9 // AĞUSTOS ’15
//
01.
HOLLYWOOD’UN YIKAMADIĞI AKTÖR: JAKE GYLLENHAAL //
02.
//
03.
HAYVANLAR İÇİN HAYAL DÜNYASI
GÖÇEBE 2.0: DÜNYAYI OFİS OLARAK KULLANMAK //
//
04.
CHRISTOPHER MCQUARRIE’DEN TOM CRUISE PORTRESİ
05.
DÜNYAYI BİR KUŞUN GÖZLERİNDEN GÖRMEK… //
06.
SAHRA ÇÖLÜNDE ‘DİJİTAL DETOKS’
Editör: Cem GELGÜN
01.
Hollywood’un yıkamadığı aktör, Jake Gyllenhaal
4
Donnie Darko ve özellikle de Brokeback Mountain’la kariyerine çok iyi bir başlangıç yapan Jake Gyllenhaal, sonrasında, belki de Hollywood’un tuzaklarına düşerek inişli çıkışlı bir grafik çizdi. Son yıllarda toparlanan ve kariyerini ele alan Gyllenhaal, fiziksel olarak inanılmaz bir değişim geçirdiği ve cuma günü vizyona giren ’Southpaw’ - Son Şans’ta karısını bir kazada kaybettikten sonra yeniden ayağa kalkmaya çalışan bir
boksörü canlandırıyor. Zorlu rol için, boks öğrenen ve darbe almaktan kaçınmayan Gyllenhall, Première dergisinin sorularını yanıtladı. Bütün aktörler bir gün bir boksörü canlandırmanın hayalini kurarlar mı? Boks beni hiçbir zaman özel olarak ilgilendiren bir spor olmadı ve hiçbir zaman da yapmadım.
özdeşleştiriyor musunuz? Evet çünkü kariyerimin başında kolay para ve şöhretin bana getirdikleri beni çekiyordu. Hollywood’un sizi kendine çeken o karanlık yüzü ve başarının getirdiği hayat tarafından baştan çıkarıldım. Ancak bunları yaşamadan da bazı şeylerin farkına varmak zor olabiliyor. Her gün ruhumun bir parçasının kemirildiğini hissediyordum ve öfkeliydim. Gerçekten kim olduğumu anlamaya çalıştım. Benliğimin karanlık yüzüyle yüzleşebileceğim fırsatlar aramaya başladım. Ve ne keşfettiniz? Herkes gibi olduğumu! Bazen gurur duymayacağım şeyler yapıyorum ve her zaman kendimle dürüst değilim… İnsanlar, insanoğlunun ‘iyi’ tarafta olanlar ve ‘kötü’ tarafta olanlar diye ikiye ayrıldığını düşünür. Ama aslında iyilik ve kötülük herkesin içinde vardır. Bu beni bir bakıma rahatlattı. Dövüş sahnelerinde dublör kullanmamak mazoşist bir yaklaşım değil mi?
Ama burada hikaye, içindeki tüm hırsı ve öfkeyi başarmak için kullanan ve sonrasında içten içe kemirilmeye başlayıp kendi tuzağına düşen bir adamdan bahsediyor. Değişmek ya da böyle devam etmek arasında bir seçim yapması gerekiyor.
5
Kendinizi, canlandırdığınız karakterin hayatını kurtaran bu azimle, bu değişimle
Bir aktörün görevi karşı tarafta hisler uyandırmak, empati doğurmak ve hikayeyi inanılır kılmaktır. Kendini korumak için aşılmaması gereken bir güvenlik ve sorumluluk çizgisi var ama aktörlük yüzde 100’ünüzü vermeniz gereken bir sanat! Ben de dört ay boyunca, haftanın yedi günü günde altı saat deliler gibi çalıştım. Vücudunuza darbe almanın ne olduğunu bilmeden, yönetmenin sizden istediği boksörlük rolünü oynayamazsınız! Oynadığınız filmlerde fiziksel olarak da herşeyinizi veriyorsunuz. Bundan hiç pişmanlık duymadınız mı? Evet ve hayır çünkü yapay bir gerçeklik hissine
6
kapılabilirsiniz. Ben zaten kendimi bir aktörden ziyade hikaye anlatan biri olarak görüyorum. Yönetmenin anlatmak istediği hikayeyi en ince detaylarıyla anlamak ve kendimi ona adamak istiyorum.
Ben şok etmenin eğitimsel değerlerine inanan biri değilim. Sonradan utanç duyacağım şeyler yapmam. Sağlam temeller üzerine inşa edilen, paylaştığım ve hayatımda savunabileceğim değerlere sahip projelere atılmaya ihtiyacım var.
Canlandırdığınız roller çoğunlukla güncel karakterler oluyor. İçinde yaşadığımız dünyaya tanıklık etmek sizin için önemli mi?
Aktörlüğe 11 yaşında başladınız. Peki ne zaman bunun sizin kariyeriniz olacağına karar verdiniz?
Oldukça politik bir bilincim var ve yer aldığım filmlerin polemik yaratması hoşuma gidiyor. Bu bana cesaret veriyor çünkü katıldığım projeler çoğu zaman absürt nedenlerden dolayı sekteye uğruyor.
İlk başlarda sadece bir iş sahibi olmaya çalışıyordum. En ufak bir rol elde ettiğimde bile mutlu oluyordum. Sonrasında takip eden yıllarda benimle ilgilenen insanların tavsiyelerini usluca dinledim. Ama beş yıl önce Duncan Jones’un “Source Code” için yazdığı senaryoyu okuduğumda “Bu harika!” diye düşündüm. İlk defa
Ahlaki sınırlarınız var mı?
takip etmeye başladığı zaman beni uyaran bir barometre var. Bazen, sübjektif olarak harika bir iş yaptığımızı ve harika bir şey yaşadığımızı düşünebiliriz oysa tamam yanılıyoruzdur. Ben bir iş yaparken gerçekçilik hissini yaratmaya ve bunu hissetmeye ihtiyaç duyarım. Elbette bu hiçbir zaman fiziksel şiddet boyutuna ulaşmaz! Her zaman nazik kalarak da kararlı bir şekilde gerçeklerin söylenmesini talep edebiliriz. Kendinizi ciddiye aldığınız oluyor mu? Kendimi her zaman dürüst ve yalancı alçak gönüllülüğün sınırında hissediyorum. Yaptığım iş bunu gerektiriyor. Dünyada aktörlükten çok daha önemli ve çok daha değerli meslekler olduğunun farkındayım. Ve aktörlük mesleğinin bazen absürt yanlarının olabildiğinin de. Ama onu en iyi şekilde yapabilmek için, onu ciddiye almak zorundayım. Kendime koştuğum disiplin hayatımdaki denge için gerekli hale geldi. Ayrıca bir role ya da bir tiyatro oyununa hazırlanırken sarf ettiğim çabanın getirdiği mutluluğu hiçbir zaman inkar edemem. bana gerçek anlamda güvenen bir yönetmenle çalışmanın mutluluğunu yaşadım. O günden sonra kariyerim farklı bir yol çizmeye başladı. Seçme imkanım olduğundan beri, sadece beni ilgilendiren projelere yöneliyorum. Bundan hiçbir zaman geri adım atmam.
Sizinle “Prisoners” filminde çalışan Denis Villeneuve’e göre film setinde aynı fikirde olmadığınız insanlarla yüzleşmekten korkuyorsunuz…
7
(gülüyor) Doğru! İçimde, bağlantı iyi kurulmadığı zaman, her iki taraf da yüzde 100’ünü vermediği ya da farkında olmadan yanlış bir yol
Alkışlanmayı seviyor musunuz? Sahnedeyken diğer oyuncularla olduğum kadar izleyiciyle de beraberim. Performansları canlı kılan da budur. Bu mutluluk gösterisi elbette ki hoşuma gidiyor ama bazen sessizliğin de aynı derecede değerli olduğunu düşünüyorum. İzleyiciyle daha yakın ve sarsıcı bir ilişki kurmanızı sağlıyor. Neden doğup büyüdüğünüz Los Angeles’ı terk edip New York’a yerleştiniz? Kendimi sanat ve ticaret arasında daha sağlıklı bir ortamda geliştirebilmek için. New York’da sadece sinema sektörü yok, New York’da herşey mevcut, bu sayede mesleğimi yeniden keşfettim.
Kendimi dünyanın geri kalanına ve özellikle de Avrupa’ya daha açık hissetmeyi seviyorum. Konu açılmışken, Cannes Film Festivali’nde jüri üyeliğinizi nasıl yaşadınız? Fransızların sanata ve sinema tarihine, o merdivenleri çıkan sanatçılara duydukları saygı karşısında çok etkilendim. ABD’de sinemaya bu denli önem vermiyoruz, hızlıca bir projeden bir diğerine atlıyoruz çünkü Hollywood çok büyük bir makine. Fransa’da bunun bu denli önemli olmadığını anlıyorsunuz. Sanatsal bir çevrede büyüdünüz. Yemekte neler konuşurdunuz? Sıkça Kubrick’in filmlerinden konuşurduk. Babam (yönetmen Stephen Gyllenhaal) Fellini’nin “La Strada” filmini gördükten sonra yönetmen olmak istemiş. Annemin kanına giren ise (senarist Naomi Foner) Truffaut’nun “Jules ve Jim” filmi olmuş. Bu iki filmin bende ayrı bir yeri vardır. Ama tabii ki her Amerikalı gibi Spielberg ve George Lucas’la büyüdüm… Aileniz size iyi tavsiyelerde bulunuyor mu?
8
Birbirinden çok farklı bir sanatçı grubu oluşturuyoruz. Yakın bir zamanda kardeşim Broadway’de ‘Hamlet’ rolünü canlandırıyordu ve aktörlük mesleği hakkında konuştuk. Ben “Constellations” için provalar yaparken, “The Real Thing” ile sahnede olan kız kardeşim ise kendisine bir yığın soru soruyordu. Bir araya geldik ve uzunca dertleştik çünkü yapım aşamasında yaşanabilecek kaygıları, sorgulamaları çok iyi biliyorum. Aslında hepimiz aynı şeyi ararız: göz önünde olmayı. Bir aktör olarak değil ama bir insan olarak. Var olmayı ve diğerlerinin bizim varlığımızı tanımasını isteriz.
9
02. Hayvanlar için hayal dünyası
10
Polonyalı görsel sanatçısı ve fotoğrafçı Tomasz Zaczeniuk, hayvanlar için sürreel bir dünya tasarlamış. Hayvanların ve çevrenin korunduğu ekolojik bir dünyada yaşamak istediğini belirten sanatçı çektiği fotoğraflarla bilgisayar üzerinde oynayarak göz kamaştırıcı eserler yaratmış… Kedilerin, fillerin, balıkların, gergedanların, kuşların, maymunların, aslanların, kısacası insanların değil hayvanların egemen olduğu bir hayal dünyası.
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
03.
Göçebe 2.0: Dünyayı ofis olarak kullanmak
Beyan ettikleri tek adres, mail adresleri. Ofisleri Bali’de bir plaj, Sydney’de bir park ya da Hawaii’de bir hindistan cevizi ağacının dibi. Özel eşyaları ise bir dizüstü bilgisayar, bir telefon ya da tablet ve birkaç kıyafetten ibaret. Okumak, müzik dinlemek, film seyretmek, yakınlarıyla irtibata geçmek… ve çalışmak için yeter de artar. ‘Göçebe 2.0’ konseptini hayata geçiren yeni nesil serbest meslekçiler
bir yandan çalışarak para kazanıyor, bir yandan da dünyayı dolaşıyorlar. Tek kriterleri ise sağlam bir internet bağlantısı. Onlar girişimci, yazılımcı, grup yöneticisi, danışman, grafiker, yazar ya da çevirmen, bazen de hepsinden azar azar. Bazıları uzaktan Silicon Vadisi’ndeki büyük şirketler için çalışarak hayatlarını çok iyi kazanıyorlar, bazıları
İngiltere, Fransa veya Almanya gibi ülkelerden ayrılmayı tercih eden gençler, kazandıkları parayla dünyanın öteki ucuna seyahat ederek hem bunaltıcı olabilecek rutini kırıyorlar hem de yeni yerler görmüş oluyorlar. Konu hakkında bir çok internet sitesi ve telefon uygulaması hazırlayan, konseptin yaratıcılarından 29 yaşındaki Hollandalı Pieter Levels, nesnelerin dijitale dönüştüğü bir dünyada sahip olduğumuz herşeyin ‘cloud’ üzerinde tutulabildiğini ve onlara dilediğimiz yerden ulaşabildiğimizi söyleyerek “Peki bunu neden yaşaması ucuz ve bir o kadar zevkli bir yerden yapmayalım?” diyor. Bugün yeni nesil göçebeler Endonezya’nın cennet mekanı Bali’nin bir plajını, güneş, deniz, eğlence ve medeniyeti bir araya getiren Sydney’in bir parkını, Pasifik Okyanusu’nun ortasındaki Hawaii’de bir hindistan cevizi ağacının dibini kendilerine ofis olarak seçebiliyorlar. Levels’a göre 2.0 göçebeler, Skype, Whatsapp gibi uygulamalarla, sosyal ağlarla, paylaşım siteleriyle aynı dönemde ortaya çıktı ve bugün sayıları 50.000’i geçiyor. Nomadlist.com’dan yaşayacağınız yeri seçin Bir çalışma mekanı bulmak için copass.org, bir iş bulmak için upwork.com, bir sonraki durağınızı belirlemek için nomadlist.com gibi siteler, gezerken çalışmak isteyenlere servisler ise küçük işleri üst üste koyarak anca geçine- sunuyor. Nomadlist.com dünya şehirlerini, biliyorlar. Kendilerini, Jack Kerouac, Allen hayat pahalılığı, internet hızı, iklim, suç oranı, Ginsberg ve William Burroughs’un ait olduğu gece hayatı, yabancılara karşı misafirperverlik, ‘Beat Generation’ın torunları olarak gören bu kadınlar ve eşcinseller için güvenlik gibi kriyeni nesil serbest meslekçiler, beyan ettikleri terler üzerinden puanlar vererek sıralarken, siz tek adresin mail adresleri olduğu, yeni tekno- de kendi kriterlerinize göre filtreleme yapabilojilerle desteklenmiş, 2.0 bir göçebe hayatı liyorsunuz. Buna göre gidebileceğiniz en iyi yer, 100 puanla İspanya’nın Atlantik okyayaşıyorlar. nusunda bulunan Kanarya Adaları’ndaki Las Hayat şartlarının pahalı olduğu ABD, Palmas kenti. İkinci sırada 95 puanla Berlin,
üçüncü sırada ise 93 puanla Tayland’ın deniz kenarındaki Chiang Mai kenti var. Örneğin Paris 65 puanla, Londra 67 puanla ya da New York 71 puanla orta sıralarda yer alıyorlar.
36
Listenin kötü öğrencileri, son sıralarda yer alan altı şehirden beşi Türkiye’den. Bodrum ve Antalya 0 (sıfır) puanla son sırada yer alırken İstanbul ve İzmir ikişer puanla Kuzey
Kore’nin başkenti Pyongyang’ın önünde geliyor. Hemen üstlerinde ise Bursa var. Uzun lafın kısası “İstanbul’daki hayatımdan sıkıldım güneye gidip uzaktan çalışmak istiyorum” diyorsanız, kararınızı bir daha gözden geçirmekte ve yurt dışını tercih etmekte yarar
37
var. Siz de, fiziksel olarak bir ofiste bulunma zorunluluğu olmadan, bilgisayarınızdan çalışıyorsanız ve hayatınızın rutininden sıkıldıysanız, elinize pasaportunuzu, yanınıza ise sadece birkaç eşya alarak ‘Göçebe 2.0’ topluluğuna katılabilirsiniz.
04.
ChrIstopher McQuarrIe’den Tom CruIse portresi 38
39
Görevimiz Tehlike’nin yeni bölümü ‘Mission Impossible: Rogue Nation’ geçtiğimiz hafta vizyona girdi. 1966 yılında dizi olarak başlayan ve gösterimde kaldığı yedi sezonda dünyaca üne kavuşan Mission Impossible, 1996 yılında başrolünde Tom Cruise’la sinemaya uyarlanmıştı. 19 yıl sonra, serinin beşinci bölümde Tom Cruise ve arkadaşları bu sefer Uluslararası Para Fonu IMF’yi hedef alan bir gruba karşı mücadele veriyor. Filmin yönetmeni Christopher McQuarrie, birçokları için yıldızı sönmekte olan Tom Cruise’u Première dergisine anlattı.
40
Chris, Tom Cruise’u bir gün “film yapma makinesi” olarak tanımlamıştınız…
(gülüyor) Öyle mi demiştim? Tom, işiyle tatil arasında fark gözetmeyen insanlardan biridir. Sinemaya ve eğlence sektörüne çok bağlı olan biri. Kendisine izleyiciyi eğlendirme hedefini koymuş ve projenin her aşamasında kendini veriyor. Çok az insan, izleyicinin beklentilerini onun kadar iyi kavrayabiliyor. Bu özellik nereden geliyor? İşinden. Bu özelliği ilk filmi ‘Taps’la başladı. Filmin yönetmeni Harold Becker onu kanatları altına almıştı. Sonrasında Tom film setindeki herkesle sohbet etmiş, onlara sorular sormuştu. Film yapma sanatının nasıl gerçekleştiğini
film setine gelip “Kamera şurda durmalı, sahne şöyle çekilmeli” demez. O daha çok filme katacağı ve izleyiciye vereceği şeyleri düşünen biri. Bunu yapabilmek için de yönetmenle iletişim halinde olmayı tercih ediyor. Bugünlerde iletişim kurduğu kişi sizsiniz… Evet öyle görünüyor. Ben makul ve gerçekçi düşünen biriyim. Tom ise hislerini paylaşmak isteyen biri. Onun için, ikimiz de tatmin olana kadar konuştuk da konuştuk. Aynı filmleri seviyor, aynı yönetmenlerden hoşlanıyoruz, Hitchcock, Sydney Pollack… Tom’u Bryan Singer’la, Doug Liman’la ya da Brad Bird’le çalışırken gözlemledim ve bir yönetmenden diğerine çalışma tarzının değiştiğini düşünmüyorum. ‘Jack Reacher’, Tom Cruise’un yaşını kabullenmeye başladığı ilk film denilebilir. Bu soru Mission Impossible’ın her yeni bölümünde sorulmaya başlandı: Tom Cruise yaşlanabilir mi? Ya da sorumu yeniden soruyorum: Ethan Hunt karakteri yaşlanabilir mi?
bilmek istiyordu. O günden beri, her proje onun için yeni şeyler öğrenebileceği bir fırsat oldu. Tom Cruise çok büyük bir aktör, büyük bir sinema yıldızı, akıllı ve viyona sahip bir yapımcı ama hiçbir zaman bir film yönetmedi. Bunun nedenini biliyor musunuz?
41
Bir yönetmen olmak, çok büyük b i r i ş y ü k ü g e t i re n , yo r u c u b i r i ş t i r. Tom Cruise olmak ise… çok büyük bir iş yükü getiren, yorucu bir şeydir! Bunu yapamayacağını söylemiyorum ama sanırım onun gözünde işin eğlenceli yanını öldürür. Tom Cruise, patronu olduğu “Mission Impossible” gibi bir projede bile
Kesinlikle hayır! Karakterin en önemli özelliği hiçbir zaman durmuyor oluşu. Yaşlanmak yavaşlamak anlamına gelir, ki bu Mission Impossible’ın konseptine aykırıdır. Hunt yaptığı şeyi yapmak istemiyor ama pek de bir çaresi yok. Onun için de sonuna kadar gidiyor. Mission Impossible’ın DNA’sı mı bu? Tom’un ana düşüncesi, gerçekçi bir ortamda kahramanca şeyler yapmak. Oblivion, Jack Reacher ve Edge of Tomorrow gibi filmlerin gişe hasılatı olarak vasat bir skor yapmaları Cruise’un yıldızının belki de sönmeye başladığını gösteriyor. Bugün, sizce Mission Impossible dışında Cruise’un başka bir
seçeneği var mı? Tom’u risk almayı sevdiği için takdir ediyorum. Günümüz koşullarında, bu bahsettiğiniz filmlerin her biri cesaret gerektiren seçimlerdir. Bu büyüklükte, seri olmayan filmler her gün önünüze gelmez. Tom bu şekilde işler: bu tarz projeler arar, onları topraktan çıkartır ve filmin kimliğine ihanet etmeden onların geniş bir izleyiciye hitap etmesi için çalışır. ‘Walkyrie’ projesiyle ilgilenmeye başladığında Bryan Singer ve beni arayarak: “Bu projeyi iyi bir şekilde götürebilmek için çok daha büyük bir bütçeye ihtiyacınız olacak” dedi. Hollywood’da biri size böyle bir şey söylediğinde, genellikle, size vereceği dolarlar karşılığında uzun bir ‘yapmanız gereken fedakarlıklar’ listesi de verir. Tom böyle bir insan değil. Her gün, bizim senaryonun tek bir virgülüne dokunmamıza gerek duymadan, projenin daha büyük bir bütçeye sahip olabilmesi için mücadele etti. Walkyrie dünya çapında 200 milyon dolar gelir elde etti. Jack Reacher için de rakam aşağı yukarı aynıydı. Tom Cruise olmadan bu filmlerin hiçbiri gerçekleşmezdi! Ben buna büyük bir başarı derim! Diğer bir teori de sinema yıldızlarının nesillerinin tükenmekte olduğu yönünde…
42
Saçmalık! Onlar hala buradalar. Bradley C o o p e r’ ı n y ü k s e l i ş i n e y a d a Ma t t h e w McConaughey’in geri dönüşüne bir bakın. DVD piyasasının çöküşü ve ekonomik krizle beraber, büyük yapım şirketleri bir an yıldız oyuncular olmadan da yapabileceklerini düşündüler. Ancak önemli bir aktör olmadan gelir sağlayan filmler yapmanın da ne kadar zor olduğunu çok çabuk anladılar. Beni daha çok endişelendiren izleyici sayısının düşüyor olması. En büyük korkum sinema sevgisinin yok olması. Çünkü sonuç olarak asıl güç izleyicilerin elinde. İleride Tom Cruise gibi yıldızların doğabilmesi için izleyicilerin onları istemesi gerekiyor.
43
05. Rus fotoğrafçıların objektifinden kuş bakışı dünya
44
Hiç bir kuş olup uçmayı, dünyayı bir kuşun gözlerinden görmeyi hayal ettiniz mi? AirPano adlı Rus fotoğrafçı grubu dünyayı gezerek uzaktan kumandalı dronlara ve hava balonlarına yerleştirdikleri kameralarla nefes kesen fotoğraflar çektiler. Central Park’ın, Kızıl Meydan’ın, Amsterdam’ın, Paris’in Barcelona’nın ya da Yunan adası Santorini’nin üzerinde uçan bir kuşun neler gördüğünü merak ediyor musunuz: işte yanıtı.
45
46
47
48
49
50
51
52
53
06.
Vücudumuz dijitalden arınmış ortama nasıl tepkİ verİyor? 54
55
Dijital teknolojinin vücut ve beyin üzerindeki etkilerini araştıran nörobilimciler, 35 kişiyi Sahra çölüne götürerek bir dizi testten geçirdiler. Elde ettikleri veriler, bağımlılık derecesine ulaşan ultrabağlılığın ve dijital tüketiminin zararlarını gözler önüne seriyor.
56
Teknolojinin insan vücudu üzerindeki etkileri hakkında yapılan araştırmalar çok yeni olsa da şimdiden çarpıcı sonuçlar ortaya koyuyor: sosyal ağlar narsizmi körüklüyor, akıllı telefonlar uyku bozukluklarına neden oluyor, ekranlar çocuklarda empati yoksunluğuna yol açıyor. Yeni
teknolojilerin fiziksel ve mental etkierini araştıran Kate Unsworth, ‘Kovert’ programı kapsamında aralarında CEO’ların ve internete bağlı yaşayan yatırımcıların bulunduğu 35 kişiyi bir dizi test için Fas’a götürdü. ‘Dijital Detoks’ sırasında beş nörobilimci tarafından takip edilen grup iki ayrı etaptan geçirildi. İlk etapta bir otelde iki gece konaklayan ve akıllı telefonlarıyla tabletlerini yanlarında bulundurmalarına izin verilen denekler, ikinci etapta ise Sahra çölünde hiçbir dijital alet ve bağlantı olmadan üç gece geçirdiler. Nörobilimcilerin elde ettikleri
sonuçlar dijital detoksun vücuda iyi geldiğini ortaya koydu. Testler, kişilerin çölde geçirdikleri üç gün boyunca birbirleriyle daha çok göz temasına girdiklerini, daha dik durduklarını, normalden daha iyi uyuduklarını, daha derin ve kişisel sohbetlere giriştiklerini, hafızalarının daha iyi olduğunu ve düşünmeye zaman bulduklarını gösterdi. Kate Unsworth’a göre yapılan deney büyük başarıyla sonuçlandı. Unsworth açıklamasında “Biraz abartılı gelebilir ama teste tabi tutulan 35 kişi 57
bana çarpıcı bir deneyim yaşadıklarını ve bunu asla unutmayacaklarını söylediler” dedi. Kovert, insanların dijital teknolojiden kopuk bir hayat yaşayabilmeleri ve araştırmaların sonuçlarını tanıtabilmeleri için stokları şimdiden tükenen bir dizi araç geliştirdi. Teknolojiye teknolojiyle cevap vermek absürt gelebilir ama evinizdeki akıllı telefonlara (ya da tabletlere) bluetoothla bağlanan ve yanınızda taşıyabileceğiniz bu küçük aygıtlar, iki dakikada bir telefonunuza bakmanızın önüne geçerken diğer yandan acil durumlarda size bildiriler gönderiyor.
Haftaya görüşürüz:)
9 // AĞUSTOS ’15
zete