/137
e t e z r e v i n 端
zete
31 Aralık 2015 Sayı: 137 Genel Yayın Yönetmeni Cenk Bonfil Yazı İşleri İlgi Özdikmenli, Tuğçe Kılınç Yazılar Arzu Cahide Öz, Asena Kıvrak,
STAR WARS KÜLTÜN DE KÜLTÜ
KILIÇLARIN SANATI: ESKRİM
ASKIDA GÜVEN VAR
VE KARŞINIZDA O ADAM
KISA BİR MOLA
ŞİMDİ REKLAMLAR
Berk Özdemir, Cenk Bonfil, Ceyda Selin Zere, Ilgın Sarban, Tuğçe Ersözoğlu Ön Kapak: Sedef Akalın Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek Sosyal Medya Yöneticisi Sezin Katalon
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin:
Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
Instegram: https://goo.gl/JT0p59 İletişim: univerzete@gmail.com
/ifbilgi
@ifbilgi
/
v i 端n
e t e z er
4
Star Wars: Kültün de Kültü “Star Wars ‘Güç Uyanıyor’ dedi, yılın son ayı Güç’te büyük bir dalgalanma oldu.” / Berk Özdemir
5
6
“İç savaş dönemi.” İzleyicisini tuhaf bir şekilde ikiye ayıran bir film serisi Star Wars. Ya çok sevip deli gibi hayranı olacaksın ya da nefret edeceksin. Arada kalan çok az kişi vardır. Bir nevi karanlık ve aydınlık. Çekim ve senaryo olarak orta seviye bir seri olan (şu an bakıldığında) Star Wars yeni filmleri çekildikçe ve bu hayranlık nesilden nesle aktarıldıkça büyük bir kült oldu. Tabii her tarihsel olay gibi bu filmi de çekildiği döneme göre yargılamak gerekir. “Asiler için zor bir dönem.” İster 1-23-4-5-6, ister 4-5-6-1-2-3 sıralamasıyla izleyin, insanda tuhaf bir etki bırakıyor. Tabii eğer bir Star Wars hayranıyla izlerseniz, o kişi bu seriyi yalayıp yuttuğu için her bir olayın aslında bir alt metin
barındırdığını söyleyebilir. Bu sizin ilk izleyişte bile filmleri kavramanıza ve her ne kadar bir uzay ve bilim kurgu filmi olsa da nasıl politik mesajlar verdiğine ikna edebilir. Biraz önce çekim ve senaryo olarak orta seviyede yazılmasının sebebi, 2015 yılında ilk defa izleyen biri için gerçekçi görünmeyen grafikler, senaryo yetersizliği gibi nedenler öne sürülebilir. Diyalogsuz geçen uzun sahneler, Jar Jar Binks gibi karakterler, hiç de gerçekçi olmayan grafikler izleyiciyi içine çekmeyebilir. Ne var ki filmleri çekilen döneme göre değerlendirdiğinizde oturup düşünmeniz kaçınılmaz olacaktır. 1977’de vizyona giren ilk filmde gördüğünüz lazerler, robotlar, gezegen kadar büyük uzay gemileri insanda müthiş bir etki bırakıyor. Ondan
7
sonra gelen iki filmle bu etki tavan yapıyor. 1999’da başlayan diğer üçlemeyse ilki kadar çok beğenilmemekle beraber çekim tekniklerinin ve animasyon teknolojisinin ilerlemesiyle görsel anlamda iyi bir etki bırakmasına rağmen senaryo olarak içi doldurulamayan filmler oldu. Deli bir Star Wars hayranı bile sonradan çekilen ilk iki filmden pek hoşlanmayacaktır. “Luke Skywalker, arkadaşı Han Solo’yu iğrenç gangster Jabba’nın elinden kurtarmak için kendi gezegeni olan Tatooine’e geri döner.” Senaryo derinliği Star Wars evreninde önemli bir yer tutar. Sıradan bir izleyiciye içi biraz boş gibi gelse de alttan verilmek istenen mesajlar serinin kült olmasında büyük bir etkiye sahiptir. İlk seride verilen her diktatörlüğün -ne kadar güçlü olursa olsun- devrilebileceği ve ikinci seride
de ne yapılırsa yapılsın demokrasinin açıkları olduğu ve çok basit bir şekilde insanların kandırılıp diktatörlüğün elde edilebileceği mesajı izleyicide hoş bir etki bırakır ve izleyiciyi düşünmeye sevk eder. “Galaktik Cumhuriyet kargaşa içindeydi.” Diğer taraftan bakıldığında Orta Dünya veya Harry Potter evreni gibi, oluşturulan Star Wars evreni de kendine müthiş bir hayran kitlesi edinmiştir. Filmlerini bir kenara bırakırsak, Star Wars temalı satılan ürünlerden öyle bir gelir elde edilmiştir/ediliyor ki filmlerin gişe hasılatlarını geçti/geçiyor niteliktedir. Bu kadar büyük bir hayran kitlesi de firmaların gözünü döndürmüş olsa gerek ki en alakasız denilebilecek firmalar Star Wars temalı ürünler çıkarmıştır. Bir kozmetik firması Star Wars renk temasıyla oluşturulan ruj seti, bir otomobil firması
8
Star Wars’a özel indirimler yapmıştır. Bir pil firması, diğer pillerin karanlık tarafa ait olduğunu söyleyip ışın kılıçlarının şarjını bitirirken, kendi ürünlerinin daha uzun kullanılabileceğinden bahsetmiştir. Bir telefon operatörü Haliç köprüsünde tam bir mehter marşına Star Wars’un meşhur marşlarından Imperial Marşı’nı çaldırıp iki taraftan Jedilar ve Sithler’i kapıştırmıştır. Ümit Besen, konserinde piyanoyla aynı marşı çalıp ışın kılıcıyla poz vermiştir. Ekmek kadayıfı üreten Afyonlu bir firma masaya düşen bir kadayıf parçasını yıldız gemisiyle almış ve “her zerresi çok lezzetli” diyerek “Güç Afyon’da uyanıyor” iddiasında bulunmuştur. Ucuzluğuyla bilinen bir market zinciri yeni filmin vizyon günü yaptığı lisanslı ürün satışı yüzünden bazı şubelerinde izdiham oluşmasına
neden olmuş, ürünlerin konulduğu raflar bile eve götürülmüştür. YouTube’da video oynatıcı ve ses ayarlama barı ışın kılıcına dönmüş ve ses ayarlarken seviyesini ışın kılıcı sesini duyarak anlayabilmeniz sağlanmıştır. Google Maps’te navigasyonu açtığınızda normalde üçgen şeklinde gösterilen konumunuz filmde kullanılan ufak bir yıldız gemisine dönüştürülmüştür. “Galaktik senatoda kargaşa var.” Tabii bu kadar göze sokulan reklamlar ve her şeyde bir Star Wars görme durumu güzel sonuçlar da çıkarabiliyor. Örneğin bu kadar kargaşaya sebep olan son film Güç Uyanıyor’un vizyona girdiği gün Google’ın ana sayfasında ortaya çıkan bir oyun keyifli dakikalar geçirmenizi sağlıyor. Eğer bir Star Wars hayranıysanız
9
girip yaşamanız gereken bir deneyim. Siteye girdiğiniz zaman size verilen kısa linki cep telefonunuzun internet tarayıcısına giriyorsunuz ve telefonunuz bir ışın kılıcına dönüyor. Tam senkron sağlandıktan sonra başladığınız oyunda bir imparatorluk üssünden kaçmaya çalışıyorsunuz. Telefonunuzu hareket ettirerek yönlendirdiğiniz ışın kılıcıyla kendinizi koruyarak klon askerlerinden kurtulmaya çalışıyorsunuz. Ayrıca bir de Greenpeace’in yaptığı bir kamu spotu tadındaki reklamı var.
Emisyon skandalıyla çalkalanan otomobil firmasına karşı gerçekleştirilen reklamda Darth Vader o firmanın bir otomobilini çalıştırmaya çalışıyor ve Jedilar onu engellemeye geliyor. Link: https://youtu.be/nXndQuvOacU “Savaş!” Kim ne derse desin Star Wars azımsanmayacak bir hayran kitlesine, pazar payına, kültüre sahip. Her ne kadar çılgınlık derecesinde seveni de olsa Star Wars kült bir yapım ve herkesin mutlaka izlemesi gereken bir seri.
10
Kılıçların Sanatı:
Eskrim Göz ardında kalan bu sporu tanımakta yarar var çünkü “Büyükler Kılıç Dünya Kupası”, 9-10 Ocak’ta İstanbul’da! / Ilgın Sarban
11 Futboldur, baskettir, voleyboldur derken yeri geldi diğer sporların varlığını dahi unuttuk. Taraftarlık tutkusu ve medyada fazlaca boy göstermeleri sayesinde sadece belirli sporları ve takımları takip eder olduk. Hepimizin aşikar olduğu bu sporların yanı sıra, bazen bunların ardında kalan, çok popüler olmayan sporları, bu sporların yarış, maç ve organizasyonlarını takip etmenin önemli bir olgu olduğunun her birimiz farkındayız. Bu bağlamda Türkiye’de çok fazla bilinmese de özellikle Avrupa ve Amerika’da çok tutulan bir spor olan eskrim var bugün karşımızda. Yani hem
12
eskrim severler açısından hem de Türkiye adına kapsamlı bir organizasyon yanı başımızda. Eskrim kılıçla oynanan bir dövüş sanatıdır. Eskrimin bir spor olarak literatüre geçmesi orta çağa kadar dayanmaktadır. Hatta temelinin düellolardan geldiğine dair düşünceler oldukça yaygındır. Eskrim başlıca epe, flöre ve kılıç olarak üç gruba ayrılır ve bu gruplar kullanılan silah türleriyle adlandırılır. Bu üç farklı branş,
karşılaşmalarda farklılık gösterse de sayı sistemleri ve amaçları aynıdır. Ayrıca eskrim yapmak için özel ekipmanlara ihtiyaç duyulur. Bunlar tel bir kafes biçiminde bir maske, koruyucu kumaşlarla üretilmiş ceket, pantolon ve eldiven, bunların yanı sıra bir de silahtır (epe, flöre veya kılıç). Karşılaşmalar; genişliği 1.5, uzunluğu 14 metre olan pistlerde gerçekleşir. Belirli kurallar çerçevesinde rakip oyuncunun belirli bir bölgesine yapılan vuruş, uzanış veya dürtüşlerle sayı kazanılır. Bu kurallar eskrimin branşları içerisinde bazı farklılıklar göstermektedir. Müsabakalar ise önce grup maçlarıyla başlar. 6-7 kişiden oluşan gruplar önce kendi içlerinde birbirleriyle beş sayılık karşılaşmalar yaparlar. Bu karşılaşmalar sonucunda bir puan tablosu oluşturulur ve müsabakaya katılan bütün sporcular aldıkları puanlara göre sırayla dizilirler. Ardından eleme tablosu çıkar. Çapraz eşleşmeyle oynanan bu eleme maçları 15 sayılıktır ve bu maçları kazananlar bir üst tura çıkmaya hak kazanırlar. Bu sistem aynı şekilde finale kadar ilerler. Bu konuda eskrimin dikkat çekici
13
bir özelliği iki tane üçüncülük konumuna sahip olmasıdır. “Maçı kazandığın taktirde üst tura çıkarsın” mantığı savunulduğu için yarı finalde yenilmiş olan sporcular bronz madalya için birbirleriyle mücadele etmezler, her ikisi de podyumda boy gösterirler. Sanıldığının aksine eskrim, karşıdakinin canını yakmaya yönelik veya yaralanmaların sıklıkta olduğu bir spor değildir. Doğrudan yapılan hamleler rakip tarafından kolayca savunulabileceği için eskrimcinin aldatıcı hareketlerle rakibini şaşırtacak şekilde davranması gerekir.
Güç, çeviklik, strateji ve hızlı düşünmeye dayalı bu spor, kılıçların satrancı olarak da anılır. Analiz ve sentez yeteneklerini geliştirdiği düşünülmektedir. 1896’dan bu yana Olimpiyat Oyunları’nda yer alan spor dallarından biri olan eskrim, faaliyetlerini Uluslararası Eskrim Federasyonu (FIE) yönetiminde gerçekleştirir. FIE tarafından programlanan maçlar sonucunda alınan puanlar sayesinde eskrimciler Olimpiyat kotası için puan toplarlar. İstanbul, olimpiyat kotası için puan toplamak adına gerçekleştirilen müsabakaların önemli bir ayağına 9-10 Ocak 2016 tarihlerinde “Senior Ted Satellite” adı altında Büyükler Kılıç Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak. Tarabya’da Tenis Eskrim Dağcılık Spor Klübü’nde (TED) gerçekleştirilecek bu organizasyona eskrim dünyası açısından önemli isimlerin katılması bekleniyor. Eğer sen de bir spor seversen veya eskrim hakkında ufak ufak merakların oluşmaya başladıysa, izleyicinin serbest ve girişin ücretsiz olduğu bu turnuvada yerini almak çok hoşuna gidecek. İyi seyirler.
14
Askıda Güven Var
Askıya “üstü biraz tozlanmış paylaşma duygusunun tozunu almak” için siz de bir ürün bırakabilirsiniz / Tuğçe Ersözoğlu, Cenk Bonfil
Askıya ekmek bırakılan fırınları, kahve bırakılan kahvehaneleri duymayanımız kalmamıştır sosyal medyada dönen paylaşımlardan. “Askıda Ne Var”ın logosu da Kadıköy’de, Şişhane’de, bir yerde kesin gözünüze çarpmıştır da bunun başlı başına bir sosyal girişim olduğu hiç aklınıza gelmemiştir. Nasıl işlediğini, kimin ne için başlattığını hiç düşünmemişsinizdir. Askıda Ne Var, Oğuzhan Canım’ın üç seneden fazla bir süre önce başlattığı bir sosyal girişim. Amacı, Osmanlı’da uygulanan askıda uygulamasını günümüze uygulayıp üniversite öğrencilerine destek olmak. Çıkış noktaları ise “güven”. İnsanların birbirine hiç güvenmediği, herkesin her şeydeki olumsuzu gördüğü günümüz dünyasıyla herkese baştan güvenerek dalga geçer gibiler. Askıda Ne Var’ın başlangıcından şu ana geçirdiklerini, biriktirdikleri hikayeleri, sosyal girişimciliği projeye başından beri dahil olan Betül Özyılmaz ile Ashoka’nın ofisinde görüştük. Röportaj yapacağız diye gittik ama çaylarımızı alıp çok keyifli bir sohbete oturduk. Bu sohbeti aşağıdaki röportaj formuna sokmak için de bayağı uğraştık açıkçası. Askıda Ne Var’ı Betül Özyılmaz’dan
öğreniyoruz: Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz? Askıda Ne Var’a nasıl dahil oldunuz ve şu an projede neler yapıyorsunuz? Ben hala öğrenciyim. Burada, Ashoka’da yarı zamanlı çalışıyorum. Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyorum. Eğitim Bilimleri Fakültesi’ndeyim. Askıda Ne Var’da Oğuzhan başladıktan kısa bir süre sonra, onunla birlikte çalışmaya başladım. Biz çalışmaya başladığımızda Twitter’da takipçi sayımız bin kişinin altındaydı. Şu an Twitter’da kırk beş elli bine yakın bir takipçi sayımız var. Ben daha çok koordinasyonu sağlıyorum. Tabii gönüllülerimiz de var. Sosyal medyadaki yoğun akışı onlar sağlıyorlar. Günde 10-15 tane etkinlik oluyor, bazen 50 çift kişilik bilet veriyoruz. Askıda Ne Var’dan genel olarak bahsedebilir misiniz?
15
Bu projeye yemekle başladık. “Askıda yemek” İlk amacımız buydu. Daha sonra bilete, tişörte, dergi ve kupaya kadar askıya her şey bırakılmaya başlandı. Bu Osmanlı’daki askıda ekmek uygulamasının çok benzeri, sadece hedef kitle üniversite öğrencileri. Sistem şu şekilde: Örneğin, herhangi bir restoranda bir kişi geliyor, iki çorba parası ödüyor ama içmediği bir çorba parasının fişini askıya bırakıyor. Daha sonra aynı restorana gelen diğer bir üniversite öğrencisi kimliğini gösterdiği zaman bu çorbanın fişini kullanarak çorbayı içebiliyor. Biz ilk başta restoranlarla gidip anlaştık, sistemi anlattık. Anlaştığımız restoranlara Askıda Ne Var panosu astık. Bu panoları görünür bir yerlere astık ki insanların gözüne çarpsın. Daha sonra her masaya broşürler bıraktık ki gelen kişi bu sistem nasıl çalışıyor öğrensin.
Peki, Askıda Ne Var bunu ne için yapıyor? “Sadece balık mı vermek istiyoruz, balık tutmayı mı öğretmek istiyoruz, yoksa bütün balık endüstrisini mi değiştirmek istiyoruz?” diye soracak olursanız, şöyle bir şey: Bizim asıl nihai hedefimiz Türkiye’deki sosyal kapitali arttırmak. OECD bir rapor yayınlamış. Otuz beş ülkede “etrafınızdaki kişilere güveniyor musunuz?” diye bir soru sormuş insanlara. İnsanların birbirine karşı duyduğu güven seviyesini ölçmeye çalışmışlar. Otuz beş ülke içerisinde ise Türkiye’nin yeri otuz dördüncü. Etrafındaki insanlara güveniyor musun? “Hayır, güvenmiyorum.” Bu çok acı bir tablo. Bu sadece “evet güvenmiyoruz birbirimize” ile bitmiyor. Birbirlerine güvenmeyen insanlar birbirleri ile iyi iletişim kurmuyor, birbirlerini sevmiyorlar. Savaşlar, çatışmalar bitmiyor. Sürekli bir ayrıştırma var. Sen
16 oradasın, ben buradayım, biz farklıyız gibi söylemlerle sıklıkla karşılaşıyoruz. Böyle bir ortamda bizim hedefimiz üzeri biraz tozlanmış o paylaşma duygusunun tozunu almak. İnsanları tekrar paylaşmaya, iyilik yapmaya, birbirlerine güvenmeye başlatabilmek. Buna da üniversite öğrencilerine iyilik yaparak, Akıda Ne Var’ı bir araç olarak kullanarak başladık. Üniversite öğrencilerini desteklemek istiyoruz. Temelimiz buna dayalı ama bu girişimimizle hedeflediğimiz şey daha önce de dediğim gibi sosyal kapitalin arttırılması. Askıda Ne Var bugün bunun için çalışıyor. Askıda Ne Var, sadece yemek sağlayan bir proje olmaktan çıktı. Sosyal medyadan tiyatro ve konser bileti de veriliyor. Bu nasıl başladı? Bir gün Oğuzhan, Ceylan Ertem ile iletişime geçti. “Bizim böyle böyle bir projemiz var, askıya konser bileti bırakmak ister misiniz?” diye sordu. İnanılmaz iyi bir tepkiyle karşılaştık. Çıktığı televizyon programında bile bizden bahsetmiş. Ceylan Ertem ile başladık, bu domino etkisi yarattı. Birsen Tezer, Jehan Barbur, Mehmet Erdem her konserleri için askıya belirli bir sayıda konser bileti bırakmaya başladılar. Sonra tiyatro merkezleri ile anlaşmaya başladık. Sonra onlar başladılar askıya bilet bırakmaya, kırılma noktasını yaşadık. Artık tiyatro merkezleri arayıp biz de askıya bilet bırakmak istiyoruz, bu iyiliğin bir parçası olmak istiyoruz, üniversite öğrencilerini sahnemizde ağırlamak istiyoruz diyerek bize geri dönüş yapmaya başladılar. Bu sayede şu an projemiz ilerlemiş durumda. Askıda kitap oluyor, kupa oluyor, dergi oluyor. Birçok yayın evleri, kitap evleri, tiyatrolar askıya ürün bırakıyor.
Siz bu askıya bırakılan biletlerin dağılımını nasıl gerçekleştiriyorsunuz? Mekanlar, konserler, sanatçılar bize aylık veya haftalık bir program gönderiyorlar. Üniversite öğrencileri için belirli bir kontenjan ayarlıyorlar. Twitter üzerinde iki üç gün öncesinden bunun duyurusunu yapıyoruz. Retweet’leyen öğrenciler arasından seçiyoruz. Seçim kriterimiz bu, seçerken de rastgele bir şekilde seçiyoruz. Şu anki sistemimizde bunu retweet’leyen kişilerin sosyoekonomik durumunu bilmemiz mümkün değil çünkü Twitter’a bakarak kimin biletlere daha çok ihtiyacı var anlamak mümkün değil. Bundan dolayı aralarındaki sahte hesapları eledikten sonra rastgele bir biçimde seçiyoruz kişileri. Daha sonra isimlerini alıp mekanlara bildiriyoruz. Onlar da bu kişileri davetli olarak yazıyorlar. Oraya gittikleri zaman biz Askıda Ne Var
17
davetlisiyiz diyerek girip izliyorlar.
platformda göstermiş oluyorlar.
Tiyatrolar, yayın evleri kendileri askıya bir şeyler bırakmaya başladılar. Bunun karşılığında bir ücret almıyorlar. Ancak ben bir restoranda çorba bıraktığımda çorbanın parası ödenmiş oluyor. Demek istediğim tiyatroların ve yayın evlerinin ne gibi bir kazancı oluyor? Evet, restoranların bir kazancı oluyor. Burada yayın evleri ve tiyatroların şöyle bir avantajı oluyor: Çok dinamik, çok geniş bir kitleye hitap ettiğimiz için diyelim ki elli bin kişiye mailing yaptığımız zaman on on beş bin kişiye o yayın evinin sponsor olduğu ve askıya kitap bıraktığı haberi ulaşmış oluyor. Bu iyi bir reklam. Onların da böyle bir kazancı oluyor, diğer tüm markalarda da olduğu gibi. Askıya bir ürün bıraktıkları zaman kendilerini iyi bir
Peki, markaların özellikle bu proje ile görünürlük, daha fazla satış gibi beklentileri var mı? Yoksa genelde onlar da sosyal sorumluluk bilinciyle mi hareket ediyorlar? Biz sosyal girişim olarak çalışıyoruz, karşımızdaki ise bir ticari girişim, ticarethane ama bir ortak paydada buluşabiliyoruz. Onlar askıya ürün bırakıyorlar, biz de onların bir anlamda reklamını yapıyoruz. Belki retweet sayılarını görmüşsünüzdür. Çok yüksek oluyor. Hele sevilen bir ürünse 1000-1500 retweet alıyor ve bu retweetler iki yüz bine kadar görüntüleme sağlıyor. İki yüz bin kişiye ben o markanın görselini, reklamını yapmış oluyorum. Belki de Twitter veya Facebook’ta reklam vererek ulaşamayacağı rakamlara ulaşmasını sağlıyorum. Bunu tatlı ve pozitif bir bağlamda
18 gösteriyorum. “Askıya bir ürün bırakmış, askıda olan bu ürün ihtiyacı olan bir üniversite öğrencisine gidecek.” Dolayısıyla onların cebine doğrudan para kazandırmıyorum ama böyle de bir reklamını yapmış oluyorum. Projeye ilk bakıldığında akla maddi kazançla ilgili “Sizler bir kazanç sağlıyor musunuz? Yayın evleri, markalar nasıl bir kazanç sağlıyorlar?” gibi birçok soru geliyor akla. Bu bir güven aşılama, sosyal girişim platformuyken bizim bunca maddiyatı sorguluyor olmamız normal mi? Biz şu an bu projeden para kazanmıyoruz. Sadece bir aracı kurum gibi davranıyoruz. Askıya ürün bırakılıyor, biz de bunları ihtiyaç sahibi üniversite öğrencilerine ulaştırıyoruz ama sosyal girişimler para kazanabilirler, bu kötü bir şey değil. Sosyal girişimciliğin, sosyal girişimcilerin önceliği her daim sosyal fayda yaratmak. Toplumda gördüğü o probleme çözüm üretebilmek ve bu çözümü sürdürülebilir kılabilmek. Her zaman öncelikle kendi vücut bütünlüğünü devam ettirdikten sonra yaptığın işin daha da yayılması, etkisinin artması. Bunun için de tabii ki bir finansal sürdürülebilirlik gerekiyor. Dolayısıyla para gerekiyor. Bunun için birçok sponsorla, markayla görüşmeye gidiyoruz. Ancak şu an bundan kendimiz para kazanmıyoruz ama kazanıyor olsaydık da bu yanlış bir şey olmazdı çünkü burada önemli olan önceliğin ne olduğu. Ben daha fazla para kazandığım zaman, fazla kazandığım parayı cebime atmıyorum. Ne yapıyorum? Gidiyorum Ankara’da beş restoranı daha üye yapıyorum. Üye yapma işleminde ben onlardan maddi bir destek beklemiyorum ama pano yaptırmam, broşür bastırmam gerekiyor. Kazandığım fazla parayı böyle değerlendiriyorum.
Ekonomik durumu belki birçok öğrenciden daha iyi olan öğrencilerin de Askıda Ne Var’daki birçok biletten, üründen retweet yaparak yararlanmak istemesi sizce yanlış bir davranış mı? Yanlış bir şey değil. Tabi ki ihtiyaç sahibi öğrencilere ulaşmak önceliğimiz ama ihtiyaç perspektifinden değil de güven perspektifinden, paylaşmak iyilik yapmak perspektifinden bakarsak paylaşma, paylaşılandan yararlanma hakkı herkesin. Sen de bür üniversite öğrencisi olarak retweet’leyebilirsin. Yani askıdaki ürünleri retweet’lemek herkesin hakkı. Bir keresinde şöyle bir şey oldu: Mangal Keyfi’ndeyiz, Askıda Ne Var üye restoranlarından bir tanesi. Bir tane öğrenci geldi. Orada çalışan kişi “Bak askıda fiş var, onunla ödeyebilirsin.” dedi. Öğrenci “Yok abi, şu anda param var. Ben kendi cebimden ödeyeyim, olmadığı zaman fişi alır kullanırım.” dedi. Buna şahit olunca gözlerim doldu. Çok mutlu oldum o kişinin bu bilinçte olmasına. Paylaşmak güzel bir şey. Tabii ki öncelik ihtiyaç sahipleri diyoruz ama paylaşmak her zaman güzel bir şey. O öğrencinin yaptığını günlerce düşündüm daha sonra. Öğrencisin, ne kadar paran olabilir ki? “On liramı saklayayım da askıdan yiyeyim” diyebilirdi ama bu şekilde yaklaşması müthiş bir şey. Yakalamak istediğimiz, görmek istediğimiz bilinç de bu ve bu tip örnekleri yavaş yavaş görmeye başladık. Hatta geçen gün şöyle bir şey oldu: Bade diye bir arkadaşımız Oda Tiyatrosu’nun bir oyununa askıdan aldığı biletle gitmiş. Sonra oradaki hocalarla tanışıp edebiyat aşkından, tiyatroya olan ilgisinden bahsetmiş ve “gel, biz sana eğitim verelim” demişler ve orada eğitim almaya başlamış. Sadece bir retweet’le içindeki potansiyeli gerçekleştirmeye başlıyor. Şimdi, onun
19 oynayacağı oyun için askıya bilet bırakılacak. Bunun için aracı olmamız mükemmel bir şey. Benzer bir şekilde, bizden etkilenerek bir fırın askıda ekmek vermeye başlamış. Biz bunu görmek istiyoruz. Birileri daha iyilik yapmaya, paylaşmaya başlasın. Güvensinler. Osmanlı’da bir yere bırakılan yardımları sadece ihtiyaç sahiplerinin aldığı hikayeleri anlatılır ya. Demek ki o zamanlar insanlar güveniyorlarmış. Şimdi ise en çok aldığımız soru “Ya suiistimal edilirse? Özel okul öğrencileri de almaz mı? ” Bizim perspektifimiz bu değil. Biz birbirimize güveniyoruz. Sana güvenmem için bir şey yapmana gerek yok. Projenin tanıtıldığı televizyon programlarında, Askıda Ne Var’ın İstanbul, İzmir, Bursa, Ankara ve Eskişehir’de olduğu söylenmiş fakat internet sitesinde Eskişehir yok. Bu özellikle dikkatimizi çekti çünkü Eskişehir öğrenci şehri. Oranın durumu nedir? Yine biraz sosyal girişimciliğe gireceğim. Bizim ilk başta hedefimiz üniversite olan her ilde Askıda Ne Var uygulamasını başlatmaktı. Ondan sonra fark ettik ki sayıyı arttırmadan önce elimizdeki sayı üzerindeki etkimizi görmeliyiz. Onları nasıl etkiliyoruz? Mesela bu tiyatro örneği, bir fırının Askıda Ne Var’ı duyduktan sonra “Aa bak, üniversitelerde bunu yapıyorlarmış, hadi ben de başlatayım.” demesi… Böyle hikayeleri duymak istiyoruz. Bu sebeple etkimizi derinleştirmemiz gerektiğini düşünmeye başladık. O yüzden dedik ki biz İstanbul’da şu an yirmi – yirmi beş restorandayız. Yirmi – yirmi beş restoranda kalalım, önce bunun etkisini arttırmaya çalışalım. Ulaştığımız insanlar üzerinde ne yaptığımızı gözlemleyelim, sonra başka illere yayılalım çünkü sadece bilet vererek
bu etkiye bir adım atıyorsunuz ama biraz daha derinlemesine bir iş yapmak istiyoruz. Bu nedenle illere yayılmayı biraz sınırladık açıkçası. Burada biraz daha derinleştikten sonra Bursa’ya geçelim, Ankara’ya geçelim. Ama Eskişehir başladı. Eskişehir koordinatörümüz oradaki mekanlarla, Devlet Tiyatrosu’yla görüşmeleri sürdürüyor. Yine de dediğim gibi, isteseniz her ilden bir üniversite öğrencisi seçip “hadi başlatıyoruz” deyip başlatabilirsiniz ama bir anda 100’e çıkarsın ama her basamakta ne yaptın, ne ettin, etrafındakilere ilham verdin mi, nasıl etkiledin? Bunları görebilmek için biraz daha yavaş yavaş gidiyoruz. Tabii ki Eskişehir’de de böyle hikayeler duymak istiyoruz. Anlaşmalı olduğunuz restoranlar genelde öğrencilerin gittiği restoranlar. Askıya bırakanların da öğrenci olması gibi bir sorunla karşılaştınız mı? Öyle bir sorunla hiç karşılaşmadık açıkçası çünkü mesela Mangal Keyfi’ne, ilk restoranlardan biri, çok öğrenci gidiyor ama sadece öğrenci değil, herkes gidiyor. Seçerken tabii ki bir Mama Shelter seçmiyoruz. Öğrencilerin de gittiği ama aynı zamanda askıya bir şeyler bırakabilecek insanların da gittiği restoranları seçiyoruz. Yani dürümü herkes yiyor. Öğle arası veya iş çıkışı yemeğe giden çalışan biri de gidiyor, üniversite öğrencisi de gidiyor. Ev yemekçileri de aynı şekilde. Bunlara dikkat ediyoruz. Hiç “buraya hep üniversiteliler gidiyor, kim askıya yemek bırakacak” gibi bir sorunla karşılaşmadık. İlla bırakan birileri oluyor. Peki projeyi öğrenciler dışında başka ihtiyaçlı insanlara yaymayı düşündünüz mü hiç?
20 Dediğim gibi, odağımızdaki grup belli. Bundan kaymayı şu an çok düşünmüyoruz ama tabii ki etkimizi gözlemledikten, yayıldıktan sonra belki düşünebiliriz ama şu an için böyle bir şeyi daha etkili olmak adına düşünmüyoruz. Mesela tiyatro biletlerinin manuel değil de elektronik ortamda dağıtılması ve daha ulaşılabilir olmak öncelikli çünkü bu sefer çok bölünüyorsun. Mesela mülteci problemi… Onların da yardımca ihtiyacı var ama bu sefer işin içine farklı dinamikler giriyor. Farklı bir kitleye hitap ediyorsun, o kitleyi nerede bulacaksın? Şimdi üniversite öğrencilerinin nereye gittiğini biliyorsun. Birkaç yıldır bunun üzerine çalışıyoruz. Önce bunu tamamlayalım, ondan sonra. Şu an için üniversite öğrencileri. Herkesin bildiği Burger King, Mc Donald’s gibi fast food restoranlarıyla, tek bir şubesiyle bile çalışmak sizin bilinirliğinizi çok arttıracak bir şey. Böyle yerlerle çalışıyor musunuz veya çalışmayı hiç düşündünüz mü? Düşündük ve böyle zincir fast food restoranlarıyla görüştük. Domino’s ile görüştük, daha büyüğü, bir – bir buçuk yıl boyunca Yemek Sepeti’yle görüştük ama böyle büyük firmalarla bunu yapabilmek çok zor. Tek bir şubesinde başlatamıyor böyle bir şeyi tabii ki. Başlatacaksa bütün şubelerinde başlatacak ama ellerini taşın altına sokmaktan çekiniyorlar açıkçası. Çok denedik, hala görüşmeye de devam ediyoruz. Köfteci Ramiz’le, başka zincir restoranlarla görüşüyoruz ama daha “Evet, biz bunu bütün restoranlarımızda başlatalım.” diyen olmadı. Mesela Simit Sarayı’yla görüştük. Belki Twitter’da görmüşsündür. İnanılmaz bir etkileşim yakaladık. Görüşmeye gittik. Böyle bir şey yapmaya yerinin zaten
olmadığını söyledi. Simit Sarayları’nın düzenin anlattı, kasa kısmındaki yoğunluk… Ben bu yoğunluğu kaldıramam diyor. Mesela yakında çok güzel bir ev yemekçisi var. Hem fiyatları uygun hem her kesim gidiyor. “Çok güzel bir proje” dedi ama “benim bunun için bir personel daha çalıştırmam gerek.” O yükün altına girmekten de çekiniyor. Bir Mc Donald’s veya Burger King, Domino’s bu operasyonun altına kolayca giremiyor ama olsa dediğin gibi, çok güzel olur. Yine de buna yakın yerler var. Mesela Pizza Vegas var. Yaklaşık bir on şube kadar oldular. Hisarüstü’nde, Kadıköy’de, burada, Cihangir’de… Bunların hepsinde askıda pizza var ve cidden farklı yerlerde oldukları için oraya gelenlerden projeyi haber yapanlar oluyor. “Cihangir’deki Pizza Vegas’ta askıda uygulaması var” diye paylaşıyorlar. Bu tabii bilinirliğimizi arttırıyor ama büyük şirketlerle anlaşmak çok kolay olmuyor. Daha anlaşamadık yani. Belki ilerleyen dönemlerde anlaşırız.
21
Peki bilinirliğinizi arttırmak için bir çalışma yürütüyor musunuz? Sosyal medyada veya televizyon kanallarında? Evet, kesinlikle istiyoruz. Beyaz Show’daki 2013’tü sanırsam. 2013’ten bu yana proje çok basamak atladı. Çok daha farklı şeyler yapmaya başladık. Biz bunları da duyurmak istiyoruz. En son 2015 içerisinde, Üç Adam’a çıktık. “Bakın böyle bir proje var.” diye diye oraya çıkıp projeyi anlatma şansımız olmuştu ama bunlar çok kolay olmuyor. Bir marka televizyona çıkıp bir dakika veya daha az bir süre reklam vermek için milyonlar veriyor. Bana verdiği süre sekiz saniye kadar oluyor. Askıda Ne Var diyorsun, bitiyor zaten. Duyurmak için çabamız var. O yüzden röportaj oldu mu geri çevirmiyoruz asla. 2015 içinde yine birkaç radyo programı, birkaç röportaj olmuştu. Ayşe Arman’a ulaşmaya çalıştık. Tugay Tuna diye bir arkadaşımız var. O da lise öğrencilerine kod yazmayı öğreten bir
Yazılım Kulübü kurdu. On sekiz yaşında. Bu projesi üzerine Tugay’la röportaj yapmıştı. Biz de ortak bir alanımız var dedik çünkü o da sosyal girişimcilikle bağlantılıydı. Ama bir türlü ulaşamadık. Ayşe Arman’a ulaşsak muhtemelen çok daha geniş bir kitleye erişebiliriz. Acun’a ulaşmaya çalıştık. Yani hep çalıştık ama belirli bir sonuç alamadık çünkü onlar da inanılmaz yoğun çalışıyorlar. İstediğimiz şeyi alamadık henüz. Belki sizin yardımınız da olur. Bir yerden giysi alırken veya yemek yerken orayı kaliteli yapan illa ürünün kalitesi değil de orada yemek yiyebilmek, o parayı verebilmek oluyor. O yüzden belki bazı yerler öğrencinin kendisinden para vermeden yemek almasını hoş görmeyebilir. Tamamen ticari kaygılarla. Bizim görüştüğümüz markalar zaten lüks restoranlar değil. Domino’s veya Burger King tabii ki böyle bir şey ister. Muhtemelen kitlelerinin %80’i üniversite
22 öğrencisidir. O yüzden oralardan böyle bir geri bildirim almadık. Böyle bir geri bildirim alabileceğimiz bir marka veya restorana da gitmedik açıkçası. Giysi markalarında belki olabilir. Kaft tişört veriyor. Kaft zaten öğrenci sever, mükemmel bir marka. En başından beri onlarla çalışıyoruz. Onun dışında öğrencilerin kurduğu tişört markaları var. Sizin okuldan biri vardı hatta. The Cool Bear. Bilgi Üniversitesi’nden mezun veya hala öğrenci. O askıya ürün bırakmıştı. Zaten askıya ürün bırakan kişilerin ve markaların üniversite öğrencileriyle veya bizim yaptığımız işle ya da -nasıl diyeyim- o felsefeyle yakınlığı oluyor. O yüzden o sıkıntıyı yaşamadık. Güzel bir yere denk geldi. Evet, reklamını yapmış oluyorsunuz markaların ama markalar bunu ticari kaygıyla mı yapıyorlar yoksa gerçekten sosyal sorumluluk bilinci var mı? Çetin pazarlıklara girmedik hiç. “200 görüntülenme alırsam on tişört bırakırım” gibi bir pazarlık olmadı hiçbir zaman. Böyle bir markaya hiç denk gelmedik. Tabii ki bir ticarethane olduğu için orası, para döndürmeleri gerekiyor ve reklamlarının yapılması işlerine geliyor ama böyle bir şeyin içinde bulunmak, sosyal sorumluluk bilinciyle yapmak daha ağır basıyordur diye düşünüyorum. Tabii ki karşılığını da alıyorlar. İkisi aslında dengede gibi. Ne sadece sosyal sorumluluk bilinci, ne sadece ticari kaygı. İkisi birlikte bence. Projenin başlangıcından bu yana çok ilerleme kaydettiğinizi söylediniz. Bu ilerleme sizin için tatmin edici mi ve bundan sonra neler var?
Tabii ki. Başlangıçta iki üç restoran vardı, sadece bir sanatçı bilet bırakıyordu, nasıl olacak diye düşünüyorduk. Bir yandan da ümitliydik çünkü herkesin çok hoşuna giden bir projeydi. Kararsızdık biraz. Olabilir de ama kimsenin ilgisini de çekmeyebilir. İçimizde hep bir umut vardı ama. Bir yerden sonra kırılma noktasına gelir diye. Bu şekilde çalışmaya devam ettik. Hiç bırakmadık çalışmayı. Twitter’da ne kadar etkinlik oluyorsa hepsini duyurduk, hala duyurmaya devam ediyoruz. Yavaş yavaş bu güne kadar geldi. Bunun için düzenli bir çalışma gerekiyor tabii. Gönüllü çalışan arkadaşlarımızın inanılmaz katkıları oluyor. Daha önce de söylediğim gibi projeyi daha da ilerletmek istiyoruz tabii. Sosyal girişimlerde şöyle bir şey vardır: Bir girdi vardır. Bir şey koyarsın ortaya. Bunun bir çıktısı olur, bir sonucu olur, bir de etkisi olur. Girdimiz askıya bırakılan on bilet. Çıktı da “askıda artık on bilet var”. Bu on biletle ben yirmi öğrenciye ulaştım. Bu de sonucum. Bir de etkim var. Ben bu yirmi öğrenciye
23
ulaştıktan sonra ne yaptım? Bu yirmi öğrenci askıdaki bileti kullanıp tiyatroyu izledi ve sonrasında ne oldu? Benim burayı çok iyi ölçmem gerekiyor. Şu an odaklandığımız nokta burası. Evet, belli bir sayıyı yakalıyoruz, güzel de bir sayıyı yakalıyoruz. 1000’e yakın öğrenci her ay tiyatroya gidiyor. Peki bu öğrencilerden yüzde kaçına ben bir şeyler yapabiliyorum? Mesela Bade örneğini anlattım ya. Tiyatroya başlamış. Mükemmel bir şey. Bunu kaçı yapıyor? Siz bunun geri dönüşünü nasıl öğrendiniz? Kendisi mi döndü? Bir arkadaşımız aracılığıyla öğrendik. Sonra biz Bade’ye ulaştık. Bunu bizim daha sistematik hale getirmemiz gerekiyor. Projeyi önce derinleştirmemiz gerekiyor etki ölçümünü yapabilmemiz için. Ondan sonra tabii ki daha kolaylaştırılmış bir şekilde, mesela belki mobil uygulamayla, telefona gelen bir kodla, çok daha basit ve erişilebilir bir şekilde öğrencilerin tiyatroya gitmesini, yemek yemesini sağlayabiliriz.
Bunu daha kolay erişilebilir hale getirmek istiyoruz ve dediğim gibi, en önemlisi sosyal kapitalin çoğaldığını görmek için “1000 öğrenci tiyatroya gittikten sonra ne oldu?” kısmıyla ilgilenmek istiyoruz. Ondan sonra da bunu yüzde yüz sağladık dedikten sonra diğer üniversiteler, diğer iller, belki daha sonradan dezavantajlı diğer gruplar diye devam etmek istiyoruz. Etki ölçümünü daha sağlam yapabilmek ve ayrıca projeyi finansal olarak daha sürdürülebilir bir hale getirmek benim projedeki öncelikli hedefim. Ünversite öğrencileri olarak, üniversite öğrencilerini düşünüp böyle bir projeyle uğraşan kişileri tanımaktan çok memnun olduk. Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Ben teşekkür ederim. Askıya ürün bırakmak veya askıdan ürün almak için: http://www.askidanevar.com/ https://twitter.com/askidanevar https://tr-tr.facebook.com/AskidaNeVar/
24
Ve Karşınızda O Adam Machintosh, NEXT ve iMac’ın arkasında saklı olan hikayeyi görmeye hazır olun / Arzu Cahide Öz “Steve Jobs”, karşımıza üç farklı teknoloji ürününün arka perdesinde yaşanan olayları biz Apple meraklılarına tüm açıklığı ile anlatıyor. Film 2013 yılındaki “Jobs” filminden farklı olarak bizi üç farklı ana zamana ve Steve Jobs ve ekibinin yaşadığı sıkıntılara misafir ediyor. Eğer siz de 21.yy’ın dahisinin hayatını biraz daha merak ediyorsanız bu yazı tam size göre. Aaron Sorkin’in senaryosunu yazmış olduğu ve Danny Boyle’un yönettiği Steve Jobs filmi günümüzde herkesin elinde olan iPhone’ların geçmişini merak edenler için
güzel bir alternatif oluşturuyor. Film Walter Isaacson’ın kitabı “Steve Jobs”tan uyarlanmış fakat filmin senaryosu hakkında bir sürü yorum yapılıyor. Aaron Sorkin, Steve Jobs filmine senaryo yazarken bazı eleştirmenlere göre The Newsroom’a bölüm yazıyormuş gibi senaryo yazmış. Ünlü senarist eleştirilerin büyük bir bölümünü filmin senaryosunun dizi senaryosuna benzetilmesinden alıyor bazı kesimlere göre. Bilmeyenlere küçük bir dipnot: Aaron Sorkin, The Newsroom’un senaristiydi. Film üç farklı ana bölümden oluşuyor. Belki
25
bu özelliği ile eleştirmenler tarafından bir dizinin bölümlerini anımsatmış olabilir ancak bence Steve Jobs’ın üç yapıtının arka planına bu denli odaklanılmış olması seyirci açısından merak giderici. Steve Jobs hakkında hiçbir şey bilmeyen biri bu filmden çıktığında Steve Jobs’ın kim olduğunu ve günümüzde elimizden hiç eksik etmediğimiz teknoloji ürünlerinin nasıl bir oluşum sürecinden geçtiğini öğrenmiş olarak ayrılacak filmden. Filmin artı yönlerinden biri Steve Jobs’ın gerçek bir insan olarak gösterilmesiydi. Çoğu filmde karakterleri çok abartılı bir mutlak mükemmellik içinde görüyoruz ancak bu filmdeki Jobs kariyerindeki iniş çıkışlarla, tüm insanlar gibi sorunları olan bir bireydi. Gerek sorunları çözüm yolundaki eleştirilebilirliği, gerekse kızı ile olan ilişkisi Hollywood filmlerinin sahteliğinin aksine gerçeklik doluydu. Film zaten bir biyografi diyebilirsiniz fakat yönetmen veya senarist yine de bu konuları ele almayabilirdi bile. Sadece Steve Jobs’ın kariyerindeki yükselişe odaklanabilirlerdi. Jobs’ın böylesine içimizden biri olarak yansıtılması son derece hoştu. Öte yandan Stewe Wozniak ile olan ilişkisi 2013 yılında gösterime giren filmde daha yüzeysel bir şekilde yer alıyordu. Steve Jobs ve Stewe Wozniak Apple Şirketi’ni
birlikte kurmuşlardı. Aralarındaki diyalog, 2013 filminde pek de sağlıklı aktarılmamıştı. Oysaki 2015 versiyonu olan filmde sadece Stewe Wozniak’ın takılmış plak gibi Steve Jobs’a Apple 2 grubundan sürekli olarak bahsetmesini istediğini görüyoruz. Eğer 2013 ve 2015 filmleri arasındaki bu farka bakacak olursak 2013 yılında gösterime giren Jobs filminin daha ayrıntılı bir şekilde ilişkilerine yer verdiklerini görebiliyoruz. Micheal Fassbender’ın oyunculuğu ise beni büyülemeye yetti. 2013 yıllında gösterime giren Jobs filminde Steve Jobs’ı canlandıran Ashton Kutcher’ın performansını geçtiği söylenebilir. 2015’teki performansı ile #bastırMichealFassbender diyorum Ashton Kutcher’a karşı. Bir yandan da filmde Kate Winslet’ı görüyoruz.Aslında Winslet’ı genellikle hep baş karakter olarak görmeye alışkınız ama bu film ile bir istisna geçiyor kendileri bizlere ve hangi rolde oynarsa oynasın karakterinin hakkını güzelce veriyor. Filmi izlediğinizde sizler de Steve Jobs’ın nasıl bir pazarlama dahisi olduğunu anlayacaksınız. Sorunlara karşı asla yılmayan ve yepyeni yaratıcı düşüncelerle karşımıza çıkan Steve Jobs ürünleri kadar hayatıyla da insanları büyülemeyi başarıyor.
26
Kısa Bir Mola
Sömestr tatili için klasikleşen yerlerden bunalıp, yeni yerler keşfetmek isteyenlere… / Ceyda Selin Zere
Trabzon’un turizm cennetlerinden biri olan Uzungöl, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından turizm merkezi olarak seçilmiştir. Çoğu insan tarafından bilinmeyen Uzungöl, ülkemizdeki en ilgi çekici yerlerden birisi. Doğal güzellikleriyle görenleri kendine hayran bırakan bu yer, Çaykara ilçesine bağlı ve şehre uzaklığı 99 km olmasına karşın, otobüs ve uçakla gelenler için düzenlenen seferlerle ulaşımı oldukça kolay. Yerli ve yabancı turistlere adeta bir görsel şölen yaşatan Uzungöl, uzun ve sakin doğa yürüyüşlerinin yanında yamaç paraşütü gibi aktivitelere de oldukça müsait. Yamaçlardan düşen kayaların
Haldizen Deresi’nin önünü kesmesi ile oluşan göl, adını da buradan alıyor. Karadeniz iklimi yaşanılan beldede, oldukça serin yayla havası hüküm sürüyor. Uzungöl’ün en ilgi çekici taraflarından bir diğeri ise konaklamak için gölün çevresine konumlandırılmış otel ve pansiyonlar. Yaz-kış konaklayacak yer bulmanın zor olduğu Uzungöl, ara dönem tatilinizde sakin, huzurlu ve doğayla bütünleşip yorgunluğunuzu atabileceğiniz bir tatil imkanı sunuyor.
27
28
Hepimizin bildiği gibi 60 milyon yıl önce lav ve küllerin püskürmesiyle oluşan Kapadokya, doğanın ve tarihin bütünleştiği bir yer. Kapadokya, başta Nevşehir olarak, Kırşehir, Niğde, Aksaray ve Kayseri illerine kadar uzanan özel bir bölgedir. Sanılanın aksine Kapadokya, sadece yaz aylarında gezilmez. Kış için özel ve bir o kadar da yararlı bir tatil geçirmek isteyenlerin mutlaka gitmesi gereken Kapadokya, beyaz kar altında görenleri büyülüyor. Şapkalarına kar düşen peri bacaları, yol kenarlarında bembeyaz yapraklarıyla selamlayan kayısı ağaçları ve göz alabildiğine uzanan karla kaplı vadiler, tarihinin yanında adeta bir görsel şölen imkanı
sunuyor. Soğuk kış günlerinde hem bu mükemmel manzarayı canlı görme imkanına erişmek hem de bu manzara eşliğinde özel Kapadokya şarabını yudumlamak kısa soluklu kış tatillerinde büyük bir fırsat sunuyor. Göreme Vadisi’ne ilerlendiğinde ulaşılan Esentepe, vadiyi en tepeden izleyip, peri bacalarını ve Erciyes Dağı’nın bu büyüleyici görüntüsünü fotoğraflama imkanı da sunuyor. Hem ülkemizde mutlaka görmeniz ve güzelliğine şahit olmanız gereken Kapadokya’yı görmek hem de bu tarihe bembeyaz kar görüntüsü altında şahit olmak istiyorsanız, kış tatiliniz için Kapadokya hayır denemeyecek bir seçenek olabilir.
29
30
İstanbul’a yakınlığının en büyük avantajlarından biri olduğu Maşukiye, şehrin kalabalığından kurtulup yeşile olan özlemi giderebilmek için seçilebilecek en uygun yerlerden. Sapanca Gölü’nün yakınlarında, yeşil dokusu ve temiz havasıyla sizi kucaklayan Maşukiye, kış aylarında ağaçlar yapraklarını dökmüş
ve serin esen rüzgarda insanı rahatlatan dokusuyla adeta yakınımızdaki küçük cennet. Burada yapılacak şeylerin başında, alabalık vadisine doğru tırmanışa geçmek var. Birbirinden ilginç yeşil tabiatında kestane, meşe gibi ağaçları barındırdığını rahatlıkla görebilir, temiz havayı soluyabilirsiniz. Kışın aldığı yağışlarla daha da coşan tabiatı, size tam bir görsel şölen sunuyor. Dağlardan doğal olarak gelen sulardan oluşan şelalesi ise doğallıyla adeta bu doğa tatilindeki tüm eksiklikleri tamamlıyor. Aynı zamanda Kartepe’ye yakınlığıyla da ilgi odağı olan Maşukiye, birden fazla yeri gezme ve kış tatilinizi çeşitlendirme imkanı sunuyor. Şehrin yakınında bu denli güzellikler sunan belde, kışın bir soluk almak istediğinizde düşünmeden tercih edebileceğiniz nadide bir yer.
31
Zonguldak’ın Gökçebey ilçesine bağlı Bakacakkadı beldesinde olan tatil köyü, Doğu Anadolu’nun doğal güzelliklerini bir kez daha gözler önüne seriyor. Ankara ve İstanbul’a olan yakınlığıyla da birçok
ziyaretçiye ev sahipliği yapan köy, bakir denebilecek doğal yapısıyla gelenleri adeta büyülüyor. Ağaçların ve odunsu bitkilerin bolca bulunduğu ve botanik bahçesi olarak adlandırılan Zonguldak Arboretum’u, bulunduğu bölgelerde en önemli tabiat alanlarından biri olarak ziyaretçi akınına uğruyor. Nefes almak için yapılan kış tatillerinde, 194 dönüm alanı kaplayan tabiatı, yayvan ve iğne yapraklı bin bir çeşit bitkiden oluşan doğasıyla adeta tüm kötü enerjinizi alıp, doğaya doyumu sağlıyor. Olta balıkçılığı, foto safari, trekking gibi sunduğu sınırsız imkanlarda av ve yaban hayatını da barındırıyor. Doğayla olan ilişkinin yanında, çoğu yerde yapamayacağınız türde imkanlar sunan Zonguldak Arboretum’u, kısa bir mola için ziyaretçilerini bekliyor.
32
33
Beyşehir Gölü’nün batısında, Toros Dağları’nın uzantısında olup Anamas Dağları ile bütünleşen ilçe, Akdeniz iklimi ve karasal iklim arasında bir iklime sahiptir. Yeşilliğin hakim olduğu Isparta’nın Yenişarbademli ilçesi, denizden 1150 metre yüksekte ve doğal güzellikleriyle tatil için hem yaz hem kış aylarında sıkça tercih edilen yerlerden biri. Coğrafi konumu dolayısıyla tarih boyunca birden fazla uygarlığa ev sahipliği yapan ilçe, sadece doğasıyla değil, tarihi güzellikleriyle de beğeni topluyor. Turizm açısından büyük oranda şanslı sayılabilecek Yenişarbademli’nin ev sahipliği yaptığı tarihi öğelerin başlıcaları; Pınargözü Mağarası, Kubad-ı Abad, Dedegül Dağı, Karagöl ve Kız Kalesi Adası sayılabilir. Her birinin ayrı bir hikayesi ve önemi olan bu tarihi yerler, ilçeyi önemli kılan unsurlardan. Tarihi yönünün yanında, dört mevsim yeşil kalmayı başarabilen ilçe, dağcıların uğrak mekanları arasında yer almayı başarmış. Dağcılık faaliyetinin de turizmdeki yerini yadsıyamayacağımız Yenişarbademli, kış aylarında yapacağınız tatillerde hem tarihiyle hem doğasıyla muhteşem bir tatil vaat ediyor.
34
Şimdi Reklamlar Reklam deyip geçmeyin… / Asena Kıvrak
“Reklam işte canım hepsi bir şeyi satmayı amaçlıyor sadece” deyip geçmeyin! Evet sektörde lanet ettiğimiz, yerden yere vurduğumuz reklamlar yok değil ama yaratıcılığın hakkını veren reklamları da unutmak olmaz. Bu hafta da reklam sektörüne ilginizi ikiye katlatacak reklamlardan bahsedelim birazcık. Bardağın dolu taraflarına da bakmak lazım arada.
Coca Cola’nın Renk Körlerine Özel Mesajı Coca Cola yüzde 35 oranında daha az kalorisi olan Stevia’lı Coca-Cola Life’ı tanıtmak için Danimarka’da ilginç bir tanıtıma imza atıp sadece renk körlerinin okuyabileceği bir “billboard”la karşımıza çıktı bu sefer. Bu zeki ve aynı zamanda oldukça dikkat çekici reklamın amacı ise “azınlıkları hedef alarak çoğunluğa ulaşmak”mış. Bu ilginç reklamın amacına ulaştığı su götürmez bir gerçek. Azınlıkları cezbederek aynı
zamanda çoğunluk grubun da kafasını karıştıran, ne olduğunu merak ettiren bir “billboard” olmuş. Böylelikle Coca Cola bir kez daha farkını ortaya koymuş oldu.
Pınar Süt Reklamı/ Pınarla Büyüdüm Nil Karaibrahimgil Nil Karaibrahimgil’in yine o güzel ve yaratıcı besteciliğini kullandığı bir reklam filmi olmuş. Pınar’ın da uzun yıllardır kalitesini koruduğu markasına yakışır, nesillerdir hayatımızda olduğunu bize nostaljik anımsatmalar yaparak hatırlatan bir reklam. Eminim izlediğinizde sizin de yüzünüzde tebessüm oluşmuştur. Ayrıca marka eskiliğini vurgulayarak da aynı zamanda güvenilirliğine de vurgu yapmış oldu ve yerini sağlamlaştırdı. Bu şarkı bir kaç sene daha zihinlerimizden silinmeyecek gibi.
35
Fiat Egea - Ezber Bozan Sedan Reklamı Yeni Fiat Egea’nın reklamı alışık olmadığımız reklam senaryolarından biri olmuş. Hepimizin Behzat Ç. karakteriyle aşina olduğumuz Erdal Beşikçioğlu’nun da bu reklama karakteri ve özellikle ses tonuyla tabiri caizse “cuk oturan” bir oyuncu olduğunu da söyleyebiliriz. Reklamın en önemli amacı hedef kitleyi belirlemek ve ona göre reklamı kurgulamaktır. Bu reklamda ise bunu açıkça mizahi bir dille yapmışlar ve bence çok da tatlı olmuş. Marka bu araba için hedef kitlesini reklamın başında belirtiyor ama öyle bir üslupla söylüyor ki kendinize konduramıyorsunuz ve reklamın sonunu merak ediyorsunuz, sonunda oyuncunun da dediği gibi kanalı değiştiremiyorsunuz. Klasik araba reklamlarına benzemeyerek ve mizahı yüksek senaryosuyla dikkat çekmeyi başararak benim hafızamda uzun süre kalacak bir reklam olmayı hak etti. Siz ne dersiniz?
Orkid Kız Gibi Yap Reklamı - Nil Karaibrahimgil Nil Karaibrahimgil demişken Orkid’in şahane bir kampanya olarak yürüttüğü ve #kızgibi hashtag’iyle başlattığı reklam kampanyasından bahsetmemek olmazdı. “Kız gibi koşmak”, “kız gibi vurmak” tabirleriyle özellikle ergenlik çağında genç kızların kendilerine olan özgüvenlerinin zedelendiğini ve hatta çocuk yaşta bile bunun kız çocuklarına bu şekilde öğretilmesinin ne kadar yanlış olduğunu vurgulayan bir reklam filmiydi. Televizyonlarda bizim karşımıza çıkan şekli ise “kız gibi yap sen n’aparsan” şarkısıydı ama bu reklam filminin bir de uzun versiyonu olan röportajlı kısmını internetten izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Orkid’in bu reklamla birlikte saygınlığı benim gözümde iki kat daha arttı ve bu hassas konuya değinilmesi çok hoşuma gitti çünkü biz kız gibi yaparsak en iyisini yaparız. Reklam deyip de geçmemek lazım. Bazen reklamların tek düzeliğine sinirlensek de böyle yaratıcı reklamları da unutmamak gerek. Böyle başarılı işler arttıkça reklam sektörünün önemi daha da artıyor ve gelişiyor. Umarım hep böyle güzel reklamlar yazmak zorunda kalırız. http://www.mediacatonline.com/ coca-coladan-renk-korlerini-hedef-alan-kampanya/
e t e z r e v i n ü
Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)
zete