zete
25 Şubat 2016 Sayı: 145 Genel Yayın Yönetmeni İlgi Özdikmenli Yazı İşleri Berk Özdemir, Cenk Bonfil, Tuğçe Kılınç Yazılar Berk Özdemir, Melisa Tunalı, Mert Ofluoğlu, Minez Mağden,
DOLU DÜŞÜN BOŞ KONUŞ
Nazlı Adar Ön Kapak: Sedef Akalın Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek
TALİHSİZ SERÜVENLER “DİZİ” OLUYOR!
!F BAĞIMSIZ FİLMLER KASIRGASI
EINSTEIN HAKLI GENÇLER
ESKİYE ŞANS VERMEK
Sosyal Medya Yöneticisi Arzu Cahide Öz
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin:
Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
Instagram: https://goo.gl/JT0p59 İletişim: univerzete@gmail.com
/ifbilgi
@ifbilgi
/
v i 端n
e t e z er
4
Dolu Düşün Boş Konuş Hayattan bir sahne / Minez Mağden
Geçtiğimiz zamanlarda seyrettiğim en iyi oyunlardan biri olan Dolu Düşün Boş Konuş, Oyun Atölyesi’nde oynanıp iki perdeden oluşuyor. Mimiklerin profesyonelce kullanılması oyun boyunca çok etkileyici bir unsur olarak yer ediyor insanın zihninde. Diyaloglardan öte mimiklerin hakim olduğu, zaman zaman bütün oyuncuların donup kaldığı ve tek
bir tanesinin iç dünyasının oldukça gerçekçi yansıtıldığı, günlük hayatımızda kendi içimizde yüzleşip dile getiremediğimiz sıkıntıların; yani çok düşünüp (dolu düşün) konuşamamanın (boş konuş) mesaj olarak izleyiciye ulaştığı bir oyun. Oyun sürecinde ciddi diyaloglardan
5
çok yapılan şakalar ve özellikle mimikler mesajı izleyiciye ulaştırmada çok başarılı. Sahnenin tasarımı oldukça minimal olmasına rağmen bir sandalye oldukça profesyonel bir şekilde yeri geldiğinde iki kişilik bir yatak gibi kullanılabiliyor. Işıklandırma bana kalırsa oldukça rahatlatıcı ve güzeldi. Yumuşak renklerin hakim olduğu oyunda, en önden seyrederken dahi ışıklar sanki gözünüzü dinlendiriyor. Kostüm seçimi kaynana karakteri dışında (Murat Okay’ın canlandırdığı) oldukça sıradan. Kaynanaya gelince, bir erkeğin bir kadın kılığına hatta yaşlı bir kadın kılığına girmesi ve ses tonundan yürüyüşüne kadar her
hareketinin bu kadar gerçeğe yakın olması beni oyunda en çok etkileyen kısımlardan bir tanesiydi. Oyunun belli kısımlarında müzik eşliğinde oluşturulmuş dans koreografileri insanın içine neşe katıyor. Oyun Steven Berkoff tarafından yazılıp Haluk Bilginer tarafından çevirilmiş. Yönetmen: Muharrem Özcan. Oyun 5 kişilik bir kadrodan oluşuyor, Donna rolündeki Hasibe Eren kocasıyla anlaşmazlıklar yaşayan sürekli hizmet etmekle yükümlü ve rahatsızlıklarını dile getiremeyen bir ev kadınını canlandırıyor, diğer tarafta Donna’nın kocası olan
6
Frank (Fatih Al tarafından canlandırılıyor) yaşadığı hayattan, evliliğinden, kurduğu arkadaşlık ilişkilerinden ve kaynanasından mutsuz fakat bunu değiştirebileceğine inanmayan, iç sesi ne kadar kuvvetli olsa da bunu dışarıya yansıtmakta yetersiz bir karakter. Frank’in arkadaşı Henry, evlenmiş fakat başarısız olmuş, yalnız yaşamaya ayak uydurmakta zorlanan, kurduğu ilişkilerde de kendini çok yetersiz bulan bir diğer karakter. Son olarak Kaynana, toplumda olan biten ile ilişkisini uzun zaman önce kesmiş, evde vakit geçiren, günümüz altmış yaş üstünün en başarılı şekilde yansıtılmış hali. Dolu Düşün Boş Konuş oyunu, mart itibariyle oynanmaya devam edecek. Konusu ise geniş bir kitleye hitap ediyor diye düşünüyorum.
7
8
9
taliHsiZ sErüVEnlEr “DiZi” oluyor! Çocukluğumuzun kitap serisini ekranda görmeye hazır olun! / Mert Ofluoğlu
10
Talihsiz Serüvenler Dizisi, şimdi yirmi yaşlarında olan neslin çocukluğunun başucu kitaplarından biri. Ülkemizde Harry Potter kadar çok bilinmese de yurt dışında en az Harry Potter kadar popüler ve inanılmaz fanları olan bir seri bu. On üç kitaplık seri dünyada altmış beş milyondan fazla sattı ve kırk bir dile çevrildi. Seriyi –kitaptaki olaylara gönderme yaparak– Lemony Snicket takma adıyla yazan Daniel Handler, bize üç kardeşin hikayesini anlatıyor: Violet, Klaus ve Sunny Baudelaire. Bu üç kardeş, anne babaları gizemli korkunç bir yangında can verdikten sonra koca Baudelaire servetleriyle öksüz kalıyorlar ve bu servetten sorumlu olan Bay Poe, onları hiç tanımadıkları uzak akrabaları Kont Olaf’ın yanına yerleştiriyor ama Olaf, aslında çok kötü ve Baudelaire servetini ele geçirme arzusuyla daha da kötüleşebilecek biri. Çocuklar da çok geçmeden Olaf’ın gerçek niyetini anlıyorlar ve ondan kaçıyorlar. Her kitapta farklı bir evin/akrabanın yanına veriliyorlar ama Olaf kılık değiştirerek bir şekilde içlerine sızıyor ve çocuklar her seferinde ondan kaçmak zorunda kalıyor. Yetmiyormuş gibi, çocuklar on üç kitaplık seri boyunca pek çok karanlık aile sırrıyla da yüzleşiyorlar. Yani bu seri, “bir kitabı okuyup diğerlerini okumasanız da olur” tarzı bir seri değil. (Hatta öyle ki seriyi tamamladığınızda bile kafanızda
hala soru işaretleri kalıyor.) Talihsiz Serüvenler Dizisi, özgün üslubu ve yazarın “bu kitabı sakın okumayın” diyerek daha da merak uyandıran tavrıyla, dikkatleri daha ilk kitap olan “Kötü Günler Başlarken”de üzerine çekti. Kitabın absürt ve trajikomik kurgusu gerçekten çok beğenildi. Bu seri aslında, “yetişkin” temalarını “çocuk ve gençlik” edebiyatına getiren seri olarak nitelendirilebilir çünkü cinayet, adam kaçırma, kundaklama, aldatma, hırsızlık gibi pek çok “yetişkin” konusu, her kitabın temelinde kendine yer buluyor. Buna rağmen, Talihsiz Serüvenler Dizisi tüm dünyada çocuk ve gençlik serisi olarak biliniyor. Okur kitlesi de genel olarak çocuklar ve gençler olmakla birlikte, yetişkin okuyucular da elbette var. Bu kadar çok sevilen bir seri söz konusu olunca, adaptasyonları da olmadan olmuyor. 2004 yılında, serinin üç kitabı tek bir filme uyarlandı. Jim Carrey, Meryl Streep ve Jude Law gibi başarılı oyuncuların yer aldığı film, maalesef beklenen ilgiyi görmedi ama bunun sebebi filmin kötü olması değildi. Bunun sebebi, “Talihsiz Serüvenler Dizisi”nin okur kitlesinin kitaplardaki tüm detaylara hakim olmalarıydı. Üç kitap, iki saatlik bir filme sıkıştırılınca ortaya kurgusal açıdan pek de iyi bir şey çıkmaması gayet normal ama film makyaj, görüntü, müzik gibi dallarda Oscar’a aday gösterildi.
11 Ne var ki filmin devamı gelmedi ama Talihsiz Serüvenler Dizisi’nin oyuncakları, bilgisayar oyunları, hatta spin-off serileri bile çıktı. Yine de bir şey eksikti. Bu eksik, uzun süre de eksik olarak kalmaya devam etti. Sonra, nihayet Netflix duyurdu: Talihsiz Serüvenler Dizisi, televizyona uyarlanıyor! Netflix tarafından dizi haline getirilecek olan bu projede, ilk kitap, yani Baudelaire kardeşlerin Olaf’ın evinde geçirdiği günler temel alınacak (ama belli mi olur, dizi tutarsa on üç kitap boyunca okuduğumuz her olay ekranda karşımıza çıkabilir). Dizinin ne zaman yayınlanacağı henüz belli değil ama çekimlere martta başlanması planlanıyor ve oyuncu kadrosu da yavaş yavaş belli olmaya başladı. Serinin göz korkutan ve nefret edilen -ama her şeye rağmen yapacağı “kumpas”ları görmek için de sabırsızlandığımız- Kont Olaf’ına, How I Met Your Mother dizisiyle tanıdığımız Neil Patrick Harris hayat verecek. Filmdeki Olaf’ı Jim Carrey canlandırmıştı
ve karakterin gerçekten de hakkını vermişti. Komedide rüştünü ispatlayan Harris, bakalım bu absürt dramda korkutucu Olaf’ı layığıyla canlandırabilecek mi? Violet ve Klaus içinse pek tanımadığımız iki oyuncu kamera karşısına geçecek: Malina Weissman ve Louis Hynes. Küçük bebek Sunny’i kimin canlandıracağı ise merak konusu. Dizinin yayın tarihi belirsizliğini sürdüredursun, bu heyecan ve mutluluk verici bekleyiş sırasında, serinin bir hayranı tarafından çok başarılı bir fan fragmanı* çoktan yapıldı ve kısa sürede dört milyona yakın izlenme oranına ulaştı bile. Yabancı internet sitelerinde, forumlarda, bloglarda da diziyle ilgili hararetli tartışmalar çoktan dönmeye başladı. Bütün hayranları gibi ben de Talihsiz Serüvenler dizisini merakla bekliyorum! *Fan fragmanı için: https://goo.gl/gbQwmp
12
!F BaĞImsIZ FilmlEr KasIrGasI
“Ben istiyorum ki film, siz sinema salonunu terk ettikten sonra başlasın” -Jacques Tati / Nazlı Adar
Sinema severler bu hafta birbirinden farklı filmlerle, !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde doyum noktasına ulaştı. Bir !f İstanbul kasırgası daha esti geçti. Fırtınanın esintisine kapılan sinema severleri bağımlısı haline getiren bu festival; dramdan aşka, korkudan bilim kurguya, 40 ülkeden 112 film tüm özgür ruhlarıyla buluştu. !f festivalinin en güzel yanı başka yerde izleme fırsatı bulamayacağımız, izlenmeye değer bağımsız filmleri izleme fırsatı tanımasıdır. Yani, izleyenlere farklı bir bakış açısı kazandırdı ve izlemeyenler ise çok şey kaçırdı. Bu yıl festivale gösterilen ilgi göz ardı edilemez çünkü festivaldeki beş filmin biletleri saatler içinde tükendi. Bununla da kalmayıp ek gösterim için biletler tekrar satışa girdi. İşte biletleri
tükenen o beş film: (Dikkat! Bu yazı film içerikleri hakkında hafif derecede “spoiler” verilmektedir.)
LOVE 3D (2015) Sizce içinde cinsellik olmayan aşk gerçek değil midir? 50 Shades Of Grey’i aratmayacak bir film olan “Love”, aşk ve seks üzerine çekilen
13
üç boyutlu bir filmdir. Yani her şeyi insanın gözüne gözüne sokuyor. Film çok fazla erotik sahne içerdiği için bu konuda birçok eleştiri aldı ve porno filmi damgası bile yedi ama bu, biletlerinin saatler içinde tükenmesine engel olmadı. Filmin yönetmenliğini ve senaristliğini yapan Gaspar Noe, aşk filmlerinde cinselliğin geri planda kalmasından şikayetçi. “Ben hayat hakkında bir film yaptım. Neden insanlar bu açıdan bakmıyor? Filmdekiler insan hayatının en harika anları hakkında. Ben aşk hakkında film yaptım.” diyor. Film; Paris’te yaşayan Murphy ile deli dolu sevgilisi Electra’nın tutkulu ilişkisini, yeni tanıştıkları güzel komşularını evlerine davet etmeleriyle değişen hayatlarını konu almıştır.
TEKERLEME (1984) Namı diğer “kayıp film”. Tekerleme, ülkemizin 80’li yıllarındaki 12 Eylül’ünü anlatan belgesel türü bir filmdir. 30 yıl boyunca ülkemizde gösterime
14
KEDİ (2015) İstanbul’da kedi olmak… Sokaklarda, evimizde, bacağımızın kenarına sürtünen, araba altlarında uyuyan, balık pazarlarında hınzırca dolaşan, Eminönü meydanındaki kuşları gözüne kestirip peşlerine düşen
o kediler; bu belgeselin kahramanları. Yaz, kış, yağmur, kar demeden İstanbul sokaklarına can veren; kendi hayat mücadelelerini vermeye çalışan o kediler... Yönetmenliğini Ceyda Torun’un yaptığı Kedi belgeseli, sadece kedileri anlatmakla kalmayıp İstanbul manzaraları da sundu tüm hayvanseverlere.
girmemiş, 30 yılın ardından !f’te seyirciyle buluşmuştur. Film, 1986 yılında Berlin Film Festivali’nde gösterilmiş, ardından da unutulmuş bir yapıttır. Yönetmeni Merlyn Solakhan, bu filmin 30 yıl yayınlanmama sebebini Türkiye’de o sıralar Yeşilçam sisteminin çökmesi ve bağımsız sinemanın henüz ortaya çıkmamasına bağlıyor: “Örneğin biz 16mm çalışıyorduk, bunu gösterebilecek sinema projektörleri yoktu. Onat Kutlar’ın kurduğu ve benim de üyesi olduğum sinematek kapatılmıştı.
Tekerleme için bir alan yoktu o zamanlar Türkiye’de.” diyor. Filmin Bağımsız Film Festivali’nde nasıl gösterime girdiği hikayesine gelirsek: Genç bir sinema araştırmacısının uzun uğraşları sonucunda Solakhan’la irtibata geçmesi üzerine biz sinema severler bu filmi izleyebilme şansı bulduk. Filmin yayınlanma hikayesinin devamını okumak isteyenler aşağıdaki linkten yararlanabilir: http://goo.gl/zdHLsc
15
NACİYE (2015) Başrollerinde Derya Alabora, Esin Harvey ve Görkem Mertsöz’ün oynadığı “Naciye”yi nasıl buldunuz korku severler? Yeterince gerildiniz mi izlerken? Naciye de her korku filmi gibi sakin başlayıp gerilimli, kanlı sahneleriyle devam ediyor. Film bir adada geçiyor ve bebek bekleyen bir çiftin, hamileliğin geri kalanını geçirmek için evi kontrole gitmesiyle başlıyor. Evde geçirdikleri ilk gecede kapıya bir kadının gelmesiyle gerilim tırmanıyor. (Korku filminin ilk kuralı: Eski, ne olduğu belli olmayan evlerden uzak dur!) Naciye, Yönetmen Lütfü Emre Çiçek’in uzun metraj ilk filmidir ve filmin prömiyeri 15 Ekim 2015’te Screamfest’te yapılmıştır.
CESET/ NECRO (2015) Son olarak, !f Fest olmasa haberimizin bile olmayacağı filmlerden biri olan “Ceset”i izlerken midenizi kontrol edebilmişsinizdir umarım. Bu filmi festival olmasa fark edemeyecek olmamızın sebebi, Türkiye’deki film kategorilerinde farklı bir yerde olması ve izlerken sabır gerekmesindendir. Filme geçecek olursak, “suyun sessizinden, insanın sözsüzünden korkmalı” dememiş boşuna atalarımız. İhsan hastanede çalışan sessiz, sakin bir hademedir. Hastanede ayak işlerine koşan, onu sürekli izleyen bir ev sahibi olan, kahvede ona laf atan insanlara bir şey söyleyemeyen zayıf bir karakter. Her şeyin tuhaf olduğu bu dünyada, İhsan’ın da bir takım sırları vardır. Hayatın gidişatını sıkıcı bulan İhsan’ın cesetlerle tuhaf şeyler yapmasını oldukça farklı bakış açısıyla anlatan bir Pınar Sinan filmidir Ceset. Bir film festivalinin daha sonuna geldik. Umarım içlerinden herhangi birini izleme fırsatını bulabilmişsinizdir. Hayatınızdan filmlerin hiç eksik olmaması dileğiyle. Daha fazla bilgi için: www.ifistanbul.com
16
EInsteIn Haklı Gençler Einstein’ın yüz yıl önce öne sürdüğü kütle çekim dalgaları gözlemlendi, astrofizikçiler heyecanlı! / Berk Özdemir
17
18
Yüz yıl önce Einstein’ın ortaya attığı kütle çekim dalgaları teorisi kanıtlandı. Hayatımızda ne gibi bir değişikliğe yol açacak? Bu kütle çekim nedir, ne işe yarar? Kütle çekim dalgası nasıl kanıtlandı? İlk olarak kütle çekiminin ne olduğunu açıklamak lazım. Kütle çekimi basitçe nesnelerin birbirine olan çekim kuvvetine deniyor. Yani her nesnenin bir çekim kuvveti var, bizim bile! Tabii büyük ve ağır nesnelerin -ki bunlar yıldızlar, gezegenler ve kara delikler- çekim kuvvetleri daha fazla oluyor. Biz bu olaya daha basit bir şekilde yer çekimi de diyoruz. Bizim yeryüzünde asılı kalmamızı sağlayan kuvvet. Bir cisme etki eden kütle çekimi kuvvetineyse “ağırlık” deniyor. Yani “ben seksen kiloyum” dediğinizde o aslında ağırlığınız olmuyor.
O kütlenizin ölçü birimi. Şöyle bir geyik duymuşsunuzdur: Şimdi Dünya’da altmış kiloysan Ay’da on kilosun çünkü Ay’daki yer çekimi Dünya’nın altıda biri. Kısmen doğru da olsa kütleniz asla değişmez. Yani altmış kiloysanız Ay’da kilo vermediğinize göre yine aynı kütlede olacaksınız. Tabii bir basküle çıkarsanız farklı kiloda gözükürsünüz fakat bu kütlenizin değiştiğini göstermez aksine Ay’ın çekim kuvvetinin azlığını gösterir. Dediğim gibi ağırlık farklı bir ölçü birimi ve bu cisme etki eden kütle çekimini göstermekte. Yani biraz önce bahsettiğim Ay örneğinden yola çıkarsak ve standart olarak Dünya’da kütlesi bir kilo olan bir cismi 9,81N (N, newtondur; ağırlık birimi) olarak alırsak aynı cisim Ay’da 1,62N olacaktır. Aslında bu kütle çekimi Dünya’da
19 bile her yerde aynı değildir çünkü cismin merkezine –ki burada cisim Dünya- ne kadar yaklaşırsanız ağırlığınız o kadar artacaktır. Yani İstanbul’daki ağırlığınızla Everest’teki ağırlığınız aynı değil demek istiyorum. Gelelim kütle çekimi dalgasına. Einstein’a göre çekim, uzayzamanın eğriliğinden doğar. Genel olarak bir hacim ne kadar çok içinde kütle bulundurursa bu hacmin çeperindeki uzayzaman da o derece eğrilecektir. Biz bile kütle çekimi uyguladığımız için uzayzamanı bükeriz ama bunu fark etmeyeceğimiz kadar az yaparız. Dünya’nın uzayzamanı eğmesini gönderdiğimiz uydulardan anlayabiliriz. Uydulardaki saatler Dünya’nın kütle çekimi etkisinden dolayı her gün yeryüzündeki saatlerden otuz sekiz mikrosaniye ileri gider. Interstellar filmini izlediyseniz kütle çekim etkisinin uzayzamanı eğmesinin filmin temellerinden biri olduğunu fark etmişsinizdir. Gittikleri ilk gezegeni çekim etkisi altına almış kara deliğin uyguladığı kütle çekimiyle, gezegende bir saat Dünya’da sekiz yıla bedeldi. Lazer
Enterferometresi Kütlesel Çekim Dalgaları Gözlemevi (LIGO) laboratuvarlarında çalışan bilim insanlarının açıklamalarına göreyse iki karadeliğin çarpışması sonucu oluşan kütle çekim dalgalarının gözlemlendiğiydi. 1.3 milyar yıl önce çarpışan karadeliklerin kütle çekim dalgaları, Dünya’da bulunan vericilere ulaşmasıyla hesaplandı ve dalga şeklinin Einstein’ın hesapladığı şekliyle aynı olduğu ortaya çıktı. Öncelikle bu keşifle birlikte kütle çekim dalgalarının varlığı ispatlanıyor. Bu, Dünya’daki tüm astrofizikçileri ve benim gibi amatör gökbilimcileri büyük bir heyecana sürüklemeye yetti. Bunun haricinde uzaya, zamana, fiziğe, genel göreliliğe artık farklı bir açıdan bakma fırsatımız var. Bu keşif ileride önemli soruların cevapları ve en az Newton’un yerçekimini keşfi, Galileo’nun teleskobu icadı kadar önemli olacaktır. Kim bilir, belki de zaman yolculuğunun anahtarı bulunur; belki uzak galaksilere gidebilecek fenomenler -solucan deliklerioluşturmanın yolu açılmış olur.
20
Eskiye Şans Vermek Sonsuz bir alan olan modada siz de kendinize en uygun moda anlayışını yakalayabilirsiniz / Melisa Tunalı
21
2015-2016 sonbahar-kış modası sandığımızdan daha karışık bir sezon oldu. Tasarımcılar 60’ların feminenliğini, 70’lerin bohemliğini, 80’lerin çılgınlığını ve geçmiş sezonlardan esintilerini bu döneme sığdırmayı başarmış gibi görünüyor. Neresinden bakarsak bakalım sade bir sezon diyemeyeceğimiz 2015-2016 sonbahar-kış sezonu yine de bize kendini sevdirmeyi ya da bu durumda giydirmeyi başardı. Bu sezon yeni, taze akımlarla karşımıza çıkmaktansa eski akımları alıp onlara yeni desenler, aksesuarlar, materyaller ekleyip önümüze sundu. Eski akımlar, yeni detaylar olunca ortaya çok farklı ve alışılmadık bir sezon çıktı. Geçmişteki daha soğuk kış renklerine inat bu senenin kış renkleri bile farklılık yaratıyor. Her sene moda olacak bir rengi açıklayan renk şirketi Pantone’un bu sezonda açıkladığı renkler: “Serenity” (mavinin bir tonu) ve “Rose Quartz” (pembenin bir tonu). Şirket ilk defa bir sezonda iki renk açıkladı. Daha önceki yıllarda keskin çizgilerle ayrılmış iki farklı cinsiyete ait olan bu iki rengi kalıplarından kurtarmak ve cinsiyet eşitliğine vurgu yapmak için seçtiklerini açıkladılar ama sezonu anlatırken sadece bu iki güzel renge alkış tutmak olmaz. İsterseniz gelin, diğer parçalara göz atalım. Işıltı katalım: Payet Bu sezon payet uzun zamandır aramadığımız isyankar akrabalar gibi bir anda ortaya çıktı. Onları
22 Yine Yeni Yeniden: “Culotte” Yaz sezonunun da gözdesi olan ‘Culotte’lar çok sevilmiş olacaklar ki kendilerini kış sezonuna da taşımayı başardılar. Yazın sıcaklarında sandaletlerle ya da stilettolarla kombinlediğimiz bu pantolon etekler, kış aylarında çizmelerle ve botlarla kombinleniyor. Her türlü ortama uyum sağlayabilen ‘Culotte’lar blazer ile kombinlediğinde çok ayrı bir hava oluşturuyor.
seviyoruz sevmesine ama çok tehlikeli parçalar olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Çok iyi kombinlenmesi gereken parçalar. Yoksa disko topuna dönmeniz kaçınılmaz olur, benden söylemesi. Eğer kombininizde payetli bir parça varsa geri kalan parçalarınızın daha sade ve göze batmayan parçalar olmasına dikkat edin. Dokunabilene Aşk Olsun: Kadife Geçtiğimiz sezonlarda bol bol karşımıza çıkan süetin yerini bu sezon kadife almış gibi görünüyor. Uzun zamandır unutulmuş olan kadifenin hakkı bu sezon bolca verilmiş. Öyle bir kumaş ki kadife dikildiği en basit modelli kıyafeti bile anında dünyanın en zarif kıyafetine çevirebilir. Böyle büyülü bir kumaşa kim hayır diyebilir ki?
Rahat, Hazır ol: Militer Militer denince aklımıza ilk asker yeşili geniş paltolar geliyor ancak bu sezon vatka omuz detayları, büyük düğmeler ve kürklerle birleştirilmiş militer akımı ortaya çok farklı bir kombin çıkarıyor. Sherlock Havası: Pelerin ve Pançolar Her türlü kombini kaldıran, zamansız parçalar pelerin ve pançolar. Gündüzleri skinny jeanler ve spor ayakkabılarla, geceleri etek ve çizme ile kombinlenebilen bu parçalar, bizi sıcacık tutarken aynı zamanda “ne bulduysam giydim çıktım” şıklığını yakalamamızı sağlayacak ve dolabımızın kurtarıcısı olacakmış gibi görünüyor. Babalarımızdan Hatıra: Pantolon Askısı Geçen sezonlarda adını duyuran androjen akımından geriye sadece pantolon askıları kalmış gibi görünüyor. Alışılmışın dışına çıkan bu parçaları diğer birçok parça gibi dikkatli kombinlememiz gerekiyor yoksa şapkasını ters giymiş küçük bir oğlan çocuğu gibi görünebiliriz. ‘Culotte’larla ve bol paça pantolonlarla iyi uyum sağlayabilen parçalar olmasının yanı sıra düz tabanlı ayakkabılarla fazla maskulen kaçabileceği için topuklu ayakkabılarla birlikte giyilmesi daha iyi bir uyum yakalayabilir.
23
Kazaklarla Yetinmedik, Elbise Yaptık: Triko Elbiseler Belki de sezonun en çok sevilen parçası olmaya aday olan bu güzel elbiseler. Transparan üstlere inat bizi sıcak tutmaya, sarıp sarmalamaya yemin etmiş adeta. Bu acımasız kış soğuğunda bizi korurken aynı zamanda şık tutacak bu elbiselere bir şans verin derim. Emin Olamadım Şimdi: Pantolon Üzerine Elbise Bir sezon daha geçmiyor ki biri bu işin suyunu çıkarmasın. Her sezon olduğu gibi bu sezon da bir gariplik yaptılar. Doğru kullanıldığında yakışana yakışır demek isterdim ama bu trendin nasıl doğru kullanabileceğini pek bulamadım açıkçası. Hem bu akım uzun zamandan beri var ülkemizde. Küçükken kot pantolonun üstüne önlük giyenleri çok görürdük. Ne farkı kalmış bu akımın diye sormadan edemedim.
İster Enine İster Boyuna: Breton Desenler Yeni bir desen türü değil ama kolay kolay hayatımızdan çıkaramayacağımız bir desen türü. Çok farklı desen türlerinin varlığına rağmen yine de o bildiğimiz güvenli desene günün birinde dönmekten kendimizi asla alamayacağız. Her materyale kendini yakıştırır, kendine özgü havasını katar. Ne diyelim, bize de onu sevmekten başka bir iş düşmez. Ortaya Karışık: Gotik Siyah severlerin bir tanesi gotik akım bu sezon da bizleri yalnız bırakmadı. Siyahı, laciverdi, danteli, deriyi, tülü, kapitone ve çizgili desenleri karıştırıp yenilikçi ve mükemmel güzellikte parçalar ortaya çıkartan tasarımcılara teşekkür ederiz. Bu sayede gotik akımının her zaman siyah ruj ve bol piercing ile ilgili olmadığını bize göstermiş oldular.
ün
e t e z r e iv
Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)
zete