/141
e t e z r e niv
端
zete
28 Ocak 2016 Sayı: 141 Genel Yayın Yönetmeni İlgi Özdikmenli Yazı İşleri Cenk Bonfil, Tuğçe Kılınç, Berk Özdemir Yazılar Cenk Bonfil, Sude Yedikardeş, Varım Gökmen
DAVOS NOTLARI
Ön Kapak: Sedef Akalın Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım
DİLLERDEN DÜŞMEYEN BANKSY
Erdal Özbek Sosyal Medya Yöneticisi Arzu Cahide Öz
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin:
Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
Instagram: https://goo.gl/JT0p59 İletişim: univerzete@gmail.com
/ifbilgi
@ifbilgi
İNTİKAM İÇİN “DİRİLİŞ” HİKAYESİ
/
v i 端n
e t e z er
4
Davos Notları 46’ncısı düzenlenen Dünya Ekonomi Forumu’na “Dördüncü Sanayi Devrimi” damgasını vurdu / Varım Gökmen Dünyanın dört bir yanından CEO’ların, yatırımcıların, STK liderlerinin, siyasetçilerin ve din adamlarının katıldığı, bu yıl kırk altıncısı düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) ana konusu Dördüncü Sanayi Devrimi’ydi. Sanayi Devrimi haricinde petrol fiyatları, kadınerkek eşitsizliği, Avrupa’ya göç ve Çin’in ekonomisinin durumu da tartışıldı. Sanayi Devrimi dediğimiz kavram
üretim şekillerinin (el yapımı-bant sistemi gibi) değişmesinden ziyade üretici güçlerdeki değişimdir. Dolayısıyla bu seneki Davos’un ana konusu olan Dördüncü Sanayi Devrimi; giyilebilir teknoloji (nanoteknoloji), yapay zeka, biyoteknoloji, üç boyutlu yazıcı ve robotların üretim sürecinde etkin bir biçimde kullanılması, üretim ilişkilerinin buna göre en baştan şekillenmesi. Dördüncü Sanayi Devrimi verimliliği muazzam
5
derecede arttıracak, bireylerin -geçmişte ancak tesislerde üretebileceği ürünleri- masa başında, küçük ölçekli üretim yapmasının önünü açacak. Bilindiği üzere ilk sanayi devrimi İngiltere’de, su ve buhar gücünün makinelerde kullanılmasıyla gerçekleşmişti. İkinci sanayi devrimi elektriğin sanayide etkin kullanımı ve son olarak üçüncü sanayi devrimi, bilgisayar sistemlerinin üretimle tamamen iç içe geçmesiyle gerçekleşmişti. Bütün bu devrimler sadece üretim güçlerinin yapılarını değil, aynı zamanda işleri de değiştirdi ve aynısının Dördüncü Sanayi Devrimi’nde de yaşanmaması için hiçbir sebep yok. Dördüncü Sanayi Devrimi hayatımıza etki etmeye çoktan başladı. Kargo yerine kullanılan “drone”lar, insansız araba, çeviri veya yatırım yapmaya yarayan bilgisayar programları tarzı Dördüncü Sanayi Devrimi’nin birçok ürünü zaten hayatımızı etkiliyor.
Dördüncü Sanayi Devrimi kavramını bulan kişiler olan Almanlar’ın bu devrimi ilk yapan ülke olduğunu da anlamak zor değil. Özellikle Siemens ve Bosch bu konuda epey ilerlemiş görünüyorlar. Tabii işin bir de kaybedenler boyutu var. WEF’in kurucusu Klaus Schwab ve Yönetim Kurulu Üyesi Richard Samans’ın birlikte hazırladıkları “iş’in geleceği” isimli raporda yeni sanayi devrimiyle beraber mevcut beş milyon işin yok olurken yerine iki milyon yeni iş geleceği ve bunun dünya genelinde 1.9 milyar insanı işinden edeceği yazıldı. (bkz. http://goo.gl/Kfbwbr) Bir başka noktaysa kaybolacak olan beş milyonluk işin ağırlıklı olarak gelişmekte olan ülkelerde istihdam edilen, fazla nitelik gerektirmeyen işler olması. Önümüzdeki birkaç yılda fabrika çalışanlarının işi de dahil olmak üzere birçok işin tamamen robotlarca yapıldığını görmeye başlayacağız. Bu durum; gelişmekte olan ülkeleri bu alana girme konusunda çekincelere iterken, Üçüncü Sanayi Devrimi’ni başarıyla tamamlamış şirketlerde de -Dördüncü Sanayi Devrimi’nin gerektirdiği teknoloji maliyetli olduğundan- buna karşı bir isteksizlik görülüyor. Kapitalizm tarihindeki en hızlı, en yaratıcı ve en yıkıcı dönemdeyiz. İlk iki sanayi devrimi yüzer yıl sürmüşken Üçüncü Sanayi Devrimi sadece kırk
6
yıl sürdü. Kısaca bu bile nasıl bir çağda yaşadığımızı anlatmaya yeterli. Aynı önceki üç sanayi devriminde olduğu gibi yeniliklere ayak uydurabilen milletler kazanacak, geride kalanlar kaybedecek. Bireylere özel üretimlerin yapılacağı, bireylerin özel üretim yapacağı, birey düzeyinde pazarlamanın önem kazanacağı yeni bir çağa giderken ülkelerin ayak uydurmak adına yapacağı en önemli şey eğitim. Ülkelerin bilgiyi ezberlemekten ziyade bilgiyi kullanabilen ve yeni bilgi yaratabilen insana ihtiyacı -daha önce hiç olmadığı kadarbüyük olacak. Dünyanın bütün ülkelerinde kod yazımı; matematik, fizik gibi
temel bir bilim dalı olarak öğretilmeye başlanıyor. Yepyeni bir çağın eşiğindeyiz. WEF’de ele alınan diğer konulardan birisi olan petrol fiyatlarının düşüşü yaklaşık bir yıldır dünyanın baş belası durumunda. 2014’ün ortasında kaya gazı üretiminin Amerika’da patlaması sonucu düşmeye başlayan fiyatlar 2015’in başında 118$’dan 48$ seviyesine kadar düşmüştü. Ne Yemen krizi, ne IŞİD, ne de Orta Doğu’nun yükselen riski fiyatları yukarı çekemedi. Son olarak İran’ın yıllardır süren ambargodan kurtulup tekrardan küresel sisteme giriş yapması petrol fiyatlarına vurulan son
7
darbe oldu. Petrol fiyatları düşemez denen seviyelere düştü. Çin’in düşen üretkenliği de bu fiyatların bir başka tetikleyicisi. Büyüme hızındaki beklenmeyen yavaşlama çoğu Amerikalı analistin uzun zamandır söylediği Çin’in daha paylaşımcı bir iktidar yapısına kavuşmadıkça asla bu hızla büyümeye devam edemeyeceği tezinin ne kadar doğru olduğunu gösteriyor. WEF’te konuşulan bir başka konuysa kadınerkek eşitliği ve özellikle bunun işletmeler düzeyinde sağlanması. Sessiz devrimden beri kadınların artan bir sayıyla iş gücüne katılması önemli bir hadisedir. Günümüzde konuyu önemli
kılan noktaysa kadın-erkek eşitliğinin verimlilik ve üretim açısından bugün vazgeçilmez olmasıdır. Toparlamak gerekirse eğer ilerleyen yıllarda yeni bir çağa girdiğimizi göreceğiz. Bireylerin çok daha güçlü ve etkin olacakları, insanlarına yatırım yapan ve onlara haklarını veren devletlerin kazanacağı, şirketlerin önceliğinin değişeceği bir dönem. Yazıma Ruanda’nın başkanı Paul Kagame’nin aynı zamanda Davos’un en iyi otuz altı sözünden birisi seçilen sözüyle son veriyorum: En iyi iş fırsatı yaşam standardını yükseltebileceğin iştir.
8
Dillerden Düşmeyen Banksy “Duydun mu Banksy’nin sergisi gelmiş!” “Duydun mu Banksy’nin sergiden haberi yokmuş!” / Sude Yedikardeş Banksy ismi özellikle son zamanlarda sıkça duyduğumuz bir isim oldu. Önce heyecanlandık sergisi geliyor diye sonra “aa duydun mu o sergiden Bansky’nin haberi yokmuş” haberlerine dahil olduk. Peki kim bu Banksy? Banksy her şeyden önce anarşist ruhlu bir graffiti sanatçısı. 10 yıldır başta Birleşik Krallık olmak üzere farklı ülkelerde yaptığı çarpıcı eserlerle herkesin ilgisini çekmeyi başardı. Bu kadar ünlü olmasına rağmen gerçek kimliğini itinalı bir şekilde saklayan Banksy kendi ifadesiyle bir gerilla sanatçı. Gizlediği kimliği eserleri kadar çok merak ediliyor ve konuşuluyor sanatçının. Bence de düşünce yapısı ve eserleri doğrultusunda böyle bir tutum sergilemesi, yaptığı yeraltı sanatı olan graffitilerin samimiyetini arttırıyor. Yaptığı muhalif tarzdaki işlerle ve stiliyle klasik graffiti sanatçılarından ayrılıyor. Eserlerinde çoğunlukla tüketim çılgınlığını eleştiren ve savaş karşıtı mesajlar veren sanatçı ironik protestolara ve kara mizah ögelerine ağırlık veriyor. Bu düşünce yapısının istikrarını, Nike gibi birçok büyük markanın çalışma isteğini reddederek destekliyor. Kimdir bu Banksy, nasıl düşünür sorularından sonra biraz “neler yapar” sorusuna değinmek istiyorum. Bu bölümde
Banksy’nin ses getiren birkaç işini paylaşacağım. Londra Olimpiyatları Çizimleri / Çocuk İşçi Birleşik Krallık bayrağı diken Uzak Doğulu bir çocuk işçinin resmedildiği eser, içerdiği mesajla gayet ironik bir şekilde yapıldığı duvardan sökülüp Amerika’da bir
9 açık arttırmada 700 bin dolara satıldı. Bir yandan çocuğun nasıl sömürüldüğüne dair mesaj, diğer yandan bu eseri söküp büyük paralara satmaya çalışmak, üstelik satın almak isteyen bir sürü insanın olması...
Hangisi daha üzücü bilemiyorum. Eserin satılması birçok insan, özellikle mahalle sakinleri tarafından büyük tepki gördü. Umut Kız Umut Kız Banksy’le en çok özdeşleşmiş, artık ikonik bir çizim hale gelmiş eser. Üstelik bu ikonik çizim Suriye Savaşı’nın yıl dönümü dolayısıyla pek çok şehir merkezinde projeksiyonla yansıtılmış, kent meydanlarında havaya kırmızı balonlar salınmıştı. Banksy Suriye’deki savaşa vurgu yapmak için en tanınmış eserlerinden birini yenilemişti.
İsrail Güvenlik Duvarı Çizimleri İsrail’in güvenlik gerekçesiyle yaptığı duvara Banksy’nin yaptığı çizimler çok büyük ses getirdi. Duvarda görünen çatlaklardan tatil, deniz, dağ manzarası çizimiyle İsrail’in diktiği bu duvara tepkisini gösterdi. Dismaland Dismaland, Banksy’nin turizm ve tema parkı endüstrilerine eleştirel bakan bir süreli sergisi. Sergi, bünyesinde duvar resimlerini ve çeşitli enstalasyon çalışmalarını bulunduruyor. Tüketim çılgınlığının çokça yaşandığı bu parkları da eleştiren Dismaland’ı Disneyland’ın distopyası olarak düşünebiliriz. Banksy, Dismaland’i sanat, eğlence ve giriş seviyesinde anarşinin kombinasyonu olarak tanımlıyor. Bu sergi için anti-kapitalist manifesto
10 satılıyor, bazı eserleri mankenler tarafından canlandırılıyordu. Hangi anlamla veya mesajla böyle bir canlandırma yoluna gidilmiş bilmiyorum. Üstüne üstlük sokaklara sığmayan Banksy bir sergi salonuna sığdırılmış, seyircilerini bekliyordu.
oluşturmasının yanı sıra buna Dismaland rehber kitapçıklarında da yer vermiş.
Gelelim İstanbul’da, Global Karaköy’de yapılan Banksy sergisine. Tanıyan bilen insanlar “Banksy neden İstanbul’da sergi açsın ki?” diye konuşurken onu yeni tanıyanlar “Banksy diye bir sokak sanatçısının sergisi gelmiş” diye konuşuyorlardı. Tüketim çılgınlığına bu kadar karşı çıkan sanatçının sergisinin biletlerinin 35 lira olması ayrı bir tartışmaya neden olmuştu. Üstünde Banksy eserleri bulunan ürünler
Serginin sonunda Banksy’nin belgeseli Exit Through Gift Shop (Çıkarken Hediye Dükkanından Geçiniz) düşüncesi hiç çekinmeden tamamen uygulanmış. Çıkışta yüksek fiyatlara satılan Banksy’li hediyeler serginin ayrı bir sorunu oldu fakat zamanla bu sorular “Banksy’nin sergiden haberi yok” manşetleriyle cevabını buldu. Sergiyi yapan Banksy değil, onun yıllar önceki küratörü Steve Lazarides. Lazarides yaptığı açıklamada “Banksy’nin bu sergiden haberi yok, izin almama da gerek yok. Bunu bir retrospektif olarak düşündüm.” dedi. Sergideki eserlerin hepsi sergiye özel üretilmiş işler değil. Lazarides’in uzun yıllar tanıyıp pazarladığı Banksy’yi sattığı koleksiyonerlerden alınarak yapılan bir sergi. Bu yüzden Banksy’den izin almaması herhangi bir suç teşkil etmiyor. Burada aklıma takılan başka bir sorun; Lazarides kendine, deyim yerindeyse, “pazar” olarak niye İstanbul’u seçti? Burada belki biraz sert olabilecek bir öz eleştiri yapacağım ama toplum olarak sanatın ve uluslararası önemli sergilerin hayatımıza yeni yeni girmiş olmasından ötürü biraz özentiliğimiz ve kendimizi kanıtlama çabamız olduğundan Lazarides İstanbul’da sergi açmayı uygun görmüş olabilir diye düşünüyorum. Kimimiz Instagram’a fotoğraf koymak için, kimimiz “adam çok iyi ya” dediğimiz için, kimimiz ise meraktan, bir şekilde
11 Banksy’le tanıştı. Özellikle şu sıralar sohbetlerimiz içinde oldukça yer aldı bu graffiti sanatçısı. Benim tanışmam ise Dismaland’ın tanıtım filminin çıkmasıyla oldu ve bunu yapan insanla hemen tanışmak istedim. Düşünce yapısını gördükçe Dismaland fikri daha çok oturdu bende.
Diyeceğim şu ki bir sanatçıyla ilgili herhangi bir şey yaparken ya da eserlerini görmeye giderken işin, o kişinin düşünce yapısıyla ve tavrıyla ne kadar uygun olduğunu bilmek önemlidir. Aksi takdirde “sadece” popüler kültürün bir parçası olmak kaçınılmaz son olacaktır.
12
İntikam İçin “Diriliş” Hikayesi “İntikam Tanrı’nın işidir” / Cenk Bonfil
Film içeriği hakkında orta yoğunlukta bilgi içermektedir. Alejandro Gonzales Iñárritu’nun çok konuşulan son filmi “The Revenant Diriliş”; internete çoktan düşmüş, kazandığı üç Altın Küre ödülüyle adından çokça bahsettirmiş, “Leonardo DiCaprio Oscar heykelciğini acaba nihayet alabilecek mi?” sorusuyla izleyicileri meraka düşürmüş olsa da Türkiye’de vizyona 22 Ocak
Cuma günü itibarıyla girdi ve ben -internetten izlememe konusunda takıntılı biri olarak- uzun zamandır vizyona girmesini beklediğim filmi nihayet izledim. Söyleyebileceğim; her şeyi apaçık, çarpıcı bir şekilde göstermesi bakımından sözünü sakınmayan bir film olduğu ve sinema salonundan perdede gördüklerim karşısında sarsılmış, filmin bitimi sayesinde de -sanırım doğru sözcük bu olacak- “arınmış”
13
bir halde ayrıldığım. Michael Punke’ın “The Revenant: A Novel of Revenge” romanından uyarlanan film, Amerika’nın ormanlarında postları için hayvanları katleden bir şirket için çalışan bir grup avcı arasındaki Hugh Glass’ın (DiCaprio); oğlunu öldüren Fitzgerald’ı bulup ölümden döndüğü ayı saldırısından sonra, ondan intikamını almak için sakat haliyle doğada hayatta kalma çabasını anlatıyor. Asıl konu itibarıyla bir intikam filmi olsa da ormanda yaşayan Kızılderili kabileleri ve hayvanları katlederek doğaya hükmetmeye çalışan, ona karşı çıkan “beyaz insanlar” arasındaki mücadele ve Glass’ın oğlunun, annesi yine beyaz insanlar tarafından öldürülmüş bir yarı-Kızılderili olması, filme bir derinlik katıyor. Film intikam teması içinde bir “medenileşme” eleştirisi sunuyor ve doğayla uyumlu yaşayan Kızılderililer ile ona karşı gelen avcıların tam ortasına oğlu ve öldürülmüş karısı
nedeniyle Kızılderililer’e de yakın duran –onların dilini de konuşan- Glass’ı koyarak ana karakterin hayatta kalıp intikamını almak için doğaya uyum sağlamak zorunda kalışını gösteriyor. Film, avcı grubu avlarıyla ilgilenirken Kızılderililer’in onlara saldırmasıyla başlıyor. Böylece daha en baştan avcı grupla Kızılderililer arasına bir ikili karşıtlık konulmuş oluyor. Glass’ın karısının bir Kızılderili olduğunu ve Amerika’ya yerleşmiş Fransızlar tarafından öldürüldüğünü, oğlunun da bu sayede yarı Kızılderili olduğunu biliyoruz. Hugh Glass bu sayede, aslında avcı olmasına rağmen, medenileşirken vahşileşmiş ve doğaya karşı gelmeye başlamış beyaz insan ile doğayla uyumlu yaşayan Kızılderililer arasında bir yerde duruyor. Glass, ormanı iyi bilmesi sayesinde avcılar arasında üstün bir yerde olsa da o da medeni insanın vahşiliğinden nasibini almış biri. Bu medenileşme zamanında eşini ondan almış. Uğradığı ayı saldırısından sonra da Fitzgerald’ın oğlunu öldürmesi ve sonra da onu kazdığı mezara koyup ölüme terk etmesi bardağı taşıran son damla oluyor. Glass, hemen hemen gerçek anlamda, ölümden dönüp “dirilip” Fitzgerald’ın peşine düşüyor. Fitzgerald’ın
14 onu attığı mezardan sürünerek çıkıp ona ihanet eden adamın peşine düşmesi, “diriliş”in perdede görsel olarak beden bulmuş hali olarak yorumlanabileceği gibi intikam almak için yanıp tutuştuğu Fitzgerald’ın da medeni insanın temsili olarak yorumlanabilir. Bu kadar ağır yara içinde, fazlasıyla çetin doğa koşullarında düştüğü intikam yolunda hayatta kalmasını sağlayan şey Kızılderililer’in yaptığı gibi doğanın yasalarına uyum sağlaması. Bu noktada beni en çok etkileyen bölümler, hayatta kalmak için yapmak zorunda olduğu vahşice eylemlerden çok, ona yardım etmeyi kabul etmiş bir Kızılderili ile yağan yağmura doğru ağızlarını açıp su içmeye çalışırken ne kadar eğlendikleri. (Filmin intikam teması çerçevesinde geleceği noktayı, film içeriği hakkında fazla bilgi vermek gerektiğinden kendime saklamayı tercih ettim. “İntikam Tanrı’nın işidir.” deyip sizi filmi izlemeye davet ediyorum.) Filmin yapımı hakkında söyleyecek
pek fazla söz yok aslında. Leonardo DiCaprio’nun gerçekten iyi bir oyuncu mu olduğu yoksa sadece oynadığı iyi filmlerden mi kurtardığı hep kararsız kaldığım bir konuydu. Bu filmle kafamdaki soru işaretleri son buldu. Altın Küre’de En İyi Erkek Oyuncu ödülü kesinlikle hak ettiği bir ödüldü ve Oscar tartışmalarında tezim, kazanacak (en azından tarafım, kazanması). Tabii ki Fitzgerald rolündeki Tom Hardy’den, Glass’ın oğlu Hawk rolündeki Forrest Goodluck’tan (isminden anlaşılabileceği üzere oyuncu gerçekten bir Amerikan yerlisi), gönülsüzce Fitzgerald’ın müttefiki durumuna düşmüş Bridger’ı canlandıran Will Poulter’dan bahsetmemek olmaz. Filmin çekildiği şartlar ve yapılan ön araştırma da takdire değer. Yerli yerleşim yerleri ziyaret edilmiş, onlarla konuşulmuş, filmdeki Kızılderililer de onlar tarafından oynanmış. Ayrıca film gerçekten de Kanada’nın ormanlarında, soğuk havada ve zor şartlarda, doğal ışık kullanılarak
15
çekilmiş. (Bölgedeki hava değişimiyle karların erimesi sonucu bir kısmını Arjantin’de çekmek zorunda kalmışlar.) Iñárritu’nun En İyi Yönetmen Altın Küre ödülünü alırken yaptığı konuşmada “Acı geçicidir ama film sonsuza kadardır.” demesi, ekibe ettiği teşekkürler sanırım yerini bulan sözler. “The Revenant”, hem işlediği temaları ele alışı bakımından, hem oyunculuk
performansı bakımından hem de görsel olarak kesinlikle izlenmesi gereken, kültler listesine girecek bir film. Not: Film hakkında yönetmen, oyuncu ve ekibin yorumlarını, filmin yapımı hakkında ilginç bilgileri merak edenler “A World Unseen” belgeselini izleyebilirler: https://goo.gl/qaSjPO
e t e z r e niv
ü
Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)
zete