ÜNİVERZETE 126

Page 1

/126

端n

e t e z r ive

zete


15 Ekim 2015 Sayı: 126 Genel Yayın Yönetmeni Cenk Bonfil Yazı İşleri İlgi Özdikmenli, Tuğçe Kılınç

ANKARA KATLİAMI VE ÖNCESİ

Yazılar Cenk Bonfil, İlgi Özdikmenli,

ÖLÜYORUZ

Kardelen Aldağ, Osman Birinci, Toplumcu Hukukçular Kulübü, Varım Gökmen,

BİR ORTADOĞU GELENEĞİ

Yağmur Aygün Teşekkür Sarper Durmuş,

GÜNLERDEN ANKARA

Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek

ŞİDDETİN DİLİNE KARŞI BARIŞIN DİLİ

Sosyal Medya Yöneticisi Sezin Katalon

KARA BULUTLAR İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır.

PEKİ YA ŞİMDİ?

Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo

Facebook: http://goo.gl/jx7hxb

Instegram: https://goo.gl/JT0p59

/ifbilgi

@ifbilgi

BİLGİ BARIŞ İSTİYORRRR


YÜREĞİMİZ YANGIN YERİ Savcılık tarafından kimlik tespiti ve/veya otopsi işlemleri tamamlanan ve isimleri Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca koordinasyon merkezine bildirilen kayıplarımız: Abdülkadir UYAN

Muhammet DEMİR

Uygar Coşkun

Metin KÜRKLÜ

Korkmaz TETİK

Aycan Kaya

Gökhan AKMAN

Onur TAN

Aziz Onat

Orhan IŞIKTAŞ

Osman ERBASAN

Yunus Derici

Yılmaz ELMASCAN

Emine ERCAN

Hasan Sancalı

Gökmen DALMAÇ

Vedat ERKAN

Veysel Atılgan

Elif KANLIOĞLU

Seyhan YAYLAGÜL

Metin Tesmen

Hakan Dursun AKALIN

Vahdettin ÖZGAN

Fatma Karakurt

Ersin ADSIZ

Selim ÖRS

Şirin Kılıçalp

Ayşe DENİZ

Ali Deniz UZATMAZ

Yusuf Akdağ

Fatma ESEN

Firdevs Tat DALMAZ

Çetin Kürklü

Gülbahar AYDENİZ

Günay DOĞAN

Gülhan Elmas Can

Eren AKIN

Berna KOÇ

Bilgen Parlak

Canberk BAKIŞ

Meryem BULUT

Nevzat Sayhan

Nizamettin BAĞCI

Binali KORKMAZ

Kübra Meltem Mollaoğlu

Kasım OTUR

Feyyaz DENİZ

İdil Güneyi

Başak Sidar ÇEVİK

Mehmet Zakir KARABULUT

Osman Turan Bozacı

Resul YANAR

Dicle DELİ

Sevgi Öztekin

Mehmet Ali KILIÇ

Leyla ÇİÇEK

Sarıgül Tüylü

Tekin ARSLAN

Ebru MAVİ

Rıdvan Akgül

Sezen VURMAZ

Ziya SAYGIN

Nilgün Çeliv

Dilaver KAHARMAN

Metin PEŞMAN

Mehmet Tevfik Dalgıç

Umut TAN

Mesut MAK

Emin Aydemir

Dilan SARIKAYA

Hacı KIVRAK

İbrahim Atılgan

Ali KİTAPÇI

Gözde ARSLAN

Sabri Alman

İsmail KIZILÇAY

Fevzi Sert

Başımız sağ olsun Kaynak: www.basbakanlik.gov.tr


4

/

v i 端n

e t e z er


5

Neye üzüleceğimizi şaşırdığımız zamanlar geçiriyoruz. Her gün acılarımızın üstüne yeni acılar ekleniyor. Usta sanatçı Levent Kırca’yı kaybetmiş olmanın derin üzüntüsü içindeyiz. Işıklar içinde uyu güzel insan.


6

aNkara katliamı Ve ÖNCesi Türkiye’nin savaşı körükleyen dış politikasının, acı sonuçlarını yaşıyoruz / Yağmur Aygün


7

Ankara’da yaşanan patlama, Türkiye’nin başkentinde bile büyük çaplı terör eylemlerinin yapılabileceğini göstermiştir ama bu patlama tek başına değerlendirilecek bir olay değildir. Bu eylemin; barışçıl insanları hedef alması açısından 19 Temmuz Suruç Katliamı ile benzerlik gösterdiğini söyleyebiliriz. Suruç Katliamı’nda da Ankara Katliamı’nda da bütün okların IŞİD’i gösteriyor oluşu ise bu iki olayın diğer bir ortak noktası. Batıdaki birçok büyük devletin dış politika önceliklerini “IŞİD ile mücadele” oluştururken, bu terör örgütünün bizim sınırlarımız içerisinde eylemler düzenleyebiliyor oluşu gerçekten korkunç. 5 Haziran’da HDP mitinginde Diyarbakır’da, 19 Temmuz’da Suruç’ta ve 10 Ekim’de Ankara’da canlı bomba patlatan bu örgüt nasıl bizim sınırlarımızda bu kadar rahat dolaşabiliyor? Bunun sorumluları, engellemeyenleri nasıl yüzümüze bakabiliyor, kameralar karşısında hala konuşabiliyor? 2011’de “Arap Baharı”nın rüzgarı bir çok otoriter lideri yerinden ederken, Esad koltuğunu bırakmayı reddetti,

buna yetecek kadar gücü ve dış desteği vardı. O günlerde Erdoğan, Time dergisine kapak olan, BM’de konuşması alkışlarla karşılanan, sesi Ortadoğu’da büyük meydanlarda yankılanan bir liderdi. Batı’nın ve özellikle Obama’nın dış politika planları “İslamiyet ve Demokrasi”nin buluştuğu bu ülkeyi ve liderini Ortadoğu ülkelerine “model” olarak tanıtmayı ve bölgede “Batı ile uyumlu” rejimler kurmayı öngörüyordu. Tayyip Erdoğan ve Neo-Osmanlı vizyonuna sahip Davutoğlu; Batı ile iş birliğini, kendi çıkarları ile uyumlu olduğu noktalarda sürdürüyordu. 2011’de çıkar ayrılığı yaşanmamıştı. Erdoğan ise bu ittifak sayesinde eski Osmanlı topraklarında yeniden söz sahibi olan bir ülkenin başında olacaktı. Türkiye’nin desteği ile kurulan bu rejimler her zaman Türkiye’ye sadık olacak ve Türkiye bölgedeki nüfuzunu arttıracaktı. Bölge ile artan ticaret, ekonomik büyümeyi arttırıp içeride ve dışarıda güçlenmeyi sağlayacaktı. Hem Esad koltuğunu bırakmazsa Türkiye’nin güney sınırı İran etkisi ile kuşatılmış olacaktı. Şii çoğunluktaki Irak halihazırda İran ile müttefikken Türkiye,


8

Suriye’yi de kaçıramazdı. Suriye’de kurulacak güçlü bir devlet Suriye Kürtlerinin ayrılıkçı isteklerini bastırırken, olası bir Kürt devleti Türkiye Kürtleri için emsal olmayacaktı. Türkiye “Bölgesel Güç” olacaktı. Erdoğan’ın demokrasi temalı konuşmaları, haklarını arayan Arap halkı sahiplenişi otoriter liderlerin koltuklarını sallıyordu. Türkiye’nin her daim Sünni muhalefeti destekleyişi; hem daha organize muhalif örgütlerin noksanlığı hem de Batı’nın Suudi Arabistan-Türkiye-Körfez ülkeleri üçgenine Sünni, demokratik, batı ile uyumlu rejimlerin eklenmesi isteği ile bir uyum içerisindeydi. Esad’ın koltuğunu bırakmaması, Suriye’de durumun iç savaşa dönmesi, Türkiye’nin radikalleri (cihatçıları) silahlandırması ve Erdoğan’ın Gezi olaylarındaki tutumu ABD ile Türkiye’nin bu konudaki ortaklığını bozdu. Kendi insanlarının ölümüne göz yuman ve konuşmaları ile halkı ayrıştıran bir adam Ortadoğu’ya lider olamazdı. Hem de Özgür Suriye Ordusu (ÖHO) Suriye’de elle tutulur bir başarı tutturamamıştı. Kendi kendilerini yönetebilecek, organize, disiplinli bir örgüt

olduklarını ispatlayamadılar. ABD ve Batı, Türkiye’den ve Türkiye’nin desteklediği ÖHO’dan bütün umudu kesmişti. Türkiye’de peyderpey devam eden çözüm süreci ise AKP’ye oy kazandırmadığı (demek ki bu sürecin amacı da daha fazla oy almaktı) için ateşkes süreci 7 Haziran seçimlerine gidilirken bir çatışma ile iptal edildi. HDP, PKK ile eşitlendi, Kürtler şeytanlaştırıldı. Çözüm sürecinde güç kaybı ve amaçsızlaşma ile yüz yüze gelen PKK ise uluslararası toplumda tanınan bir örgüt olmayı hedefliyordu. Çatışma hali PKK’nın da işine gelmekteydi. Tam bu noktada Batı’nın Suriye’de alternatif olarak Kürtler’i desteklemeye başlaması, Türkiye’nin YPG-PYD’yi terör örgütü olarak görüşü ve barışın sağlanması yerine tek amacının Esad’ın gitmesi oluşu; Batı ile Türkiye’nin ittifak kurabilmesini imkansızlaştırmaktaydı. Türkiye uluslararası ortamda yalnız kaldı. Türkiye’nin “Esad gitsin” takıntısı, IŞİD’in güçlenmesine göz yummasına sebep oldu. IŞİD hem Kürtler ile hem Esad ile savaşacaktı ki Türkiye’nin iki düşmanının da düşmanı bu durumda kendi dostu oluyordu. IŞİD’in İstanbul’da bayram


9

namazı kıldığı iddiası, Türkiye sınırından elini kolunu sallaya sallaya geçmesi; Türkiye’yi Suriye’deki savaşa bulaştırdı. IŞİD’e bu raddeye kadar göz yumulması Türkiye’nin sınırları içerisinde kendisinin bile kontrol edemeyeceği bir terör örgütünün yerleşmesine sebep oldu. Türkiye’nin IŞİD’i Suriye’de en büyük tehdit olarak görmesi çok sonra gerçekleşti ama savaş Türkiye’ye çoktan sıçramıştı. Bugün İstanbul’da metro istasyonlarında, büyük AVM’lerde hep bomba patlayacak korkusu ile yaşıyorsak sebebi bunların bu şekilde gelişmesine sebep olan hükümettir. Sınırlarını koruyamayan, IŞİD’in Suruç’ta ve Ankara’da saldırı yapmasını engelleyemeyen de bu hükümettir. Koskoca istihbarat ekibinin Ankara’nın orta yerinde canlı bomba patlamasını engelleyememesi ne kadar gerçekçidir? AKP lehine miting yapan adamın insanları “oluk oluk kan akacak” diye korkutması ne kadar normaldir? Bir Cumhurbaşkanı’nın “AKP hükümetten düştü, bak neler oldu” demesi, insanları kanla korkutması, tehdit etmesi ne kadar doğrudur? Türkiye şu an fiilen bir üçüncü dünya ülkesidir ve bu tarz az gelişmiş ülkelerde iktidarlar kendi zeminlerini sağlamlaştırmak

için suikastlar, intihar saldırıları düzenler, düzenlettirir veya düzenlenmesine engel olmaz çünkü halkın istikrar için var olan hükümete sarılması muhtemel sonuçtur. İktidarlar bir grubu şeytanlaştırıp insanları o gruptan korkuturlar. Hatta şeytanlaştırılan gruplar gayri-millidir ve yabancıların da desteği vardır. Ülke üzerinde kötü oyunlar oynanıyordur ve bunu ülkedeki hainler başka lobilerin desteği ile yapıyordur. Bir önceki şeytan Fettullah Gülen cemaatiydi. Bu cemaat ABD ve İsrail’in desteğine sahipti. (Sanki AKP, ABD desteğiyle gelmemiş gibi) Cemaatin yok edilmesi gerekiyordu çünkü emniyette ve adliyede bir gücü vardı. İnsanlar cemaatle korkutuldu. Bugün o şeytan HDP’dir, Kürtler’dir çünkü barajı geçerlerse AKP yine tek başına hükümet olamayacak. Onların planlarına göre işte bu saldırılarla insanlar korkacak ve “şeytan” partisini meclis dışı bırakacak. Neticede bu olay ülkenin tüm olanaklarını kontrol eden ve ülkeye savaşın bulaşmasına sebep olan AKP hükümetinin sorumluluğundadır. Dış politikada yanlışından vazgeçemeyen bu hükümet, durumunu 1 Kasım için avantaja çevirmeye çalışırken daha da dibe batmıştır.


10

ÖlÜYorUZ “128 tane arkadaşımı, yoldaşımı, kardeşimi öldürdünüz. Sizinle hesabım hiç bitmeyecek!” / İlgi Özdikmenli 10 Ekim 2015 Cumartesi sabahı, yazdan kalma bir günü sevdiklerimizle paylaşabileceğimiz, çıkıp festivale, konsere, sergiye, pikniğe, yürüyüşe, kafelere gidebileceğimiz, gülümseyebileceğimiz bir gün olabilirdi. Olmadı. İzin vermediler. Sabah uyandığımızda gözlerimiz yine ölüme açıldı. Telefonlarımızı elimize aldığımızda “günaydın demek isterdim ama lanet olsun ki diyemiyorum; patlamayı duydun mu?” mesajlarıyla karşılaştık. Televizyonlarda haber aradık, artık ne yazık ki alıştığımız “ölen var mı” korkusuyla kanalları geçtik hızlıca, eski bölümleri verilen dizilerle karşılaştık bolca. Ülkenin başkentinde, orta yerde, üstelik bir barış mitinginde bomba patlamıştı. Barış bombalanmıştı. Onlarca ölü, yüzlerce yaralı vardı. Olduğum yerde kaldım. Dünyada bundan daha kötü, bundan daha alçakça ne

yapılabilir hala bilemiyorum. Ellerinde barış pankartları olan insanların cansız bedenleri yerdeydi. Fotoğraflara bakmak, bir kabusu yaşadığımızı, kendi cehennemimizde olduğumuzu tekrar ve tekrar hatırlattı. Bir fotoğrafa uzunca baktım; elleriyle belki sevdiği kadının, belki ablasının, belki kardeşinin, belki en yakın arkadaşının ölü bedenini tutan adamın haykırışına, yüzündeki ifadeye uzunca baktım. Hislerimi anlatacak doğru kelimeler bulup onları yan yana getiremeyeceğimi düşündüğümden yazmıyorum. Yalnızca empati kurun istiyorum. Yapılacak tüm sosyolojik, siyasi analizlerden, saçılacak öfkeden önce bu empatiyi kurmalı herkes çünkü yaşanan acıda birleşemedikçe, acı çekmeye devam edeceğiz. Öyle ki bir sabah, barış için, düşlediğiniz daha mutlu yarınlar için, hatta kendinizden bağımsız olarak “insanlık” için, yanınızda eşiniz dostunuz, bir barış mitingine gidiyorsunuz ya


11

da sevdiğiniz insanları farklı şehirlerden o barış mitingine gönderiyorsunuz. Sonra bedenlerinin paramparça oluşuna ya bizzat şahit oluyorsunuz (eğer siz hayatta kalabilecek kadar “şanslı”ysanız) ya da yayınlanan ölü listelerinde yakınınızın ismini aramak zorunda kalıyorsunuz haber alır almaz. İşte bu acıların bir tarifi olsa, inanın anlatırdım. Yalnızca empati kurun demekle yetiniyorum. Empati kurmayı biraz olsun başarabilirsek, düşünebiliriz diyorum kendi kendime. Düşünüp, örneğin devletin neden var olduğunu, bu kadar büyük acıları, ölümleri neden yaşadığımızı sorgulayabiliriz. İzlediklerim, gördüklerim, okuduklarım, yapılan açıklamalar arttırıyor öfkemi. Kalbim sıkışıyor, mantıklı düşünemeyecek gibi oluyorum. Başıma ağrılar giriyor Ankara Sıhhiye meydanının o halini gördükçe. İnatla düşünmeye çalışıyorum. Ağlamak yalnızca insanlığımızın somutlaşması, biliyorum; kimseye yaramaz. Neden ölüyoruz? Ne kadar daha öleceğiz? Dünyanın hangi ideolojisi daha değerli insan hayatından? Kim, hangi bilinçsizlikle daha değerli bir şey bulabilir insan hayatından? Bu soruların cevabını düşünüyorum, ağlamamaya çalışıyorum.

Zaman geçiyor, orada olanlar, bugün o acıyı bizzat yaşayanlar videolar paylaşıyor. Yerde insan bedeni parçaları, kan gölü olmuş bir meydan, insanların çığlıkları, feryatları, olay yerine 5 dakika mesafede 3 hastane bulunmasına rağmen ambulans yarım saat sonra ancak teşrif edebildiği için sedye yerine barış afişlerinde taşınan ölü bedenler, ölü bedenler arasında gezinip yaşayan var mı diye bakan doktorlar ve daha nice acı dolu sahneye şahit oluyorum. Evet, tahmin edersiniz ki artık ağlamamak mümkün değil. O fotoğraflara, özellikle 10 Ekim sabahı açılan “Ne de çok özlemişiz gökyüzüne kansız bakmayı” pankartına bakıp diyorum ki “dünyayı daha güzel bir yer yapmaya çalışan insanları öldürdünüz, daha nicelerini öldürdüğünüz gibi.” Bu saatten sonra günlerce ilan edilecek milli yasın da kendisini en azından katliama engel olmadıkları ve bugünki nefret ortamının baş mimarı olmaları gibi sebeplerden dolayı bu olaydan sorumlu tutmaları gerekirken aklamaya çalışan devlet “büyükleri”nin istifalarının da (asla olmayacağını zaten biliyoruz) daha atılması gereken hiçbir adımın da bu acıyı yok etmeyeceğini biliyoruz. Türkiye, siyasi tarihinin


12

en kanlı katliamına tanıklık ederken, duygularımdan ve acımdan arınabildiğim kadarıyla siyasi gözlem yapmaya çalışıyorum. Bir devletin, her vatandaşını tek tek, ideolojisine veya başka bir nedene bağlı olmadan koruması gerektiğine inanıyorum. Devletin meşruiyetinin buradan geldiğini, devletin; insanlar için varolduğunu düşünüyorum. Ne var ki statükoya baktığımızda bizlerin her gün devlet tarafından öldürüldüğünü görüyoruz. Üstelik artık ölümlerin arkasından “güvenlik zaafiyeti yok” gibi cümleler duyduğumuz için ve bomba patladığından dolayı güvenlik zaafiyeti olduğuna emin olduğumuz için bu ve bunun gibi cümleleri “ölmesinden rahatsızlık duyacağımız kimse ölmedi” şeklinde yorumluyoruz. Devletin bizi korumayacağına artık eminiz. Kendi distopyamızı yaşıyoruz kısacası. Bir diğer insanlık dışı meseleninse, olay yerine ambulanstan önce gelen TOMA’yla ve sıktığı gazla, Twitter’ın engellenme girişimiyle, RTÜK tarafından getirilen yayın yasağı ile anlatılması mümkün. Devlet “ben engellemiyorum, siz de görmemiş duymamış bilmemiş gibi yapacaksınız” demek istiyor sanki. Ama yapamıyoruz. 3 maymunu oynayamıyoruz bizler ekranda gördüğümüz gibi.

Görüyoruz, duyuyoruz, biliyoruz ve bir kesimin aksine yaşananı yüreğimizin en içinde hissediyoruz. Suruç’ta Kobane’ye oyuncak götürenlere, Ankara’da barış diyerek halay çekenlere yapılan alçak saldırıların, saçılan ölümün kabul veya tahammül edilebilir olduğuna inanmıyoruz. Bir gün öncesinde bir mafya babası miting yapıp korunurken, yarın Taksim’e çıkıp iki pankart açsam TOMA’lar tarafından yeni bir kırmızı elbiseli kadın ilan edileceğimden şüphem yokken, başkentin göbeğinde, bunca insanı öldürecek güçte bir terör eyleminin gerçekleşmesinde güvenlik zaafiyetinin nasıl olmadığını anlamıyoruz. Atılan tweet’lerden “Arayan soran arkadaşlar iyi değiliz. 30 metre ötemizde 2 bomba patladı. Üzerimize et parçaları yağdı. Gece otobüste yanımda oturan arkadaşımız öldü! Biz iyi değiliz siz de olmayın!” cümleleri çarpıyor gözüme, izlediğim videolardan aklıma kazınıyor “Canlı var mı canlı?”, “Hocam ne olur diren, gözünüzü seveyim direnin!” cümleleri. Eşlerine, dostlarına ulaşamayıp fotoğrafını sosyal medyada paylaşıp “kurban olayım gören bilen olursa haber versin” diyenlerin endişesini kalbimde hissediyorum. Saatlerce, günlerce konuşulsa, yıllarca ağlansa dinmeyecek bir acı


13

bu, biliyorum. Halkların, vicdanı olan insanların yarası olacak sonsuza kadar. Gezi’de, Suruç’ta, Cizre’de, Ankara’da ve daha nicelerinde gördüklerimiz doğrultusunda, Tezer Özlü’nün satırlarını anıyor zihnim: “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi.” Derin siyasi analizler yapamayacak, bugünün nefret ve kin temelini uzun zamandır atanlardan tüm benliğimle nefret etmekten başka tek kelime edemeyecek kadar üzgünüm. Bir arada yaşamak, aynı gökyüzünün altında barışmak, insan olmanın özünde birleşmek ve insanca yaşamak çok kolayken, birer birer eksiltilmenin, toplu katliamların acısında birleşmek zorunda kalıyoruz. Bu topraklarda, acıya en ufak bir yer kalmamasına rağmen insan hayatının üstünde tutulan ve size bunları yaptıran şey her ne ise lanetliyorum. Seçimlere bu kadar yakınken bu acının yaşanmasının manidar oluşu, bu acının kimin işine yarayacağı, hangi partinin oyunu arttıracağı azaltacağı gibi teferruatlar umurumda değil. 95 tane (en az) arkadaşım, kardeşim, yoldaşım toprağın altına girdikten sonra, bir barış hayalini bile özgürce kuramadıktan sonra zaten günlerce aylarca siyaset konuşsak nafile. Bir acı geçmeden diğerini yaşıyoruz, ağlamaktan başka elimizden bir şeyin gelmiyor oluşu üzerimize

ağır bir karanlık gibi çöküyor. Biliyorum, “Gidenlere özür değil ömür borçluyuz.” Söyleyebileceğim tek şey, fotoğraflara tek tek bakın ve zihninize kazıyın. İnsana düşman olanın düşmanı olun. Berkin Elvan öldüğünde sokakta bulunmasından sebep suçlu sayanları, Suruç’ta Kürtler’e yardım ediyorlar diye gencecik insanların ölümlerini meşrulaştıranları, Cizre’de devlet eliyle öldürülen çocuk derin dondurucuda bekletilirken terör örgütüyle aynı etnik kökenden diye üzülmeyenleri, Ankara’da barış derken ölen insanlarımızın arkasından aksi olmasın diye tedbir almadıkları halde timsah göz yaşları dökenleri (hatta onu bile dökemeyenleri) affetmeyin. Siz siz olun unutmayın! Çünkü hatırlarsanız, unuta unuta öldük bu kadar. İnsanca yaşamak için ölmemize gerek olmadığını ve yaşadığımız topraklardaki tüm kahpeliklere, kalleşliklere şahit olmamıza rağmen hala insan olduğumuzu da unutmayın. “Hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmam Hiç unutmayın. İnsan nasıl direnir başka?”


14

Bir ortadoĞU geleNeĞi Demokrasinin temel öğelerinden olan karşıdakine saygıyı, sandığa saygıyı ve hukuka inancını kaybedebilecek bir Ortadoğu ülkesine dönüştü bu ülke / Varım Gökmen Barış ve demokrasi için toplanan, barışa özlem duyan insanların bir terör saldırısına kurban gitmesi kadar acı hiçbir şey olamaz dünyada. Aslında olabilir. Mesela patlama sonrası bölgeye polisin gaz atması, göstericilerle çatışması. Üstüne üstlük uzuvları sağı sola dağılmış, kanların oluşturduğu tabakanın üstünde yüzen cesetlerin üzerine örtülen bayrakların üzerinde “inadına barış”, “barış hemen şimdi” yazarken bunları yapmaları. Türkiye’nin iyi bir gidişatta olduğunu hiç kimse iddia edemez. Buna rağmen başkentteki canlı bomba saldırısının ortaya

çıkardığı görüntüleri tasavvur edebilmek mümkün değildi. Özellikle 7 Haziran seçimleri sonrasında PKK’yla ateşkesin sonlanmasıyla başlayan süreç, barışa olan uzun süreli inanca ilk darbeyi indirmişti. Ortadoğu politikasının iflası, yükselen IŞİD tehdidi, Türkiye’nin IŞİD’e hava harekatı düzenlemesi zaten bize bulaşmasından korktuğumuz Ortadoğu’yu ayağımıza getirdi. Bu olay sadece etnik veya dini grupların yarattığı bir durum değildir. Demokrasinin temel öğelerinden olan karşıdakine saygıyı, sandığa saygıyı ve hukuka


15

inancını kaybedebilecek bir Ortadoğu ülkesine dönüştü bu ülke. Nitekim bu dönemde İlber Ortaylı “Türkiye’de bazı etnik grupların, bu memleketle birlikte olma kapasitesi kalmadı” demişti. Buna rağmen insanlar barış ve birliktelik diye haykırdılar, ellerinden geleni yaptılar. İşte böyle bir ortamda, üstelik bir barış mitinginde patlayan bomba sözün bittiği yerdir. “Bir Ortadoğu geleneği” olan canlı bomba bizlere artık bir Avrupa ülkesinden çok uzakta olduğumuzu gösteriyor. Türkiye’nin en eski partisinin bunu söyleyen Genel Başkanı’nın tehdit edilmesiyse ülkenin çivisinin çıktığının ispatı. Tolga Tanış Hürriyet’teki köşesinde* İçişleri Bakanlığı’nın olası bir tehdidi nasıl görmezden geldiği konusunda önemli bir yazı yazdı. Patlatılan bombanın tesiri göz önüne alındığında bundan İçişleri’nin

haberinin olmaması imkansız. Gerçekten haberin olmaması durumundaysa istifa kaçınılmaz olmalı. Seçimlere bu kadar az gün kalmışken ve son derece kritik zamanlardayken böyle bir olayın cereyan etmesi nasıl açıklanır, bunun izahı nasıl mümkün olabilir? Gezi Parkı olaylarından sonra Türkiye’nin bir daha asla eskisi gibi olmayacağı söylenmişti. En azından tespit düzeyinde bir doğruluk var. Zira çoğu kişinin kastettiği daha demokratik ve özgürlükçü bir ülkeyken, giderek haberlerde gördüğümüz ve bir gün benzeyeceğimiz aklımıza gelmeyen otoriter rejimlere mi benziyoruz? Umarız 1 Kasım bu gidişe dur diyebilir. *http://sosyal.hurriyet. com.tr/yazar/tolga-tanis_322/ ankara-ve-cecen-lider-tek-kol_30284345


16

gÜNlerdeN aNkara 10 Ekim sabahı Ankara’da düzenlenen barış mitingi büyük bir ilgi gördü. İnsanlar Ankara tren garının önünde buluşup barış mitingi yapacaklardı fakat olmadı. Ayrı yerlerde iki tane bomba patlatıldı ve 97 kişi öldü, 246 kişi yaralandı. Artık barış ortamı kurmak isteyen, yaşanan tüm felaketlere rağmen içlerinde “birlikte yaşayabilme umudu” barındıran insanlar barış mitingi düzenlemek istediler ancak yaşanan bir başka felaket olarak yerini aldı, bu coğrafyanın asla unutamayacağı bir başka felaket olarak. Elbette bu barış mitingini başkaları düzenleseydi, bu sonuçlar ortaya çıkar mıydı? Burası büyük bir muamma. Bu kez insanlar “barış mitingi, bir şey olmaz hepimiz türkülerimizi söyleyip, halay

çeker, barış umuduyla bir arada oluruz” dediler. Belki de Pir Sultan Abdal’ın dediği gibi ‘Gelin canlar bir olalım’ diyeceklerdi fakat kanlı terör saldırısı engel oldu. Metal parçalarla güçlendirilmiş canlı bombalar insanların vücutlarına saplandı ve 97 kişi hayatından oldu. İnsan ölümlerinin hiç bir meşrulaştırması zaten olamaz ancak bu katliam bir de barış mitinginde meydana geldi. Yani bu ne bir parti toplanmasıydı ne de bir taraf toplanmasıydı. Bu toplanma hepimiz içindi, herkes için, tüm insanlık içindi. Orada hiçbir siyasi görüş gözetmeksizin hep birlikteydiler. Hep birlikte Türkiye’yiz diyecek, belki türkü söyleyecek, belki Kürtçe belki Türkçe ağıtlar yakacak, belki Karadeniz türküleri söyleyeceklerdi.


17

En çok ihtiyacımız olanlar bunlardı çünkü. 1 Kasım’da yapılacak olan seçime kavgasız girecektik ve belki el ele, dostça. Ne var ki Türkiye’nin barışmasından endişe duyanlar çareyi yine ölümde buldu. İki canlı bomba patlattılar. Bu katliam, Türkiye’nin yaşadığı kaçıncı kanlı olay bileniniz var mı? Madımak? Suruç? Roboski? Ve bir yenisi Kanlı Ankara. Daha ne kadar insanımızı özgürlük isterken kaybedeceğiz? Bu olayları yaşarken canımız öyle yandı ki artık yaralarımız kabuk bağlayacak gibi değil. Hiç durmadan kanıyor. Adalete inancımız kalmadı. Suruç olayını hatırlayanınız var mı? Daha kaç ay oldu? Ne oldu o acıyı yaşatanlar, perde arkasındakiler bulundu mu, bileniniz var mı? Tabi ki bulunmadı. Üç gün yas tuttuk ve bitti. Ne acıdır ki ölümlere alıştık. Eskiden bahar kokan memleketimiz şimdi sadece kan kokuyor. Gittiğimiz her

yerden korkar olduk. Hakkımızı savunduğumuz her yerde ölüm var. Sesimiz her geçen gün bastırılmaya çalışılıyor. Patlama olan yere ambulanstan önce polis geliyor, yaralı insanların, ölü bedenlerin üzerine insanlıktan nasibini almamışçasına gaz sıkılıyor. Canların önemi yok. Polisin işi daha önemli gibi polis geliyor ve olaya “el koyuyor”. Böyle tuhaf ve taşı toprağı acı dolu bir ülkede yaşıyoruz. Ankara da aynı Sivas gibi kanlı bir yer artık. Ne eskisi gibi güneş doğar Ankara’nın üzerine ne de umut. Orası artık katledilenlerin şehri, orası artık Kanlı Ankara. Yaşar Kemal’in dediği gibi; ‘Dağlar,insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa şimdi en güzel şiir barıştır’. Önce insan! Artık ne olur herkesin tek ses “önce insan!” diyeceği yarınlarımız olsun. Çünkü takatimiz kalmadı.


18

ŞiddetiN diliNe karŞı BarıŞıN dili Barış hayali kurdukça öldük / TOPLUMCU HUKUKÇULAR KULÜBÜ adına, Akın Deniz Sorucu Ankara kan kırmızısı, Ankara öfke ve isyan... İnsanlar ölülerin sayısını tartışıyor şu aralar. Her haber kanalında ölü sayısı başka, gerçekte ise bambaşka. Ölümün istatistiğinin tartışıldığı bir yer oldu Türkiye, diğer Orta Doğu ülkelerinden farksız olarak. Bu bizi üzüyor ama üzmekten öte

hepimizi kızdırıyor. Gençliğin öfkesi her geçen gün artıyor. Katiller her konuşmasıyla meşruiyetlerini biraz daha kaybediyorlar. Ağızlarından çıkan her söz bize insanlığı tekrar sorgulatıyor. Elbet bu pişkin sırıtmalar ve saldırganların küfürleri onları tahtlarından indirecek ve vicdanı olanlar bunlara haddini


19

bildirecek. Ölülerin bile arkasından konuşmaktan çekinmeyen bu canavarların hadlerini biz öğrenciler bildireceğiz! Bu yozlaşmaya karşı birlik olmalıyız arkadaşlar. Elbette üzülüyoruz, içimiz yanıyor, ağlıyoruz. Bununla birlikte hepimiz öfkeliyiz, isyandayız! Hayatı durdurma eylemleriyle katillere gösterdik ki biz gençlik, biz vicdanlılar yoksak onlar da yok! Evet öfkeliyiz, isyandayız fakat bu isyanımız bizi onlara benzetmemeli. Onlar ne kadar savaş derse biz o kadar barış diyeceğiz. Bazıları karşı atak, misilleme gibi şeylerden bahsediyor. Bunlar bizim hayalimiz olan aydınlık Türkiye’den

uzak şeylerdir. Onların seviyesine düşmeyeceğiz, barış davamızı sürdüreceğiz. Şiddet eylemleri onların işine yarar. Tıpkı bir söyleşisinde Onur Ünlü’nün dediği gibi “o kadar haklıyız ki haklılığımızdan dolayı yapacaklarımız bizi haksız duruma düşürebilir.” Ölen arkadaşlarımız barış adına öldüler. Onların son düşünceleri Türkiye halklarının barışıydı. Öfke diline karşı oldukları için öldüler. Biz de eğer azıcık onları düşünüyorsak onlar namına şiddet dili kullanmaktan kaçınırız. Biz her zaman barış dilini kullanmaya devam edeceğiz, ucunda ölümümüz olsa bile! Barış yolunda ölenlere bin selam olsun!


20

kara BUlUtlar Eksik olmuyorlar / Osman Birinci Ankara’da kalleşçe yapılan saldırının gölgesinde iki günden bu yana televizyonlara çıkıp konuşan bazı milletvekilleri ve akademisyenlerin tartışmalarına şahit oluyorum. Birçok televizyon programında bu katliamın nasıl gerçekleştiğine, sebeplerine ve alınmayan bazı önlemlerden dolayı meydana geldiğine değinmiyorlar. Yakalarına takılan mikrofonları birbirlerine anlamsızca bağırırken yıkayan bu bilirkişi saydığımız insanların bitmek bilmez tartışmalarının, Ankara’da hayatını kaybeden insanlarımızı geri getiremeyeceğini bilmek beni daha çok üzüyor.

siyasetçilerin yaptığı gibi Ortadoğu ve coğrafyanın sosyolojik durumunu değil, saldırının arkasındaki ihmalleri tartışma günüdür. Ben en azından kendi yazımda sadece barış istedikleri için katledilen ve arkalarında dramlarını bırakan bu masum insanların alınamayan hangi tedbirsizlikler yüzünden öldüklerini soruyorum. Bunu yetkililere soramıyoruz çünkü bu ülkeyi özellikle son birkaç yılda muz cumhuriyetine çeviren ve bizlere yetkili olarak lanse edilen bu devletin sorumlularına, benim sorduğum türden sorular yöneltildiğinde size suratlarındaki tebessümle bakabiliyorlar.

Bugünler Türkiye Cumhuriyeti arşivlerine geçecek en kara günlerdendir. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu acı günlerinde sorumluluk üstlenmesi gereken kişiler bu devleti yönetmekte olan iktidar partisi ve o partinin yetkilileridir. Ortada büyük bir ihmal vardır ve masum insanlar bu ihmallerin kurbanı olmuşlardır. Bugün, televizyonlardaki açık oturumlarda tartışan

Ayrım yapmak istemiyorum ama objektif olarak yaklaşsam dahi Türkiye’nin sivil terör ve şiddet olayları geçmişinde, toplumun hep benzer düşünceye sahip kesimine karşı bir saldırının olduğunu görüyoruz. Küçük bir araştırma yaptığımızda bile geçmişten bugüne doğru ülkemizde özellikle sosyal adalet için, eşitlik ve haklarını aramak için sokaklara dökülen, araştırmalar


21

yapan, yazılar yazan veya düşünen insanların faili meçhul cinayetlere kurban gittiğini görüyoruz. Bunlardan akla ilk gelenler: Maraş, Çorum, Madımak, Kanlı 1 Mayıs, Uğur Mumcu ve Hrant Dink cinayetleri, Roboski, Gezi, Suruç, en son da Ankara... Bu olaylar Türkiye’de yaşayan insanların düşünmesinin istenmemesinden, birer ot gibi yetişmelerinin arzu edilmesinden kaynaklanıyor. Bu düzenin geçmişten bugüne sertleşerek devam ettiğine hepimiz şahit oluyoruz. Bugün devletin başında bulunan kişi, gözünü tek adam olmakla karartmış, kendi medya organlarına verdiği bir demeçte dolaylı yoldan “halkımız bize 400 milletvekili verseydi bunlar olmazdı” diyerek ülkede kargaşa ortamı olduğunu ve bu ortamın oluşmasında kendisinin payının olduğunu dile

getirmiştir. Dolayısıyla, iktidar sözcülerinin dediği gibi, Türkiye zor dönemlerden geçmemektedir. Türkiye artık bu dönemi bizzat yaşamaktadır. Bugün hala okumayan, araştırmayan, sorgulamayan ve hayatını yalnızca şahsi çıkarlarına göre sürdüren bir kesim Ankara’da yaşanan bu katliamın acısını benimsememekte, bu acı bile bu zatlar tarafından kimliğe indirgenebilmektedir. İçinde insan sevgisi taşımayan bu kişilere ve bu cinayetten sorumlu, koltuk sevdalısı yöneticilere en güzel cevabı, bu ülkenin tıpkı Ankara’da barış için bulunan yurttaşlarımız gibi yurdunun toprağına, suyuna sevdalı olan halkımızın vereceğine inanıyorum. Son olarak şunu söyleyebilirim: Tek adam olma sevdası yüzünden ülkenin başından kara bulutları eksik etmeyen bu kişiler er ya da geç yargılanmalıdır.


22

Peki Ya Şimdi? “Nasıl olur?” sorusundan vazgeçip bundan sonra yapılabileceklere kafa yormaya çalıştım / Cenk Bonfil Konu malum. Olay olduktan sonra iki gün bu yazıyı yazmaya oturamadım. Aklımdan bin bir türlü şey geçiyor, hepsi havada uçuşuyor, hiçbiri de yerine oturup onları kelimelere dökmeme izin vermiyordu. Bazen de hiçbir şey düşünemiyor, “İnsanlar öldü. Daha ne olabilir, ne söylenebilir ki?” deyip kestirip atıyor, yazmamaya karar veriyordum. Aslında hala böyle çelişkili bir durumdayım ama ne olursa olsun bir şeyler söylenmesi gerektiğine kendimi ikna ettim. Aklımda hala düzenli şeyler olmadan, uçuşan düşünceleri yerine

oturtmaya çalışacağım şimdi. Bu nedenle dağınıklığımı mazur görün. “Bu nasıl olur; kim, neden ve nasıl yapar?” diye geçiriyordum aklımdan hep. Siyasi olarak çıkarlar penceresinden bakarsak birçok cevap verilebilir tabi ama sadece bir insan olarak düşününce mantıklı bir cevap bulamadım. Bulunabileceğine de inanmıyorum. Bu yüzden burada bunu tartışmayacağım. Sanırım geçmişle ilgili “nasıl oldu” sorusunu sormak yerine gelecekle ilgili “ne olacak” sorusunu sormak daha


23

akıllıca. En azından bu eğrilik ve saçmalık içinde olabileceği kadar akıllıca. Bundan sonra yapılacak en önemli şeyin anmak ve hatırlamak olduğu bence açık. Bu saldırılar şimdi olduğu gibi bu kadar sıklaştığında duyarsızlaşmak işten bile olmuyor. Olan olay, “sadece patlayan yeni bir bomba”ya dönüşebiliyor. Bunun olması tehlikeli işte. Durumun vahametini, orada insanların katledildiğini ve bunun yaşanabilecek en büyük acılardan olduğunu kendimize sürekli hatırlatmalıyız. Eğer duyarsızlaşıp unutursak hem orada bulunmuşların anısına saygısızlık ederiz hem de aynısının bir daha yaşanmasına zemin hazırlarız. Hatırlamanın en güvenli yolu ise düşünmekten, tartışmaktan ve üretmekten geçiyor. İçinde bulunduğumuz

yas ortamında bunları yapmak gerçekten zor. Yine de kabuğumuza çekilmek unutmak kadar tehlikeli. Bu nedenle belki önce yaşananları düşünüp tartışmakla başlamalıyız. Muhtemelen bir sonuca varamayız çünkü yaşananlar yaşanmıştır ama belki ilerlemek, devam etmek, kabuğumuza çekilmemek için azim bulabiliriz. Ankara olayından önce de benzer birçok olay yaşadık ne yazık ki. Ankara’dakiler yaşananları unutmayıp devam etme azmini gösterdiler. Okumaya, düşünmeye, dinlemeye, tartışmaya ve üretmeye devam etmek için kendimizi zorlamalıyız. Belki böylece havada uçan düşünceler yerine oturabilir. Devam etme azmini bir yerlerde bulmanız dileğiyle.


24


25

Bilgi Barış İstiyor 10 Ekim güzel bir cumartesi sabahı olarak başlamıştı belki de birçoğumuz için. Daha sonra ülkemizin uzun zamandır kurtulamadığı bir kabusa dönüştü. Pazartesi günü, hayatını kaybeden 100’e yakın insanımızı anmak ve bu haince saldırıya karşı sesimizi yükseltmek üzere çoğu okul gibi Bilgi Üniversitesi’nde de bir yürüyüş ve boykot düzenledik. Bütün kampüs boyunca sloganlar eşliğinde yürüdükten sonra öğrenciler tarafından bir basın açıklaması yapıldı. Daha sonra saldırı sırasında Ankara’da bulunmuş bir arkadaşımız yaşananları anlattı. Acımızı paylaştığımız, dahası yaşananlara isyan ettiğimiz bir zamanda okulumuzda bir sivil polisin yaptığımız boykotu kayıt altına alması ve bununla beraber okulun içinde arbede çıkması bizi çok üzdü ve öfkelendirdi. Yüreğimizin ölenlerin ateşiyle yandığı, kanlı görüntülerin hala gözlerimizin önünden gitmediği bu günde üzüntümüzü bile özgürce yaşayamadığımızı hissetmek, güvenlik güçlerine olan güvensizliği yaşamak, kaydedilen görüntülerin bizi koruma amacından çok başka amaçlara hizmet edeceğini düşünmek bizi öfkelendiriyor. Umudumuz, bu yaşananlar son olsun. Görebileceğimizden çok daha fazla ölüm, acı gördük. Bunun dışında tek dileğimiz, kaybettiğimiz insanları hep birlikte, güvende olduğumuzu hissetmek istediğimiz bir ortamda anabilmek.


e t e z r e 端niv

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.