HAFTASONU 7 ŞUBAT 2016

Page 1

7 // ŞUBAT ’16



//

01.

DICAPRIO, OSCAR AŞKINA…

//

02.

//

03.

MUMBAİ’NİN RENKLİ TAKSİLERİ

FUTBOL PİYASASINDA ÇİN ŞAŞKINLIĞI //

//

04.

INARRITU: ‘THE REVENANT’ GERÇEK SİNEMAYA BİR GÖNDERME

05.

TATSUYA TANAKA’NIN MİNYATÜR TAKVİMİ //

Editör: Cem GELGÜN

06.

MASA OYUNLARI GERİ DÖNÜYOR


01.

DiCaprio, Oscar aşkına…

4


5


6

Günümüzün en iyi aktörlerinden biri sayılan ve Titanic’le başladığı aktörlük kariyerini, Gangs of New York, The Aviator, The Departed, Blood Diamond, Shutter Island, Inception, Django Unchained, Gatsby ve The Wolf of Wall Street gibi, her biri baş yapıt sayılabilecek filmlerle süsleyen Leonardo DiCaprio, bu sefer de Oscar’lı yönetmen Alejandro Gonzalez Iñarritu’nun The Revenant (Diriliş) filminde göz kamaştırıcı bir performans sergiliyor. Filmde arkadaşları tarafından ölüme terk edilen ve oğlunun öcünü almak için hayatta kalmaya çalışan bir avcıyı canlandıran Leonardo DiCaprio’nun, bunca sefer Oscar’ın kapısından döndükten sonra, bu rolle uzun zamandır hak ettiği heykelciği kazanacağına kesin gözüyle bakıyor. DiCaprio Première

dergisinin sorularını yanıtladı. Titanic’in yakaladığı büyük başarının ardından filmlerinizin ana hedefi her zaman açık oldu: en büyük yönetmenlerle çalışmak. Scorsese, Spielberg, Eastwood, Tarantino, Nolan… Hemfikir miyiz? Hedefiniz bu mu? Evet. Benim düşümcem bu: sinema yönetmen işidir. İyi bir senaryo önemlidir ama iyi bir senaryodan yola çıkarak izlenemeyecek derecede kötü olan birçok film biliyorum. Ben isimleri ‘mükemmel’le eşdeğer olan yönetmenleri seviyorum. Ve onları sayıları düşünüldüğü kadar çok değil. Bir Scorsese filmine gidiyorsak, onun kendi tarzı, kendi


hareketleri en ince detaylarını kadar hesaplanmıştı, aynı Alexander Sokourov’un ‘Russian Ark’ filminde olduğu gibi. Elde ettiğimiz sonuç çok çarpıcı, neredeyse bir belgesel gibi. Neredeyse… (düşünüyor) sanal bir neo-gerçeklik gibi. Enteresan bir formül öyle değil mi? Belki dil kurumuna müracaat etmem lazım. (gülüyor) Amerikan filmlerinin büyük bir acıyla başladığı düşüncesiyle olsun, canlandırdığınız karakterlerle olsun, işinizde her zaman mazoşist bir yan var. The Revenant’ta da aynı şeyi görebiliyoruz: dondurucu soğuklar, saldırılar ve bazı figüranlar tarafından bir ‘cehennem’ gibi tabir edilen çekim koşulları…

7

Bir çok açıdan bunun riskli bir şey olacağını biliyordum ama beklediğimden de daha zor oldu. Titanic’ten beri en zorlu çekimler olduğunu söyleyebilirim. Geri kalmış, zorlu doğal ortamlarda tüm bir çekim ekibini oradan oraya taşımak kolay bir şey değildi. Alejandro’nun organizasyon kalitesi, ciddikumaşı ve kendine has dünya görüşü olduğu yeti, disiplini, görüşündeki kesinlik olmasa içindir. Kendimi alternatif bir gerçekliğe kendimizi bir anda bir ‘Apocalypse Now’ sokmak için, kendimi bana olağanüstü şey- durumunda bulabilirdik! (gülüyor) İşin ler sunacağını bildiğim birine teslim etmek içinden çok iyi sıyrıldığımızı düşünüyorum. Zorluklar karşısında her zaman hafif kalmaistiyorum. sını bildik. Bazen Alejandro ve Chivo (teknik Bugün tahtanıza Iñarritu’yu eklediniz… ekibin şefi Emmanuel Lubezki) ormanda kayboluyorlardı ve onları saatler sonra ağaçlardan Bana bir bakıma Scorsese’yi hatırlatıyor. düşen yaprakları, yollarını yapan karınca aileO da Scorsese gibi grubun dışında kalan bir lerini çekerken buluyorduk. yönetmen. The Revenant’ta yaptığı şey gerGeçmişte Howard Hughes oldunuz, J. çekten inanılmaz. Filmin açılışını yapan savaş sahnesine bir bakın: bir yandan ana karakterle Edgar Hoover ve Gatsby oldunuz. The beraberiz, nefesini, terini, korkusunu hissedi- Revenant’taki karakteriniz Hugh Glass da yoruz ve tüm bunlar, Kızılderili kabilelerinin aslında bir Amerikan efsanesi ama ülke saldırdığı, milimetrik olarak hesaplanmış bir dışında pek tanınmıyor… koreografinin içinde oluyor. Tüm aktörlerin


Evet ABD’deki folklorun, efsanelerin bir parçası. Hugh Glass’in hikayelerini, yaşadıklarını, kamp yaparken, geceleri ateşin etrafında anlatırlar. Atalarımızın, büyük maceraperestlerin ve ‘survivor’cuların değerlerini temsil ediyor. Ancak onun hakkında bir film yapmak, Abraham Lincoln’ün ya da Steve Jobs’un hayatını anlatmaya benzemiyor. Onun hakkında çok az bilgiye sahibiz, onunla ilgili neredeyse hiçbir belge yok, onun için de biraz hayal kurabiliyor, yeni şeyler üretebiliyor ve karaktere daha şiirsel bir açıdan yaklaşabiliyoruz. 8

Filmlerinizin arasındaki bağlantıları düşünüyor musunuz? Örneğin 2010’da, zihinsel yolculuğu konu alan, ikiz filmler, Shutter Island ve Inception vardı. Sonrasında filmleriniz ABD’nin kapitalist tarihine eleştirel bir bakış atan eserlere dönüştü, mesela suyu çıkmış köleliği konu alan Django Unchained, Wolf of Wall Street’deki dejenere borsacı, Gatsby örneklerinde olduğu gibi… Evet, benim Amerikan rüyası üçlemem…


Peki birbirine bağlı bu konular bilerek alınmış bir karar mı? Yoksa birbirini takip eden bir tesadüf mü? Belli konulara ilgi duyduğumu söyleyebiliriz. Ve bazı konulardan bahsetmeyi sevdiğimi. Ben filmleri çektikten sonra düşünmeyi tercih ediyorum. Şimdi siz bahsedince, The Revenant’ı da bu kategoriye dahil edebileceğimizi fark ettim, neredeyse ABD tarihinin tersine doğru yola çıkıyorum. Bu noktada tarihin özüne döndük. Ülkemin ölçeğine baktığımızda neredeyse tarih öncesi bir dönem. Bahsettiğimiz tüm bu filmler, neredeyse oyuncu kadrosunda bulunduğunuz için bu kadar ses getirdi. Sizin varlığınız başarının garantisi gibi. Bu denli yüksek bir beklentiyi karşılamak zor bir şey mi? Ve ayrıca, bugün on beş yıl öncesine göre daha mı zorlu?

9

Her geçen gün daha zor evet. Her zaman bir mücadele içerisindeyim. Siz de altını çizdiniz, ben bu tarz filmlere ilgi duyuyorum: büyük bütçeli, sanatçılar tarafından yazılan ve imzası olan yönetmenler tarafından çekilen filmler. Bu bağımsız filmlere ilgi duymadığım anlamına gelmiyor, bağımsız filmlerde de The Revenant, bu anlamda yeni bir bölüm oynadım. Ama ben içinde yer aldığım filmlerin heyecanla beklenen birer etkinliğe dönüşmemü? lerini istiyorum. Mümkünse, yılda bir farklı Benim gözümde biraz farklı. Django, bir ses vermek istiyorum. Hollywood büyük Gatsby ve Wolf of Wall Street, Amerikan bir değişim içerisinde. Televizyon yapımlarırüyasını konu alan, mutluluk arayışını ve zen- nın seviyesi hiç bu kadar yüksek olmamıştı. ginliğin getirdiği değersel çürümeyi anlatan Kendimizi, çok iyi hikayelerin anlatıldığı kaliüç filmdi. Hugh Glass bunlardan çok farklı teli televizyon dizileriyle, Transformers ve Star bir karakter. Bu grubun dışında yer alan bir Wars tarzı büyük gösterilerin arasında sıkışmış yabancı. Kızılderililere yaklaştı, melez bir hissediyoruz. Benim sevdiğim tarzda filmlere çocuğu oldu ve tanık olduğu şiddet karşısında gün geçtikçe daha az imkan veriliyor. Onun dehşete düşüyor. Neredeyse yok olmak istiyor, için de böyle bir film bulduğum anda üzerine atlayıp, fırsatı kaçırmamaya çalışıyorum. kendini doğada kaybetmek istiyor.


02.

Mumbai’nin renkli taksileri

10


11


İstanbul taksilerinin iç dekorasyonunu düşününce, hayal gücümüz muhtemelen birkaç LED ışık, aynaya asılı bir CD ya da taksi şöförünün tuttuğu takımın flamasıyla sınırlı kalacaktır. Hindistan’ın Mumbai kentinde bulunan sanatçı kollektifi Taxi Fabric, Hint taksi şöförlerinin araçlarının iç dekorasyonunu baştan düşünmelerine yardımcı oluyor. Taksileri ele alan kollektif sanatçıları, aracı, koltuklarından, tavanına ve iç döşemelerine kadar göz kamaştırıcı renk ve desenlerle baştan aşağı boyuyor. Ortaya dünyanın başka hiçbir yerinde göremeyeceğiniz, dünyanın en keyifli taksilerinin çıktığını söylemeye gerek yok...

12


13


14


15


16


17


03. Futbol piyasasında Çin şaşkınlığı yaşanıyor 18


Avrupa takımları için geçtiğimiz günlerde kapanan 2015/2016 ara transfer dönemine Çin takımları kelimenin tam anlamıyla damga vurdu. AS Roma’dan 18 milyon euro karşılığında Gervinho transferiyle başlayan Çin takımlarının transfer dalgası, Chelsea’den Ramires, Atletico Madrid’den Jackson Martinez ve son olarak Shakthar’dan Alex Teixeira’yla gerçek bir tsunamiye dönüşerek Avrupa’daki futbol piyasasını bir bakıma derinden sarstı. Daha önce adını dahi duymadığımız Çin takımlarının, kaliteleri tartışmaya açık olmayan ancak kendi takımlarında fazla forma şansı bulamayan bu oyuncuları yüksek bonservis ücretleri ve geri çevirmesi zor maaşlarla kadrolarına katması akıllarda soru işaretleri doğuruyor. Çin’in futbol piyasasına bu denli vahşice girişi ne ifade ediyor? Bunun Türk kulüpleri üzerinde ne tür etkileri olabilir? Not: Bu yazının yayına hazırlandığı saatlerde Burak Yılmaz’ın Beijing Guoan takımına tranferi daha kesinleşmemişti. Geçtiğimiz sezonun sonunda Beşiktaş’ın golcüsü Demba Ba Çin’in yolunu tuttuğunda hepimiz kulübün elde ettiği kârı alkışlamış, sadece altı ay sonra meydana gelecek büyük depremi hesap edememiştik. Galatasaray’a gelmeden önce Çin’e uğrayan Drogba bile böyle bir şüphe uyandırmamıştı. Jiangsu Suning takımı 50 milyon euroluk Alex Teixeira ve 30 milyonluk Ramires transferleriyle sadece iki oyuncu için kasasından 80 milyon euro* çıkarmış oldu.

19

Porto’da büyük başarılar elde ettikten sonra Atletico Madrid’in yolunu tutan ama burada bekleneni veremeyen Jackson Martinez’i 42 milyona kadrosuna katan Guangzhou Evergrande ise, Paulinho ve Robinho transferleriyle beraber toplamda 60 milyon euroluk bir harcama


yaptı. Süper Lig’den Ersan Gülüm’ü 7 milyon euroya ve M’Bia’yı 6 milyon euroya renklerine bağlayan, bu çılgın transfer döneminin açılışını Gervinho’yla yapan Hebei China Fortune takımı ise transfere toplamda 50 milyon euro* harcadı. Sezon başında Türk takımlarının peşinden koştuğu Inter’li Fredy Guarin, Demba Ba’nın takımı Shanghai Shenshua’ya imza atarken Mohammed Sissoko, Renato Augusto, Gil, Geuvanio ve Jadson da Çin’in yolunu tutan diğer oyuncular oldu.

çoğu yaş olarak kariyerlerinin ortalarında ya da zirvesinde olan, önde gelen Avrupa kulüplerinde forma giyen futbolcuları kadrolarına katan Çin kulüplerinin bu beklenmedik çıkışının arkasında ne yatıyor olabilir?

Bugüne kadar Çin Süper Ligi yayın haklarının yıllık 8 milyon euro seviyesindeyken, bahsi geçen transferler yapılmadan haftalar önce, neredeyse 30 kat artarak, 5 yıllık bir süre için bir anda 1,1 milyar euroya yükselmesi (yıllık 220 milyon euro), Çin futboluna büyük bir para girişinin yapıldığı - ya da yapılBu sıcak para nereden geliyor? makta olduğu - izlenimini veriyor. Her zaman Bugüne kadar futbolda söz sahibi olmayan opak bir devlet politikası izlemeyi tercih eden Çin kulüplerinin astronomik rakamlar öde- Çin hükümetinin bunda ne derecede parmağı yerek başlattıkları transfer politikası akıllarda olduğu bilinmez ama sadece iki oyuncu için birçok soru işareti doğuruyor. 2000’li yılların 80 milyon euro harcayan Jiangsu Suning’in bu ortalarından itibaren, kariyerlerinin sonuna parayı ‘normal’ futbol gelirleriyle elde etmediyaklaşan Avrupalı - ya da Avrupa kulüplerinde ğini tahmin etmek pek de güç değil. oynayan - oyuncuları kadrolarına katarak, bir Çin kulüplerinin, yukarıda isimlerini verdiğibakıma kendi vitrinlerini yaratan Arap kulüplerinin aksine, çok büyük paralar ödeyerek, bir miz yıldızların dışında, Transfermarkt sitesinin

20


başladığını söylüyor. Simons, Xi Jinping’in 2011’de Cumhurbaşkanı yardımcısı olduğu dönemde sarf ettiği, Çin’in amacının günün birinde Dünya Kupası’na katılan, organize eden ve kazanan bir takım yaratmak olduğu yönündeki sözlerinin hafife alınmaması gerektiğinin altını çiziyor. Kongrenin ardından multimilFutbola yatırım bir devlet politikası mı? yoner iş adamlarının futbola ilgisi bir anda Benjamin Carlson AFP’de yayınlanan ve arttı. Mağzalar zinciri Suning’in sahibi Zhang “Cumhurbaşkanı Xi’nin ihtişam hayalinin Jidong’un aralık ayında Jiangsu takımını satın arkasında Çin kulüpleri servet harcıyor” baş- almasının ve ismini Jiangsu Suning’e çevirmelıklı analizinde, 21. yüzyılın yükselen global sinden sadece bir ay sonra kulüp 80 milyon gücü olan Çin’in yakın bir gelecekte sporda euroluk Alex Teixeira ve Ramires transferlerine da adı geçen bir ülke olmanın hayalini kurdu- imza attı. Zhang Jidong’un hükümete bağlı ğunu söylüyor. Çin takımlarının transferlerinin Çin Halkı Politik Görüş Komitesi’nin, yani ardında, Xi Jinping’in ihtişamlı ‘Çin hayali’nin Komünist Parti kontrolündeki bir düşünce yattığını belirten Carlson, kulüp yöneticile- kuruluşunun üyesi olduğunu söylemekte yarar rinin transferleri meşin yuvarlak sevgisinden var. Çin kulüplerinin Avrupa kulüplerinde top çok Xi Jinping’e hoş görünmek adına, politik koşturan futbolculara duyduğu ilginin hükümet politikalarıyla doğrudan bağlantılı olduğu çıkarlar için yaptığını belirtiyor. su yüzüne çıkıyor. Ancak ülkenin spora yatıÇin futbolu üzerine bir kitap yazan Rowan rımı sadece önemli futbolcular transfer etmekle Simons ise bu transferlerin Komünist Parti’nin sınırlı değil. Yukarıda bahsettiğimiz kongrede gerçekleştirdiği yıllık kongrenin ardından kaleme alınan ve Xi Jinping tarafından sıkı verilerine göre piyasa değerleri 250.000 euroyu geçmeyen Jinhao Bi, Lu Zhang, Ke Sun gibi adı duyulmamış Çinli oyuncular için 30 milyon euro harcamaları, mantıklı olmayan bir para dolaşımının olduğunu gözler önüne seriyor.

21


sıkıya kontrol edilen ’50 başlıklı’ Çin planı, yürürlüğe girdiği bir dönemde, hem de verim ülke genelinde 50.000 futbol okulunun inşa- alamadığı bir oyuncuyu bu denli yüksek fiyatsını ve çocuklar için mecburi futbol derslerini lara satmak, kulüpler için olsa olsa büyük bir piyango olabilir. Ancak Çin devinin uzun öngörüyor. vadeli stratejisini kestirmek güç. Yaşadığımız UEFA ve Avrupa kulüplerinin tepkisi transfer furyası bir iki sezona özgü, Çin liginin marka değerini artırmaya yönelik bir politika nasıl olacak? mı, yoksa bize “bu piyasada ben de söz sahibi Çin’deki transfer çılgınlığının Avrupa olacağım ve önümüzdeki senelerde adımı daha kulüpleri üzerinde nasıl bir etki yaratacağı çok duyacaksınız” mesajı veren, tabiri yerinve UEFA’nın buna tepkisinin nasıl olacağı deyse uzun vadeli bir darbe girişimi mi? merak edilmeye başlandı. Galatasaray’ın içine Birinci seçenekten, oyuncularını Çin pazadüştüğü ve karalar bağlamakta olduğu FFP (Financial Fair Play) kurallarını ezberlediğimiz rına yüksek fiyatlara satan Avrupa kulüpleri bugünlerde, Çin kulüplerinin transferlerinin kazançlı çıkacaktır ancak ikinci senaryo birkısa vadede Avrupa kulüplerini mutlu ede- çok kulübün ve ligin başını ağrıtabilir. Arap ceği ama uzun vadede tedirginliğe yol açacağı sermayesinin girişiyle zaten yükselen bonservis fiyatları, oyuna Çin devinin dahil olmasıyla düşünülebilir. tavan yapacak, bu durum zaten zorda olan 22 maçta sadece 3 gol atabilen Jackson İspanyol ve Fransız kulüpleri (Real Madrid, Martinez’i 42 milyon euro karşılığında Çin’e Barcelona ve PSG dışında) ve ekonomik krizle satan Atletico Madrid yöneticileri hiç kuşkusuz boğuşan İtalyan kulüpleri için piyasayı baş ki bu transferi şampanya patlatarak kutla- edilemeyecek bir hale getirecektir. Öyle ya da mış ve üzerine rahat bir uyku uyumuşlardır. böyle kariyerlerinde hiçbir zaman bir ‘Top 5’ Avrupa’nın en büyük kulüpleri dışında kim- kulüpte oynayamayacağını hisseden oyuncuseye rahat nefes aldırmayan FFP kurallarının lar, yüzde 50’ye varan vergilerle uğraşmaktansa,

22


23

Çin takımlarının teklif ettiği astronomik teklif- alım güçleriyle Nani, Van Persie, Gomez ya ler karşısında, Ersan Gülüm örneğinde olduğu da Sneijder gibi Süper Lig’in yabancı yıldızgibi, “Hayatımda bir daha bu parayı kazana- larını kolaylıkla koparıp alabilir. Unutmamak mam” düşüncesiyle birçok Avrupa kulübünü lazım ki bugüne kadar Süper Lig’in çekici yanı, ‘ateşli taraftar’ kartının dışında, düşük vergi es geçerek doğrudan Çin’in yolunu tutabilir. sayesinde oyunculara sunulan avantajlı kontratlardı. Bu sayede Galatasaray, Fenerbahçe Türkiye bunun neresinde? ve Beşiktaş gibi kulüpler önemli futbolculara Bu durumun şu anki konjonktürde Türk imza attırabildi ve ligin marka değerine katkulüplere yarardan çok zararı olacağı aşikar. kıda bulundu. Ancak ligde sergilenen futbolun Türk kulüplerinin ilk aşamada Çin kulüple- seviyesi ve Türk futbolunun boğuştuğu sorunrinin ekmeğini yemesi muhtemel. Normal lar hepinizin malumu. Eğer ki Türk kulüpleri koşullarda Beşiktaş’ın Demba Ba’yı 13 milyon kısa bir süre içinde ekonomik dar boğazdan euroya bir Avrupa kulübüne geri satması, ya da kurtulamaz, yeni gelir kapıları yaratamaz ve herhangi bir Avrupa kulübünün Ersan Gülüm ligin seviyesi kabul edilebilir ve rekabetçi bir için 7 milyon euro vermesi muhtemelen müm- seviyeye ulaşamazsa, adına şarkılar bestelenen kün olmayacaktı ve uzun süre Türk kulüplerinin futbolcular, Türk kulüplerinin yüzüne bile baktek umudu yine Arap piyasası olarak kalacaktı. madan, kendilerine Türkiye’de alacaklarının iki Bugün gelinen noktada Çin kulüplerinin üç katı para teklif eden Çin kulüplerini tercih Nani ve Van Persie’ye 30 milyonluk bir tek- edecektir. İş bu duruma gelirse, Türk kulüplelifle geldiği, Aziz Yıldırım’ın ise bu teklifi geri rinin elinde kalacak tek kart, bu oyuncuların çevirdiği konuşuluyor. Yukarıda olduğu gibi ana vatanlarına olan coğrafi yakınlık olacaktır. Fenerbahçe’nin, biri 33 diğeri 30 yaşına basa* Tüm transfer rakamları Transfermarkt sitecak bu iki oyuncu bu fiyata Avrupa kulüplerine satması imkansız görünüyor. Çin kulüpleri ise sinden alınmıştır.


04. IñarrItu: ‘The Revenant’ gerçek sinemaya bir gönderme

24


25


2003’te ’21 Grams’, 2006’da da ‘Babel’le adını duyursa da asıl patlamayı geçtiğimiz yıl Birdman’le yapan Meksikalı yönetmen Alejandro Gonzalez Iñarritu bu sene de akıllara kazınacak The Revenant’la (Diriliş) karşımıza çıkıyor. Başrolünde Leonardo DiCaprio’nun yer aldığı film, 19. yüzyılın Amerikasında bir yandan Kızılderililere karşı mücadele ederken, diğer yandan kendi arkadaşları tarafından ölüme terk edilen ve oğlunun öcünü almak için hayatta kalma mücadelesi veren bir avcının hikayesini konu alıyor. Geçtiğimiz yıl Birdman’le ‘En iyi film’ ve ‘En iyi yönetmen’ Oscar’larını kazanan Iñarritu’nun iki sene arka arkaya, iki ayrı filmle Oscar kazanıp kazanamayacağı merak konusu. Meksikalı yönetmen Première dergisinin sorularını yanıtladı. The Revenant’da kan dondurucu bir sahne var. Sahnede kızılderililer tarafından asılmış ve üzerinde Fransızca “Hepimiz caniyiz” yazan bir avcı görüyoruz. Günümüz koşullarını göz önüne alırsak bu ürkütücü bir şey….

26

Ne demek istediğinizi anlayabiliyorum. Bu görüntü benim hayal gücümün bir ürünü değil. Çekimler öncesinde yaptığım araştırmalar sırasında bu fotoğraf ve bu pankart karşıma çıktı. Şok edici bir görüntüydü. Bu fotoğraf ve arkasındaki hikaye hakkında okumaya başladığımda günümüzde bir karşılığı olabileceğini anldım. ABD’de 19. yüzyılın ortalarında Fransızlar, Kanadalılar, İspanyollar, Meksikalılar vardı. Yani çok kültürlü bir toplum vardı. Bu dönemi hiç bu şekilde hayal etmemiştim. Önceleri Kızılderilileri düşündüğümde aklım kovboylar ve barlar (saloon) geliyordu.

Tam bir western görüntüsü… Evet. Ama The Revenant onun da öncesinden bahsediyor. Batının fethinden ve altına hücumdan önce yani. O zamanlar, bu toprakları geçen, yirmi yıl öncesinde sadece Lewis ve Clarke olmuştu. Ülkenin en büyük para kaynağı hayvan postuydu. Hayvan derisi sayesinde kıyafet, Avrupalı kadınlar için şapka üretiliyordu. Bu, o coğrafyada yaşayan erkeklerin günlük hayatlarının avcılıkla geçtiği, hayvanları öldürdükleri ve


27

toprak sahibi Kızılderililerle pazarlık ettikleri anlamına geliyor. Hiçbir kural, hiçbir yasa yoktu, kölelik serbestti ve ırkçılık çok kuvvetliydi. Avcılar, Amerikan toplumunun ortak hafızasında sınır koruyucuları, ülkenin ataları, birer kahraman olarak kaldılar. Ama aslında işin gerçeği daha farklıydı; aslında bu erkekler çok genç, fakir, okuma yazma bilmeyen ve başkaları için çalışarak şiddete başvuran insalardı. Modern kapitalizm burada doğdu. Bu insanların doğaya bu denli vahşice saldırmaları bugün farklı

bir biçimde yaşadıklarımızı anımsatıyor. Sorunuza cevap vermek gerekirse, filmi yaparken dünyada yaşananları, Paris’te ve başka şehirlerdeki saldırıları değil, bu hikayenin günümüzde olan yankısını ve güncelliğini düşündüm. The Revenant’ın, 70’lerin sinema değerlerine uyduğunu, yani büyük bir film yapmak için kendini tehlikeye atmak gerektiğini düşünebiliriz. Gerektiği taktirde dünyanın öbür ucuna gitmek, risk almak,


herşeyi kaybetmeyi göze almak ve hayatta kalabilirsek gerçek bir şaheserle geri dönmek. Coppola Apocalypse Now’la, Herzog ‘Aguirre, Tanrının Gazabı’yla, Friedkin de Sorcerer’la bunu başardılar… Siz de bu düşünceye aitsiniz sanki…

Bu gelenek aslında 70’lerden de gerisine dayanıyor: sinemanın özüne! Omuzuna bir kamera almak, dünyanın görüntülerini getirebilmek için maceraya atılmak işin özüydü. Bu filmle birlikte ben de bazı şeyleri özüne inmek, gerçekliği ortaya çıkarmak istiyordum. Çünkü gerçeklik, olabilecek tüm stüdyolardan ve efektler için kullandığımız mavi fondan daha büyük ve daha güzeldir. Peki büyük bir film yapabilmek için illa acı mı çekmek lazım? daha zor oldu. Kendimi hazırlamış olsam da, içimden kaç kere “Tanrım! Burada ne işim var?! Kendimi neye attım böyle?!” dediğimi hatırlamıyorum. Ana fikir de buydu Sizinkinden bahsetsek… zaten. Doğayla karşı karşıya kalan bir adaBen fazla şımartıldığımızı düşünüyorum. mın hikayesi. Doğa onu yaralıyor, sonra Nezle olduğumuz anda şikayet etmeye yaralarını sarmasına yardımcı oluyor, onu başlıyoruz, ya da uçakta wi-fi yoksa sinirle- koruduğu gibi öldürmeye de çalışıyor. Bu niyoruz. Bunlar patetik, acınası davranışlar. filmi yaparken karakterlerle aynı şeyi biz de Olduğumuz canlılar gibi yaşayamaz olduk. yaşadık. Onların hikayesi, yolculuğu bizim O açıdan evet, The Revenant’ın çekimleri hikayemiz oldu. ‘Method acting’ dediğibize bir sorun çıkardı. Çok az konfora sahip- miz bir şey vardır, bu da ‘Method directing’ tik. Ama ben neye atıldığımın farkındaydım. (metod yönetmenlik) oldu. Ve ne kadar zorlu olacağını biliyordum. Coppola da Apocalypse Now hakkında Herkes aynı telden çalıyordu, önemli olan da buydu zaten, kimsenin rahat bir an geçirme- aynı şeyi söylüyordu: “Vietnam hakkında sine müsaade yoktu. Sonra elbette bilginizle bir film yapmak için ormanlara girdik ve tecrübeniz arasında büyük bir uçurum ola- yavaş yavaş bu çekim kendi Vietnam’ımız biliyor… Gerçek koşullar düşündüğümden oldu” Bilmiyorum. Sanırım bu sizin sanatçı kimliğinize bağlı.

28


(gülüyor) Evet kesinlikle! Bizim durumumuz. Sanki her gün bir ayı saldırısına uğruyormuş gibiydik. Chivo’yla (Teknisyenlerin şefi - Emmanuel Lubezski) birbirimize “Bu ayı bize karşı kin besliyor. Meksikalılara karşı bir şeyi mi var acaba?” diyorduk. (gülüyor) Son söz her zaman doğanındır. Eğer hayatta kalmayı başarırsanız bu harika bir şeydir. Bir zaferdir. İnsanlar getirdiğimiz görüntüleri izleyince gözlerine inanamıyorlardı. Oysa herşey oradaydı, gözümüzün önündeydi. Sadece bu güzellikleri doğru zamanda, doğru şekilde kullanmayı bilmek lazım. Tüm filmi doğal ışıkla çekme fikri nasıl oluştu? Bu konuda bir deha varsa, o da Chivo’nun 29

dehasıdır. Herkesten birkaç gömlek yukarıda olan biri. Sadece bir sanatçı değil aynı zamanda gerçek bir büyücü. Teknisyenliğin sihirbazı. Filmde doğal ışık kullanma fikrini kısa sürede benimsedik ve takıntımız haline geldi. Tanrı’nın ortaya çıktığı, günün o sihirli anını kaçırmak istemiyorduk. Ağaçların yapraklarının konuşmaya başladığı, güneşin her kar tanesinde yansıdığı, tenimizin tüm detaylarını gördüğümüz, gök mavisinin tüm nüanslarının ortaya çıktığı, bulutların şekil değiştirdiği o sihirli an… Bir anda sanki tüm evren aydınlanıyormuş hissi doğuruyordu. Dört bir yanın güzellikle çevriliyor. Resimleri, ressamları, Caravaggio’nun tablolarını düşündük elbet. Bir kere ne istediğini ve neyi kullanacağına karar verdiğinde bu sefer çok pragmatik olunması gereken noktalar devreye giriyor.


En yakın şehre üç saatlik bir mesafede yapıyorduk çekimlerimizi. Oraya ulaşmamız, herşeyi yerleştirmemiz, saat zaten 12 oluyordu. Saat 15 gibi karanlık çöküyordu. Tüm bir ormanı nasıl aydınlatabilirsin ki? Bu imkansız bir şey. Onun için prova yapıyorduk, yeniden çalışıyorduk çünkü çok az yanılma payımız vardı. Hata yapmak yasaktı. Bu çok karmaşık ve titiz bir hazırlık gerektiriyor. Neredeyse korkutucu. Ama elimizde değildi, başka bir seçeneğimiz yoktu. Birdman’den ve Emmanuel Lubezki’yle yani Chivo’yla çalıştığınızdan beri farklı bir yönetmen oldunuz. Kendinizi bu şekilde yaratmanız düşünülmüş bir şey miydi yoksa tesadüf eseri mi oldu? Yeni şeyler mi keşfetmek istiyordunuz yoksa size bu yenilikleri getiren Chivo mu oldu?

30

mı görüyorsunuz? Görüntü dili anlamında evet. Ancak tecrübe anlamında gece ve gündüz kadar farklı. Birdman’i tek bir dekorun içerisinde, elimde sıcak bir kahveyle, konforlu bir ortamda çektim. Her sahnenin en ufak detayı hesaplanmıştı ve kontrol altındaydı. Yani orada Tanrı bendim. The Revenant’da ise yeniden ölümlü oldum ve olmam gereken yere geri indim. Bu film bir sonraki etabı temsil ediyor. Daha önce hiç yapmadığım kadar karışık ve zorlu. Daha önce dediğim gibi gerçek sinemaya bir gönderme. Diyaloglar olabildiğince az ve kendini görüntüyle anlatan bir hikaye.

The Revenant’ın anahtar sahnesi, DiCaprio’nun nefesinin ekranı buğulandırdığı sahne olsa gerek. Bir imza gibi. Bu Bunun hangi yönde gerçekleştiğini bil- sahne çekimlerden önce aklınızda mıydı? mek biraz zor. Tüm bu sürecin biraz gizemli Hayır tamamen tesadüfen oldu. Mutlu kalması da ayrıca güzel bir şey. Öncelikle, Chivo’yla tanışmamız ve çalışmamız öyle bir kaza. Hava o kadar soğuktu ki… Bunu ayak üstü olmadı. Birbirimizi neredeyse gördüğümde Chivo’ya biraz daha yaklaşmayirmi beş yıldır tanıyoruz, zamanında sını söyledim. Bu çok riskli bir şey çünkü Cannes Festivali için bir kısa metraj yapmış- o anda dördüncü duvarı yıkmış oluyor ve tık, gençken de beraber reklam filmlerinde seyirciye göz kırparak sinemada olduklarını hatırlatıyorsunuz. Bu benim çok hoşuma çalışıyorduk. gidiyor çünkü bir anda seyirciye kendi varAlfonso Cuaron (Gravity’nin yönetmeni), lığını hatırlatıyorsunuz. Kendisinin de nefes Chivo ve ben birbirimize çok yakındık. aldığını hissediyor. Nefes alma zorunluluğu, Doğal olarak Birdman’de yanımda olacak son nefesine kadar savaşma mecburiyeti, kişi oydu. Bu filmin beni kanatlandırdığı, hepimizi birbirimize bağlayan şey budur. bana özgürlük verdiği gerçek. Ancak sanatBir sonraki adımınız ne olacak? sal anlamda bunu yeni bir sayfa olarak görmüyorum, daha çok doğal bir geçiş gibi Hiçbir fikrim yok. Pestilim çıktı, kendimi düşünüyorum, nasıl yaz yerini sonbahara hiç durmadan iki maraton koşmuş gibi hisbırakıyorsa. sediyorum. The Revenant’ın çalışmalarına Birdman ve The Revenant’ı, bu iki fil- başladığımda Birdman’in mikslerini yapıminizi bir madalyonun iki yüzü olarak yorduk. Daha önce bunu hiç yapmamıştım.


Normalde iki film arasında iki üç yıl geçiyor. Ben sipariş üzerine film yapan bir yönetmen değilim. Ben yaşamayı seviyorum, Hollywood’da deli bir kariyere sahip olmak ilgimi çekmiyor. Şu anda ihtiyacım olan şey evime dönmek, dinlenmek, meditasyon yapmak, ormanda yürümek ve kendimi yeni şeylerle beslemek. Kendimle zaman geçirmek.

31

başladınız mı?

Cabron! Bunu düşünecek vaktim olmadı bile! Ödül töreninden bir gün sonra The Revenant’ın film setine geri döndüm. Bir gün öncesinde, seremoni gecesi en kötü anlardan biriydi çünkü film setimizi su basmıştı. Seremoni sırasında cep telefonuma sürekli mesaj geliyordu. Yaşananlar, gelişmeler, yaşayacağımız gecikmeler… O gece tüm Birdman’le Oscar kazandınız. Bu pres- bu mesajların bana gelmemesi gerekiyordu. tijli ödülün kariyeriniz ve yönetmen (gülüyor) Bir elimde Oscar’ım, diğerinde hayatınız üzerindeki etksini hissetmeye telefonum, aklımı kaybedecektim.


05.

Tatsuya Tanaka’nın mİnyatür takvİmİ

32

Japon sanatçı ve sanat direktörü Tatsuya Tanaka’nın Minyatür Takvim fotoğraf projesi beşinci yılında da bizi eğlendirmeye devam ediyor. Çeşitli nesneleri, yiyecekleri ve küçük oyuncakları kullanarak minyatür sahneler yaratan Tanaka, fotoğrafları takvimin bir günüyle iliştiriyor. 1000 kare barajını aşan sanatçının işlerini www.miniature-calendar. com sitesinden ve Instagram hesaplarından takip edebilirsiniz.


33


34


35


36


37


38


39


40


41


06.

‘Masa oyunları geri dönüyor

42


Kızma birader, Monopoly ve Risk gibi klasikleşmiş masa oyunlarının modasının geçtiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz! Çocukluğumuzun değişilmez oyunları yenilenmiş edisyonlarıyla geri dönüyor. Masaya oturmanın tam zamanı!

43

Neredeyse son 20 yılda tüm enerjisini dijital video oyunlarına yönelten oyun üreticileri, gözümüzün ekrana yapışık olmadığı, arkadaşlarımızla ve ailemizle iyi vakit geçirebileceğimiz oyunları tozlanmış raflardan geri indiriyor. Rol yapma oyunları (Role Playing Game), oyun kartları ve masa oyunları sadece yeniden moda olmakla kalmıyor, aynı zamanda yenilenmiş görselleriyle 1980’lerde yayınlanan atalarına taş çıkartıyor. Her geçen gün daha da dijital yaşadığımız, nesnelerin şekillerini ve değerlerini unuttuğumuz bir dönemde, aynı taş plakta olduğu gibi dokunabildiğimiz nesnelere

duyduğumuz özlem gittikçe artıyor. Bu kapsamda, dijital çağ öncesinin değişilmez bir parçası olan masa oyunları da büyük bir hızla geri dönüyor. Yeni yılın yıldızları ise hiç kuşkusuz ki efsane Risk oyununun Game of Thrones edisyonu ve Star Wars: Armada. İstanbul Alman tasarımcı Rüdiger Dorn’un yarattığı ve Pegasus Spiele’nin yayınladığı İstanbul oyunu Kapalı Çarşı’da geçiyor. Bir tüccarı canlandırdığınız oyunda asistanlarınızı Kapalı Çarşı’daki mağazalara yolluyor, baharatlar, kumaşlar ve farklı takılar topluyor ve bunları karşınıza çıkan misyonlarda diğer oyuncularla takas ederek servetinizi artırıyorsunuz. İki ila beş kişi arasında oynanan ve ortalama bir saat süren İstanbul oyununu 5 zümrüt toplayan kazanıyor. Fiyatı: 40€


Dead of Winter

44

Walking Dead dizisinin karakterlerinden esinlenen bu oyunda, sadece dondurucu kışa karşı değil aynı zamanda kötü emelli zombilere karşı savaşıyorsunuz. İlk bakışta diğer oyuncularla işbirliği yapmak ve hayatta kalabilmek için ilaç ve silah toplamak zorundasınız. Ama dikkat! Her oyuncunun bir gizli misyonu var ve ihanetin nereden geleceğini bilemezsiniz. Tek çare oylama yaparak bazı oyuncuları sürgüne yollamak. Ancak doğru oyuncuyu attığınızdan emin olun, yoksa kış sizin için iyi geçmeyebilir. Fiyatı: 54€


kartlarından ve figürinlerden oluşan Star Wars: Armada tam size göre bir oyun. Devasa Star Wars: Güç Uyanıyor’u seyrettik- uzay gemileri oyun tahtası üzerinde yol alırten sonra bir Star Destroyer kullanmanın ken, küçük ve atik silahlarla hızla düşmana ve arkadaşlarınızın X-Wing’lerini bertaraf saldırıyor. Gücün karanlık tarafına geçip geçetmenin hayalini mi kuruyorsunuz? Oyun memek sizin elinizde. Fiyatı: 89.95€ Star Wars: Armada

benimseyip harita üzerindeki yerinizi alarak Westeros’u siz fethedebilirsiniz. Masa oyunlarının efsanesi Risk, Game A n c a k g ö z ü n ü z ü n k u z e y d e n g e l e Of Thrones edisyonuyla geri dönüyor. cek telikeye karşı açık olması lazım. George R.R. Martin’in kitaplarından İsterseniz oyun tahtasınının arkasını çeviesinlenilen Risk oyununda Lannister, rip Essos’a açılabilir, Dothrakilerle ve Özgür Targeryen veya Stark ailelerinden birini Şehirler’le savaşabilirsiniz. Fiyatı: 60€ Risk: Game Of Thrones

45


Haftaya görüşürüz:)

7 // ŞUBAT ’16

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.