ÜNİVERZETE 144

Page 1

/144

e t e z r e niv

zete


18 Şubat 2016 Sayı: 144 Genel Yayın Yönetmeni İlgi Özdikmenli Yazı İşleri Berk Özdemir, Cenk Bonfil, Tuğçe Kılınç Yazılar Arzu Cahide Öz, Beliz Kuyumcuoğlu, Berk Çakırel

RADYOCULAR “SİHİRLİ” MİKROFON BAŞINDA

Ön Kapak: Sedef Akalın Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım

“OYUN”UN AŞIĞI: KAAN KURAL

Erdal Özbek Sosyal Medya Yöneticisi Arzu Cahide Öz

İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin:

Twitter: http://goo.gl/4WDwpo

Facebook: http://goo.gl/jx7hxb

Instagram: https://goo.gl/JT0p59 İletişim: univerzete@gmail.com

/ifbilgi

@ifbilgi

JULIAN CASABLANCAS’DAN “TIRANLIK”


ANKARA


4

Radyocular “Sihirli” Mikrofon Başında Oyunculara, müzisyenlere ödül var da radyoculara yok mu / Arzu Cahide Öz Hayatımızda internetten ve televizyondan daha önce radyolar vardı. Zaman geçti, teknoloji ilerledi fakat radyolar hayatımızdan hiç çıkmadı. Belki onları eskisi kadar kullanmadık, “aman radyonun modası geçti” dedik ama radyo ve radyocular hep eski yerlerinde kaldılar bizler için. Sihirli Mikrofon Radyo Ödülleri de aslında radyoyu ve radyocuları anmak ve varlığının önemini anlatmak için bir hatırlatıcı niyetinde düzenlenmiş bir organizasyon. Radyoculara verilen önemin bu kadar geç hatırlanması üzücü olsa da “bu bir

başlangıçtır” diyoruz. Bu sene dördüncüsü düzenlenen Sihirli Mikrofon Radyo Ödülleri, sahiplerini 11 Şubat 2016 Perşembe günü Zorlu Center PSM salonunda buldu. Genellikle ödül törenlerine hep hile karıştığı, oylamanın adil geçmediğinden bahsedilir ancak Sihirli Mikrofon Radyo Ödülleri vatandaşın internet üzerinden oylama yapabildiği bir platform. Ödül sahiplerini daha önceden kimse bilmiyor ve hatta ödül töreninde sonuçların bulunduğu zarfların mühürlerinin zor açılmasıyla ilgili birçok şaka dönüyor. Sanırım bu


5

cümlelerden sonra ödüllere herhangi bir hile karışmadığını fark etmişsinizdir. Gelelim bu seneki ödül töreninde nelerin gerçekleştiğine: Ceyhun Yılmaz’ın esprili sunumuyla geçen ödül töreninde İrem Derici yeni albümünden Dantel parçasını ilk kez izleyici ile buluşturdu. Ödül töreninde Zara, Kubat, İrem Derici, Ozan Doğulu, Emre Kaya, Behzat Gerçekel ve yeni kurulan Grup 27 ile Gripin’in solisti Birol Namoğlu sahne aldı. Daha önce gerçekleşen ödül törenlerine nazaran bu yıl düzenlenen ödül törenine katılımın daha fazla olduğunu Cem Aslan şu sözlerle dile getirdi: “Eskiden bu ödül töreninde sonlara doğru iki üç adam ve salonları temizleyen arkadaşlar kalırdı fakat şu an

baktığımda salonun dopdolu olduğunu görmek çok hoş.” Fatih Belediyesi’nin düzenlediği Sihirli Mikrofon Ödül Töreni’nin radyocuları ve radyoları bu denli güzel bir organizasyon ile hatırlamasına bir alkış da biz Üniverzete ekibinden geliyor. Şimdi gelin dördüncüsü düzenlenen törende kimlerin hangi ödülleri almış olduğuna bakalım. Sihirli Mikrofon Onur Ödülü: OKAN BAYÜLGEN Sihirli Mikrofon Gelecek Vaat Eden Radyo Programcısı Ödülü: UĞUR BOZDAĞ, DOĞANCAN ÖZADLI Sihirli Mikrofon Özel Ödülü: AFRİKALI ALİ, BEDİRHAN GÖKÇE, GEVEZE SHOW Yılın En İyi Ulusal Radyosu:


6

POWER TÜRK Yılın En İyi Yerel Radyosu: TRT İSTANBUL KENT RADYO Yılın En İyi Pop Müzik Radyosu: KRAL POP Yılın En İyi Yabancı Müzik Radyosu: NUMBER 1 FM Yılın En İyi Slow Müzik Radyosu: SLOW TÜRK Yılın En İyi Halk Müziği Radyosu: MEDYA FM Yılın En İyi Üniversite Radyosu: ÇANAKKALE ON SEKİZ MART ÜNİVERSİTESİ RADYOSU Yılın En İyi Arabesk Radyosu: AŞK FM ANKARA Yılın En İyi Talk (Konuşan) Radyosu: ALEM FM Yılın En İyi Haber Radyosu: A HABER RADYO Yılın En İyi Spor Radyosu: RADYO SPOR Yılın En İyi Tematik Radyosu: MORAL FM

Yılın En İyi Dijital Radyo Portalı: KARNAVAL.COM Yılın En İyi İnternet Radyosu: RADYO İSTANBUL AJANSI Yılın En İyi Radyo Show Programı: GAZOZ AĞACI - CEM ARSLAN Yılın En İyi Radyo Programı: ARAGAZ - PASCAL NOUMA & KADİR ÇÖPDEMİR METRO FM Yılın En İyi Radyo Konuk Programı: YASEMİN ŞEFİK - BEST FM Yılın En İyi Şiir/Edebiyat Programı: GÖLGE - TALHA BORA ÖGE - RADYO 7 Yılın En İyi Yerel Radyo Programı: BAYDAMAR ERSİN - RADYO 2000

Ödüllerini alan tüm radyocuları ve radyo kanallarını tebrik ediyoruz. Radyonun hayatımızdan hiç eksik olmaması dileğiyle…


7


8

“oyun”un aşıĞı: kaan kuRal


9

“Bir takım teklifler her zaman oldu ama ben oyunu çok seviyorum abi. Bir takımın tarafında olmak bana tuhaf geliyor” / Berk Çakırel

O; sempatik ve eğlenceli kişiliğiyle, oyuna olan hakimiyetiyle yorumladığı maçları daha da keyifli hale getiren, Türkiye’de bir nesle basketbolu sevdiren isim. Basketbol yorumculuğunun duayen ismi Kaan Kural’la gerçekleştirdiğimiz keyifli röportaj sizlerle… Basketbola ilginiz nasıl başladı? Profesyonel basketbolculuk geçmişiniz var mı ve nasıl bir oyuncuydunuz? İlgim şöyle başladı: Ben Ankaralıyım. O zamanlar ortaokul vardı. 12 yaşında İstanbul’a yatılı olarak geldim. 12 yaşında bir çocuk kendi yaşadığı ortamdan geldiği zaman hayata tutunacak bir takım ilgiler arıyor. Bizim okulda da basketbol çok ön plandaydı. Yani her yer basketbol sahasıydı. Yatılı okuyorsun bir de. Bütün gün oradasın. Yani ilk olarak bir şekilde kendimi tanımladığım bir hobi olarak başladı. Sonra da çok sevdim. Sonra Amerika’dan kasetler falan geliyordu, NBA maçlarını izledim, uydudan maçlar izledim. Hem izleyici olarak hem oyuncu olarak çok keyif aldığım bir şey oldu. Bir de okulun nüfusu az olduğu için hemen basket takımına girme fırsatım oldu. Yani zaten rekabet çok düşüktü. Öyle bir keyif olarak başladı. Profesyonel olarak hiç oyuncu olmadım. Zaten hiçbir zaman o seviyeye gelmedim. Yani oyunu biraz daha aklıyla oynamaya çalışan ama yetenekleri sınırlı bir oyuncuydum ve çok üst düzey bir oyuncu olmadım hiçbir zaman. Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunusunuz. Basketbol yorumculuğuna, spor medyasına nasıl adım attınız? Hep kafanızda mıydı yoksa tesadüf mü? Hiç alakam yoktu. Ben yatılı olarak geldiğimde Robert Koleji’ne gelmiştim. Robert Koleji’ni bitirdim, Boğaziçi’ne girdim. Şöyle, o zaman da tabii seyrediyordum, bizim lise takımına antrenörlük yapıyordum, fakülte takımında da oynuyordum aynı zamanda ve Boğaziçi Üniversitesi’nde de Sports Committee’de yani Spor Kulübü’nde organizasyonlara katılıyordum. Onun bir dergisi vardı. Ona çok


10

küçük yazılar yazıyordum. Daha sonra amatör bir dergi vardı, orada NBA yazıları oluyordu. Okuduğum bir dergiydi. Bir gün NBA yazıları kesilince onlara telefon ettim “Niye kesildi” diye. “NBA yazan arkadaşımız ayrıldı” demişlerdi. Ben de “Ben size yazayım mı?” dedim hiç aklımda yokken. Orada gene amatör amatör yazıyorum, hiç gitmiyorum. Yiğiter Uluğ, o zaman Yeni Yüzyıl’ın spor müdürüydü. O da Boğaziçi mezunu. Boğaziçi dergisinde, daha sonra da o dergide yazılarımı görmüş. O kadar büyük bir tesadüf oldu ki. Ben tam 96’da mezun oldum. “Ne yapacağım, dışişleri sınavına mı gireceğim, başka işler mi yapacağım” falan filan diyordum. Garanti Bankası’nın sınavına da girmiştim. Tam o sırada Fast Break dergisi Sabah grubuna geçti. Yeni Yüzyıl da Sabah grubundaydı. Yiğiter Abi’ye gidip “Nasıl yapacağız nasıl edeceğiz, basketboldan anlayan biri lazım” demişler çünkü çok uzmanlık isteyen bir iş. Onun da aklına ben gelmişim. Beni çağırıp dedi ki “Fast Break’e yazı işleri müdürü olur musun?” Ben de dedim ki “Abi iyi hoş da ben yazı işleri müdürü ne iş yapar onu bile bilmiyorum.”

“Ya ne olacak üç ay sürünürsün. Sonra senden iyisini bulamayız. NBA’i, Türkiye Ligi’ni biliyorsun.” dedi. Ben de kabul ettim. Aklımda bile yoktu böyle bir şey yapmak. Basketbolu seviyordum, seyrediyordum ama başka da bir şey yaptığım yoktu. Hani üç beş bir şey karalıyordum ama yazı yazmak değildi o. Şimdi sosyal medyada yazanların yazdığı gibiydi yani. O zamanın blog tutması gibi düşün. Hiç aklımda yokken “İyi” dedim iyi de para verilince. İlk üç ay hakikaten de süründüm yani ama sonra oradan başladık. Sonra gazete mazete derken gitti. Televizyonda yorumladığınız ilk maçı hatırlıyor musunuz? Hatırlıyorum. 2002 Aralık Philadelphia-Lakers. Türkiye’de basketbolla özdeşleşmiş ve oyuna bu kadar hakim bir isim olarak hiç koçluk veya yöneticilik yapmayı düşündünüz mü? Teklifler aldınız mı? Bir takım teklifler her zaman için oldu. Koçluk için değil ama yöneticilik için ama


11 ben oyunu çok seviyorum. Bir takımın tarafında olmak bana tuhaf geliyor. Zamanında Beşiktaş’tan gelmişti. “Ben Beşiktaş yöneticisi olsam, Galatasaray-Beşiktaş maçı olsa, Galatasaray son saniye basketi atsa kalkar sevinirim ben son saniye basketi olduğu için. Bayağı da komik olur.” diyordum. Bana çok uygun gelmedi. Diğer tarafta çok daha memnunum yani. Turizm gibi düşün. Benim işim rehberliğe benziyor biraz. Ayasofya’yı gezdiriyorum. Ne bileyim, Ayasofya müdürü olmak… Olabilir ama bu tarafını daha çok seviyorum. Rehberlik işini daha çok seviyorum. Aktarmayı, anlatmayı daha çok seviyorum yani. Bu sezon Türk takımlarının Avrupa’daki şansını nasıl görüyorsunuz? Özellikle Fenerbahçe’den beklentiler çok yüksek. Euroleague şampiyonluğu mümkün mü? Euroleague şampiyonluğu denen kavram Euroleague organizasyonuyla çok bağlantılı. O yüzden Avrupa’nın en iyi takımı olabilirsiniz ama Euroleague şampiyonluğundan bahsetmek kolay değil. Final Four denen düzen, son derece adaletsiz bir düzen. 35 maç yapıp daha sonra tek maçla yarı final, tek maçla final belirlenmez. Tek maçta her şey olabilir. İkinci dakikada iki faul alır Vesely, ondan sonra o maçı kurtarabilirsen kurtar. Son dört seneye bakıyorsun, İstanbul’daki Final Four’da Avrupa’nın en iyi takımı açık ara CSKA’ydı. Şampiyon olamadılar. Ondan sonraki sene Real Madrid açık ara Avrupa’nın en iyi takımıydı. Şampiyon olamadılar. Ondan sonraki sene yine Real Madrid açık ara Avrupa’nın en iyi takımıydı. Yine şampiyon olamadılar. Olympiakos ve Maccabi, çok daha güçlü olan takımları bir maçlığına da olsa yendiler. Hatta hiç unutmuyorum David Blatt, Maccabi şampiyon olduğu zaman “10 kere

oynasak dokuzunda Real Madrid kazanırdı” demişti. Ama bir kerede kazanabiliyorsun. O yüzden şampiyonluk ayrı. Hedef, Final Four’a çıkmaktır. Orada ne olacağına sonra karar verirsin, tecrübelenirsin. Mesela geçen sene tecrübesizlikten dolayı yarı finalde çok kötü oldu. Öyle olmaması gerekiyordu. Ha aday mıdır adaydır. O zamanki form durumuna bakmak lazım. Önemli olan Final Four’a çıkmaktır. Taraftar böyle bakmaz ama ben kişisel olarak hep şunu söylerim: Bence üç sene üst üste Final Four oynamak bir kere şampiyon olmaktan daha iyidir. Yani “ya bir kere şampiyon olacağız, iki sene Final Four’a çıkamayacağız ya da üç sene üst üste Final Four oynayacağız” desen ben üç sene üst üste oynamayı tercih ederim. Önemli olan, bunu bir gelenek haline getirmek. Türkiye Basketbol Ligi’ni artık Avrupa’daki en kaliteli üç lig arasında sayabilir miyiz? Bir basketbolsever olarak baktığınızda ligimizdeki oyun sizde heyecan uyandırıyor mu? Sayabiliriz. İspanya, Rusya ve Türkiye. Kısmen heyecan uyandırıyor çünkü rekabetçi olarak öyle. Saha içi çizgiler de öyle. Gerçekten çok üst düzey bir rekabet var. Özellikle yabancı sınırı kalktıktan sonra. Rekabetçi açıdan çok iyi bir lig oluyor ama ben lige sadece çizgiler içinde oynanan oyun olarak bakmadığım için -işin rekabet tarafında, organizasyona da çok önem verdiğim için- bizim organizasyon konusunda kat etmemiz gereken çok yol var. Onu söylemek lazım. Mesela Avrupa’nın en iyi üç ligi İspanya, Rusya ve Türkiye şu anda ama Avrupa’nın bence en iyi ligi şu anda Almanya. Bizim örnek olarak Rusya’yı değil, Almanya’yı almamız lazım. Organizasyon olarak ço yol kat etmemiz lazım. Şu da var:


12

Tüm büyük takımlar Avrupa kupalarında oynadığı ve ligi ikinci planda tuttukları için lig rekabetini biraz önemsemiyorlar. O yüzden oyun seviyesi çok değişken oluyor Avrupa kupalarıyla ligde. Tabii o biraz sorun ama çok da normal bir durum. Nisan 2015’te Yazıhaneden.com’da, değişen basketbol anlayışını anlatan, “Bu Oyun Böyle Oynanır” adlı bir yazınız yayınlandı. Büyük beğeni toplayan bir yazı oldu. Geçtiğimiz sezon Golden State’in şampiyonluğuyla zirveye ulaşan “modern basketbol” kavramı tam olarak neyi ifade ediyor ? Oyun nasıl oynanıyor artık? Aslında onun öncülüğünü yapan 2000’lerin ortasındaki Phoenix Suns’tır. Neyi ifade ediyor bu? Buna Amerikalılar “Pace and Space” diye güzel bir isim taktı. Tempo ve alan paylaşımı. Artık her şeyi çok daha çabuk yapıyorsun. 2000’lerde “low possession high fundamental” basketbolu oynandı. Yani düşük top sayısı ve yüksek fundamental. Daha yavaş oynansın ama daha keskin yapılsın her şey diye. Şimdi daha hızlı oynanıyor. “Rapid reaction” (ani reaksiyon) basketbolu oynanıyor çünkü

savunma nicelikten, hücum nitelikten güç alır. Savunmanın nicelik kazanmasına izin vermeyeceksin. Yani, savunma koordine olamadan gafil avlamak üzerine kurulu her şey. Ne kadar çabuk oynarsan, ne kadar erken oynarsan, savunmayı ne kadar gafil avlarsan o kadar büyük avantaj sağlıyorsun. Alanı ne kadar açarsan o kadar büyük avantaj sağlıyorsun. Yani sıkışık yerde değil geniş alanda oynaman lazım ve çabuk oynaman lazım. Bunu anladığı zaman takımlar, tamamen oyunlarını evirdiler artık. Dünya genelinde de öyle ama NBA’de çok daha fazla. Mesela orta sahayı yürüyerek geçen oyuncu görüyor musun? Hani Naumoski terini silerdi ya… Öyle hiçbir şey görmüyorsun artık. Herkes koşarak geçiyor çünkü ne kadar erken gelirsen ne kadar erken başlarsan o kadar büyük bir avantaj var. Tempo ve alan paylaşımı. Özeti bu yani. Tabii bir sürü, tonlarca detayı var. Merak edenler yazıyı okuyabilir. Yazı çok uzun zaten. NBA’de bu sezonun şampiyonluk adayları olarak kimler öne çıkıyor? Golden State, San Antonio ve Cleveland.


13 Ama Golden State ve San Antonio esasen. Bu sezon Türkiye’de NBA’in yayın haklarını geçtiğimiz sezon olduğu gibi yine hiçbir kanal almadı. Geçtiğimiz sezon sadece play-off’lar Sports TV’de yayınlanmıştı. Sizce bunun nedeni yeterli seviyede izlenmediğinin düşünülmesi mi yoksa başka sebepler mi? Çok pahalı. Çok pahalı olmasının yanı sıra gecenin bir saatinde olduğu için özellikle açık kanalların hiçbirinin verme ihtimali yok. Çünkü reklam potansiyelleri çok düşük. Platformlar için de bütçesel olarak çok pahalı. Dolar da çok arttığı için çok pahalı geliyor yani. Sürekli içerik ürettiği için aslında çok iyi de bir ürün. Her gece bir maç üretiyor. Yeterince izleniyor da aslında. Çünkü dünyada spor yayıncılığı denince 3 temel şey vardır : Formula 1, Premier Lig ve NBA. Ha Türkiye için aynı ölçekte geçerli olmayabilir ama. NBA çok pahalı geliyor gördüğüm kadarıyla. Ben tabii yönetici değilim, satın almacı değilim ama benim gördüğüm kadarıyla çok pahalı geliyor yani. Bu sezon NBA’de All-Star oylamasına sosyal medya da dahi edildi. Baya da tartışma yarattı. Artık insanlar retweet yaparak bile oy verebiliyorlar. Bu uygulama hakkında düşünceniz nedir? İşin suyu çıktı. Olmadı abi. Tamam çok daha fazla insanı dahil etmeye çalışıyorsun, yap eyvallah da işin suyu çıkıyor abi bir süre sonra. Az daha Zaza All-Star oluyordu yani. Zaten o yüzden böyle olmadığını görüp seneye bunu yapmamaya karar verdiler. Çünkü çok küçük de olsa bir emek gerekiyor. Yani, bir sayfaya girip tek tek seçsen en azından düşünerek yapmış oluyorsun. Diğer türlü düşünmeden herkes

basıyor tamam mı ? Öyle olmaz. Mesela Kobe’nin bu kadar oy almasının sebebi de o. Taylor Swift’in 72 milyon takipçisi var. Bir tane tweet’i retweetliyor, 15.000 tane retweet alıyor zaten abi. Oralarda iş karışıyor yani. İnsanlar neye oy verdiğini bilmeden bile oy veriyorlar. O, iyi bir fikir değil yani. Bir çok kez yorumcu olarak NBA finallerini yerinde izlediniz. En unutamadığınız, kendinizi orada bulunduğunuz için şanslı hissettiğiniz maç hangisidir? Abi tartışmaya gerek var mı sence? 2013 Miami-San Antonio 6.maç. O, NBA tarihinin en önemli, en manyak 3-4 maçından biri ve ben oradaydım yani. Ondan daha manyağı çok nadir olur. Her basketbolseverin özellikle sevdiği, favori oyuncuları vardır. Sizde yeri ayrı olan basketbolcular kimlerdir? Tabii ki Larry Bird başta. Çünkü Larry Bird bana basketbolu sevdirmiş 4 figürden biridir. Doğal olarak Michael Jordan. Benim gençliğime denk geliyor Jordan’ın kariyeri. Onunla birlikte büyüdüm. Ama ben genelde süper yıldızları çok sevmem. Böyle biraz daha sessiz oyuncuları severim. John Stockton mesela benim için çok özeldir. Hakeem Olajuwon keza. Şimdi mesela şu anda NBA’de en sevdiğim oyuncular… Mike Conley’i çok seviyorum mesela. Benim 5 tane ‘evladım’ var : Mike Conley, Bradley Beal, Khris Middleton, Draymond Green ve Joakim Noah. Evlatlarım diyorum ben onlara. Süper yıldız değil hiçbiri yani ama seviyorum. Amerika’daki basketbol yorumcuları içinde en keyifle dinlediğiniz isim kimdir? Hiç tartışmasız, Walt Frazier. Yanına


14 yaklaşamaz kimse. Baba her açıdan efsane ya. Sesi çok güzel, benzetmeleri harika, oyunu iyi okuyor. Bir de babanın öyle güzel bir R&B sesi var ki, şarkı söylüyor gibi maç yorumluyor ya. Öyle dinle sadece. Walt Frazier’la yarışamaz kimse. O çok ayrı bir yerde yani. Knicks geçen sene rezilin reziliydi. Açıp Knicks maçı izliyordum sırf onun sesini dinleyeceğim diye. Bu sene daha izlenir en azından Knicks. O yüzden Knicks iyi olsun istiyorum abi. Maçı da izlemek bir keyif olsun, Walt babayı dinlemenin dışında.

kitap yazma planınız var mı? Geçen sene kolektif bir iş olarak ‘Dünya Yanarken’i yazdık Yazıhane ekibiyle birlikte. Bireysel olarak aslında hep var planım. Yani kitap yazmak çok güzel bir şey ve geride bıraktığın şeyler açısından en kalıcı olan şey ama abi ben 5 ayrı işte birden çalışıyorum. Ona ayırabilecek zamanım yok. Konsantre olmak zor geliyor. Tembellik ediyorum da diyebilirsin ama yakın zamanda olmayacak. Ama daha ileride, biraz daha emekliliğe yakın baya yazmayı düşünüyorum.

Basketbol dışında en çok hangi sporları izlemekten keyif alıyorsunuz? Amerikan Futbolu, Formula 1, tenis. En çok bunlar.

Son olarak, geçtiğimiz sene League of Legends yorumculuğuna başladınız. Bu durum nasıl gerçekleşti? Türkiye’de e-sporun gelişimi hakkında ne düşünüyorsunuz? Şöyle; ben çok uzun yıllardır bir ‘gamer’ım zaten. Yani ben ‘oyuncuyum’ abi. Oyun oynamayı çok severim. Temelde basketbol dediğin şey de bir oyun aslında. Fiziksel olarak topu sektirmenin bilgisayar oyunu oynamaktan veya Monopoly oynamaktan bir farkı yok. Ya da ‘Bu Tarz Benim’ de bir oyundur tamam mı? Baba, işin içine rekabet ve seyirci girdiği zaman buna ‘competitive gaming’ denir. O yüzden benim için bunların arasında çok fazla fark yok. League of Legends nasıl oldu? Geçen sene ben fiili olarak basketbol yorumculuğu yapmadığım için League of Legends izlemeye başladım ve gerçekten de izlemesi keyifli bir oyun. Şöyle; tenis izlemeyi seviyorum dedim ya, onu da öyle izlemeye başladım. Daha sonra birtakım bağlantılar sayesinde benim o maçların yorumunu yapmamı istediler. Profesyonel bir teklifte bulundular. Ben de dedim ki “Tamam izlemeyi seviyorum da anlamıyorum bir şey.”. Böyle bakıyorum “aa güzelmiş lan.” falan diyorum. ‘Bana izin verin’ dedim. O sırada

Futbolda Arsenal taraftarı olduğunuz biliniyor. Nereden geliyor Arsenal sevgisi? Fever Pitch kitabını okumuştum. O yüzden. Herkes de futbolla çok ilgileniyordu. Ben de hiç ilgilenmediğim için Fever Pitch kitabını okuduktan sonra çok hoşuma gitti. Fever Pitch’i biliyor musun bilmiyorum. Nick Hornby’nin kitabıdır. Çok da güzel bir kitaptır. Orada adam Arsenalli diye ‘iyi ben de Arsenalli olayım bari’ demiştim. Oradan kaldı yani. Sonra ama Dennis Bergkamp’ı çok sevmiştim. O pekiştirdi yani. Sırf o kitap değil. O kitap artı Dennis Bergkamp sayesinde Arsenalli oldum. Şimdi de taraftar olmaktan çok takımla dalga geçmeyi seviyorum ben. Çünkü hep aynı hataları yapıyoruz ya. Bir ara liderdik, gene Arsenalli olmak ümit vermek ve sonra o ümidi kırmayı gerektirir diyip dalga geçiyordum ve nitekim 4.lüğe de indik yani. (Gülüyor) 2005 yılında ‘Hastasıyım Bu Oyunun’ adında bir kitabınız yayınlanmıştı. Yeni bir


15

da çalışmadığım için 3.5 ay boyunca ÖSS’ye çalışır gibi günde 8-9 saat ders çalıştım. Sonra “İyi ben bu işi yapabilirim.” dedim. Sonra ona başladım. Sonra tekrar basketbol için NTV’den teklif geldikten sonra ikisini bir arada yürütmeye devam ediyorum. Ama benim için basketbol kadar olmasa da, basketbolla aynı seviyede demem, yorumlamak dışında seyretmekten en çok keyif aldığım şeylerden biri. Yorumlamak da profesyonel işim oluyor aynı zamanda. Yani ikisini de aynı anda götürebiliyorum şu anda. Türkiye’deki gelişimine gelirsek, Türkiye mesela pek çok alanda Batı toplumlarından biraz geride olsa bile dijital alanda inanılmaz aktif bir ülke. Dijital dünya büyüdükçe, bu da dijital dünyanın en büyük ‘competitive gaming’ organizasyonu, o yüzden korkunç bir hızla büyüyor. Ama klasik olarak Türk kültürü ve Türk olmak bunu gerektirir: Çarpık büyüyor. Yani bunun kanalize edilmesinde çok büyük potansiyel var. Ama dünya çapında oyuncular çıkarıyoruz. Al mesela en basiti, Holyphoenix İngiliz takımı Huma’ya transfer oldu. Burada çok ciddi paralar kazanılıyor, çok ciddi organizasyonlar var. Biz biraz geriden geliyoruz ama potansiyel çok çok yüksek. Riot’un Türkiye’de bir ofisi olması, League of Legends için konuşayım diğer e-sporların ofisi yok, çok önemli. Ciddi anlamda bir büyüme de kaydetti. Daha da büyüyecek abi. Çünkü bu, dünya üzerinde en hızlı büyüyen ‘competitive gaming’. Yani rekabetçi oyun açısından en hızlı büyüyen alan bu. Bakıyorsun 5 senelik geçmişinde nerelere gelmiş izleyici açısından.


16

JulIan Casablancas’dan

“TIranlık”

“Alışılagelmişin dışında bir albüm” / Beliz Kuyumcuoğlu

2000’lerde garaj rock kültürünü yeniden canlandıran grupların başında gelen The Strokes’un solisti ve Daft Punk’ın “Instant Crush” parçasıyla Türk dinleyicisinin kulağındaki ilk ana akım varlığını gösteren Julian Casablancas’ın deneysel alternatif rock projesi The Voidz’dan alışılagelmişin dışında bir albüm “Tyranny”. Daha önce ilk solo albümü olan Phrazes for The Young turnesinde birlikte çalıştığı ve çok iyi anlaştığını vurguladığı isimlerden davulda Alex Carapetis, klavyede ise Jeff Kite’ı görüyoruz. Bas gitarda Jake Bercovici ve onun aracılığı ile tanıştığı Amir Yaghmai (gitar) ve Jeromy “Beardo” Gritter (klavye) bu projenin ve 2014’te yayınlanan “Tyranny” albümünün mimarları. Yapımı iki yıl süren albüm, stüdyoda geçirdikleri sürede şekilleniyor ve deneyselliği de bu süreçte somutlaşıyor. Alkol, sigara, uyuşturucu hatta kahveyi bile bıraktığını röportajlarında belirten Casablancas’ın hayatında yeni bir sayfa açtığını ve köklü değişikliklere gittiğini söyleyebiliriz. Hayatındaki bu radikal değişiklikler icra ettiği müziğin tarzına da kesinlikle yansımış. Yeni projesi olan The Voidz ile birlikte çıkardığı albümde de kendisinden duymaya alıştığımızın dışında bir “sound” söz konusu. Daha önce yayınlanan beş Strokes albümünden net bir şekilde


17


18

sıyrılan çok daha eleştirel, politik ve siyasi şarkı sözleri de bu albümün dikkat çeken diğer önemli ögesi. Eskiden yaptığı müziği artık sıradan ve basit bulduğunu belirten Casablancas’ın yarattığı yeni müzikal üslubun daha önce denenmemiş olduğunu ve deneysel kelimesinin hakkını verdiğini söyleyebiliriz. İlk dinlendiğinde anlaşılması zor olan bu karanlık albümün JC’nin müzikte keşfedilmemiş bir noktayı keşfetmek istemesi hedefi sonucu ortaya çıktığı çok açık. Bu albümün “sound”unun farklı olduğunu söyleyip durdum fakat nasıl bir farklılıktan bahsediyoruz? Bu albüm dinleyiciye sunulmuş fakat bu sunumun yanı sıra dinleyiciden de bir şeyler isteyen bir albüm. Başta yorucu ve karmaşık gelmesi muhtemel, bazı şarkılarda sözleri bile ayırt etmek zor, buğulu ve karanlık bir “sound”a sahip bu albüm kuşkusuz her dinleyiciye hitap eden bir kompozisyon değil. Gereğinden fazla işlenmiş ve oldukça uzun parçalarıyla

meşakkatli bir yolculuğa benziyor fakat her istasyonda bambaşka müzikal fikirler ve melodiler mevcut. Farklı tarzların kırması diyebileceğimiz, farklı zamanların imza “sound”larından alıntılar yapılmış, üzerine düşünülmüş ve alışkın olmadığımız şarkı yapıları var. Bir albüm içerisinde benzer “sound”larda şarkılar duymaktan sıkıldığını söyleyen Julian ve The Voidz, altı kişinin aynı tarzda buluşması zor olsa da “We all agree that we want it to sound simple and cool and catchy” (“Hepimiz bunun basit, “cool” ve akılda kalıcı duyulmasını istediğimizde karar kıldık”) diyor. Müziğe olan hevesini yeniden kazandığı “Tyranny” bu sıfatlardan oldukça uzak. Ancak Julian bu yeni projede, diğer gruplarına göre daha iyi bir uyum yakaladıklarını da itiraf ederek bir nevi The Strokes döneminin geride kaldığını ima ediyor. Evlenip farklı yerlerde yaşamaya başlayan Strokes üyelerinin “Angles” (2011) turu yapmamaları ve ayrı


19 ayrı stüdyolarda çalıp sonradan birleştirdikleri “Comedown Machine” (2013) için hiçbir şekilde tanıtım yapmamalarından sonra bu haber beni şaşırtmıyor. 2009’da kurduğu plak şirketi Cult Records’un internet sitesinde “Politics” bölümüne yer vermesinden sonra adından da anlayabileceğimiz gibi politik, eleştirel bir albüm “Tyranny”. “Pharezes for The Young”da olduğu gibi sözlerinde insanlığın büyük günahlarına, kibir ve açgözlülüğe gönderme yapıyor. İnsani duygu ve değerlerin para tarafından arka plana atılmasından, eşitsizliğin iç karartıcı yüzünden bahsediyor. İlk önce adı “Fuck Depression” olarak düşünülen albümün 11 dakikalık çıkış parçası “Human Sadness” ise oldukça geçişli,

karanlık bir parça. Nakaratında Celaleddin Rumi’nin “Doğru ve yanlışın ötesinde bir yer var seninle orada buluşacağız” sözlerini “vocoder” benzeri bir sesle mırıldanıyor. Yakın zamanda kaybettiği babasıyla ilişkisi hakkında sözlere de farklı şarkılarda yer vermiş. Sözlerinden mi, Mozart’ın “Requiem” eserini şarkının alt yapısında kullanmalarından mı bilinmez, oldukça hüzünlü bir şarkı olmuş. 2015 One Love Festivali’nde dinleme şansı bulduğum -ne kadar küçük bir sahnede ağırlanmış olsa da- bu şahane grubun ilk albümünü oldukça başarılı buldum. Köşeli ve efor isteyen bir çalışma ancak mesai harcamanıza kesinlikle değecek. Yeni albümlerini heyecanla beklediğim Julian Casablancas + The Voidz’u tekrar ülkemizde görmek dileğiyle…


e t e z r e niv

ü

Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.