zete
Sayı: 100 / 2014 Genel Yayın Yönetmenleri Demet Açıkgöz Yazı İşleri
“HERKES”LEŞEN SOSYAL MEDYA
İrem Topçuoğlu, Cenk Bonfil, İlgi Özdikmenli Yazılar İlgi Özdikmenli, Alp Tunçer, İrem Bayer, Efe Demiralp, Doğa Çöl, Bengisu Kepsutlu, Gülsüm Yüksel, Simge Gürkan, Berk Önder, Aysu Sancak, Duygu Taneri, Cenk Bonfil, Günce Kılıç, Demet Açıkgöz
BİR ÇOCUĞUN ÇİZGİ DÜNYASI
BU HAFTA TİYATRODA NE VAR?
EDİRNE BÜYÜK SİNAGOGU “YENİDEN”
NAZCA ÇÖLÜ’NÜN BÜYÜK SIRRI
OYUNKOLİK
SCORP SOSYAL MEDYAYI SALLAMAYA HAZIR!
Ön Kapak: Demet Açıkgöz Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
/ifbilgi
@ifbilgi
Merhaba, İnsan her zaman böyle önemli cümleler kuramıyor. Değer verdiğiniz bir oluşumun, arkadaş grubunun, ailenizin önemli gününde konuşma yapan büyükler gibi, onlardan biri olmak gibi bir şey. Hissiyatım; nişan kurdelesini kesmek, düğün pastasından önce konuşma yapmak, mumu üflemeden önce dilek tutmak. Öyle ki; Üniverzete’nin bugüne kadar çıkmış 100 sayısı hakkında neler yazabileceğimi düşünüp durdum. Ne yaşarsak yaşayalım haftalardır eksiksiz çıkışımızdan, kendi sesimizle var oluşumuzdan, arada düşüşlerimizi ama hep ayağa kalkmalarımızdan bahsedebilirdim. Onun yerine; Yan yana ağlayıp, yan yana gülerken, bir çok acıyı içimizde barındırırken, en sevdiğimizden ayrı düşerken neler hissettiğimizi ve nasıl hala birlikte yürüdüğümüzden bahsetmek istedim. Birkaç sene önce Bilgi Üniversite’sinin bir sınıfında oturarak fikir alışverişi yaptığımız ve ortaya neyin çıkacağını kestiremediğimiz bir dergi hakkında konuşuyorduk. Karşımızda tüm kuralların tersi bir eğitmen vardı. Sesimizin ne kadar önemli olduğunu, bize özel olanların ne kadar değerli olduğundan bahsediyordu. Önemli olanın “biz” olduğunun altını çizip duruyordu. Diyorum ya, bir şeye başlıyorduk ama neydi ve nasıl olacaktı, nasıl tutunacaktık derken 100. sayıya kadar geldik. Bu sayıya gelirken Ali Berhan’a veda ettik, birçok yeni insana “merhaba” dedik, derginin tasarımcımıza gitmesine 1 saat kala düzenlemeler yaptık, bazen iki yazı yazdık. Ama iyi ki yaptık! Bugüne kadar daima arkamızda olan; Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesine, kötü olunca söyleyen, güzel olunca öven ama hep bizden olan, bizi kendimize getiren; Halil Nalçaoğlu’na Aylin Dağsalgüler’e ve Sarper Durmuş’a. Bünyesinde bulunmaktan keyif aldığımız Zete’nin güçlü kadını Nurcan Akad’a, zorlu saatlerin üstesinden gelen tasarımcımız Erdal Özbek’e çok teşekkür ederiz. Ne güzel sayı öyle koskocaman yüz olmuşuz, 100! Y Ü Z!
Demet Açıkgöz Üniverzete | Genel Yayın Yönetmeni
4
“Herkes”leşen Sosyal Medya Kendiniz” olursanız değil “herkes gibi” olursanız toplumda yeriniz olduğuna inandırılan bir distopya belki de burası / İlgi Özdikmenli
Dünyaya entegre olmak güzeldir, bulunduğunuz noktayı önemli kılmak, iz bırakmak, “ben buradayım” demek, tüm bunlar insanoğlunun ihtiyacı bile sayılabilir. Her birimiz yaptıklarımızın takdir edilmesinden de hoşlanırız. Belki de bu yüzden sosyal medya hayatlarımıza girdiğinden beri böylesine sahiplendik onu. Sanki kolumuz, sanki gözlerimiz gibi ihtiyaç duyar hale getirdik kendimizi ve birbirimizi. Öyle ki, biz kendimizi bağımlı hale getirirken, o bizi ne hale getirdi dönüp çoğu kez bakmadık bile.
“Popülerlik”, “tanınma ve takdir edilme güdüsünü arttırma” ve belki -biraz daha- “sosyal çevreyi geliştirme”, sosyal medyanın; en azından mecralarından bir kısmının, hayatlarımıza kattığı pozitif olgular. Ancak bunun yanında farkında olmadan götürdükleri de var. “Herkesleşme hevesi” örneğin. Sosyal medyanın bazı mecralarının, kendimizi olduğumuz gibi değil de olmak istediğimiz gibi gösterme imkanı verişi, bizleri belki de olmadığımız biri gibi yaşamaya itiyor. Herkesin yediği yemekleri
5
yeme, herkesin gittiği yerlere gitme, herkesin oturduğu kafelerde oturma hatta dönem dönem moda olan ve eğer giderseniz modaya uyduğunuz için “tarz sahibi” kabul edileceğiniz semtlere gitme, herkesin giydiği şeyleri giyip bunları paylaşmak için bir de yarışa girme; bu şekilde söylendiğinde “daha neler” dedirtiyor olsa da, aşağı yukarı bir çoğumuzun yaptığı veya şahit olduğu durumlar aslında. “Kendiniz” olursanız değil, “herkes gibi” olursanız toplumda yeriniz olduğuna inandırılan bir distopya
belki de burası. Üstelik hayatımızı harika ve “ideal” gösterme telaşı kendini az çok belli ediyor. Çoğunluğun belirlediği “ideal” algısına uymak için kendi gerçeğinden, kendi güzelinden sapan insanlar görmek, zaman zaman insanın kendisinin de bu yanılgıya düşmesi son derece negatif bir durum. İnsanlar artık bireysel farklılıklar yerine toplumsal aynılıkları yüceltir hale geldi. Aynı masada oturup, konuşacak bir ton konu varken karşındakiyle konuşmak yerine, o masayı sosyal medyada nasıl sunacağını düşünmek,
6
o an hayattan ne kadar keyif aldığını kime nasıl kanıtlarım telaşına düşmek, o ana, o masaya, karşındaki kişiye hakaret aslında. Bizler bunu yaparken, fark etmiyoruz ne yazık ki. Yaptığımız normalleşiyor gözümüzde. Çünkü “herkes yapıyor!” Herkesin yaptığı bir şeyin yanlış olma ihtimal ise; yok. Gerçek hayatlarımızın yanında, bir de olduğunu sandığımız bir sanal hayatımız var ve kendi ellerimizle kendimizi teslim ediyoruz oraya. Bilerek, isteyerek. Elbette kötü değil sosyal medya. Hatta
kendini ifade etmek adına, konuşmak adına, düşünmek adına, bazen örgütlenmek adına harika bir mecra. İçeriğini bozan, tekleştiren, anlamsızlaştıran bizleriz. Gerçek mutluluk yerine, orada mutlu gözükmeyi yeğleyen bizleriz. Her an nerede olduğumuzu bildirerek, kendimize ait bir alan bırakmayan bizleriz. Sosyal medya, rasyonel ve bilinçli kullanıldığında, 20. yy insanı için harika bir araçtır aslında ve hatta ihtiyaçtır. Ancak onu amaç haline getirip, saniyede bir fotoğraf/video/konum/duygu hali
7
paylaşmak veya paylaşmak zorunda hissetmek, üstelik bunu yaparken “herkesin yaptığı gibi” algısından çoğu zaman kurtulamamak renksizleştiriyor bizleri. Rengimizi kaybediyoruz, “içimden ne geliyor” değil “ne koysam daha çok beğenilir” diye düşündüğümüz anda yitiyor samimiyet. Yani kullanalım elbet, yazalım, çizelim, çekelim, paylaşalım, bildirelim, “ben de yaşıyorum bak” diyelim ama kendi dilimizde diyelim. Kendimize göre diyelim. Ne amaçla ne yaptığımızı
bilelim. Bir şeyin popüler olması, güzel olduğu anlamına gelmiyor diyelim mesela artık. Güzel olsa bile “bana göre güzel mi?” diyelim arada bir. Biz sosyal medyayı kullanalım, sosyal medya bizi kullanmasın.
8
9
Bir çocuğun çizgi dünyası / Günce Kılıç
Özellikle son yıllarda, çok daha fazla tartışılan çizgi film ve çocuk ilişkisi, birçok ülkede birçok incelemeye tabi tutulurken, bazı ülkelerde de ebeveynlerin kişisel görüşlerine göre şekillendiriliyor. Maalesef, son dönemde Türkiye’nin de uzman araştırması az, ebeveyn sesi çok ülkeler arasına girdiğini söyleyebiliriz. Peki, ama ebeveynler çizgi filmlerden bu derece korkabilirken, uzmanlar ne düşünüyor? Bu sorunun cevabını biraz merak ettiğimden, biraz da bulmak istediğimden olsa gerek Uzman Çocuk Psikoloğu Ayben İpek ile çocuk ve çizgi film ilişkisi hakkında kısa ama tatlı bir sohbet gerçekleştirdim… Genel hatlarıyla çocukların çizgi film ile aralarında kurdukları bağı nasıl tanımlayabiliriz? Göründüğü kadar büyük ve önemli bir bağ mı bu? Teknoloji artık çağımızın vazgeçilmez bir parçası. İnsanlar neredeyse tüm alışkanlıklarını teknolojinin nimetlerinden yararlanarak oluşturmaktalar. Eve gider gitmez televizyonu, laptop’ı veya tabletimizi açmak rutine
10 ve bağımlılığa dönüşmüş olduğundan bir nevi “esir” hayatı yaşıyoruz diyebiliriz. Dolayısıyla çekirdek ailemizde çocuklarımız da ister istemez bu rutinin ve bağımlılığın bir parçası olmaya bilişsel ve davranışsal olarak çok hazırdırlar. Çizgi filmler ebeveyn tarafından doğru içerikli seçilmediği ve doğru zamanda izletilmediği zaman faydalı değil zararlı hale geliyor. Çizgi filmler karşısında çok fazla vakit geçiren çocukların zihinsel gelişimlerinin olumsuz yönde etkilendiği ve bu çocukların özellikle yaratıcılık becerilerinin ketlendiği ortaya çıkan en önemli bulgulardan. Geçmiş yıllarda çocukların özdeşim kurdukları çizgi film karakterleri sayısı oldukça az ve ortak olduğu gibi tek bir kanaldan günün tek bir saatinde izlenme durumu vardı. Günümüzde ise ellerinin altındaki tabletler ve akıllı telefonlar ile (ebeveyn denetimi dışında) çocukların ruhsal dünyası direkt etkilenmekte ve onların çeşitliliği çok olan ve takip edilemeyen bir çizgi film döngüsü içerisinde kalmalarına sebebiyet vermekte. Çocuklarımız içerik çeşitliliği olan çizgi filmlere günümüzde çok kolay ulaşmaktalar. Dolayısıyla, çocuk ve çizgi filmler arasındaki bu bağ, teknoloji çağı ile birlikte oldukça kuvvetlenmiştir diyebiliriz. Bu güçlü bağı kırmak yine ailenin ve sosyal çevrenin çocuğa bu konudaki yaklaşımına bağlı. Çocukların yaş aralıklarına göre izledikleri ve değer verdikleri filmler arasında farklılıklar olduğu gibi etkileri de farklı oluyor mu? Çizgi filmler çocukların yaş grubuna göre nasıl bir etki farklılığı gösteriyor? Burada sadece yaş grubu değil, cinsiyet
ve sosyo-kültürel farklılıkların da etkileri değiştirdiğini söyleyebiliriz aslında. Özellikle yedi yaşına kadar olan ilk çocukluk döneminde çocuklarda gerçeklik duygusu henüz gelişmemiş olup soyut düşünebilme becerileri yoktur. Soyut düşünebilme becerisi olmadığı için de izlediği programlardaki kahramanların ve olan olayların gerçek olup olmadığını (doğruluğunu) ayırt edemeyecektir. Doğal olarak sadece taklit edecektir. Daha önce bahsettiğimiz çeşitli ve alternatifli çizgi film dünyasının içerisine kolaylıkla ulaşabilen çocuk, soyut düşünebilme becerisine sahip olamadığından çizgi filmlerinin içeriğinin doğru ve faydalı olup olmadığını değerlendiremez. Burada ebeveyn kontrolü olmazsa olmaz koşuldur. Üç yaşa kadar çocuğun çizgi film izlemesini sağlıklı bir gelişim için doğru bulmuyoruz. Üç yaşından sonra yarım saatlik bir süre ile tercih edilen çizgi filmler izletilebilir, ilkokul döneminde bu süre ebeveyn kontrolü ile birlikte arttırılabilir. Çizgi filmi izleme süresine sınır koymadan ve program tercihi yapmadan, paylaşımsız bir şekilde izlediklerinde, özellikle okul öncesi dönemde çocukların bilişsel ve dil gelişimleri sekteye uğrayacaktır. Konuşması gereken bir yaşta halen konuşamayan, hecelemesi gerekirken kekeleyen, 2,5-3 yaşında olmasına rağmen (eğer gelişimsel bir gerilik söz konusu değilse) 4-5 kelimeden fazla bilemeyen çocuklar vardır. Bakıcı veya anne kendi yaşamsal döngüleri içerisinde çocuk ile ilgilenmeyi ikinci plana atarlarsa, çocuk tüm gün televizyon karşısında kalırsa, iletişim kurabilme becerileri de beyninde gelişemeyecektir.
11
Çocukların kırarak, dökerek, iterek, dokunarak vs. öğrenebileceği motor beceriler de maalesef ki gelişemeyecektir. Aynı zamanda çocukların sosyal-duygusal gelişimlerinin olabilmesi için de diğer çocuklara dokunmaları, onlarla konuşmaları, oynamaları, yani etkileşim içerisinde olmaları gerekir. Özellikle tüm yaş gruplarında çizgi filmlerdeki karakterler ile arkadaş olan çocuk, kendi dünyasına kapanır, introvert bir kişilik yapısı geliştirir, sürekli mesaj alır fakat mesajı iletebilecek becerilere sahip olamaz. Alternatif üretebilecek, çözüm arayacak becerileri gelişemez. Kendini mutsuz, yalnız ve bir süre sonra da doyumsuz hisseder. Çizgi filmler konusunda genelde en büyük tartışmalar içerik tartışması oluyor. Bazen öğretici olmasının bile tartışıldığını düşünürsek, bir çocuk için çizgi filmin içeriğinin öğretici olması ya da olmaması çocuğun gelişiminde ne gibi yararlar ya da zararlar doğurabilir?
Çizgi filmlerin öğretici nitelikte olabilmesi çocuklar için değerler eğitimine yönelik olmasını gerektirir. Özellikle okul öncesi dönemde öz bakım becerilerinden yazısız sosyal normlara kadar tüm gelişim düzeylerine hitap edecek nitelikte olmasını da... Aile içerisinde davranış kurallarını benimsemeleri, arkadaşlık, dostluk, çalışkanlık, yardımseverlik, iyilik gibi çeşitli değerleri benimseyebilmeleri adına faydalı olabilecek çizgi filmler seçilirse çocuğun bunları değerlendirerek içselleştirme şansı çok daha fazla olacaktır. Kan, şiddet, patlamalar, adam öldürmelerin olduğu çizgi filmlerin özellikle çocuğun saf ve masum iç dünyasında tahribat yaratacağı ve şiddetin “normalize” edilmesine sebebiyet verebileceği açıktır. Genetik olarak erkek çocukları daha dürtüsel olduklarından; silahlarla ve kesici aletlerle oynamaya, kız çocukları ise bebeklerle oynamaya yönelirler; dolayısıyla erkek çocuklarının güç
12 gösterisinde bulunup özdeşim kurarak, çizgi filmlerde izlediği hayali kahramanların taklidini yaptığında “ne kadar güçlüsün sen, aferin” diyerek özellikle şiddet içeren davranışlarını onaylamamak ileride bir patolojinin ortaya çıkmaması için çok önemlidir. Hareketsiz ve iletişimsiz bir çizgi film etkinliği saatinin çocukların gelişimine hiçbir katkısı olmayacağı unutulmamalı! Özellikle ebeveyn, çizgi film izlendikten sonra çocuğuyla geri bildirim yaparak filmdeki ana fikrin pekiştirmesini sağlamalıdır. Çocuk ve çizgi film arasındaki bağdan bahsetmiştik. Çizgi filmler hakkındaki tartışmalardan biri de çocuğun çizgi filmi gerçek sanması ve bazen kendini bir çizgi film karakteri sanacak kadar çizgi filmin içinde yaşaması. Burada asıl sorun çizgi filmlerde mi yoksa gerçek hayatın faktörleri mi bunu etkiliyor?
Günümüzde eğer çizgi filmlerden bir şeyler öğreniliyorsa (ki bunda kuşku yoktur), özellikle olumsuz koşullanma kolaylıkla gerçekleşebiliyor. Özellikle okul öncesi dönemde çizgi film karakteri ile kendini özdeşleştiren çocuk onun gibi uçabileceğini, onun gibi atlayabileceğini düşünebiliyor. Bununla ilgili birçok ciddi yaralanmanın olduğu ve hatta ölümle sonuçlanan haberler gördüğümüz aşikârdır! Veya çok güzel görünen peri kızları, süslü püslü giyinen makyajlı ve çok havalı saçları olan incecik vücutlu çizgi film karakterleri küçük kızlarımızın özdeşim modeli olabiliyor ve onlar gibi “çok güzel olmanın” hayattaki en önemli şey olduğu şemaları ile büyümelerine, kendilerini gerçekten bir prenses gibi görmelerine sebebiyet verebiliyor ve yetişkinliklerine ciddi bir obsesyon olarak yansıyabiliyor. Çocukların çizgi filmlerden öğrendikleri, davranışların taklidini yapmaları ile ya
13 kapanık, kavgaya açık, yetişkinlikte istismara ve şiddet eylemlerine yatkın duruma getirebilir. Normalize edilen saldırganca ve cinsel içerikli davranışlar masum göründüğünden çocuğun bunu içselleştirme olasılığı fazlalaşıyor, sosyal çevresinden aldığı onaylanmalar ile de pekişiyor maalesef. Örneğin; erkek çocuklarında “güçlü” olarak, “güçlülükle” her şeyin üstesinden gelebilecekleri bilinci oluşabiliyor. da bu davranışların ilişkili olduğu başka davranışları çağrıştırıp etkinleştirmeleri biçiminde olabiliyor. Burada asıl sorun, olumsuz davranışlar gösteren çizgi film karakterinin bunu “iyilik ve doğruluk” için yaptıklarının mesajının verilmesidir. Yani, normalize edilerek şirin gösterilmeye çalışılan çizgi film içerikleri çok yanlıştır. Gerçek hayatta bir fare kendisini yakalamaya çalışan kediden kurtulmak için ona tuzak kurmaz, kafasına tava ile şiddetli bir şekilde vuramaz örneğin? Bir diğer tartışma konusu da çizgi filmlerin öğreticiliği. Örneğin üstü kapalı öğretilen cinsellik ya da ölüm gibi durumlar veya kavramların çizgi film üzerinden çocuğa aktarılması bir çocuğun gelişimini nasıl etkiler? Çocuklarda doğuştan var olan cinsel ve saldırgan davranış dürtülerinin küçük yaşta çizgi filmler ile aşırı uyarılması, olumsuz bir koşullandırma oluşturup ilerde cinsel sapkınlıklara ve sadist duyguların ortaya çıkmasına neden olabilir. Günümüzde çizgi filmlerde şiddet ve cinsellik, bastırılan dürtüler; seyredilir ve kabullenilir hale getirilmiştir artık. Bu tür filmler, onları izleyen çocukları psikolojik sorunlara itebilir, daha içine
Bir çocuk genellikle cinsellik ve ölüm gibi kavramları çizgi filmden önce de algılamaya başlayabilir mi? Bu soruda tabii ki yaş faktörü de çok önemli ve tabii istisnalar vardır ancak merak ettiğim genelde bir çocuk bu tip kavramlara çizgi filmde görmeden önce tamamen kapalı mı oluyor? Her çocuğun gelişim aşamasına göre ilk sordukları sorular genellikle cinsellikle ilgili oluyor. Kendi bedenini, annesinin bedenini merak edebilir, kardeşinin nasıl olduğunu sorabilir vs. Okul öncesi dönemde başlayan cinsellik üzerine sorulan sorularda bir soru bombardımanı yaşayabilirsiniz veya çocuk baskılanmışsa, iletişimi engellenmişse bu konuda 4-5 yaşına kadar soru sormadığını fark edebilirsiniz. Sağlıklı gelişim aşamasında çocuğun 2-3 yaşlarında cinsiyet farkıyla ilgili sorular, 3-4 yaşlarında doğumla ilgili soruları başlıyor. Dolayısıyla doğal gelişimsel süreçte herhangi bir dış etki olmadan bu sorular gelişecektir. Ölüm kavramını 2-3 yaşlarında çocuk oynadığı oyunlarda ve izlediği çizgi filmlerdeki işleyişte irdelemeye başlayabilir. Ölüm genellikle çocuklar için uzun bir uykudur ve ölenlerin tekrar uyanacağını,
14 hayata devam edeceğini düşünürler. Bu, oyunlarında da çok net gözlenebilen bir özelliktir; oyun içinde bir kahramanın öldüğünü söyledikten birkaç dakika sonra onu yeniden oyuna dâhil ederek devam edebiliyorlar örneğin? Üç yaşından başlayarak çocuk günlük hayat aracılığıyla (yolda ezilmiş bir yavru kedi gördüğünde veya yapraklar düştüğünde vb.) ölümü deneyimleyerek öğrenebiliyor. Dört ya da beş yaşından sonra ise çocuk; ölümün geri dönüşü olmadığını kavrayabiliyor. Çizdiği resimlerde de bunun izleri büyük ölçüde görülür (hayaletler, canavarlar vb.). Çizgi filmlerin ve görsel tüm uyaranların bu kavramların sorgulanmasındaki rolü yadsınamaz fakat soyut bu tür kavramlar anlamlandırılamasa da başka dış uyaranlar aracılığıyla deneyimlenebilir veya dürtüsel olarak da sorgulanabilir. Çizgi filmlerin buradaki rolü, vaktinden önce çocuğa verilebilecek her türlü kavramın merak duygusunu aşırı arttırarak ileride davranım bozukluklarına sebebiyet verebileceği ile ilişkilidir. Peki, bizim ülkemiz açısından baktığımızda; çizgi filmlerin aslında çok da özen gösterilmeden ve yaş aralığına göre dağılımına dikkat edilmeden yayınlandığını sıklıkla görüyoruz. Bir çocuğun kendi yaşından büyüklere hitap edecek bir çizgi filmi izlemesi, gerçekten de “eyvah” diyerek, korkuya kapılmamıza neden olacak kadar kötü bir durum mu? Bazı çizgi filmler çocuklarımız için yararlı görünen öğretici filmler de olsa, “bağımlılığa” dönüşmeden izlenmesi gereken uyaranlardır aslında. Çocuklarda her çeşit duyguyu ve düşünceyi harekete geçirebilen filmlerin, ebeveyn denetimi
ile birlikte doğru zaman ve doğru koşullar altında izlendiğinde, belli “değerleri” kapsayabiliyor ve aktarabiliyorsa faydalı olduğunu kabul edebiliyoruz. Günümüzde; ülkemizde de reyting amacıyla tüm dünyada benimsenen, evrenselliği olan ve popülaritesi yüksek çizgi filmlerin yayınlanması çok da şaşırtıcı olmamaktadır fakat uzman kişiler tarafından mutlaka belli denetimlerden geçilerek elimine edilmeleri de gerekmektedir. Sağlıklı bir aile iletişiminin olduğu, anne-baba ve çocuk arasında her türlü duygunun ve düşüncenin aktarılabildiği, çocuğa yeterli vakit ayrılabildiği ve çocukla kaliteli zaman geçirilebildiği müddetçe, seyredilen çizgi filmde aktarılabilen olumsuz koşullar çocuğa çok da fazla yansımayacaktır. Bu olumsuz koşullanmanın gerçekleşebilmesi, seyretme süresinin sıklığı ve uzunluğu ile de yakından ilişkilidir. Burada çizgi filmle arkadaş olmuş, oradaki hayali kahramanları yaşamının tümüne entegre eden ve özdeşim modeli olarak çevresindeki büyüklerini değil, o kahramanları gören, ayrıca introvert yapıda bir çocuk yetiştirmemek esas olandır. Çizgi filmlerin özellikle çocuklar için yapıldığını düşünürsek çizgi filmlerin yeri geldiğinde sansürlenmesi ya da yayından kaldırılması fazla korumacı bir davranış olabilir mi, yoksa tam aksine olması gereken mi? Çizgi filmler eskiden çocuklara eğitici bilgiler veren masum ve yararlı programlardı. Ama teknoloji geliştikçe çizgi filmlerin amaç ve etkileri değişti; şiddet içeren, çocukları etkisi altına alan zararlı programlar olmaya başladı. Çabuk tüketen ve
15 ahlaki değerlerimize zarar verecek ya da çocuklarımızda saldırganlığın uyarılmasına sebebiyet verebilecek çizgi filmlerin yayınlanmadan önce denetimden geçmesi en doğru uygulamadır.
hızlı yaşayan bir toplum olarak çizgi filmlerde de özellikle hareketlilik esas olmaya başladığı gibi çeşitlilik de önemli bir unsur haline geldi. İster istemez çizgi filmlerdeki bu hareketlilik; kanlı olaylar, yaralanma, ölüm, şiddet, saldırganlık, öfke, nefret, kincilik, savaş gibi olumsuz unsurların yansıtılması ile vuku bulmakta ve bu durum “çocukları eğlendirme” maskesi altında verilmektedir. Burada cinsellik ve saldırganlık gibi insan yapısında doğuştan var olan duyguların vaktinden önce çocuğa aktarılabilmesi ve daha önce söylediğimiz gibi bu durumun normalleştirilmeye çalışılması esas tehlikeli olan durumdur. Öte yandan, filmde aktarılma şekline ve süresine göre sansür uygulaması yapıldığında zaten ana temada verilmiş olan yanlış aktarımların üzerinin örtülmesinin çocuk tarafından daha fazla dikkat çekici bir unsur olma olasılığı da (yaş grubuna ve gelişimine göre) vardır. Günümüzde yapılan araştırmalarda da görülen odur ki filmlerin iki ana teması vardır ve çizgi filmler maalesef ki buna göre şekillenmektedirler. Dolayısıyla toplum olarak
Son olarak, konuşmamızın başında da bahsettik ama, çocuk ve çizgi film arasındaki bağa dönersek, bir çocuğun çizgi film ile kurduğu bağın zararlı bir noktaya gelmesini ebeveynler nasıl engelleyebilir? Ebeveynlerimiz öncelikle teknolojinin bir ihtiyaç olduğunu kabullenmeli ama onun bağımlısı olmadan yaşayabilmenin yollarını bulmak zorundadırlar. Yani çocuklarına doğru birer rol model olmalıdırlar bu konuda. Çocuklarıyla evde olduklarında da etkin, kaliteli zamanlar geçirmek, onların sosyal hayata ve sosyal faaliyetlere daha çok katılımlarını sağlamak, onlara hayatlarında işlerine yarayacak farklı beceriler kazandırmak, onlarla günün sohbetini etmek, yaşadıkları veya karşılaştıkları olaylarla veya kişilerle ilgili duygu aktarımları yapabilmesine olanak verecek oyunlar üretmek ve iyi ve kötü değerleri onlara aktarabilmek, aslında başarmaları gereken en önemli durumdur. Bu bir yaşam şekline dönüşebilirse çocuk; çizgi filmleri, televizyonu, tableti vs. kendine bir arkadaş olarak görmez, daha dışa dönük bir yapısı geliştirir, ifade becerisi ve iletişim becerisi eksik bir çocuk olmaz, böylelikle yetersizlik düşünce şemaları gelişmez, motor kaslarının gelişmesi için doğayla bütünleşebilir (yani daha çok oyun alanlarına çıkabilir) vs. Daha sayabileceğimiz bir çok faydalı etkisi çocuğumuzun çizgi filmlere “bağımlı” hale gelmesini engelleyecektir.
16
Bu hafta tiyatroda ne var? Beş fasılda tükenmek… / Alp Tunçer Beş fasılda tükenmek oyunu, bir distopyayı anlatıyor. Gelecekte veya başka bir evrende değil, anlatılan distopyayı tam bugünde ve burada bulmaktayız. Adı Neoliberal kapitalizm olan bir distopya. Unutmak, inkâr etmek, tüketmek için kurulmuş; toplu katliamlarla, kirli garajlarda yapılan işkencelerle, ortadan kaybedilen insanlarla inşa edilmiş bir distopya. Bu distopyayı izlerken işkence sahnelerini değil, ezen ve ezilen ilişkinin tarihsel süreçlerini izliyoruz. Bugünün distopyasını çarpıcı bir
atmosfer, cesurca bir anlatım tarzı, başarılı oyunculuklarla sahneye koyan Kadıköy Sanat Tiyatrosu, sizi şu sözlerle bir yüzleşmeye çağırıyor. Bugün yine bir yerlere özgürlük getirdiler. Barut ve kanla kaplı bir özgürlük. Ne de olsa tanımını onlar yapmıştı, bize yalnızca tüketmek düşer. Yönetmenler: Gonca Yalçıner, Güneş Çağlar Yazan: Güneş Çağlar Oyuncular: Cevher Güzey, Salih Usta, Serdar Bakioğlu, Güneş Çağlar
17
18
Bugün Her şey Mavi! 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü’nde siz de mavi ışık yakın / Duygu Taneri Baharı tamamen kucakladığımız Nisan ayının farklı bir yanı var. Nisan ayı, 2008 yılında Birleşmiş Milletler tarafından bütün dünyada Otizm Farkındalık Ayı, 2 Nisan yani bugün ise Otizm Farkındalık Günü olarak ilan edilmiş. Hem bugün hem de bu ay boyunca tüm dünyada ve Türkiye’de çeşitli etkinlikler olacak ve otizm konusunda bilinçlendirme çalışmaları yapılacak. Bugünden başlayarak hepimiz, Tohum Otizm Vakfı öncülüğünde otizmin rengi olan maviyi yaşamımızın her alanında kullanarak otizm konusunda çevremize kendi mesajımızı iletebiliriz. Ayrıca bu sabah saat 08.00’de Bebek Parkı’nda yapılacak farkındalık yürüyüşüne de mavi giyerek katılabilir,
fotoğraflarımızı ve mesajımızı #otizmemaviisikyak etiketiyle sosyal medyada paylaşabiliriz. Otizm spektrum bozukluğu, doğuştan gelen ve genellikle yaşamın ilk üç yılında fark edilen bir gelişimsel bozukluktur. Neyin neden olduğu bilinmemekle birlikte genetik temelli olduğu düşünülen otizm; çocuğun çevresiyle yeterli sosyal ilişkiler kuramaması, dil ve iletişim alanında belirgin gelişimsel sorunlar göstermesi, takıntılı davranış biçimine sahip olması ile kendini göstermeye başlar. Otizmin çocuk yetiştirme özellikleri veya ailenin ekonomik koşullarıyla hiçbir ilişkisi yoktur, her toplumda
19
otizme rastlanmaktadır. Otizm, günümüzde zihinsel yetersizlikten sonra en sık rastlanan nöro-gelişimsel yetersizliktir. Dünyada görülme sıklığı 88’de 1’dir. Ülkemizde de her 88 çocuktan birinin otizme sahip olma ihtimali vardır. Otizm tanısı konan çocuklarda değişik derecelerde öğrenme güçlüğü ve zeka geriliği görülebilir. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin 2000 yılında yayımladığı kılavuza göre, otizm spektrum bozukluğu kapsamında beş ayrı kategori vardır: Otizm (Otistik bozukluk), Asperger sendromu, Atipik otizm (Başka türlü adlandırılamayan otistik/yaygın gelişimsel bozukluk), çocukluk dezentegratif bozukluğu ve Rett sendromu. Aynı zamanda verilere göre; otizm spektrum bozukluğu tanılı bireylerin yüzde 10’unda çok güçlü bellek, müzik yeteneği vb. üstün özelliklere rastlanır. Otizm tanısı konan bireyler için özel diyetler, psikiyatrik tedaviler, müzik ve dans, sanat, drama, işitsel bütünleştirme gibi terapiler ve en önemlisi yaşlara göre olarak okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise eğitimleri
bulunmaktadır. Bu eğitimlerden bazıları: Kaynaştırma Eğitimi, Özel Eğitim Sınıfı, Özel Eğitim Uygulama Merkezleri, Özel Eğitim İş Uygulama Merkezleridir. Otizmli çocuklara erken yaşta, özellikle 3 yaşından önce tanı konması önemlidir. Çünkü otizmli bir çocuk özel eğitim almaya ne kadar erken başlarsa o kadar hızlı ilerleme gösterir. Türkiye’de de otizm spektrum bozuklukları ve diğer yaygın gelişim bozukluklarıyla ilgili çalışmaları 2003 yılında kurulan Tohum Otizm Vakfı: Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı yürütmektedir. Vakfın birçok tamamlanmış projesi olup şu an yürütülmekte olan ‘Tablet Bilgisayarım Benim İçin Konuşuyor Projesi’ vardır. Otizmle ve diğer yaygın gelişimsel bozukluklarla ilgili detaylı bilgiye
20
http://www.tohumotizm.org.tr/ , http:// www.tohumotizmportali.org , http://www. tohumegitim.com , http://www.doktoramcam.com linklerine bakarak ulaşabilirsiniz. Ayrıca Tohum Otizm Vakfı’nın web sitesinden bağışta bulunabilirsiniz. 22 Nisan saat 11.00’de Fatih Ali Emiri Kültür Merkezi’nde yapılacak olan Otizm Paneli’nin de haberini sizlere şimdiden verelim. Ben bugün saat 08.00’de Bebek Parkı’ndaki yürüyüşe mavi
giyerek katılacağım. Ayrıca saat 13.00’te Radyovesaire’de Düş Bahçemiz programımızda 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü’nü hem arkadaşlarımla birlikte hem de yürüyüşten yaptığımız kısa röportajlarla konuşuyor olacağım. İsterseniz siz de http://radyovesaire.com/ adresinden bizi dinleyebilirsiniz. Bugünden itibaren siz de nisan ayı boyunca otizme mavi ışık yakın, onlara destek olun, çevrenizi bilinçlendirin.
21
22
Edirne Büyük Sinagogu “Yeniden” Edirne Büyük Sinagogu kırk altı sene sonra ilk kez konuklarını ağırladı / Cenk Bonfil Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilen Edirne Büyük Sinagogu’ndan, 26 Mart Perşembe günü düzenlenen açılış töreninde, kırk altı yıl sonra ilk defa dualar yükseldi. Ben de o gün, yirmi otobüs dolusu insanla birlikte, törene katılmak için Edirne’deydim. Sanırım nasıl bir gün geçirdiğimize, tören hakkındaki fikirlerime gelmeden önce sinagog hakkında kısa bir bilgi vermekte yarar var. 20. yy.’ın başlarında Edirne’de, şehrin Osmanlı’ya katılmasından sonra buraya yerleştirilen Romanyot
Yahudileri ve 1492’de İspanya’dan kaçan Sefarad Yahudileri’nin yaptığı on üç tane sinagog vardı. 1905 yılında çıkan Büyük Yangın (Harik-i Kebir) sonucu binlerce evle beraber bu sinagoglar da yanmış, 1906’da ise 2. Abdülhamit’in fermanıyla yerlerine Edirne Büyük Sinagogu yapılmıştı. Yapıldığı zamanda sinagog; Balkanlar’ın en büyük, Avrupa’nın ise üçüncü büyük sinagoguydu. Zamanında 27 bin kişi olan Edirne Yahudi cemaati, 1934 Trakya olaylarının da etkisiyle yoğun göç verdi, zamanla şehirde yaşayan Yahudi kalmadı. 1990’lı yıllarda,
23
sinagogun mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçti. Sinagog bakımsızlıktan çürüdü, sadece dış duvarları kaldı. 2010 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü restorasyon çalışmalarına başladı. 2014’ün Kasım ayında Edirne Valisi Dursun Ali Şahin – yurt içi ve dışındaki olayları birbirine karıştırıp - İsrail – Filistin olaylarına kızarak, “Mescid- i Aksa’nın içinde savaş rüzgarları estiren, rüzgar değil bizzat tatbikatı yapan, o eşkıya ruhlu insanlar Müslümanları katlederken, biz de onların sinagoglarını yapıyoruz. İçimde büyük bir kinle söylüyorum bunu ….. Buradaki sinagog müze olarak, içine hiçbir şey konulmayarak teşhir edilecek.” dedi. 26 Mart Perşembe günü ise Vakıflar Edirne Bölge Müdürlüğü ve Dışişleri Bakanlığı’nın organizasyonunu yaptığı resmi törenle sinagog açıldı. Açılış törenine Türk Musevi Cemaati’nden bine yakın kişi katıldı. Yirmi otobüs, tören sabahı İstanbul’dan kalkıp Edirne’nin yolunu tuttu. Ben de o otobüslerden birindeydim. Yirmi
otobüsün - benim bindiğimin de aralarında bulunduğu - bir kısmı daha erken yola çıkıp sabah duasını Edirne Sinagogu’nda yaptı. Sinagogu en son yaklaşık dört yıl önce, gezmek için Edirne’ye gittiğimde görmüştüm. Henüz restorasyon çalışmaları yeni başlamıştı, yapı harabe halindeydi. Sadece ön duvarı gözüken sinagogun boyasından eser kalmamıştı. Yapı çürümüş tuğlalardan oluşuyordu. Çatısı da yoktu. (Neme lazım, yıkılır belki diye) Yolun karşısından sinagoga bakarken; restorasyonu bitsin, açılışına geliriz diye konuşmuştuk annem ve babamla. Restorasyon bitmişti, açılışa gelmiştik. Harabenin yerinde, eski haline sadık yepyeni bir bina karşıladı bizi. Kubbeli, sarı duvarlı. İçeri girdik. Herkes etrafını incelemeye daldı ilk tabii. Tavanda, kubbede, her duvarda farklı işleme vardı. Yine de çok iyi bir uyum içindeydiler. Gözüme çok modern gözüktüklerinden; işlemelerin aslına uygun değil, yeni tasarım olduğunu düşündüm. Bu nedenle aslına uygun yapıldığını öğrenmek şaşırtıcıydı.
24
Etrafa bakındık, duamızı ettik, beş on dakika boyunca müzik çaldı, dayanamayıp kutlamak isteyenler kısaca dans edip erkenden kutladı. Daha sonra bindik otobüslere, Selimiye Camii’ne gittik. Yine daha önce gelmiş, içini gezmiştim. Belki daha bilinçli gezdiğimdendir, bu sefer daha da hayranlık duydum camiye. O sütunlar, duvarlardaki desenler, akustik… Zamanımız kısıtlı olduğu için fazla duramadık burada, alelacele otobüslere doluştuk yine. Yolda, belediye tarafından elektrik direklerine asılmış, üstünde “Kadim komşularımız evinize hoş geldi-
niz” yazılı pankartlar gördük. Sonraki durak, Yahudi mezarlığıydı. Burada sabah duasından sonra yola çıkan otobüstekilerle buluştuk, güne beraber devam ettik. Vardığımızda dikkat çeken ilk şey, mezarlığın arkasında yükselen beton yığını bir rezidanstı. Rezidansın önünde, zamanında binlerce Yahudi’nin yaşadığı Edirne için pek küçük bir mezarlık vardı. Mezarlığın büyük bir bölümü inşaata katılmış, rezidans mezarlığın üstüne yapılmıştı. Kalan kısım, sembolik denecek kadar küçüktü. Kim bilir kaç kişi oraya akrabalarını ziyaret umuduyla gelmiş, taşlarda isimlerini bulamamış, binaların altında kaldıklarını
düşünüp hüzünlenmiştir… Kalan taşların da çoğu kırık dökük, yamulmuş, aşınmıştı. Orada yatan insanlar için dua okundu, öğle yemeği için yeniden yola çıkıldı. Öğle yemeği bitene kadar tören saati gelmişti bile. Alelacele kalkıp yeniden sinagogun yolunu tuttuk. Sinagogun sokağı sabahtan itibaren polis tarafından kapatılmıştı. Kapıda duran güvenlik görevlileri de vardı. Kısa sürede insanlar gelmeye başladı. Şu an İsrail’de yaşayan Edirneli Yahudiler, eski komşularını görmeye gelen bir grup Edirneli, dini azınlık cemaatlerinin liderleri, Bülent Arınç, Vakıflar Genel Müdürü
Adnan Ertem gelenler arasındaydı. Sonra tören başladı. İçeride yer olmadığından, kalabalığın bir kısmı töreni bahçeye kurulmuş ekranlarda izliyordu. Töreni Vakıflar Genel Müdürlüğü Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Aslı Ceren Demircan ile Türkiye Hahambaşısı Genel Sekreteri Yusuf Altıntaş sundu. Duaları, sinagoğun son hazanı* David Azuz okudu ve öncesinde “Ben bu sinagogda görev yapan son hazandım. En son 1969’da kapısını açmıştım.” dedi. Törenin faklı bölümlerinde araştırmacı yazar Naim Güleryüz, Türk Musevi Cemaati Başkanı İshak İbrahimzadeh, Adnan Ertem ve Bülent Arınç konuşma yaptılar. Tevrat’ın sinagoga getirilip dua ve
25 “Sinagog İlahileri” korosunun seslendirdiği ilahiler eşliğinde dolabına yerleştirildiği bölüm, katılımcılara duygulu anlar yaşattı. “Maftirim korosu”, Türk Sanat Müziği makamlarıyla okunan ve kökü Edirne Yahudileri’ne dayanan Maftirim adlı ilahileri seslendirdi. Daha sonra Ulus Özel Musevi Okulu öğrenci korosu, müzik öğretmenleri Emine Çolak yönetiminde İbranice ve Ladino** (Yahudi İspanyolcası) dilinde şarkılar seslendirdi. Tören sonunda çalan geleneksel şarkılarla katılımcıların bir kısmı el ele tutuşup daire oldular, kenardaki açıklıkta dans etmeye başladılar.
vardıran bu sayıya sevgi ve barış temalı bu yazı güzel gitti bence. Kötü olaylardan bahsedeceğimize böyle güzel olayların bizi umutlandırmasına izin verelim bu sefer. Çünkü o gün gerçekten; herkesin insanlıktan umudunu kesmeye meyilli olduğu şu günlerde “Hala umut varmış. Demek hala güzel şeyler oluyormuş.” dememizi sağlayan bir gündü. Okuduğuma göre İsveç’in en büyük gazetelerinden olan Svenska Dagbladet’te bu gün, “Avrupa’da antisemitizmin yayıldığı bir dönemde 108 yıllık eski sinagoğun şimdi tekrar ihtişam kazanması ümit verici.” olarak
Törenden sonra verilen kokteylde ağırlıklı olarak Edirne Sefarad mutfağından ikramlar vardı. Ayrıca, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından İsrail’den getirilmiş, Edirne Yahudi Cemaati’nin yaşamını ve sinagoğu konu alan eski fotoğraflardan oluşan bir sergi de ziyarete açıktı. Sergi gezildikten sonra tören sona erdi. O gün Edirne’de gördüğümüz manzara, ne yazık ki Türkiye’de her gün görmeye alışık olduğumuz bir manzara değil. Farklı tarz ayrımcılıklardan dolayı canı yanan gruplar, hayatını kaybeden insanlar çok oldu bu ülkede. Burası onlardan bahsetmek için doğru bir yer değil ama. Bütün Üniverzete ailesinin - 100. sayı olduğu için - ağızlarını kulaklarına
yorumlandı. Bu tarihi bir olaydır ve hem Türkiye hem de insanlık için yüz akıdır. Geçmişte yaşanan onca üzücü olaya bir tesellidir. Tekrarlanmayacaklarına dair bir umuttur. Edirne’de böyle özel bir gün geçirdik. Anlatmak istediklerimi anlatabildim umarım. Çok iyi ağırladın bizi Edirne, teşekkürler. *Sinagogda duayı okuyan, camideki müezzine karşılık gelen din görevlisi ** İspanya’dan gelen Sefarad Yahudileri tarafından konuşulan; Türkçe, Fransızca, İbranice, Arapça, Yunanca gibi birçok dilden kelimeler barındıran, Eski İspanyolca kökenli dil Fotoğraflar için Alberto Modiano’ya teşekkürler.
26
/
v i 端n
e t e z er
27
Kampüs Modası Fotoğraf: Simge Gürkan
28
Berfu Cihan Televizyon Haberciliği ve Programcılığı 4. Sınıf
29
30
Uğur Yapar Endüstri Mühendisliği 3. Sınıf
31
32
Tuğsem Soner Medya ve İletişim Sistemleri 2. Sınıf
33
34
Nazca Çölü’nün Büyük Sırrı Dünyadaki en büyük sanat eserine örnek olabilecek, sırrı çözülemeyen Nazca çizgileri hakkında ne biliyoruz? / İrem Bayer Güney Peru’nun binlerce kilometrelik çölünde insanoğlunun en büyük sırlarından birisinin uzandığını biliyor muydunuz ? Ağzımızın açık kalacağı, “Bunları buraya kim çizmiş?” dedirtecek kocaman geometrik çizgilerin bulunduğu Nazca Çölü bize bu inanılması güç desenleri sunuyor. Nazca çizgileri hakkında günümüzde ortaya atılan toeriler antik ırklara, astronomiye, hatta uzaylılara kadar çeşitlilik gösteriyor. Bununla birlikte gizemine gizem katan, yeraltında bulunan kafasız bir iskelet bu çizgilerin sırrını çözmeye yarayacak kadar ipuçlarını oluşturabilir mi, orası da ayrı bir tartışma konusu… Bilim adamları Nazca Çölü’nün sırlarını ortaya çıkarmak için bir oldu ve yüksek teknoloji ürünü robot helikopterler yardımıyla çöldeki çizgilerin haritasını çıkarmaya başladılar. Böylece çölün o
zamanki insanoğlunun yerleşim alanlarının ve devasa olan çizgilerin arasındaki çizgiyi bulmaya çalışacaklar. Bazı teorilere göre böyle zorlu bir çölde hayatta kalma çabası, bölge halkının Nazca tanrıları ile yoğun bir bağ kurmaya çabalamasına sebep olmuş olabilir. Ünlü arkeolog Christina Conlee gömülen ancak kemiklerindeki izlerden dehşet verici bir şekilde başının kesildiği anlaşılan genç bir erkek iskeleti bulmuştur. Bilim adamları buna dayanarak Nazcalılar’ın yaşam ve ölümüyle ilgili önemli ip uçlarına rastlıyorlar. Olayın en ilginç kısmı ise iskeletin bulunduğu mezarda üstünde kesik bir kafa ve içinden çıkan bir ağaç resmi olan seramik çömlek ortaya çıkıyor. Bilim adamları bunun bir idam mı yoksa tanrılara verilen bir kurban mı olduğu konusunda henüz kesin bir cevaba sahip
35
değiller. Bununla birlikte ilk çizgiler tanrıların ve hayvanların şeklindeyken sonraki çizgiler daha büyük ve geometriktir. Bulgulara göre o zamanki işçiler, çizgileri ahşap sırıklar ve pamuktan ipler kullanarak çizdiler ve sonrasında ayırdıkları taşları kenarlarına dizdiler. Bu sebepten ötürü bilim adamları, Nazca halkı verim için yağmurlara bağlı olduğundan çizgilerin yağmur duası için kullanılan açık
hava tapınakları olduğu görüşündeler. Tüm bu verilere, bulgulara rağmen maalesef Nazca’nın sırrının üstündeki perde tam olarak kalkmış değil. Henüz çizgilerle ilgili yeterli bilgi yok, bu yüzden Nazca hala gizemini korumaya devam etmektedir. Bu belki de Nazca nesillerinden bizim hayal gücümüze kalan bir sır olarak sürmeye devam edecektir. Kim bilir…
36
OyunKolik Akıllı telefonlarınızda istediğiniz bir uygulama yoksa biz size birkaç öneri sunacağız / Efe Demiralp Oyunlar bizim kaderimizi belirlemese bile en azından hayatımızın içinde yer alıyorlar. Bir konsol ortamından çıkıp cebimize kadar girebiliyor. Elimizi telefondan ayıramadığımız zamanlar
oluyor. Peki hangi oyunlar mı? Birkaçını görelim. Aa Akıllı telefonlarda, son zamanların en popüler oyunu haline geldi. Hem stres atabileceğiniz hem de sinir krizi geçirebileceğiniz bir oyun. Avustralya’da “General Adaptive Apps” tarafından üretilen oyun kısa zamanda büyük bir yükseliş yaşadı. Oyunun açıklama kısmında iddialı bir giriş yaparak tarihi yılan oyunu benzetmesi yapıyor. Ancak “Flappy Bird” gibi dönemlik bir oyun olduğunu düşünüyorum. Bir sürelik oyun kıvamında. Nasıl bir oyun? Aslında kullanışı çok basit, grafikleri de yoğun olmayan bir oyun. Önünüze dönen bir çember var ve diğer çubuklara değdirmeden çubuğunuzu göndermeye çalışıyorsunuz. Belli bir rakama gelince bir üst seviyeye çıkıyorsunuz. Hileli tarafı ise yörünge istemediğiniz anda hızını arttırabiliyor. Bu keyifli oyunu herkes tatmalı! Not: Aslında oyunun birkaç tane versiyonu daha var. Ne gibi; ff, uu, th,rr.. diye giden bir oyun bütünü. aa oyunundan zevk aldıysanız, firmanın diğer uygulamalarına bakmanızda fayda var. Oyun sinir krizleri geçirtiyor, eğer hiç oynamadıysanız bulaşmayın derim.
37
Pou Eskiden Tamagotchi’leri elimizde taşırdık. Sanki elimizden hiç ayırmazdık onları. Bir nevi sanal evcil hayvanlarımızdı. Onları sever büyütürdük. 2000’lerde artık yanımızdan ayrıldıktan sonra sadece evimizde hatıra olarak kaldılar. Ancak Pou ile sanal evcil hayvanımız geri geldi. Tamagotchi ile yaptıklarımızın daha fazlasını artık Pou ile yapıyoruz. Besliyoruz, ilgileniyoruz onunla, oyun oynuyoruz, yeni kıyafet giydirebiliyoruz. Seviyelerle daha fazla şey yapabilmemizi sağlıyor. İlk olarak Google Play’de yer alan Pou daha sonradan Apple sahiplerini de buldu. Google Play’de ücretsiz olan bu oyun, App Store’da 4,29TL ile mağazada yerini aldı. Bu durumdan şikayetçi olan Apple kullanıcıları için bir çözüm bulundu. Oyun ayda bir ücretsiz oluyor. Bunu fırsat bilen Tapps Tecnologia ücretsiz bir online sanal hayvan oyunu yaptı. Bu oyun ise tıpa tıp aynı oyun diyebiliriz. Oyun oynayabiliyor, içecek içirebiliyorsunuz ve besleyebiliyorsunuz. Böyle bir oyunu ücretsiz oynamak için My Boo’yu indirebilir ya da Pou’nun ücretsiz olmasını bekleyebilirsiniz.
Peki, nasıl oynanıyor oyun? Pou’nun bazı ihtiyaçları vardır. Ve o ihtiyaçlarını ailesi yani biz karşılamak zorundayız. Ya para vererek daha hızlı gelişmesini sağlamak ya da bekleyerek gelişmesi görmek. Pou ne istediğini bize söylüyor biz de ona göre kendimizi belirliyoruz.
Kafa Topu Bir Türk yapımı olan Kafa Topu, bana göre akıllı telefonlarda oynanabilecek en iyi futbol oyunlardan bir tanesi. İzmo Bilişim’in yaptığı oyun kısa sürede beğenimi topladı diyebilirim. Cepte futbol denilebilir. Aslında Kafa Topu’nun
38
bir internet geçmişi var. 2000’li yıllarda KralOyun’dan tanıdığımız bir oyun. Akıllı telefonlarımıza indirmemiz geç oldu diyebilirim. Daha önce gelmesi beklenen bir oyundu. Online Kafa Topu oyununu, App Store’dan ya da Google Play’den ücretsiz olarak indirebilirsiniz. Nasıl bir oyun? Grafikleri çok mükemmel olmasa da internetteki versiyonuna benzeyen bir oyun. İki kale, iki oyuncu, bir saha, bir top. Dört farklı tuş seçeneği. Sağ, sol, şut ve zıpla tuşları. Amacımız ise karşı kaleye gol atmak. İçindeki belli özellikler ise şöyle: Rastgele on iki farklı stattan biri maçınız için seçiliyor. Karakterinizi kendiniz yaratabiliyorsunuz. Kafanızı ve çorabınızı
değiştirebiliyorsunuz. Ronaldinho, Balotelli, Rooney, Volkan, Messi, Ronaldo, Mesut Özil, Ibrahimovic, Drogba, Neymar... ve Hulk’ı (Marvel karakteri olan) seçebiliyorsunuz. Bir puan tablosu var ve sıralamaya girmeye çalışıyorsunuz. Sezon yedi günlüktür. Yedinci gündeki skoru kim nasıl yapıyor, bilinmiyor (3.000 üstü).
39
40
“Project 01” atan İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Tarih: 31 Mart-3 Nisan 2015
Fakültesi’ne bağlı İletişim Tasarımı ve
Yer: santralistanbul Kampüsü, Enerji
Yönetimi Bölümü, Medya Bölümü, Sanat
Müzesi
ve Kültür Yönetimi Bölümü ile Sinema Bölümü öğrencilerinin işlerini kapsayan
Kuruluşundan bu yana birçok alanda
yepyeni bir festival organizasyonuna
öncü ve ilham veren projelere imza
hazırlanıyor. 31 Mart 2015 ve 3 Nisan 2015 tarihleri arasında
İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Festivali PROJECT’01 Program
gerçekleşecek olan ve PROJECT adını taşıyan festival, kendi alanlarında yaratıcı, yenilikçi ve yön veren işler üreten
31 Mart 2015 Salı
1 Nisan 2015 Çarşamba
Enerji Müzesi Seminer Salonu
17.00 Açılış Seremonisi
ÇSM Giriş Fuaye
bu iletişim sayesinde
12.00 Macbeth Mutfakta Tiyatro Oyunu
Gastronomi Mutfak
kendilerine yeni alan-
13.30 Macbeth Mutfakta Tiyatro Oyunu
Gastronomi Mutfak
16.00 TVRP Film Gösterimi
Enerji Müzesi Seminer Salonu
3 Nisan 2015 Cuma
iletişimini güçlendirmek,
lar seçerek üretimlerini çeşitlendirmek ve festivali takip eden tüm
17.00 Doğaçlama Workshop Enerji Müzesi 2 Nisan 2015 Perşembe
öğrencilerin birbirleriyle
15.00 FTV Film Gösterimi
16.00 FTV Film Gösterimi
Enerji Müzesi Seminer Salonu
18.00 Performans PA Öğrenci İşleri
Enerji Müzesi
16.00 TVRP Film Gösterimi
Enerji Müzesi Seminer Salonu
18.00 Kapanış
ÇSM Giriş Fuaye
katılımcılara yeni dünyanın görsel ve işitsel tasarıları ile dokunarak yaratıcılıklarını pekiştirmeyi hedefliyor. Tiyatro gösterisinden performanslara, sergi ve enstalasyonlardan film gösterimlerine birçok
Sergi ve Standlar 31 Mart – 13 Nisan 2015
ADV ve VCD Sergileri ART Sergisi
ÇSM Giriş Fuaye Enerji Müzesi Zemin Kat Koridor
31 Mart – 3 Nisan 2015
Latte Fotomodel Standı
Enerji Müzesi
alanda programlı etkinliklerin gösterileceği festival ayrıca “Katılımcılı Etkinlikler” vasıtasıyla,
41
ziyaretçilerin tüm bu iletişim alanlarına dahil olarak kendilerini keşfetmelerini sağlayacaktır. Katılımcılı etkinliklerde, bir sinema karesinin içinde olmak veya profesyonel bir fotoğraf setinin bir parçası olarak deklanşörün önünde veya arkasında çalışmak veya dans ve performans sanatının insan bedenindeki mucizelerine tanık olmak veya doğaçlama ile oyun oynama tecrübesiyle sosyal iletişimin önünü açmak gibi deneyimleri ziyaretçilerine sunacak olan festival, bu yıl ilkinin düzenlenmesine karşın sağlam bir temel atarak bu etkileşimin, gelecek yıllarda katlanarak büyümesini amaçlamaktadır. 31 Mart 2015 Salı günü, santralistanbul Kampüsü’nde saat 17.00’de, festivalin programı ve içeriğinin tanıtılacağı açılış seremonisi (ÇSM binası giriş katında) ile programlı ve katılımcılı etkinlikler (Enerji Müzesi, ÇSM binası, BİLGİ Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü mutfağı) tüm üniversite öğrencileri, eğitmenleri ve üniversite dışından ziyaretçilerin ücretsiz olarak katılımlarına açıktır. Festival sonrasında 14 gün boyunca sergi ve enstalasyonlar ziyarete açık kalacaktır.
42
scorP sosyal Medyayı sallaMaya Hazır! Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinde okuyan gençler tarafından hayata geçirilen Scorp sosya medyaya yepyeni bir soluk getirdi / Berk Önder, Aysu Sancak Scorp, insanların her kategoriden ara-
olarak görüşlerinizi video bir şekilde
dıkları soruların cevabını bulabileceği,
insanlarla paylaşabildiğiniz için bir süre
güncel sorunlar, popüler konular üzerine
sonra kullanıcılar arasındaki bağ ve
15 saniyelik mikro-videolar aracılığıyla
samimiyet güçleniyor.
içerik üretilebilen bir sosyal medya
Sosyal medyanın öneminin bilincinde
platformu olarak şimdiden büyük yankı
olarak, Türk yapımı bir uygulamanın da
uyandırdı.
pekala küresel bir markaya dönüşebile-
Scorp, okulumuzdaki Bilgili Girişimciler
ceğine inanan girişimci öğrenciler tara-
aracılığıyla keşfettiğim bir sosyal
fından hayata geçirilen Scorp, kısa bir
medya uygulaması ve ben üye oldu-
süre içerisinde çok kez indirilerek herke-
ğumda henüz beta aşamasındaydı ve
sin dikkatini çekmeyi başardı.
Appstore’da yoktu. Her üniversiteden
Koç Üniversitesi öğrencilerinden Sercan
Bilgili Girişimcilerden aldığı içerik ve
Işık ve İzzet Zakuto’nun bu uygulamayı
kullanıcı desteği gibi destekler alarak
hayata geçirmelerindeki en büyük moti-
büyümeye devam eden Scorp’ta kullanı-
vasyon kaynağı, Türkiye’nin dünyada
cıların çoğunluğunun üniversiteli olması
sosyal medyayı en fazla kullanan ikinci
sayesinde kısa sürede samimi bir ortam
ülke olması. Yeni bir mecra arayışına
oluştu. Sosyal medyada oluşan ilişkilere
giren ikili bu noktada ekiplerini geniş-
bugüne kadar güvenmesem de Scorp
leterek birçok üniversiteden arkadaşları
bu konudaki fikrimi değiştirdi. Çünkü
ile küresel bir marka yaratma hedefiyle
burada diğer sosyal mecralardan farklı
yola çıktılar ve Scorp’u hayata geçirdiler.
43
Scorp’un şimdiden İstanbul, Ankara, İzmir,
video çekimini birleştiren Scorp vide-
Eskişehir, Giresun, Antalya gibi şehirler
olu sözlük olarak da nitelendiriliyor.
başta olmak üzere toplam 27 üniver-
Türkiye’de ilk defa Türk yapımı bir sos-
sitede temsilcileri bulunuyor. Scorp;
yal medya kanalının ortaya çıkması ve
30’dan fazla okul kulübünün düzenlediği
bunun üniversiteli öğrenciler arasındaki
etkinliklerde ve Bahar Festivallerinde
işbirliği sonucunda oluşması Scorp’un
yer alıyor. Ayrıca ABD’deki Carnegie
diğer medya kanalları arasında öne
Mellon Üniversitesi’nde de temsilcileri
çıkmasında bir diğer etken. İlerleyen
bulunan Scorp’un ekibinde 300’e yakın
zamanlarda gelecek güncellemelerle
üniversite öğrencisi çalışmakta.
uygulama biriken bilgi ve fikir ağında bilirkişi veya uzman diye tabir edilen
Videolu sözlük Scorp sosyal medyaya
kullanıcılarla daha da genişleyecek ve
yepyeni bir soluk getiriyor...
üniversite öğrencileri Scorp’a üye olurken girecekleri üniversite bilgisiyle
Kullanıcıların ister Scorp kimlikleri
üniversitede ve yakın çevrelerinde mey-
ile ister anonim olarak yükleyecekleri
dana gelen olayları daha rahat takip
videolar sayesinde birçok farklı konuda
edebilecekler.
kullanıcılara ait kişisel fikir ve bilgiler
Birçok farklı üniversiteden, farklı öğrenci
Scorp ağında birikecek. Scorp’ta şu anda
kulüplerinin de desteği ile kullanıcı
yer alan belli başlı kategoriler ise sanat,
sayısını her geçen gün arttıran bu yeni
spor, eğlence, haber ve gündem, ilişki-
mecra şimdilik yalnızca iOS platfor-
ler, seyahat, moda, güzellik ve üniversite
munda bulunuyor. İlerleyen zamanlarda
hayatı. Scorp özellikle üniversite hayatı
Android kullanıcılarının da rahatlıkla
kategorisi ile sosyal medya platformları
Scorp’u indirebileceklerini belirten Scorp
arasında bir ilki gerçekleştiriyor.
ekibinin hedefi, tüm gençlere ulaşabilmek. App Store’dan indirilebilen Scorp
Türkiye’de sanal ortamda gittikçe popü-
sayesinde bu yeni sosyal medya dünya-
lerleşen sözlük konsepti ile 15 saniyelik
sına katılmak mümkün.
44
30 Mart Dünya Bipolar Günü 30 Mart Dünya Bipolar Günü Türkiye’de İlk Kez Kutlanıyor / Gülsüm Yüksel Dünya’da yıllardır kutlanan 30 Mart
Manik depresif hastalık adıyla da bilinen
Dünya Bipolar Günü Türkiye’de ilk kez
Bipolar Bozukluk bireyin duygu durumu,
çeşitli etkinliklerle kutlanacak. Dünya’da
enerjisi ve işlevselliğinde alışık olma-
her 100 kişiden 2 ila 5 kişiyi etkileyen
dık dalgalanmalara neden olan bir ruh
bipolar bozukluk diğer bir adıyla manik
hastalığıdır. Hastanın duygu durumu
depresif hastalığına farkındalık yarat-
aniden yükselir, ya çok neşeli olur ya da
mak, hastaların ve yakınlarının yaşam-
tam aksine çok üzgün ve ümitsiz kalır.
larına katkı sağlamak amacıyla her yıl
Daha sonra hasta eski durumuna geri
tüm dünyada kendisinin de muhtemel
döner. Herkesin yaşadığı normal iniş
bipolar bozukluğu olan ünlü ressam
çıkışlardan farklı bir şekilde bipolar
Vincent Van Gogh’un doğum günü olan
bozukluk belirtileri ağırdır. Bipolar has-
30 Mart’ta kutlanıyor.
talarda aşırı hareketlilik, çok konuşma ve az uyuma, enerji artışı, aşırı ve kontrol-
Bipolar bozukluk nedir?
süz para harcama ile kontrolsüz cinsel
45
öncü olan Uluslararası Bipolar Vakfının Kurucusu ve Başkanı Muffy Walker hayalini şöyle dile getiriyor: “Yaşamının büyük bölümünü bipolar bozuklukla geçiren oğlumun bir gün hastalığı nedeniyle yargılanmayacağı, kişilik özellikleri ve nitelikleriyle değerlendirileceğini hayal ediyorum. Dünya Bipolar Gününün bu hayalimi gerçekleştirmeme yardımı olacağına inanıyorum.” dürtü ve davranışlar görülebilir. Depresif
“Söz Bipolarlar ve yakınlarında”
dönemde olan hastalar da depresyo-
Türkiye’de ilk kez kutlanılacak 30 Mart
nun temel bulguları olan enerjisizlik, ve
Bipolar Günü’nde düzenlenecek etkin-
mutsuzluk hali, hayattan keyif alamama,
liklerde, bipolar hastalar için forumlar
isteksizlik ve ilgi kaybı yaşarlar. Bu duru-
düzenlenecek ve bu forumlarda bipolar
mun ilişkilere zararı olabilir, zayıf iş ve
hastalığı olan hastalar, hasta yakınları
okul performansına ve hatta intihara
ve uzman psikiyatrlar bir araya gele-
neden olabilir. Yaklaşık 5.7 milyon yetiş-
cek. Peki 30 Mart Pazartesi gerçekleşe-
kin Amerikalı ve 18 yaş üzeri nüfusun %
cek olan etkinlikler neler? Bahçeşehir
2.6’sında bipolar bozukluk vardır. Bipolar
Üniversitesi’nde Saat 20:00’de Lityum
bozukluk, genellikle ergenlik sonlarında
Derneği’nin girişimi ile “İki Kutuptan
veya yetişkinlik başlangıcında ortaya
Şarkılar” isimli bir dinleti gerçekleşecek.
çıkar. Bununla beraber, bazı kişilerde ilk
Dinletide bipolar bozukluğu olan bes-
belirtiler çocuklukları sırasında görülür
teci ve şarkıcıların çeşitli eserleri değerli
ve bazısında da bu belirtiler daha geç
soprano ve tenorlar tarafından seslen-
yaşlarda görülür. Bipolar bozukluk, şeker
dirilecek. Bir diğer etkinlik ise Bipolar
veya kalp hastalığı gibi uzun dönemli bir
Yaşam Derneği’nin düzenlediği “Söz
hastalıktır ve hayat boyu dikkatle idare
Bipolarlar ve Yakınlarında” isimli saat
edilmelidir. Bipolar bozukluk tedavi edi-
13.30’da Taksim Point Hotel’de gerçek-
lebilir, bu hastalıkla herkes gibi üretken
leşecek forum. Forumda bilgilendirici
bir yaşantı sürdürebilir.
konuşmalar, hasta ve hasta yakını deneyimleri paylaşılacak ve bipolar yaşam-
“Oğlumun yargılanmayacağı bir dünya”
dan kesitin olduğu kısa bir oyun yer
Dünya Bipolar Gününün kutlanmasına
alacak.
46
Şehrin Gözü Festivalde İstanbul Film Festivaline gün sayarken izlemek için sabredemediğimiz fimler / Bengisu Kepsutlu 4-19 Nisan tarihleri arasında gerçekleş-
kalmış bir köyün hikayesini yarı belge-
tirilecek olan 34. İstanbul Film Festivali
sel yarı kurgusal bir şekilde anlatıldığı
sinema dünyasının en değerli eserleriyle
söyleniliyor.
çıkacak karşımıza. İçinde kaybolmak için yaratılmış olan roman görünümlü film
Alman sinemasının tartışmasız en büyük
kataloğundaki neredeyse bütün isimler
yönetmenlerinden biri olan Christian
görülmeye değer olsa da festivalin en
Petzhold’ün yeni eseri “Yüzündeki Sır”
çok konuşulan ve en çok beklenen film-
(Pheonix), festivalin en favori filmleri
leri bilet bulması en zor filmler oluyor
arasında. Başrolde yine Petzhold’ün
genellikle. O yüzden benden size tav-
değişmez oyuncusu Nina Hoss’un olduğu
siye: Festival filmlerine (özellikle yazıda
filmde, bir İkinci Dünya Savaşı hikayesi
olanlara) biletinizi hala almadıysanız,
anlatılıyor. Gösterildiği festivallerde
elinizi çabuk tutun.
müthiş tepkiler toplayan “Yüzündeki Sır” filmini görmek için sabırsızlanıyorum
Rusya ile aramda özel bir bağ olma-
ama… Yönetmenin sert tarzı Hollywood
sından, itiraf ediyorum, festivalde en
dışı filmlere alışkın olmayan bünyeye
çok beklediğim film, Rus sinemasının
ağır gelebilir, benden söylemesi.
dünyaca tanınan yönetmenlerinden Andrey Konchalovskiy’nin “Postacının
Andrew Haigh’in “hadi ilk film “Weekend”
Beyaz Geceleri” (Belye nochi pochta-
güzeldi de, ikincisi de o kadar iyi ola-
lona Alekseya Tryapitsyna). Bu yazıda bir
cak mı acaba” merakı ile beklenen yeni
pozitif ayrımıcılık var diyebilirsiniz ama
filmi “45 Yıl” (45 Years). “Weekend” fil-
filmin geçtiğimiz sene Venedik’te “En
minde eşcinsel bir ilişkiyi konuya alan
İyi Yönetmen” ödülüne layık görülmesi
yönetmen bu sefer de yıllanmış bir iliş-
gerçeği subjektif görüşümü objektifleş-
kinin geçmiş ile sınanma sürecini anla-
tirebilir belki. “Postacının Beyaz Geceleri”
tıyor. Başrolü paylaşan usta oyuncular
filminde, Rusya’nın ücra köşesinde
Charlotte Rampling ve Tom Courtenay’in
47
performansları ise film ile ilgili bir başka
Madding Crowd) kitabının uyarlaması
heyecan konusu. “45 Yıl” festivalde bilet-
özellikle romanın hayranları tarafından
leri çok çabuk tükenecek filmler ara-
pek bir ilgi görüyor. Noah Boumbach’ın
sında gibi gözüküyor.
son filmi “While We’re Young” ise fes-
On beş senelik 21. yüzyılın en ses geti-
tivalin en görülesi yapımlarından biri
ren olaylarında birisini, yani Edward
olmaya aday. Her filmiyle ayrı bir şahe-
Snowden’ın hikayesini gün gün takip
ser yaratan yönetmen Paul Thomas
ederek açıklığa kavuşturduğu iddia edi-
Anderson bu sefer de döktürmüş: “Gizli
len Citizenfour, festivalin en popüler
Kusur” (Inherent Vice) festivalin en iyi
belgeseli olacak gibi gözüküyor. Filmin
filmleri arasında. Ünlü Rus sinemacı
yönetmeni Laura Poitras sezonun bütün
Sergei Eisenstein’ın Meksika’da geçir-
belgesel ödüllerini silip süpürüyor.
diği günleri anlatan ve yönetmenliğini
Kimilerine göre ülkesinin sırlarını satan
Peter Greenway’in yaptıpı “Eisenstein
bir vatan haini, kimilerine göre de tüm
Meksika’da” (Eisenstein in Guanajuato)
dünyanın gözlerini açan bir kahraman
izlemek istediğim bir başka film.
olan Edward Snowden’ın aslında kim
Jafar Panahi’nin “Taksi” (Taxi) filmi ve
olduğunu sonunda öğrenebilecek miyiz?
Sebastian Schipper’ın “Victoria” adlı
Festivalde, Thomas Hardy’ “Çılgın
eseri ise festivalde gözden kaçırılma-
Kalabalıktan Uzak” (Far From The
ması gerekenler arasında.
e t e z r e v i n ü
Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)
zete