8 // ŞUBAT’15
//
01.
MERYL STREEP: BU YAŞTA HALA OYUNCULUK YAPMAM MUCİZE
//
02.
BULUTLARIN ÜSTÜNDEKİ DUBAİ
//
03.
BÜYÜK USTA DA VINCI’NİN İZİNDEN //
04.
BILLY CORGAN: ROCK’N ROLL’A HALA İNANIYORUM
05.
// ÇOCUKLAR KANTİNLERDE NE YİYORLAR? //
Editör: Cem GELGÜN
06.
SUNİ ET SOFRALARIMIZA GİRMEYE HAZIRLANIYOR
01.
Meryl Streep: Bu yaĹ&#x;ta hala burada olmam bir mucize
6
Meryl Streep günümüz aktrisleri arasında belki de en büyüğü. Üç Oscar’a ve 100’ün üzerinde ödüle sahip olan oyuncu, 2015’e bir cadıyı canlandırdığı Disney yapımı bir filmle giriyor. Türkiye’de ‘Sihirli Orman’ adıyla 20 Şubat’ta vizyona girecek ‘Into the Woods’da Meryl Streep’e Johnny Depp, Emily Blunt ve Anna Kendrick gibi isimler eşlik ediyor. Yaşı itibariyle cadı rollerini kabul etmeye başladığını keyifle anlatan ünlü aktris, kadınların toplum içindeki rollerinden bahsetmeyi de ihmal etmiyor. Streep, Première dergisinin sorularını yanıtladı.
Kırk yaş sınırını geçtikten sonra bu teklifi üç kez aldım. Hollywood’un bana artık bu gözle baktığını anladım ve bir anda geleceğimin kabusu andıran gerçeğiyle yüzleştim. Bana bunu teklif etmeleri bile beni delirtiyordu! Kendi kedime “Bu ne cüret! Baby Jane tarzı (Bette Davis tarafından canlandırılan Baby Jane rolü) rollere geçmeye hazır değilim” diyordum. Onun için de gereken fiziğe sahip olana kadar bekledim! (Gülüyor)
Geçmişte cadı rollerini birçok kez geri çevirdiniz. Bu sefer fikrinizi değiştiren ne oldu?
Dünya değişiyor… yavaş yavaş. Ama kadınlar hala eş rolleriyle, çocuk yapma kabiliyetleriyle ya da fiziksel çekicilikleriyle ele alınıyorlar.
65 yaşında yeni bir sayfa açtığınızı düşünüyor musunuz?
istediğim kişiyi canlandırabilirdim. Sonra filmlerde oynamaya başlayınca, ekrana yansıtılan görüntümün, imajımın silinemez olduğunu gördüm. Bu algıyı yıkmak için çok çaba sarf ettim çünkü uzun sarı saçlı kız kategorisine girmek istemiyordum. Her zaman fiziğimle oynamayı, çözmesi gereken sorunları olan, ters ve kaba karakterleri canlandırmayı sevdim. Aynı “Ölüm kadına yakışır”da olduğu gibi. Görünüş kültüne ironiyle yaklaşan, harika bir film. Ve bugün Hollywood’da tam da bu yaşanıyor. Yeniden şarkı söyleyebildiğiniz için mutlu muydunuz? Şarkı söylemeye bayılıyorum. Evde şarkı söylememe imkan tanımayan dört çocuk büyüttüm, onun için de uzun bir süre ara vermek zorunda kaldım. “The Last Show” ve “Mamma Mia!” gibi gösterilerde söyledim ama hiçbir zaman Stephen Sondheim’ın gerektirdiği seviyeye çıkamadım. Bu çok ciddi bir çalışma ve hazırlık gerektirdi. Daha sonra rock şarkılar söylediğim “Rick and the Ondan sonra ise görünmez oluyorlar. Bu yaşta Flash”da oynadım ve en kısa sürede, 20. yüzhala filmlerde oynuyor olmam aslında bir yılın başlarında yaşamış ama son derece yanlış mucize. American Film Institute’ün yayınla- söylediği için gülünç olan şarkıcı Florence dığı yılın en iyi on filmi listesinde yer alan dört Foster Jenkins’i canlandırmak için Stephen filmin jeneriğinde tek bir kadın yok. Oysa Frears’la bir araya gelmeyi umuyorum. dünyada kaç kadın var? Bu anlatılacak çok hayat olduğunu gösteriyor! Seyirci için sınırlı olmayan tecrübeleri paylaşmak önemli bir şey. Ama iktidarı olan erkekler sadece kendilerine hitap eden filmlere yeşil ışık yakıyorlar ve başrol olarak bir kadını görmekte zorlanıyorlar. Oyundaki karakteriniz eski güzelliğini bulmaya çalışıyor. Bu istek sizi ilgilendiren bir şey mi? 7
Aslında değil. Tiyatroya başladığımda
02.
Bulutların üzerİndekİ Dubai
8
2000’li yılların başından itibaren önlenemez bir hızla gelişen Dubai’nin çehresi de farklı bir kimliğe büründü. Mimarinin ve teknolojinin bir araya geldiği gökdelenler birer birer göğe uzanırken, yerden yüzlerce metre yukarıda bambaşka bir manzara oluşmaya başladı. Birleşik Arap Emirlikleri’nde bulunan Alman fotoğrafçı Sebastian Opitz, Princess Tower’ın tepesine çıkarak bulutların üzerindeki Dubai’nin nefes kesen fotoğraflarını çekti.
9
10
11
12
13
03.
Büyük usta Da Vinci’nİn İzİnden
14
15
Rönesans’ın en önemli sanatçılarından Leonardo Da Vinci’nin hayatının son üç yılını geçirdiği Fransa’ya yaptığı yolculuğun 500. yılında ustanın izinden giden gazeteci yazar Gonzague Saint Bris, Alpleri at sırtında geçerek Floransa’dan Loire nehri kıyısındaki Clos-Lucé şatosuna ulaştı.
önemlisi, Fransa Kralı’na hediye edeceği Mona Lisa’ydı. Leonardo Da Vinci’nin bundan 500 yıl önce yaptığı yolculuk, sadece büyük ustanın değil, bugün Paris’teki Louvre müzesinde sergilenen Mona Lisa’nın da yolculuğu oldu.
Da Vinci, Fransa Kralı I. François’nın daveti üzerine Floransa’daki evinden çıkıp yollara düştüğünde, 63 yaşında, sanatının zirvesinde ama zayıf düşmüş bir ustaydı. İtalya’nın Aost vadisinden geçerek Fransa Alpleri’ne yapılan yolculuk ressamın görüşünü sonsuza dek değiştirdi. Avrupa’nın zirvesinden geçerken karşılaştığı mazaralar, sıra dağlar, karla kaplı zirveler, göz kamaştırıcı şelaler ve doğa örtüsünü Da Vinci tablolarının arka fonu olarak kullanmaya başladı. Mont-Blanc’ın eteklerinde Saint Gervais kasabasında konakladığı sırada krokiler ve eskizler çizen Da Vinci, yanına aldığı tablolar üzerinde çalıştı. Bunlardan biri, belki de en
Çocukluğunu, Da Vinci’nin son nefesini verdiği Clos-Lucé şatosunda geçiren Gonzague Saint Bris’nin ünlü ressamla özel bir ilişkisi var. Küçüklüğünde Floransalı ressamın hikayelerini dinlediğini söyleyen Saint Bris, 13. yaş gününde babasının kendisini yanına çağırdığını ve “Bugün, Romalılar ve Fransa Kralları için yetişkinlik yaşı olan 13 yaşına bastın. Bu gece Leonardo’nun odasında, onun yatağında uyumana izin veriyorum. Sana gelecek adına güzel fikirler verecektir” dediğini anlatıyor. Geceyi düşler diyarında geçirdiğini anımsayan Saint Bris, rüyasında Da Vinci’yi yolculuğu boyunca ‘Mona Lisa’yı çizerken ve İtalya’dan
Da Vinci’nin odasında bir gece
16
ayrılırken mavi olan fon üzerinde değişiklikler yaparken gördüğünü anlatıyor. Bu mavi fonu, Madrid’deki Prado müzesinde sergilenen ve Leonardo’nun öğrencilerinden birinin yaptığına inanılan Mona Lisa’nın bir kopyasında görmek mümkün. Gonzangue Saint Bris, yolculuğun 500. yılında çocukluk hayalini gerçekleştirerek, Floransa’dan Clos-Lucé’ye uzanan yolu, at sırtında ve o günün koşullarıyla bir daha kat etti.
İtalya’nın gözkamaştırıcı Toscana bölgesinden yola çıkan Saint Bris, ormanlarıyla ünlü Aost vadisinden geçip, Roma zamanında bir ticaret yolu olan Notre-Dame de la Gorge geçidini tırmanarak Fransız Alpleri’ne ulaştı. MontBlanc’ın eteklerindeki Saint Gervais kasabasında birkaç gün geçirdikten sonra nefes kesen manzarasıyla tanınan ve usta ressamın da bir süre konakladığı Semnoz’da kalan Gonzague Saint
Bris daha sonra nehir yataklarını takip ederek, Fransa Kralı I. François’nın ressama tahsis ettiği, Leonardo Da Vinci’nin son durağı Clos-Lucé’ye ulaştı. Gerisi ise tarih kitaplarında saklı. Da Vinci’den Fransa’ya büyük miras
17
Büyük ustanın Fransa’ya yerleşmesiyle birlikte kraliyet altın çağına girerken, sanatçılığı kadar,
mühendisliği ve tasarladığı araçlarla tanınan Da Vinci sarayda geçirdiği üç yılda geriye sayısız eser bıraktı. Da Vinci Fransa’da uzun zamandır aradığı ama bulamadığı huzuru ve çalışma ortamını buldu. Kral I. François, sanatçıya eserlerini tamamlaması için tüm imkanları tanırken, kendisinden olabilecek en göz kamaştırıcı şatoyu çizmesini ve Romorantin’e yerleştirilmesi düşünülen kraliyet başkentini tasarlamasını istedi. Bugün projeden geriye kalan ve Da Vinci’nin çizgilerini taşıyan eskiz defterinde, kraliyet sarayının çevresinde Venedik’i andıran kanallar, bentler, köşkler ve yerleşimler görmek mümkün. Saray ise tam bir mühendislik harikası. Kendiliğinden açılan kapılar, odalar arasında telefon hattı ve çağının bir hayli ilerisinde sayısız mekanik alet. Leonardo Da Vinci’nin, Fransa’ya ayak bastıktan dört yıl sonra 67 yaşında ölümü, ‘çılgın’ projelerin rafa kalkmasına neden olsa da ustadan geriye, sayısız belge, krokilerinden esinlenilen Chambord Şatosu ve Louvre’da sergilenen ‘John The Baptist’, ‘Santa Anna Metterza’ ve ‘Mona Lisa’ şaheserleri kaldı.
04.
BIlly Corgan: Rock’n’roll’u biri çaldı!
18
90’lı yıllara damga vuran rock grubu Smashing Pumpkins, ipleri eline alan Billy Corgan önderliğinde, 2009’da Teagarden By Kaleidyscope’la başlayan üçlemenin ikinci perdesi Monuments to an Elegy’yi piyasaya sürüyor. Geçmişin karanlık güçlerinden uzak, pozitif bir enerjiye sahip bu albümü 2015 içerisinde Day for Night takip edecek. Hayranlar ve eleştirmenler tarafından, geçmişte yaptıkları müziği yapmamakla suçlanan Smashing Pumkins’in lideri Billy Corgan, hayatındaki değişiklikleri, bugünkü ruh halini, müziğe ve gruba bakışını Rolling Stone dergisine anlattı. ‘Monuments to an Elegy’ bugüne kadar yaptığınız albümler arasında, en az karanlık olanlarından. Albümü hangi ruh hali içinde yazdınız? Bir albüm yapmak benim için genel anlamda bir başkaldırıyı ifade ediyor. Ama bu sefer ilhama daha çok yer verip, kendimi sanatsal konseptten, bir albüm yapma stresinden uzak tutmaya çalıştım. ‘Monuments to an Elegy’ geçmişe, bir zamanlar yaşanmış hislere bir elveda. Geçmişin tutkularından geriye sadece eserler ve yapıtlar kaldı. Bu sene annemi kaybettim ve bu olay evvelden beri yanımda taşıdığım yaşanmışlıklardan kurtulabilmem için beni yeterince sarstı. İçimdeki kızgınlık beni terk etmedi ama değişikliklere daha olumlu yaklaşıyorum. Ne gibi değişiklikler? Konserlerde selfieler çeken ve “Bana bakın! Bana bakın!” diyen gençleri anlayamıyorum. Onlar da bana büyük gözlerle bakıyor: “90’lardaki adam siz misiniz?” Evet bendim. Ama bugün herşey daha farklı. O zamanlar kimse konserlere ya da festivallere kendi fotoğraflarını çekmek için gitmezdi, bilmem anlatabiliyor muyum? 19
Böyle bir durumda özelliğinizi nasıl kabul
ettirebiliyorsunuz? Sorun da burada… Müzik dünyasında herkes ilgi çekmeye çalışıyor. Maalesef bu endüstri yeni bir şey yapma isteğini anlayamıyor. Spontane olabilmesi için çevrenizde söylenenleri dinlememeniz lazım. Bu albümde gitar bölümlerini sadece gerektiğinde kuvvetli çaldım, herşeyden önce içgüdüyle hareket ettim. İnanmıyorsanız, rock’n’roll yapmamalısınız. Aklıma çoğu zaman Joy Division’un New Order’a geçişi, melankolik gitarların olduğu bir müzikten, sintizayzırlarla dolu bir müziğe geçişleri gelir. Kendileri bu soruyu yönelttiğimde bana “O zamanlar bizim için en çok heyecan verici olduğuna inandığımız şeyi yaptık” demişlerdi. Sizin için rock’n’roll bugün hangi aşamada?
20
Biri çaldı! Kim bilmiyorum ama biri tarafından çalındı! (gülüyor) Rock müziği sert duruşla, deri ceket imajı ya da ağır gitar sounduyla karıştırmamak lazım. Yaratılışından beri bir gölge, kan veya karanlık rock’ı hiçbir süs olmaksızın kendine çekiyor. Led Zeppelin’in şarkıları tüylerinizin ürpermesine sebep oluyor ama aynı şekilde Jack White’ın “Seven Nation Army” şarkısı da öyle. İkisi arasında hiçbir bağ olmasa da neredeyse cinsel bir çekime varan bir hissiyat var.
Son yıllarda geçmişte yaptığınız rock müziği yapmamakla eleştiriliyorsunuz. Buna cevabınız nedir? Bir sanatçı olarak rolümün karmaşa yaratmak olduğunu anlamam zaman aldı. Aynı şekilde eleştirilerin hiçbir zaman kişisel olmadığını anlamam da. Böyle zamanlarda Andy Warhol’a bakıyorum. İnsanların reaksiyonlarının herşeyden önce kendilerini ilgilendirdiğini anlamış çok önemli bir sanatçıydı ve Warhol herkes daha uzun süre var olmayı başardı… Gelen eleştirilere karşı sakin kalmak lazım. Özellikle de insanların herşeyi bildiklerini düşündüğü Amerika Birleşik Devletleri’nde. Çoğu zaman reaksiyonları tamamen orantısız ve fkirden ziyade sanatçıya saldırıyorlar. En kötüsü ise hipster’lar: ilk önce agresifleşen onlar! Zaman geçtikçe konu hakkında daha bir filozof görünüyorsunuz. Bir sanat akımını, sanat eserini, onun etkisini, içeriğini anlayabilmek için altmış yıl gerektiği söylenir. Onun için benim müzik dünyasında bir iz bırakıp bırakmayacağımı söylemek için daha çok erken. Bu sene Adore’un yeni baskısı çok iyi karşılandı ve insanlar çok iyi bir albüm olduğunu söylediler falan filan. Bu tabii ki hoşuma
gitti ama bunun albümün, özellikle de zor geçen, gerçek çıkış tarihinde (1998) söylenmesini tercih ederdim. Müzik sizin için, daha öncede söylediğiniz gibi bir kaçış yolu mu? Evet! Orta sınıf bir Amerikan ailesinde büyüdüm ve durum oldukça kötüydü. İş, iş ve tekrar iş, ağlayan çocuklar, bağırış çağırış. Bu kısır döngüden uzaklaşmam; kendimi kurtarmam lazımdı. Annemin bu kadar hassas olduğu bir dönemde babam ve üvey annemle yaşamak zordu. Müzik dinlediğim zaman başka bir gezegene seyahat ediyordum. Durduğu zaman ise acımasız gerçeklerle yüzleşmem gerekiyordu. Bugün stüdyoya girmek ya da sahnede konser veriyor olmak beni hayatın zorluklarından uzaklaştırıyor. Smashing Pumpkins’in tanınmasını sağlayan 90’lı yılları unutabilir misiniz? Daha geçenlerde bana Kurt Cobain’den ve 90’ların büyüsünden bahseden, 25 yaşındaki bir gazeteciyle röportaj yaptım. Tüm bu söylediklerini nasıl söyleyebilir, nasıl anlayabilir ki? Günümüz gençleri videolar seyrediyor ya da zamanın kıyafetlerini tekrar giyiyor ama unutmamak lazım ki bil-mi-yor-lar. Nevermind piyasaya çıktığı ve kulüplere Nirvana’yı seyretmeye gittiğimiz zaman bir şey yaşandığı, önemli bir şeye tanıklık ettiğimizi biliyorduk ama ne olduğunu bilmiyorduk. Bunu içimizde hissediyorduk. Joey Ramone ve deri ceketi, Patti Smith ve t-shirt’ü, onları bildiğimizi düşünüyoruz ama aslında bilmiyoruz. Çünkü orada değildik, onu yaşamadık… Orda bulunduysak da, sadece unuttuk! Bugün yaratılan efsaneyle yaşamak zorundayız.
21
Evet kesinlikle. Şu sıralar Flaubert’in ‘Trois Contes’ kitabını okuyorum. Madame de Bovary’yi yazdığı zaman herkes onunlar dalga geçmişti ve bir sürü eleştiriyle başa çıkmak zorunda kalmıştı. Onu ‘Trois Contes’ (Üç Hikaye) kitabını yazmaya iten bu oldu. Üç hikaye kitabı büyük bir başarıya ulaşsa da Flaubert yorgun düşmüştü, bütün bu süreç onun enerjisini alıp götürmüştü. ‘Teagarden by Kaleidyscope’ albümünden beri, bütün dünyayla boğuşmadan kendim olmamı sağlayan bu denklemi çözdüğüme inanıyorum. En önemlisi de vücudum, yaralarım var ve tek başlarına gitmiyorlar. Yeter dediğim bir noktaya gelmiştim! Bundan dolayı mı Los Angeles’tan Chicago’ya taşındınız? Evet, efsanelerin şehri Los Angeles’ta çok uzun süre yaşadığımı düşünüyorum. Orada eğlenebiliriz ama kendini kaybetmek oldukça kolaydır… Chateau Marmont oteline bakın mesela: ünlü ve güzel insanlar, müzisyenler, mankenler, herkes oradadır ve herşey harika görünür, neredeyse gerçek dışı. Ama yolunda gitmeyen, sağlıklı görünmeyen bir şey vardır. Eve geri dönmek benim için huzuru bulmaktır, daha ciddi olmak, çalışmak, yaralarımı sarmak ve bir çocuk olmayı bırakmaktır. Kısacası büyümektir. Bugün nasılsınız?
Aşağı yukarı iyi olduğumu düşünüyorum. Yaşadıklarıma rağmen sağ kalabildiğimi düşünüyorum. Dondurucu soğuğa göğüs gerdiğim bir yürüyüşten çıkıyor gibiyim, şimdi sıcağı ve huzuru buluyorum… Sonunda! Artık bağırmayacağım. Bitti. Bu bir yenilgi değil, sadece çevirdiğim bir sayfa. Rock’n’roll’a hala inanıyo‘Monuments to an Elegy’ albümü bir sayfayı rum. Ama yaşlanan her insan gibi sadece sevdiğim çevirmeniz ve ileri doğru adım atmanız bakı- insanlarla zaman geçirmek, kedi ve köpeklerimle mından yararlı oldu mu? ilgilenmek… huzurlu olmak istiyorum.
22
23
05. Sağlıklı beslenmeye ne dersin?
24
Daha önce bu sayfalarda dünyanın dört bir yanından gelen çocukların evlerindeki kahvaltı sofralarına yer vermiştik. Sağlıklı beslenme için mücadele eden ‘Sweetgreen’ kuruluşu, ülkelere ve kültürlere göre beslenme alışkanlıklarını karşılaştırmamızı sağlayan bu seriden sonra şimdi de çocukların okul kantinlerinde önlerine konulan yemek tepsilerine yer veriyor. Sağlık kuruluşlarının bakanlıklara yaptığı baskılar sonucunda son yıllarda okullarda dağıtılan yemekler bir hayli değişti. Çocukların aldıkları besin oranları özenle kontrol edilirken, aşırı kilo riski de önlenmiş oluyor. İşte dünyanın dört bir yanından gelen çocukların kantin yemekleri.
25
26
27
28
29
05. Suni et sofralar覺m覺za girmeye haz覺rlan覺yor
30
31
Sonunda bu da oldu! Biliminsanları laboratuar ortamında üretilen ilk kırmızı eti yarattı! ‘Frankenburger’ adını verdikleri ve sığır etinin kök hücrelerinden elde edilen kırmızı et, çok yakın bir gelecekte 10 milyarı bulacak dünya nüfusunun yiyecek sıkıntısına çare olabilir. Araştırmaların başında bulunan Mark Post laboratuar etini yedi yıl içinde süpermarketlerde görebileceğimizi söylerken, halen test aşamasında olan ‘Frankenburger’ın insanoğluna faydasının sadece insanların karnını doyurmakla sınırlı kalmayacağını ifade ediyor. 2050 yılında 10 milyarı bulacak dünya nüfusunun et ihtiyacı da yüzde 73 oranında artacak. Uluslararası kamuoyunun inatla gözlerini kapadığı, araştırmacıların ise üzerine basa basa ifade ettiği gibi ne gezegenimizin ne de endüstriyel hayvancılığın böyle bir yükü kaldırma imkanı var. Bugün dünyada her yıl 60 milyar çiftlik hayvanı, süpermarket ve kasaplarda satılmak için mezbahaların kapısından geçiyor. 280 milyar kiloluk bir üretime denk gelen bu rakamın, dünya nüfusunun ihtiyacı oranında artması çevresel felaketleri de beraberinde getirecek. Üretimi karşılamak için gereken su ihtiyacı katlanırken (bugün 1kg et için 15 ton su gerekiyor), atmosfere salınan karbondioksit de aynı oranda artacak. Mark Post, laboratuarda üretilecek etin gelecekte insanların yiyecek ihtiyacını karşıladığı gibi gezegenimizi de rahatlatacağına inanıyor. Gerçek bir et kadar besleyici
32
Mark Post, büyükbaş hayvanın kas yapısından alınan kök hücrelerin laboratuar ortamında çoğaltılması, beslenmesi ve kas dokusuna dönüşmesiyle elde edilen etin, ileride fabrikalar tarafından üretilebileceğini söylüyor. Bilimsel araştırmaların dışında, saygın gastronomlarla çalıştıklarını belirten Post, etin lezzetinin ve kıvamının aynı
olduğunu, ancak düşük yağ oranı nedeniyle bazı insanlara daha kuru gelebileceğini ifade ediyor. Kasın ürettiği protein sayesinde besin değerlerinin normale yakın olacağı suni et, hayvanın çevresinden edindiği vitaminlerle güçlendirilecek. İnsan sağlığına etkisi konusunda, risklerin eşit olduğunu söyleyen Mark Post, kırmızı et tüketiminin her zaman kontrol altında tutulması gerektiğini belirtiyor. Kendisine laboratuar etinin sanayide ve kamuoyunda yaratacağı etkiler sorulduğunda ise politik, ekonomik, hatta ideolojik tepkilerle
karşılaşmayı beklediklerini anlatan Post, dünya kamuoyunu gerçeklerle yüzleşmeye çağırıyor.
33
Birçok soruna çözüm olacak laboratuar etinin ileride tavuk ve balık etinde de denenebileceğini söyleyen Mark Post, büyükbaş hayvanları yarattıkları hava kirliliği ve besin zincirindeki etkisiz rolleri nedeniyle seçtiklerini açıklıyor. Geleceğin besini laboratuar eti şimdiden projeye büyük bir destek veren, Google’un kurucularından Sergey Brin’i ikna etmiş bile.
Haftaya görüşürüz:)
8 // ŞUBAT ’15
zete