlarına çevirmeyi planlıyor. Koridor boyunca inşa edilecek kuleler daha fazla yerleşim imkanı tanırken, kendi enerjisini üretecek ve yeşillikle kaplı cepheleri sayesinde havayı karbon gazından temizleyecek. Kulelere yerleştirilicek pervaneler rüzgarı enerjiye çevirirken, yağmur suyunu depolayacak sistem, ekoloji koridorunun sulanmasında kullanılacak.


27


05. Inherent VIce’la 70’lerin Los Angeles’ına yolculuk

28


29


Vizyona girmesine daha bir ay var ama film şimdiden konuşulmaya başladı bile. Başrolde Joaquin Phoenix’in yanında, Benicio Del Toro, Owen Wilson ve Reese Whiterspoon’un rol alacağı gerilim - komedi ‘Inherent Vice’, 1970’lerin Los Angeles’ında kendisi de uyuşturucu bağımlısı olan bir polisin maceralerını anlatıyor. “Magnolia” ve Oscar’lı “There Will Be Blood” filmlerinin yönetmeni Paul Thomas Anderson’ın yönettiği ‘Inherent Vice’, gerçek kimliği spekülasyonlara neden olan, gizemli Thomas Pynchon’un aynı ismi taşıyan karmaşık romanından uyarlandı. Yönetmen Paul Thomas Anderson Paris Match’ın sorularını yanıtladı.

30

öğrenmeden önce okudum. Dünyayı temsil şekline, diline, insanlara yaklaşımına hayranım. Beni güldürüyor, duygulandıyor ve düşündüyor. Bölünmüş bir aileden kendine has bahsediş tarzı var, aynı şekilde küçük bir kızın yaşadığı üzüntüden de… Bu tarz küçük şeyler hayata farklı bakmamı sağlıyor. Peki neden ‘Inherent Vice’ı seçtiniz?

Pynchon’da sizi etkileyen nedir? Eser mi yoksa dedikodulara yol açan görünmez yazarın kendisi mi?

Kaliforniya hakkında yazdığı üçüncü kitap. İçinde paranoya, nostalji, mizah ve onun tarzını yapan özellikler bulabiliyoruz. Çok aptal bir mizah var… biraz muz kabuğuna basıp kaymak ya da yürürken direğe çarpmak gibi. Thomas Pynchon’u edebiyatın büyük ustaları arasında görebilirsiniz ama onu o noktaya getiren bu tarz küçük detaylar oldu.

Eseri, yazarın etrafında bir sır perdesi olduğunu

Kendisiyle tanıştınız mı? Filmin bir iki


sahnesinde göründüğü söyleniyor? Hayır kimseyle görüşmüyor… Ben sadece kitabını referans olarak aldım. Hikaye doğduğunuz yıl 1970 ylında geçiyor. O yıllar hakkına bilginiz var mı? Birçok arkadaşımın ailesi “Stoners” (Marijuana kullanan hippiler) dediğimiz insanlardandı, hatta bazıları hala öyle, diğerleri ise hayat tarzlarını biraz değiştirdi. Benim anne babam yaşça daha büyük oldukları için ben hiç bu evreden geçmedim, bu ortamda büyümedim ama yakından tanıyorum. Gençken bilim kurgu filmler yapmak istediğinizi duyduk. Sonra ne oldu? Çocukken “Star Wars”ları seyreder bana ilham verdiklerini düşünürdüm. Ama fark ettim ki sıfırdan başlayarak hayali bir dünya, bir evren kurma fikri beni biraz geriyordu. Geleceği öngörme konusunda pek başarılı değilim. 31

Filmleriniz çoğunlukla geçmiş bir zaman

diliminde geçiyor. Bu, bugünden bahsetmenin bir yolu mu? Geçmişe nostaljik bir gözle bakarım. Bu neredeyse bir hastalık olabilir. Bir zamanlar depresyondaki insanların nostaljik oldukları söylenirdi… Düşündüğümüzden daha rahat bir insan mısınız? Bu film bazı klişelerle dalga geçiyor. Sahnede komik olan insanların gerçek hayatta karamsar oldukları söylenir. Belki de bunun tersi, ciddi olarak görülen yönetmenler için de geçerlidir. Çoğunlukla keyfi yerinde, pozitif bir insanımdır. Evde seyrettiğim filmler genellikle komik ve kısa olurlar. Oysa ben uzun ve ciddi filmler yapmaya alışkınım. Filmde de bir sahnede görünen (Oyuncu, şarkıcı, müzisyen) eşiniz Maya Rudolph’un hayata bakışınız üzerinde etkisi oluyor mu? Elbette. O ‘Saturday Night Live’ dünyasına ait ve aynı onlar gibi performansı, çevresindekileri


güldürmeyi ve neşe dağıtmayı seviyor… Eve komik insanlarla geldiği oluyor, çok eğleniyoruz. Maalesef beraber çalışacak fırsat bulamıyoruz ama bu sefer onu bir sahneye koyabildik. Hatta şarkıcı olan kayınvalidem Minnie Riperton’ı bir sahnede “Çiçekler”i söylerken görüyoruz. Doc karakterini nasıl hayal ettiniz? 1970’li yılların Neil Young’ından, onun giysi dolabından, tarzından, müziğinden ilham aldık. Jonny Greenwood’un (Radiohead’in gitaristi) hazırladığı soundtrack bu melankoliyi çağırıştırıyor. Ayrıca

32

Cheech ve Chong karakterlerinden ve Zucker kardeşlerin çılgın mizahından esinlendik. Joaquin Phoenix’in bu denli komik olabileceğini düşünmüş müydünüz? Günlük yaşamında çok komik olan bir insan. İnsanlar onu, hayatta acı çeken ve bunu dışa vuran bir insan olarak görüyor. Bu tabii ki başımıza gelebilecek bir şey ama aslında Joaquin tam bir soytarı, bizi çok güldürüyor. O herşeyi oynayabilir, bunu biliyorum. Onun için de performansıyla ilgili hiçbir şüphem olmadı!


33


06. K端巽端k yapraklardan il端strasyonlar

34


İngiliz sanatçı Helen Ahpornsiri, doğadan topladığı küçük yaprakları kurutup, kitap arasında sıkıştırdıktan sonra göz kamaştırıcı ilüstrasyonlara, kolajlara imza atıyor. Farklı mevsimlerde topladığı yapraklar sayesinde yeşil, sarı, turuncu ve kırmızıya yakın tonlar elde eden sanatçı, yaprakları bir araya getirerek bazen bir kalem büyüklüğünde küçük kelebekler, kuşlar, deniz atları elde ediyor.

35


36


37


38


39


Haftaya görüşürüz:)

29 // MART ’15

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.