/128
e t e z r e niv
端
zete
29 Ekim 2015 Sayı: 128 Genel Yayın Yönetmeni Cenk Bonfil Yazı İşleri İlgi Özdikmenli, Tuğçe Kılınç Yazılar
borusan filarmoni orkestrası sezonu açtı
polisiyenin efsane isimleri istanbul’Da buluştu
İdil Bayram, Melis Mayruk, Melis Yüksel, Naz Duru, Nesil Arıyürek, Perin Gürsel, Sırma İshakoğlu Arka Kapak:
kanserDen Değil, geç kalmaktan sinemanın 1001 rengi: bollyWooD kork
Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek Sosyal Medya Yöneticisi Sezin Katalon
Dört aDamın hikayesi: Queen
veneDik güncesi
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
Instegram: https://goo.gl/JT0p59
/ifbilgi
@ifbilgi
yeni başlayanlar için kampçılık
Değerlerimizin yok sayıldığı, demokrasi kültüründen uzaklaşıp nefretin, ayrımcılığın, ötekileştirmenin, ölümlerin bizleri nefessiz bıraktığı bugünlerde çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyor ve Cumhuriyet Bayramı’mızı canı gönülden “bir arada” kutluyoruz!
4
“Bir gün düşünün, görevi korumak olanlardan biri evinize gelip bir galoş için sizi öldürüyor. Ertesi günü düşünün, bu ülkede artık yaşanmıyor. İnsan haklarının gasp edildiği, katledildiğimiz bu yerde, her ölümün son olmasını umuyor, acılarımıza Dilek Doğan’ı ekliyoruz. İnsanlığın ve hepimizin bir kez daha başı sağ olsun.”
5
/
v i 端n
e t e z er
6
Borusan Filarmoni Orkestrası Sezonu Açtı Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası sezon açılışını 22 Ekim’de efsane kemancı Sarah Chang’le yaptı / Sırma İshakoğlu İstanbul’da klasik müzik dinlemenin en keyifli ve güncel yolu Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın konserlerini kaçırmamaktan geçer. Her konserin özelliği, ilk yarısında dünya çapında bir sanatçının konuk edilmesidir. Program da aslında gelecek olan sanatçıya göre seçilir.
BİFO ve konuğu Sarah Chang, bu konserde programa 150. doğum günü şerefine Sibelius’u koymayı tercih ettiler. Chang’in Sibelius’u daha önce bir çok konserinde çaldığı biliniyor. Sanatçılar bazı bestecileri kendilerine daha yakın bulurlar ve onların besteleri
7
hayatlarında daha özel bir yere sahip olur. Herhalde Sarah Chang de Sibelius’la böyle bir bağ kurmuş olmalı. Sarah Chang’in kim olduğuna gelirsek: Dünyanın en iyi kemancılarından biri olma unvanını kazanmış müthiş bir kadın. İlk konserini New York’ta sekiz yaşında vermiş. Olimpiyat meşalesi ile koşturmuş. Yale’den, Harvard’dan sayısız ödül almış, en güçlü 20 kadın listesine girmiş ve Küresel Lider seçilmiş. Ayrıca artık Amerika’nın Sanatçı Elçisi olarak çalıyor. Kemanını bütün bunları bilerek dinlediğinizde tüyleriniz ürperiyor doğrusu.
Gelelim besteciye: Jean Sibelius çok da eskilerden sayılmaz. 1865’te doğup 1957’de ölmüş İskandinav besteci. Yaptığı bütün bestelere ulaşılamamış çünkü bir kısmını yakmayı tercih etmiş. Finlandiya’nın en büyük bestecisi sayılan Sibelius, yaşadığı yerin soğukluğunu da bestelerine yansıtmış. Konserde orkestrayı ve keman sololarını dinlerken Allegro* bir tınıyla asla karşılaşmıyorsunuz. Yalnızca Adagio* duyuyorsunuz. Notalar ya hüznü ya aceleyi hissettiriyor. Aslında bunda bestecinin savaş yıllarında yaşamış olmasının da bir etkisi olmalı. Finlandiya’nın soğuğu ve karanlığı da
8
notaların sertliğinde bu şekilde yansıtılmış oluyor. BİFO’nun devamlı şefi Sascha Goetzel ve orkestra, Chang ve Sibelius’a keman konçertolarında müthiş bir uyum sağladı. Daha önce bir çok keman virtüözüne eşlik etmiş olsalar da bu konser bir sanatçının ağırlandığı en etkileyici konserdi. Belki de sezon açılışında Adagio’ya
ağırlık verilmesi ve üflemelilerin neşeyi duyurmaması, yaşadığımız coğrafyadaki olaylarla da bağlantılı olabilir. Kim bilir? Konser salonunda Chang’in ve kemanının varlığı olağanüstü görünüyordu. Kemanı çalarken altmış derecelik açılarla etrafına eğiliyordu ve kemanın yayını her parçanın sonunda, son notaların tellerine o kadar güçlü kaydırıyordu
9
ki adeta yayın kopacağı zamanı bekledik. Sascha Goetzel her parça arasında Chang’in elini öptü ve seyirciler her seferinde kendini alkışlamaktan alıkoyamadı. Ne yazık ki Chang sahnede yalnızca 36 dakika kaldı ve seyirci çılgınca bis* istemesine rağmen defalarca selamını verip sahneden ayrıldı. Tadı seyircilerin damağında kaldı anlayacağınız.
Günümüz, keman ve İskandinav efsanelerini BİFO’yla birleştiren müthiş sezon açılışı programı seyircinin ayakta alkışlarıyla sona erdi.
*Allegro: Canlı, neşeli ve hızlı bir biçimde *Adagio: Yavaş çalınan parça *Bis: İkinci kez, tekrar
10
11
12
Polisiyenin Efsane İsimleri İstanbul’da Buluştu Pera Palace Hotel Jumeirah, ünlü yazar Agatha Christie’nin doğumunun 125. yılı şerefine 22-24 Ekim tarihleri arasında Türkiye’de ilk kez gerçekleşen “Kara Hafta İstanbul’’ festivaline ev sahipliği yaptı / Melis Yüksel Dünyada büyük ilgi gören ve takip edilen polisiye festivallerinden biri de bu sene ilk kez Pera Palace Hotel Jumeriah ev sahipliğinde gerçekleşti. Festival kapsamında, çeşitli sürprizlere yer verilen etkinlikler düzenlendi. Bu sürprizlerden en önemlisi ve ilgi göreni ise Agatha Christie’nin torunu Matthew Prichard’ın festivale katılarak etkinliği şereflendirmesi oldu. ‘’Kara Hafta İstanbul’’ festivali çerçevesinde söyleşi yapılan yazarlar arasında, Türkiye’nin önemli ve değerli polisiye yazarlarından Ahmet Ümit, yazar ve İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi Celil Oker gibi isimler bulunurken Amerika’dan Leslie
Klinger, İngiltere’den Alexander McCal Smith gibi önemli kişiler de vardı. 24 Ekim’de katıldığım etkinlik saat 15.00’te Leslie Klinger ve Çağatay Yaşmut’un tartışmalarını dinlediğimiz “Popüler Bir Tür Olarak Polisiye” adlı panelle başladı. Leslie Klinger’a yöneltilen ‘’Romanının popüler olmasının nedeni nedir?’’ sorusuna Leslie King “İçlerinde yeni fikirlerin, kahramanların ve bizim gibi ‘sıradan’ bir hikayeyi anlatan, yakınlık hissettiğimiz insanların yer alması” cevabını verdi. Dönemi anlayarak o döneme cevap vermenin önemini de vurguladı. Çağatay Yaşmut’un, bir yazarın ve kahramanının ünlü olabilmesi ve
13
özümsenebilmesi için yazarın çok sayıda roman yazması gerektiği sözlerine Leslie King, ‘’Bence insanların ne okuyacağı kaygısından çok kendisinin de okumak isteyeceği romanlar yazması gerekiyor’’ diye karşılık verdi. Söyleşinin sonlarına doğru Yaşmut; Başkomiser Galip polisiyesinin televizyon filmi olarak çekilme ihtimalinin olduğunu, şu anda bunun hakkında çalışmalar yapıldığını dinleyicilerle paylaştı. Günün ikinci söyleşisi Bir Şehir Anlatısı Olarak Polisiye adlı panel de Celil Oker’in katılımıyla gerçekleşti. Yeni kitabının yayınlanmasının heyecanını yaşadığını belirten değerli yazar Celil Oker büyük şehirlerin polisiyeye doğal ortamını sağladığını söyledi ve romacılığı hakkında “Baktığınızda polisiye romanları hep New York, Paris, Venedik, Londra gibi şehirlerde geçer. İstanbul’u baz alarak yazmak da benim borcum gibi hissettim. İstanbul gerçekten hakkında yazılası bir şehir” açıklamasını yaptı. KUSURSUZ CİNAYET YOKTUR
17.00’de başlayan son söyleşide Ahmet Ümit yer aldı. Kendisine yöneltilen ‘’Kusursuz cinayet var mıdır?’’ sorusunu “Ne kadar tasarlarsanız tasarlayın cinayet anında bilinmedik ve beklenmedik şeyler başlar. Çeşitli ihtimaller mükemmel cinayeti engeller. Her temas bir iz bırakır” şeklinde yanıtladı. Moderatör Onur Akhan tarafından sorulan “Son dönemde yaşananlar yazılarını nasıl etkiliyor?” sorusuna ise “Son dönemlerde çok mutsuz uyanıyorum. Ülkem hakkında kaygılar taşıyorum. Karanlık ve kaygıyı hissediyorum. Kendime ‘Niye yazıyorum ki?’ diye soruyorum. Sonra, mutlaka yazmam lazım diyorum çünkü yazmak yeni, vicdanlı bir kültür yaratmakta önemli olacaktır” diyerek cevap verdi. Agatha Christie’nin ve eserlerinin anıldığı, ayrıca polisiye yazarlarının ve sevenlerinin buluştuğu “Kara Hafta İstanbul”dan, dinlediğimiz söyleşilerden sonra, aklımızda polisiyeyle ilgili yeni sorularla ve bir daha aynı ortamda buluşmak umuduyla ayrıldık.
14
Kanserden Değil, Geç Kalmaktan Kork Ekim ayı meme kanseri farkındalık ayıydı, bu ay dünyada ve Türkiye’de insanları bilinçlendirmek adına çeşitli etkinlikler gerçekleşti / Melis Mayruk Yılda yaklaşık 14.000 insan, hastalığın belirtilerinden haberdar olmadığı için, meme kanseri dediğimiz “sinsi” hastalık yüzünden hayatını kaybetmektedir. İş böyle olunca insanların daha dikkatli, bilinçli olması gerektiğinden dolayı meme kanseri ile ilgili çalışmalar önceki yıllara nazaran artış gösterdi.
Ailesinde meme ve yumurtalık kanseri olanlar risk grubunda olduklarını bilmeliler fakat yapılan araştırmalar meme kanserinin yalnızca %10’unun kalıtsal olduğunu bildirmekte. Meme kanserinin en çok rastlanan ilk belirtisi memede ağrısız kitle saptanmasıdır. Ciltte kızarma, ödem veya portakal kabuğu görüntüsü de belirtiler arasında.
Meme kanserine sinsi denilmesinin sebepleri oldukça fazla. Öncelikle bu hastalık, başlangıç evrelerinde doktora gitmediğiniz takdirde hemen anlaşılabilen bir hastalık değil. Hemen ağrı sızı yapıp sizi uyarmıyor.
Kanser günümüzde çok sık rastlanan bir hastalık olmakla beraber, meme kanseri kanser türleri arasında en sık rastlanan üçüncü kanser türü. Günümüzde önemli bir sağlık sorunu olarak gündemdeki yerini maalesef
15
korumakta olan bir hastalık. Ölümlerin ve vakaların artmasıyla beraber farkındalığın artması adına 2004 yılında tüm dünyada ve ülkemizde ekim ayı meme kanseri farkındalık ayı olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda 2004 yılından bu yana her ekim ayı tüm dünyada insanların farkındalığını artırmak için çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Yapılan etkinliklerden bazıları: 3 Ekim - Kozyatağı Kültür Merkezi Farklı şehirlerde yaşayan, Ayşe Durul Aslan, Ayşenur Parlak, Bilgen Denktaş, Elif Bozkurt, Filiz Uzunoğlu, Leyla Bahtiyar, Pınar Akçe, Rabia Ö., Rukiye Işık Doğdu ve Funda Değirmenci... İçlerinden bazısı kemoterapi merkezinde, bazılarıysa hastanelerin onkoloji bölümünün koridorlarında tanışmış olsa da aslında onları bir araya getiren Instagram olmuş ve kurdukları iletişim sırasında farkındalık oluşturmak amacıyla hikayelerini kitaba dönüştürme fikri ortaya çıkmış. Instagram aracılığıyla bir araya gelen ve aynı acıyı paylaşan on kadının hikayesinin anlatıldığı “10 Amazon Yüksek Doz Yaşam” kitabı 2015’in başında yayınlandı. O günden beri kitap birçok hastaya moral oldu ve 3 Ekim günü okuyucularıyla bir araya gelmek için Kozyatağı Kültür Merkezi’nde
bir söyleşi düzenledirler. Bu söyleşide kanserle ilk tanışmalarını, çevrenin tepkilerini, yaşadıklarını, tedavi süreçlerini anlattılar ve meme kanseri farkındalık ayı için bilgilendirme yaptılar. Kitaptan elde edilecek gelirin Kanserle Dans Derneği’ne bağışlanacağını söylediler. 10 Ekim - Armada AVM Meme Kanseri Farkındalık Sürüşü için Europa Donna Türkiye ve Harley Davidson iş birliği ile gerçekleştirilen etkinlikte insanlar Ankara Armada AVM’de buluştu. Bu etkinlik bovling turnuvası ile başlayıp renkler atölyesi ile devam etti, bilgilendirme standında broşürler dağıtıldı. Son olarak AVM önünden pembe süsler ile süslenmiş Harley Davidson motorlar Turan Güneş Bulvarı’na doğru sürüldü. Hastalar ve hasta yakınları bu etkinlik ile moral depoladılar. Etkinliğe katılan insanlar da farkındalık kazanmış oldu. 22 Ekim - R’enee Klinik Nişantaşı’nda R’enee Klinik’te gerçekleştirilen etkinliğe ünlü oyuncu Deniz Uğur da katıldı. Yaşadığı evreleri anlatan Uğur’a plastik cerrahlardan Prof. Dr. Reha Yavuzer ve konunun uzman isimlerinden Genel Cerrah Dr. Canan Gürsel de eşlik etti. Prof. Dr. Reha
16
Yavuzer;, “Memenin sağlığı ve estetiği artık bizim için birbirinden ayrılmaz bir bütün. Bu nedenle memenin sağlığına check-up yapılırken biz de meme estetiğinin değerlendirmesini yapıyoruz. Böylelikle memenin gerek doğumsal gerek hastalıklara bağlı gerekse doğum, yaşlanma ve kilo değişikliklerine bağlı bozukluklarını tespit ediyor ve düzeltiyoruz. Meme sağlığı açısından mutlaka genel cerrahi ile birlikte hastalarımızı değerlendiriyoruz. Büyük bir değer olan kadın, kadının beden bütünlüğü ve güzelliği için teknolojinin sunduğu en son yeniliklerle hizmet veriyoruz” dedi. Düzenlenen toplantıda erken tanının gerekliğinin altı sık sık çizildi. Unutmayın ki erken teşhis hayat kurtarır. Bu etkinlikler herkese ulaşamasa da çoğu insana farkındalık kattı. Böyle çalışmaların sadece farkındalık aylarında değil, her zaman gerçekleştirilmesi gerekiyor. “Bana olmaz dememeli, her ay muayene etmeli.”
17
18
sinemanın 1001 renGi: BollyWood Dünya’nın en büyük film üreticisi olan Hindistan, hem filmlerdeki başarısı hem de konuların işleniş biçimiyle dikkatleri çekiyor / İdil Bayram Yılda Hollywood sinemasının yaklaşık iki katı film üreten Hint sineması incelenmeye değer bir sinema örneği sunuyor bizlere. Hint sinemasının en çok öne çıkan özelliği filmlerinde hep bir müzikal hava olması. Neredeyse her filmde bol bol şarkı ve dansla karşılaşabilirsiniz. Ayrıca yerli film izleyicisinin, yabancı film izleyicisinden daha fazla olduğu tek ülke Hindistan. Bollywood ismi Mumbai’nin eski adı olan Bombay ve Hollywood’un birleşmesinden oluşmuştur. Amerika’nın Hollywood sineması varsa Hindistan’ın
da Bollywood sineması vardır yani. HİNT SİNEMASININ DOĞUŞU Hindistan’da yapılan ilk film gösterimi 1896 yılında oynatılan Lumiére Kardeşler’in bir filmi. Birçok dilin konuşulduğu Hindistan’da sinema beklenmedik bir ilgi gördü ve bu sayede dünyanın en çok film üreten ülkesi konumuna geldi. Açıkhava sinemasının yaygınlaşmasıyla birlikte yerli film üretimleri başladı. R.G. Torney’in ilk filmi Pundalik (1912) bir ermişin hayatını anlatıyordu. Bu filmin çıkmasının ardından Hint
19
sinemasının en büyük yönetmenlerinden Dehasaheb Phalke yeni filmler çekmeye başladı. O dönemde kadınların rol alması yasak olduğu için tüm roller erkekler tarafından canlandırıldı. Sesli
sinemanın gelmesi Phalke’nin sonu oldu. Hindistan’da birden çok dil konuşulduğundan ve 800’den fazla lehçe olduğundan dolayı sinema sektörü parçalanmaya başladı. Bombay’de en çok konuşulan Hindu’yla filmler çekilmeye başlandı ve Bombay kontrolü eline aldı. Büyük stüdyolar 1930 yılında kuruldu. ERKEN DÖNEM HİNT SİNEMASININ ÖNEMLİ İSİMLERİ Satyajit Ray: Hint sinemasının en
20 önemli yönetmenlerinden biri sayılan Ray; köyden göçü, kapitalizme geçişi, dilleri ve dinleri filmlerinde işlemiştir. Sinema tarihine geçmiş ve Hint sinemasını çok iyi tanımlayan bir sözü vardır: “Ortalama bir Hint filmi tanınmış bir şarkıcının söylediği altı yedi şarkı içerir, tek bir dansçı ya da bir topluluk dans eder, bir iyi kız, bir kötü kız, bir iyi erkek ile bir kötü erkek vardır. Konu genellikle aşk hikayesidir ama kızla oğlan hiç öpüşmez. Gözyaşı kahkahadan daha boldur. Kişiler toplumsal açıdan boşluktadır.” Tabii günümüzdeki bazı Hint filmleri sadece dans ve müzikten ibaret değildir. Çok başarılı bir şekilde işlenmiş toplumsal problemlerin de yer aldığı filmler bulunmaktadır. Raj Kapoor: Hint sinemasının sevilmesinde büyük bir pay sahibi olan oyuncudur. Aynı zamanda yönetmenlik de yapmıştır. Genelde toplumsal sorunları işleyen Kapoor’un, filmi işleyiş biçimi melodramı ve mizahı iç içe geçirmektir. Hint sinemasının yurt dışında tanınmasını sağlamıştır. Ayrıca tüm dünyada tanınan 1951 yapımı Avare filmini hem yazmıştır hem de filmde oynamıştır. Günümüzde ünlü oyunculardan biri olan Kareena Kapoor, Raj Kapoor’un torunudur.
biri, dünyaca ünlü Aamir Khan’dır. Bu ismin yanında Shahrukh Khan, Kareena Kapoor, Amitabh Bachchan gibi isimler de bulunmaktadır. Filmler genellikle üç saat olmalarıyla dikkat çekerken, konu o kadar akıcıdır ki zamanın nasıl geçtiğini çoğu kez anlayamazsınız. Türkiye’de de ciddi bir izleyici kitlesi olmasına rağmen Türkiye’deki sinemalarda hala yeterli Hint filmi gösterimi bulunmamaktadır. Eğer siz de Hint sinemasını seviyorsanız veya merak ediyorsanız seçtiğimiz filmlere bir göz atmanızda fayda var.
GÜNÜMÜZDE HİNT SİNEMASI Hint sinemasında, özellikle günümüzde birçok başarılı film bulunmakta. Toplumsal olaylar, çok büyük aşklar, eğitim sistemi, yönetim sistemi, kast sisteminden çıkan farklılıklar, aile yapısı gibi konular Hint sinemasında işlenmekte. Aynı zamanda çok başarılı oyunculara sahip olan Hint sinemasının en çok sevilen oyuncularında
3 IDIOTS Hindistan’daki eğitim sistemini eğlenceli bir şekilde eleştiren bu filmin baş rollerini Aamir Khan ve Kareena Kapoor üstlenmekte. Filmde üç arkadaşın eğitim hayatı anlatılmaktadır. Filmin IMDB puanı 8.5 olmakla beraber filmde kullanılan müzikler de çok sevilen parçalar haline gelmişlerdir. Film toplam 25 ödüle layık görülmüştür.
21
MY NAME IS KHAN Shahrukh Khan ve Kajol’un başrollerini paylaştığı adeta bir başyapıt. Film, asperger sendromlu bir Müslüman’a 11 Eylül sonrası ABD’de sergilenen ön yargılı tutumu eleştiriyor. 2009 yapımı My Name Is Khan’ın IMDB puanı 7.9. BLACK 2005 yapımı olan Black, Hindistan Uluslararası Film Festivali’nde gösterilmiştir. Başrollerinde Amitabh Bachchan ve Rani Mukerji yer almaktadır. Film; sekiz yaşında sağır, dilsiz ve kör olan küçük bir kızın, öğretmeninden öğrendikleriyle hayata tutunmasını konu alır. Türkiye’de gösterime giren “Benim Dünyam” adlı film, Black filmiyle neredeyse aynıdır. Black’te oyunculuklar çok başarılı olup filmin IMDB puanı 8,3’tür. TAARE ZAMEEN PAR (Yeryüzündeki Minik Yıldızlar) Bu filmde ünlü oyunculardan Aamir Khan hem yapımcı hem yönetmen hem de oyuncu olarak göze çarpıyor. 2007 yapımı filmde, disleksi hastalığı olan bir çocuğun eğitim hayatı boyunca yaşadığı zorluklar konu edilirken, karşısına çıkan öğretmeni sayesinde hayata tutunması ve topluma ayak uydurması ele alınıyor. IMDB puanı 8.5 olan filmin minik yıldızı da Darsheel Safary.
KAHAANİ 2012 yapımı filmde hamile bir kadının ilk kez geldiği Kolkata’da kayıp kocasını aramasını izlerken yaşadığı bir sürü aksiyona tanıklık ediyoruz. Filmin başrol oyuncusu Vidya Balan, başarılı performansıyla adeta bir yıldız gibi parlamış. Gizem filmin sonuna kadar devam ediyor ve sonu tam bir sürprizle bitiyor. IMDB puanı 8.2. Bu güncel filmlerin yanında izlenebilecek diğer Hint filmleri: Pather Panchali (Satyajit Ray) - 1955 Devdas (Bimal Boy) - 1955 Bhuvan Shome (Mrinal Sen) - 1969 Haydutlar Kraliçesi (Shektar Kapur) - 1994 Çamurlu Kış (Tareque Masud) - 2002
22
23
Dört Adamın Hikayesi: Queen Bir Queen düşünelim, ölümsüzlük tahtına oturmuş / Perin Gürsel
İngiltere’deki tek kraliçe 63 senedir tahtta oturan II. Elizabeth değildir. Bir de müziğin kraliçesi vardır. Rock müziğin İngiltere’deki kapılarını aralayan ve her yaptıkları işin ardından adından söz ettiren bir grup. 1970 yılında kurulmuş ve tüm dünyada 300 milyondan fazla satmış bir müzik grubu. Kendilerine “Queen” diye seslenerek yazıp besteledikleri her parçanın ardından bütün gözlerin sanki gerçekten krallıktan parçalarmış gibi onların üstünde olduğu dört kişi. İşte o dörtlü Brian May, Roger Taylor, John Deacon ve Freddie Mercury hikayelerinin görünen kısmının ötesinde gerçek kimlikleri ve hiç bilinmeyen yönleriyle bu yazımda bizimle birlikte. Brian May’in gitarist, John Deacon’un basçı ve Roger Taylor’un ise davulcu olduğunu hepimiz biliyoruzdur ama size asıl mesleklerinin bunlar olmadığını söylesem
24
şaşırır mıydınız? Gitarist Brian May aslında astrofizik mezunu, basçı John Deacon elektrik mühendisi ve davulcu Roger Taylor ise dişçidir. Böyle bir meslek çeşitliliği varken bu grupta yaratıcı düşünmemek imkansız bana göre. Onlara göre de öyle olmuş ki elektrik mühendisi John Deacon kendi elektrogitarını yapmış. Bunun da ötesinde astrofizik okumuş olan Brian May sesin boşlukta var oluş sürecini bildiğinden ritim olarak asal sayılardan oluşan dünya hiti “We Will Rock You” parçasını rüyasında oluşturan kişidir. El ve ayak hareketleriyle kalabalığı coşturan bu parça bir konser sonrası May’in rüyasına bağlı kalarak hayat bulmuştur. Eğer dinlemediyseniz bir kez olsun “A Night at the Opera” albümünden “Bohemian Rhapsody”yi dinlemenizi öneririm çünkü dinlerken kulağınızı Arapça sözcükler
dolduracaktır ve bir ilginç bilgi de o sözlerde saklı diyebilirim. Şarkının söz yazarı Freddie Mercury, Zerdüşt dinine bağlı bir ailenin çocuğuymuş ve bu nedenle oldukça zor bir çocukluk geçirmiş. Sanatçının ailesi hakkında tek bilgi sahibi olan May bir röportajında: “Mercury kendi hayatındaki problemleri bu şarkı ile ortaya çıkarmıştır çünkü bana göre muhteşem bir şarkının en güzel yanı onu kendi hayatınızla bağdaştırmanızdır. Mercury bunu başardı” diyerek şarkının sözlerindeki kapalı anlatımın Mercury’nin hayatına bağlı olduğunu, biz dinleyicilerle paylaşmıştır. Freddie Mercury’nin hikayesi ve hayatındaki ilginç noktalar tabi ki bu kadarıyla bitmiyor. Eşcinsel oluşu sebebiyle 1982 yılında sizce kimi erkek gibi giydirip bir eşcinsel barına götürmüştür? Prenses Diana
25
olduğunu söylesem herhalde içinizden bir “Hadi oradan canım!” diyeceksinizdir. Ayrıca Mercury’nin duygusal ilişkilerindeki soğukkanlı tavrı da her zaman ilgimi çekmiştir. Anlatılan hikayelere göre klip çekimi için Amerika’dayken Londra’da olan sevgilisi Tony Bastin ile çok kavga eden Mercury, Bastin’in onu başka bir adamla aldattığını öğrendiği an intikam almak için ziyaret amaçlı Bastin’i Amerika’dan Londra’ya ilk uçakla getirtir. Havalimanında ona her şeyin bittiğini söyler ve sonrasında onu ilk Londra uçağına koyarak geri gönderir. Anlık kararlar vermesi ve duygusal hayatı ile iş hayatı arasına kalın bir çizgi çekmesi nedeniyle imrenilecek bir sanatçıdır Freddie Mercury bana göre. Yazdıkları, besteledikleri ve içine dahil oldukları her şarkıyı dünyada bir numaraya taşıyan bu dört isim eminim ki oturdukları o tahttan ne kadar yıl geçse de inmeyecek.
Müzik dünyasında ne zaman eller ve ayaklarla bir ritim tutulsa bu dört adam akıllara gelecek. O nedenle bana göre ölümsüzdür onların müziği. Dünyanın başına ne gelirse gelsin, onlar hala kalplerde şarkı söylemeye devam edeceklerdir.
26
27
Venedik Güncesi Venedik’te dolu dolu 3 gün / Naz Duru
Venedik, Kuzey İtalya’nın doğusunda, Adriyatik Denizi’nin kuzey kıyılarında yer alan ve İtalya’nın en popüler olmuş şehirlerinden biridir. Veneto bölgesinin başkenti olan Venedik’in adacıklarını 170 kanal birbirinden ayırırken, bu kanallar üzerinde yer alan 400 civarında köprü de adacıkları birbirine bağlar.Ben de bu ‘’ada şehir’’i hep merak etmişimdir. İtalya’da birçok yere gitmeme rağmen; Venedik bana büyülü bir şehir gibi gelmiştir hep. Geçtiğimiz haftalarda nihayet yolum buraya düştü. Deneyimlerimi paylaşacak olursam öncelikle ulaşımdan bahsetmeliyim. Uçaktan indiğinizde meydana ulaşmak için deniz otobüsüne veya deniz taksisine binmeniz gerekiyor. Aralarındaki fark ise hız ve ücret tabi ki. Otobüsle diğer duraklara uğrama ve daha çok yer keşfetme imkanınız var; ancak bavullara dikkat! Her an biri sizin bavulunuzu alıp
başka bir durakta inebilir; çünkü bavullar otobüsün girişinde duruyor ve kimse ilgilenmiyor. O yüzden tüm yolculuk boyunca bir gözüm bavulumda, bir gözümse dalgalardaydı. Bir buçuk saat sonunda otobüsten inebildim ve San Marco meydanına (eğer Venedik’e gidecekseniz mutlaka oteliniz burada olsun; çünkü şehrin kalbi burada atıyor) ayak bastım. Neyse ki otelimiz tam istediğim gibiydi. Penceremi açtığımda, kanaldan geçen gondolları, köprülerde yürüyen insanları görebiliyordum. Şehir beni o kadar içine çekti ki valizimi yerleştirir yerleştirmez kendimizi sokağa attık. Caddelerde biraz gezindikten sonra karşımıza San Marco Bazilikası çıktı. Neyse ki akşam üstüydü ve çok sıra yoktu. Bazilika şehirdeki Bizans etkisinin müthiş bir yansıması ve mutlaka gidilmesi gereken bir yer! Buradan sonra yol üstünde bir restorana
28
oturduk. Eğer şık bir mekana gitmeyecekseniz, turistik yerlerdeki menüler çok benzer. Pizza, makarna ve balık ürünleri. Hepsi de birbirinden lezzetli! Ancak kötü bir haberim var. Gece hayatını seviyorsanız Venedik’te eğlence hayatı yok bu yüzden günü erken bitirmek zorundasınız; çünkü cafeler de belirli bir saatten sonra kapanmakta. İkinci günümüzü müze günü ilan ettik. İlk durağımız Santa Croce’de bulunan Ca’ Pesaro Müzesi’ydi. Bu barok binaya bayılmama rağmen, müze pek hoşuma gitmedi; ancak ilgisi olanlar galeride 19. ve 20. Yüzyıl İtalyan ressamlara ait eserler bulabilirler. Sonraki durağımız ise Dorsoduro’da bulunan Guggenheim Müzesi oldu. Tek kelimeyle harikaydı! Tüm modern sanat akımlarını içeren bu müze yalnızca içiyle değil bahçesi ve hatta butiğiyle bile insanı büyülüyor. Müzeleri gezdikten sonra biraz daha yürüyüş yaptık ve karşımıza Hard Rock Cafe çıktı. Eğer bir Hard Rock Cafe tutkunuysanız Venedik’tekine uğramayın derim; çünkü ne temiz ne de lezzetli... Yemekten sonra haliyle canımız sıkılmıştı ve güzel bir gondol turu yapalım dedik. Bir buçuk saat boyunca kendimi masaldaymış gibi hissettim, kanalın
üstünde birisi sizin için kürek çekiyor, isteğinize göre şarkı söylüyor... Kesinlikle yaşanması gereken ve çok romantik bulduğum bir deneyimdi. Üçüncü günümüzde ise deniz taksisiyle Murano Adası’na gittik. Burada camın nasıl üretildiğini ve ona nasıl şekil verildiğini izledik. Venedik cam sanatı konusunda gerçekten iddialı, ilgilenmiyorsanız bile birkaç parça cam eşya almak geliyor içinizden. Sonrasında şehre döndük ve biraz alışveriş yapalım dedik. Burada da tüm ünlü markaları bulabileceğiniz bir alan var ama bununla beraber butiklere de uğrayın derim. Ayrıca sokak aralarındaki mağazalarda çok güzel Venedik maskeleri, hediyelik eşyalar bulabilirsiniz. Akşam olunca da iki hafta öncesinden rezervasyon yaptırdığımız Osteria Da Fiore’de yemek yedik. Venedik’in en ünlü restaurantlarından ve çok lezzetli; ancak servis biraz yavaş. Dördüncü ve son günümüzde yalnızca kahvaltı edecek kadar vaktimiz vardı. Zaten tüm şehri bitirmiştik ve ben çok mutluydum. Eğer daha gitmediyseniz Venedik’i gidilecek yerler listenize ekleyin derim, pişman olmazsınız!
29
30
Yeni Başlayanlar İçin
Kampçılık
İnsanlığın “doğaya dönüş” macerasının en kalıcı deneyimini gerçekleştirmek isteyenler için tavsiyeler / Nesil Arıyürek
31
32
1- Çadırınızı iyi seçin Nice kamp maceralarının sosyal medyada görülen bir “çadır” fotoğrafıyla başlaması elbette bir tesadüf değil. Kampçılığın mihenk taşı olan çadır, seçimine oldukça özen göstermeniz gereken bir şeydir. Hemen her fiyata çadır bulunabilir ancak keyifli vakit geçirmeye gittiğiniz doğada koşullara en iyi şekilde ayak uydurmak istiyorsanız kesinlikle birazcık paraya kıymalı ve alabileceğiniz en iyi “evi” almalısınız.
yanınızda olması gereken uyku tulumudur. Tulumu; havanın alt ve üst sınır derecelerini, kamp yapacağınız bölgenin gündüzgece sıcaklığını bilmenizde ve ona göre seçmenizde fayda var. Tulumların dayandığı dereceler düşerken fiyatların da arttığı bu noktada “ben üşümem”cilerin de aradaki farkı verip “üşümem” dedikleri derecenin en az 5 derece altına kadar dayanıklı olan tulumu seçmeleri de kendi yararlarına olacaktır.
2-”Ben üşümem” deyip geçmeyin! Çadırı hallettikten sonra ikinci en önemli unsur bana göre mevsimden bağımsız olarak
3-Zaman ve mekanın önemi Gördüğünüz gibi kampçılıkta önemli iki unsur olan çadır ve uyku tulumu mevsime ve kamp yapacağınız alana göre şekilleniyor. Bu konuda benim tavsiyem ilk kamp deneyiminiz için ilkbahar aylarını tercih etmenizdir. Böylece tecrübesizken yağmurla, karla ve aşırı sıcaklarla uğraşmak zorunda kalmamış olursunuz. Yine de ilkbahar olsa bile her zaman yağış, rüzgar gibi koşulları önceden bilmek ve ona göre hazırlanmak daha iyi olur. Bununla birlikte kamp yapacağınız alan kamp yapmaya elverişli mi, duş/tuvalet var mı gibi konuları da önceden araştırırsanız ilk kamp deneyiminiz daha iyi sonuçlanacaktır.
33 onu daha da fazla kirletmemek adına kamp süresince çöpleriniz için yanınızda bir poşet bulundurmanız ve onu çöp konteynerine atmanız en doğrusu olacaktır.
4-Bugün ne yesek? Kamp yapmak dendiğinde aklınıza gelen bir diğer unsur marshmellow ise kesinlikle çok film izlemişsiniz diyebilirim. Yıllarca filmlerde hafta sonu kamp yapmaya giden, ateşin başında marshmellow kızartıp şarkılar söyleyen gençler gördük. Peki kamp yaparken tek besin kaynağınız marshmellow mu olacak? Tabii ki hayır! Eğer yemek pişirmekle aranız hiç iyi değilse en iyisi yanınıza konserve ve bozulmayacak yiyecekler almak olacaktır. Buna ek olarak azıcık bile yemek pişirme hevesiniz varsa en iyisi güvenli bir ortamda ateş yakıp yanınızda getireceğiniz sucuk veya tofuları yaş sopalara dizip pişirmektir. 5-Doğaya saygılı olun Yemeği pişirme yolunu seçecekseniz ilk olarak ateş yakmanız gerekecektir. Ülkemizde ateş konusunda aşırı bilinçsizce yapılan davranışlar nedeniyle birçok yeşil alan yanmıştır ve bu nedenle kampçıların en dikkat etmeleri gereken konu ateşi yeşil alandan olabildiğince uzakta yakmak ve işiniz biter bitmez söndürmektir. Aksi takdirde çıkan en ufak bir rüzgarda ateş ağaçlara sıçrayabilir ve büyük yangınlar çıkabilir. Bir diğer konu ise tabi ki ardınızda bırakmayacağınız çöplerdir. Doğaya saygılı olmak ve
6-İyi bir yoldaş İlla doğa ile baş başa kalmak gibi bir istediğiniz yoksa kamp yaparken yanınızda iyi bir arkadaşınızın, sevgilinizin olması kamp yapmayı en güzel kılan şeylerden biridir. Böylece birlikte yürüyüşlere çıkabilir, şarkılar söyleyebilir, birbirinizin yükünü hafifletip keyifli vakit geçirebilirsiniz. Tabii bu kişinin kamp yapmakla ilgili sizinle aynı görüşü ve hevesi paylaştığından emin olun yoksa biriniz keyfine bakarken diğeriniz sızlanıyor olabilir. 7-Eğilip bükülmeye gerek yok Çadır, uyku tulumu, “olmazsa olmaz’’ diyeceğiniz eşyalar derken sırtınıza binen yükten şikayet etmek istemiyorsanız kolay taşınabilen hafif malzemeleri seçmek en doğrusu olacaktır. Bazen aynı özelliklere sahip gibi görünen iki çadır, uyku tulumu yan yana dururken biri diğerinden daha pahalıysa bilin ki diğeri hafif olandır. Tabii bu noktada fazladan yük taşımak istemiyorsanız olabilecek en hafif malzemeyi tercih etmek en iyisi. 8-Hayat kurtaran kamp malzemeleri Küçük ama işlevsel ürünler diyarına hoş geldiniz! Ben kamp malzemelerini her zaman çok kullanışlı ve şirin bulurum. Bu şirinliklerinin yanı sıra kamp yaptığınız süre boyunca kelimenin tam anlamıyla hayatınızı kurtaracak nitelikte olan kafa lambası, küçük ecza seti ve şimdilerde çok popüler olan portatif şarj aleti gibi şeyleri yanınızda bulundurmanızda fayda var. Benim favori kamp malzemelerim ise su matarası, demir kupalar ve tabii ki olmazsa olmaz çakıdır.
e t e z r e üniv
Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)
zete