UNIVERZETE 104

Page 1

/104

e t e z r e v i n 端

zete


Sayı: 104 / 2015 Genel Yayın Yönetmenleri Demet Açıkgöz Yazı İşleri İrem Topçuoğlu, Cenk Bonfil İlgi Özdikmenli, Tuğçe Kılınç

MAYIS = FESTİVAL

Yazılar Alp Tunçer, Tuğçe Kılınç, Sezin Katalon, Duygu Taneri, Bengisu Kepsutlu, Efe Demiralp, İlgi Özdikmenli, Cenk Bonfil Ön Kapak: İskender Yediler Arka Kapak: Demet Açıkgöz

“KENT VE GENÇLİK ÇALIŞTAYI”NDAYDIM

ALGI FACİASI NASIL YARATILIR?

LONDRA GÜNLÜKLERİ - 1

BU HAFTA TİYATRODA NE VAR?

BURALAR HEP ÇİKOLATAYDI

SERGİ’LESEK Mİ?

Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek

İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo

Facebook: http://goo.gl/jx7hxb

/ifbilgi

@ifbilgi


/

v i 端n

e t e z er


4

Mayıs = Festival Mayıs geldi. Havalar ısınmaya yüz tuttu. Bu sene bir türlü yolunu bulamayan bahar kapımızı tıklattı. Bu da demek oluyor ki festival mevsimi ufukta göründü. Sıkı durun çünkü bu Mayıs neredeyse her hafta sonu bir festival var!!! / Bengisu Kepsutlu ParkFest / 10 Mayıs / Küçükçiftlik Park Yılın ilk açıkhava festivali bizlere “harika bir pazar günü” yaşatacak gibi görünüyor. 100% Müzik tarafından düzenlenen festivalde programın neredeyse tamamen kadın müzisyenlerden oluşması (o gün anneler gününe denk geldiği için mi bilinmez) ilgi çekici bir nokta. Festivalin bizlere vaat ettiği 12 saatlik zaman diliminde, adından çokça söz ettiren yarı Fransız yarı Fin grup The Do, akılda kalıcı enerjik müzikleriyle bilinen İsveçli grup


5 Kadebostany ve Yeni Zelandalı Chelsea Nikkel’in solo projesi olan Princess Chelsea gibi isimler sahne alacak. https://www.youtube.com/ watch?v=9uG6LMXiMdQ

Babylon Soundgarden / 23 Mayıs / Kilyos Son zamanlarda “gidilmesi şart” festivallerden biri olan Babylon Soundgarden, bu seneden itibaren Kilyos’ta yapılacağını ilan etti. Deniz-kum-güneş üçlüsünü müzikle birleştirmeyi hedefleyen festival, büyüleyici bir line-up hazırlamış anlaşılan. Anna Calvi, Wild Beasts, Goat, Orlando Julius & The Heliogentrics, T.E.E.D. açıklanan muazzam isimlerden sadece birkaçı. Katılanlara unutulmaz bir deneyim yaşatacak gibi görünen bu festivalin tek bir kusuru var, o da üniversitelerin final haftasına denk gelmesi (uğruna bütlere kalırım derseniz orasını bilemem tabi :) ). https://www.youtube.com/ watch?v=Ui4_jyvlJbs Chill-Out Festival / 23-24 Mayıs / Life Park “Chill-out effect is like a

magic kaleidoscope.” Bu sene 10. yaşını kutlayan festivalin mottosu bu. Festival, katılımcıları için bir yıl dönümü hediyesi yapmış; festival süresini 12 saat yerine 24 saate uzatmış. House’tan Indie’ye, Jazz’dan Soul ve Funk’a kadar her müzik zevkine hitap eden programı ile İstanbul’un en büyük ormanlık alanlarından biri olan Life Park, bir festival kasabasına dönüşüyor. Bu “yeryüzündeki cennet” değil de ne?! Keşke festival, Babylon Soundgarden ile çakışmasaymış da ikisine de gitmek isteyenler arada kalmasalarmış. http://www.chillouteffect.com/2015/ Harvest Festial / 31 Mayıs / Küçükçiftlik Park Bu sene ilki gerçekleşecek olan 1. Harvest Festival’in en heyecan verici isimleri Türkiye’ye ilk defa gelen sanatçılardan oluşuyor. Mercury ödüllü İngiliz indie rock grubu Alt-J ve Danimarkalı sevilen grup Mew. Özellikle bu iki grubun hayranları festival biletlerini tüketmek üzereler. Bunun dışında Harvest Festival’in programında Flört, Sattas, Eskiz ve Kök gibi yerli müzisyenler de mevcut. Bu festival, 1975’ten beri İstanbul’un en iyi etkinliklerinin düzenlendiği Küçükçiftlik Park’ın müzikseverlere verdiği bir armağan. https://www.facebook.com/ events/807940972576487/


6

“Kent ve Gençlik Çalıştayı”ndaydım Alanında uzman kişilerden birbirinden ilginç konuşmalar dinledim / Cenk Bonfil Fotoğraflar: Deniz Ilgaz Geçtiğimiz hafta sonu, “Kent ve Yaşam Derneği” ve Beşiktaş Belediyesi iş birliği ile düzenlenen “Kent ve Gençlik Çalıştayı”ndaydım. Kent ve Yaşam Derneği, plansız - kar odaklı kentleşme ve doğal, tarihi, kültürel, sosyal değerlerin ihmal sonucu veya bilinçli çabalarla yok edilmesi ile ortaya çıkan fiziki, sosyal ve ekonomik sorunlara dikkat çeken; siyasetçi ve şirket

yöneticilerinin kararlarına bağlı kent politikalarında içinde yaşayanlar olarak kentlilerin de söz hakkı alması gerektiğini savunan, kent hakkı ve kent yurttaşlığı alanlarında çalışan sivil bir inisiyatif. Derneğin düzenlediği ilk etkinlik “Kent ve Gençlik Çalıştayı” 25 ve 26 Nisan günleri, Beşiktaş Belediyesi iş birliği ile Levent, The Istanbul Edition Hotel’de gerçekleşti. Çalıştay kapsamında iki


7

gün boyunca “Kent ve Gençlik” temasıyla farklı konularda ilginç konuşmalar yapıldı, fikir paylaşımında bulunuldu. Çalıştayda siyaset bilimci Prof. Dr. Korel Göymen, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi ve Gençlik Politikaları Uzmanı Yörük Kurtaran, Beşiktaş Belediye Meclis Üyesi ve LGBTİ aktivisti Sedef Çakmak, Kent ve Yaşam Derneği’nden Önder Kantarcı, Deniz Ilgaz ve İnan İzci, EkoIQ dergisi Genel Yayın Yönetmeni Barış Doğru ve Fikir Sahibi Damaklar’dan Defne Koryürek gibi isimler “Kent Hukuku, Hakkı ve Yurttaşlığı”, “Kentsel Planlama, Mekan Kullanımı ve Gençlik”, “Cinsiyet ve Kent”, “Engelli Gençler ve Kent”, “Ekoloji ve Gençlik” gibi konularda konuşmalar yaptılar. “Engelli Gençler ve Kent” konulu oturumda konuşma yapan Serdar Kulak; engellilere karşı yaklaşımlardan, yardım etme yollarından, destek olmak için düşünülen projelerin nasıl yürütülmesi gerektiğinden bahsetti. Aynı oturumda konuşma yapan doğuştan fiziksel engelli Emre Ertan Doğan

ailesinin büyük desteğiyle kitap yazmak, senaryo yazmak, yirmili yaşlarından sonra ortaokul ve liseyi bitirip üniversitede okumak gibi hepimize ilham kaynağı olan işlerinden bahsetti. EkoIQ dergisi Genel Yayın Yönetmeni Barış Doğru ise dünyanın ve toplumun geçirdiği dönüşüm, yıkan değil kuran bir hareket olan yeni kuşak “Kurucu muhalefet” hakkında konuştu. Ön yargıları kaldırıp herkesle yatay ve hiyerarşisiz bir örgütlenmeyle çalışmanın, müthiş tek akıl yerine “kolektif akıllar”ın ve “sadece laik ve modernlerle konuşmama”nın önemini vurguladı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden siyaset bilimci Cemil Boyraz yerel yönetimin gelişimine ve STK’ların bu konudaki önemine değindi. Kent ve Yaşam Derneği başkanı İnan İzci ise sivi toplumun tanımını yaptıktan sonra gündem belirleme, karar alma, uygulama gibi yerel yönetim süreçlerinden ve sivil toplumun yerel yönetime katılım biçimlerinden (bilgilendirilmek, şikayet, danışmak, dahil olmak, vs.) bahsetti. LGBTİ aktivisti olan ve bir eşcinsel


8

olarak belediye meclisine girerek büyük bir değişime öncülük eden Sedef Çakmak ise ilk günün son konuşmasında cinsiyet hakkında düşünmemizi sağladı. Birbirinden ilginç konuşmalarla katılımcıları farklı konularda etraflıca bilgilendiren, hepimizin ortak sorunlarını oluşturan kent hakkında düşünmemizi sağlayan bir etkinlikti Kent ve Gençlik Çalıştayı. Katılımın beklenenden epeyce az olması her ne kadar hayal kırıklığı olsa da bu, ikinci günün sonunda konuşmalardan

sonra masanın etrafında toplanıp fikir alışverişi yapmamızı sağladı ve etkinliğin sanırım en yararlı bölümü buydu. Sonuçta bize Kent ve Yaşam Derneği’nin, çoğu üniversite öğrencisi gençlerden oluşan sekiz kişilik çekirdek ekibini kutlamak düşüyor. Dernek hakkında ayrıntılı bilgiye buralardan ulaşabilirsiniz: http://kentveyasam.org/ https://twitter.com/yasamvekent https://www.facebook.com/ kentveyasamdernegi


9


10

ALGI FACİASI NASIL YARATILIR? Hala kadın-erkek eşitliğini kanıtlamak zorunda olduğumuz bir ülkede, bir de cinsiyetçi, ayrımcı reklamlar kitlelere servis ediliyor / İlgi Özdikmenli Reklamlar, insanlara neler yapabilir? Etik ve insani değerlerden yoksun, yalnızca ürün satışını yükseltme odaklı bir reklamcılık kafası insanların beyinlerine nasıl nüfuz edebilir? Bir toplumun doğrularına, tabularına, ön yargılarına hatta cinayetlerinin oluşumuna bile nasıl etki edebilir? Sorularım, bu sektör üzerine kafa yormamış belki hiç üstüne düşmemiş kişiler için çok uçuk, gerçeğe uzak gelebilir belki. Ancak ne yazık ki cevapları, soruların içinde gizli. Bir reklam, insanlara düşündürmek istediği şeyi düşündürebilir. Algı oyunları ve kurulan strateji ile bir toplumun beynini yönetebilir. Üstelik, reklamlarla, daha doğrusu reklamların sunuş biçimiyle kitleleri yönetecek olan güç, bunu iyiye kullanmayı seçebileceği gibi kötüye kullanmayı da seçebilir. Örneğin, ürününü pazarlarken, bir yandan kadın-erkek eşitliği, çocuk hakları, özgürlük, demokrasi başlıklarını da empoze edebilir, tam aksi durumları da rahatlıkla yansıtabilir. Bu sektör, böyle kritik bir alan olma özelliğini korurken, bu mesajları oluşturan ve halka empoze eden reklamcıların çok dikkatli olmaları gerektiğini düşünmüşümdür hep. İzleyene yanlış gidecek

bir mesajın doğurabileceği potansiyel sorunların sorumlusu onlar olacaktır zira. Ancak ne yazık ki, ürünün satışına verilen değer, ürünü alacak insanlara verilmiyor bazen. Bu kadar şikayetçi olmama sebep olan iki reklam; Signal Erkeklere Özel Diş Macunu ve Doğadan Yeşil Çay reklamları… Signal Erkeklere Özel Diş Macunu Aslında ürünün adı bile başlı başına, buram buram ayrımcılık kokuyor. Ürün; “Erkeklere Özel” olarak çıkartılmış. Eğer ki ürün; bir tıraş sonrası losyonu, bir boxer veya örneğin yalnızca erkek saatleri üreten bir saat firmasına ait olsaydı ortada “Erkeklere Özel” oluşuna dair konuşacak bir problem olmazdı. Ama ürün bir “diş macunu”… Aynı anatomiye ve aynı diş sayısına sahip olduğu için erkek kadar kadının da kullandığı, kişisel bakımın ana unsurlarından biri olduğu için erkek kadar kadının da kullandığı, pazarlanmasında belki de en son kullanılması gereken yöntemin “cinsiyet ayrımcılığı” olduğu bir ürün diş macunu… Önce televizyonda reklamın orjinalini


11

gördüm. Reklamda, yakışıklı bir adamın dişlerini “erkeklere özel diş macunu” ile fırçaladıktan sonra her kadını elde edebileceği algısının verilişini üzülerek izledim. Adam o “erkeklere özel macunu” ile dişlerini fırçaladıktan sonra gördüğü ve gülümsediği her kadını reklamın sonunda yatağında buluyor. Kadın bedeninin bir diş macunu reklamında bile ortaya atılıyor oluşu ve kadın ile erkeğin ortak ihtiyacı olan bir ürünün yalnızca erkeklere özel olarak çıkartılması reklamla ilgili başlıca sorunlar... Sonrasında araştırdığımda, reklamın Türk versiyonunun da MANAJANS tarafından çekildiğini ve reklamda Engin Öztürk’ün oynadığını gördüm. Bu versiyonda da yine yakışıklı adam “erkeklere özel diş macunu” kullandığı için kadınlara karşı yaptığı hataları gülümsemesiyle telafi ediyor.

Kadınlar öyle aptal olacaklar ki -reklamda gösterildiği haliyle- kafasına top atılan kadın, aldatıldığını fark eden kadın, adamın dişlerini görünce birden gülümseyiveriyor. Yani sözün özü üründe de, reklamların her iki versiyonunda da, diş macunu gibi ortak kullanıma ait bir ürün için bile, cinsiyet ayrımcılığı yapıldığına şahit oluyoruz. Aynı şekilde aynı ürün için tam tersi bir senaryo ile bir kadının dişleriyle, yürüdüğü, geçtiği her yerden her erkeği etkilemesinin de yine cinsiyetçi bir yaklaşım olduğunu, bu senaryonun da kabul edilebilir yanı olmadığını belirtmek isterim. Reklamın Orjinali: https://www.youtube.com/watch?v=knXijcVTJb8 Reklamın Türkiye Versiyonu: https://www.youtube.com/ watch?v=ZThD_3sEF1g


12

Doğadan Yeşil Çay Doğadan’ın Yeşil Çay reklamında ise “Kadınlar Ne İster?” soru başlığı altında aslında kadınların istemeyeceği bir çok gereksiz şey, reklam filmini uzatmak ve kadınların ne çok şey istediğini anlatmak adına kullanılmış. Reklamda, hiç bir kadının esas gündeminde olamayacak kadar küçük şeylerden bahsediliyor. Bunlardan bazıları; kaçmayan çorap, topuğu kırılmayan topuklu ayakkabı, daima 34 beden olmak, kilo yapmayan pasta, selülitin moda olması, kendi kendini park eden araba… Bir de bu saçmalıkların üzerine ikilemler yaratılarak kadınlar hakkında kurulan; “30 yaşından sonra yaşını kimse bilmesin ister ama doğum gününü herkes kutlasın ister, “Hep aramanı ister ama aradığında neden arıyorsun der”

“Günaydın mesajı atsan dalga geçer ama geceleri ‘uyudun mu’diye mesaj atar” cümleleriyle kadınların ne denli dengesiz olduğunu anlatmaya çalışmışlar… Bir yeşil çay reklamında, hedef kitle kadınlar diye, niçin kadınları çok şey isteyen, dengesiz varlıklar olarak gösterme hatasına düşmüşler, bilemedim. Ancak bildiğim bir şey var ki o da kadınların anlattıkları gibi saçma şeyler istemek yerine artık bu kendileri üstünde oynanan algı oyunlarının bitmesini istedikleri, erkeklerin kendileri hakkında kendilerinden fazla söz sahibi olmamasını istedikleri, eşit ve özgürce yaşamak istedikleri, tecavüz, taciz ve kadın cinayetlerinden uzak yaşamak istedikleri, öldürülmemek, şiddete maruz kalmamak istedikleri, kendi kararlarını kendileri vermek istedikleridir. Günümüzde hala kadın-erkek eşitliğini kanıtlamak zorunda kalmamız,


13

bunun için konuşmamız bile yeterince saçma, ayıp ve kötü bir durumken; bir de insanların önüne bu yanlış algıyı tetikleyen, ayrımcı, cinsiyetçi reklamlar servis ediliyor. Sonra, toplumda oluşan kadın algısı nasıl bu hale geldi, kadınlar nasıl böyle metalaştırıldı, kadınlarımız neden tacize uğradı, neden tecavüz edildi, neden öldürüldüler sorularına timsah göz yaşlarıyla kafa patlatanları görüyoruz. Bu soruların cevapları da

sorularının içinde. Eğer ki bir ülkede kadını reklamlarda bu şekilde kullanabiliyorsanız, bunu izleyen; az okuyan, az düşünen, önüne verilene inanan kitlenin kendisini yalnız erkek olmasından dolayı üstün hissetmesini göze alıyorsunuz demektir. O zaman, kadına yapılan şiddeti, sözlü yada fiziksel saldırıları, tacizi, tecavüzü, kadın cinayetlerini meşrulaştırıyor, olanak sağlıyorsunuz demektir. E hal böyleyken, bir diş macunu, bir yeşil çay satmak için, toplumu karanlığa sürüklüyorsunuz demektir… Reklam: https://www.youtube.com/ watch?v=SAqFe3qDvCA Reklamın Kaldırılması ve Kadınlardan Özür Dilenmesi Üzerine Başlatılan İmza Kampanyası: https://www. change.org/p/dogadan-cay-kadınlar-ne-ister-adlı-cinsiyetçi-reklamınız-yayından-kaldırılsın?recruiter=62 772963&utm_campaign=signature_ receipt&utm_medium=email&utm_ source=share_petition


14

LONDRA GÜNLÜKLERİ - 1 “Tası tarağı toplayıp yerleşesim var” dedirten bir şehri gezme fırsatı bulmuşken hakkında yazmamak olmazdı / Sezin Katalon

“Londra Günlükleri” ismini verdiğim iki bölümlük yazı dizisinde bu hafta size gezdiğim yerleri anlatacağım.

İkinci bölümde de yediklerimden bahsedeceğim. Londra, tarihi dokusunu korumayı başaran, hem modern hem geleneksel yanları ile yükselen bir metropolitan. Metropolitan demişken Londra’yı anlatmaya geniş ulaşım ağından, özellikle metrolarından başlamak çok da yanlış olmaz. Türkiye’de alıştığımız gibi tek hat değil, birbirinin içine geçmiş çok hat var; deyimin tam anlamıyla her yere metro var. Platform değiştiriyorsunuz, aktarma yapıyorsunuz ama gideceğiniz yere rahatlıkla ulaşabiliyorsunuz. “Oyster” yani İngiltere akbili diyebileceğim bir kart ile metro ve otobüsleri rahatlıkla kullanabiliyorsunuz. Trenler


15

için ise bilet almak gerekiyor. Sokaklar ve binalar çok güzel korunmuş; mimari, yenisini yapmak yerine restore etmek anlayışını takip ediyor. Londra genel anlamda pahalı bir şehir ve özellikle ev almak büyük birikim istiyor. İstanbul’dan Londra’ya gidenlerle konuştuğumda hepsinden aynı yorumu aldım: “Pahalı da olsa alışıyorsun çünkü buradan ayrılmak istemiyorsun.” Londra’ya ilk defa giden birinin görmesi gerekenler listesinin başını Buckhingam Sarayı, ikonik Big Ben saat kulesi ve London Eye oluşturur. Saat kulesi ve bağlı olduğu Parlamento Binası ile London Eye birbirine oldukça yakınlar. Saat kulesinin birkaç pozunu çektikten sonra “Tower Bridge” yani “Kule

Köprüsü”nü geçip London Eye’a ulaşabilirsiniz. Coca-Cola’nın kurduğu bir dönme dolap olan London Eye ile bir kapsüle binip gökyüzünden şehrin manzarasını izleyebiliyorsunuz fakat uzun bir sırada beklemeyi göze almak gerek. Buckhingam Sarayı’na gitmek için Tower Bridge’den geri dönüp St. James Parkı’na doğru yaklaşık yirmi dakika yürümek gerekiyor. Parkı geçtikten sonra büyük avlusu ile “Acaba kaç odalıdır? Gizli kapılar var mıdır?” gibi soruların cevabını alacağımız sarayı görüyoruz. Eğer herhangi bir sarayın sancağında bayrak çekilmişse Kraliçe’nin o an sarayda olduğu anlamına gelir. Şansıma bayrak çekilmişti ama Kraliçe ile beş çayı içmek başka bahara kaldı.


16

Belki Londra’da yapılması kesin gereken bir şey değil ama hem kitaplarından hem dizisinden tanıdığımız Sherlock Holmes karakterinin evi de burada bulunuyor. Adres 221B Baker Street. Sherlock Holmes Müzesi adıyla tam da yazar Sir Arthur Conan Doyle’ın yaşadığı dönem olan 1800’lerden kalma bir evi geziyoruz. Üç katlı, dar bir evde oturma odası, çalışma odası gibi odaların dışında yazara ait eşyalar da sergilenmekte. Disneyland’den “dünyanın en mutlu yeri” diye bahsederler. Oraya gitmedim ama benim için şimdilik bu ünvanı M&M World hak ediyor. Dükkana girdiğiniz andan itibaren ciğerlerinize dolan çikolata kokusu, çikolata almadan dükkandan çıkmanızı oldukça zorlaştırıyor. Üst katında

M&M karakterlerinin basıldığı yastıktan kahve kupasına kadar binbir çeşit eşya var. Alt katta ise içleri bonibon dolu rengarenk kocaman tüpler var. Bir poşet alıyorsunuz ve istediğiniz tüpün altındaki vanayı açıp torbanızı çikolatayla dolduruyorsunuz. Karışımınızı yeterli gördüğünüz anda poşeti kapatıp tartılmaya veriyorsunuz ve ağırlığına göre ücretlendiriliyor. Paketimi aldıktan sonra çocukluğuma dönüş yaptım desem yalan olmaz. İki günüme bunları sığdırdım. Tatilim boyunca yediklerimi de yazı dizimin ikinci bölümünde okuyabileceksiniz. “Bir insan yediklerini not eder mi?” demeyin, çünkü alıştığımın oldukça dışında tatlar denedim. Paylaşmak için sabırsızlanıyorum.


17


18

Bu hafta tiyatroda ne var? Kesim / Alp Tunçer İngiltere’de 1990’lı yıllarda, Türkiye’de ise 2000’li yıllarda popülerlik kazanmış olan, Aleks Sierz’in tanımladığı haliyle

Suratına Tiyatro’nun önemli kalemlerinden Mark Ravenhill’in 2006 yılında yayımlamış olduğu Kesim oyunu bu kez sizleri distopik bir dünyaya götürüyor. Oyunda, “Kesim Rejimi” olarak adlandırabileceğimiz karanlık ve totaliter bir düzende önemli bir devlet/hükümet görevlisi olan Paul, sistemin önemli araçlarından biriyken zamanla sistemin kurbanlarından biri haline geliyor. Tiyatro Kalyante’nin sahneye koyduğu Mark Ravenhill’in eseri “Kesim”, nisan ayı boyunca Hayal Perdesi Beyoğlu’nda sizleri sahneye bekliyor. Yazan: Mark Ravenhill Çevirmen: Şadan Öz Yönetmen: Burç Demir


19

Genel sanat yönetmeni: Tarkan Çeper Oyun müzikleri: Erdal Akkaş, Burç Demir (Babra Bubrik) Işık tasarım: Okan Karaca Dekor tasarım: Nevin Köksal Kostüm tasarım: Pınar Arabacı Afiş tasarım: Aytek Yıldırım Işık, efekt uygulama: Murat Gün, Erhan Duman

Oyuncular: Paul: Murat Yatman Susan: Şenay Kösem Stephen: Tolga Kurt John: Burç Demir Gita, Mina, Gardiyan: Pınar Arabacı, Mehtap Keskin İki perde / 100 dakika -İyi seyirler-


20

Sinemadan Seçkiler Into The Wild / Alp Tunçer Jon Krakauer’in 1996 yılında yayınlanan, Christopher McCandless’in yaşamıyla esrarengiz ölümünü anlattığı aynı adlı kitabından uyarlanan “Into the Wild” Sean Penn’in yönetmenliği üstlenmesi ile beyaz perdeye aktarılmıştır. Kapitalist dünyadan, şehrin popülist ve dayatmacı hayatından daha çok doğanın bilinmezliğinde yaşamayı tercih eden ve düzenin söylediği doğrulardan daha çok kendi doğrularıyla yaşayan Christopher’ın etkileyici yaşam öyküsü karşımıza geliyor. 2007 yapımı olan bu filmin yönetmen koltuğunda daha çok kameranın diğer tarafında görmeye alıştığımız Sean Penn’i görüyoruz. Sean Penn yönetmen olarak bu filmde çok iyi bir iş çıkararak gerek Christopher’ın durumunu gerekse yaşanan ortamın durumunu çok güzel yansıtıyor. Oluşturduğu dünyada şehir ve doğa arasında Christopher’ın yaşadıklarına net bir şekilde şahit oluyoruz. Gerek Christopher’ın yaşadıkları, gerekse Sean Penn‘in


21

bunları yalın bir şekilde ele alışı bunda çok önemli etken oluyor. Tabi bunlara ek olarak Christopher karakterini canlandıran oyuncu Emile Hirsch’ın önemli bir performans sergilediğini de unutmamak gerekir. Filmin konusu kısaca; Amerika’nın en iyi okullarından birisi olan Emory Üniversitesi’nden mezun olan Christopher, verilen bir davette ailesine istediği hayatın bu olmadığını, bir şeylerin eksik ve yanlış olduğunu söyler. Genç adam o güne kadar biriktirdiği paralardan 25.000 dolarını OXFAM’a bağışlayarak arabasına atladığı gibi çöllerin yolunu tutar ve geri kalan parasını ateşe vererek bambaşka bir hayata doğru uzun bir yolculuğa çıkar. Alaska’nın ıssız ormanlarında sona eren bu yolculuk esnasında Christopher, hayatını kökünden değiştiren bazı kişilerle tanışarak, hayatın anlamını ve ölümün kaçınılmazlığını en sert haliyle öğrenecektir. Film Akademi ödüllerinde, En İyi Kurgu ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Hal Holbrook) dalında Oscar’a aday gösterilmiş, fakat kazanamamıştır. Ayrıca, Amerikan Film Enstitüsünce hazırlanan “2007 yılının Amerikan filmleri” listesinde bulunmaktadır.

Yönetmen: Sean Penn Oyuncular: Emile Hirsch, Vince Vaughn, Catherine Keener, Kristen Stewart, William Hurt, Marcia Gay Harden, Zach Galifianakis, Steven Wiig Yapımcı: Art Linson, Sean Penn, William M. Pohlad Senaryo: Jon Krakauer, Sean Penn (Jon Krakauer’in aynı adlı kitabından) Müzik: Eddie Vedder Görüntü Yönetmeni: Eric Gautier Kurgu: Jay Cassidy ABD Gösterim Tarihi: 21 Eylül 2007


22


23

BuRalaR heP çiKOlataydı “Bugüne dek hiç bu kadar çikolatayı bir arada görmediniz” / Tuğçe Kılınç Sanat ve tarih müzeleriyle dolu İstanbul’da bir de çikolata müzesi olduğunu biliyor muydunuz? Açıkçası, gitmeden önce bende böyle bir yer olduğunu bilmiyordum. Esenyurt’ta Akbatı AVM’nin hemen yanında yer alan Çikolata Müzesi, Pelit’e ait. Müzeye geldiğimizde, bahçede koşan kuzular bizi karşılıyor. Müzenin bahçesine adeta mini bir çiftlik kurulmuş: maymunlar, tavus kuşları, koyunlar… Kuzuların peşinden koşmaktan yorulunca, gidiş sebebimizi

hatırlayıp kendimizi müzenin içine atıyoruz. Pazar günü öğleden sonra gittiğimiz için bruncha yetişemiyoruz, ama denemek isterseniz Pazar günleri brunch 09:00-14:00 saatleri arasındaymış. Girişte bizi bir çikolata çeşmesi karşılıyor ve bardaklarımıza çeşmeden çikolata doldurup içiyoruz. Sonra başlıyoruz müzeyi gezmeye; Atatürk’ten Mevlana’ya, Galata Kulesi’nden Kız Kulesi’ne birçok şeyin çikolatadan heykelini görüyoruz. Tabi ağzımız açık “nasıl yapmışlar


24

bunları?” diye kendi kendimize hayret ederken çikolata ikramlarını da geri çevirmiyoruz. Duvarlar, ağaçlar, her şey çikolatadanken bir de çikolatadan ev görünce “yok artık” diyoruz. Çikolatadan evin içi de bir dükkan haline getirilmiş. Sevdiklerimize götürmek için buradan çok çikolata hediyeler alıyoruz. Ayrıca yine müzenin içinde pasta bölümü olduğunu da öğreniyoruz, fakat orası da gittiğimiz saatte kapalı olduğu için “bir başka ziyarete” deyip ayrılıyoruz. Müzeden çıktığımızda Hansel ve Gretel masalıyla, çikolatadan bir Miniatürk’ün buluşmasını gezmiş gibi olduğumuzu fark ediyoruz. Farklı ve eğlenceli bir hafta sonu geçirmek isteyenler, bu çikolatadan yapılmış büyülü atmosferi kesinlikle gezmeliler. Daha fazla bilgi için müzenin internet sitesine bakabilirsiniz; http://pelitcikolatamuzesi.com/


25


26

Sergi’lesek mi? Mayıs ayına girmeye hazırlanırken sergi’lesek mi? / Duygu Taneri

1. Çağdaş Sanat 1985 Mine Sanat Galerisi’nin kuruluşundan günümüze kadarki kırk sanatçının 19851990 tarihleri arasındaki eserleri ve arşivden seçkiler yer alıyor. Galerinin kuruluşundan bugüne kadarki fotoğraflar, videolar, performanslar ve röportajlardan oluşmuş bir galeri belgeseli de ziyaretçilerle paylaşılıyor. Sergi, galerinin otuz yıl boyunca yaşadığı süreçleri

ve değişimleri de gözler önüne seriyor. Hala gitmeyenler için son gün 2 Mayıs, Mine Sanat Galerisi’nde. 2. Yüzyılların Yüzyılı Etkileri günümüzde hala devam eden ve bugünün şekillenmesinde yardımcı olan tarihsel dönüşümler, geçmiş olaylar ve toplumsal geçişlere karşılık olarak üretilmiş sanatsal ifadelerden oluşuyor.


27

Sergi, 24 Mayıs’a kadar Salt Beyoğlu’nda. 3. İskender Yediler - Suibriğigiller / Nepenthes Çalışmalarını Berlin’de sürdüren ve önemli uluslararası müze ve koleksiyonlarda yer alan heykel sanatçısı İskender, Türkiye’deki ilk kişisel sergisini açıyor. Suibriğigiller / Nepenthes isimli sergisinde sanatçının ilk kez gösterilecek

olan bronz heykellerinin yanı sıra geleneksel İznik çini tekniğiyle gerçekleştirdiği duvar panoları ve kağıt çalışmaları da yer alıyor. Adını tropikal bitkilerden alan sergi, doğada görülen soyut formların farklı anlamlara bürünen halini çarpıcı detayları ile ziyaretçilere sunuyor. 23 Mayıs’a kadar Art On İstanbul’da. 4. Arslan Sükan - While You are Surfing


28

Türk çağdaş sanatının öne çıkan isimlerinden biri olan Arslan Sükan’ın kişisel sergisi ‘While You are Surfing’de sanatçı, fiziksel ve dijital dünya arasındaki ilişkiyi incelerken dijital aletlerin (akıllı telefonlar) yüzeylerini tarayarak elde ettiği görüntüleri, parmak izlerini, tozları

ve çatlakları daha belirgin hale getiriyor ve zihinsel görüntüler oluşturuyor. Oldukça farklı olan bu sergi 24 Mayıs’a kadar İstanbul 74’te. 5. BİLGE Fotoğraf Sergisi Omar Özenir, Taylan Bağcı ve Ali


29

Sefünç’ün fotoğraflarından oluşan sergi, düşündüren fotoğraflara ev sahipliği yapıyor. Her sonun bir başlangıç ve her başlangıcın da bir sona dönüştüğü hayatın sürekli döngüsü bir ağaç bedeni üzerinden bize yansıtılıyor. Sergi, 30 Mayıs’a kadar ÇokÇok Galeri’de. 6. Bir Arada Karma Resim Sergisi Hayri Ağan, Mustafa Albayrak, Seyfi Arıkan, Alpin Arda Bağcık, Turan Büyükkahraman, Erkan Doğanay, Gülistan Karagüzel, Sinem Kaya, Ercan Sert, Evren Sungur, Cengiz Uğur, Kudret Türküm, Sertap Yeğin’in eserlerinin sergilendiği karma resim sergisi, galerinin kendisinden de izler taşıyor. Farklı üsluplardaki on üç sanatçının bir arada olduğu sergide, sanatçılar arasındaki etkileşimlerin ve ara ara ayrılan tekniklerin ortak uyumu bizlere gösteriliyor. Ziyaretçiler için 16 Mayıs’a kadar Beyoğlu Akademililer Sanat Merkezi’nde.


30

OyunKOliK Akıllı telefonlarınızda istediğiniz bir oyun yoksa bizden size iki öneri! / Efe Demiralp Oyunlar bizim kaderimizi belirlemese bile en azından hayatımızın içinde yer alıyor, bir konsol ortamından çıkıp cebimize kadar girebiliyorlar. Elimizi telefondan ayıramadığımız zamanlar oluyor. Peki hangi oyunlar mı? Blek Bu haftaki ilk oyunumuzun adı Blek. Oyunumuz “kunabi brother GmbH” tarafından üretiliyor. “kunabi”nin ilk ve son oyunu diyebiliriz. Daha yeni oyun çıkartmadılar veya daha önceden tanıtabileceğimiz bir oyunu yok. Belki de daha sonra, popüler bir oyun grubu olurlarsa diğer

oyunlarının yazısını yazıyor olacağım. Blek oyunu Apple şirketinin 2014’ün en iyi dizayn ödülü kategorisinde yer almış ve 50 ülkede çok popüler bir oyun. Hatta çıktığı andan itibaren ilk sıraya oturdu. 2014’te en iyi oyun ödülü ve 2013’te de ödülleri bulunuyor. Oyun muhteşem bir sunum ile başlıyor. Bu başlangıçla birlikte oyuna merak giderek artıyor. Görsellik ve kişisellik bakımından eşsiz bir oyun. Oyunu geçebilmek için yaratıcı olmanız gerekiyor; “Çizdiğiniz her şey oyunda sizin sihrinizdir.” Oyunun içeriğine bir bakalım! Oyunda hiçbir tuş yeri yok. Sadece parmağınız


31

bölümde bir başka şekil çizerek geçmeniz gerekiyor. Yani yaratıcığın ön planda olduğu bir oyun.

oyunun yöneticisi. Göreviniz ise tek bir çizgide topları üstünden geçmek. Kulağa hoş geliyor ancak oynaması çok kolay değil. Oyun seviye üzerine kurulduğu için başlarda ısınmanızı sağlıyor daha sonra ise gerçek oyun başlıyor diyebiliriz. Çizdiğiniz çizgi doğrultusunda gidiyor ok. İster direk çizin ya da birkaç defa döndürerek çizin tamamen sizin isteğinize kalmış. Oyunda zorlayıcı taraf ise siyah topun üstüne geldiğinde çizginiz yok oluyor. Tekrardan çizmek zorunda kalıyorsunuz. Oyunda o kadar çok çiziyorsunuz ki her

Oyunun avantajı ise 80 bölüm olması. Ve kapattığınızda bölüm kendini kaydediyor. Blek oyunu, AppStore’da 6,99 TL iken Google Play’de 2,49 TL’dir. İlk çıktığında 1,99 TL’di. Fiyatları geçen seneye göre artmış. Leo’s Fortune Haftanın ikinci oyunu ise Leo’s Fortune. Bu oyunu yapan şirket ise “1337 & Senri LLC”. Bir önceki oyun 2014’ün en iyi Apple dizayn kategorisinde yer almışken bu oyun o kategorinin birincisi olarak çıkıyor. Yani bu haftaki oyunlar çok değerli. AppStore’da ise Editörlerin Seçtikleri kısmında yer alıyor. Oyun, 23 Nisan 2014’te platformlarda yerini aldı.


32


33

Leo’nun hazinesi 5 farklı bölümden 20 farklı seviyeden oluşuyor. Peki, bu oyun nasıl bir oyun? Leo’s Fortune’un amacı hazineden düşen altınları toplamak! Oyun sürükleyici ve devamını oynamak istiyorsunuz. Puzzle oyun türünde yer alıyor. Oyun, bir düzlem şeklinde ana karakterinizi altınları buluşturmayı hedefliyor. Sizin yapmanız gereken ise bunu gerçekleştirmek. Ana karakteriniz ince tüyleri olan bıyıklı bir top. Biraz “Bounce” oyununa da benziyor. Oyunda amaç bölümü olabildiğince hızlı bitirmeye çalışmak. Leo’s Fortune, hikaye üzerine dayanan bir oyun. Size daha önceden bir hikaye verip, orada neden olduğunuzu anlatıyor. Bu tür özellik akıllı oyunlara gelmeye başladı. Genelde konsol oyunları da hikayelerle başlar. Artık hikayesi olan oyunlar telefonlarımıza da girdi. Oyundaki karakteri seslendiren ise Doğu Avrupalı

birisi. Oyun ücretli, Google Play ve AppStore’da 10,49 TL. Eğer bu tür oyunları seviyorsanız bu fiyata değer bence ama yine de indirim olacağı bir zamanı bekleyebilirsiniz. Bakalım Leo’nun mirasını geri getirebilecek misiniz? Not: “Oyun o kadar çok popüler olmuş ki Süper Mario oyunundaki gibi bölümü en hızlı geçme videoları yapıyorlar.” Keyifli oyunlar!


e t e z r e niv

ü

Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.