/121
端n
e t e z r ive
zete
10 Eylül 2015 Sayı: 121 Genel Yayın Yönetmeni Cenk Bonfil Yazı İşleri İlgi Özdikmenli, Tuğçe Kılınç Yazılar Deniz Eroğlu, İlgi Özdikmenli, Tuğçe Kılınç Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür
ŞİMDİ BURALAR HEP TERÖR
Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek Sosyal Medya Yöneticisi Sezin Katalon
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
Instegram: https://goo.gl/JT0p59
/ifbilgi
@ifbilgi
DERS ALMAYAN ÜLKE
STEREO MECMUASI
Bizler de büyük usta Yılmaz Güney’le aynı hayali kuruyor ve ölümünün 31. yılında kendisini saygıyla anıyoruz
4
5
ŞİMDİ BURALAR HEP TERÖR Aklı ve vicdanı olanların neye kahrolacağını şaşırdıkları bir ülke burası! / İlgi Özdikmenli Ülkenin altı, üstü, sağı, solu acı doldu. İnsanlar, ne idiği belirsiz bir savaşta, kan emicilerin işine geldiği için ölürken, bizim içimizi yakan ölüm haberlerinin acısı, ülkede bilincin tamamen yitmesiyle devam etti. Gencecik insanlar şehit olurken yaşanan bunca acıya rağmen kimse ölmesin, kan akmasın diyemedi insanlar çünkü terörü lanetlemek, akan
kanın durmasını istemek, insanca barış içinde yaşamayı tercih etmektense; “operasyon yapılsın” zihniyeti çoğunluğun beynine yerleşmişti. Bu çoğunluğa “peki bu şartlarda çocuğunuzu askere gönderir misiniz?” sorusu yöneltildiğinde ise “elbette hayır” cevabı tahmin edeceğiniz üzere yine çoğunluktaydı. Yani; insanlar, ölen kendi canlarından olmadığı
6 sürece savaşın ne kadar korkunç olduğunu anlamamaya devam ediyorlar. Şehit haberlerine üzülüp en fazla sosyal medyada profil fotoğraflarını karartmayı biliyorlar. Her şeye rağmen; tek ilkesi ölüm saçmak olan bir terör örgütüne rağmen “savaş değil, barış istiyoruz” demek bu kadar zor olmamalı diye düşünürken, kendileriyle aynı havayı teneffüs etmekten utandığım, akıllarını kaybettiklerini düşündüğüm bir grup önce gazete basıyorlar sonra parti binalarına saldırıp yakıp yıkıyorlar. Vandalizmi, barbarlığı ilk defa kitaplardan okumak yerine, canlı canlı yaşadığım topraklarda gördüğüm bu acı olay sosyolojik boyutlarıyla derinlemesine incelenebilir elbet. Ancak ben bir insan olarak, insanlık boyutuyla ele almak istiyorum. Bir devletin Cumhurbaşkanı canlı
yayında yaşanan acı terör olayları hakkında tüm ülkeyi ilgilendirecek sözler sarf ediyor, ülkenin en çok takip edilen basın kuruluşlarından biri bu yorumu yayınlıyor ve bu sebepten -bir basın kuruluşunun ülkenin cumhurbaşkanının canlı yayında söylediklerini yorumlama biçimi nedeniyle- gazete binası eli taşlı sopalı insanlar tarafından basılıyor, camlara kapılara saldırıyorlar ve içerideki gazetecilerin can güvenliklerini tehdit edecek kadar işi akıl almaz bir boyuta taşıyorlar. Tabi tahmin edersiniz ki, Gezi dönemi boyunca ağaçları korumak isteyen gençlere parkta eylem yapıyorlar diye gaz bombalarını salan devlet, sağduyu çağrısında bulunmuyor bu barbarlara. Yetmiyor, insanlar gidip terörü “kendilerince kınamak” adına, parti binalarını yakıp yıkıyorlar. Parti tabelalarını söküyorlar, binaları ateşe veriyorlar,
7 içerideki insanların can güvenliğini yine tehdit ediyorlar. Bizler bunların kabus olmasını dileyerek ve bir Madımak daha yaşanmasın diye dua ederek izliyoruz vahşeti. Elbette yine yetmiyor, yaşanan terör olaylarının hesabını; sivil halk olmasına rağmen yalnızca etnik kökenleri sebebiyle günah keçisi ilan ettikleri Kürt halkının dükkanlarını taşlayıp, dağıtarak, harap ederek kesiyorlar kendilerince. Yani insanların birbirini öldürmesini, kirli siyasi stratejilere bağlamak yerine, Anadolu’da kendi halinde yaşayan, çiğ köfte, dondurma, tekstil dükkanları olan Kürt kardeşlerimize bağlıyorlar çünkü eğer terör örgütünden olanlarla aynı etnik kökenden geliyorsan; bu memlekette sende teröristsin onlara göre. Ancak bu saçmalığa en güzel cevap dükkanı yağmalanan vatandaşın ertesi gün o dükkana astığı pankart ile geliyor;
“Yüzyıllardır bir bütünüz ve bütün kalacağız.” Ben gerçekten ne ara bu denli bilinç kaybına uğrayan bir toplum olduk bilmiyorum, bilmek veya bu zihin yozlaşmasının sebebini araştırmakta istemiyorum. Verdiği hasar ortadayken ne yazık ki sebebini düşünüp, toplumsal analiz yapacak vaktimiz kalmıyor çünkü. Ama artık şaşıramıyorum da. Yok yere ölen canlarımıza da şaşırmıyorum, basılan gazete binalarına da şaşırmıyorum, yakılan parti binalarına da şaşırmıyorum. Hatta bir insana yalnızca etnik kökeninden dolayı saldırabilen insan müsveddeleri gördüğüme de şaşırmıyorum. Ve beni en çok bu korkutuyor. Çünkü düşünmeyi/sorgulamayı unutmuş, önüne servis edilene inanan insanlar arasında yaşıyoruz; düşüncelere saygı duymayı bırakın,
8
öfkesini nereye yönlendireceğini dahi bilemeyen, sebep-sonuç analizi yapmadan saldırmayı seçenlerle bir aradayız. Biz barış diye direttikçe, herkesi sevmeyi herkes öğrensin istedikçe, bulduğumuz yalnızca kayıplar, yıkımlar, acı ve nefret oluyor. Tabansız nefretin bu denli yayıldığı, insanlara düşünmeden nefret etmenin dayatıldığı bu coğrafyada yaşanacak her türlü faşizme ve baskıya şaşırmayan insanlar haline gelip, yalnızca acı çekiyoruz şahit olduklarımız karşısında. Acımızda bile ayrışıyoruz; ölen evlatların arkasından göz yaşı döküp, gerçek sorumlulardan omuz omuza hesap sormak yerine, öfkemizi birbirimize yöneltiyoruz. Memleket acı ve keder dolup taşıyorken, bırakın hesap sormayı yas bile tutamıyoruz. İnsan ayırmaktan nefret eden ben; bu kez, insanları ayırıyor
ve bugünlerden itibaren tarih kitaplarının günümüzde yaşanan acı hadiseleri anlatırken insanları; Türk-Kürt-ErmeniYahudi-Sünni-Alevi vb. olarak değil ama barış isteyenler ve kandan beslenenler olarak ikiye ayıracaklarını düşünüyorum. Burada insanca kalmanın ne denli zor olduğunu ve değerlerini koruyarak herkese rağmen insanı ve barışı savunacakların ne kadar azaldığını görmek acı verici. Ancak yine de her şeye rağmen, kimsenin kirli savaşlarda ölmediği, insanların birbirlerini dinlediği, egemen güçten bağımsız düşünebilmeyi öğrendiği, yakıp-yıkmanın çözüm olmadığının anlaşılacağı güzel yarınlara inanmak zorunda olduğumuzu da biliyorum. Çünkü büyük usta Yılmaz Güney’in de dediği gibi; “Her şeye rağmen, düşmana inat yaşayacağız. Yarın bizim çünkü!”
9
/
v i 端n
e t e z er
10
Ders Almayan Ülke Elinizi kalbinize koyun, eğer sızlamıyorsa üzgünüm ama insanlıktan nasibinizi almamışsınız / Tuğçe Kılınç Bir ülke düşünün günbegün insanların eceliyle değil, başkalarının elleriyle öldüğü. Şimdi açın ve haberleri izleyin. Artık düşünmenize gerek kalmadı, Türkiye’ye hoş geldiniz. Bu yazıya başlamadan önce son dönemde hayatını kaybeden onlarca insanın adlarını ve neden öldüklerini yazmaya karar vermiştim. Küçük bir araştırmadan ve aklıma gelenleri topladıktan sonra dedim ki: “hangi birini?” Bu iki kelime ülkece bulunduğumuz durumu benim için bir anda özetledi. Kadın cinayetlerini mi, çocuk ölümlerini mi, savaştan kaçmaya çalışırken boğulanları mı, her gün gelen şehit haberlerini mi, Gezi’de ölenleri mi? Hangi birini yazacağım? Sadece son birkaç yılda olanları yazmakla bitecek mi bu iş? Ne zaman unuttuk idam edilen üç fidanı, polisin yurt basıp camdan attığı Vedat’ı? Ne zaman unuttuk Kanlı 1 Mayıs’ı? Biz balık hafızalı bir ülkeyiz. Asla ders almıyoruz. Suçlayacak insanlar
ararken kendimize dönüp bakmıyoruz. Ben size söyleyeyim nasıl bu hale geldiğimizi. Bu ülkenin her karış toprağının ne zorluklarla kazanıldığını anlatırken çocuklarımıza, asıl önemli olanın üstünde yaşayan insanlar olduğunu anlatamadık. Üstünde bir ayak izi yoksa, yaşanmayan toprak neye yarar ki? Çocuklarımıza farklı olana saygı duymayı öğretemedik. Aksine kendinden farklı olanı her fırsatta nasıl iteleyeceğimizi gösterdik. En önemlisi de
11
çocuklarımıza sevmeyi öğretemedik. Sadece birbirimize benzeyenlerle bir araya gelmeyi güç sandık. Oysa asıl güç ve zenginlik, farklılıktan doğar. Bizi bölmelerine, bizi etiketlemelerine izin verdik. İnsanların isimlerinden, yüzlerinden önce inançlarını, ırklarını, dillerini önemli saydık. İsimlerinden önce bunları söyledik. Bu Ali, bu Ayşe diyemiyoruz artık. Hangisi Alevi, hangisi Kürt, hangisi Sünni diyoruz. Bu kadar şeyi çocuklarımıza anlatamadık, öğretemedik ve bir süre sonra
onların da ölmesine izin verdik. Oy verip başa getirdiğimiz insanlar konuşadursun, biz elimizi kalbimize koyalım artık çünkü başka türlü bu kan durmayacak. Eğer sizde içinizde bir daralma, sıkıntı hissediyorsanız korkmayın, o vicdanınızın sesi, size insan olduğunuzu söylüyor. Dört bir yanımız ölüm olmuşken aç bir mahlukat gibi bundan zevk alanlara karşı durmanın sırası geldi de geçiyor. Vicdanınızın sesini dışarıya açın. Susmayın.
12
sTEREO MECMUAsI “Eğer içinizde hobi veya koleksiyonunuza karşı ‘aşk’ oluşursa, konunun derinliklerine girebilirsiniz” / Deniz Eroğlu Stereo Mecmuası, kendi dilimizdeki en önemli kaynaklardan bir tanesi sayılan, hifi ve müzik konulu elektronik bir dergi. İçinde forum ve bir çok blogun da olduğu, müzik ve müzik cihazları üzerine bir çok inceleme yazısının da okunabileceği bir yer. Özellikle analog müzik meraklıları, yeni çıkan plakların, cihazların haberlerini, bilgilerini ve yorumlarını buradan takip ediyor. 2011 Bumerang Ödüllerinde “En Tarz Blog Birinciliği”ni kazanmış Stereo Mecmuası, aynı zamanda bir derginin çok ötesinde, sosyal farkındalık yaratmaya destek veren bir dergi. Örneğin Lösev için bir kampanya düzenlediler. Herkes bir CD tutarını Lösev’e bağışladı ve böylece çoğu kişiye yardım edebileceği bir pencere daha açıldı. Yani hayatın içinden kelimeler ve samimi üsluplarıyla sizi profesyonel dünyalarına çekiyorlar. Müziğe, müziğin kalitesine değer verenlerin uğrak yeri olan bu portalı, bir de kurucusu Hakan Cezayirli’nin sözleriyle size tanıtalım. Hakan Cezayirli kimdir? Bu işe nasıl başladınız? 1975 yılında İzmir’de doğdum. Hemen her insan gibi tahsil hayatının ardından iş hayatına başladım. Profesyonel yöneticilik kariyerime devam ederken özellikle bilişim teknolojileri konusunda da çalışmaya devam ettim. İlerleyen yıllarda ise bilgisayar programcılığı konusuna odaklandım. Ben her zaman hobilerin konusunda çok ciddi bir
insan olmuşumdur. Stereo Mecmuası, müzik dünyasında sonu gelmeyen yolculuklarımın sonucunda ortaya çıktı. Müzik dinlemek için bir araç kullanmanız gerekli. Bu araç, basit bir telefon ve kulaklık olabileceği gibi, çok ciddi bir müzik sistemi de olabilir. Yani sonu olmayan çok geniş bir konu. 1900’lerin başlarında ilk sonograf ve gramofonların ortaya çıkmasından bugüne kadar tarihsel ve teknolojik gelişim ilgimi çektiği için bu konuda
13 derin araştırmalar yapmaya karar verince Stereo Mecmuası’nın ilk adımları atılmış oldu. Bu sıralar dünyanın en zor işi ile uğraşıyor ve minik oğlumuzu büyütmeye çalışıyorum. Türkiye’de sanal ortamda en çok okunan ve bilinen müzik donanımı ve müzik dergilerinden birisisiniz. Stereo Mecmuası’nı bize kısaca anlatır mısınız? Stereo Mecmuası aslında çok basit bir blog olarak başladı. Belirli bir konuyla derinlemesine ilgilenmeye başladığınızda bilgilerinizi yazıya dökmek çok önemlidir. Gerektiği zamanlarda farklı zaman aralıklarında yaptığınız araştırmalara çok kolaylıkla geri dönebilirsiniz. Tabii eskiden bunu kalem kağıt ile yapar-
ken, şimdilerde bilgisayar teknolojisinin nimetlerinden yararlanıyoruz. Açtığım basit blog zaman içerisinde kulaktan kulağa yayılmaya başladı. Bu dönemde kullanıcıların birbirleri ile hifi ve müzik konularında konuşabilecekleri ve tartışabilecekleri geniş kapsamlı bir internet portalı projesi üzerinde çalışmalara başladım. 2007 yılının sonlarına doğru o dönemin forum yazılımlarının ilkelliğinden kaynaklanan teknik problemlerin gölgesinde Stereo Mecmuası’nın ilk sayısı yayınlandı. İlk sayı, tamamen amatörce, dergi yayınlamak konusunda hiçbir tecrübeye sahip olmayan bir ekip tarafından hazırlandığı halde okuyuculardan hazırlayanların bile tahmin etmediği ölçüde büyük bir ilgi ile karşılaştı. Ödüller, televizyon-radyo programları, dergilerde makaleler, yabancı sitelerde incelemeler derken işler bir noktada iyice raydan çıktı. Yıllar geçtikçe kullandığımız yazılımları ve teknolojileri geliştirdikçe bugünün Stereo Mecmuası ortaya çıktı. Tüm bu gelişim sürecine rağmen bundan 10 sene önce kaleme alınan yazılar bile hala ulaşılabilir durumda. Durum böyle olunca binlerce sayfalık bir yazı arşivimiz var ve bu durum bizi kendi dilimizdeki en önemli kaynaklar bir tanesi yapıyor. Analog ve dijital müzik kavramlarıyla çok karşılaşıyoruz. Bu konuyla çok ilgisi olmayan kişilerinde anlayabileceği şekilde tanımlar mısınız? Analog ve dijital kavramları müzik medyasını tanımlamak için kullandığımız birer terim. Analog müzik, müziğin fiziksel olarak depolandığı medyayı anlatmak için kullanılıyor. Örneğin, plak, kaset ve makara teypler analog müzik veya daha doğru bir tabirle analog medyalardır. Plak üzerinde müzik,
14
yivlerde saklanır, kaset ve makara da ise bant üzerinde manyetik olarak okunmaya hazırdır. CD teknolojisi ortaya çıktığında dijital müzik kavramı ile tanıştık. CD üzerinde var olan şey müziğin kendisi değil sadece “0” ve “1”lerden oluşan verisidir. Bu veri alınıp analog veriye dönüştürülmeden dinlenemez. Bunun yanında MP3 ve günümüzün diğer yüksek çözünürlüklü medyası dijital müzik formatının yeni üyeleridir.
plak sahibi olmak veya geniş bir arşive sahip olmak sizin koleksiyoncu olduğunuzu göstermez. Sahip olduğunuz her bir plağın arkasındaki hikayeyi araştırmaya başlayıp, plağın nasıl basıldığından tutun, müzik topluluklarına kadar bilgi sahibi olmaya başladığınız zaman koleksiyonculuk dünyasına girmeye başlamışsınız demektir. Koleksiyonculuk demek, araştırma yapmak, okumak ve nadir olanın peşine düşmek demektir.
Sizin çok iyi bir plak koleksiyoncusu olduğunuzu biliyorum. Bu konuya meraklılar için neler tavsiye edersiniz? Nasıl başlasınlar? Sadece plak değil herhangi bir alanda koleksiyoncu olmak isteyen insanların gerek zamanlarını gerekse de ekonomik kazanımlarını en azından bir bölümünü bu alana vakfetmesi gereklidir. Eğer plak koleksiyonculuğundan bahsedecek isek, çok sayıda
Plak koleksiyonu yapmak isteyen bir meraklının başlangıç noktası sevdiği albümleri satın almakla başlar. Zaman içerisinde farklı grupları, farklı tarzları keşfettikçe koleksiyonunuz genişlemeye başlar. Buradaki en önemli dilemma, bir plak alacaksanız hangi baskıyı almanız gerekir sorusudur. İlk baskıyı mı tercih etmeliyim, yeniden basılan bir örneğini mi almalıyım ilk karşınıza çıkan soru olacaktır. Çünkü zaman
15
içerisinde farklı yıllarda yapılan baskıların ses kalitesi anlamında farklılıkları olabilir. Hatta şöyle söyleyeyim bir koleksiyoncunun elinde bazı albümlerden farklı yıllarda yapılmış onlarca farklı baskısı olabilir. Bana sorarsanız koleksiyoncu ile dinleyici arasındaki fark budur. Pek tabii ki arzu ettiğiniz bir albümü alıp dinleyip keyif almak bana sorarsanız en önemli şey. Eğer içinizde hobi veya koleksiyonunuza karşı “aşk” oluşursa konunun derinliklerine girebilirsiniz. Biz, günümüzün gençliği müziği daha çok dijital olarak tanıyoruz. Bu konudaki düşünceleriniz nedir? Dijital müzik dinlerken ne tür donanımları kullanmamızı tavsiye edersiniz? Dijital müzik benim gibi elinde binlerce albümü olan insanlar için bile önemli fırsatlar sunan harika bir teknoloji. Bu yüzden bende dijital müzik dinliyorum. Müziğin hızla yayılması, kolay ulaşılabilir olmasının yanında yeni albümler keşfetmenin ve bağımsız müzisyenler için dinleyicilerine direkt olarak ulaşmanın harika bir yolu. Bunu
müziğin özgürleşmesi olarak görüyorum. Ayrıca her albümü edinmek mümkün değil. Bazen çok sınırlı sayıda basılmış albümleri, binlerce Lira harcasanız bile alabilmeniz mümkün değil. İşte bu durumda dijital müzik hepimiz için bir kurtarıcı oluyor. Dijital müzik dinlerken çok uygun fiyatlara da binlerce hatta yüz binlerce dolarlara kadar bir çok seçenek var. Ancak şunu unutmayın bilişim teknolojisi o kadar hızlı gelişiyor ki, satın aldığınız cihazlar bir kaç sene içerisinde demode hale gelebiliyor. Bu yüzden kısıtlı bütçelerimizi akıllıca kullanmalıyız. Ben genel olarak iki farklı donanım kullanıyorum dijital müziği dinlemek için. Bilgisayar tabanlı bir sistem ve ayrıca bir kulaklık sistemi. Basit bir aktif hoparlör seti yani kendi içerisinde amplisi bulunan hoparlörler ve bilgisayarınızla evinizi veya odanızı bir müzik cennetine çevirebilmeniz mümkün. Zaman içerisinde araya DAC dediğimiz,
16
dijital medyayı analoğa çeviren özel bir ekipman alarak ses kalitesini arttırabilirsiniz. Kulaklık ise gerek müzik çalarınız, gerekse de telefonunuzla her zaman müzik dinleme fırsatı sunduğu için önemli bir avantaja sahip. Burada bir konuya dikkat çekmek isterim. Kulaklık daha iyi ses kalitesi için alınması gereken bir üründür, kıyafetlerinizi tamamlayacak bir aksesuar değil. Eskiden müzik mağazalarında kulaklık deneyebildiğiniz alanlarda albümler varken şimdi aynalar var. Kulaklık artık farklı renkler ve desenleri ile bir tüketim aracı haline gelmiş durumda. Ancak kulaklık müzik dinlemek için bir araç olmalı ve seçiminizi bu şekilde yapmalısınız. Ben 20 sene önce aldığım kulaklıklarla hala mutlu mesut müzik dinliyorum. Dergide karşımıza çıkan “Hi fi, hi-end”
kavramları nedir? Hifi yani High Fidelty kavramı doğala en yakın, yüksek hassasiyetli sese ulaşmaya çalışmak olarak tanımlanabilir. Bu tanım müzik dinlemek için kullanılan ekipman için kullanılıyor olsa da, geçmişte albümlerin üstlerinde de bu ibareyi görürdünüz. Günümüzde ise daha çok müzik dinlemek için kullanılan ekipmanı tanımlamak için kullanıyoruz. Hi-end ise hemen her alanda en gelişmiş ve dolayısıyla en pahalı ekipmanı tanımlamak için kullanılan bir deyim. Müzik sistemleri söz konusu olunca en uç noktada dolayısıyla en pahalı ekipmanı anlatmak için kullanılıyor. Kafanızda bir fikir oluşması için bir örnek vereyim. Hi-end dünyasında bir pikap için 100.000 Dolar, bir amplifikatör için 200.000 Dolar, bir hoparlör için 500.000 Dolar fiyat etiketlerini bile görebilmek mümkün.
17
Eşiniz Seçil Hanımın da “Women Acceptance Factor” başlıklı yazıları var. Bunu bize anlatır mısınız? Bir hobi ile uğraştığınızda bunun çevrenizdeki hemen herkese yansımaları olur. “Women Acceptance Factor” işte tam bu noktada ortaya çıktı. Bu aslında bir terimdir ve evde kadınların kabul edebileceği cihaz ölçülerini tanımlamak için kullanılır. Söz gelimi 2 metre boyundaki bir hoparlörün kabul edilme oranı ile 60 cmlik bir hoparlörün kabul edilme oranı farklı olacaktır. Bu aslında ister inanın ister inanmayın erkeklerin alışverişlerine yön veren bir konudur.
Gençler aileleriyle bu konularda nasıl sorun yaşıyorlar ise, evlenip kendi eviniz olduğunda bile yine bazı açılardan “sözüm ona” özgürlüklerinize güle güle demeniz gerekiyor. Neyse bu olgulardan yola çıkarak eşim yazılarını yazmaya başladı. Aslında kendisinin biz evlenmeden önce plak arşivi vardı ve müzik dinlemeyi çok severdi. Tanışmamızdan sonra hifi dünyası ile de tanıştı. Seçil Hanım biz odyofillerinden farklı olarak olaylara bambaşka bir gözden bakabiliyor ve bu bakış açısıyla kısa yazılar kaleme aldı. Çok olumlu tepkiler aldı okuyucularımızdan... Bizler bazen
18
hobilerimize dalıp hayatın gerçeklerinden uzaklaşıyoruz. Bazen o gerçekleri bize birilerinin hatırlatması lazım. Muhtemelen dünya üzerinde bir hifi dergisinde aşağıdaki satırları okumazsınız... ...........Biliyorum herkesin standartları, yaşamı, üzüntüleri birbirinden farklı. Bana şu an; sana ne bu parayı sen kazanıyorsun istediğin gibi de harcarsın diyebilirsiniz. Buna da söyleyecek bir şey yok. Ama bizlerin CD’lerde ve plaklarda yaşanıyor zannettiğimiz her şey bir adım ötemizde yaşanıyor aslında. Blues müzikte anlatılan fakirlik, Mississippi deltasında değil, kendi şehirlerimizde yani yanı başımızda yaşanıyor. Tıpkı gözlerden yaşlar getiren dramların sadece filmlerde değil, gerçek hayatta yaşandığını
bildiğimiz gibi. İşte bunlar hayatın gerçekleri…. ..... Bu yazının arkasından Lösev için bir bağış kampanyası düzenledik. Herkes bir CD tutarını bağışlarsa neler olabileceğini hayal ettik ve elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalıştık. Ancak bunu yapmamız için bir tokat yememiz gerekiyordu ve o tokat eşimden geldi... Son olarak bize müzik ve müzik aletleri konusunda tavsiyeleriniz nelerdir? Müzik dünyası bir okyanustur ve ömrümüz bu okyanusu keşfetmekle geçiyor. Benim hep söylediğim bir şey var, müzik dinlerken hep bir noktada kalmayın. Bugünün
19
geniş imkanları ile 40’lara, 50’lere, 60’lara ve 70’lere mutlaka bakın. Düşünsenize keşfedilmeyi bekleyen hazineler bir kaç tıklama uzağınızda olabilir. Cihazlar ise müzik dinlerken kullanılacak birer araçtır sadece. İmkanlarınızı zorlayıp en iyisini alacağım diyerek kendinizi parçalamak yerine paranızı müziğe yatırın. Bugün bilgisayarınızda veya bulut depolamada bir yerlerde binlerce albümünüz bile olsa, bir CD’yi, bir plağı elinize alıp incelemek, yazıları okumak insana büyük bir keyif veriyor.... Hakan Cezayirli’ye bize zamanını ayırdığı için bir kez daha teşekkür ederiz. Bu kadar kaliteli plaklardan, cihazlardan bahsettikten sonra, sizlere İzmir’de zincir mağazaların ötesinde hi end cihazlar, yüksek kalite baskılı plaklar bulabileceğiniz iki müzik dükkanını önermek istiyorum. Bir tanesi Audiophile, diğeri ise Dükkan Hifi.
Stereo Mecmuası’nın müzik yolculuğunuzu keşfetmenizde pusula olacağını düşünüyorum. Cezayirli ailesine yeni katılan minik Ali’ye de hayat boyu sağlık ve mutluluk diliyorum. Hayatınızdan müziğin eksik olmaması dileğiyle... Adresler: Stereo Mecmuası: http://stereomecmuasi.com/ Audiophile: http://www.filelektronik.com/default.aspx Dükkan Hifi: http://www.dukkanhifi.com/
e t e z r e v i n ü
Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)
zete