Haftasonu I 11 agustos

Page 1

11 // AGSTS’13


Editรถr: Cem GELGร N


// 01. NORMAL KALMAYA ÇALIŞAN BİR KADIN: JESSICA CHASTAIN // 02. ÖZGÜRLÜK ADASINDA BİR HAFTA: SZIGET FESTİVALİ // 03. DANIEL NYARI’NİN GÖZÜNDEN DÜNYANIN EN İYİ 10 NUMARALARI // 04. DOĞUDAN YÜKSELEN SES, ZAL BATMANGLIJ // 05. RED BULL ILLUME’UN FİNALİSTLERİNDEN SEÇMELER // 06. OUTSIDE THE WALL!


01.

<<

NORMAL KALMAYA ÇALIŞAN BİR KADIN: JESSICA CHASTAIN

Terrence Malick’in The Tree Of Life, ve Kathryn Bigelow’un Zero Dark Thirty filmleriyle yıldızı parlayan Jessica Chastain, İtalyan yönetmen Andres Muschietti’nin Mama adlı gerilim filminde boy göstermeye hazırlanıyor. Chastain, Premiere dergisinin sorularını yanıtladı.

Mama’yla, Zero Dark Thirty’den çok uzak sularda seyrediyorsunuz… Jessicas Chastain: Mama’nın senaryosu, The Tree Of Life’ın vizyona girmesinden hemen sonra elime geçti. O sıralarda elime sürekli “iyi anne” rolleri ulaşıyordu, Mama ise bunların tam tersi oldu. Oynadığım karakter Annabel, bir punk grubunda bas çalan bir kız. Büyümeyi reddeden, ünlü olabilmek için yeterince yetenekli olmadığının farkında olan ama bohem hayatı seven ve sevgilisiyle bir çatı katında oturan bir kız. İki çocuğun gelişi, onda hiç beklenmedik bir anne içgüdüsünün ortaya çıkmasına neden oluyor. Bütün bu dinamikler benim için yeniydi ve rolü kabul etmemi sağladı. Herşey sonra bir faciaya dönüşüyor. Kendinizi böyle bir değişime nasıl hazırlıyorsunuz?


Kiralayabildiğim kadar film kiralayarak korku filmlerini analiz ettim. Fark ettim ki o korkutucu atmosferin bir bölümü müzikten, nefes alma sesinden ve bağırışlardan geliyor. Bazen sesler, görüntülerden daha korkutucu olabilir, özellikle de gözlerinizi kapattıysanız. Johnny Depp’in, Tim Burton filmlerinde kendini verebilmek için kulaklıklarıyla filmde kullanılacak müzikleri dinlediğini duydum ve ben de aynısı yapmak istedim. Şimdi düşündükçe bile tüylerim diken diken oluyor. Karakterinizi nasıl çalıştınız? Annabel gibi kızlarla beraber olduğum lise yıllarını hatırlamaya çalıştım. Psikolojik olarak sorunlu insanlar değil, normal hayatlar sürüyorlar ama bu tarz müzikten

hoşlanıyorlar ve çok cool’lar. Saç stiline karar verdik, bir iki dövme ekledik. Onunla ortak noktalarınız var mı? Sanmıyorum. Annabel bütün hayatı boyunca bir öğrenci gibi yaşayabilecek olsa, kesin o şekilde yaşardı. Ben ise daha farklıyım. Bir hayat kurmak istiyorum. Kendime bir daire aldım ve bir gün anne olmak istiyorum. Sürekli dışarıda olma ihtiyacım yok, fazla içmiyorum, partilere katılmıyorum. Annabel’den çok bir emekliye daha yakınım! Bir karaktere bürünebilmek için sınırlarınızı nereye kadar zorlayabilirsiniz? Oyun ve gerçek hayat arasındaki ince çizgiyi geçmekten korkuyorum. Bazen bazı


aktörler kendilerini bu şekilde kaybedebiliyorlar. Ben ise beni fazlasıyla etkileyecek şeylerden kaçınmaya çalışıyorum. Eğer bir aile kurup, çocuk sahibi olmak istiyorsam, kendimi bazı şeylerden korumalıyım. Ama yine de, Shelley Duvall’in başına gelenleri bile bile, Stanley Kubrick’in Shining filminde oynamak isterdim. Peki ya Lars von Trier? O harika bir yönetmen, bir gün kendisiyle çalışmak isterdim. Son iki yıl sizin için çok önemliydi. Hayatınızda ne gibi değişiklikler oldu? Benim için çok büyük bir değişiklik

sayılmaz çünkü daha önce de hayatımı film setlerinde geçirdiğimi düşünüyordum. Daha önce de böyleydi, her ne kadar filmlerin hepsi göz önünde olmasa da. Ama tabii ki geçtiğimiz iki yılın programı çok yoğun oldu, sinemanın yanında bir de tiyatroda oynamam gerekiyordu. Öyle bir noktaya geldim ki vücudum yorulmaya başlamıştı. Paparazzilere de hala alışamadım. Ben ki giydikerime her zaman dikkat eden biriydim, şimdi eşofmanlar giyip, gözlük ve kasketle kendimi kamufle ediyorum. En büyük değişiklik elbette, sevdiğim ve saydığım insanlarla çalışma fırsatını elde etmem oldu. n


7


02.

<<

ÖZGÜRLÜK ADASINDA BİR HAFTA: SZIGET FESTİVALİ

Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de düzenlenen Sziget Festivali bu sene de bir hayli eğlenceli geçeceğe benziyor. 20 yıl önce bir avuç kafadarın girişimleriyle başlayan festival, bugün 400.000’den fazla müziksevere ev sahipliği yapıyor.


Macarca “Ada” anlamına gelen Sziget, neredeyse 20 yıl önce bu günlerde, bir grup gencin kendilerini özgür hissedebilecekleri, dünyanın dört bir yanından gelen gençlerle bir hafta boyunca aralıksız ve hiç bir kısıtlama olmadan eğlenebilecekleri bir alanda kendi cumhuriyetlerini kurmak istemeleriyle doğmuş. Her yıl üzerine koyarak büyüyen festival, zamanla abileri Rock’am’Ring, Roskilde ya da Rock Werchter seviyesine ulaşarak Avrupa’nın en revaçta festivallerinden biri haline geldi. Tuna nehrinin üzerinde, bir adada organize edilen dev festivalin yeni tanımı ise “Özgürlük Adası”. 76 hektarlık “özgür” bir adaya kurulmuş olan Sziget festivalinde müzikseverler, 60’tan fazla sahnede seyredecekleri konserlerin yanı sıra Sziget sirkinden dev sokak tiyatrolarına, tribute sahnesinden, barlar sokağına kadar bir çok farklı aktivitiyle müzik ve eğlenceye doyacak.

Sziget’te bu sene Blur, Nick Cave and The Bad Seeds, Franz Ferdinand, Editors, Bad Religion, Zaz ve Skunk Anansie gibi grupların yanı sıra, elektronik müziğin trendy Dj’i David Guetta ve daha önce Hafta Sonu sayfalarında da yer verdiğimiz Woodkid sahne alacak. Festivalde boy gösterecek grupların tam listesini buraya sığdırmak zor ama etkinliklere katılacak olan 400.000’in üstünde müzik tutkunu, rock’tan elektronik müziğe, punk’tan folk’a, jazz/blues’dan pop’a ve son olarak da Balkan’lardan dünyanın diğer kültürlerine kadar uzanan dev bir yelpazede grupları izleme fırsatı bulacak. Bu sene Sziget’in yeni bir etkinliği de Yeni Rakı’nın, meyhane ve rakı kültürünü tanıtmak için üretilen Meyhane Standıyla beraber Roma Tent’e sponsor olması. Etkinlikler çerçevesinde Türk fotoğrafçı Mehmet Turgut’un Rock’n Frame sergisi


sanatseverlerin huzuruna çıkarken, Türk Dj ve müzisyenler, Türk müziğini tanıtma adına da konserler verecek. Bir hafta boyunca sınırsız eğlence “The Island of Freedom”/ “Özgürlük Adası” sloganıyla yoluna devam eden Sziget Festivali konser ve etkinliklerin dışında bir hafta boyunca sınırsız bir eğlence sunuyor. Küçük bir kasabayı anımsatan adada, kamp alanlarının dışında, nehir kenarındaki plajlar da gençlerin kullanımına açılmış. Özellikle bu sene Avrupa’yı etkisi altına alan aşırı sıcaklardan bunalan gençlerin serinlemek ve yüzmek için doldurdukları plajların dışında, festival alanında spor ve eğlence parkları, içinden çıkmakta zorlanacağınız bir labirent, açık hava tiyatro ve sinemaları, sanat atölyeleri, galeriler ve hatta bir barlar sokağı bile var. Sziget ihtiyaçlarımızı da unutmamış. Gündelik hayatta gereksinim duyacağımız herşey adada mevcut.

Alışverişimizi yapabileceğimiz marketler, eczaneler, küçük çapta bir hastane, yabancılar için döviz bürosu, telefon şarj etme noktaları dışında bir Avrupa Birliği konsolosluk çadırı bile var. Herkesin yolu bir gün mutlaka Sziget’e düşmeli. n


11


03.

DANIEL NYARI’NİN GÖZÜNDEN DÜNYANIN EN İYİ 10 NUMARALARI


<<

Futbol meraklısı olan grafik sanatçısı Daniel

numaraları poster formatında, futbol sev-

Nyari, futbol tarihine damgasını vurmuş en

erlerin huzuruna sunmuş. Maradona’dan,

iyi oyun kurucularıN, diğer bir tabirle en

Cruyff’a, Messi’den, Platini’ye karşınızda

iyi 10 numaraların birer portresini hazır-

dünyanın en iyi oyun kurucuları. Dikkat;

lamış. Geometrik şekilleri kullanan sanatçı,

aralarında Türkiye’de top kuşturmuş ya da

kendine has çizgileriyle resmettiği 10

takım yönetmiş olanlar da var.


14


15


04.

<<

DOĞUDAN YÜKSELEN SES, ZAL BATMANGLIJ Katolik Kilisesi tarafından organize edilen Dünya Gençlik Günleri bu sene Rio de Janeiro şehrinde yapıldı. İlk resmi seyahatini Brezilya’ya gerçekleştiren Papa Francis, milyonları Copa Cabana plajında bir araya getirerek Güney Amerika’da Evanjelistler karşısında güç kaybeden Katolik kilisesine yeni bir ivme kazandırmaya çalıştı.

Zal Batmanglij’in yeni filmi The East, özel bir istihbarat ajansı çalışanının, büyük şirketlere karşı saldırılar düzenleyen anarşist bir gruba sızmasının ardından, zamanla amacından saparak örgütün lideriyle yaşadığı romantik ilişiyi ve dramatik bir şekilde değişen hayatını konu alıyor. İkinci filminiz The East’in ana konusunun Brit Marling’le yaşadığınız bir olaydan esinlendiği söyleniyor… Bir ara Brit’le beraber anarşistler hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmıştık. Anarşizmin modern düşüncelerine ilgi duymuş, internette muhteşem yazılar okumuştuk ama, bu yazıların hiç biri imzalı değildi. İnsanların nasıl olup da bu kadar güzel yazılar yazdıkları halde imzalarını atmadıklarını sorguluyorduk. Sonuç olarak, bu yazıları yazanları bulmak için kendimize bir hafta verdik. O hafta,


bütün bir yaza dönüştü. Bizim için muhtemeşem bir macera oldu ama evimizden uzak kalmıştık. Anarşistlerle beraber geçirdiğimiz zamanda yaşadığımız şeyleri, yerleşik olduğumuz Los Angeles’ta da yapabileceğimizi ve böylece film çekmeye devam edebileceğimizi düşündük… Anarşistlerde bazen bir düzine insan aynı evde yaşıyor, yerde yatıyor, herkes için yemek yapıyor, dans ediyor, oyun oynuyor, şarkı söylüyor. Biz de böyle bir film yapsak nasıl olur diye merak ettik.

gerçekçiliği ve bunun sinemaya yansımasını seviyorum. Filmde, terrörist örgütle, kokuşmuş sistem arasında taraf seçmemeye özen gösteriyorsunuz.

Hayatta belli bir düşünceniz olabilir ama bir yazar olarak bunu bir kenara bırakmak zorundasınız çünkü iki tarafı da anlamaya ve yansıtmaya çalışıyorsunuz. Suya atmaya çalıştıkları kıza karşı duyduğum merhamet İki filminiz arasında çok belirgin bir ben- kadar, insanları ve kendi ailesini zehirlemiş zerlik var. İkisinde de konuya bir belgeselci bir babaya karşı mücadele veren kıza da mergözüyle bakıyorsunuz, ama diğer yandan hamet duyuyorum. İyiyle kötünün arasındaki da hikayeyi ve kurguyu elden bırakmıyor- çizgi çok ince. Bazı insanlar anarşistleri yansunuz. Mükemmel bir denge bulmuşsunuz. sıtış şeklimizden rahatsız olabilir ama bu maalesef yaşanan gerçekleri değiştirmiyor. Beni de ilgilendiren bu zaten. Michael Clayton tarzı ya da 70’lerde Alan J.Pakula’nın Robert Redford’un yönettiği ve arkadaAll The President’s Men gibi akıllı ve bilinçli şınız Brit Marling’in de oynadığı The gerilim filmlerini seviyorum. Çılgın kur- Company You Keep’te olduğu gibi sizin gulara sahipler ama bir yandan da o kadar filminiz de içeriden gelen terörizmi konu da akıl almaz değiller, öyle değil mi? Ben alıyor. Amerikalıların yaklaşımı nasıl


oldu?

18

Benim ne olduğum çok da önemli değil. Sound Of My Voice, inançtan bahsediyor. İnançlı değilseniz, elinizdeki herşeyin filmin sonunda yıkıldığını göreceksiniz. The East’te de aynı şey geçerli, insanlar bu insan topluluğuna bağlanıyor. Onlar da sihirli bir şey var.

Brit’le ben, filmi Amerika’nın en büyük şehirlerinde gösterdik. Her gittiğimiz yerde insanlar filmden sonraki soru-cevap bölümüne kaldılar. Filmle ve konu aldığı sorunlarla ilgili konuşabilmek için can attıklarını gördüm. Ayrıca iç terörizmin onları Bir yönetmen olarak sizin için aktivist konu aldığımız ekolojik sorunlardan daha olmak gerek duyulan bir şey mi? fazla ilgilendirdiğini sanmıyorum. Su gerçekten bu kadar kirli mi? Piyasada sağlığa zararlı Evet. Ülkemde sorun olduğunda orada olmalıyım. Bizim jenerasyonumuz büyüyen bir ilaçlar gerçekten var mı? direnç göstermeye başladı. Bunu filmlerime O zaman filminizin insaları aktivizme yansıtmalıyım. ittiğini kabul ediyorsunuz? The East’in Amerika sloganı “Spy on us, we’ll spy on Hatta yakında Türkiye’ye gideceksiniz. Ne you” yani “Bizi gözetlersiniz, sizi gözetle- yapacaksınız orada? riz”. Şu anda toplumlar arasında oldukça revaçta olan bir konu. Bir anarşist olarak Filmimi, Amerika’nın önemli bir aktivist merkezi olan Berkeley Üniversite’sinde algılanıyor musunuz? Öyle misiniz?


gösteriyordum. Yanıma birkaç kişi geldi ve bana “ Bu yaz gösteriler için Türkiye’ye gideceğiz, bizimle gelmelisin” dediler. Şu anda yaşanan olaylardan önceydi. Sadece gitmek ve olayı yaşamak istiyorum. Arkasında herhangi bir sinemacı düşüncesi olmadan. Sound Of My Voice’tan sonra nasıl oldu da, Ridley ve Tony Scott’un şirketi Scott Free’yle beraber çalışmaya başladınız? Şirketin o dönem yöneticisi olan Michael Costigan, Sundance’te filmimi görmüştü. Bir ara ayak üstü sohbet etme fırsatı bulmuştuk ama daha ileri gitmemiştik. Şirketteki pozisyonu neydi onu bile bilmiyordum. İki gün sonra beni aradı. Hala nasıl olduğunu bilmiyorum ama The East’in senaryosu eline ulaşmış ve bana “Ridley ve ben, filminin yapmak istiyoruz” dedi. İlk filminiz Sound Of My Voice’u sadece 150.000 dolara çekmiştiniz. Film yapmak için çok daha fazla paraya sahip olmanız bir şey değiştiriyor mu?

19

Evet… Senaryo bakımından bir şey katıyor mu bilmiyorum ama çok yetenekli teknisyenlerle çalışma imkanı veriyor, özellikle de ses konusunda. The East’te ses üzerinde yaptığımız işe bayıldım. The East, ilk filmim gibi yapılmış olsaydı insanlar çok daha az ilgi gösterirlerdi. Arkamızda sağlam bir bütçe olmasının iyi yanı, bu sayede sisteme sızabiliyor olmamız.


05.

<<

RED BULL ILLUME’UN FİNALİSTLERİNDEN SEÇMELER Red Bull Illume, spor fotoğrafçılığına adanmIş ilk uluslararası fotoğraf yarışması. Üç yılda bir organize edilen yarışma, Kayak, Sörf, Dağcılık, Kaykay ve Base Jump gibi ekstrem spor tutkunlarını takip eden fotoğrafçıların karelerine yer veriyor. Red Bull Illume’un finaline kalan 250 kare arasından zorlanarak seçtiklerimizden bir derleme yaptık.



22


23


24


25


06.

<<

OUTSIDE THE WALL!

Geçtiğimiz pazar günü müziğin yaşayan efsanelerinden, Pink Floyd’un kurucu

üyesi Roger Waters, “göz kamaştırıcı” deyiminin bir hayli hafif kaldığı görsel şölenle Istanbul’daki duvarları yıktı. Waters’ın “The Wall” albümünü baştan sona çaldığı konserde Gezi olaylarında hayatını kaybedenlerin resimleri duvara yansıtıldı, ortalık “Her Yer Taksim Her Yer Direniş” sloganlarıyla inledi. 26

Cem GELGÜN


Genç üniversitelisi, turisti, Iran’dan geleni, Pink Floyd’u ucundan yakalamış, kırklarının ortasındaki “ruhu genç” anne babası ve tabii ki “has”, “baba” Pink Floyd’cusuyla muhteşem bir mozaik vardı ortada. Bu denli farklı insanların bir arada olması, müziğin jenerasyonların ötesine geçen, birleştirici yanını bir defa daha ortaya koyuyordu. İTÜ Ayazağa metro çıkışı ise tam bir kargaşa içerisindeydi. Çıkışı kısmen kapatan seyyar sucular, köfteciler, t-shirtçüler sıkışıklık yaratırken, üzerimize This waters, Roger Waters! sinmesi kaçınılmaz olan köfte kokusundan Saat 19:00 civarı, Taksim meydanında gözle sıyrılabilmek için hızlı adımlarla kapıya görülür heyecanlı bir hareketlilik vardı. yöneldik. İTÜ turnikelerinden geçmiştik Metro girişinin etrafında konuşlanan Pink ki bu sefer de yakamıza su satıcıları yapıştı. Floyd hayranları, üzerlerinde t-shirtleriyle Adam haklı, diyor ki “İçeride 3 lira, bende 1 son hazırlıklarını yapıyorlardı. Bizi İTÜ lira”. Şöyle bir baktık etrafımıza sudan başka Ayazağa kampüsüne götüren metroda her hiç bir şey satılmıyor. Milli içeceğimiz ayranı türlü izleyici profiline rastlamak mümkündü. bile görmek imkansız. “Alalım bari bir su”

İstanbul, 4 Ağustos Pazar günü bir kez daha tarihi bir konsere tanıklık etti. Şöyle bir düşünüyoruz da, iki aydır “Gezi olayları”yla ve devrim ezgileriyle yaşayan gençlik için (ve ruhu genç kalanlar için), bu konser daha iyi bir zamana denk gelemezdi. The Wall, halkın halet-i ruhiye’sine ilaç gibi geldi. Roger Waters da bizi kırmadı, beklentilerimizi boşa çıkarmadı ve hepimizi mest etti.

27


diye düşündük. Bu noktada “sağdakinden mi, soldakinden mi, yoksa şu küçük çocuktan mı alalım?” diye düşünürken, yaratıcılığı zirve yapmış genç bir satıcı, elinde su şişesi, dört dörtlük bir sloganla karşımıza çıktı: “Everybody, This Waters, Roger Waters!!!” Okunmuş Roger Waters suyu misali, aldık bir şişe ve yerimize doğru yöneldik. Burada bir parantez alkol yasası için açmak istiyoruz. Birasız konser olmuyormuş! Amaç sarhoş olmak değil ama güneşin altında güzel bir bira içmek, serinlemek, keyiflenmek istiyor insan. O da yok. Peki dedik. In The Flesh/Another Brick In The Wall

28

selamladı. Bu sırada, sahnenin iki yanında yükselen duvarlar, birer ekrana dönüşürken, hayatımızda görebileceğimiz en büyük sahne şovlarından birine tanıklık ettiğimizi anladık. Kendinden geçen seyircinin keyfi, Roger Waters’ın Another Brick In The Wall’un ilk notalarını çalmasıyla bir kat daha arttı. Tek bir ağızdan söylenen sembol şarkı, birazdan geleceklerin de habercisi gibiydi. Şarkının bitmesiyle beraber binlerce seyirciden “Her Yer Taksim Her Yer Direniş” ve “Bu, Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam” sloganları yükseldi. Roger Waters bizlere küçük bir sürpriz yapmış, Türkçe bir konuşma hazırlamış. “İyi akşamlar Istanbul” sözleriyle başladı cümlesine ve “Hoşgeldiniz, burada olmaktan çok mutluyum” diye devam etti.

Saatler 20:55’i gösterdiğinde ışıklar söndü ve Roger Waters, The Wall filminde de gördüğümüz dekorların arasında göründü. Albümün Gezi olaylarında hayatını kaybedenler, ilk parçası In The Flesh eşliğinde sahneye duvarda çıkan Roger Waters, bir o tarafa bir bu tarafa koşarak, kendisini izlemeye gelen seyircileri Konuşma sırasında devasa duvar bir anda


turuncuya döndü ve Gezi olayları sırasında hayatlarını kaybeden Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş ve polis memuru Mustafa Sarı’nın fotoğrafları duvara yansıtıldı. Bu sırada bütün tribünler ayağa kalkarak alkışlarla konuşmaya eşlik etti. Dünya çapında yaşanan devlet terörünü kınayan Roger Waters, konser boyunca, İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne, devlet terörü kurbanlarının resimlerine yer verdi. Gösteri daha sonra sırasıyla Mother, Goodby Blue Sky ve Empty Spaces şarkılarıyla devam etti. Ünlü Goodbye Blue Sky şarkısı sırasında ekranlarda, dini sembollerin, petrol şirketlerinin, bankaların ve araba markalarının uçaklardan bomba olarak atılıp, ortalığı kan gölüne çevirdiğini gördük.

29

Bu bölüm izleyicilerden özel olarak alkış aldı. Tabii burada Roger Waters - The Wall konserinin, Türkiye’ye has dinamiklerle Şahenk/ Doğuş/Garanti sponsorluğunda organize ediliyor olmasına hiç girmeyelim bile. Kısa bir aranın ardından konserin ikinci bölümüne Hey You ve Is There Anybody Out There? şarkılarıyla başladı Roger Waters. Daha sonra tüylerimiz bir defa daha Confortably Numb şarkısıyla ve onun David Gilmour’u aratmayan gitar solosuyla diken diken oldu. Konser Run Like Hell, The Trial şarkılarıyla devam etti ve duvarın yıkılmasıyla beraber Outside The Wall şarkısıyla son buldu. Roger Waters ve ekibini dakikalarca ayakta alkışlayan izleyiciler ise konserden memnun ve doymuş olarak ayrıldılar.


Haftaya görüşürüz:)

11 // AGSTS’13


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.