/127
端n
e t e z r ive
zete
22 Ekim 2015 Sayı: 127 Genel Yayın Yönetmeni Cenk Bonfil Yazı İşleri İlgi Özdikmenli, Tuğçe Kılınç
BİFED İÇİN GERİ SAYIM BAŞLADI
FOTOİSTANBUL 2015
TADI DAMAKTA KALAN BALIKESİR LEZZETLERİ
SÖZDE SINIRSIZ “SINIRLI” İNTERNET
LİSEDE ÖĞRENEMEDİĞİMİZ TARİH
GÖZDE MESLEKLERDEN “SOSYAL MEDYA UZMANLIĞI
Yazılar Berk Özdemir, İdil Bayram, Mehmet Fatih Er, Nesil Arıyürek, Özüm Canbeldek, Perin Gürsel, Yağmur Aygün Ön Kapak: http://sistenze.tumblr.com Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek Sosyal Medya Yöneticisi Sezin Katalon
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
Instegram: https://goo.gl/JT0p59
/ifbilgi
@ifbilgi
YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN KEDİLER
/
v i 端n
e t e z er
4
BİFED için Geri Sayım Başladı Bu sene ikincisi yapılacak olan BİFED Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali’ne sayılı günler kaldı / Özüm Canbeldek 22-25 Ekim arasında gerçekleştirilecek olan festivalde 13 ülkeden 16 belgesel “Fethi Kayaalp Büyük Ödülü” için yarışıyor. Çevresel Sorunlara Dikkat Çekiyor Yarışma filmlerinin konuları nükleer felaketlerden dijital kirliliğe, çöp sorununa, küçük ve yöresel tarımdan küresel
gıda tüketimine, göçten yoksulluğa, su kaynaklarının tükenmesine, kırsaldan şehre yaşam mücadelesi ve direnişlere uzanıyor. Sorgulanan konuların başında ise kırsal nüfusun hayatta kalma savaşı ve yenilenebilir enerji üretimi mücadelelerinin hükümetler ve şirketlerin engellerine takılarak çevresel bir kabusa dönüşmesi geliyor.
5
Festivale bu sene Venedik Film Festivali’nden ödül alan “Abluka” filminin baş rolünü oynayan Müfit Kayacan tek kişilik bir oyunuyla, Talin Büyükkürkciyan ise tek kişilik performansıyla katılıyor. Milli yüzücü Emre Sever ise ‘’Daha Mavi Bir Ege İçin’’ diyerek Geyikli-Bozcaada arasını yüzerek geçecek. Bağcılık toplantısı, yeryüzü yürüyüşü ve tohum takası gibi etkinliklerin de yer aldığı festival Fethi Kayaalp Büyük Ödülü’nü kazanan filmin tekrar gösterimi ve ödül töreniyle sona erecek. BİFED Koordinatörü Ethem Özgüven Bozcaada’da gerçekleşecek festival ile ilgili sorularımızı yanıtladı.
Bozcaada’da ikincisi düzenlenen Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali’ne bu sene 45 ülkeden tam 180 belgesel başvurdu. Bu kadar yoğun ilgi bekliyor muydunuz? Evet, geçen yıl da yaklaşık bu sayıda film gelmişti ama ülke sayısı 33’tü. Bu yıl ülke sayısında bir artış oldu. Yarışma filmleri, nükleer felaketlerden dijital kirliliğe, göçten yoksulluğa birçok konuya değiniyor. Bu açıdan festivalin yaşadığımız dünya sorunları açısından insanlarda bir farkındalık yarattığını düşünüyor musunuz? Umarım. Bunun için yapıyoruz. Sanatın temel görevi de değiştirmektir. Algıyı, çevreyi, insanı değiştirmek.
6
Festivalde ayrıca ekolojiye duyarlı öğrenci belgeselleri Gaia Öğrenci Ödülü için yarışıyor. Gaia’dan kısaca bahsedebilir misiniz? Öğrenci çalışmaları genelde daha kısa, bunların festivalimizdeki uzun metrajlı belgesellerle yarışması bize adil gelmedi ve bu nedenle onlar için ayrı bir kategori düşündük. Gaia Ödülü bu şekilde doğdu.
Bozcaada’nın Türkiye’de çevre bilincine sahip nadir yerlerden biri olduğunu biliyoruz. BİFED’e benzer festivaller yapılarak diğer şehirlerde de bilincin artırılabileceğini düşünüyor musunuz? Bu çok doğru bir soru ve hiç şüphe yok ki bu sorunun cevabı evet. Kendine özgü havasıyla: Bozcaada Antik çağlarda Leukophrys, Yunan
7
mitolojisinde Tenedos adıyla bilinen Bozcaada, içinde bulunduğu coğrafyadan farklı iklimi, temiz kalmış denizi ve kendine özgü içe dönük yaşamı ile küçük bir kuzey Ege adası. Türkiye’nin üçüncü büyük adası olarak Çanakkale Boğazı’nın hemen girişinde yer alan adada yerleşim, adanın kuzeydoğusunda yer alan ilçe merkezinde toplanıyor. Ada merkezi Rum ve Türk
mahallesi olarak iki kısma ayrılıyor. Bağcılık, şarapçılık, kendine özgü mutfağı ve mimarisi ile meşhur olan Bozcaada Türkiye’de çevre bilincine sahip nadir yerlerden biri. Adada, sivil ve dernek girişimleriyle şu ana kadar çevre konusunda çeşitli adımlar atıldı. Festival ile ilgili daha fazla bilgi almak isteyenler bifed.org adresinden ulaşabilirler.
8
Fotoİstanbul 2015 Dört karenin arasına sıkıştırılmış yüzlerce aidiyet öyküsü seslerinin sizlere ulaşmasını bekliyor şimdi / Perin Gürsel Hayatta kim olduğumuzu, sadece hayata kim olarak geldiğimiz belirlemez. Kimliğimiz deyip sahiplendiğimiz o soyutluğu aslında geçmişimiz, doğduğumuz yer, etnik kökenimiz, önceki kuşaklardan devraldığımız genetik ve kültürel mirasımızla, yetiştirilme tarzımız ve birçok özelliğimizle oluşturuyoruz fakat yine de ilgi alanımız başkaları oluyor. Bir başkasının aidiyetini öğrenmek, kavramak istiyoruz çünkü insanoğlu her zaman başka bir dünyanın mümkün olduğunu biliyor ve bu dünyanın başkalarımızla kurulabileceğini de anlıyor. İşte bu algı 2015 Fotoİstanbul’un temelini oluşturmuş. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden Ortaköy Kültür Merkezi’ne kadar sahil boyunca uzanan değişik mekanlarda sergilenen fotoğraflar bir İstanbul Bienali havası hissettirirken, 1970-1980 yılları arasında
terk edilmiş bir Yahudi yetimhanesi gibi tarihi mekanların da sergiye dahil edilmesi yıpranmış duvarlar arasından sizleri bambaşka bir dünyaya taşıyor. “Göz bakmadan önce dinlemeyi öğrenmelidir” der fotoğrafçı Robert Frank. Şimdi sizleri görünenden öte duymanız gereken aidiyetlerle baş başa bırakıyorum. Beşiktaş iskelesine ulaşmadan Bahçeşehir Üniversitesi’nin hemen yanındaki açık hava sergi alanında Tanya Habjouqa’nın “İşgal Edilmiş Zevkler” adlı çalışması sizi üç farklı kadın tiplemesiyle karşılıyor. Bu üç kadın üç farklı aidiyeti; polis memuru, şarkıcı ve fırıncı olarak temsil ediyor. Mekan olarak Afganistan veya Pakistan’da kadın olmanın öykülerini oluşturan bu kadınların yakın çekim fotoğrafları her gün aldıkları ölüm tehditlerini kulaklarınıza fısıldıyor.
9
10 “Kör birinin bakışı nasıl görünür?” diyerek başlamış yazısına fotoğrafçı Stefano de Luigi, “Körler” adını koyduğu çalışmasını anlatırken. Bunun yanında Altı Nokta Körler Vakfı’nın da desteği ile serginin sadece bu bölümünün braille alfabesiyle de anlatılması oldukça dikkat çekici olmuş. Farklı his, farklı renk ve kendilerine has bir karanlıkları olduğuna inanan fotoğrafçı, bu duyguyu siz sanatseverlere her yaştan kör insanın gözlerinin çıplaklığını ortaya çıkararak yansıtıyor.
Rusya’da Kutup Okyanusu’nun kuzey kıyılarındaki Tiksi adlı küçük bir kasabada dünyaya gelen fotoğrafçı Evgenia Arbugaeva, SSCB’nin dağılması ile terk edilen kasabasını yıllar sonra küçük bir kız çocuğu gibi ziyaret ediyor. İşte bu ziyaret umut ve huzurun fotoğraf karelerinin aralarına sıkışmasıyla bir aidiyet duygusu oluşturuyor ve küçük bir kız çocuğunun mutluluk çığlıklarını duymanıza aracı oluyor. ORTAKÖY YETİMHANESİ FOTOİSTANBUL Bana göre bir sergi daha girişinde ihtişamıyla boy göstermelidir ki siz farkında olmadan ayaklarınız sizi serginin içine doğru sürükleyebilsin. Terk edilmiş bir Yahudi yetimhanesinin sergi alanı olarak kullanılması fikri bile merak uyandırmak için oldukça yeterliydi ama fotoğrafçı Anders Petersen’ın “Kent Güncesi” adlı çalışması sizi o yetimhane duvarlarının arasından gelen seslere daha da itiyor. Mahrem olma durumunu kendisi için tema haline getiren sanatçı aşk, şaşkınlık, masumiyet, çıplaklık gibi kavramların üzerine eğildiği fotoğraflarında Paris, Sete, Tokyo gibi şehirlerdeki kent hayatına sıcak bir dokunuş yapıyor.
11
Yirminci yüzyıl fotoğrafçılığının önde gelen isimlerinden biri olan Robert Frank çalışmalarını geleneksel fotoğraf denemelerinin ötesine taşıyan içgüdüsel birer seriye dönüştüren dizgi ve kurgu yöntemiyle, fotoğraf mecrasında yeni bir ifade geliştirmiş. Fotoİstanbul’da ise sanatçının kitapları, dizileri ve filmlerinden oluşan birçok kesit karşınızda saygı duruşunda bulunuyor. “Kayıt süredir. Süre ise özünde bellektir, bilinçtir. Bellek de geçmişin şimdide saklanması ve birikmişidir.” Sanatçı Tuna Uysal’ın bu cümlesi “Anıların Hayaletleri” adlı çalışmasının kelimelerle anlatımı olmuş bana göre. Bilinç-insan-kayıt üçlemesinin farklı ışık açıları ile anlatılması çalışmaya mistik
ve sonsuz bir tat katmış. Kimliklerin belirgin olmaması ise ayrı bir merak uyandırıcı bir etken yaratmış. Çalışmanın önünde durup saatlerce bu belirsizliği anlamak geliyor insanın içinden. Elimizden düşmeyen cep telefonlarımız düşündürmüş fotoğrafçı Şener Sonuşen’i ve birden aklına rehberinde kayıtlı olan bütün numaraların aslında bir kimliği temsil ettiği gelmiş. Bunun üzerine rehberinde kayıtlı olan herkesin portre fotoğraflarını çekerek bir çalışma yapmış. “Cebimdeki Suretler” olan bu çalışma yetimhanenin eski tuvaletlerinin birinde renkli led ışıklar ve arkadan gelen temsili iPhone arama sesiyle sizlere sunuluyor.
12
13
Otuza yakın sanatçının fotoğraf çalışmalarının yer aldığı bu sergiyi sadece en ilgimi çeken çalışmalarla bu sayıda anlatmak istedim. Yoksa emin olun, kelimelerim sergiyi gezerken duyduğum her bir aidiyetin bir parçası olmak için dökülmek istiyor diyebilirim. Yolunuz Beşiktaş’a veya Ortaköy yetimhanesine düşerse bir göz atın fotoğrafların derinliğine. Onlar zaten fısıldayacaktır kulaklarınıza görmenizi istedikleri gerçekleri bütün masumiyetleriyle.
14
Tadı Damakta Kalan Balıkesir Lezzetleri Ege ve Marmara’nın harman olduğu bir sofraya buyurmaz mısınız? / Mehmet Fatih Er Bildiğiniz üzere her yörenin kendine has özellikleri mevcut. Doğusuyla batısıyla Türkiye gerçek bir kültür beşiği. Dünyada ekol olmuş bir mutfağa sahip olan Anadolu’muzda tadı damağımızda kalan onlarca, yüzlerce lezzet yer alıyor. Burada sahip olduğumuz güzellikleri anlatmaya kalksam şüphesiz sayfalar yetmez. O yüzden bu yazıda biraz daha özele inip sizlere Ege ve Marmara’nın harman olduğu yer olan Balıkesir’in mutfağından bahsetmek istiyorum. Bu harman, güzel şehrimizin mutfağında da karşımıza çıkıyor. Zeytinyağlı çeşitlerinden etli yemeklerine mutfağı
böylesine zengin olan bu şehrimizin menüsüne gelin birlikte göz atalım. Balıkesir’de bir lokantaya girip menüsüne bakarsanız, gözünüze tatlı çeşitlerinin
15
en üstünde “höşmerim” diye bir kelime çarpar. En üstünde diyorum çünkü - bir Balıkesirli olarak söylüyorum - höşmerimi ikinci sırada dahi yazan bir işletme görmedim. “Balıkesir’in nesi meşhur?” diye sorulduğunda verilen ilk cevaptır höşmerim. Hatta Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde dahi isminin yer aldığı söylenir. İsmini ilk kez
duyanlar anlamını merak edebilir. Kelime, eşi askerden gelecek olan bir kadının evde bulduğu malzemeleri karıştırarak yaptığı tatlıyı eşine ikram ederken söylediği “hoş mu erim?” sözünün günümüze ses değişikliğine uğrayarak gelmesiyle son şeklini almıştır. Bu leziz tatlının ana malzemelerinde irmik ve peynir vardır. Özellikle de üzerine
16
kaymak ilave edilip servis edilirse demeyin lezzetine! Menüye baktınız, bir ana yemek söylemek isterseniz yine her lokantada bulacağınız bir lezzet vardır bu güzel mutfakta. Et suyuyla
ıslatılmış kuru ekmeklerin üzerinde lif lif doğranmış etler, maydanoz ve çeşitli baharatlarla damağınızda unutulmayacak bir tat bırakır. “Tirit” ismi ile karşımıza çıkan bu leziz yemek özellikle düğünlerde misafirlere ikram edilir.
17
Bir diğer düğün yemeği ise buğdaydan yapılan keşkek yemeğidir. Tavuk etiyle pişirilen bu yemek üzerine nohut ilave edilerek servis edilir ve düğünlerin vazgeçilmez bir diğer lezzetidir. Yıllardan beri süre gelen bu gelenekten dolayıdır ki ne zaman bir düğüne gidecek olsam tirit veya keşkek yiyecek olmanın verdiği heyecanla giderim. Balıkesir’in mutfağından bahsederken
zeytinyağlı yemeklerine değinmemek olmaz. Özellikle Körfez tarafı dediğimiz Edremit, Ayvalık ilçelerine doğru gidildikçe zeytinyağlı yemekler sofraları daha çok süsler. Hepimizin bildiği börülce sebzesini bu bölgede yaşayan insanlar haşlayarak ve üzerine zeytinyağı, limon ve sarımsak ilave ederek tüketir ki yaz akşamlarında vazgeçilmeyen bir salatadır. Bir diğer zeytinyağlı salata da kuzukulağı otundan yapılan salatadır. Körfez demişken o taraflara yolunuz düşerse kalamar dolmasını ve Ayvalık’ın meşhur papalina balığını yemeden sakın geçip gitmeyin. Cunda Adası’nın meşhur sahil restoranlarında, yaz akşamları bir iki duble rakının yanında en çok tercih edilen balık türüdür papalina. Birbirinden eşsiz bu lezzetler ile Balıkesir mutfağı damağınızda kolay kolay unutulmayacak tatlar bırakıyor. Yolunuz eğer düşerse bahsettiğim lezzetleri tatmadan dönmeyin derim.
18
Sözde Sınırsız “Sınırlı” İnternet Adil kullanım kotasının adaletsizliği / Berk Özdemir İnternet kullanımı giderek artıyor. İnsanlar, özellikle genç nesil, medyayı gazete veya televizyondan çok internetten takip ediyor, burada sosyalleşiyor. İnternet kullanımındaki artışta, mobil internet başta olmak üzere, internetin Türkiye’de hızla yaygınlaşması büyük önem taşıyor. İnternet sağlayıcı firmalar, müşterilerine daha iyi hizmet vermeye çalışıyor ve müşteri de internete daha hızlı ve özgür bağlanmak istiyor. Ne var
ki burada büyük bir adaletsizlik, daha doğrusu bir sahtekarlık söz konusu. Adil kullanım kotası adı altında müşteriye dayatılan bir kısıtlama var. Örneğin sınırsız adı altında sunulan 16 mbit hızında bir internet paketini ele alalım. Sınırsız kelimesinin hemen sağında bir yıldız bulunuyor ve bu yıldızın açıklamasıysa “Adil kullanım kotası vardır ve bu kota 50 gigabayt’tır” oluyor. Yani eğer siz bir ay içinde 50
19
gigabayt’tan fazla veri indirirseniz sizin 16 mbit olan hızınız üç mbit’e düşüyor. Firmalar bunu altyapı yetersizliği, sunuculara fazla yük binmesi gibi bazı mazeretler öne sürerek savunuyor. “Firmalar haklı, bu kota uygulaması olmasa hepimizin interneti yavaşlar” diye düşünenler mutlaka vardır fakat dikkat edilmesi gereken önemli birkaç nokta var: Ay başında herkesin kotası sıfırlanıyor ve hızlar artıyor. Neden bir tıkanma, arıza ya da yavaşlama söz konusu olmuyor? Eğer altyapı yetersizse ay başı olduğunda neden sunucular çökmüyor? Değinilmesi gereken diğer önemli nokta ise IPTV. Bunu kısaca anlatmak gerekirse: Çanak antene ihtiyaç duymadan internet bağlantısıyla televizyon izleme teknolojisi. Yani sadece bir IPTV kutunuz oluyor ve internet bağlantınızı yaptıktan sonra rahatça izleyebiliyorsunuz. Tivibu, Turkcell TV Plus güzel örnekler. Asıl dikkat edilmesi gereken şey şu: IPTV, HD olarak tabir edilen yüksek görüntü kalitesindeki yayınları izlememize olanak sağlıyor. Bir görüntü HD olunca daha fazla veri indirmesi
gerekiyor ve altyapıyı, sunucuları yoruyor. Kota sahtekarlığını ortaya çıkaran noktaysa bu tür yayınlara altyapı yetiyor, sorunsuz bir şekilde izlenebiliyorken konu internet erişimi olunca burada adil kullanım kotası devreye giriyor. Bu göstergeler adil kullanım kotasının büyük bir sahtekarlık olduğunu bize kanıtlıyor çünkü kota arttığı zaman fiyatlar da ona paralel olarak artıyor. 50 gigabayt olan bir internet paketiyle iki yüz gigabayt olan bir internet paketinin arasında büyük fiyat farkı söz konusu. Altyapı yeterli. Sadece firmaların daha fazla para kazanma hırsı yüzünden insanların internete erişimi kısıtlanıyor. Tabii ki Japonya, Güney Kore, Almanya gibi gelişmiş ülkelerde bu tür sahtekarlıklar görülmüyor. Peki bu durum hakkında herhangi bir şey yapılabilir mi? Türkiye’de bu tür şeylerin değişmesini isteyenlerdenseniz change.org’da bir imza kampanyası mevcut. 200.000’e yakın kişinin imzaladığı kampanyayı imzalayarak bu sahtekarlığa karşı bir ışık da siz yakabilirsiniz. http://chn.ge/1Ft1iEP
20
Lisede Öğrenemediğimiz Tarih Üniversiteye geçince tarihin hiç de lisede anlatıldığı gibi olmadığını gördük / Yağmur Aygün
İlkokul, ortaokul ve lisede Büyük Hun Devleti’nden başlayıp Abbasiler’e de değindikten sonra Osmanlı’ya erişip neticede Cumhuriyet Dönemi’ne toplam üç defa geldik. Cumhuriyet dönemini iyice öğrendikten sonra ise 2. Dünya Savaşı’na asla yetişemedik. Oysa bir on yıl daha ilerleyebilseydik 2.Dünya Savaşı’nı da öğrenecektik. Alaeddin Keykubad’ı öğrendik ama Demokrat Parti’yi öğrenemedik. Orhan Gazi’yi çok iyi biliyoruz ama Varlık Vergisi’ni hiç işitmedik. Fatih Sultan Mehmet’i efsanelerine kadar bilirken Hitler’i sadece filmlerde duyduk. Hatta kimimiz birinci sınıftayken sınav kâğıdında Hitler’den “They” diye bahsetti. Derken üniversitede eleştirel düşünce diye bir şey ile tanıştık. Bir sorunun birden fazla doğru cevabı olabileceğini, tarihin siyah ile beyazdan ibaret olmadığını öğrenirken, 12 yıllık beyin yıkamayı üzerimizden zor attık. Tarih kitaplarının Birinci Dünya Savaşı ile ilgili bölümlerinin yalanlarla dolu olduğunu yeni fark ettik. Birinci Dünya Savaşı’nın bir
Sırp milliyetçisinin Avusturya Macaristan Arşidük’ü Franz Ferdinand’ı öldürmesiyle başladığını sanırdık. Oysa savaşın Avrupa’daki askerileşmenin artışı, sömürge yarışı, milliyetçilik ve devletler arası kamplaşma gibi boyutlarını ele almadık. Aynı zamanda Arapların da Osmanlı’ya ve Türkiye’ye ihanet ettiğini sandık. Oysa Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı İngilizler ile iş birliği yapan tek grup Şerif Hüseyin bin Ali ve kabilesiydi. Şerif Hüseyin, Araplar’ın büyük çoğunluğunun desteklemediği bir figürdü. Zaten Arapların büyük
21
çoğunluğu “Osmanlıcılık” ideolojisindeydi ve yerel yönetimlerin daha güçlü olmasını talep ediyordu. Birinci Dünya Savaşı galibi İngiltere’nin Ortadoğu’da kurduğu manda yönetimleri, Arap İsyanı’nın aslında İngiltere çıkışlı olduğunun kanıtıdır. Osmanlı’nın savaşta kaybettiği Ortadoğu toprakları resmi tarihimizde “Arap İhaneti”ne bağlanmıştır. Böylece yenilginin ardından gelen toprak kaybının üstü başka bir sebeple örtülmüştür. Osmanlı’nın savaşı kazanıp Almanya’nın yenilmesi
üzerine yenik sayılması mantığıyla aynı. Ecdat yenilmemiş, Arap ihanetine uğramış ve Almanya’nın yenilgisi Osmanlı’nın “yenik sayılması”na sebep olmuş. Belki bazılarımız hala şu anki Türk Bayrağı’nın şehitlerin kanı üzerine düşen ay ve yıldız yansımasından ilham alınarak “yapıldığı”nı düşünüyor olabilir. Ancak şu anki bayrak Osmanlı’da 19. yüzyıldan itibaren kullanılmaktaydı. Cumhuriyet’in ilanından sonra sadece şu anki şeklini aldı.
22
Tarihi siyah beyaz okumaya zorlanan bizler “İzmir’i Yunanlılar kaçarken yaktı, hepsini de denize döktük” diye bildik. Oysa ki Türkler gelmeden önce Rumların burada yüzlerce yıl yaşadığını, bu topraklarda sayısız eser bıraktığını bilemedik. Bütün şehir isimlerimizin Rumca olduğunu da söylemediler. Hatta Kuvayi Milliye’nin de Anadolu ve Rumeli’de Rum köylerini yaktığını, bazı yerlerde rüzgar sebebiyle yangınların Türk köylerine de sıçradığını kimse bize öğretmedi. Lozan Anlaşması sürecinde; Türkiye’nin, Türkler ve Kürtler’in birlikte yaşaması iradesini gösterdiğini öğrendik. Hatta Atatürk’ün TSK tarafından sansürlenen ve Doğu Perinçek’in ortaya çıkarttığı bir konuşmasında açık açık “Kürtlere muhtariyet verilecek” dediğini gördük. Bu iradenin belki de Kürt nüfusun yoğun olduğu Musul’un Türkiye’ye bırakılması için gösterildiğini de düşünebiliriz fakat bu vaat zamanında verilmişti. Bunu hiçbir tarih hocamız söylemedi.
Neden resmi tarih, gerçekleri sakladı? Geç başlayan ulus devlet olma sürecinde Anadolu’da parçaları birleştirmek zordu. Sınırları belli olan modern bir ulus devlet kurulması gerektiğine karar verilmişti ve modern dünya düzeninde eşit bir oyuncu olmak için başka çıkar yol görünmüyordu. Bunun için hedef modern ulus devletin inşası ve endüstriyelleşmeydi. Kemalist devrimler de hep bu amaçlar doğrultusunda gerçekleştirildi. Bu denli büyük bir değişim için halkın mobilize olması gerekiyordu. Bunun için bir ideoloji gerekliydi. Kemalizm, altı okuyla birlikte bu değişimin bütün yönlerini içeriyordu.
23
Türk olma bilinci bunların başında geliyordu. Osmanlıcılık ve İslamcılık tutmayınca elde Türkçülük ve milliyetçilik kaldı. Laikleşen devletin yeni dini Kemalizm oldu. Kemalizm bir inanç sistemi ve bir hayat tarzı da sunmaktaydı. Dinin kamudan çıkmasıyla oluşan bütün boşlukları doldurdu. Aslında bu reformlar Tanzimat döneminde başladı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bir nevi devamı olan CHP, Türkiye’nin kurucu partisi oldu. İlerlemeci ve merkeziyetçi devlette Kürt kimliğine yer yoktu. Yeni devletin de tarihi anlı şanlı olmalıydı. Düşmanları ise mesela Yunanlar - şeytan olmalıydı. Tarihte yapılan haksızlıklar - mesela Ermeni Tehcir
Kanunu - örtbas edilip unutturulmalıydı. Yeni devletin simgesi olan bayrak ise şehit kanıyla kutsallaştırılmalıydı. Ülkenin dini ise millileştirilmeliydi. Türklerin İslamiyet’i ise üstün tutulmalıydı. Bu yüzden akılları bulanmamış genç nesiller gerekmekteydi. Bu şekliyle resmi tarih; devletin, kendini ülkesine adayan insanlar yetiştirmesini sağlayabilir ancak eleştirel düşünebilen ve bugünü daha iyi anlayabilen insanlar yetiştiremez. Belki her gelenin bundan yararlanıyor oluşu, belki de değiştirmenin çok zor oluşu nedeniyle bu eğitim sistemi aynen devam ediyor.
24
Gözde Mesleklerden “Sosyal Medya Uzmanlığı Neredeyse herkesin duymuş olduğu ancak çoğu insanın içeriğini tam olarak bilmediği, sosyal medyanın gelişmesiyle ortaya çıkan yeni bir alan / İdil Bayram Globalleşen dünyada her gün bir şeyler değişiyor, gelişiyor. Özellikle teknolojinin gelişmesi ile popülaritesine kavuşmuş olan, çoğu insanın vazgeçilmezi olarak tabir ettiğimiz sosyal medyanın varlığıyla yeni meslek grupları ortaya çıktı. Bunlardan biri ise “sosyal medya uzmanlığı”. Sosyal medyayı yedisinden yetmişine birçok insanın kullandığı bir gerçek. Bu kadar çok insanın bu mecrayı kullanmasını
fırsat haline getirip yeni iş kapıları açan şirketlerin sayısı da oldukça fazla. İnternette kariyer sitelerinde hep karşımıza çıkan mesleklerden biri de sosyal medya uzmanlığı. Bu kadar yaygınlaşmasının sebebi talebin artmış olması ve kullanıcı kitlesi. Aynı zamanda insanlara sosyal medyadan ulaşmanın daha kolay olduğu gerçeği. Peki insanların aklında hep bir soru: “Sahi nedir bu sosyal medya uzmanlığı?”
25 dijital dünyadaki temsilcileri onlardır. Bazı insanlara iş çok basit gibi gözükse de sosyal medya uzmanları büyük bir kitleye hitap ettiklerinden dolayı önemli bir konumdadırlar. Peki bu işi nasıl yapıyorlar? Öncelikle bu uzmanlar sosyal medya gibi bir platformda işlerini yürüttüklerinden dolayı güncel olayları takip eden insanlardır. Markanın çizgisini korumak onlarla bağlantılı bir durumdur. Markaların sunmak istediklerini uygun bir dille düzenleyip herkesin anlayabileceği bir hale getirirler. Müşteri kitlelerine göre online olarak yarışmalar düzenleyip ödüller kazanılmasını sağlayarak katılımı artırırlar. Çoğumuzun kullanmakta olduğu Facebook, Twitter, Instagram, Youtube gibi sosyal medya kanallarını kullanarak bu işi yaparlar. Sosyal medya uzmanlarının amacı bir markanın reklam ve pazarlama gibi stratejilerini geliştirip, yönetip, o markanın gerekli analizlerini yapıp, marka ile müşteri kitlesi arasındaki bağı oluşturmak veya güçlendirmektir. Sosyal medya uzmanları yazılımcı veya grafiker değillerdir. Kurum veya markaların sosyal medya hesaplarını profesyonel bir şekilde yönetirler. Böylelikle markaların güncel kalmasını sağlarlar. Markaların
Anlayacağınız üzere sosyal medya hayatımızda olduğu sürece - ki hayatımızdan çıkacağını düşünmüyorum - bu tür alanlarda çalışan insan sayısı gün geçtikçe artacaktır. Hatta meslek grupları gün geçtikçe daha fazla çeşitlilik gösterecektir.
26
Yeni Başlayanlar İçin Kediler Evde iki kedi dostumla yaşamaya başladıktan sonra yaptığım birçok araştırma ve edindiğim deneyimler doğrultusunda siz kediseverlere 10 küçük tavsiyem var / Nesil Arıyürek 1- O pencere kapalı olacak! Evinde daha önce evcil hayvan beslememiş olanların alışması ve aklında tutması zor olabilecek pencere kapatmama durumu kedinizi ortalıkta göremediğinizde dehşete düşmenize sebep olabilir. O yüzden iyisi mi siz pencerenize sineklik taktırın ve yine de
pencereleri açık bırakmamaya özen gösterin. 2- Tüyler için bant yardımı Sevgili kedinizi mıncırmak üzere kucağınıza aldınız ve daha iki saniye geçmeden Kürk Mantolu Madonna’ya dönüştüğünüzü fark ettiniz. Bu tip tüyleri üzerinizden kolayca çıkarmak için kullanılan tüy temizleme ruloları evinizde yoksa basit yapışkan bandı üzerinize yapıştırıp çekerek tüylerden kurtulabilirsiniz. 3- Oyuncak dediğin nedir ki? Tüm kedi dostları kedileri için en iyisini ister ve bir kedi için oyun çok önemlidir. Özellikle yavru ve genç kediler günün büyük
27 kısmında uyur ancak geri kalanında da oyun oynarlar. Bunun için bizler kedilerimize türlü oyuncaklar alırız ancak ilgilerinin de çabuk kaybolduğunu görürüz. Elektronik kedi oyuncaklarının yüzlerce liralara varabildiği günümüzde aslında kedinizin ihtiyacı olan tek şey bir parça ip ve kağıttan yaptığınız top olabilir. Zaten onca para döktüğünüz oyuncaklara olan ilgisi de kısa zamanda kaybolacağı için en kaliteli oyun sizin kedinizle oynadığınız basit ama eğlenceli oyunlardır.
sizin onu yıkamanız aslında kedinizi kedi yapan o özel kokusunu zamanla yitirmesine yol açar. Eğer kedinizin çok pis olduğunu düşünüyorsanız üzerine biraz pudra sürüp tozların gitmesini sağlayabilirsiniz ve eğer sürekli evde yaşayan kediniz birden kötü kokmaya başladıysa acilen veterinere gitmelisiniz.
4- Kumunu düzenli temizlemezseniz… Tuvaletini başka yerlere yapmasındaki sorumlu sizsiniz! Evet, kediler pislenmiş kuma tuvaletini yapmayı reddeder ve bunun yerine ihtiyacını başka bir yerde giderirler. Bazı kediler kumu her daim tertemiz olsun isterken bazıları da 1-2 günlük kirli kuma tahammül edebilirler. Evde kötü sürprizlerle karşılaşmamak için kumunu düzenli olarak günde bir kez temizlemek en ideali.
6- Bir kedi daha? Tüm gün çalışan veya okulda olan kediseverlerin eve geldiğinde sıkıldığı her halinden belli olan bir kediyle karşılaştığında aklına ilk gelen şey ikinci kediyi sahiplenmek olur. Bu çok doğru bir düşünce olmakla beraber ikinci kediyi sahiplenmek için tüm gün evde olmama nedeninize bile gerek yoktur. Kediler insanlarla uyum içinde yaşayabilir ancak çoğu kedi sanılanın aksine yalnızlığı sevmeyen sosyal canlılardır. Bu nedenle çoğunlukla evde kedinizle vakit geçirme imkanınız olsa bile ikinci kediyi sahiplenme düşüncesi kedinizin iyiliği için her zaman aklınızın bir köşesinde olmalıdır.
5- Sıradışı durumlar dışında kedinizi yıkamayın Bunun nedeni elbette kedilerin sudan ve yıkanmaktan nefret etmesi değil, onlar için oldukça sakıncalı olması. Kediler bir rahatsızlıkları olmadığı sürece kendilerini gün içinde pek çok kez temizleyen canlılardır ve
7- Kızmaca, vurmaca yok! Özellikle yavruyken çok yaramaz olan kedileri şiddet uygulayarak terbiye etmeye çalışmak çok yanlıştır. Kedinizin yapmasını istemediğiniz bir davranışta ona fazla bağırmadan kararlı bir sesle “hayır!” demeniz ve bu sakıncalı davranışı her yaptığında tekrar
28 etmeniz en doğrusudur. İnatçı bir kediyse de dikkatini başka bir yöne çekmek için hemen oyun başlatabilir veya onu başka bir şekilde oyalamaya çalışabilirsiniz. Ayrıca eğitim ve davranış pekiştirme için ödül mamaları verip aynı anda da kedinizin başını okşarsanız sevgi dolu bir ilişkiniz olur.
8- “Gitti güzelim …” dememek için Evinizdeki çok sevdiğiniz ve kırılabilecek şeyleri kediniz yavruyken kaldırmak doğru bir hareket olabilir. Genelde kediler büyüdüğünde ve evin her yerini keşfettikten sonra daha dikkatli olurlar. Ancak yine de yeni bir eşya geldiğinde ona alışamadan kırabilirler de. Bu yüzden ya kırılacak eşyalardan tümüyle vazgeçmeli ya da onları kedinizin asla erişemeyeceği yerlerde sergilemelisiniz. 9- Tek tip beslenmeye hayır! Kedilerin beslenmesi konusunda neredeyse herkes başka bir şey söylüyor ancak herkesin ortak noktada buluştuğu konu kedilerin tek tip beslenmemesi gerektiği üzerine. Kimse her gün aynı yemeği yemek istemez değil mi? Benim tavsiyem evinizde haftalık olarak hazırlayacağınız kaynamış ciğer-bulgur-sebzeyi (rondoda çekilmiş) günlük ana besin olarak verip kuru mamayı
da ara sıra vermek. Sadece kuru mama veya sadece ev maması kediniz için hiç de sağlıklı değil. 10- ‘’Bazı şeyler’’e yavruyken alıştırmak en iyisi Daha önce hiç tasma takmamış, tırnakları sizin tarafından kesilmemiş, dışarı çıkmamış kedinizi 5 yaşında birden hepsiyle tanıştırırsanız büyük sorunlarla karşılaşabilirsiniz. Tırnak kesimi için sürekli veterinere gitmek
29 istemiyorsanız özel kedi tırnak makası yardımıyla yavruyken alıştırdığınız kedinizin tırnaklarını kolayca kesebilirsiniz. Bir diğer alıştırma konusu olan dışarı çıkma ve tasmayı da yavruyken alıştırıp birlikte dışarıda küçük geziler yaparsanız kediniz hiç evden çıkmayan kedilere göre daha mutlu olacaktır. Avcılığı bir ata sporu olarak genlerinde taşıyan kediniz evde avlayacak bir şey bulamayabilir ancak dışarıda onu bekleyen bir çok macera olduğu kesin.
e t e z r e v i n ü
Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)
zete