/120
端n
e t e z r ive
zete
3 Eylül 2015 Sayı: 120 Genel Yayın Yönetmeni Cenk Bonfil Yazı İşleri İlgi Özdikmenli, Tuğçe Kılınç Yazılar Cenk Bonfil, İlgi Özdikmenli, Melisa Tunalı Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür
BİR İNSANLIK DURUŞU
Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek Sosyal Medya Yöneticisi Sezin Katalon
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
Instegram: https://goo.gl/JT0p59
/ifbilgi
@ifbilgi
TARAF TUTMA SORUNU
TANRI “KRAL”I KORUSUN: FREDDIE MERCURY
/
v i 端n
e t e z er
4
5
BİR İNSANLIK DURUŞU Gerçek zafer kimin? / İlgi Özdikmenli
6
Levent Üzümcü’nün İBB Şehir Tiyatroları’ndaki görevine son verildi. Kararın sebebi olarak ise sanatçının politik görüşü, 2013 yılında Sosyalist Enternasyonal’de yaptığı konuşma, basına verdiği demeçler ve sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlar gerekçe gösterildi. 21. yy’da “düşündü ve paylaştı” diyerek bir insanın işine son verilmesinin, akıl ve mantık ilkelerine sığdırılabilir bir açıklamasını bulamadığımdan, denememe rağmen bu insanlarla empati bile kuramadığımdan “neden?” diye sormamaya karar verdim. Savaşmaktan yorulduğumuz bu zihniyet yine zafer çığlıkları atarken, ben Üzümcü’nün Twitter hesabından paylaştığı açıklamasını okuduktan sonra gerçek zaferi kimin, nasıl ve ne şekilde kazanıyor olduğunu tekrar anladım. Tam da bu sebeple, verilen kararın acizliğini değil, Levent Üzümcü’nün onurlu duruşunu yazmak istiyorum.
Çünkü biliyorum ki fikirlerimizi söylemenin suç sayıldığı, aydınca yaşamanın mümkün kılınmadığı, “düşünce suçu” denen mantık hatası kalıbın zihinlere zorla sokulduğu, egemen güçle aynı şeylere inanmıyor diye insanların telef edildiği bir coğrafyada büyümek, burada insanca kalmak, onurlu yaşam mücadelesi vermek zaten yeterince zor. Bu zor şartlar altında insanın kendinden ödün vermeden yaşayabilmesi, doğru bildiğini dile getirmesi, inandıklarını kaybedebileceklerine rağmen savunması hiç kuşkusuz insan olmaktır. Zaten bu değerlere inanan insanlar için elde edilebilecek maddi imkanlardan, herkesçe başarı sayılabilecek noktalara ulaşmaktan çok daha önemlidir doğru kalabilmek. Bu yüzden “insanlık”, çıkarların önündedir. Bugün yaşanan bu trajik olay ise aslında yıllardır bu ülkede yapılmaya çalışılanın kısa bir özetidir. Düşünüyor diye asılan gençlerin memleketinde aradan 40 yıl geçmiş olsa bile,
7 zihniyetin hala aynı olduğunun kanıtıdır. Akıl ve vicdanlarını güce ipotek edenlerin, insanca yaşamakta direten insanları anlamalarını çok bekledik, bundan sonra da bekleyeceğiz. Yalnız burada anlamakta zorluk çektiğim nokta -yine empati kuramadığımdan- düşüncelere, cezaların/ölümlerin etki edemiyor oluşunun yıllardır algılanamamış olmasıdır. Fikirlerin, öfke ve korkudan daha güçlü olduğunun Deniz’lerden beri fark edilmemiş olmasıdır. Çünkü derdest edilmeye çalışılan bir düşünceyse eğer; insan ölür, düşünce yine kalır. Bu yapılan yıpratma girişimleriyle beyinlere kelepçe vurulacağını sanan zihniyet yalnızca kendini aldatmaktadır. Tüm bunların yanında; Levent Üzümcü’nün paylaştığı kamuoyu açıklamasında çok önemli de bir mesaj vardı ki bu mesaj, Üzümcü’nün Şehir Tiyatroları’nda kalamayışının esas sebebidir bana göre. “Dönün bir kendinize bakın, sonra da yanınızdakine bir bakın, biz hep beraber varsak varız. Bana yapmaya çalıştıkları gibi birer birer eksiltilmenin karşısında durmalıyız, yoksa mazallah topyekun yok oluruz.” diyen sanatçı, birlik olmanın önemini anlatırken; insanın düşüncesi ne olursa olsun yargılamamayı öğrenmemiz gerektiği vurgusunu yapmıştır. Bu sebeple; kendi gibi olmayanı, düşüneni, sorgulayanı kabul etmeyen bu düzende Levent Üzümcü ve böyle karakterli duruş sergileyen tüm insanların, yeri yokmuş gibi gözükse de insan olarak kalabilmenin güzelliğinde birleşme sevinci sonsuzdur. Bu inançtan vazgeçilmesin de daha güzel günlerde ve yeni oyunlarda elbet buluşulur.
8
Taraf Tutma Sorunu Koza İpek Medya Grubu’na yapılan baskın hakkında yazmak için masaya oturdum ve kendimi sorunun merkezine inerken buldum. Taraf tutmamanın tek yolu buydu / Cenk Bonfil 1 Eylül Salı sabahı, Koza İpek Medya Grubu’na yapılan polis baskını haberiyle uyandık. Aslında artık düzenli olarak bu tarz haberlerle uyanıyoruz. Söyledikleri veya sosyal medyada paylaştıklarından dolayı tutuklanan insanlar, belli bir görüşe yakınlığından dolayı basılan kurumlar günlük yaşantımızın bir parçası haline geldi artık.
Baştan bunu söylemek istiyorum: Amacım taraf tutmak, bir tarafı savunurken diğer tarafı yerin dibine sokmak değil. Taraf tutmanın parçalanıp küçülmekten başka hiçbir şey getirmediği bence apaçık. Zaten bu baskınlarla, tutuklamalarla ilgili eleştirilecek asıl mesele de bu: Taraf tutmak. Taraf tutmak; savaşların, kavgaların,
9
anlaşmazlıkların asıl nedeni. Taraf tutunca, kendi tarafını yüceltip karşı olarak seçtiği tarafı da sindirmek ister. İşin belki en kötü tarafı da karşı olacak tarafı seçmesidir. Taraf tutup karşı olmaya belki hiç niyetlenmemiş biri kendini birden bire taraf konumunda bulur. Taraf olduktan sonra gerisinde anlatılacak pek bir şey yoktur. Devamlı sürtüşme, kavga, diğerini yenip bitirme isteği sonunda kaosa dönüşür o kadar. Türkiye’de bu taraflar çok net. Hatırlatmam gerekirse, bunu özel biri veya bir grup için söylemiyorum. Zaten birinin saldırması ve diğer
tarafın durması çok zordur. Durursa döngü kırılır ve artık taraf olunmaz. Bu kadar kesin taraflar oldukça gerisinde devamlı sürtüşme, kavga ve diğerini yenip bitirme isteğinden başka anlatılacak pek bir şey yoktur. Bundan dolayı yazıyı daha fazla uzatmayacağım. Medya ve aslında bütün toplum, karşıt düşüncelerden insanlar birbirlerini yenmeye çalışmak yerine birbirlerinden öğrenmeye başladıklarında, başkasını sindirmeyi bıraktıklarında özgür kalabilir. Sanırım bunu ummaktan ve gerçekleştirmeye çalışmaktan başka yapacak bir şey yok.
10
Tanrı “Kral”ı Korusun: FreddIe Mercury Freddie Mercury yıllar önce “Ben star olmayacağım, ben efsane olacağım!” demişti, bugün hiç şüphesiz söylüyorum: sen efsanesin büyük adam / Melisa Tunalı Bir adam düşünün ki hiçbir vokal eğitimi olmamasına rağmen sesini kusursuz kullanabilsin, günümüzde hala sevilen bir çok hit parçayı sıfırdan yazsın, sadece mükemmel şarkılarıyla kulaklara değil aynı zamanda sıra dışı ve renkli sahne performansıyla gözlere de şölen yaşatsın, sıfırdan kurduğu grubu bir efsaneye dönüştürsün, yüzlerce müzisyene ilham kaynağı olsun. Bu adam tabi ki Freddie Mercury’den başkası olamaz. Bundan tam 69 sene önce doğduğunda dünya böyle renkli ve olağanüstü bir rock yıldızı kazandığından habersizdi. 24 sene önce öldüğünde ise bir daha böyle bir adamın dünyaya gelmeyeceğinin farkındaydı. Tek avuntumuz ise arkasında bıraktığı dillere destan parçalar… Bedenen ölmüş olsa da şarkılarıyla hep ölümsüz kalacak.
Bir efsane yetişiyor Freddie Mercury 5 Eylül 1946 tarihinde, Tanzanya’nın Zanzibar adasında ailenin en büyük çocuğu olarak Farrokh Bulsara adıyla dünyaya geldi. Kashmira (Cooke) adında bir kız kardeşi vardır. Ailesi Paris kökenlidir. Mercury Hindistan’a göç eden Zerdüştlerin soyundan gelir. Ailesi doğumundan 1 sene sonra 1947 yılında Hindistan’a taşınmıştır. Çocukluk yıllarında utangaç oluşu, annesine ve kız kardeşine olan düşkünlüğüyle bilinen Farrokh, sekiz yaşındayken daha iyi bir eğitim alması için Bombay’daki St. Peter’s yatılı okuluna gönderildi. Bu okulda piyano çalmayı öğrenen Farrokh ilk grubu The Hectics’e katıldı. Arkadaşları ve öğretmenlerinin de dahil olduğu birçok kişi ona Freddie diye hitap ediyordu. Bir süre sonra bu duruma o kadar alıştı ki imzasını Freddie olarak atmaya başladı. Zanzibar’a dönmeden önce St. Mary’s Lisesi’nde eğitimini tamamladı. Zanzibar’daki 1964 devriminden dolayı 17 yaşındayken ailesi ile birlikte İngiltere’ye taşındı. İngiltere’ye taşındığı sırada önce Beatles’ın daha sonrada Rolling Stones’un çıkışları Freddie’yi derinden etkilemiştir. Ealing Güzel Sanatlar Okulu’nda grafik tasarım eğitimi aldı ve 1969 yılında buradan mezun oldu.
11
QUEEN’in doğuşu ve yükselişi Ealing Güzel Sanatlar Okulu’nda Smile grubu üyesi Roger Taylor ile tanıştı. Taylor da onu grubun gitaristi Brian May ile
tanıştırdı. Zaten Tim Staffell’in gruptan ayrılıp Humpy Bong’a katılmasıyla geleceği sallantıda olan Smile grubu 1970 yılında resmi olarak dağıldıktan sonra Smile grubu Freddie Mercury önderliğinde Queen grubunun temellerini oluşturmuş oldu. Başlarda Roger Taylor (vurmalılar ve vokal), Brian May (gitar ve vokal) ve Freddie Mercury’yi (piyanist ve solist) bünyesinde bulunduran grup daha sonraları bir çok görüşmenin ardından John Deacon’unda (bas gitar) gruba katılmasıyla grup son halini almış oldu. Önce 1973 yılında Keep Yourself Alive adıyla 45’lik çıkarmayı başaran grup bu şarkının ardından ilk albümleri olan Queen’i aynı yıl piyasaya çıkarttı. 1974 yılında “Seven Seas of Rhye” ile grup ilk kez müzik listelerine girdi. Üçüncü albümleri “Sheer Heart Attack”ten çıkarmış oldukları “Killer Queen” single’ı daha büyük bir başarı yakalayarak ikinci sıraya kadar yükseldi. Asıl başarı ise 1975 yılında “A Night at the Opera” albümünden çıkardıkları “Bohemian Rhapsody” ile geldi. Şarkı İngiltere listelerinde 9 hafta boyunca bir numarada kaldı ve uluslararası başarıya ulaştı. Bundan sonraki 16 yıl boyunca Queen birçok hit şarkı üretti. 80’ler boyunca grup başarılı müzik kariyerine devam etti. 1987 yılında grubu sarsan bir haberle grup üyeleri çalışmarına ara verdi. Freddie Mercury’ye AIDS teşhisi konulmuştu. 1989 yılında The Miracle ve 1991 yılında son albümleri Innuendo’yu piyasaya sürdüler.
İşini tutku ve aşkla yapardı Mercury Queen’in “Greatest Hits” albümündeki 17 şarkının 10’unun yazarıdır. Bunlar arasında: “Killer Queen”, “Bohemian Rhapsody”, “Somebody To Love”, “We Are The Champions ve “Don’t Stop Me Now” vardır. Diğer grupların aksine Mercury grubun diğer üyelerini de şarkı yazmaya teşvik ediyordu.
12
Ancak Mercury’nin şarkıları her zaman bir adım öndeydi. Bunun en büyük sebebi ise rock, heavy metal ve disco gibi farklı tarzları kullanabilmesiydi. Diğer bestelerle karşılaştırıldığında Mercury’nin eserlerinin müzikalite açısından daha kompleks olması ne kadar büyük bir yetenek olduğunun göstergesidir. Değişik bir tarzı olan Mercury 60 akor içeren ve çevirimsiz yapısıyla dikkat çeken Bohemian Rhapsody’nin yanı sıra Crazy Little Thing Called Love şarkısında sadece birkaç akor vardır. Bu kadar kompleks yapılarda şarkılar yazabilmesine rağmen çok az nota bilgisi vardır ve hiç formal müzik eğitimi almamıştır. Mercury’nin kaydedilmiş vokal aralığı 4 oktav’dır. Somebody to Love, My Melancholy Blues, March of the Black Queen gibi kendi yazdığı şarkılarda sesini kusursuz bir şekilde inceleştirildiği görülür. Düşünceme göre onu bu kadar iyi ve dünyaca ünlü bir rock yıldızı yapan sadece Tanrı vergisi yeteneği değil, aynı zamanda işine
duyduğu aşk ve tutkudan kaynaklanıyordu
Solo kariyeri Queen ile yaptığı çalışmaların yanı sıra Mercury’nin 2 adet solo albümü de vardır. İlki 1985 yılında çıkarttığı Mr. Bad Guy’dır. Mr. Bad Guy daha çok pop ağırlıklı olup disko ve dans müziği tarzındadır. İkinci solo albümü ise 1988 senesinde çıkarttığı Barcelona’dır. Bu albüm Freddie Mercury’nin hayranı olduğu opera sanatçısı Montserrat Cabballé ile birlikte kaydedilmiştir. Mr. Bad Guy İngiltere’de albüm listelerinde 23 hafta kalmasına rağmen kimileri ticari açıdan başarı olmadığını söyler. Ancak aynı albümden Living Own My Own adlı şarkının remiksi 1993’te İngiltere listelerinde birinci sıraya yükselmiş ve orada 13 haftaya yakın bir süre kalmıştır. Ve Mercury, ölümünden sonra Ivor Novello Ödülünü kazanmıştır. “Barcelona”, opera şarkıcısı Montserrat Cabballé ile kaydedilmiştir ve pop müzik ile
13 operanın harmanlanmasıyla zenginleşmiştir. Caballé, Mercury için: “O sadece bir pop şarkıcısı değil, bir müzisyendi. Piyanonun başına geçer ve beste yapmaya başlardı. Farklı müzik stillerini bir araya getirmenin yeni bir yolunu keşfetmişti. O bu işi yapan ilk ve tek kişidir.” demiştir.
Son anlarına kadar aşık olduğu işine tutundu Acı haber 1987 ilkbaharında geldi. Mercury’ye AIDS teşhisi konulmuştu. Bir süre verdiği röportajlarda hastalığını inkar etmeyi tecih etti. Ancak dedikodular peşini bırakmadı ve yaşamının son yıllarında, “These Are The Days Of Our Lives” klibindeki sıska görünüşü de bu dedikoduları iyice güçlendirdi. Hiçbir uyarıya aldırmadan “”These Are The Days Of Our Lives” klibini çekmek için uğraştı ve uğraşları boşa çıkmadı. Klibin son anında dudaklarını oynatarak söylediği ”I Still Love You” cümlesi hayranları her zaman sevdiğini ve hiç unutmadığını bir kez daha anlatmıştır. 22 Kasım 1991’de Mercury, Queen’in menajeri Jim Beach’i Kensington’daki evine çağırdı ve bir basın açıklaması hazırladılar. Ertesi gün, aşağıdaki açıklama basına verildi: “Son iki hafta boyunca basında yapılan
yoğun varsayımlar üzerine, testlerimin HIV pozitif çıktığını ve AIDS taşıdığımı onaylıyorum. Bu bilgiyi bugüne dek gizli tutmamın, yanımdakilerin mahremiyetini korumak adına doğru olacağını düşünmüştüm. Fakat artık, dostlarımın ve dünya çapındaki hayranlarımın gerçeği bilme vakti gelmiştir ve umarım herkes bu korkunç hastalıkla mücadelede doktorlarıma katılacaktır. Mahremiyetim benim için her zaman önemli olmuştur ve fazla röportaj vermememle ünlüyümdür. Bu tutumum bundan sonra da böyle devam edecektir, lütfen anlayışla karşılayın.” Bu açıklamadan 24 saat sonra ise evinde vefat etti. Yalnız bir adam olduğunu düşünen ve bunu her fırsatta dile getiren Mercury öldüğünde yalnız değildi. Etrafında en sevdiği arkadaşları ve en değer verdiği insanlar vardı. Hayatını hiçbir eleştiriye aldırmadan son anına kadar dolu dolu yaşayan bu çok değerli adamın öldüğü gün dünya yeri doldurulamaz bir kayıp vermiş oldu. Büyük bir müzik dehası ve unutulmaz bir adam olduğunu, doğumunun üzerinden 69 sene geçse bile hala yazdığı şarkıların dinlenmesinden ve hayranları tarafından hala sevgiyle anılmasından anlayabiliriz. Doğum günün kutlu olsun büyük adam.
e t e z r e üniv
Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)
zete