9 // ŞUBAT’14
zete
Editรถr: Cem GELGร N
//
01.
CHIWETEL EJIOFOR: KÖLELİK MODERN ÇAĞA ÖZGÜ BİR ŞEY //
02.
DAVID LACHAPELLE SANAYİLEŞMEYE KARŞI
//
//
03.
GIRLS’ÜN YAPIMCISI, YAZARI, YÖNETMENİ VE OYUNCUSU: LENA DUNHAM
04.
ALVARENGA’NIN MACERASI, Pİ’NİN YAŞAMI… //
//
05.
ÇİZGİ KAHRAMANLARIN EN ‘İÇTEN’ HALLERİ
06.
TIPTA DEVRİM: HİSSEDEBİLEN PROTEZ EL YAPILDI
01.
Duygusal a癟覺dan kendimi adamam gereken rolleri seviyorum!
Chiwetel Ejiofor… Daha önce bu ismi pek duymamış olabilirsiniz. Nijeryalı bir ailenin çocuğu olarak Londra’da dünyaya gelen ve oyunculuğa Shakespeare’in Otello karakteriyle tiyatro sahnelerinde adım atan Chiwetel Ejiofor, Steve McQueen’in kölelik dönemini konu alan, 12 Years a Slave (12 Yıllık Esaret) filmindeki performansıyla Oscar’a aday gösterildi. Size gelen teklifi kabul etmeden önce tereddüt ettiğinizi duyduk. Solomon Northup’ın gerçek hikayesini anlatmanın sorumluluğundan mı korktunuz, yoksa rolün ağırlığını kaldıramamaktan mı?
savaşmaya başlıyor. Bu psikolojik bir savaş. Başarıya ulaşmasının en büyük sebebi de bu zaten, güçlü bir iradeye sahip oluşu. Ama tabii ki yaşadıklarından yara almadan kurtulduğu anlamına gelmiyor… Filmin sonundaki tatlı ekşi tat buradan geliyor. Ne olursa olsun geride köleler bıraktığını unutamıyor. Steve McQueen, herkesin Anne Frank’ı tanıyor oluşunu ama kendisi dahil kimsenin Solomon Northup ismini duymamış oluşunu eleştiriyordu. Bu tarihsel görevi sinemanın üstlenmesi problem oluşturmuyor mu?
Yani sonuç olarak, birinin bu görevi üstlenmesi Evet oynayacağım rol biraz gözümü kor- lazım. Elbette Solomon Northup’ın kitabıkutmuştu. Kölelik tarihinde bu denli derine nın okullarda öğretilmesi çok güzel olurdu. inen ve konuyu bu kadar gerçekçi ve detaylı Okullarda bize öğretilen ortak tarih derslerinde bir şekilde anlatan bir senaryo okumamış, bir belli bir kopukluk olduğunu düşünüyorum film görmemiştim. Haliyle böyle bir rol büyük çünkü bugün bulunduğumuz noktaya nasıl bir sorumluluk teşkil ediyordu. Özellikle de geldiğimiz öğretilmiyor. Ortak geçmişimizle oynamam gereken karakterin gerçekten yaşa- olan kopukluk oldukça tehlikli çünkü birmış olduğunu göz önüne alırsak. Senaryoyu birimizi anlamamızı engelliyor. Solomon’un ilk okuduğumda, özel olarak Solomon’u hayal hikayesi aradaki boşlukları dolduruyor ve neler etmedim. Gördüğüm şey, dramatik olaylar yaşandığını çok güzel anlatıyor. Sadece insani yaşayan bir adam, politik ve tarihsel gerçek- açıdan değil, daha genel olarak da, mesela ler ve ırk ayrımıyla köle ticaretinin geçmişiydi. sanayileşme dönemini bile daha iyi anlamaKısacası, filmi değil tarihi okumuştum ve neyi mızı sağlıyor. Böylece o döneme hakim olan nasıl yapacağım hakkında en ufak bir fikrim dengeleri daha iyi kavrayabiliyor, bugün nasıl yoktu. Onun için de senaryodan sonra kitabı bu noktaya geldiğimizi anlıyoruz. okumak zorunda kaldım. Ancak o zaman 12 Yıllık Esaret, sanki bize çok daha derin bir Solomon’u gördüm ve tanıdım. mesaj veriyor gibi. Ticaretin ve liberalizmin, 12 Yıllık Esaret’in bir özgürlük mücade- insanı nasıl da ötekini sömürmeye ittiğinin lesinden çok, onur mücadelesi olduğunu çok iyi bir analizi olabilir. Bugün gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerde açtıksöyleyebilir miyiz? ları ve beş kuruş paraya işçi çalıştırdıkları Solomon, başta özgürlüğü için savaştığını fabrikalara bakmak yeter… sanıyordu ama daha sonra bunu kaybettiğini ve artık özgürlük diye birşey olamayacağını Kesinlikle! Film içinde yaşadığımız sistemfark etti. Bunun üzerine de delirmemek için den bahsediyor. Solomon’un kitabını okurken
içinde bulunduğu sistemi çok iyi anlıyordum, ve inanın bana hiç de antik çağlardaki gibi değildi. Tam tersine köleliğin modern çağa özgü bir şey olduğunu söyleyebiliriz. Benim için o dönemle, bugün arasında hiç bir fark yok. Ayrıca gelecekte, geriye dönüp 18, 19, 20 ve 21. yüzyıllara bakacağımız zaman, insanların bunu tarihin tek bir dönemi olarak göreceğine inanıyorum. Bugün, 19. yüzyılın ekonomik modelini kullanıyoruz. Amerika, tarihinin büyük bir bölümünde köleci bir ekonomi olmanın ötesine geçemedi. Her ne kadar bir çok şey değişmiş, kölelik yıkılmış olsa da, hala aynı sistemle işliyoruz.
6
öncelik. Bütün bunları hissetmek ve herşeyi olmasa da insanların yaşadıklarını anlamak istiyordum. Eğer bu filmden hiç bir şey hissetmeden ayrılmış olsaydım, bu benim için bir felaket olurdu. Filmi gören herkes, filmin şiddet konusunda pek de geri kalmadığını düşünüyor. Bu fikri paylaşıyor musunuz?
Şiddet olmadan bu filmi yapmak imkansızdı. Yaşananları, karakterleri, köleliği, şiddet olmadan anlayamazsınız. Kölelerin çektiklerini ve gündelik hayatta maruz kaldıkları şiddeti yansıtmasaydık, Solomon’a çalınan onurunu geri Filmi görünce, böyle bir rolün nasıl oyna- vermemiş olurduk. Şiddet, köleliğin başlıca nabildiğini merak ediyoruz… Oynamanız etkenlerinden biri. Ama elbette aynı şekilde, gereken sahnelerin baskısı altında kalma- izleyiciyi de, dayanılmaz şiddet sahnelerine maruz bırakmak istemiyorduk. Bilmeniz geremak zor değil miydi? kir ki, kitapta yer alan herşeyi filme koyamadık. Aslında tam tersine, baskı altında olmak, biraz Eğer öyle bir şey yapsaydık bu gerçekten hertartaklanmak, böylece de kendimi tamamen kes için dayanılmaz olurdu. 12 Yıllık Esaret’te rolüme verebilmek istiyordum. Eğer rolünüz sadece beş altı ağır şiddet sahnesi var. Oysa, sırasında yaptıklarınız, sizde bir rahatsızlık Steve McQueen’in de dediği gibi “mainstream” yaratıyorsa, hedefe yaklaştınız demektir. Bu (genel akım) filmlerde iki dakikada bir biri ölürahatsız edici şeyleri yaşamak neredeyse bir yor, ama bu kimseyi rahatsız etmiyor! Bu açıdan
Steve’in yönetmenlik tecrübesi, tam anlamıyla gerçek olmasa da, filmde bir şiddet atmosferi yaratıyor ve böylece kölelirin hissettiklerini çok iyi yansıtıyor. Örneğin Spielberg’in “Jaws” serisini el alırsanız… Neredeyse hiç bir zaman köpek balığını görmüyoruz. Oysa sürekli orada olduğunu biliyor, varlığını hissediyoruz. Böylece izleyicinin hissiyatı kat kat artıyor. Bunu başarmak gerçekten çok zor bir şey. Solomon’un ağaca asılı olduğu ve hayatta kalmak için debelendiği oldukça uzun bir sahne var… Ama o sahnede asıl çarpıcı olan şey, arka plandaki insanların hiç bir şey olmuyormuş gibi işlerine devam etmeleri. Evet kesinlikle. Bu sahnede, psikolojik yıkımla yüzleşiyoruz. Solomon ağaçta asılıyken, arka plandaki çocukların oyunlarına devam ediyor oluşu, Siyahi toplumun yaşadığı psikolojik çöküntüyü gösteriyor.
Benim için heyecan verici olan şey, kendimi tekrar etmemek, yeni roller denemektir. Sanırım sürekli aynı rolleri tekrar etmek ne izleyici için ne de benim için heyecan verici olurdu. Farklı dünyaları keşfetmeyi seviyorum ve mesleğim bunu sağlıyor. The Shadow Line gibi bir dizi sayesinde, karakterimi bir film süresinde değil bir kaç sezonda geliştirebilme olanağı buluyorum. Tiyatro sayesinde, karakterimi, kesintisiz bir performansla salonda olan insanlar için oynayabiliyorum. Sinema da ise çok farklı teknikler kullanarak izleyiciye çok yoğun hisleri yaşatabiliyoruz. Bu aslında bir zenginliktir. Yaratıcı olmanın en iyi şeklidir. Sonuç olarak sizi motive eden şey, oynayacağınız karakterin ağırlığı ve önemi diyebilir miyiz? Sizi hafif bir rolde gördüğümüzü sanmıyoruz…
Kariyeriniz boyunca canlandırdığınız Kinky Boots’da olduğu gibi, daha önce oynadırollerin tutarlığı pek de umurunuzda değil- ğım bazı filmlerde karakterime belli bir hafiflik miş gibi görünüyor. Tiyatro sahnesinde vermeye çalışmıştım. Ama yine de, kendimi Otello’yu canlandırdıyorsunuz, televiz- dramatik ve duygusal açıdan adamam gereyonda bir polisi, sinema da ise 2012 gibi, ken rolleri tercih ettiğim bir gerçek. Daha 12 Yıllık Esaret gibi önemli filmlerde rol az yoğun olan roller için dahi, karakterimin alıyorsunuz. Sizi bir kategoriye koymak derinliklerine inmeye, psikolojisini anlamaya çalışıyorum. imkansız…
7
02.
DavId LaChapelle, sanayileşmeye karşı
8
Amerikalı pop-art sanatçısı, ünlü fotoğrafçı David La Chapelle, “Land Scape” ve “Gas” adını verdiği yeni fotoğraf serilerinde, kontrolsüz sanayileşmenin ve petrol şirketlerinin çevremize verdiği zarara dikkat çekmeye çalışıyor. Ünlü petrol üreticilerinin benzin istasyonlarını tropikal ormanlarda resmeden sanatçı, dev sanayi sitelerini ise canlı ve çılgın renklerle bir manzara gibi yansıtmış. “Gençlik yıllarımda kimse, insanoğlunun soyunun nasıl tükeneceğini düşünmezdi. Kimse sonumuzun kendi ellerimizden gelebileceğini fark edemedi” diyen sanatçı, herkesi doğayı korumaya çağırıyor.
9
10
11
03.
Lena Dunham: Bİr yönetmenden… “dİktatör” olması beklenİr
Üçüncü sezonuna giren ve oldukça başarılı bir grafik çizen HBO dizilerinden Girls’ün yapımcısı, yazarı, yönetmen ve oyuncusu olan Lena Dunham, dizinin yeni sezonu için düşündüklerini, Hollywood’da bir kadın olmayı ve başarısının şifrelerini Première derisine anlattı.
Hollywood’da kadın olmak daha mı zor?
Kesinlikle! Kadınlar bu endüstriye girdiklerinde bir çok zorlukla karşılaşacaklarını biliyorlardı, bu da bizi daha fazla çalışmaya itti. Bu işe girişmek bezdirici olabilir çünkü bize model olabilecek çok az örnek var. Kadınlar terbiyeli ve zarif olmak için yetiştirilirler. Yani Girls’ün yeni sezonunda ele almak istediği- yönetmen olabilmek için gereken özelliklerden farklı şeyler. Bir yönetmenden daha niz konular neydi? fazla… “diktatör” olması beklenir. Herkesi Hannah ve Adam’ın gerçek bir ilişki yaşa- memnun etme arzumla, işin iyi yapılmasını malarını ve birbirlerinin arkasından koşmak istediğim, mükemmeliyetçi yanımı barışık zorunda kalmadan nasıl gelişebileceklerini tutmaya çalışıyorum. görmek istiyorduk. Aynı zamanda Hannah’yı iş dünyasına sokmak istiyorduk. Bir ofiste Yazmak, oynamak, yönetmek… Hangisini kapalı kalma fikrini gülünç buluyorduk. daha çok zevk veriyor? Shoshanna’nın ise New York sokaklarında flört etmesini, daha bohem bir hayat sür- Üçü de farklı ve zorlu işler. Yazarlık benim mesini istiyorduk. Son olarak da, sürekli ilk aşkım. Hayatım boyunca yapmak istebikiniyle olacağım bir bölüm çekmek istiyor- diğim tek şey. Beynimin ve yaratıcılığımın duk çünkü sinemada -Tatile çıkan ve sürekli her dilimini kullanmamı gerektiren yönetbikiniyle gezen dört genç kızın hikayesini menlik ise bir tutku. Her ne kadar kendimi anlatan- Spring Breakers’ı görmüştüm ve ben bazen kamera karşısında tutuk bulsam da oyunculuğu gerçekten çok seviyorum. “Girls” de onlar gibi yapmak istiyordum! (gülüyor)
beraber okuyor, fikir alışverişinde bulunuyoruz. Sonra montaj aşamasında tekrar bir araya geliyoruz ve tekrar konuşuyoruz. Bu Dizinin yapımcılarından biri de Judd sezon için dört beş bölümü beraber yazdık Apatow. Projeye katkısı ne seviyede oluyor? ve bu işbirliği gerçekten hoşuma gidiyor. Bildiklerini ve tecrübesini paylaşmayı seven Çoğu zaman, ekranda görmeyi arzuladığı- biri. Çok uzun zamandır bu işin içinde ve mız şeyler üzerine konuşuyoruz. Senaryoları kusursuz bir içgüdüye sahip. dizisinde üçünü bir arada yapabildiğim için çok mutluyum.
15
04.
Denİzlerİn Robinson Crusoe’su
Geçtiğimiz hafta, 7 metrelik teknesi, birbirine karışmış saç ve sakalıyla Pasifik okyanusunun incilerinden Marshall Adaları’nda sahile vuran José Salvador Alvarenga’nın hikayesi bütün dünyada yankı uyandırdı. 24 Aralık 2012’de Meksika’dan denize açıldığını anlatan Alvarenga, neredeyse 400 günlük bir yolculuğun ardığından, Güney Pasifik’teki Marshall Adaları’nda karaya ayak bastı. Alvarenga’nın nasıl hayatta kaldığı ise merak konusu. Küçük motorlu teknenizle denize açılmış,
güzel bir gün geçireceğinizi düşünürken, başınıza gelebilecek küçük bir aksilik hiç de hesaba katmadığınız bir yolculuğa çıkmanıza neden olabilir. Özellile de Pasifik okyanusundaysanız! Adının José Salvador Alvarenga olduğunu söyleyen adamın başına gelenler Hollywood filmlerine ilham verecek cinsten. Ezequiel adlı miçosuyla beraber köpekbalığı avlamak için denize açıldığını, teknenin motorunda çıkan teknik arıza ve ters esen sert rüzgar nedeniyle sürüklendiklerini söyleyen Alvarenga, sonsuz maviyle başbaşa kaldığını ve bitmek bilmeyen bir yolculuğa
Ezequiel’in kendisi kadar şanslı olmadığını ve çiğ et yiyemediği için açlıktan öldüğünü anlatıyor. Arkadaşının vücudunu denize atmak zorunda kaldığı anın yolculuğun en zorlu anı olduğunu anlatan Alvarenga, “her gün dua ettim ve Tanrı bana yiyecek göndeTanrı bana yiyecek göndererek yardım etti rek yardım etti” diyor. Elleriyle küçük balıklar tuttuğunu, bunların bir bölümünü yediğini, Karaya ayak bastığı için bir hayli mutlu bir bölümünü de kuşlar için yem olarak kulgörünen denizlerin Robinson Crusoe’su, 24 landığını belirten Alvarenga, söylediğine Aralık 2012’de Meksika’dan denize açıldı- göre yağmur yağmadığı zamanlarda kuş ve ğını ve Pasifik okyanusunda kaybolduğunu kamplubağa kanı içmek zorunda kalmış. 13 söylüyor. Yanında bulunan kader arkadaşı ay boyunca, 12.000km katederek kendini çıktığı anlatıyor. Yakaladığı kaplumbağa, balık ve kuşlarla beslenen ve yağmur suyu içen Alvarenga’nun neredeyse 400 gün süren macerası geçtiğimiz günlerde Marshall Adaları’nda son buldu.
19
Marshall Adaları’nda bulan José Salvador Alvarenga’nun mucizevi hikayesinin ne denli doğru olduğu sağlık kontrollerinden ve yapılacak araştırmaların ardından belli olacak. Hikaye, pek çok açıdan geçtiğimiz yıl büyük sükse yapan The Life of Pi (Pi’nin Yaşamı) filminin öyküsüne fazlasıyla benziyor. Fizik ve mental açıdan hassas durumda Pazartesi günü yetkililer tarafından Marshall Adaları’nın başkenti Majuro’ya getirildiğinde, yüzlerce insan bu mucizevi adamı görmek için limanda toplanmıştı. Birbirine karışmış saç ve sakalıyla Robinson Crusoe’yi anımsatan Alvarenga, sağlık ekibinin yardımıyla yavaşça ilerleyerek insanları selamladı ve kendisini hastaneye götürecek araca binerek gözden kayboldu.
20
Alvarenga’nın İngilizce bilmediğini ve İspanyolca konuştuğunu belirten Amerika Büyükelçisi Thomas Armbruster, “Bize adının José Salvador Alvarenga olduğunu, 15 yıldır Meksika’da yaşadığını, Salvador asıllı bir balıkçı olduğunu, karides ve köpekbalığı avlayarak geçindiğini anlattı” dedi. Dışişleri Bakanlığı ise modern Robinson’un hikayesini doğrulamak için Salvador’daki ve Meksika’daki yetkililere ulaşmaya çalışıyor. Denizde geçirdiği süreyle ilgili fazla konuşmayan Alvarenga’nın fizik ve mental açıdan hassas olduğunu belirten yetkililer ise, şanslı adamın anlatıklarının doğru olma ihtimalinin yüksek olduğunu kaydediyor. “Kaplumbağa, balık ve kuşla beslendiğini söyledi. Teknesinde balık avlamaya yarayacak herhangi bir şey göremedik. Muhtemelen elleriyle avlanıyordu. Ayrıca kaplumbağa kalıntıları da bulduk” diyen Armbruster, bu kadar uzun bir süre hayatta kalmanın neredeyse imkansız olduğunu ve bunun bir mucize
sayılabileceğini kaydetti. “Yolculuğunun süresi konusunda bazı tutarsızlıklar olsa da, önemli olan bir gün, bir ay, bir yıl olması değil, Alvarenga’nın hayatta olmasıdır” diyen Armbruster, araştırmalarına devam ettiklerini ve adamın anlattıklarını doğrulayana kadar da ülkesine iadesinin mümkün olmadığının altını çiziyor. Pasifik okyanusuna hakim olan akıntının üzerinde bulunan Marshall Adaları geçmişte de yolunu kaybetmiş denizcilere ev sahipliği yapmıştı. 2006 yılında üç Meksikalı balıkçı, dokuz aylık bir yolculuğun ardından 9 metrelik teknelerinde canlı bulunmuş, bundan bir ay sonra ise, Mikronezya’dan yola çıkan dört balıkçı, 34 günlük bir maceranın ardından yine Marshall Adaları açıklarında kurtarılmıştı. Geçmişte Alvarenga’nın hikayesine benzeyen olaylar yaşanmış olsa da, 400 gün boyunca hayatta kalabilen kimse olmamıştı.
21
05.
Çİzgİ kahramanların en ‘İçten’ hallerİ
22
Amerikalı sanatçı Jason Freeny, çocukların insan anatomisini eğlenceli bir şekilde öğrenmelerini sağlayan bir oyuncak serisi geliştirdi. Çizgi roman, çizgi film ya da bilgisayar oyunu karakterlerini kullanarak anatomik maketler tasarlayan Freeny, çizgi kahramanları iskeletleri ve iç organlarıyla düşünmüş. Süper Mario’yu, Kitty’yi, Family Guy’dan Stuwie’yi, Şirinleri, Mickey’i ya da basit bir Lego karakterini hiç bu kadar ‘içten’ görmemiştiniz.
23
24
25
06.
Ampüte kişilere duyularını geri veren biyonik el!
26
27
28
Araştırmacılar, yeni ürettikleri “biyonik el” sayesinde, 10 yıl önce bir kazada kolunu kaybeden bir ampüteye dokunma ve hissetme duyularını geri verdi. Bir ay boyunca, deney aşamasındaki biyonik elle yaşayan Dennis Sorensen, tuttuğu nesneleri hissederek, farklı dokuları birbirinden ayırt etmeyi başardı. Uzmanlar, buluşun tıp dünyası için bir devrim niteliğinde olduğunu belirtiyor.
Araştırmacıların geliştirdiği biyonik el, beyne duyusal bilgi yollayan ilk protez olma özelliğini taşıyor. Derinin altına yerleştirilen elektrotlar, biyonik elden gelen bilgileri beyne ulaştırarak sinir sisteminin uyarılmasını sağlıyor.
Son yıllarda üretilen protezler, kol veya bacaklarını kaybetmiş insanların hayatlarını bir hayli kolaylaştırsa da, duyu noksanlığına çare bulunamamıştı. İsviçreli ve İtalyan biliminsanlarının geçtiğimiz günlerde “Science Translational Medecine” gazetesinde yayınladıkları makale, herkes için büyük bir umut ışığı oldu. Kolunu bundan 10 yıl önce kaybeden bir ampüteye duyularını geri vermeyi başaran araştırmacılar, bir ay süren çalışmaların sonucunda, hastanın, gözleri kapalı bir şekilde farklı nesnelerin dokularını ayırt edebilmesini sağladı.
Birinci etap olarak adlandırılabilecek süreçte biyonik el, protezin içinde bulunan bilgisayar çipine ampute kişinin tuttuğu nesneyle ilgili elektronik bilgiler gönderiyor. İkinci etap ise biyonik elin hünerlerini sergilediği aşama. Parmakların ucuna yerleştirilen hassas sensörler, tutulan neslenin yapısı ve dokusunu algıladığı gibi nesneye uygulanan basıncı da ölçebiliyor. Çipe gönderilen bu bilgiler, sinir sisteminin kullandığı frekanslara dönüştürülerek, deri altındaki elektrotlara yönlendiriliyor, bu elektrotlar ise sinyallerle beyni ve omur iliği uyarıyor.
Dokuyu, yapıyı ve basıncı algılayabilen hassas sensörler
Lozan Politeknik Okulunda öğretim üyesi olan Profesör Silvestro Micera buluşun tıp dünyasında bir ilk olduğunu belirtiyor: “Nöroprotez dalında, ilk defa bir ampüte insan duyularını geri kazandı ve eşzamanlı olarak tuttuğu nesnenin dokusunu algılayabildi. Neredeyse gerçeğe yakın bir şekilde duyuları geri kazandırabilmek hayret verici ve bir o kadar da muhteşem bir duyguydu. Herşey gayet iyi işlese de, deneylere uygulanan kurallardan dolayı, 30 günün sonunda protezi çıkarmak zorunda kaldık. Bundan dolayı Dennis Sorensen de, biz de bir hayli üzüntülüydük.”
süreç var. Elektrotların vücutta aylar hatta yıllar boyunca kalabilmeleri üzerine çalışıyoruz ve herşeyin kolayca taşınabilir olması için uğraşıyoruz” dedi. Dünyanın en mutlu insanı Dennis Sorensen
36 yaşındaki Dennis Aabo Sorensen ise bir aylık deneylerin sonunda dünyanın en mutlu insanı olduğunu ve içinin umutla dolduğunu anlatıyor. “Duyularımı geri kazanmak inanılmaz bir şey! 10 yıldır hissedemediğim şeyleri tekrardan hissettim. Tuttuğum nesnenin katı mı, yumuşak mı, yuvarlak mı köşeli mi Çalışmalarının devam ettiğini belirten olduğunu anlayabiliyordum” diyen Sorensen, Micera “Bundan sonra iki yıl sürecek bir “Tuttuğum nesneleri gerçeğe yakın bir şekilde
29
30
hissedebilmek muhteşem bir şey. Tabii ki normal bir el gibi yüzde 100 hissetmiyorum ama gelinen nokta, gelecek için umut veriyor” diyor. Araştırmaların başındaki isim olan Stanisa Raspopovic ise, deneylerin başında Dennis’in duyularının oldukça körelmiş olmasından korktuklarını ama elde edilen sonuçların kendilerini de şaşırttığını belirtiyor. Nottingham üniversitesinden Alastair Ricthie de şunları söylüyor:
“Bu teknoloji ampüte insanların ellerindeki nesnelerin bilincinde olmalarını sağlayacak. Bu detay, hassas nesneleri kullanmak için hayati öneme sahip. Örneğin bir yumurtayı ya da bir şarap kadehini kırmadan tutabilecekler. Heyecan verici diğer bir detay ise, beyinimizin öğrenme kapasitesi. Ampüte kişi, protezi kullandıkça hem duyularını zamanla geri kazanacak, hem de edindiği tecrübeyle protezini çok daha ince işlerde kullanabilecek.”
31
Haftaya görüşürüz:)
9 // ŞUBAT’14
zete