7 // HAZİRAN’15
//
01.
SEAN PENN’LE GUNMAN’DEN HAİTİ’YE
// //
02.
ALICE’İ KISKANDIRACAK MANTARLAR
03.
FBI’IN FIFA’DAKİ KÖSTEBEĞİ: // CHUCK BLAZER
04.
JAMES ELROYY LOS // ANGELES’İN SUÇ DÜNYASINA DALIYOR //
05.
SPREY BOYADAN YER MOZAYIKLERİ
06.
CITY’NİN KALBİNDE BİR ‘DÖVÜŞ KLÜBÜ’
Editör: Cem GELGÜN
01.
Sean Penn: Haiti’de koşullar hala çok zorlu
4
5
6
Sean Penn’i anlatmak için fazla söze gerek yok: harika bir aktör, yetenekli bir yönetmen ve herşeyden önemlisi yardıma muhtaç olanların yardımına koşan iyi bir insan. Son zamanlarda adını işlerinden çok, Charlize Theron’la yaşadığı aşkla duyduğumuz Sean Penn’le Prémière dergisi bir araya geldi. Penn, bir sivil toplum kuruluşunda çalışan eski bir gizli ajanı canlandırdığı ve mart ayında vizyona giren The Gunman’den, Cannes Festivali’ndeki jüri başkanlığına (2009), Haiti’de yaşadığı tecrübelerden, aktörlük mesleği hakkındaki düşüncelerine kadar, bir çok konu hakkında içtenlikle konuştu. Filmin yapımcısı Joel Silver ‘Gunman’i “başka bir şey saklayan aksiyon filmi” olarak tanımlıyor. Filmi size de bu şekilde mi tanıttı? Sean Penn: Bu projeyi Joel’in anlattığı gibi anlattığımı duyamayacakınız. Gunman’in bir aksiyon filmi olduğunu söylemek, Meryl Streep’in seksi bir sarışın olduğunu söylemeye eşdeğerdir, ki aslında Meryl seksidir, sadece onu bu şekilde tanıtmamız doğru olmaz. Gunman için de durum aynı. Bana göre, filmin savunduğu değerler ne olursa olsun, bir aksiyon filmi ister istemez şiddeti çağırıştırıyor. İnsanlar kabul etmek istemese de, şiddet uyarıcı bir şeydir. Eğer Gunman benim beklentilerimi cevaplıyorsa, yani belli bir şiddet ve gerginlik noktasına gelindiğinde insanlar “Tamam durun! Herkes silahını bıraksın!” diyorsa, o zaman arzuladığım noktaya gelmişiz demektir. Canlandırdığınız karakter bir sivil toplum örgütünde çalışıyor. Haiti’de yaşadığınız tecrübeler size yardımcı oldu mu?
7
H a y ı r, h e r ş e y s e n a r y o d a y a z ı l ı y d ı . Dokunmadığım birkaç şeyden biri de bu. Ama ‘posttravmatik stres bozukluğu’nun ne olduğunu ve getirdiği zorlukları çok iyi biliyorum. Bu
hastalıkla mücadele edenlere büyük saygı duyuyorum. Daha global bir sorunla karşı karşıyayız. Bir tarafta et almaktan kaçınmayan ama ineği öldürmeyi reddedenler var, diğer tarafta da ineği öldürmek için hazır bekleyenler. Bizi ilgilendiren örnekte ise, öldürdükleri şeyler inekler değil, konforumuzu korumak adına insanlar oldu, ve bunun sonucu olarak da geride kalanlarda bir travma oluşturdu. Hepimiz bunun içinde yer alıyoruz. Bazı arkadaşlarımın da aralarında bulunduğu ilericiler “Silahlarımızı bırakmanın zamanı geldi” demedikçe, bu devam edecektir. Bu konuyu orijinal kitaba göre hangi noktaya kadar geliştirdiniz?
8
Romanın ne olduğunu biliyoruz. Kendi dönemine ait bir kitap ve bugün artık başka bir şeye dönüştü. Dürüst olmam gerekirse kitabı, senaryoyu yazdıktan sonra okudum. Joel’in yapmaya
karar verdiği filme katkı sağlamakla yetindim. Kitabını uyarladığım bir dönemde, yazar Harry Crews’la bu konuyu konuşmuştum. Yakın bir dostluğumuz vardı ve ben kitabın doğallığını bozmaktan korkuyordum ama bana “Merak etme, onun içine edemezsin, şimdiden iki binin üzerinde kütüphanede yerini aldı!” demişti. Eğer film başarıya ulaşırsa, bu karakterden bir seri yapar mısınız? Bunu her zaman reddetmişimdir. Gunman için Joel’le çalışmayı kabul ettim ve ona “sadece on kişiye ulaşacaksak da umurumda değil” demem iki yüzlülük olurdu. Kendi filmlerim olduğu zaman, herkesle dürüstümdür. Filmin yapımcılarına, bir yandan da film üzerinde tüm kontrolü talep ederek, filmin kazanç sağlayacağını garanti edemediğimi anlatırım. Sanırım Gunman daha şanslı ama herşeyi izleyici belirleyecek.
Genelde çok film seyrediyor musunuz? Bunu çok isterdim ancak Haiti’de açık sinema kalmadı. Hepsi 2010 depreminde yerle bir oldular. Ayrıca orada bulunduğumda televizyonum olmuyor ve evime döndüğümde de sadece çocuklarımla film seyrediyorum, yani kısacası fazla değil. Haiti’de hala ilk günkü kadar mesai harcıyor musunuz? Orada bulunan 380 çalışanım var. Geri adım atmak yok. Sonunda, yeniden inşanın başladığını ve bunun neredeyse bir mucize olduğnu söyleyebilirim. Oysa koşullar hala çok zorlu: doğal kaynak yok, eğitim yok, iş yok, yatırım yok, güvenlik yok. Ancak yavaş yavaş tüm engeller, bir bir aşılıyor ve yerini umuda bırakıyor. Sanırım bundan on beş yıl sonra Haiti tarihinin en güzel dönemlerini yaşayacak. Cannes Film Festivali’nde yaptığınız jüri başkanlığından (2008) ne gibi deneyimler çıkardınız?
Aktörlüğü bırakmayı düşündünüz mü?
Bu meslek, kendini sonuna kadar veren insanOldukça ilgi çekici bir tecrübeydi. Cannes için larla beraber çalıştığınız zaman tatmin edici seçilen ne b*k olursa olsun her zaman belli bir oluyor. Ama maalesef bunu önceden kestirkaliteye sahip oluyor. Festivale gitmeye alışık- mek güç. Bazen bir çekim sırasında “Tamam tım ama hiçbir zaman oturup bütün filmleri bu mesleği gerçekten bırakmalıyım” diyorum izleme fırsatım olmamıştı. Çok fazla parti var, ama sonra birden kendime geliyorum ve bilinçli eğlenceler var, ‘jet-lag’den de dolayı çoğu zaman davranıyorum. İşi bitirdikten sonra, sonucuntamamamen kayık yaşıyorsunuz ve normalde dan memnunsak, bir de üstüne pozitif eleştiriler filminizi tanıttıktan sonra evinize dönüyorsu- alıyorsak, o zaman büyümüş olarak çıkıyorsun. nuz. Jüri başkanıyken durum biraz daha farkı Ve doğal olarak da yeniden başlamak istiyorsun. oluyor. Bu sefer önceden geldim ve yarışmaya Kendini başka bir projeye daha veriyorsun ve katılan yirmi filmi seyrettim. Bir Amerikalı için yeniden çekimlerin, insanların zorluklarıyla yüz bu çok büyük bir rakam. İnsanın ayaklarının yüze geliyorsun. Dürüst olmak gerekirse son yere basmasını sağlıyor. Kendinizi büyük bir on yılda sinema endüstrisinde çok şey değişti. oyuncu ve yönetmen olarak görüyorsunuz ama Kesin olan bir şey var ki, bundan böyle sadece bu filmleri seyredince çok çok iyi aktörlerin ve kendimi iyi hissettiğim yönetmenlerle çalışmaya karar verdim. yönetmenlerin olduğunu görüyorsunuz. 9
02.
AlIce’i kıskandıracak mantarlar
10
Avustralyalı fotoğrafçı Steve Axford, dünyanın en ilginç mantarlarını belgelemeye adadığı araştırmalarına Avustralya ve çevresinde devam ediyor. Göz kamaştırıcı türler keşfetmek için ormanlara dalan ve günlerini geçiren Axford’un elde ettiği kareler, Alice Harikalar Diyarındaki mantarlara taş çıkartacak cinsten. En yaratıcı hayal gücüne sahip çizerlerin bile hayal etmekte zorlanacağı ve renkleri kızıldan, turuncuya, mordan, pembeye ve turkuaz mavisine çalan mantar çeşitlerinden bazıları Axford sayesinde ilk defa belgelendi.
11
12
13
14
15
16
17
03.
FIFA’nın içindeki köstebek: Chuck Blazer Amerikan federal polisi FBI’ın talebiyle, 27 Mayıs günü yedi üst düzey FIFA yöneticisinin Zürih’te İsviçre polisi tarafından gözaltına alınmasıyla patlak veren skandalda hergün yeni gelişmeler yaşanıyor. FIFA’yı etkisi altına alan rüşvet ve yolsuzluk skandalları nedeniyle son olarak geçtiğimiz hafta başkanlık koltuğuna yeniden seçilen FIFA başkanı Sepp Blatter görevinden istifa etmek zorunda kaldı. 1998 ve 2010 dünya kupalarının organizasyonu için rüşvet verildiği iddiaları, 2010’da hakkı yenerek turnuvaya katılamayan İrlanda’ya verilen
milyonlarca euro tutarındaki sus payı ve daha nice para yüklü zarflar artık sır olmaktan çıktı. Skandalın kalbinde ise FBI adına köstebeklik yapmaktan geri kalmayan ve birçok farklı yerde üst düzey yetkililerin konuşmalarını kaydeden bir adam var… Chuck Blazer. Kasım 2014’te, Blazer’ın FBI’la işbirliği yapmaya başladığı haberleri çıktığında, birkaç spor dergisi dışında kimse pek üzerinde durmamıştı. Oysa yirmi yılı aşkın süredir organizasyonun içinde bulunan Blazer’ın
anlattıkları skandalın kar topu gibi büyümesine yetecek de artacak cinstendi. New York Daily News’da yer alan bir makale, 1990 2011 yılları arasında CONCACAF (Kuzey ve Orta Amerika Futbol Federasyonu) genel sekreterliği, 1996-2013 yılları arasında da FIFA icra kurulunda yer alan Blazer’ın FBI’yla işbirliğinin 2011 yılına dayandığını anlatıyordu. Uzun, beyaz sakalı ve 150 kiloyu bulan cüssesiyle Noel Baba’yı andıran Blazer’ın tüm bunları kahramanlıktan yaptığını düşünmek doğru olmaz.
Blazer’a vergi soruşturması Herşey, CONCACAF’ın yaptığı anlaşmalardan aldığı komisyonlarla Atlantik’in karşı tarafında “Bay yüzde 10” adıyla tanınan Blazer’ın Amerikan vergi dairesine yapması gereken beyanları ve ödemesi gereken vergileri “unutmasıyla” başladı. New York’un en şık restoranlarında yemek yiyen, şehrin en lüks rezidanslarında konaklayan, özel jetle seyahat eden ve kedileri için beşinci caddedeki lüks Trump Tower’da oda tutmaktan geri kalmayan
Blazer’ın yetkililerden 15 milyon dolar sakladığı düşünülüyordu. FBI, Blazer hakkında bir dosya oluşturdu ve takibe başladı. Dinlemeler sonucunda FBI, Blazer da dahil, birçok üst düzey FIFA yetkilisinin yolsuzluk ağına karıştığını ortaya çıkardı. Köşeye sıkışan Blazer’ın, hayatının geri kalanını hapiste geçirmemek için FBI’yla işbirliği yapmaktan başka çaresi yoktu, ya da en azından bunu geri çevirecek cesareti... 20
Blazer, casusluk filmlerini aratmayacak bir
şekilde, üzerine yerleştirilmiş mikrofonlarla geziyor ya da Londra Olimpiyatları sırasında ‘iş arkadaşları’yla buluşmasında masaya, mikrofon gizlenmiş araba anahtarlarını bırakıyordu. 2018 ve 2022 Dünya Kupası organizasyonları tehlikede Blazer’ın verdiği bilgilerle ipi çekilen ilk kişi 2002-2011 yılları arasında Asya Futbol Federasyonu başkanlığı yapmış olan ve 2011’de FIFA başkanlığı için Blatter’in karşısına çıkan
geçen yedi yöneticiyi gözaltına aldı. Bu isimler, FIFA ikinci başkanı, icra kurulu üyesi ve CONCACAF başkanı Jeffrey Webb, FIFA icra kurulu üyesi ve Costa Rica federasyonu başkanı Eduardo Li, Nikaragua’lı Julio Rocha, Costas Takkas, Conmebol icra kurulu üyesi ve Venezuela federasyon başkanı Rafael Esquivel ve son olarak da FIFA’nın Olimpiyat komitesi sorumlu ve eski Brezilya futbol federasyonu başkanı José Maria Marin’di. Bu yedi isim bugün halen Zürih’teki hücrelerinde mahkemenin huzuruna çıkmayı bekliyorlar. Interpol, bu isimlere ilaveten, CONCACAF başkan Jack Warner ve diğer bir yönetici Nicolas Leoz hakkında yakalama kararı çıkardı. FIFA içindeki yolsuzluk skandalı daha çok ses getireceğe benziyor. Çok yakın bir geçmişe kadar FIFA’da önemli yerlere sahip bu kişilerin Rusya’nın 2018’de, Katar’ın da 2022’de Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak olmasında büyük katkısı var. Eğer skandal derinleşirse, oylamalar geçersiz sayılabilir ve bu iki ülkenin ev sahiplikleri de tehlikeye girebilir. Blazer’ın 10 yıl hapsi isteniyor
21
Köstebek Blazer ise tüm yardımlarına rağmen halen bir çok suçlama ve davayla karşı karKatarlı Mohammed Bin Hammam oldu. şıya. Elektronik yollardan dolandırıcılık, para Katar 2022 ve 2011’deki başkanlık seçimleri aklama ve vergi kaçakçılığından 10 yıl hapsi için Orta Amerika ve Afrika ülkeleri fede- istenen Blazer, şimdiden borcunun iki milrasyonlarına yüklü zarflar teklif ettiği ortaya yon dolarını ödemiş bulunuyor. Skandalların çıkan Bin Hammam, FIFA tarafından ömür yanısıra, sağlık sorunları bulunan Blazer, boyu men edilmişti. FBI topladığı bilgilerle, belli bir süredir kolon kanseri tedavisi görüBlazer’ın sağ kolu olduğu CONCACAF baş- yor. FIFA’daki görevinden 2013 yılında kanı Jack Warner dahil, FIFA’nın ağır topları ayrıldıktan sonra, kameralardan ve tüm bu karagaşadan uzak durmayı tercih eden Blazer, hakkında bir soruşturma başlattı. tüm uğraşlarına rağmen, hayatının geri kala27 Mayıs günü İsviçre polisi bir otele yap- nını demir parmaklıkların ardında geçirecek tığı baskında, soruşturma kapsamında adı gibi görünüyor.
04.
James Ellroy Los Angeles’ın suç dünyasına dalıyor
22
Siyah Dahlia (1987), L.A Confidential (1990) ve White Jazz (1992) gibi kitaplarla büyük ses getiren ve bugün dünyanın en çok satan yazarlarından olan kara roman ve polisiyenin ustası James Ellroy, 1950’li yılların Los Angeles’ını anlattığı LAPD’ 53 adlı kitabıyla, melekler şehrinin suç dünyasına dalıyor. Los Angeles Polis Müzesi’nden Glynn Martin’in LAPD’nin (Los Angeles Polis Teşkilatı) arşivlerini açmasıyla 1953 yılının suç mahali fotoğraflarına dalan Ellroy, her karenin arkasında saklanan hikayeyi anlatıyor. Son birkaç yıldır dijital ortamda faliyet gösteren ve hazırladığı belgeseller ve yaptığı araştırmalarla beğeni toplayan Vice sitesi, doğma büyüme Los Angeles’lı olan James Ellroy’la görüştü.
LAPD’ 53 şiddet, vahşet ve ölüm içeren hikayelerle dolu. 1953’ün Los Angeles’ındna bu tür hikayelerin yaşanmasına neden olacak özellik neydi? Los Angeles, Amerika’nın ve dünyanın dört bir yanından gelen göçmenleri kendine çekmiş bir şehir. Bazıları onu deli ve marjinallerin şehri olarak adlandırıyor. Oldukça çılgın bir yer. Los Angeles’ın zamanla dünyadan kopuşunun nedeni, akıl almaz sayıda insanın ısrarla başkası olmaya çalışmasından geliyor. 1953’te polisler, doktorlar, uyuşturucu satıcıları ve onların bağımlı jazz müzisyenleri de dahil, herkes sinema sektöründe çalışmak istiyordu. O zamanlar Hollywood
Evet hala sapıklıklar var ama geçmişten bugüne çok şey değişti ve ben kendimi bunun içinde tanıyamıyorum, belli bir çekicilik göremiyorum. 1953’te beş yaşındaydım onun için kitapta sözü geçen hikayelere şahit olamadım ama hafızamın geriye gittiği kadar gittim ve o dönemin Los Angeles’ını, Los Angeles polisini (LAPD) anlattım. Bugünkü LAPD pek ilgimi çekmiyor. Neden? Daha otoriter bir toplum istemiyor muydunuz? Her zaman daha fazla otorite istiyorum! Konuya hemen açıklık getirelim, Los Angeles çok dışa vuran bir şehir. Çok insan var, çok araba var. Sokakta çok fazla insan sürekli mesajlarını ya da e-maillerini okuyarak dolaşıyor. Oturduğum yerin yakınlarında, güvenli cinsel ilişkiyi savunan ve üzerinde “Neden sorun olsun ki?” yazılı bir prezervatif fotoğrafının olduğu bir pankart var. Bu bana fazla geliyor. LAPD’ 53’te en beğendiğiniz hikaye hangisi?
Kitabın başında bir fotoğraf, kadın mayosu ve botlar giyerek kendi asmış bir adamı gösteriyor. Los Angeles’a özgü bir intihar şekline benziyor.
Büyük bir servetin sahibi olduğu düşünülen 64 yaşındaki dul bir kadının, Mabel Monohan’ın dosyası. Hikayede detaylara indim. Olay Los Angeles’ın banliyölerinden Burbank’ta yaşanmış olsa da LAPD bana oldukça yardım etti. Hatta olay, Robert Wise yönetmenliğini yaptığı ve Susan Hayward’ın başrolünde olduğu ‘Yaşamak İstiyorum’ adlı bir filmle bir ‘idam cezası karşıtı’ propagandaya dönüşmüştü. Filmin müziği Gerry Mulligan’ındı.
Evet olay, kendisi zaten ‘sapık’ olan Hollywood’un içerisinde, ondan daha da sapık bir mahalle olan ve dünyanın en büyük sapıklarının yaşadığı Laurel Canyon’da meydana gelmişti.
Son yıllarda yaşanan polis şiddeti, özellikle de siyahi toplum içinde gerginliğin ve hoşnutsuzluğun artmasına neden oldu. Sizce Amerikan polisinin reforma ihtiyacı var mı?
Los Angeles hala sapıkların olduğu bir yer mi?
Hayır, Amerikan polisinin reforma ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum.
kaynamaya başlamış, büyük bir patlama yaşıyordu. Ailemin beni burada dünyaya getirmiş olması büyük bir mutluluk.
23
beşiğimin dışında nelerin olup bittiğini bilmiyordum ama bugün elimde bir zaman makinası olsa, hiç düşünmeden geri dönerdim. Kitaptaki hikaylerden biri, üzerinde eroinle yakalanınca kaçmaya başlayan ve polisten kaçarken vurulan Edward Gonzalez adlı bir adam hakkında. Hikayeyle ilgili “Temiz bir işti. 1953 yılındaydık. O zamanlar öyleydi. Dünya bugün olduğundan daha temizdi. Küçük bir operasyon ve tek bir el silah sesi” diye not düşüyorsunuz. Bunun toplum içinde asayişi sağlamak adına doğru bir yöntem mi olduğunu düşünüyorsunuz? O kaçmaya çalıştı, indirdiler. Eğer bir kaçak gibi yaşarsan, kaçak gibi ölürsün dostum.
Kitabınızda: “ Eğer siyahilerin ve latinoların oturduğu semtlerde suç oranları yüksek olursa, o semtin sakinleri daha baskıcı ve daha otoriter bir polis olsun isterler. Bu baskı, yasalara uymak isteyen çoğunluğa daha fazla güven getirecektir. Eğer bu, polisin hedef aldığını ya da bu semtlerde daha baskıcı olduğu izlenimini veriyorsa, yapacak bir şeyimiz yok. Suç, toplumumuza yön veren değerlerin terkedilmesi anlamına geliyor. Geçmişe uzanan kökleri geçerli sayılmaz. B*k gibi geçen çocukluğunuz ve tarihte var olan, kimsenin de inkar etmediği, ırkçılık bunda etkili olmaz” diyorsunuz. Olayların ülke çapında patlak vermesi tam da bu tür düşünceler yüzünden olmadı mı?
24
Burada duracağız. Amerika Birleşik Devletleri ya da güvenlik güçleri hakkında hiçbir açıklama yapmayacağım. Beni ilgilendiren ve içinde bulunduğum durum 1953’le ilgili. Arabamla gezerken dışarı baktığımda 2015’in Los Angeles’ını görüyorum ve bu benim hoşuma gitmiyor. 1953’te
Kitabınızda yer alan fotoğrafların “zamanda yolculuğa çıkardığını” söylüyorsunuz ve “Bir çırpıda al aşağı ettiğimiz katı yasalar tarafından denetlendiğimiz ama herkesin daha az dikkatli olduğu bir döneme geri gidiyoruz. Alkolün ve sigaranın bugünkü kadar şeytani bir imajı yoktu” yazıyorsunuz. 1953’te insanların özgürce yaşayabiliyor olmaları daha iyi değil mi? Evet böyle düşünebiliriz ama ben herkese alkol tüketmemeyi, sigara içmemeyi ve uyuşturucu kullanmamayı tavsiye ediyorum. O zamanlar bunlara uymamak için binbir nedenimiz vardı ama bugün bu mesajları hatırlatmakta yarar var. LAPD’nin şefi William H.Parker’ın kitapta önemli bir yeri var. Neden kendisine bu denli önemli bir rol yüklediniz? Ben William H. Parker’e bayılıyorum. Son kitabım Perfidia’nın da kahramanıydı ama kendisine, kısa hikayelerden oluşan ve şehrinden bahseden bir kitap adamak istedim. Ve bunu da yaptım.
Tezatlar içinde yaşayan bir adamdı ama büyük bir reformcuydu. LAPD’yi çok sert kurallar altında tamamen topluma adanan bir kurum haline getirdi. Rüşvetçiliği ve mafyalaşmayı engelledi. LAPD’yi şehri için mücadele etmek isteyen, yetenekli adamlarla doldurdu. Siyah Dalhia veya L.A Confidential gibi romanları yazmadan önce kitaptaki gibi cinayet mahalli fotoğraflarından esinlendiniz mi?
25
Hayır, bu projenin kurgu romanlarımla hiçbir alakası yok. Ya bana bilgilendirme dosyaları hazırlayacak uzmanlarla çalışıyorum ya da herşeyi kendim yaratıyorum. Bu kitap, geçmişte yaptıklarımdan oldukça farklı oldu. En iyi fotoğrafları
ve o fotoğraflarla beraber en ilginç konuları bir araya getirmek için yapılmış bir araştırmanın sonucuydu. Yıllar boyunca, kendinize has bir anlatım şeklininiz oldu. LAPD’ 53’te bu iyice tavan yapmış gibi görünüyor… Bu eser, normalde yaptıklarımın sıkıştırılmış, kısaltılmış hali. Son romanlarımda hikayeyi neredeyse kendi haline bırakmıştım. Amerikan dilinin lehçelerini çok seviyorum. Irksal argo kelimeleri kullanmayı seviyorum. Ses yinelemelerine, İbranice’ye ve cazcı genç hipsterlerin aralarında konuştuğu dile bayılıyorum. Bütün bu saçmalıklar hoşuma gidiyor.
05.
Sprey boyadan yer mozaikleri
26
İspanyol sanatçı Javier de Riba, doğup büyüdüğü şehir Barcelona’nın terk edilmiş binalarına girerek yerlere veya duvarlara sprey boyayla, son derece gerçekçi, geometrik mozayik motifleri çiziyor. Hazırladığı şablonlarla, eserine etap etap şekil veren sanatçı binaların gelecekteki sahiplerine keşfedilecek sürprizler bırakıyor.
27
28
29
30
31
06.
City’nin kalbİnde bİr ‘Dövüş Kulübü’
32
33
maçı yönetirken, masa hakemleri puanları veriyor. Salonda bir doktor ve dışarıda bir ambulans, kişilerin sokağa kanlar içinde sürünerek çıkmaması için hazır bulunuyor. Ortam eğlenceli bir publa, aristokrasinin katıldığı bir köpek yarışını andırıyor. Alkolun su yerine geçtiği gecede, şık kıyafetleri ve topuklularıyla gelen kadınlar, kravatlarını ceplerine sıkıştırmış takım elbiseli adamlar, ringde delicesine dövüşen arkadaşlarını büyük bir heyecanla seyrediyorlar. Amaç özgüven depolamak
Barlar cuma akşamları haftanın yorgunluğunu bir birayla atan Londralılarla dolup taşarken, gündüzleri şehrin finansal merkezi ‘City’deki ofislerinde, milyonlarca değerinde portföylerle iş dünyasına yön veren genç iş insanları, bir kulüpte boks eldivenlerini geçirerek ringde karşı karşıya gelerek stres atıyorlar.
34
White Collar Boxing London’da (Londra Beyaz Yakalılar Boks Kulübü) kendilerini desteklemeye gelen iş arkadaşlarının heyecanlı tezahüratları altında ringe çıkan borsacılar, bankacılar ve avukatlar yenseler de yenilseler de, haftalarını büyük bir adrenalin patlamasıyla kapatıyorlar. Brad Pitt ve Edward Norton’un oynadığı, David Fincher’ın ’Fight Club’ filminin bugün 30 yaş civarında olan nesil üzerindeki etkisi azımsanamaz ancak bu sefer kurallar biraz farklı. Dövüşler ikişer dakikalık üç round’dan oluşuyor. Bir hakem ringde
Gecenin galibi, profesyonel boksörlerin kazandığı kemerlerin bir replikasını kazanacak olsa da çoğunun buraya gelme nedeni bambaşka. “Hiçbir zaman kavgacı biri olmadım” diyen Goldman Sachs’ta yönetici Mide, “Ama boksun stresimi atabileceğim ve kendime güvenimi geliştirebileceğim saygıdeğer bir dövüş sanatı olduğunu öğrendim. Ringe çıktığımda ailemin ve arkadaşlarımın beni desteklediklerini ve eğlendiklerini görmek çok iyi geldi. Bu tecrübe kendime güvenimi arttırdı ve çevremdeki herkes de bunun farkına vardı” sözleriyle neden ringe çıktığını anlatıyor. “Kesinlikle tanımadığın biriyle, seni desteklemeye gelen arkadaşlarınla dolu bir salonda dövüşeceğini bilmek çok motive edici bir şey” diyor diğer bir müdavim Charlie, “Amaç kazanmak değil, bu tecrübeyi yaşamak”. İnsan popülaritesini böyle zamanlarda ölçebiliyor. Avukatlık yapan Lawrence “Bu kadar çok arkadaşımın geleceğini beklemiyordum. Bu beni şaşırttı ve çok mutlu etti. Rakibimle de hafta içinde buluşup bir kahve içmeye karar verdik” sözleriyle White Collar Boxing London’da geçirdiği geceyi anlatıyor. Belli bir sosyal statüyü işaret eden ‘Beyaz Yakalılar’ın ringlerde dövüşmesi aslında 90’lı yıllara, New York’a kadar uzanıyor. Londra’daki etkinliklerin organizatörü John Leonard, herşeyin bir noterle bir doktorun, bir boks kulübüne
giderek aralarında dövüşmek için ders almak istemeleriyle başladığını anlatıyor. Dövüşçüler ringe sekiz haftalık bir hazırlığın ardından çıkıyorlar. “İnsanlar için bunu yaşamak, bir hayal gibi” diyor Leonard. Brad Pitt ve Edward Norton’lu Fight Club, fenomenin yaygınlaşmasını sağlasa da İngilizler şiddetten ve tehlikeden uzak durmaya çalışıyorlar. “Dövüş iki taraftan biri için tehlikeli bir hal almaya başladığında, durduruyorlar” diyor genç bir yatırımcı olan Aaron.
35
Doktor ve ambulans dahil her türlü güvenlik önlemi alınsa da kazalar yaşanabiliyor. 2014’ün
haziran ayında ringden indikten kısa bir süre sonra fenalaşarak hastaneye kaldırılan 32 yaşındaki bir aile babası tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Gerçek bir boks kulübünde antrenörlük yapan Marcellus Baz, bu tarz dövüşlerin tehlikeli olabileceğinin altını çiziyor: “Bu insanlar, eğlenmek için bir seferliğine ringe çıkıyorlar ve dikkat edilmesi şeyleri pek umursamıyorlar. Oysa boks, ciddi bir fizik kondisyon gerektiren zor bir spor. Sadece birkaç haftalık bir antrenmanla ringe çıkarsanız, vücudunuz arka arkaya birçok roundu kalıramayacaktır. Çabuk yorulacak, kollarınız düşecek ve yumruk yemeye başlayacaksınız. Beyaz Yakalılar’ın boksuna kurallar getirmek gerekiyor, yoksa daha birçok kaza yaşanacak”.
Haftaya görüşürüz:)
7 // HAZİRAN ’15
zete