zete
24 Mart 2016 Sayı: 149 Genel Yayın Yönetmeni İlgi Özdikmenli Yazı İşleri Berk Özdemir, Cenk Bonfil, Tuğçe Kılınç
“THE DEVIL IN HELL’S KITCHEN”
Yazılar Berk Çakırel, Berk Özdemir, Seda Akil, Tuğçe Kılınç Ön Kapak: Sedef Akalın Arka Kapak: Demet Açıkgöz
POZİTİF HAYATLAR
Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek Sosyal Medya Yöneticisi Arzu Cahide Öz
MEDYA’DAKİ ALGI OPERASYONU İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin:
Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
Instagram: https://goo.gl/JT0p59 İletişim: univerzete@gmail.com
/ifbilgi
@ifbilgi
GÜNEŞ SİSTEMİNDE GEZİNTİ (3)
/
v i 端n
e t e z er
4
5
“The DevIl In Hell’s KItchen” “Benim gibi olmaktan bir kötü gün uzaktasın” / Tuğçe Kılınç Uyarı: Yazı, dizi hakkında “spoiler” içerir. Netflix ve Marvel ortaklığı ile hayat bulan Daredevil’ın ikinci sezonu 18 Mart günü seyircisi ile buluştu. Birinci sezonu ile büyük ses getiren ve iyi eleştiriler alan Daredevil, ikinci sezonda da seyircileri hayal kırıklığına uğratmadı. Yeni karakterleriyle ve eski karakterlerin de gelişimiyle ortaya ilkini aratmayan bir sezon çıkardı. Birinci sezonun üstünden neredeyse
bir yıl geçti. Netflix kendi dizilerinde yaptığı gibi bütün bir sezonu aynı gün içinde yayınladı. Bende birçok hayran gibi eve koştura koştura gidip iki gün boyunca dizinin başından kalkamadım. Bittiğinde ise hala dizinin etkisi altındaydım. Birinci sezonda Matt Murdock’un nasıl ve neden Daredevil olduğunu görmüş ve diğer karakterlerle tanışmıştık. İlk bölümden sonuna kadar güzel bir olay örgüsü ile karşılaşmıştık. Dizinin en etkileyici yanlarından biri ise kötülerin de kahramanlar kadar işlenmesiydi.
6
Büyük gişe filmlerinde veya bazı televizyon dizilerinde olduğu gibi kötüler sadece “kötü olmak için kötü” değildi bu dizide. Onların da karakterlerinin ve ruh hallerinin oluşumuna şahit olmuştuk. Bu sezonda da aynı dizi politikasıyla karşılaştığımızı söyleyebilirim, tabii bu sefer iyi ve kötüyü ayırt etmek biraz daha zordu çünkü karşılaştığımız iki yeni karakter -Elektra ve The Punisher- geçen sezonun Wilson Fisk’i yerine geçmedi, ne kahraman ne de kötü diyebildik onlar için. Öncelikle sezonun iki ana olayını ele alalım. İkinci sezonda, Daredevil iki farklı olay için Hell’s Kitchen’ın sokaklarında bolca koşturmak zorunda kaldı. İlki, ilk bölümden itibaren karşımıza çıkan The Punisher’dı. The Walking Dead dizisinden tanıdığımız Jon Bernthal’ın canlandırdığı
7
Frank Castle/The Punisher karakteri hem performans hem de karakter oluşumu yönünden çok başarılıydı. Ailesinin ölümünün sorumlularını kendi adaletiyle buluşturan The Punisher’ın yöntemleri tabii ki de Daredevil için kabul edilemezdi, bu nedenle karşı karşıya geldiler. Eminim seyirci de ekran başında Matt Murdock gibi The Punisher’ın yaptıklarını ahlaki boyutta çokça sorgulamıştır. Benim için böyle olduğunu söyleyebilirim ve bu yüzden The Punisher karakterinin gerçekten çok etkileyici şekilde işlendiğini düşünüyorum. Jon Bernthal’ın da bunda katkısı çok büyük, çizgi romanlara baktığımızda da Bernthal’ın hem fiziksel hem de karakteri yansıtması açısından iyi bir seçim olduğunu söyleyebilirim. Özellikle The Punisher’ın Daredevil’la çatıdaki konuşma sahnesi akıllarda büyük yer etti. “Benim gibi olmaktan bir kötü gün uzaktasın” repliği ise fragmanlardan itibaren dilimize dolanmıştı. Diğer ana olay ise Elektra karakteriyle birlikte ortaya çıkan The Hand adlı örgüttü. Çizgi romanlarda da Daredevil’ın başlıca düşmanlarından biri olan The
Hand, bu sezonda karşımıza çıktı. İlk önce Elektra Natchios karakterini ele alacak olursak Élodie Yung’ın bu karakteri hakkıyla canlandırdığını söyleyebiliriz. Adeta çizgi romanlardaki Elektra’nın özellikle fiziksel olarak vücut bulmuş haliydi. Tavırları, duygularını göstermemesine rağmen hala Elektra’nın da bir insan olduğunu hissettirebilmesi ve Matt’e karşı duyduğu duyguları seyirciye geçirebilmesi yönünden Yung da Bernthal gibi bence iyi bir seçimdi. Elektra’nın Matt ile olan karmaşık yaşanmışlığı ve Netflix’in Jessica Jones dizisinde de yaptığı gibi cesur seks sahneleri, özellikle geçen sezonun karanlık havasından sonra diziye farklı bir renk getirdi. 800 yıllık bir Japon örgütü olan The Hand’in de hikayeye dahil olmasıyla dizi, çok hızlı bir patikaya girdi. Daredevil bir yandan The Punisher’ı durdurmaya çalışırken öte yandan The Hand’in planını öğrenmek için uzun bir uğraşa girdi ve ekran başında ben bile yoruldum. Tabii ki The Hand ile birlikte, bu örgüte karşı savaşan The Chaste grubunu da hikayede görmemek mümkün değildi.
8 Zaten bunun geleceği, geçen sezonda Daredevil’in eğitmeni The Stick’in hikayede görülmesiyle belli olmuştu. Her ne kadar Daredevil-Elektra ikilisinin The Hand ninjalarıyla bitmek bilmeyen dövüş sahneleri yeri geldiğinde yorucu olsa da hikaye kendini temponun içinde izlettirdi. Sonunda da örgütün henüz yenilmediğini gördük ve daha da güçleneceğinin sinyallerini aldık. Daredevil’ın gelecek sezonda da başını ağrıtacağa benziyorlar. İyi tarafı ise Daredevil’ın yeni bir sezonu olacağını da sezmiş olduk. Hikayeden çıkıp biraz daha karakterlerin içine girersek bu sezon en çok ilgi çeken karakterin Karen Page olduğunu söyleyebilirim. Benim “Sarı Daredevil” çizgi romanı ile tanıdığım Karen Page’in dizide daha farklı olması ve daha çok işlenmesi mutlu etti. Çizgi romanda sadece Matt ve Foggy’nin asistanı ve Matt’in sevgilisi rolünü üstlenen Karen,
dizide çok kilit anlarda adeta ilgi odağıydı. Özellikle Frank ile kurduğu bağ, onu bu noktaya getirdi. Henüz Karen’ın geçmişindeki sır tam olarak anlatılmasa da -ki bence bu sezon anlatılmalıydıkendini izlettirmeyi iyi bildi. Gerçeklerin peşinde koşarken kendisini de sürekli tehlikeye atan bu karakteri, Deborah Ann Woll gerçekten çok iyi canlandırıyor. Zaten sezonun son bölümü ile de ileride Karen’ın daha da kilit rollerde olacağını söyleyebilirim. Eklemeden geçmeyeyim; Karen ve Matt arasında geçen sezonun sonlarında sinyalleri verilen ilişkinin bu sezon başında başlaması çok sevindirmişti fakat gelişen olaylarla bunun çabucak yıkılması da bir o kadar hayal kırıklığına uğrattı ama sezonun son sahnesi bunun da düzeleceğinin sözünü veriyor gibiydi. Gelişen bir başka karakter de Matt’in en iyi arkadaşı Foggy oldu. İzleyicinin sempatik bulduğu ve yine dizide çizgi romanlardan daha çok yer alan Foggy, geçen sezonda da olduğu gibi Matt’le ayrıldıkları bir noktaya geldi. Daha “yine mi?” diyemeden yollarını ayırdılar. Frank’in karmaşık davasından sonra buna hak vermemek anlayışsızlık olur. Her ne kadar bu dava büyük bir yıkım olsa da Foggy’nin mahkemede yaptığı açılış konuşması da unutulmaz anlardan biriydi. Şimdi önümüzde iki yol ayrımı var: Foggy ve Matt tekrar bir araya gelecek mi yoksa çizgi romanlarda olduğu gibi Foggy yolunu tamamen ayırıp mesleğinde yükselecek mi? Sanırım bunun cevabını üçüncü sezonda alacağız. Bütün bu karakterlerden bahsettikten sonra nihayet gelelim asıl karakterimize:
9
Matt Murdock/Daredevil. Geçen sezona göre Matt’in daha da çok yorulduğunu söyleyebilirim. Bu sefer başında bir değil tam iki dert vardı. Bunlardan birisi de onu sadece Daredevil olarak değil Matt Murdock olarak da yordu. İlk bölümde Wilson Fisk’i içeri tıkmış, mutlu olmak için çabalayan adam, sezon sonunda en iyi arkadaşını ve hem bir zamanlar hem de şimdi sevdiği kadınları kaybetmişti. Bunların yanı sıra Daredevil karakterini biraz daha oturmuş ve öz güven kazanmış olarak gördük. Hem yeni kostümü hem de yeni silahı ile çizgi romanlardan fırlamış bir Daredevil görüntüsü sunuldu. Bu sezon çokça ikilimlerde kalan ve iki hayatını bir dengede tutamayıp, insanları uzaklaştıran Matt’i önümüzdeki sezon daha iyi görmeyi umsam da Wilson Fisk’e yaptığı ziyarette ilgiyi üstüne çekmesi hayatını daha da zorlaştıracağa benziyor. Yeri gelmişken söyleyeyim, geçen sezonda da dikkatleri üzerine çeken Vincent
D’Onofrio yine harika bir performans sergilemişti. Hapishane sahneleri Wilson Fisk’le Frank’i yan yana getirerekte büyük beğeni topladı. Son olarak, birinci sezondan daha hareketli ve daha kalabalık bir sezon izlediğimiz aşikar. Özellikle The Punisher’ın diziye girmesi birçok hayranın dört gözle beklediği bir olaydı ve gösterdiği performans ile Jon Bernthal’ın spin-off dizi dedikoduları güçlü bir şekilde etrafta dolaşmaya başladı. The Punisher’ın hikayesinin sadece burada kalmayacağına inanıyorum, umarım önümüzdeki günlerde resmi bir dizi açıklaması gelir. Aynısını Daredevil’ın üçüncü sezonu için de dört gözle bekliyorum. Bunların da ötesinde “Daredevil”, “Jessica Jones”, 30 Eylül’de izleyiciyle buluşacak olan “Luke Cage” ve başrolünde Finn Jones’un yer alacağı açıklanan “Iron Fist” dizilerinin birleşimi olacak The Defenders’ı da şimdiden heyecanla bekliyorum.
10
11
Pozitif Hayatlar “HIV Pozitif kişiler evlenebilir, HIV taşımayan çocuk sahibi olabilir” / Berk Çakırel Pozitif Yaşam Derneği,Türkiye’de HIV/ AIDS ile yaşayan kişilere destek olmak, haklarını savunmak için kurulmuş ilk ve tek dernek. “HIV Pozitif olsak da olmasak da biz pozitifiz, hem de çok pozitifiz” diyorlar web sitelerinde. Dernek başkanı Mehmet Omay’la gerçekleştirdiğimiz önemli ve bilgilendirici röportajımız sizlerle. Pozitif Yaşam Derneği’ni bize kısaca tanıtır mısınız? Nedir ve neler yapar Pozitif Yaşam Derneği? Pozitif Yaşam Derneği; HIV pozitifler, yakınları, aktivistler ve bu alanda uzman kişiler tarafından 2005 yılında kurulmuştur. Derneğimiz, HIV ile yaşayan kişiler ve yakınlarına destek hizmetleri sağlamakta, savunuculuk ve farkındalık çalışmaları yürütmektedir. Derneğinizin uğraştığı belli başlı güncel sorunlar nelerdir?
HIV ile yaşayan kişilerin içsel ve toplumsal ön yargılar sebebiyle tanı travması yaşamaları, sağlık, eğitim, çalışma yaşamı gibi farklı alanlarda hak ihlallerine maruz kalmaları, gerek sivil toplumun gerekse kamu kurumlarınca yapılması beklenen HIV/AIDS konusunda doğru bilgi ve bilinçlendirme çalışmalarının yetersizliği, ön yargısız, ücretsiz anonim test merkezlerinin olmaması. Niçin örgütlenmeye ihtiyaç duydunuz? Bu konuda Türkiye’deki ilk ve tek kuruluş musunuz? HIV ile yaşayan kişiler, konuyla ilgili yaşadıkları sıkıntıları kendi çevrelerinde kolaylıkla paylaşamadıkları için destek ve dayanışma içinde olma gereksinimi bulunmaktadır. Dernekleşmek, bu sıkıntılarla mücadelede daha sistematik ve güçlü olmamızı sağladı. Bu alanda çalışan doktorlar tarafından oluşturulmuş dernek ve benzeri yapılar da bulunmakla
12
birlikte HIV pozitiflerin ihtiyaçlarını öncelikli olarak ele alan, onların da kurumun her kademesinde aktif roller üstlendiği ilk ve tek derneğiz. Siyasi güç odakları ve devletle ilişkileriniz nasıl? Ortak yürüttüğünüz faaliyetler var mı? Sağlık Bakanlığı ve ona bağlı olarak çalışan kurumlarla kurulduğumuz günden bu yana görüşmelerimiz ve iş birliklerimiz istediğimiz düzeyde gerçekleşmemiş olsa da mevcuttur. Global Fon’un Sağlık Bakanlığı’na yaptığı hibeden bir yıl boyunca yararlanarak Pozitif Yaşam Destek Merkezi projemiz hayata geçirilmiştir ve merkezimiz o zamandan bu yana farklı fon sağlayıcıların desteği ile HIV ile yaşayan kişilere destek hizmetleri sağlamaya devam etmektedir. Bazı milletvekilleri ile de iletişimimiz
bulunmaktadır. Peki HIV Pozitif bireylerin yaşadığı problemlerin mecliste yeterli derecede gündeme geldiğini söyleyebilir miyiz? Maalesef hayır. Konu ancak 1 Aralık Dünya AIDS Günü’nde gündem dışı konuşma talebiyle söz alan milletvekilleri aracılığı ile TBMM çatısı altında ele alınmıştır. Yine bazı milletvekillerine ilettiğimiz sorunlu alanlar yazılı önergelere konu olmuştur. Medyayla ilişkileriniz nasıl? Medyanın derneğinize, derneğinizin medyaya bakış açısı nedir? İlişkilerimiz, medya çalışanlarına yönelik çalışmalarımız sayesinde iyi düzeydedir. Derneğimiz, çeşitli medya kuruluşlarında yer alan sağlık muhabirleri ve editörlerine konuyla ilgili
13 eğitimler vermiş, özel haberler yaptırmıştır. Bu sayede medyada kullanılan hatalı ifadeler ve ön yargıları pekiştiren haberlerde anlamlı derecede azalma sağlanmıştır. Yanlış ya da hak ihlali yapılan haberlere müdahil olmaya da devam etmekteyiz. Medyada HIV ve AIDS konusunun, derneğinizin yeterince gündeme geldiğini düşünüyor musunuz? Bu konu ve derneğimiz genellikle 1 Aralık Dünya AIDS günü ve haftasında medyada geniş yer bulmakta, onun dışında HIV/AIDS’e ilişkin haber sayısı son derece sınırlı kalmaktadır. Medya bu konuda kendine düşen görevi fark edebilmiş durumda değil ne yazık ki. Medyada veya toplumda HIV Pozitif bireyler hakkındaki bir nefret söyleminin varlığından söz edebilir miyiz? Genelleme yapmak doğru olmaz. Çoğunlukla haber içeriklerinde nefret söylemi olduğunu söyleyemeyiz. Hala bazı haberlerde kişilerin kimlik bilgileri, fotoğrafları rızası dışında paylaşılıyor fakat haber metinlerinde kullanılan kelimeler ve yarattığı anlamlar yalnızca HIV alanında değil, bağlı bir kaç konuda da ayrımcılığı destekleyebiliyor. Medyada ve toplumda HIV Pozitif bireylerden bahsedilirken kullanılan yanlış ve ötekileştirici terimler nelerdir? HIV ve AIDS ayrımı doğru bir şekilde yapılmayabiliyor. AIDS’li, AIDS hastası, AIDS hastalığı gibi yanlış ifadelerle birlikte çağın vebası, amansız hastalık, ölümcül gibi sıfatların kullanımı sık karşılaştığımız sorunlar. Yakın tarihte ülkenin önemli kanallarından birinden gelen
istek üzerine HIV farkındalığı yaratmak amaçlı alınan röportajımız kurgulanırken araya yerleştirilen yanlış dil ve söylemler nedeniyle bu haberi hiçbir yerde paylaşamadık. HIV Pozitif bireyler sosyal hayatta ne gibi haksızlıklara uğruyorlar, ne tür ayrımcılıklarla karşı karşıyalar? Yaşanmış, somut insan hikayelerinden örnekler verebilir misiniz? HIV statüsü nedeniyle işten çıkarılma, ameliyat edilmeme, sağlık, eğitim ve çalışma kurumlarında tanının ilgisiz kişilerle paylaşılması, cezaevinde tecrit ya da deşifre, bakım evlerine kabul edilmeme gibi sayısız alanda pek çok kişi ayrımcılığa maruz kalmaktadır. Bu ayrımcılıklara karşı derneğimizin desteğiyle hukuksal mücadele gerçekleştirilmektedir ancak sosyal çevre içerisinde yalnızlaştırma, ötekileştirme gibi ayrımcılıklar müdahalemizin zor olduğu ve HIV ile yaşayan bireyleri günlük yaşamda olumsuz etkileyen önemli ayrımcılıklardır. Peki toplumda HIV Pozitif bireylere karşı oluşmuş bu ön yargıların temel sebebi sizce nedir? Yanlış ve eksik bilgiler, hastalığın belli insanlarda bulunduğuna ilişkin yanlış kanılar, bulaşma-bulaşmama yollarının doğru bilinmemesi, medyada yer alan yanlış ve ön yargıları arttıran haberler, HIV’in en belirgin bulaş yolunun cinsel temas olması ve cinselliğin Anadolu coğrafyasında büyük bir tabu oluşu... Derneğiniz bu ön yargıları kırmak, toplumu HIV ve AIDS hakkında bilinçlendirmek için ne gibi faaliyetler yürütüyor? Örneğin konferanslar, seminerler
14
düzenliyor musunuz? Evet, bu konuda pek çok çalışma yürüttük ve çalışmalara devam ediyoruz. Ücretsiz ve anonim test kampanyamız var. Gelen talepler doğrultusunda pek çok üniversite, sivil toplum kuruluşu ve diğer kurumlara bilgilendirici seminerler, eğitimler veriyoruz. Medyadaki bağlantılarımız sayesinde konuyla ilgili doğru haberler yaptırıyoruz. Diğer sivil toplum kuruluşlarıyla da ortak çalışmalarda bulunuyor musunuz? Evet, hak temelli ve sağlık alanında çalışan STK’lar ile ortak çalışmalarımız bulunmakta ancak yine burada da konu HIV olduğunda istenen sonuçlar alınamamakta. Birçok STK, HIV açısından kendilerine düşen sorumluluğu anlayamamakta ya da farkında olsa bile kurum isimlerinin HIV’le anılmasını istememekte. Türkiye’de
son yıllarda salgın haline dönüşen yeni HIV vakalarına karşı etkili bir önleyici müdahale için tüm sivil toplum kuruluşlarının, “ama”sız, sorumluluklarının farkına varması gerekmektedir. Son olarak, bu söyleşiyi okuyacak kişilere HIV ve AIDS hakkında neler söylemek istersiniz? HIV kronik bir sağlık sorunudur, yaşam boyu ilaç tedavisi ile HIV Pozitif bireyler herkes kadar sağlıklı ve uzun bir ömür sürdürebilirler. HIV aynı kaptan yemek içmek, aynı tuvaleti kullanmak, sarılmak ve öpüşmekle, güvenli cinsel ilişkiyle bulaşmaz. HIV pozitif kişiler evlenebilir, HIV taşımayan çocuk sahibi olabilir. Dil, din, ırk, cinsiyet ve meslek vs. ayrımı olmadan HIV herkese bulaşabilir. HIV bulaşmasını engellemek için her cinsel ilişkinizde kondom kullanın. Düzenli HIV testi yaptırın.
15
16
17
Medya’daki Algı Operasyonu ‘’Eğer dikkatli olmazsanız, gazeteler sizin mazlumlardan nefret etmenizi, zalimleri ise sevmenizi sağlar.’’ - Malcolm X / Seda Akil Medya nedir? Medya’nın toplum üzerindeki ağırlığı ve sorumlulukları nelerdir? Günümüzde medya kaçıncı güç haline gelmiş bulunmakta ve bu gücün etkileri nasıl görülmektedir? Hepimizin bildiği üzere her türlü konu hakkında en kolay ulaşacağımız bilgi kaynağımız medyadır. Bu kaynak gerek görsel, gerek işitsel, gerekse ikisinden bir arada faydalandığımız, günümüz dünyasında en önemli güçtür. Medyanın gücünün herkesin farkında olmasından mütevellittir ki herkes medyada kendine bir hak ve yer ister. Bu gücü tanımlamak istersek şu söz ile tanımlayabiliriz: “Gazeteler dünyanın
aynalarıdır.” - James Ellis Bu söz medyanın bir toplum hatta dünya için ne anlama geldiğini ifade eden yalnızca birkaç sözden biri. Toplum için bu kadar güçlü bir organın tabii ki ciddi sorumlulukları vardır. Bu sorumluluklardan en önemlisi vatandaşı kandırmaktan kaçınarak kaliteli haber almalarını sağlamaktır. Haber hazırlarken ve sunarken en önemli ve dikkat edilmesi gereken şey haber dilidir. Haberin tamamını doğru bir şekilde vermiş olsanız bile kullandığınız haber dili ile insanların beyninde çok başka bir algı yaratmanız kaçınılmazdır. Bu yüzden başa her gelen “önce medya” diyor. “Önce onlar susturulmalı, onlar bizi kabul etmeli. Susmazlar ise özgürlüklerini ellerinden alır, görevlerinden attırır bastırır ve sonunda sustururuz. Eğer onlar yanımızda olmazsa işimiz zor. Ya onlar gider ya da biz gideriz” fikirleri yıllardır hep aynı. “Bu işte tarafın yoksa sen de yoksun demektir. Ya orada olacaksın ya başka bir yerde ama mutlaka kim olduğun bilinecek. Haberleri, tarafında olduğun yere göre yapmalısın. Çıkarlara ters bir şeyi medya görmezden gelebilir.” Medya üzerinden yapılan algı operasyonları şüphesiz ki en tehlikeli
18 savaşlardan bir tanesi. Eğer isterse medya sizi bir gün içinde savaşa sokabilir ve yine isterse bir günde sonlandırabilir. Sevmediğiniz birine üç dakikalık bir video ile hayran kalabilir ya da sevdiğiniz birinden nefret edebilirsiniz. Medyanın bu kadar güçlü oluşunun sebebi tabii ki çok hızlı bir şekilde insan kitlelerine ulaşabilmesidir. Bir mitingde basın yoksa, medyada yer alamıyorsa o mitinginiz tam anlamı ile hedefine ulaşamamış demektir. Bu kadar hızlı ve güçlü bir şeye her zaman ihtiyaç vardır. Medyanın ise güçlü kişilere ihtiyacı vardır. Aslında belki de ikisi birbirine çok bağımlı olduğundandır ki hep ortak çıkarlar üzerine hareket edilir. Sanatçı yeni bir albüm çıkarmışsa dinleyicilerden önce medyayı tatmin etmen gerekir ki satışların iyi olsun. Siyasetçiysen ve seçimlere az kaldıysa medya sahiplerini yanına çekersin ya da bir holdingin yeni
bir işe atılacaksa medya organı sahiplerini memnun etmelisin ki karşılıklı mutlu olunsun. Medyanın bu şekilde kullanılması en zararsız olan hali. Hatta gelişen dünyada gerekli olan şeylerin başında gelmektedir. Algı operasyonu her zaman kötü anlamda kullanılmamaktadır. Az önceki örneklerde bahsettiğim gibi, bazen sadece karşılıklı ticari işlerde de yapılabilir. Algı operasyonunun en çirkin ve kabul edilemez hali sansürlü, yoruma tamamen kapatılmış haber şeklidir. “Provokatörler yine iş başında” haberini sade bir şekilde okuduğunuzda suçsuz yere tutuklanan üniversite öğrencisi arkadaşları için eylem yapan gençler polisin müdahalesi ile çatışmaya girmiştir. Bunun gibi bir sürü örnek bulabiliriz. Yazının başlığını gördüğünüzde algınız doğrudan değişmektedir ve tabii ki haber verilirken de bu kadar sade verilmediği için asi ve
19 sorumsuz üniversite öğrencileri olarak haberi okumaya devam edersiniz. Yazının başlarında da verdiğim örnekte olduğu gibi “Eğer dikkatli olmazsanız medya sizin masum insanlardan nefret etmenizi, zalimleri ise sevmenizi sağlar.” Hepimiz çok dikkat etmeliyiz. Öncelikli ihtiyacımız sorgulamak,
araştırmak olmalı. Gördüğümüz her şey gerçeği yansıtmıyor. Bizler sorgulamadan, araştırmadan inanır, kabullenir ve o düşüncenin arkasından gidersek benliğimize dair hiçbir şey kalmamış demektir. Önce kendimizi, sonra fikirlerimizi önemsemeyi ve sahip çıkmayı unutmayalım.
20
21
Güneş Sisteminde Gezinti (3) Gaz devleri ve onların muhteşem uyduları? / Berk Özdemir Güneş Sistemi’nde gezinti yaparken manzarasına hayran kalacağımız gezegenler ve onların uyduları, Mars’ın ötesinde de vardır. Hepimize ilkokulda öğretilen gezegen sıralamasında son sıralarda yer alan bu doğa harikalarında yüzey bulunmamaktadır. Yani inebileceğiniz bir kara parçası, toprak ya da kayalık alan bulamazsınız. Bu durum da sistemin bu üyelerini ilginç ve tuhaf kılıyor. Mars’ın ötesine uzandığımızda karşımıza ilk olarak devasa asteroit kuşağı çıkıyor. Kütlesinin toplamı bizim uydumuz Ay kadar etse de irili ufaklı yüz binlerce uzay taşı Mars’ın ötesinde Güneş etrafında dönüyor. Bu kuşağın en büyük gök cismi cüce gezegen sıfatına giren Ceres. Yüzeyi tamamen katı olan ve gündüzleri yaklaşık -38 santigrat olan Ceres, yüzeyinin altında su buzu bulundurur. Onun altındaysa katı bir çekirdek vardır. Eriyik halde su bulunma olasılığı yoktur çünkü Ceres tamamen ölü bir gök cismidir. Yani hareket halinde bir çekirdeği yoktur. Asteroit kuşağını geride bıraktığımızda
22
karşımıza Sistem’in en büyüğü, devasa Jupiter çıkar. Adını Roma mitolojisindeki en büyük tanrıdan alan Jupiter bu adlandırmayı sonuna kadar hak eder. O kadar büyüktür ki içine 1400 tane Dünya sığdırabilirsiniz. Neredeyse tamamı hidrojen ve helyumdan oluşan Jupiter, tam olarak söylemek gerekirse yıldız olamamış bir gökcismidir. Eğer biraz daha büyük olsaydı ısı ve ışık yaymaya başlayabilirdi. Güneş’in Jupiter’e ulaştırdığı sıcaklık -167 santigratken Jupiter’de bu sıcaklık -147 santigrat olarak görülür. Gezegenin o kadar yüksek bir çekim etkisi vardır ki içeride kendi içine çökerek oluşan bu enerji sıcaklığı yükseltir. Atmosferinde inanılmaz fırtınaların olduğu Jupiter, dışarıdan gözlem yapan kişiye resmen “gelirsen seni yutarım” demektedir. Bu fırtınalardan en meşhuru
büyük kırmızı lekedir. İçine dört adet Dünya sığabilecek genişlikte olan büyük kırmızı leke yaklaşık 370 yıldır –yani ilk gözlemlendiğinden beri- devam etmektedir. Kararlı bir yapıya sahip olan bu fırtına, gezegendeki diğer fırtınaları içine alarak yok eder. Tabii Jupiter’de başka lekeler –fırtınalar- da olmaktadır. Jupiter bazen bizim hayatımızı kurtarır. Bu bir olasılık olmakla birlikte müthiş çekim etkisi sayesinde Jupiter, bazen Güneş Sistemi’nde gezinen kuyruklu yıldız ve asteroitleri kendine çekip yutar. 2009’da birkaç bin nükleer bombanın gücüne eşit bir çarpışma geçiren Jupiter’de, çarpan gökcismi dünyanın yarısını kaplayan Pasifik okyanusu büyüklüğünde bir iz bıraktı. Jupiter olmasaydı bu ve bunun gibi gökcisimleri belki de Dünya’ya çarpacak ve bizi yok edebilecekti. Hiç evrimleşemeyebilirdik bile. Sağ ol Jupiter!
23 Jupiter’in büyük olduğu bir şey daha varsa o da sahip olduğu uydu sayısıdır. İrili ufaklı 67 adet uydusu bulunan Jupiter’in en meşhur uyduları ve aynı zamanda en büyükleri olan Io, Europa, Ganymede, ve Calisto’dur. Io tam bir peynire benzer. Çok renkli yüzeyi, ona hoş bir görüntü kazandırmıştır. Jupiter’e çok yakın olan Io, gezegenin çekim etkisi yüzünden çok aktif bir uydudur. Yüzeyinde 400’den
fazla aktif yanardağ bulunmaktadır ve yüzeyi sürekli bir değişim halindedir. Bu yüzden yüzeyindeki kraterler neredeyse hiç yoktur. Yüzeyindeki sülfür sarı rengini verir ve yanardağları beş yüz kilometre öteye sülfür fışkırtabilir. Diğer meşhur uydusu ve her türden astrofizikçilerin meraklı gözlerini diktiği, gelecekte seyahatlerin planlandığı
24
uydu Europa’dır. Bunun nedeni Jupiter’e ne Io kadar yakın ne de çok uzak olmasıdır. Çok hareketli bir iç yapısı yoktur fakat içyapısında yeteri kadar volkanik hareket vardır. Donmuş yüzeyinin altında tüm uyduyu saran bir okyanusun olduğu düşünülmektedir. Dünya’nın okyanuslarının beş bin metre altında volkanik tüplerle yaşamını sürdüren canlılar olduğu keşfedilmiştir. Güneş’e ihtiyaç duymayan canlılar. Aynı durumun Europa’da da olduğu varsayılmaktadır. Yani demek istediğim Europa’daki buzdan yüzeyin altındaki okyanusta canlı yaşamı aktif olarak
olabilir. Uydunun içyapısı, buzun altındaki okyanusu sıvı halde su bulundurabilecek kadar ısıtmış olabilir. Kim bilir, belki balık diyebileceğimiz canlılar bile evrimleşmiş olabilir. Biraz önce bahsettiğim Ceres’te bu durumun olmamasının nedeni iç hareketliliğini kaybetmiş olmasıdır. Güneş Sistemi’nin belki de en önemli gezegeni yaşadığımız Dünya’dan sonra Jupiter’dir. Gerek uyduları, gerek dolaylı olarak hayatlarımızı kurtarması, büyüklüğü ve güzelliğiyle Jupiter biz amatör gökbilimcileri kendine hayran bırakan gezegenlerden biridir.
25
e t e z r e niv
ü
Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)
zete