/110
e t e z r e niv
端
zete
Sayı: 110/ 2015 Genel Yayın Yönetmenleri Demet Açıkgöz Yazı İşleri Cenk Bonfil, İlgi Özdikmenli,
BİR ÜNİVERSİTELİ’NİN GÖZÜNDEN SEÇİM DEĞERLENDİRMESİ
Tuğçe Kılınç Yazılar İlgi Özdikmenli, Dilara Muslu, Deniz Eroğlu, Yaprak Gülbahar, Yiğit Güldoğan Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek
NEW BALANCE BOZCAADA YARI MARATONU VE 10K KOŞUSU
TÜRK HAVACILIĞININ İLK KAHRAMANI: VECİHİ HÜRKUŞ
KORSAN PARTİLERİ
SEX, LIES AND VIDEOTAPE
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
/ifbilgi
@ifbilgi
/
v i 端n
e t e z er
4
BİR ÜNİVERSİTELİ’NİN GÖZÜNDEN SEÇİM DEĞERLENDİRMESİ OY VER çağrısı yapıldı. Seçim propagandaları yapıldı. Oylar verildi. Sandıklar korundu. Peki sonra ne oldu? / İlgi Özdikmenli Halk 2015 seçiminde bir mesaj verdi bana göre. Yapılan zulümleri, baskıcı rejimi, Gezi Direnişi’nde hayatını kaybeden gencecik çocuklarımızın acısını, tek taraflı verilen yarım özgürlüğü, medyaya uygulanan baskıyı, yok sayılan azınlıkları ve yok sayılan haklarını, başkanlık sistemini, kendinden olmayanı dışlayan bakış açısını ve daha nice olumsuz duyguyu biriktiren halk, AKP’ye “Artık tek başına iktidar olamazsın.” mesajını verdi.
Genel olarak seçim sonuçlarına baktığımızda HDP’nin ve MHP’nin oylarını arttırdığı görülüyor. Bununla birlikte HDP’ye oy kaptırdığı düşünülen CHP’nin bu seçimden bir önceki seçimle benzer bir oy yüzdesiyle çıkmış olması CHP adına başarılı bir seçim süreci olduğunu gösteriyor bence. AKP’nin ise oy kaybettiğini ve ülke genelinde en yüksek oyu almasına rağmen bu oyların tek başına iktidar olmasına yetemediğini görüyoruz.
5
Peki, 2015 seçiminin satır araları ne diyor bizlere? Baraj aşıldı. HDP’nin barajı aşması ile, istenirse ve hep birlikte hareket edilirse pek çok şeyin değiştirilebileceğinin görülmesinin yanı sıra, 82 anayasasının dayattığı hiç de adil olmayan baraj uygulamasının yok edilmesine yönelik önemli ve büyük bir adım atıldı. Meclise daha çok kadın vekil girdi, kadın haklarını erkeklerin konuşma ve karar verme dönemi neredeyse kapandı. Kendileri ve hemcinslerinin haklarının doğal savunucuları kadınlar artık daha büyük bir çoğunlukla meclisteler. Bunun yanı sıra, muhalefet partilerinden gelen, azınlık gruplarından çıkan milletvekilleri, ülkemizde ki çok sesliliği, çok renkliliği en doğal ve güzel haliyle meclise taşıyabilecekler artık. Çünkü artık mecliste, farklı ırk ve mezheplerden vekiller yani bu coğrafyada yaşayan halkların temsili var. Bugüne kadar hor görülen, topluma dışlatılmaya çalışılan insanlar, artık
meclisteler. Ve artık insanlar seslerini duyurabilecek, haklarını savunabilecek, eşitlik içinde yaşamak adına demokratik yollarla mücadele verebilecekler. Türkiye gibi farklı mezhep ve farklı ırktan insanların bir arada yaşadığı, mozaik bir ülkenin, tam da böyle içinde tüm renkleri barındıran bir meclise ihtiyacı vardı. İnsanların haklarını demokratik yollarla savunabilmesi için, özgürlük için, eşitlikçi bir yaşam için aynı ülkede yaşayan halklar, mecliste de bir arada olmalıydı. Barajın aşılması başta ileri demokrasi adına, sonra da bu kültür mozağinin bir arada eşitçe yaşayabilmesi adına çok önemliydi. Oldu. Bunun yanında CHP, özellikle CHP lideri Kılıçdaroğlu, seçim propagandaları boyunca HDP’ye yıkıcı, suçlayıcı, olumsuz bir üslup kullanmadığı için teşekkürü hak etti bana göre. Çünkü uzun zamandır içinde bulunduğumuz koşullar göz önüne alındığında, bu iki parti arasında
6
nefret tohumları olmaması en akıl karı iş gibi gözüküyordu. Seçim sonuçlarının bir diğer çıktısı, HDP’ye verilen oyların bir kısmının emanet olduğu yönündeki argümandı. Bu argüman, insanların HDP tarafından ırkçı söylev ve politikalar görmek istemeyişinden kaynaklandı bana göre. Çünkü gerçekten HDP’nin tüm propaganda sürecinde gösterdiği, barışçıl ve eşitlikçi tutumun devam etmesi, Güneydoğu’da akan kanın durması, halkların özgürce eşitlik içinde yaşaması üzerine kurgulanan vaatleri ve özellikle Demirtaş’ın sosyalist bakış açısı ile ekonomi ve paylaşımdaki eşitlikçi tutumu, partinin içinde her kesimden temsilcilerin bulunması, HDP oylarındaki tırmanışın temelini oluşturdu diye düşünüyorum. Bu önemli noktalarla barajı geçen HDP
bundan sonrada bu duruşunu korursa, emanet oylar hem artar hem de gönülden oylara dönüşebilir. AKP ise, bundan sonra ancak %40’ı evlerinde zor tutabilecek. Başkanlık sisteminin hayal olarak kalmasını bir yana koyarsak partinin, tek başına iktidar olamıyor oluşu elbette 2015 seçiminin en önemli konu başlığıdır. Tabi, AKP’nin tek başına iktidar olamaması, ülkede yeni soru işaretlerini de gündeme getirerek “Nasıl bir hükümet kurulacak?”, “Koalisyon olacak mı?”, “Erken seçime mi gidilecek?” “Ülke ekonomisinde istikrarsızlık yaşanacak mı?” sorularının konuşulmasına neden oldu. Siyasetçiler tarafından, seçim sonuçları açıklandığından beri bu sorular irdeleniyor olsa da, koalisyon hükümeti kurmaya yanaşmayan muhalefet partilerinin duruşları göz
7
önüne alındığında, durum kaosa dönüşüyor. Erken seçim ise çoğu seçmende “oylar ya aynı kalmazsa?” endişesi doğuruyor. MHP lideri Bahçeli’nin seçim gecesi yaptığı konuşmasında belirttiği gibi, CHP-HDP- AKP Koalisyon hükümeti ve MHP ana muhalifet rolünü üstlenmesi ise şu an tek fikir olarak duruyor. Tüm bu karışık siyasi gündeme rağmen, bu seçimin kazananı özgürlük ve eşitlik mücadelesidir bana göre. Oyları gözü gibi koruyan Oy Ve
Ötesi hareketidir. Barajın aşılmasıdır. Kadınların mecliste olmasıdır. Azınlık gruplarına mensup temsilcilerin mecliste olmasıdır. Eşcinsel haklarının, kadın haklarının, azınlık haklarının mecliste daha çok ve daha kapsamlı konuşulacağına olan inancımızdır. Dilerim her şey beklediğimiz ve umut ettiğimiz gibi olur ve kurulacak yeni hükümet ne yapar eder, tüm halklara eşit yaklaşım sergileyecek politikalar üretir. Eşit haklar tanır. Halkların barış içinde bir arada yaşaması için gereken her adım atılır. Dilerim ki, bugüne kadar apolitik yetişen gençliğin “hayal” olarak gördüğü bu eşitlik rüyası gerçek olur. Dilerim ki bu seçim bazı şeylerin başlangıcı olur ve gerçekte tabanı olmayan nefret biter, kardeşin kardeşe düşmanlığı biter, farklı ırkların birbirini hor görmesi, ötekileştirmesi biter. Dilerim bir gün gönülden “Bu memleket bizim, hepimizin” diyebilir herkes. Ve yine dilerim, bir arada farklarla yaşayabilme güzelliğinin görülmesine izin verilir. 2015 seçimleri, herkese hayırlı olsun. Güzel günler görme umuduyla…
8
New Balance Bozcaada Yarı Maratonu ve 10K Koşusu Türkiye’de her geçen gün popülerliğini artıran uzun mesafe yarışlarının belki de en zorlu etabı olan Bozcaada Yarı Maratonu’nu bir de benim gözümden dinleyin / Yiğit Güldoğan
İlk ciddi maraton deneyimim olan Bozcaada Yarı Maratonu ve 10K koşusu benim için inanılmaz keyifli bir o kadar da zorlayıcı bir macera oldu. Hayatımın her döneminde spor ciddi bir rol oynadı fakat maraton koşma fikri zihinsel ve fiziksel olarak ciddi bir hazırlık ve disiplin isteyen bir kategori. Koşuya kaydımı aylar öncesinden yaptırdım ve hazırlıklarıma başladım. Haftanın belirli günleri ciddi bir koşu antrenmanı programı uygulayarak ve beslenme alışkanlıklarımı düzenleyerek ilk adımı atmış oldum. İnsanın kendi bedenini tanıması ve bilinçli bir şekilde belirli ölçülerde sınırlarını zorlaması çoğu zaman hiç görmediği bir tarafının ortaya çıkmasına sebep olabiliyor. Performans olarak her geçen gün formunuzu yükseltseniz de sabırlı
olabilmek ve pes etmemek fiziksel olduğu kadar zihinsel de olan bir savaş. Uzun mesafe koşmak vücudun direncini ve dayanıklılığını son derece zorlayan ve gerekli altyapıya sahip olunmadığı takdirde sakatlanmaya ve özellikle diz eklemlerinde kalıcı zararlar bırakmaya çok müsait bir alan. Ben antrenmanlarımı ve beslenme düzenimi kendi yaşantıma göre düzenlediğim için çok verimli
9
ve sağlıklı bir hazırlık süreci geçirdiğimi söyleyebilirim. New Balance sponsorluğunda gerçekleşen bu koşu için 2500 kişilik kontenjan dolmuş ve adada kalınabilecek her otel, pansiyon, konuk evi aylar öncesinden dolmuştu. Türkiye’de böyle bir koşu kültürü olduğunu sporla iç içe olan biri olarak bu deneyimi yaşayana kadar fark
edememiştim. Bozcaada, yokuşlarıyla meşhur çok zorlu bir etap olarak bilinen, Türkiye’nin eğimi en çok yükselip alçalan parkurlarından biri. Bu sebeple normal performansınızın üstüne çıkmanız ve sınırlarınızı zorlamanız gerekiyor. Adaya vardığımız ilk gün, hiç beklemediğimiz bir ortamla karşılaştık. Çok neşeli ve oldukça kalabalık kurumsal şirket grupları, mezun dernekleri, sivil toplum
10
kuruluşlarından tutun kendine özel forma yaptırmış sevgililere kadar bir çok insanı görmek mümkündü. Aşırı bir kalabalık söz konusu olsa da doğru planlanmış bir organizasyonla bu karmaşıklıktan etkilenmemek kendi elinizde olan bir seçenekti. Koşu sabahı bütün koşucular forma numaralarını şehir meydanında kurulan stantlardan alıp yarış alanına doğru ilerlemeye başladı. Yarış için her şey ince ince düşünülmüştü ve bence başarılı bir organizasyondu. Telefon, cüzdan veya çantanızı merkezde bulunan alanlara teslim edebilmeniz
için kurulan büyük çadırlar güzel bir detaydı. Yarış başlamadan önce dağıtılan koşu çiplerini ayakkabımıza bağlamamız söylendi. Bu çipler bizim koşuyu kaç dakikada tamamladığımızı hesaplayacak çiplerdi. Sonunda beklenen an geldi ve koşu başladı. Ben, koşu başladığı anda dünyayla iletişimimi kesip sadece yarışa konsantre oldum; bu benim için yarış dışında bir çeşit kişisel terapi de sayılırdı. Bazıları için bu, insanın kendiyle baş başa kaldığı, gücünün son damlasına
11
kadar kendiyle ve dış şartlarla mücadele ettiği büyük bir savaş alanı gibi de görülebilir. Koşu devam ederken belirli noktalarda olan su stantlarından su içerek sıcak havanın verdiği boğucu ruh halini üzerimden atmaya çalıştım; ayrıca vücudumun sesini dinleyip ihtiyacı olan miktarda su içebilmekte ileriki kilometreler için stratejik bir hamle de sayılırdı. Dakikalar hızla geçti 7, 8, 9 derken 10 kilometrelik parkurun sonuna gelmiştim. Antrenmanlarım ve motivasyonum sayesinde belki ilk defa 10 kilometrelik parkuru 1 saatin altında tamamlamayı
başardım. İnsanın verdiği emeğin karşılığını alması kadar güzel bir his olamaz sanırım, bitirmenin verdiği haz bütün acıları, antrenmanları ve yorgunluğu hemen unutturdu. Hızlı bir kupa töreni ve dinlenmeden sonra İstanbul’un yolunu tuttuk. Bozcaada Yarı Maratonu’nu genel hatlarıyla değerlendirdiğimde her insanın en az bir kere denemesi gereken zihinsel ve fiziksel bir savaş olduğunu düşünüyorum. Adanın güzellikleri, ev yapımı reçeller, müthiş deniz ürünleri ekstra olarak bu maceraya eklenebilir.
12
Türk Havacılığının İlk Kahramanı: Vecihi Hürkuş Çoğumuzun adını Şener Şen’in canlandırmasıyla tanıdığı, aslında ilk uçak mühendisimiz olan Vecihi Hürkuş’un gerçek kimliği! / Dilara Muslu Hakkın hak sahibine teslim edildiği nadir görülen ülkemizde; kendisini yetenekli olduğu alanda geliştirmiş, ve kendisini geliştirmekle kalmayıp alanında ülkesi adına da bir şeyler yapmayı düstur edinmiş, çok önemsediğim bir portre var:i ilk Türk uçağının üreticisi Vecihi Hürkuş. Henüz yirmi yaşındayken brövesini alan bir pilot, katıldığı I. Dünya Savaşı’nda uçuş yapan Türk tayyareci, Kurtuluş Savaşı ganimetlerinden yeni uçak yaratan bir makinistten bahsediyoruz. Vecihi’nin heyecanlı çalışmalarının önüne konulan engellerden bahsetmeden önce, biraz kim olduğundan
bahsetmekte yarar var. 6 Ocak 1896 tarihinde, İstanbul Arnavutköy’de geniş bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Vecihi, Bebek’teki ilkokul eğitiminden sonra Tophane Sanat Okulu’ndan mezun oldu. Amcasıyla gönüllü olarak Balkan Harbi’ne katıldı, savaş sonrası Beykoz Esir kampına kumandan oldu. Uçak sevdası onu Makinist Mektebi’ne itti, katıldığı ikinci savaş olan Birinci Dünya Savaşı doğu cephesinde ise uçak makinisti olarak görev aldı. Dönüşte ise Tayyare Mektebi’ni tamamlayarak
13
“tayyareci” oldu. Bu sırada savaş devam ediyordu. Kafkas cephesinde başarılar elde etti. Birinci Dünya Savaşı, Vecihi’nin hayatındaki olumsuzlukların başladığı savaştı; Ruslar’a esir düştü. Esir düştüğü Hazar Denizi’ndeki Nargin adasından yüzerek kaçması, karşılaştığı zorluklardan yılmayan bir insan olduğunun ilk göstergesi olabilir. Dönüşte ise Kurtuluş Savaşı’na katılmış, İstiklal Madalyası almıştır. Yakınlarının anlattığına göre uçak yapma fikri savaş sırasında şekillenmeye başlamış Hürkuş’un kafasında, lakin Mondros Mütarekesi sonrasındaki yokluk bu düşünceyi biraz erteletmiş. Kurtuluş Savaşı sonrası İzmir’deki Seydiköy Hava Mektebi’nde tayyare eğitmenliği yaptığı sırada yanlışlıkla Edirne’ye inen bir uçağı almak için görevlendirilip, karşılığında isminin bu uçağa verilmesi içindeki kıvılcımı yeniden alevlendirmiş Hürkuş’un. Bir süre proje halinde kalan
düşüncesi 1923’te savaş ganimeti eski püskü bir Yunan uçağının motorlarını kullanarak yeni bir uçak imal etmesiyle vücut bulmuştur. Ortaya çıkan sonuç ise nam-ı diğer Vecihi KVI! Anlatması dile kolay gelse de Vecihi KVI Türk yapımı ilk uçaktır ama savaşın küllerinden doğan genç cumhuriyetin uçuş izni verecek bir heyeti yoktur. Bilirkişilerce uçarsa lisansın verileceği söylenen tayyareci, bu sözü dinler ve karşılığında izinsiz uçmaktan ceza alır. Bunu kurulmakta olan bir devletin böyle bir işe harcayacak enerjiye sahip olmamasına bağlayabilirsiniz. Ancak üstünden yıllar geçmesine rağmen ülkemizde hala bürokrasi aynı şekilde işlediğine göre bu enerji değil, bir zihniyet meselesidir. Vecihi’nin önüne konan engeller bu kadarla kalmıyor ne yazık ki. Bütün engellere rağmen uçak yapımına devam eden Hürkuş, 1930 yılında ikinci uçağı Vecihi K-XIV’ü inşa etmiştir. Yine kronik
14
heyetsizlikten muzdarip devletimiz Hürkuş’u Çekoslavakya’ya gönderip uçuş iznini oradan aldırır. Yılmayan Vecihi 1932’de ilk Türk Sivil Tayyare Mektebi’ni kurar ancak maddi imkansızlıklar nedeniyle kapatılır. Bu sırada ünü her yeri sarmış, Avrupa’daki fabrikalardan bile teklifler alan Vecihi Atatürk’ün de dikkatini çekmiş. Mustafa Kemal, Türk havacılığında ondan faydalanılmasını istemiş, hatta ondan pek çok kez Türk Kuşu diye
bahsettiğine şahit olunmuştur. 1937 yılında onu Almanya’ya mühendislik eğitimine göndermiştir. Eğitimini iki başarıyla tamamlayan Vecihi’nin diploması bu sefer de “iki yılda mühendislik eğitimi tamamlanamaz” gerekçesiyle ülkede kabul görmemiştir. Yılmayan Vecihi Hürkuş, diplomasını Danıştay’a giderek onaylatmıştır. Yokluğunda THK’daki görevlerinin başkalarına
15
yanı ise Türkiye’de pek çok düşünürün, emektarın, sanatçının başına gelen şeyin onun da başına gelmiş olması: ilklerin adamı, şüphesiz Türk havacılık tarihinin en önemli ismi Vecihi Hürkuş’un 1969 yılında Kurtuluş Savaşı hizmet maaşına dahi haciz konmuş, Hürkuş borç ve sefalet içinde hayatını kaybetmiştir. Merak ediyorum, gerçekten Türkiye’de yapılan her iyilik cezalandırılmak zorunda mıdır? Çevre ve Şehircilik eski bakanı Erdoğan Bayraktar’ın “Burası Müslüman ülke. Mucit değil, ara eleman lazım.” demecini hatırlayınca, şahit olduklarımıza şaşırmamamız gerektiğini fark ediyorum. verildiğini de söylemeden geçmemek gerek. Zaten bundan sonraki yıllarda da elini attığı her işe ket vurulan Vecihi son olarak Ziraat Bankası kredisiyle sekiz adet uçak almış ancak sabotajlar nedeniyle uçuştan men edilmiştir. 1954 yılında kurduğu, ilk sivil havacılık şirketi Hürkuş Havayolları da böylece kapatılmıştır. Hikayenin bana en üzüntü veren
İstikbal göklerdeyken kendisi pek de göklere çıkarılmayan Vecihi Hürkuş’un hikayesi, bana üretilmemesi için her yola başvurulan Devrim Arabaları’nı anımsatıyor. Bir şeyler üretme isteğim kaçıyor, sonra aklıma ne olursa olsun bana bu yazıyı yazdırtan Vecihi ve asla vazgeçmeyen mizacı geliyor. Hem kendi hem insanlık için çalışan insanların önlerinin engellenmediği bir ülke dileğiyle…
16
Korsan Partileri Korsan Partiler; “Tarafsız, şeffaf ve bağımsız” bir marjinal topluluk! / Deniz Eroğlu Korsan partileri üç kelimede anlatmak istersek; “tarafsız, şeffaf ve bağımsız” diyebiliriz. Korsan partiler, bu düşünceleri baz alarak yola çıkan, dünyada pek çok ülkede yayılmış marjinal bir topluluktur. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin bilgi edinme ve yayma özgürlüğü hakkını referans alırlar. İlk olarak İsveç’te ortaya çıkmış, kısa zamanda tüm dünyada etkili olmuşlardır. İletişim araçlarını, özellikle interneti düşüncelerinin doğum yeri olarak görürler çünkü iletişim araçlarının kullanımı ücretsiz ve sınırsızdır. Bu sayede istedikleri mesajı sansürlemeden verip, çok kişiye ulaşabilir ve bilgilerini arşivleme olanağı bulurlar. Kısacası sosyal medyanın erişimini çok daha hızlı buluyorlar. Şimdiki istatistiklere bakarsak altmış bir ülkede var olan korsan partilerinin savunduğu haklar şunlardır; Bilgi ve kültür hakkı: Bilgiye, kültüre
erişim/Bilgiyi, kültürü yayma özgürlüğü Kişisel verilerin korunma hakkı: Mahremiyete saygı ve anonim kalma özgürlüğü Şeffaflık hakkı: Saydam ve Hesap verebilir yönetişim özgürlüğü Katılımcı demokrasi hakkı: Demokratik hakları tam olarak kullanma özgürlüğü Bu hakları detaylandırırsak; bilgi ve kültür temel insanlık haklarındandır. Her türlü bilgi ve kültür kaynağına erişim ve yayılım tamamen özgür olmalıdır. Düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü tam olarak sağlanmalıdır. Bunu sağlamak için tüm iletişim araçları başta internet etkin kullanılmalıdır. Üretici ve sanatçıların hakları korunacak, çağın gerisinde kalmış düşünceler yeniden düzenlenmelidir gibi maddeleri benimserler. Kişisel verileri koruma konusunda, kişilerin bilgileri ve özel kabul ettiği her şeye saygı
17
gösterilmelidir. Şeffaflık hakkında ise, bizim üzerinde durduğumuz konuya değinirler, her alanda açıklık ve şeffaflık sağlanmalıdır. Yönetim saydam ve hesap verebilir durumda olmalıdır. Herkesin bu bilgileri alma özgürlüğü vardır. Katılımcı demokrasi hakkıyla da demokratik hakların insanlar tarafından tam olarak kullanılma özgürlüğü sağlanmasını savunurlar. Korsan Partileri, Türkiye’de 2009’da çeşitli hareketler başlamıştır. Bu topluluk hakkında bilgilendirme, tartışma gibi konular Türkçe internet sitesinin de kurulmasıyla aktifleşmiştir. Bu site, kullanıcılar için etkinlik planlama ve eylem düzenleme gibi vasıflarla bu konuyla ilgilenen herkes için açık bir platformdur. Kendini bu akıma ait hisseden herkesin yararlanabileceği bu sitenin hiçbir yönetici kadrosu bulunmuyor. Onların düşünceleri, kararların hep beraber “korsanlarca” alınmasıdır. 2011 yılında ise Almanya Korsan Partisi eyalet meclisi seçimlerinde %8,9 oy almayı başaran Korsan Partisi, daha fazla demokrasi ve şeffaflık mottosuyla siyasete adım attı. Türkiye, Hindistan ve Amerika gibi
ülkelerde internet erişimi kısıtlamaları ve IP takibini amaçlayan yasalar, korsan hareketinin daha da ilgi çekmesini sağlıyor. Hedef kitlesi daha çok gençler olan akım, interneti efektif kullananlarla yürüyebileceklerini ve onların hareketlerini daha doğru anlayacaklarını düşünüyorlar. Örneğin korsanların sosyal medyadaki etkinliği ve internet araçlarını etkin kullanımları sayesinde daha da fazla destek bulmalarıyla sonuçlandı. Hareketi özetleyecek olursak ifade, haber alma özgürlüğü, bilginin özgür ve sınırsız dolaşımı, herkesin interneti kullanabilir olması, takibe maruz kalmamak, yönetimlerde daha çok saydamlık gibi maddeleri sayabiliriz. Akım, internet ortamı veya normal yaşamda hak ihlaline uğradığını düşünen, sansürle karşılaşan ve bu yüzden bilgi erişimi ve paylaşımı kısıtlanan tüm insanlar için bir ses olmayı amaçlıyor. Şimdiki iç güvenlik yasasıyla gelen kısıtlamaların internet kullanıcıları ve kullanımı üstünde daha da sorun ve hak ihlaline olanak sağlayacağını ve bu sayede korsan partilere olan ilginin daha çok artacağını düşünüyorum.
18
19
Sex, LIes and VIdeotape Hafta sonu bir film molası vermek isteyenler için usta yönetmen Soderbergh’in Sex, Lies and Videotape’i sizlerle! / Yaprak Gülbahar Soderbergh’in ilk dönem filmlerinden Sex, Lies and Videotape hatırlanmaya değer bir bağımsız film. Film yayınlandığı yıl olan 1989’da, Cannes’dan büyük ödül Altın Palmiye ve James Spader’ın aldığı en iyi erkek oyuncu ödülleri ile dönmüş. Soderbergh bu filmi; dört ana
karakterin evlilik, aile, seks ve arkadaşlık gibi konulardaki tutumları ve oluşturdukları ilişkiler üzerine kurmuş. Bizi bu dört yetişkinle tanıştıran olaylar, yalancı avukat John Mullany’nin (Peter Gallagher) eski bir arkadaşı olan Graham’ın (James Spader), John ve eşi Ann’i (Andie MacDowell ) ziyaret etmesiyle başlar. Graham, Ann’i görür görmez ona kur yapar fakat filmin klasik bir aldatma hikayesi olmadığını Graham’ın iktidarsız olduğunu açıklamasından ve John’un, Ann’in kız kardeşi Cynthia (Andie MacDowell) ile ilişkisi olduğunu öğrendikten sonra anlarız. Film, karakter analizleri etrafında dönüyor. Filmin temel çatışma noktası ise ilişkiler ve yalanlar. Sex, Lies and Videotape, bu iki durum bir araya geldiği zaman mutlaka ters giden bir şeyler olacağının pratiği gibi. Bağımsız yönünden olacak ki film oldukça cesur bir anlatıma sahip. Filmin kardeşleri, Ann ve Cynthia birbirine taban tabana zıt iki karakteri canlandırıyor. Abla Ann evli, eşine sadık ve “iffetli” bir genç kadın, öyle ki terapistiyle konuşmalarında anlattığı üzere mastürbasyon yapmayı dâhi hiç denememiş. Hatta mastürbasyon yaparsa onu dedesinin izlediğini düşünecek kadar seksten korkutulmuş. Seksin bir gereklilik olmadığına inanıyor. Tahmin edersiniz ki hiç orgazm olmamış. Cynthia ise özgür ruhlu,
20
cinselliği ile barışık, barda çalışan ve yalnız yaşayan bir genç kadın. Kısacası bir tarafta aklı ve vajinası cinsellik karşıtı bir düsturla muhafaza edilmiş bir kadın, diğer tarafta ise “dışa dönük” üstelik ablasının kocasıyla sevişen bir kardeş. Tabi Cynthia ve John arasındaki bu sadece sekse dayalı ilişkinin arkasında Ann ve Cynthia’nın kökünün eskiye
dayandığı belli başka bir mesele olduğunu görmek çok zor değil. Filmin erkekleri de en az Ann ve Cynthia kadar birbirlerinden farklılar. John bir avukat, takım elbiseli bir yalancı; Graham ise naif ve görece düşünceli biri. Bir de, film boyunca üstünden çıkarmadığı kot pantolonu ve siyah gömleğiyle 1989 yılında beliren bir erken dönem hipsterı gibi görünüyor. Bu iki karakterin okul yıllarına dayanan arkadaşlıkları Graham’ın ziyareti ile noktalanıyor çünkü geçen yıllar onları iki farklı insana dönüştürmüş. Sex, Lies and Videotape’i bir evlilik eleştirisi olarak da okuyabiliriz. Graham, Ann’e evliliğini sorduğunda aldığı cevap “mutlu” beraberliğin tarifinden çok uzaktır. Ann sadece evliliğin kadına bahşettiği güvenli hayattan, sahip oldukları
21
güzel evden ve John’un kariyerinden bahsetmekle yetinir. Beraberlik fikrine, “biz”in varlığına sahip değildir. Belki de bu yüzden bir anda karşısında beliriveren bu gizemli yabancıya, karşı koyamadığı bir ilgi duyar. Hikayede düğümler Ann’in aldatıldığını anladığı an çözülüyor. Ann, John’un onu kardeşiyle aldatmasına neredeyse hiç şaşırmıyor. Öte yandan bu durum onu Graham’a açılmak için cesaretlendiriyor. Tıpkı kardeşi gibi o da Graham’ın video kamerasına konuşuyor. İktidarsız Graham, Ann’in buzlarını çözüyor ve Ann uyanıyor.
Soderbergh, karakter yaratmakta çok başarılı. Oyuncu seçimleri için de aynı başarıdan söz edebiliriz. Secretary filminin fetişist patronu James Spader, o kendine has soğuk cazibesi ile Graham rolüne çok yakışmış. Her zaman saraydan kaçmış bir prenses olduğunu düşündüğüm Andie MacDowell da Ann karakterinin mahcubiyetini taşıyabiliyor. Laura San Giacomo zor bir rolün üstesinden gelmiş. Peter Gallagher yalancı koca rolünde zaman zaman abartıya kaçan mimiklerine rağmen kabul edilebilir. Sex, Lies and Videotape bağımsız ruhu, gösterişsizliği, oyuncuları, soruları ve hoş finali ile izlenmeyi hak eden bir film. Gözden kaçırmayın.
e t e z r e niv
ü
Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)
zete