HAFTASONU 6 ARALIK 2015

Page 1

6 // ARALIK ’15



//

01.

EAGLES OF DEATH METAL: BARBARLAR BİZİ YENEMEYECEKLER //

//

02.

‘VAHŞİ YAŞAM’DA KOMİK HALLER...

03.

JORDAN’I İZLEMEYENLERİN JORDAN’I KOBE BRYANT! //

04.

RIJKSMUSEUM’DAN KAĞIT KALEM DEVRİMİ

//

05.

STEVEN SPIELBERG, BİLDİĞİMİZ GİBİ

//

06.

GEZEGENİMİZ İÇİN TEHLİKE ÇANLARI ÇALIYOR

Editör: Cem GELGÜN


01.

Eagles Of Death Metal: Parİs’te bİtİrmemİz gereken bİr konser var 4


5


13 Kasım’da Paris’te eş zamanlı düzenlenen terör saldırıları tüm dünyayı derinden sarstı. Teröristler Paris’in çeşitli mahallelerinde barlar ve restoranların teraslarını yaylım ateşine tutmaya başladığında 90 kişinin can verdiği Bataclan konser salonunda Eagles Of Death Metal grubu sahne alıyordu. Tıklım tıklım dolu olan konser salonu kısa bir süre sonra akıllardan silinmesi güç bir katliama sahne oldu. Paris Match saldırılardan üç hafta sonra, o akşam sahnede olan Eagles Of Death Metal grubunun üyeleriyle evlerinde, Amerika’da görüştü. Saldırılarda ürün satışlarından sorumlu arkadaşları Nick’i kaybeden ve Avrupa turnlerini iptal eden California’lı grubun üyelerinden şarkıcı Jesse Hughes ve gitarist Eden Galindo o gece yaşadıklarını, teröristlerle yüz yüze gelişlerini, tanıklık ettikleri vahşeti ve geride bıraktıklarını göz yaşlarıyla dolu, çarpıcı bir röportajda anlattı. Turnenize 31 Ekim’de İngiltere’den başlamıştınız. Saldırı gününe kadar konserleriniz nasıl geçiyordu? 6

Eden Galindo: Harika! Yeni albümümüz ay

başında piyasaya çıkmış, tüm konserlerimiz tıklım tıklımdı. Herkes harika bir vakit geçiriyordu, buna Paris’teki seyircimiz de dahil. Jesse Hughes: Fransa’yla her zaman özel bir bağım olmuştur, dört yıl boyunca Fransızca okudum, sınıfta Fransız basınından makaleler okurduk. Birçok Fransızın kariyerimde önemli bir yeri vardır. Eagles Of Death Metal’in müziğini nasıl tanımlarsınız? J.H: Biz Chuck Berry’yle aynı müziği yapıyoruz. O kadar. Rock’n’roll yeni bir tarz değil, biz icat etmedik, sadece Little Richard’ın bizimle gurur duymasını istiyoruz. Paris’i yakından tanıyor muydunuz? E.G: Yakından tanımak belki biraz fazla olur ama bazı arkadaşlarımızı görmek için ve metroda haritaya bakmadan hareket edebilecek kadar sık geldik. Paris sanatçılar şehridir ve size de o şekilde davranılır. ABD’de bir konser salonuna


geldiğimizde hala elimize yiyecek içecek kuponu veriyorlar, bazen o bile olmuyor. Paris’te ise sizi her zaman ağırlamaktan mutluluk duyan insanlar var. 12 Kasım gününüz (saldırılardan bir gün önce) nasıl geçti? E.G: Jesse ve Dave Londra’daydılar. Biz, Pigalle civarlarındaki Mercure otelinde kalıyorduk. Geç uyandık ve akşam, Matt, “Boot”, Shawn, Julian ve t-shirt, plak gibi ürünlerin satışından sorumlu arkadaşımız Nick’le beraber birşeyler yemek için dışarı çıktık. Elbette kimse gidilecek yer hakkında hemfikir değildi. Grup hayatı biraz aile hayatı gibidir, herkes birbirini çok sever ama sürekli tartışırsınız. Sonuç olarak Pigalle’de, tanıdığımız birinin işlettiği bir bara gittik ve erkenden otele döndük. 13’ü cuma günü herkes Bataclan’da bir araya geldi… E.G: Saat 16 civarı tur otobüsü bizi otelden

7

almaya geldi. Bir saat sonra Bataclan’ın önüne park etti, akşam, konserden sonra Lille’e gitmek üzere yola çıkacaktık. Gelişimizden bir saat sonra ise bazı hayranlar Bataclan’ın önüne gelmeye başlamıştı bile, onlarla konuştuk, çok mutlu oldular. İçeri girdik, konser salonunu gezdik, sahneye baktık. Herkes gülümsüyordu. Bir saat soundcheck yaptık. Kulislerde oturmaktansa yemek yemek için dışarı çıktık. Her zamanki gibi kimse aynı şeyi istemiyordu… J.H: Ben Londra’dan trenle geldikten sonra doğrudan konser salonuna gittim. Menajerimi delirttiğini biliyorum ama soundcheck’e kalmaktansa bizi bekleyen arkadaş grubuna katılmak için dışarı çıktım. Arkadaşlarım beni bir silah dükkanına götürdüler, tutkumdan haberleri vardı, kendime ufak tefek şeyler aldım. Eğer salonları doldurabiliyorsam bu onların sayesinde. Onlar benim gerçek arkadaşlarım. (gözleri doluyor) Yeniden kulise döndünüz mü? E.G: Çok hızlı bir şekilde. Saat 19:30’da


salona geldiğimizde seyirciler içeri girmeye başlamışlardı bile. Nick, girişin hemen sağındaki ürün tezgahında yerini aldı. Kulisler birinci kattaydı. Camı açmaya çalıştık ama kilitliydi. Hepimiz sigara içiyoruz onun için de temiz havaya ihtiyacımız var. Küçük bir bıçakla kilidi açmayı başardık.

Tequila şat yaptı, Matt bir bardak viski içti, Jesse ise her zamanki gibi yüz adım atarak üzerine bir pelerin geçirdi. Sahnenin kenarına geldik, her zamanki gibi bir daire oluşturarak birbirimize sarıldık. Sonra ses sisteminin arkasındaki Shawn’a hazır olduğumuza dair bir işaret yaptım. Işıklar sönünce ne hissediyorsunuz?

Gözünüze çarpan, gariplikler oldu mu? J.H: Dönüp bakınca evet, elbette, mesela salonun önünde tüm gün park halindeki araçlar. Bir çoğumuz o arabaların orada ne işi olduğunu düşünmüştük. Bir de salonda yeterince güvenlik görevlisi olmadığını fark etmiştik. Ama sonuç olarak konser saati yaklaşıyordu ve tüm bunları çoktan unutmuştuk bile. Ayrıca bu konuda herhangi bir yorum yapmak istemiyorum, soruşturma devam ediyor. Sahneye çıkmadan önce stresli miydiniz?

8

E.G: Hayır pek değil. O akşam saat 21’de başlamamız lazımdı ancak saat 21:10’da biraz gecikmeli olarak sahneye çıkabilidik. Dave bir

E.G: Özgüvenimiz tam oluyor, seyircinin ateşini hissedebiliyoruz. Konser “I Only Want You” şarkısıyla başlıyor… J.H: İlk saniyelerden itibaren seyircinin sevgisini hissettim. Şarkının sonunda, onları görebilmek ve gözlerine bakabilmek için ışıkların yakılmasını istedim… (ağlamaya başlıyor) Hiçbir zaman unutmayacağım. Hiçbir zaman. Tüm o insanların bakışlarını, gülümsemelerini… Sekinci şarkı civarında sahnenin önündeki bir güvenlikçiye doğru eğilerek, zıplayan ve birbirlerini iten gençlere dikkat etmesini söyledim. Tam o sırada ilk silah seslerini duymaya başladım.


silahını yeniden doldurmaya çalışıyordu ama o esnada kapıya çarptı. Teröristin bizi öldüreceJ.H: (ağlayarak) Dostum, ben, evet anladım. ğini düşünerek yapabildiğim tek refleks, Eden’e Ben silah sesleriyle büyüdüm, bir kalaşnikofun “Buradan çabuk uzaklaşalım” demek oldu. Ama ya da 9 milimetrenin çıkarttığı sesi tanıyorum. hayır! Adam üzerimize gelmedi ve arkasını döneAma salondaki seyirciler, onlar, hiçbir anlamadı- rek olduğu yerden sahne önündeki insanlara ateş lar. Korkmadılar bile. [Saldırılardan sağ kurtulan etmeye başladı. Ben üç kişiden fazla olduklarına görgü tanıkları ilk esnada silah seslerini maytap eminim. Ve ateş etmeye başlamadan önce içeride zannettiklerini ve gösterinin bir parçası olarak olduklarına. algıladıklarını anlatıyordu] E.G: Sanatçıların kullandığı çıkıştan çıktık. E.G: Açıkcası ben de olup biteni anlamadım. Kendimizi bir anda sokakta insanların arasında Gitarımı koyup, bir sonraki şarkı için başka bir bulduk. Bazıları koşuyordu bazıları ise yürügitar alırken, ses sisteminde bir sorun olduğunu yordu, ama kimse ne olup bittiğini anlamıyordu. düşünmeye başladım. Jesse üzerime doğru koşa- Jesse’nin kız arkadaşı Tuesday iki arabanın ararak “ateş ediyorlar” diye bağırdı. Dave’le uzun sına saklanmıştı. Bizi görünce bizimle beraber sürmeyeceğini düşünerek yere doğru çömeldik. koşmaya başladı. Herşey çok çabuk gerçekleşti… Ama silah sesleri susmadı… (duruyor) Boot, Genç bir erkek bizi tanıdı ve onu takip etmeteknisyenimiz, teröristin şarjör değiştirdiğini mizi söyledi. Bir bulvara çıktık, bir taksi durdu, gördü ve “hemen şimdi kaçmalıyız” dedi. O an şöföre 15 euro verdi ve bizi en yakın karakola koşmaya başladık. götürmesini söyledi. En önemlisi de “Burada yaşadıklarımız, Paris değil” dedi. J.H: Ben kız arkadaşım Tuesday’i bulmalıydım, vurulmuş olmasından korktum! Kulislere J.H: Fransız polisine minettarım. Adamlar! doğru kaçmaya başladık. Kimse yoktu. İkinci Özellikle de sonradan transfer edildiğimiz Quai kata balkona açılan kapıya doğru koştuk. O des Orfèvres’dekiler. [Quai des Orfèvres, romananda teröristlerden biriyle karşılaştım. O da lara, dizi ve filmlere konu olmuş, Paris emniyet Ne olduğunu hemen anladınız mı?

9


müdürlüğünün bulunduğu yerdir. Emniyet müdürlüğü bu adla anılır] Adamların duvarlarında rock gruplarının posterleri vardı. Aynı dili konuşuyorduk. Onların yanında güvende olduğumuzu anlamamızı sağladılar. Onlara yardım edebilmek için elimden geleni yaptım, verebildiğim kadar detay vermeye çalıştım. Nasıl bir ruh hali içindeydiniz? Korku? Öfke? Şaşkınlık? E.G: Şaşkınlık diyebiliriz, beynimiz durmuş gibiydi. Karakoldayken, kanlar içinde olan, yolunu kaybetmiş insanlar gelmeye başladı. Telefonlarımız yanımızda değildi ve neler yaşandığını bilmiyorduk. Bizi bir odada topladılar. İnternete bağlanıp yakınlarıma mesaj atıp atamayacağımı sordum ama bilgisayarlar internete bağlı değildi. Bilgiler yavaş yavaş geliyordu. Dave’in iki saat kadar tuvaletlerde saklandığını, Matt’ın ise yirmi kadar insanla beraber kendilerini bir büroya kapattıklarını öğrendik. Hayatta kalmışlardı ama polis operasyonundan sonra salondan geçmek zorunda kalmışlar ve öldürülen insanların cesetlerini görmüşler.

10

hatırlatırdı. O da benim gibi annesine çok yakın bir insandı. Teröristlerin sizi öldürmek istediklerini düşünüyor musunuz?

J.H: Grubun diğer üyelerinin nerede olduklarını bilmesek de, en az bizim kadar şok içinde olan seyircilerle beraberdik, yanyana omuz omuzaydık. Kimse kendini düşünmüyordu, herkes Paris’ten ve barbarlığa karşı mücadele etmekten bahsediyordu. Faciadan çıkıp insanlığın arasına düşmek, Tanrım, bana çok iyi geldi. O esnada, Fransa’ya özgü kardeşlik kelimesinin anlamını kavradım.

J.H: Hayır, oraya bir katliam yapmak için gelmişlerdi. Müziğimizin bununla hiçbir bağlantısı yoktu.

Nick’in öldüğünü ne zaman öğrendiniz?

E.G: Quai des Orfèvres’den cumartesi sabahı saat 7’de ayrıldık. Josh Homme’un (grubun Paris’te olmayan son üyesi) bizim için ayarladığı özel güvenlik şirketi yanımıza gelmişti. Porte Maillot tarafındaki bir otele götürüldük ve bizi FBI karşıladı, onlara yaşananları anlattık. Daha

J.H: Aynı akşam karakoldayken. (ağlıyor) Konserden hemen önce birbirimize yeni ayakkabılarımızı göstermiştik. Aramızda özel bir şakamız vardı. Hergün bana annemi aramamı

E.G: Eğer sahnenin sağ tarafında kalmış olsaydık bizi de öldürmüşlerdi. Tek amaçları olabildiğince insanı öldürmekti. FBI ne zaman yanınıza geldi?


saygımızı ve üzüntümüzü göstermek istedik ama güvenlikçiler bunun mümkün olmayacağını söylediler. Bir sonraki sabah saat 6’da gideceğimizi ve hazırlanmamız gerektiğini öğrendik. Nereye götürüldüğümüzü bilmiyorduk. Yani Paris’ten 16 Kasım’da, saldırılardan üç gün sonra mı ayrıldınız? J.H: Bizi güvende hissettirmek için Paris New York seyahatini bizimle yapan organizasyon şirketinin sahibine ne kadar teşekkür etsem azdır. Ama içimiz rahat değildi çünkü Paris’le, Parisliler’le, Fransızlar’la acımızı yeterince paylaşamadığımızı, onların yanında olduğumuzu yeterince gösteremediğimizi düşünüyorduk. Yine de annem de, oğlum da beni görmek istiyorlardı ve onların içini rahat ettirmeliydim.

sonra onlarla beraber ABD’ye dönüşümüzü planladık.

E.G: New York’tan Los Angeles’a gitmek için bir özel uçağa bindik. İnişten sonra uçak doğrudan bir hangara çekildi, kapılar kapalıydı. Orada bizi ailelerimiz bekliyordu. Rahatlamıştık.

Hemen geri mi dönmek istiyordunuz? E.G: Kesinlikle hayır. Biz kurbanların, onların ailelerinin, yakınlarının yanında kalmak istiyorduk. Ama ortam güvenli değildi. Otelden bile çıkamıyorduk. Cumartesi öğleden sonra polis bizi kalan eşyalarımızı alabilmemiz için Bataclan’a geri götürdü. Salonun içerisini göremedik ama dışarıdan katliamı gördük… (duruyor) Beyaz çarşaflarla örtülü cesetler görmek feciydi…. O akşam kimse uyuyamadı. Pazar günü kendinizi nasıl hissediyordunuz?

11

E.G: Cehennemden geri dönen biri gibi. Bugün görüntüler hala zihnime kazılı. Ölü sayısı arttıkça kendimizi suçlu hissediyoruz. 130 kişi can vermişken biz niye hayattayız anlayamıyoruz. Pazar günü Bataclan’ın önüne giderek

Hayatınıza eskisi gibi devam edecek misiniz? E.G: Evet. Ama hiçbir şeyi unutmayacağız. Teröristler bizi korkutmak istiyorlar, bizi müzikten ve sevdiklerimizden uzaklaştırmak istiyorlar. Canınız cehenneme! Geri adım atmayacağız. J.H: Bu barbarlara bizi yenemediklerini göstermek için Fransa’ya geri geleceğiz. Paris’te bitirmemiz gereken bir konserimiz var. Hiçbir zaman kendime gelemeyeceğim. Yaralı arkadaşlarını Bataclan’ın dışına çıkarmaya çalışırken vurulan insanları asla unutmayacağım. Onlar için, anıları için, “arkadaş”larım için, artık Fransa’yla gönül bağım var. Biz artık gerçek anlamda kan kardeşler olduk. Ama kalplerimiz, yüreklerimiz hala kanıyor.


02.

’Vahşi Yaşam’da komik haller…

12


2015 yılının ‘Comedy Wildlife’ Komik Vahşi Yaşam fotoğraf ödülleri sahiplerini buldu. Fotoğrafçıların bazen saatler süren uzun bir bekleyişin ardından yakaladıkları kareler hayvanların komik hallerini sergiliyor. Yarışmanın bu seneki galibi sevimli bir fareyi koşarken yakalayan Julian Rad olurken, ikinci sırayı saklandığını zanneden geyik fotoğrafıyla Liam Richardson, üçüncü sırayı ise burnunu karıştıran goril fotoğrafıyla Oliver Dreike elde etti. Jürinin öne çıkardığı diğer fotoğraflar ise paytak bir kuş, ağaç kavuğundan bakan baykuş ailesi, gülmekten katılan bir fok, üzerindeki kuşlardan kurtulmaya çalışan bir su aygırı, karete hareketlerine yeltenen bir maymun, aerobik dersindeki çita ve uçuş dersleri alan bir sincap oldu.

13


14


15


16


17


18


19


20


21


22


23


24


25


03. Jordan’ı izlemeyenlerin Jordan’ı Kobe Bryant! 26


27


Aktif basketbolcular arasında en önemli kariyere sahip isim olan ve artık efsaneler arasında anılan Kobe Bryant geçtiğimiz hafta içinde Twitter’dan yaptığı paylaşımlarla ve kaleme aldığı dokunaklı şiirle sezon sonunda basketbolu bırakacağını açıkladı. Kobe Bryant… Michael Jordan’la karşılaştırılan, karşılaştırılabilecek, kıyaslanan, kıyaslanabilecek tek oyuncu. Bugünün yıldızlarından, kral lakaplı Lebron James bile Bryant ve Jordan’ın yanında aynı ağırlığa sahip değil. Onlar, kariyerlerinin her döneminde diğerlerinden farklı, özel bir parıltıya sahip oldular.

28

görünüyor. Kendi efsaneleri altı yüzüğe sahipken, onu bunca sene tahtından edebilecek tek oyuncu olan Bryant’ın beş yüzükle emekliye ayrılacak olması herhalde en çok 30’lu yaşları geçmiş Jordan hayranlarını mutlu edecektir. Ancak ne olursa olsun, Kobe Bryant yeni jenerasyonun efsanesi olarak kalacak. 90’lı yıllarda daha küçük birer çocuk olan ve Michael Jordan’ı canlı olarak izleme fırsatına erişememiş 20’li yaşlardaki gençlerin Jordan’ıdır Kobe Bryant. Parkelere adım atan ve profesyonel basketbolu domine etmeye başlayan bu yeni jenerasyonun hayallerini süsleyen, duvarlarına posterlerini astıkları, hareketlerini taklit etmeye çalıştıkları ve bunca sene kendilerini özdeşleştirdikleri isim Jordan değil Kobe Bryant’tı.

Birçokları Kobe’nin sezon sonunda parkelerden başı dik, kendisini Jordan mertebesine yükseltecek altıncı şampiyonlukla ayrılmasını Emeklilik kararının ardından Indiana tercih ederdi ancak Los Angeles Lakers’ın bu sezon playofflara çıkması bile maalesef çok zor Pacers’ın oyuncusu Paul George “Kobe benim


Jordan’ımdı” sözleriyle başlayan açıklama- kovalayan LeBron James de yaptığı açıklamada Jordan’ın 23 numaralı formasını taşısa sında idolünü şu sözlerle anlatıyor: da kendisine Kobe’yi örnek aldığını söylüyor: “Kobe benim Jordan’ımdı. Jordan’ın “Benim de Kobe gibi küçük bir afro saç stioynadığı dönemi hatırlamıyorum ama lim vardı. Onun gibi olmak istiyordum. Her Kobe benim Jordan’ımdı, beni büyüle- zaman Michael Jordan’ın en büyük ilham yen, şampiyonluklar kazanırken takip kaynağım olduğunu söyledim ama Jordan’ın ettiğim oydu. Evde oturup annemle, anne- ulaşılamaz olduğunu düşünüyordum. Ben annemle, babamla maçları izlediğimizi ve Kobe gibi oynamak istiyordum”. onu idolüm gibi gördüğümü hatırlıyorum. Kobe Bryant yazdığı şiirde basketbola Maç biter bitmez, yanıma basketbol topumu alır, mahalledeki basket sahasına gider ve gör- babasının çoraplarını top haline getirip düklerimi taklit etmeye çalışırdım. O açıdan çöp kutusuna atarak başladığını anlatırken benim için - Jordan’dan daha iyi olduğunu Jordan’ı düşünüyor, taklit etmeye çalışıyordu. söylemiyorum ama - büyürken etkilendiğim Jordan’ı izleme şansına sahip olamayan yeni kişi oldu. Ulaşılacak hedefti o. Uzak ara en neslin tamamı ise kendine Kobe’yi örnek aldı, nasıl yarının basketbolcuları kendilerine iyisiydi”. LeBron James’i ya da Stephen Curry’yi örnek Bugün kulübü Cleveland’la şampiyonluk alacaklarsa.

29


Bir maçta 81 sayı Kobe, kariyeri boyunca herkes için örnek alınacak bir model oldu. NBA’e 17 yaşında adım atarken, draft sisteminde Charlotte tarafından seçilmiş ve bir maç bile oynamadan, Lakers’ın pivotu, NBA’in ağır toplarından Vlade Divaç’la takas edilmişti. Bu takas daha sonra Charlotte için tarihleri boyunca unutamayacakları bir kabusa dönüştü! Divaç’ın kariyeri Charlotte Hornets’le düşüşe geçerken, genç Kobe üzerine geçirdiği Lakers formasıyla 2000, 2001, 2002, 2009 ve 2010 yıllarında beş şampiyonluk yaşayacaktı.

30

saldırabildiği gibi savunan ve tüm rekorları birer birer altüst eden bir yıldız haline geldi. Aynı Jordan gibi bazı akşamlar Kobe’yi durdurmak imkansızdı, 22 Ocak 2006 akşamı Toronto Raptors’a karşı 81 sayı attığı maçta olduğu gibi. Bryant o akşam takımının kaydettiği 122 sayının 81’ine imzasını atarak, NBA tarihinde Wilt Chamberlain’in ardından bir maçta en çok sayı atan ikinci oyuncu oluyordu. Kobe ayrıca bugün itibariyle NBA tarihinde en çok sayı atanlar sıralamasında da 32.734 sayıyla Kareem Abdul-Jabbar ve Karl Malone’un ardından, Jordan’ın hemen önünde üçüncü sırada bulunuyor.

Kendisine hedefler koyan işkolik bir Jack Nicholson’un taraftarı olduğu Lakers’ta kendini kabul ettirmeye başlayan Kobe, döne- sporcu min en iyi oyuncularından Shaquille O’Neal’le Kırdığı rekorlar, parmağına taktığı şampiharika bir ikili oluşturdu ve her zaman en zorlu anlarda takımını sırtlayan, kilidi açan, yonluk yüzükleri, sayı sıralamasındaki yeri


31

- Neyi bitirdim? ve hakkında anlatılanlar hiçbir şeyin tesadüfi olmadığını gösteriyor. Daha küçük bir çocuk- Şutlarını. Salondan saat kaçta ayrıldın? ken aşık olduğu basketbola büyük bir tutkuyla bağlı Kobe Bryant sadece basketbolculara - Ayrılmadım, daha yeni bitirdim. 800 değil, tüm sporculara örnek olabilecek bir iş ahlakına sahip. Sadece yetenekleri üzerinde atış sokmak istiyordum, ancak biraz önce durmayan, başarının çok çalışarak geldiğini bitirdim!” daha ilk günden anlamış örnek bir sporcu. Küstah ve şahsi bir oyuncu mu? Eski takım arkadaşları ve rakipleri, Kobe’den Kobe Bryant’la kondisyoner arasında geçen söz ederken antrenmanları takıntı haline getirmiş bir oyuncu profili çiziyor. Gilbert Arenas, bu konuşma herşeyi açıklıyor aslında. Kobe Kobe’nin antrenmanlardan sonra salonda için hiçbir hareket, hiçbir şut tesadüf değil. kalarak 400 isabetli şut kullanmadan evine Ancak tüm bunlara rağmen Kobe Byrant dönmediğini, bazı günler sadece sağ dönerek insanların gözünde, ya da bazı insanların 500 atış kullandığını, bir sonraki gün aynı şeyi gözünde diyelim, Michael Jordan’ın sahip sol tarafla yaptığını ve kendini motive etmek olduğu yere sahip olamadı. Jordan basketiçin sürekli takım arkadaşlarını kışkırtacak bolun ilk gerçek süperstarı’ydı. Şöhreti kendi spor dalını ve ülkesini aşarak tüm dünyaya iddialara girdiğini anlatıyor. yayıldı. Kobe ise, biraz Maradona gibi, her Ancak en çarpıcı örnek bundan birkaç sene zaman kendisini ilah gibi görenlerle, sevmeönce 2012 Olimpiyat oyunları için Londra’da yenleri arasında kaldı. Kendine olan özgüveni bulunan ve Kobe’nin de parçası olduğu Rüya çoğu zaman küstahlık olarak algılanmış, şahsi Takım’ın (ABD Milli Takımı) kondisyone- oyunu eleştirilmişti. Bu durum Kobe’nin rinden geldi. Hikaye Olimpiyatlardan birkaç insan olarak tartışılmasına neden oldu. gün önce Londra’da geçiyor. Belki de saat farBryant, bundan birkaç sene önce verdiği bir kından dolayı gözüne uyku girmeyen Kobe sabah saat 04:15’te takımın kondisyonerini röportajda gazetecinin kendisine yönelttiği arıyor ve fizik egzersizler çalışmak istediğini “Biraz küstah ve biraz da egoist” yakıştırmasöylüyor. Saat 5’te salona inen kondisyoner sını büyük bir gülümsemeyle “Hıhı evet” diye Kobe’yi ter içinde buluyor. Birlikte iki saat karşılayarak şu sözleri söylüyordu: geçiren ikili fizik çalışmalarından sonra ağır“Evet bunda gerçeklik payı var, belli bir lık çalışmalarına geçiyor. İki saatin sonunda Kobe biraz daha kalacağını ve tek başına şut seviyeye gelmek istiyorsanız biraz egoist çalışmak istediğini söylüyor. Kobe’nin yanın- olmanız gerekir çünkü sürekli kendinizi zordan ayrılan kondisyoner ise dört saat sonra, lamalı, geliştirmelisiniz ama bunun takımın 11:00 sularında takım antrenmanı için salona dengesini bozacak seviyede de olmaması geregeldiğinde Kobe’ye sabah çalışmalarından çok kir (…) Buraya geldiğimde çok gençtim ve memnun kaldığını söylüyor ve aralarında şu etrafımda olup bitenleri gözlemliyordum. Hakkımda söylenenler canımı acıtıyordu ama konuşma geçiyor: ben bunu bir meydan okuma olarak görüyordum. Tamam onlar böyle düşünüyorlar “- Saat kaçta bitirdin?


Kobe Bryant’ın veda mektubu: “Sevgili basketbol.

Altı yaşında

Babamın çoraplarından toplar yapıp

Sana aşık olmuş bir çocuktum ben.

Great Western Forum’da maç kazandıran

Hiçbir zaman tünelin ucunu görmedim

Hayali son saniye atışları yaparken

Sadece kendimi

Tek bir şeyin gerçek olduğunu biliyordum:

Ondan kaçarken gördüm.

Sana aşık olmuştum.

Ve koştum.

O kadar derin bir aşktı ki sana herşeyimi verdim

Senin için her salonda

Aklımdan ve vücudumdan Benliğime ve ruhuma.

Her topun arkasından koştum. Mücadele etmemi istedin Ben sana kalbimi verdim Çünkü o çok daha fazlasıyla geliyordu. İyi günlerim ve kötü günlerim oldu Beni çağıranın mücadele olduğu için değil Çağıranın sen olduğun için Çünkü biri senin beni hayatta tuttuğun kadar Hayatta tuttuğunda yaptığımız budur Altı yaşında bir çocuğa Lakers hayalini verdin Bunun için seni her zaman seveceğim.

32


Ama seni bu tutkuyla daha fazla sevemem Bu sezon içimde kalan herşeyi verme sezonum Kalbim bu darbeyi kaldırabilir Zihnim bu eziyeti çekebilir Ama vücudum hoşçakal demenin zamanı geldiğini biliyor. “Tamam” diyorum Gitmene izin vereceğim. Bunları şimdi bilmeni istedim ki Geride kalan zamanımızı doyasıya yaşayalım İyisiyle kötüsüyle. Birbirimize herşeyimizi verdik. İkimizde biliyoruz ki sonrasında ne yaparsam yapayım Her zaman o çocuk olacağım Babasının çoraplarıyla oynayan Köşede çöp tenekesi Kronometrede 5 saniye Top benim elimde 5…4…3…2…1… Seni her zaman seveceğim, 33

ama ben nasıl daha iyi olabilirim diye düşünüyordum”. Michael Jordan 2014’te verdiği röportajda Kobe’ye iltifatlarda bulunup; Kobe dışında, bugünkü tüm oyuncuları yenebileceğini iddia ederek, şakayla karışık Kobe’nin “herşeyi kendisinden çaldığını” söylemekten geri kalmamıştı. Kobe, Jordan’ın röportajına Twitter’dan “Domino efekti. Ben onunkileri çaldım, yeni nesil ise benimkileri çalıyor” diye cevap verdi. Michael Jordan - Kobe Bryant karşılaştırmaları muhtemelen hiçbir zaman son bulmayacak. Sakatlıklar yakasını bırakmadı Ancak Jordan’ın aksine (2000’lerin başında Washington Wizards’a dönüşünü saymazsak) ‘Black Mamba’ lakaplı Kobe kariyerini zirvedeyken bırakmaktansa bugüne kadar devam etmeyi tercih etti. Ne yazıktır ki Kobe Bryant’ın son yılları, başarılardan ve zaferlerden çok, talihsiz, ağır sakatlıklarla boğuşarak geçti. 2013’te aşil tendonunun kopması, 2014’te diz kapağındaki kırık, 2015’te de omuzundan yaşadığı sakatlık parkelerden aylarca uzak kalmasına neden oldu. Her dönüş bir öncekine göre daha zorlu oluyordu. Bryant kariyerine bir NBA şampiyonluğuyla olmasa da belki de Olimpiyat şampiyonluğuyla nokta koyabilir. Amerikan Basketbol Federasyonu başkanı emeklilik açıklamalarının ardından Kobe Bryant’ın milli takıma seçilebileceğini ve basketbola milli takımla veda edebileceğini söylerken bu gururu fazlasıyla hak ettiğini söylüyor. Sevgili Kobe, 5,4,3,2,1… Seni her zaman seveceğiz.


34


35


04. Rijksmuseum’dan kağıt kalem devrimi

36


Avrupa’nın en önemli müzelerinden biri olan ve koleksiyonunda Van Gogh’dan Rembrandt’a önemli ressamların tablolarını barındıran Amsterdam’daki Rijksmuseum daha önce görülmemiş bir kampanyaya imza atarak sanatseverlerden kameralarını ve selfie çubuklarını bir kenara bırakmalarını ve ellerine birer kağıt kalem olarak gördükleri eserlerin resimlerini çizmelerini istedi. #startdrawing hashtag’iyle başlatılan kampanyanın amacı, izleyicilerin hızını yavaşlatmak, fotoğraflar çekmektense, resim yapmaya teşvik ederek eserleri ince detaylarıyla gözlemlemelerini ve sanatçıların sırlarını keşfetmelerini sağlamak.

37

Kampanyayı tanıtan Rijksmuseum’un müdürü Wim Pijbes “21. yüzyıla özgü hızlı yaşamımızda bir şeyin ne kadar güzel olabildiğini görmeyebiliyoruz. Yakından bakmanın ne demek olduğunu unutuyoruz. Resim yapmak daha detaylı bakmamızı sağlıyor” derken sanatseverlerin çizimlerinin müzenin Instagram hesabından paylaşılacağını söyledi.


38


39


40


41


42


43


44


45


05.

Steven Spielberg, bildiÄ&#x;imiz gibi

46


Steven Spielberg’in sinema tarihine damga vuran filmleri saymakla bitmez. Jaws, E.T., Schindler’in Listesi, Er Ryan’ı Kurtarmak bunlardan sadece bir kaçı. Kariyeri boyunca Oscar’larla birlikte sayısız ödüle layık görülen Spielberg, üç yıllık aranın ardından gerçek bir hikayeden esinlenen Bridges of Spies - Casuslar Köprüsü’yle geri döndü. 27 Kasım’da vizyona giren Casuslar Köprüsü, soğuk savaş sırasında esir düşen bir Sovyet ajanını savunan ve Doğu Berlin’deki ajan değiş tokuşlarında etkin bir rol oynayan bir avukatın hikayesini anlatıyor. Première dergisinin sorularını yanıtlarken yeni filmini değerlendiren Spielberg son dönemde yaptığı tarihsel filmlerin anlamını, gelecek projelerini, kendisine ilham veren yönetmenlerle anılarını ve özellikle de sinema tarihinin önemli yönetmenlerinden Billy Wilder’la yaşadığı bir anekdotu anlatıyor. Kariyerinizde, en zayıf iki filminiz ‘Hook’ ve Indiana Jones 4’tan sonra olmak üzere iki tane boşluk, aralık var. Bu sefer durum daha farklı: Casuslar Köprüsü, Lincoln’ün devamı gibi duruyor.

47

Evet ama unutmayın ki Oscar kazandığım iki filmim Schindler’in Listesi ve Er Ryan’ı Kurtarmak’tan sonra da araya üç yıl girmişti. Sinemada kural ya da önceden belli bir şema yoktur. Bu boşlukların basit sebepleri var. Birincisi, hiçbir projenin beni geceleri ayakta tutacak ya da gözüme uyku girmeyecek kadar ilginç olmaması. İkincisi ise yedi çocuğum. Ne zaman bir film yapsam çocuklarımdan uzak kalıyorum ve onlar da babalarını görmüyor oluyorlar. Bu çeşit aralar, ya da sizin deyişinizle boşluklar, her seferinde düşünülmüş oluyor. Eğer bu dönemlerde önemli iyi bir proje gelirse, projeyi daha sonraya bırakmak üzere kenara koyuyor ve çocuklarımla vakit geçiriyorum. Şimdi ise durum farklı,


48

makine tekrar dönmeye başladı ve deli gibi Amerikan değerlerini temsil edebilir. çalışıyorum. Çocuklarımdan en küçüğü üniEvet. Hikaye, herkesin, düşmanının bile versiteye başladı. Eve döndüğünüzde boş bir yasaların önünde aynı hakka, aynı korumaya yuva buluyorsunuz. Böyle denir mi? sahip olması gerektiğine inanan bir adamın hikayesi. Anayasaya ve insan haklarına o denli Evet çocuklar ‘yuvayı’ terk eder… bağlı ki, bir Sovyet casusu olan Rudolf Abel’i Evet. Ben gerçekten bir yuva olarak görü- savunmayı kabul ediyor. Birçok kez bu dosyorum. İşe koyulmak için bundan daha iyi yayı bırakabilir ve kendisine kazanç sağlayan bir zaman olamaz. Şansıma ilgimi çeken ve sigorta avukatlığı işine geri dönebilir ama o yönetmesi harika olacak iki üç tane senaryo bunu yapmıyor. Müvekkilini savunmak için gözüme kestirdim. Bu filmler beni uzun süre sonuna kadar gitmeye hazır. Bunu kendi prensipleri için yapıyor çünkü herkesin aynı meşgul edecek gibi görünüyor. muameleyi görmesi gerektiğine inanıyor. Bu Lincoln’de olduğu gibi Casuslar Köprüsü’nde duruşu, bu değeri o denli ileri taşıyor ki, CIA de size özgü dünya görüşü aritmetiğini bulu- ondan kişisel olarak Berlin’e gitmesini istiyor. yoruz: sadece bir adam bütün insanlığı ya da Yani hükümetin bir temsilcisi olarak değil,


Hoşunuza mı gidiyor yoksa kızıyor musunuz? Hayır hoşuma gidiyor, böyle bir terim olduğu için onur duyuyorum. Ben de gençken sürekli ‘Hitchcockian’ terimini kullanırdım. İsmimin arkasında ’ian’ ekini devam ettirebiliyor olmak hoşuma gidiyor. Tom Hanks’in canlandırdığı Donovan ABD’de bir sembol oluyor ama bu daha sonra geri tepiyor… Evet. Politik durumu anlamak lazım, o zamanlar Sovyetlere yaklaşan herşey tehlikeli olarak görülüyordu. Donovan, hepimizin paylaştığı değerlerin iyi bir örneği olsa da bu, insanların ona ve ailesine karşı ayaklanmasına ve evine ateş açılmasına mani olamadı. Filmde altı el ateş ediliyor ama gerçekte sadece bir kurşun var. Altı birden daha mı iyiydi?

49

Onun için “gerçek bir hikayeden esinlenilideolojik olarak zıtlaşsalar da arkadaşı haline gelen Abel’e karşı kullanılacak, uçağı Ruslar miştir” deriz. Yaşananlar gerçek ama detaylar tarafından düşürülen casus pilot Francis Gary sinemaya ait. Bu detayları hikaye, gerilim ve Powers’ın değiş tokuşunun pazarlığını yapa- filmin ritmi için yeniden uyarlayabiliyoruz. Gerçekte bu hikaye beş yıl sürdü. Ben daha cak ‘kişi’ olarak gönderiliyor. yoğun olması için herşeyi biraraya getirdim. Aslında, bir askerin sembol olarak öne çıkFilmin yapım aşamasında büyük besteci tığı Er Ryan’ı Kurtarmak ya da Yahudileri kurtarmak istediği için kendini feda eden John Williams hastaydı. Bundan dolayı Schindler’in Listesine oldukça yakınız. Bu da filmin tınısı kulağa Spielberg gibi çok ‘Spielbergian’ bir yaklaşım. Bu terimi bili- gelmiyor… yor muydunuz? Evet kesinlikle. Bir kere filmin ilk 35 daki(gülüyor) Tabii ki biliyorum! Yıllar boyunca kası boyunca tek bir nota müzik yok. Sanırım hem lehime hem de aleyhime o kdar çok kul- bunu daha önce hiç yapmamıştım. John’un lanıldı ki emin olabilirsiniz bu terimi çok hastalığından dolayı bir ara hiç müzik koymamayı bile düşündüm ama bu biraz abartı duydum. olurdu. Neyseki sağlığı yerine geldi ve hepimiz


onun adına mutluyuz.

50

Evet ‘Family Plot’, o kadar.

David Lean 1970’ten sonra sadece bir Yeni Hollywood nesli hiçbir ara olmadan bir öncekinin yerini aldı. Sizin sinemaya film çekti, Ford ve Hawks ise sıfır. Bugün ise atıldığınız dönemde eski ‘usta’ların nere- tam tersine, siz, ilham verdiğiniz insanların deyse tamamı emekli olmuştu. Örneğin yanında yönetmenliğe devam ediyorsunuz. Hatta mirasçılarınızın filmlerinin yapımcıHitchcock sadece bir film çekti… lığını bile üstleniyorsunuz.


51

Bunun pek farkına varmıyor olabilirim. Mesleğe başladığımda olabildiğince çok yönetmenle konuşmaya çalışırdım, sevdiklerimle, beğendiklerimle. Frank Capra’yla tanışmamı çok iyi hatırlıyorum, aynı şekilde sonrasında yıllarca birlikte zaman geçirdiğim Billy Wilder’la tanışmamı da. William Wyler’ın evine gidip kendisine onlarca soru

sorduğumu, benim yer aldığım yeni nesil hakkında düşüncelerini öğrenmeye çalıştığımı hatırlıyorum. King Vidor’un 1941’in film setine gelip beni çalışırken izlediğini hatırlıyorum, aynı şekilde Francis Ford Coppola’nın tanıştırdığı Michael Powell da 1941’in çekimlerine gelmişti. Henry Hathaway, ölümüne kadar kendisine çok yakın olduğum David


Lean tabii. Kurosawa’yla tanışmış olmanın ve bir filminin yapımcılığı yapmış olmanın gururunu taşıyorum. Son nefesine kadar yönetmenliğe devam eden Kurosawa hariç saydığım tüm bu isimlerin ortak bir yönü var: hiçbiri sinemayı kendileri bırakmadılar, film yapmalarına izin verilmedi. Onlarla konuştukça üzüntülerini görüyordum, acı verici bir şeydi. Bunca yıl herşeylerini verdikleri, sanatsal olsun, parasal olsun ya da Oscarlar olsun, sinema dünyasının onlara sırtını döndüğü ve artık çalışmalarına izin vermediği izlenimine kapılıyorlardı. Bu isimlerin hiçbiri kendileri bırakmak istemediler. Capra hariç, o emekliye ayrıldığını söylemişti…

52

Biraz da mecburiyetten öyle değil mi? Evet öyle bunu açıklayan bir tek Capra oldu. Billy Wilder çalışmaya devam etmek istiyordu. Onun yanındayken çok acıklı bir şey yaşadım. Sanırım sinemayı ilgilendiren haberleri okumuyordu, hayatının sonuna yaklaşmıştı ve sektörde olup bitenlerden pek haberi yoktu. Neyse, bir gün beni aradı ve “Steven seninle konuşmam lazım, senden önemli bir ricam var” dedi. Billy’yle vakit geçirmek her zaman hoşuma giderdi, ben de bunun üzerine onu Hollywood’a bir saat uzaklıktaki ofisime davet ettim. Karşıma oturdu ve dedi ki “Steven, son filmim olarak yapma hayali kurduğum bir kitabın hakları senin elinde.


Sonrasında gerçek anlamda emekliye ayrılabilirim. Bu kitap biraz da benim hikayemi anlatıyor, ben ki 30’lu yıllarda Almanya’dan kaçıp Amerika’ya gelmişim. Adı Schindler’in Listesi”. Yapmayın… Evet, ne diyeceğimi bilmiyordum. Bunun üzerine ona doğru yaklaştım, elini tuttum ve dedim ki: “Billy… Belki de haberin yok ama önümüzdeki hafta çekimlere başlamak için Polonya’ya Krakow’a gidiyorum”. Senerlerdir senaryo üzerinde çalıştığımı, son beş altı aydır da ön prodüksyonu bitirdiğimi bilmiyordu. Hiçbir şeyden haberi yoktu, sadece kitabın haklarının bende olduğunu duymuştu. Sanırım hayatım boyunca yaşadığım en zor anlardan biriydi, hem de bana neredeyse herşeyi öğreten birine karşı. Bunu hiç beklemiyordu, çok acıklı bir andı. Sanırım 1993 yılının ocak ayıydı, film ise aynı yılın aralık ayında çıktı. Film biter bitmez ilk gösterdiğim kişi Billy oldu. Beğendi mi? Evet. Hem de çok.

53

geçen bir aksiyon filmi Ready Player One’ın çekimlerine başlayacağım. Bu iki film, çektiğim son üç filmin tam zıttı. Bu da planlanmış bir şey değil. Big Friendly Giant tesadüf eseri önüme geldi, Ready Player One’da da senaryoyu bana Warner yolladı. Ernest Cline’ın romanından esinlenen senaryonun teknolojinin geleceğine bakışı ilgimi çekti. Neyse sonuç olarak burada düşünülmüş, planlanmış hiçbir şey yok. Amerikalı neredeyse tüm yönetmenler yapacakları filmleri tarz açısından ele alırlar ancak bu hiçbir zaman sizin için geçerli olmadı. Ben kendi tarzımı yaratmaya çalışıyorum. Lincoln muhtemelen yeni bir tarihi biyografi tarzı yarattı. Kimse bu başarıyı beklemiyordu. Ben yine de filmlerin tarz dışı olmalarınından hoşlanıyorum ve insanların sinemadan çıkarken kendilerine “Bu hiç beklemediğim bir deneyimdi” demeleri istiyorum. Günümüzde Steven Spielberg’den etkilenmeyen tek yönetmensiniz! (kahkaha atıyor) Doğru, kendimden etkilenmiyorum.

Son üç filminiz gişe hasılatına, bilim kurŞaka bir yana, Spielberg öncesine ait üç guya ve genç izleyiciye sırtını dönüyor. Bu film sıraladınız ve buna yeltenecek bir tek bilerek alınmış bir karar mı? siz varsınız. Bu biraz Bob Dylan’ın, kendini Peş peşe üç tarihi film yapmam (Savaş Atı, Bob Dylan’dan soyutlayarak, 60’larda rock Lincoln, Casuslar Köprüsü) planlanmış bir şey müzikte çığır açmadan önceki döneme ait değildi. Önüme böyle bir fırsat geldi ve ben müziği yapmasına benziyor. bunu değerlendirdim. On bir yıldır Lincoln Öncelikle teşekkür ediyorum çünkü bu çok üzerinde çalışıyordum ve Daniel Day-Lewis’in rolü kabul etmesiyle herşey bir anda çözüldü. güzel bir iltifat ve bunu duymak çok hoşuma Önümüzdeki haziran ayında Roald Dahl’in gidiyor. Ayrıca büyük bir Bob Dylan hayranıuyarlaması Big Friendly Giant’ı çıkartıyorum, yım. Yaşlarımız çok yakın, ben 68 yaşındayım, harika bir çocuk filmi. Sonra da gelecekte Dylan da 70’in biraz üzerindedir ama benim


üzerimde çok büyük bir etkisi oldu. Bana Beatles’ı sevdiren Dylan oldu. Dylan’ı sevmesem muhtemelen onları kaçırırdım. Büyürken daha çok caz ve klasik dinliyordum, rock’n’roll’a biraz uzaktım. Ama Dylan’ı seviyordum bana tüm kapıları açan o oldu. Yani ne diyeceğimi pek bilmiyorum, güzel bir tespit olmuş. Yok söyleyebileceğim bir şey var: insanlar sizin işinizi yakından tanıyınca ve sizden belli tarzda bir film beklediğinde, onları üzeceğini bildiğiniz bir projeye atılmak hiçbir zaman kolay olmuyor. Buna bir sürü film yapıp belli bir tarza sahip olunca sahip oluyorsunuz. Bugün bu konuda kendimi rahat hissediyorum. Sanırım gelinen noktada izleyici her seferinde farklı bir film görmeye kendini alıştırmış durumda. Yani ‘Spielbergian’ olmamaya özen mi gösteriyorsunuz? Hayır, tam tersine. Çok bariz şeylerden, daha önce yaptığım şeylerden, geçmişte çekmiş olduğum ve ikon haline gelen, izleyicinin dikkatini anlatmaya çalıştığım hikayeden alıp otuz yıl öncesine götürecek sahnelerden uzak durmaya çalışıyorum. Bazen dayanamıyorum tabii, bazen de elimde olmadan olabiliyor. Geçenlerde bir gazeteci bana dedi ki: “Casuslar Köprüsü’nde E.T’den öğeler buldum”. Ben de ona “Nasıl yani? Neresinde?” diye cevap verdim. Ve bana Doğu Berlin’de geçen, bisikletli kuryelerin mektupları dağıttığı bir sahneden bahsetti. Ve bisikletlerin önlerinde sepetleri var. Ben de “Tamam… peki sonra?” dedim. Bisikletleri görmek meğerse ona E.T’yi hatırlatmış, uzaylı dostum o sepetlerden birinin içinde olabilirmiş! Kusura bakmayın bu bana biraz kolay geliyor. Filmi çekerken bunun aklıma bile gelmediğini söylemem yersiz herhalde. 54


55


06.

Gezegenİmİz İçİn tehlİke çanları çalıyor

56


57


Küresel ısınmaya çözümlerin arandığı COP21 zirvesi 150 ülke liderinin katılımıyla Fransa’nın başkenti Paris’te gerçekleştirildi. Peki, hiçbir şey yapılmadığı taktirde öngörülen 4 derecelik artış nelere yol açacak? Muhtemelen dünyamız cehennem dönecek ve insanoğlu daha önce hiç karşılaşmadığı sorunlarla kaşılaşacak. Avrupa’nın güneyi Sahra çölüne benzeyecek ve Sahra, Afrika kıtasında daha da güneye doğru inecek. Himalayalar’ın zirvesinde kar kalmayacak. Hindistan’ın ve Asya’nın muson mevsimi geri dönüşü olmayacak şekilde değişecek.

58

Bizim için 4 derecelik bir artış pek bir şey ifade etmiyor olabilir ama gezegenimiz için bu artış düzeltmesi zor felaketlere yol açacak. Elimizde bulunan bilimsel verilerin ışığında büyük bir yıkıma doğru ilerlediğimizi söyleyebiliriz. İklim değişikliği alanında en çok saygı gören biliminsanlarından biri olan Nicholas Stern tüm dünyaya yardım çağrısında bulunuyor: “Radikal çözümler üretmediğimiz sürece, büyük ihtimalle bundan

bir asır sonra küresel sıcaklık dört derece artmış olacak. Bu artış ve diğer iklimsel değişiklikler insanoğlunun gezegenle olan ilişkisini derinden etkileyecek, hayat tarzını kökten değiştirecek ve birçok bölge yaşanamaz hale gelecek”. Stern, son on milyon yılda dünyada böyle bir artış kaydedilmediğini belirtiyor. 250.000 yıl önce ortaya çıkan insan türü ise bu sıcaklıkta daha önce hiç yaşamadı. Son 8.000 yılda kaydedilen değişiklik 1 ile 1,5 derece arasında değişiyor. İklimdeki bu denge, tarımın gelişimine ve insanların yerleşik hayata geçişine imkan sağladı. Yüz milyonlar zorunlu göçe maruz kalacak Stern, bazı bilimsel çalışmaları temel alarak karanlık bir tablo çiziyor: Avrupa’nın güneyi Sahra çölüne benzeyecek, Afrika kıtasındaki çöl güneye uzanacak ve Nigeria gibi ülkelerde büyük felaketlere yol açacak. Himalayalar’daki kar eriyecek ve iki milyar insanın yaşadığı coğrafyanın


profilini değiştirecek. Özellikle And Dağları ve sıra dağlar olmak üzere Amerika kıtası da bu artıştan nasibini alacak. Karların erimesi kurak mevsimlerde milyonlarca insanın susuz kalmasına neden olacak. Asya’da muson mevsiminin değişmesi Hindistan ve çevresinde yüz milyonlarca insanın tarım alışkanlıklarını altüst edecek. Bu değişim bir o kadar insanın toplu göçüne neden olurken, tarım üretimini, tahıl, sebze ve meyve tüketimini etkileyecek. Amazon ormalarında kuraklık ve çölleşme başlayacak. Bu değişim yüzlerce, belki de binlerce hayvan türünün yok olmasına neden olacak. Amerika ve Asya kıtasını vuran kasırgaların ve tayfunların sayısı artarken etkileri de katlanacak ve doğal felaketler milyarlarca dolarlık zarara yol açacak. Artan su seviyesi insanları evlerinden edecek Deniz seviyesi de iklim değişikliğinden

59

etkilenecek. Bundan üç milyon yıl önce, dünya üç derece daha sıcakken okyanusların seviyesi de 20 metre daha fazlaydı. Okyanus seviyesindeki 2 (iki) metrelik bir artış bile dünya genelinde 200 milyon insanın yer değiştirmesine neden olacak. Hint Okyanusu ve Pasifik Okyanusu’ndaki Maldivler, Fiji, Vanuatu gibi adalar tamamen sular altında kalacak. Sonuç olarak, iklim değişikliğinden ve yaratacağı felaketlerden neredeyse etkilenmeyen kalmayacak. Toplamda 1 milyara yakın insan yer değiştirecek, dünyanın birçok bölgesi yaşanmaz hale gelecek, su sıkıntısı gelişmiş ülkelerde bile boy gösterecek. Çevremiz için el ele Stern’in çizdiği tablo hiç de parlak değil. Tehlike çanlarını çalmaktan geri kalmayan çevreciler dışında dünya genelinde, özellikle de hükümetler aşamasında belli bir vurdumduymazlık hakim. Bugün Çin ve ABD gibi ülkeler hareketleniyor gibi görünse de, özellikle de sanayilerinin


denetlenmesi konusunda pek de gönüllü değiller. ABD’de küresel ısınmaya karşı lobi faliyetlerine girişen kurumlar bile var. Konu hakkında ise kaçınılması gereken üç yanlış görüş öne çıkıyor. Birincisi “Küresel ısınma yoktur. Abartılıyor. Tüm bunlar spekülasyondan ibaret. Varsa da sanayi aktivitelerine bağlı değil” görüşü. İkincisi “Tüm bunlar olduğunda zaten ben burada olmayacağım, o zaman dilediğim gibi yaşamaya devam ederim” düşüncesi. Üçüncüsü de “Benim yapabileceğim birşey yok. Ok yaydan çıkmış durumda. Tersine çevirmek ise insan üstü bir çaba gerektiriyor, hükümetler etkisiz kalıyor” bıkkınlığı. Birinci tepkiyi gösterenler, yayınlanan bilimsel makalelerin yüzde 97’sini görmezden geliyor ve çevreyi kirleten sanayilerden oluşan lobilerin ‘küresel ısınmayı’ itibarsızlaştırmak için her yıl 900 milyon dolar harcadığından habersiz hayatlarına devam ediyor. İkinci tepkiye sahip olanlar, küresel ısınmanın hızlandığını ve ilk etkilerin düşündüğümüzden de çabuk hissedilebileceğini bilmiyor. 2 derecelik bir artış bile büyük felaketlere yol açacaktır ki, bu artışın 2030’lu yıllardan itibaren süregelmesi bekleniyor. Üçüncü görüşe sahip olanları zaten hiçbir şeyin değiştiremeyeceği aşikar. Doğru bile olsa hiçbir şey yapmadan oturmak ve gezegimizi uçurumun kenarına doğru sürüklenirken izlemek kabul edilemeyecek bir davranış olur.

60

Yapabileceğimiz tek şey var, küresel ısınmanın yarattığı tehlikeye karşı kayıtsız kalmamak ve hükümetlerin harekete geçmesini beklerken, dünyamızı değiştirebilmek için her gün, küçük de olsa, çevreci hareketlerde bulunmak.


61


Haftaya görüşürüz:)

6 // ARALIK ’15

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.